@mizginsain98
|
Geldim geldim , adsdsfa buyurun.
............................................
.....................
............
Seni anan benim için doğurmuş.
Canım...
Hamurunu benim için yoğurmuş.
"Komutanım... Heyecan var mı?" Var lan var. Ne yapacaksın?
"Sus Yalçın sus..." bağırma çocuğa. Kendin kaşındın. Kim dedi sana pezevenk ol diye.
"Geri gidelim isterseniz." Oldu sonra korkak deyin.
"Yok... Halledeceğim, sen bana bir kahve al." Şu an neredeyim. Pusuya yattım. Marketin köşesinde Dicle'nin markete gelmesini bekliyorum. Allah'ım biliyorum salağım. Lütfen bana yardım et. Ben ne yapacağım bilmiyorum. Ben neden sazan gibi atladım ki? Onu da bilmiyorum... İyice anne moduna girdim. Yakında düğünlere gider kızda bakarım ben bunlara. Bunlardan bir halt olacağı yok zaten.
"Nerde kaldı bu kız ya?" bu nasıl çalışmaktır ya. Saat kaç daha iş başı yapmadı. Ben burada stresten bayılacağım.
"Komutan..." bu ses... Hayır ya... Hayır...
"Komutan..." duymuyorum... Git... Git...
"Kahve sizin değil mi?" ulan Yalçın sana yardım eden beynimi.... Allah işte verdi cezamı.
"Komutan... Sizi görüyorum." Yavaşça doğruldum... Ne diyeceğim şimdi... Ulan Yalçın bitten cidden.
"Ağa..."
"Kahve..."
"Benim evet..."
"Alın o zaman." Niye sırıtıyorsun ki?
"Sağ ol..." kahveyi alıp ilerde ki banka oturdum. Peşimden gelmeye başladı. Teşekkür ettim ya, daha ne istiyor bu benden.
"Müsaade var mı?" başımı eğip, gözlerimi kaçırdım. Yanıma oturdu. Aramızda sadece 3 santim vardı. Cidden kokusu çok güzeldi.
"Nasılsınız?"
"İyiyim siz nasılsınız ağa?" cidden her karşılaşmamızda aynı muhabbet. Nasılsın falan filan.
"İyiyim... Sizi görünce günüm güzelleşti." Ne? Bakma sakın Hilal. Sakın suratına bakma bilerek yapıyor.
"Benim tam tersi oldu ama." Aferin, bakma suratına onun, ama lafını da çarp.
"Sevindim... Aynı duygular içinde olmamız ne güzel değil mi?" Vallahi benimle dalga geçiyor.
"Tabi anlatamam... Sizinle ortak yönüm çıktıkça, havalara uçuyorum. " Aferin kızım... Yalan söyle, kendini de kandırmaya devam et.
Uzun bir sessizlikten sonra derin bir nefes alıp konuştu.
"En sevdiğim yemek lapa pilav." İstemeden gülmüştüm. Lapa pilavı kim sever?
"Ben sevmem...." Gülüp banka yayıldı.
"Biliyorum... ama ben en iyi onu yapabiliyorum." Gülüşüm iyice yüzüme yayılmıştı.
"Dikkatimi çektin. Anlat bakalım neden buradasın." Aynı şekilde bana döndü. Bakışları baştan aşağı üzerimde kaydı. Dudağının kenarı hafif kıvrıldı. Gülüşünü dudağına götürdüğü kahve bardağıyla kapattı.
"Sizi görünce selam vermeden geçemedim." Kaşım anında havaya kalkmıştı.
"E verdiniz neden hala buradasınız?" Bu kez ben kahveyle yüzümü kapattım. Bizim derdimiz ne cidden?
"Beraber kahve içiyoruz... Kötümü?"
"Sinirimi bozmadığınız sürece. Kötü değil." Gülüşünü tekrar bardakla gizlemişti. Bir rahat dur be adam. Bir göreyim o gülüşünü.
"O zaman sorun yok. İsterseniz kahveyi iki yapabiliriz." Cidden bu kez bardakta saklamaz. O yüzden başımı onun tersine çevirip, gülüşümü bastırmaya çalıştım.
"Şansınızı zorlamayın bence." Hala onun tersi yönüne bakarken konuştum.
"Yalçından aldım kahveleri bu arada." Ay tabi ya. Burada olma nedenim.
"A evet o nerede?" etrafa bakındım. Nerede bu salak oğlan.
"Dicle ile konuşuyordu." Gözlerimi açıp ta ayağa kalkmam bir oldu.
"Dicle ile... Yalçın... Konuşuyor." Başını olumlu anlamda sallayıp kahvesini içti.
Bir şeyi düzgün yapalım ya.
Sadece bir şeyi.
Biz neden her şeyi mahvediyoruz.
Kesin tokatta yemiştir.
Üzülemiyorum da.
"Neredeler?"
"Bilmem." Ne demek bilmem. Yine başladı sinir etmeye.
"Sakin ol komutan." Olamam...
"Şu an imkansız o işte."
"Neden? Baya da mutluydular." Ona hayretle baktım. Mutlu mu?
"Emin misin? Şiddet falan yok muydu?" Gülmeye başladı. Bu da ne desem gülüyor. Aşık mıdır nedir?
"Yok neden olsun. Çarpışmışlardı zaten. Dicle baya korkmuş."
"Korkmuş mu?" lan Yalçın ne bok yedin acaba?
"Evet... Te neden oturmuyorsunuz?" tutuşmuştum çünkü en son ondan.
"Bir şey yok. Siz baya yayılınca mecbur kaldım."
