@mizginsain98
|
Merhabalar. Diğer bölümün telafisi yapıldı. Uzatmadan bölüme geçelim. İyi okumalar.
............
.........................
Yanlış anlamakta güzeldi.
Yanıma yaklaşan ağa bozuntusuna baktım. Hey Allah'ım neden ki? Neden ben sürekli bu adamla sınanıyorum. Allah'ım belamı verdin de haberim mi yok?
"Komutan nasılsınız?" Yemin ederim sesini duymadan önce, sevgi pıtırcığı gibiydim.
"İyiyim ağa, siz nasılsınız?" Bak vallahi nazik biri olduğum için karşılık verdim. Ama sen öküzlük yapıp gidebilirsin.
"Çok şükür iyiyiz... Biraz vaktiniz varsa, bir çay ya da kahve içelim mi?" Gidebilirsin demiştim oysa ki. Ama sen neler diyorsun?
"Önemli bir konuysa neden olmasın." Yine hayır dersem, arkasında durmuş bana gözlerini dikmiş o altı tane fare beni çiğ çiğ yerdi.
"Sizi asla önemsiz şeyler için rahatsız etmem." Bu kadar nazik konuşmasa cidden daha rahat nefret edebilirim.
"Bunun için memnun olurum." Yüzümde sahte sırıtışımla ona bakarak başımı eğdim. Anında aynı gülümsemeyle başını eğip bana karşılık verdi.
"Sizi memnun etmek, en büyük hedefim." Bu kelimeler sonrası, kocaman açtığım gözlerle ona baksam da bir işe yaramadı. O bunları söyledi. 6 tane fare duydu ve o umursamadan hepsine gülümseyip içeri geçti. Ulan... Sen ağa bozuntusu bile değilsin. Sen... Ulan sensin işte benim cezam...
"Sakın tek kelime etmeyin." Onların yüzüne bakmadan bende kantine ilerledim. Onlarda peşimden pıtır pıtır gelmeye başladılar tabi ki. Ağa bozuntusunun olduğu masaya ilerleyip iki kahve istedim. Yalçın yanımıza gelen İsmail'i kolundan çekip, ağa bozuntusunun arkasında ki masaya götürdü. Hepsi oraya oturunca, ne yapıyor bunlar yine diyordum ki? Muhammet eliyle bana bak işaretleri yapmaya başladı. Gözlerimi ona dikerken güldü. Memnundu ama ben öyle olacağımı hiç sanmıyordum.
Kahveler gelirken Muhammed'i izledim. Önce masada yan oturdu. Bacak bacak üstüne atıp, varmış gibi saçını savurdu. Ağzım açık ona bakarken. Diğerleri bu performansı için onu alkışlıyorlardı. Ardından hepsi bana dönüp, aynı hareketleri yapmam için kaş göz yaptılar. Yok... Yok ... Cidden bunlara her şey mübah ya. Elimi alnıma vurduğum gibi ağa bozuntusu arkasını dönmüştü. Onun dönmesiyle, bunlar sanki hiçbir şey belli olmamış gibi, kendi aralarında konuşmaya başladılar.
Reziller...
Rezil olduk annem.
Allah'ım...
Ağa bozuntusu bana sırıtarak bakıyor.
Allah'ım, yarılsın vallahi gireceğim yerin dibine.
"Komutan..." evet canım?
"Ağa bozuntusu..." hayır demedim. Demedim. Bir pot daha kırmış olamam.
"Ağa bozuntusu?" demedim. Neden kendine böyle diyorsun ki sen şimdi. Ya da. Dedim ve sen demişsem bile neden beni tekrar ediyorsun? Neden?
"Ağa bozuntusu derken ağa?" yat kızım salağa yat. Hatta şu an salak ol.
"Öyle dediniz sanki bana." Hayır dediğimi zaten biliyorsun. Şu an niye uzatıyorsun. Arkada ki altılı beni öldürecek. Sus be adam. Allah aşkına sus.
"Yanlış duydunuz ağa." Öndeki kahveyi ona itip masaya vurdum. Sert değildi. Önce elime sonra yüzüme baktı. Gör adam gör gözlerimle sana yalvarıyorum.
"Ben yanlış duydum anlaşılan." Allah razı olsun. Bak çok içten diyorum.
"Sanırım. Kulaklarınız da sorun olabilir. Doktora gittiniz mi?" ama hiçbir şey sana laf çarpmamı engelleyemez.
"Hayır ama en kısa zamanda gideceğim. Malum her gün sizi görüyorum. O sesinizi duymazsam huzur bulamam. Sonuçta benimle böyle konuşup, sürekli laf çarpan biri daha yok." Kıymetimi bil o zaman.
Ona her zaman ki sahte gülüşümü attım. Banim ki sahteydi. Ama onun arkasında ki baş belaları kendilerini yırtıyorlardı.
"Ne güzel. Ne güzel." Bittiniz hepiniz. Şu an bu odada bulunan her erkek kişisini kara listeme aldım. Ağa bozuntusu yine en üsttesin. Asla kaptırmıyorsun orayı.
"Neyse komutan buraya farklı bir şey için geldim." Doğru konumuz farklıydı.
"Evet ağa konumuz farklı." Kahveyi alıp dudaklarına götürdü. Sanki adam farklı bir şey dedi. Aynı kelimeleri niye tekrar ediyorsun kızım sen.
"Karakol bildiğiniz gibi barış geldiği için kapanmıştı. O zamandan beri biz ne olur ne olmaz diye korucularla devam ettik. Bu işleri daha doğrusu dedem yürütüyordu. Ölmeden önce. Onun ölümüyle tüm işlerini devir aldığımda, karşıma çok fazla şey çıktı." Sıkıntı doluydu. Sesi resmen tüm enerjimi yok etmişti. Buradan belli ki iyi bir şey çıkmayacaktı.
"Van depreminde köyümüzde çok fazla can kaybı yaşandı. Depremin merkez üssü bize çok yakındı. Tabanlı köyü ile aramızda 21 km var. Deprem olduğu yıl. 2011 yılıydı. Burada değildim. Ama annemi, babamı ve abimi o depremde kaybettim." Gözleri dolmuştu. Elini tutmak için kolumu uzattığım gibi geri çektim. Ne yapıyorum ben?
"Ağa..." elini kaldırıp beni durdurdu. Zaten ne diyeceğimi bile bilmiyordum.
"Sorun yok. Depremden iki yıl sonra karakol kapatıldı. Sınıra ne kadar yakın olmasak da. Birkaç olay yaşandı. Bunları sonra ayrıntılı anlatırım. Dedem bir iki olay sonrası her şeyi hallettiğini söylemişti. Herkes rahatlamıştı. Gerçi sorunun kaynağını kimse bende dahil hiç öğrenemedik. Kimseye anlatmak gibi bir derdi de olmadı." Bu konu hiç iyi yerlere gitmiyor.
"Dedem 5 ay önce attan düşüp beyin kanaması sonucu vefat etti." Laf arasın da 'başın sağ olsun' dedim ama o başını sallayıp geçiştirdi. "Ölümünden 2 ay sonra köyde yine olaylar başladı. Tekrar koruculara döndük ve devlete bunu bildirdik. 3 ay içinde 2 korucumuz şehit oldu. Devlet bize geri dönüş yapmadı. Bu yüzden ilk karşılaşmamız kötü oldu. Bir anda 7 kişinin önlerinde bir kadınla ortaya çıkması bizi gerçekten hem korkuttu hem de şaşkına çevirdi." Bende senin yüzünden konuyu nerelere çektim. En başta anlatsanıza şunu ya.
"Size anlatmak istedim. Ama hiçbir şekilde konunun özüne inmeme fırsat verilmedi. Buraya gelmek son çaremdi. Zaten size bilgi verilmiştir." Tabi tabi ne dersin. Ben bana verilen hiçbir belgeyi okumadım ki. Salak Hilal, kızım cidden bazen salak oluyorsun. Neyin içindesin sen farkında değilsin.
"Haberimiz var olaylardan." O belgeleri hemen okumam lazım. Çocuklar gözlerini bana dikmişlerdi. Bakışımdan yalan söylediğimi anlamışlardı. Bilsem bu kadar rahat olmazdım zaten.
"Peki dedeniz ne kadar etkili biriydi de böyle, yıllarca her şeyi örtbas etmiş." Şu dedeyle tanışmak isterdim. Keşke ölmeseydi.
Sıkıntıyla bir nefes aldı. Saçları arasından geçirdiği elini boynuna dayadı.
"Tanıdığım adam değilmiş. Ölmeseydi tanışmak isterdim." dalga geçercesine gülmüştü." Yanlış anlamayın sadece aptallığıma gülüyorum ,beni bir yığın derdin içine bırakıp, bir anda gittiği içinde sinirliyim." Onunla beraber istemeden gülmüştüm.
"Cidden sizde baya aptalmışsınız." Gülüşü anında kesilmişti bana 'ciddi misin sen?' der gibi bakıyordu. Üstelik sadece o değil. Arkada ki çocuklarda aynı şekilde bakıyordu. Yani ne var, ortam yumuşasın dedik. Bunlarda şakadan anlamıyorlar.
"Şaka yani... Şaka." Çocuklar sıkıntıyla yerlerinde oynayıp bana döndüler.
"Valla senden bıktık." Bunu İsmail demişti. Dudaklarını okumuştum. Bana demişti. Yedim oğlum seni.
"Neyse ağa başka bildiğin varsa anlat." Sinirliyim şu an, bu konuşma bittiği an zebani gibi o 6'lı çikolata paketinin üstüne çökeceğim. Çabuk ol ağa.
"İyi misin komutan?" sence... Bak bakalım iyi miyim? Değilim biliyorsun. Laf olsun torba dolsun da sorayım diyorsun. Yemim ederim etmeyeceğim. Sen gidene kadar küfür etmeyeceğim. O yüzden hızlı ol.
"İyiyim ağa. Sen devam et." Elimle devam etmesi için işaret verdim.
"Dedemin kasasına bir hafta önce ulaştık. Ama açmak zordu."
"Getirseydiniz yardımcı olurduk." Başını sallayıp gülümsedi.
"Aklımıza gelmedi. Gerçi gelse yine getirmezdim. Onun üzerinden de laf çarpardınız." İstemeden sesli bir şekilde gülmüştüm. "Bunu bile beceremeyip nasıl ağa oldun gibi mesela." Bu kez isteyerek kahkaha atmıştım. Hatta tek bende değil. Çocuklarda kalkmış, gülerek yanımıza gelmişti.
"Bu kadar kısa sürede komutanımızı tanımışsınız." İsmail istediğin kadar tatlı olmaya çalış. Yine de seni döveceğim.
"İsmail..." sus artık diyordum. Ama o dinlemiyordu. Açmıştı o boş boğaz ağzını. Allah bilir yine nasıl bir pot kıracak.
"Gerçi o da sizin yakışıklı olduğunuzu düşünüyor." Allah kahretmesin. Rezil etti beni. Ulan pot kıracak dedik de niye benim başıma kırıyorsun. Ulan İsmail ölmek istediğini en başta desene. Başıma bu boku sarmadan önce.
"Öyle mi?" bana sırıtarak bakan ağa bozuntusuna döndüm. Öyle de canım, o dişlerini bir kapat. Ne o öyle pişmiş kelle gibi bana bakıyorsun.
"Yok öyle bir şey. İsmail yine şaka yapmaya başladı." Postalımı İsmail'in dizine geçirirken, ağa bozuntusuna en sahte gülüşümü attım.
"Tabi komutan siz öyle diyorsanız." Aynı gülüşle bana karşılık verdi. Bende aynı şekilde daha sahte bir gülüş takındım. Arslan araya girene kadar bu döngüde devam ettik.
"Kasadan neler çıktı?" ortam anında soğudu. Hepimiz ağa bozuntusuna bakarken, o bakışlarını bana dikmişti.
"Dedem köyü basanlarla anlaşma yapmış." Yıldırımın küfrünü duymuştum. Ulan dede neler çevirdin acaba?
"Nasıl bir anlaşma?" ceketinin cebinden ikiye katlanmış bir dosya çıkardı. Masaya bırakıp bana iteledi. Gözlerimi ona çevirip, sinirle dudağımı kıvırdım. Uzatmadan anlatsan olmuyor mu?
"Her şey burada mı?" başını olumsuz anlamda sallayıp arkasına yaslandı.
"Burada sadece bulabildiğim şeyler var. Köye baskın yapanlar ülkeye ırak sınırından giriş yapıyor."
"Kim olduğu biliniyor mu?" başını sallayıp, tekrar öne eğilip kollarını masaya yasladı.
"Dedenizin bu anlaşmayı neden yaptığını öğrenmemiz lazım. Üstelik anlaşmanın şartlarını da." Ekibin beyni olan Arslan her şeyi tek tek ağa bozuntusuna sıralarken, başımı sallayıp onu onayladım sadece.
"Anlaşma şartları dosyada yazıyor. Aynı şartlar 2 hatta 3 katıyla bana da bildirildi geçen haftalarda. Ne olduğunu anlamadım zaten. Kasaya ulaşana kadar." Arkadaş ben dedektif değilim ki. Sık de sıkayım, neyi çözeyim ben şimdi.
"Elimizde olan şeyleri birleştirince geriye tek seçenek kalıyor." Ne... Ne kalıyor? Taksit taksit neden konuşuyorsun sen ya?
"Irakta yaşayan bir arap emiri var. Suudi Arabistan kimlikli kendisi. Ama ülkesine girişi yasak. Oldukça varlıklı. Temiz para olmadığı bilinen bir şey zaten. Ülkesine girişi yasak dedim ama. İstediği gibi at koşturuyor oralarda."
"Adamın konumuzla ne ilgisi var?" önümde ki dosyayı alıp dördüncü sayfayı açtı. Orta sırada yuvarlak içine alınan yeri işaret etti. Hepimiz aynı anda dosyaya çöküp yazan kısmı okuduk.
"Emir Roşan." Bakışlarımı çocukların her birinde gezdirip, sonunda ağa bozuntusuna döndüm.
"Yani bu ne?" dosyada yine sayfalar çevirip son sayfa da kaldı. Sayfanın sonunda yan yana iki isim ve iki imza vardı.
Sezai Şahinkoru.
Emir El-Roşan
"Deden bunu yapmış olamaz değil mi?" arkasına yaslanıp omuz silkti.
"Anladığımız kadarıyla yapmış. Maalesef." Yav dede ölmüş adamsın. Arkandan küfür edeceğim şimdi. Yav bu ne boktur?
"Bana da bildirildi dediniz. Şartlar falan. Size nasıl ulaştı?"
"Bir mektup. Daha çok siyah bir dosya içinde masamda buldum. Ve ne kadar uğraşsam da o dosyanın o odaya, masaya nasıl konulduğunu bulamadım. Odanın anahtarı tek bende vardı. Öyle sanıyordum. Ama anlaşıldığı üzere öyle değilmiş. Evimde bir hain var. Bunu biliyorum. Ama kim olduğunu bilmiyorum." Ona inanmak istiyordum. Ama bunların hepsi onun planı bile olabilirdi. En başta bizi bu köye almak istemedi.
"Başka bildiğiniz varsa bizimle şimdi paylaşın." Nurullah sıkıntıyla nefes aldı. Bir sorun vardı.
"Şu an anlatacağım pek bir şey kalmadı. Evde ki herkes şu an araştırılıyor. Bir şeyler çıkarsa size haber veririm." Toplu bir selam verip gitti. Arkasından bakakalmıştım. Seni çözeceğim ağa bozuntusu. Ne olduğunu anlayacağım. Dost mu? Düşman mı?
"Komutanım. Bunları bilmiyordunuz tamamda. Bize niye kimse demedi?" Sinirle söylenen Yalçın elini masaya vurmuştu. "Ne dönüyor lan burada?" sinirle ensesine vurdum.
"Bir sus lan. Verdikleri dosyayı hangimiz okuduk. Arslan bile okumamış. Hepimiz bunu normal bir sürgün sandık. Hangimiz okudu onu?" masanın etrafın da toplandık.
"Ben dosyayı getiriyorum. Çekmecede olacaktı." Muhammet kalkıp gidince, Yıldırım da çay getirmek için kalkmıştı masadan. Sinirle oynadım yerimde. Şapkamı çıkarıp topuz olan saçımı saldım. Belime ulaşan saçları sağ tarafta topladım. Bu saçları en kısa zamanda kesmem lazım. Çok uzadılar.
"Tamam dosya verdilerde. Bir iki kelime etmek bu kadar zor olamazdı ya."
"Demek ki zormuş İsmail. Zormuş ki şu an mal gibi kaldık." Sinirle söylenen Arslan herkesin de sinirlerini germişti. O sinirliyse herkes sinirli olurdu. Adam grubun duygu değişim aracıydı. Resmen herkes ona göre hareket ediyordu.
Muhammet dosyayı masaya bırakıp yanıma oturdu.
"Aslında büyük sıçmışız cidden. Sadece farkında değiliz." Yıldırım yine haklı haklı konuşurken istemeden gülmüştüm. İlk sürgün haberinde de sıçmıştık. Hem de çok büyük. Şimdi anlıyorum ki çok büyük değil. Çok pis sıçmıştık.
Bir operasyonu sekteye uğrattık. Tamam aslında mahvettik... Tamamen. Onun için bu kadar da ceza verilmez be. Gerçi kovulsam daha kötüydü. Ki öyle olacağını düşünüyordum. Ama dediğim gibi acı çekmem bekleniyordu. Ama bunun sadece acı çekmem için olmadığını biliyordum. Kendimi kanıtlamam lazımdı. Eğer ki bu kez de her şeyi mahvedersem bu kez kesin kovulacaktım. Ve kovulursam çiçekçi olacaktım. Ben lan ben. Benden çiçekçi olur mu hiç? Hem yaptığım çiçeği beğenmeyeni döverim ben. Yıllardır ayakta olan dükkan sayemde batardı. Hem diken batmasından nefret ederim. O ne öyle gülü seviyoruz diye dikenine katlanmak falan. Salak mıyız biz ya?
Gülsen, dikenin varsa bir zahmet budan da gel. Her şeyden bir romantizim falan. Yapmayın be. Hem zaten gülde sevmem. Hatta çiçekte sevmem. Bence kaktüs adamdır. Hep aynı bir kere.
"Boş boş konuşmaktan vazgeçin. Sende dosyayı aç Muhammet." Arslan herkesi fırçalayıp emrini verince hepimiz susmuştuk. Dua et aynı rütbedeyiz. Yoksa biliyorum sana ne yapardım.
"Komutanım burada bir şey yazmıyor. Dosya iki sayfa... Birinci sayfa benim bilgilerimle dolu. İkinci sayfan köyle ilgili." Yok artık, Muhammet'in elinde ki dosyayı alıp her satırı inceledim.
"Ne oluyor lan?" Arslan kalkıp gidince ona söylendim. "Nereye lan artist? Laf etmeyi biliyorsun anca." Bana döndü 'salak gibi konuşma' bakışı yaptı.
"Kendi dosyamı getireceğim Hilal. Hani üstleri biziz ya. Belki bizde yazıyordu?" anında yüzümü düzeltip ona gülümsedim. Canım ya.
"Mükemmel birisin." Arkasını dönüp ilerlemeye başladı. "Dememe gerek bile yok zaten dimi. Arslan gibi aslanım." Bana orta parmağını kaldırınca, omuzlarımı kaldırıp gülmüştüm.
"Şu adamı bir sen güldürüyorsun." İsmail'e dönüp güldüm. Tabi lan. Ne sandınız? "Ciddiyiz komutanım. Bizim maymunluklara bile gülmüyor."
"İsmail haklı, dostluğunuz çok derin. Bir tek size karşı duvarları yok. Bize bile bazen çok soğuk oluyor.
"Abim gibi. Benim için babamla tartışmıştı. Onun sayesinde buralara geldim. Hep tam destekti. Ben ona çok şey borçluyum." Gözlerim dolunca bir silkelendim.
"Komutanım abartmayın. Ağlayacaksanız biz gidelim. Siz ağlayınca çok çirkin oluyorsunuz." Başımı 120 km hızla Yalçın'a çevirdim. Ne dedi o? Bana çirkin dedi. Dünyalar güzeli bana.
"Ya kaç. Ya öl. Bittin lan Yalçın." O kapıdan çıktığı gibi, sandalyeden kalkıp ardından koşmaya başladım. Bana dedi. Çirkin dedi.
"Daha hızlı koşma Yalçın. O lafı eninde sonunda sana yedireceğim." Ayh nefesim. Koşarken ne diye bağırıyorsun be kızım...
"Bittin oğlum sen." Yine konuştum. Nefes... Nereden alınıyordu? Şerefsiz. Nasıl bu kadar hızlı koşabiliyor.
Karakolun bahçesinde o önde ben bitik halde arkasında dönüp duruyorduk. Yok mu bana yardım edecek bir Allah'ın kulu.
İntikam.
İntikamım alınmıyordu. Ben pes edeceğim. Ve kanım yerde kalacak.
Hain dostlar biriktirdim. Beni hep gömen. Aheyyy... Bu bahtsızlık parayla bile yok be.
"Beceriksiz yakaladım gel." Arslan. Biliyordum çok iyi dostlar biriktirdiğimi. Bana hep yardım eden canım dostlar.
"Arslan yemin ederim seni çok seviyorum." Hepsi kapının önünde durmuş bana gülerken, cidden ağlamak istedim. Bunlar benim cezam. Bunlar benim kıyametim. Yalçın'ın bacağına iki tekme atıp onlarla beraber güldüm.
Başımızda ne var bilmiyorduk. Ama biz hala gülüyorduk.
Ağlamak cidden bize yakışmıyordu.
Bizlerde çirkin duruyor.
Biz hep güleriz.
..................
..................................
.............................................
|
0% |