"Kusura bakmayın komutan." Toparlanıp yer açınca oturdum. Çokta yayılmamıştı gerçi. Ama işte, ben yapacağım pisliğimi.
"Köyü sevdiniz mi?"
"Güzel bir köy. Umarım daha da gelişir." Gururla gülümsedi.
"Daha da güzel olacak. Umarım burada olursunuz da. Şahit olursunuz." Hiç öyle bir planım yok. Cezam bittiği gibi defolup gideceğim. Ve senden sonsuza dek kurtulacağım.
"Sanmıyorum ama... Neyse." Gözlerini bana dikince, huysuzca yerimde oynadım. "Ne oldu ağa?"
"Yok bir şey komutan. Sadece sizinle yeniden tanışmak isterdim." Ona hayretle baktım. Ne demek şimdi bu?
"Nasıl yani ağa?" gülümseyip kahvesinden bir yudum daha aldı.
"İlk tanışmamız hiç güzel değildi. Ve sizin zihninizde baya kötü kaldım. Bunu değiştirme şansım keşke olsaydı." İstemeden gülümsemiştim. Ne kadar ince düşünüyor böyle.
"En azından kendinizi biliyorsunuz." Hayır hayır bunu demeyecektim. Burada bile laf çarpıyorsun be kızım.
"Umarım bir gün o şansımız olur."
"Hiç sanmıyorum. Çünkü bazı insanlarla bir kere tanışmak yetiyor." Dudaklarını kıvırıp güldü. Cidden hiç alınmıyor benim laflarıma.
"Olur olur... Biz bozarız onu." Hey Allah'ım ya.
"Ağa acaba iyi misin?" on adım ötede ki çöp kutusuna, elindeki boş kahve bardağıyla mükemmel bir atış yaptı.
"İnanmayacaksınız ama. Ben ilk görüşte aşka inanıyorum." Tövbe....
"Ne alaka şimdi?" sakın aklımdan geçeni deme... Sakın...
"Öyle söyleyesim geldi. Aklınızda kalsın diye." Bak bak. Dalga geçiyor resmen.
"Böyle bir şeyin aklımda kalmasına gerek yok." Kahvem buz gibi olmuştu ama inatla içmeye devam ediyorum. Neyin inadıysa bu. Bırak git... Zaten ihtiyaçta kalmamış sana. Niye hala oturuyorsun. Kalk git kızım.
"Komutan yeni bir kahve?" ne münasebet.
"Olur ağa." O değil... O değil... Karıştı her şey iyice.
"Alıp geleyim hemen." Başımı sallayıp onu onayladım. O gittiği gibi farkında olmadan tuttuğum nefesi verdim.
"Sakin ol Hilal. İyisin sakin ol sadece. Offf Allah'ım ne oluyor bana?" oturduğum yerden kalkıp, soğumuş kahveyi çöpe attım.
"Hilal yüzbaşım?" yine ne oluyor? Diye arkamı döndüğüm gibi tekrar önüme döndüm. Sıçtım. Yok yok... Hayal görüyorum.
"Yüzbaşı... " diye bağırınca, mecbur kuzu kuzu arkamı dönüp selam verdim.
"Yüzbaşı Hilal Kara emredin komutanım."
"Rahat Yüzbaşım..." ona hafifçe gülümsedim. Ama her zamanki gibi sert bakışı yüzündeydi.
"Binbaşım nasıl buldunuz beni?" valla ben kendimi arasam bulamam. Sen nasıl becerdin bunu?
"Kabak gibi ortadaydın yüzbaşı." Cidden cehennemim başladı. "Gel aptal, sana ilk ve son kez sarılacağım. O'da ölmemeyi başardığın için." Aramızda ki beş adımı hızla kapatıp ona sarıldım. "Bundan sonra sizi mahvedeceğim. Haberiniz var değil mi?"
"Evet... Biliyoruz..." beni kollarından itip kollarını silkti. Hay evin barkın kokasıca...
"Eee tamam yeter. Hem sen ne yapıyorsun burada?" ben ona cevap vereceğim sırada, ağa yanımıza ulaşmıştı. Bir binbaşıma bir bana bakıyordu. Dur hele bende şaşkınım.
"Merhaba ben Levent. Köyün ağasıyım." Binbaşım başını sallayıp, onun elinde ki kahvelere ve sonra bana baktı. Sıçtım bittim...
"Ne güzel kahve demek. Alayım ben bir tane." Ağanın bir şey demesine fırsat vermeden, kahveleri alıp birini de bana uzattı. Ağa bize şaşkınlıkla bakarken, bende en az onun kadar şaşkındım.
"Sağ ol ağa olan Levent. Hilal hadi yavrum." Onun peşinden giderken ağanın kendi kendine söylendiğini duydum.
"Yavrum mu dedi o?"
Ağaya ayıp oldu.
Başımı çevirince bana sinirle baktığını gördüm. Ya ne alaka? Ben ne yaptım?
Bizden ters yöne gittiğini görünce önüme döndüm. Ulan Binbaşım, ha sen ha kardeşin. Dertsiniz başıma.
Ne gerek vardı şimdi yavrum falan. Adam kaldı orada.
"Eee Hilal... Karakola gitmeden bir köyü gezdir bakalım."
"Tabii Binbaşım..." Birkaç saatlik gereksiz oyalanmalarla bitirdik gezmeyi. Gelir de görürüm dediğim ağa bozuntusu hiç karşıma çıkmadı.
Cidden ayıp oldu adama... Ben uyuyamam da şimdi ...
Tabi ya numarası var bende. Arar konuşurum. Açmayacak değil ya.
Açar dimi ya?
"Karakolda mı herkes."
"Evet Binbaşım."
"Söyle hazır olsunlar." Zorla yutkundum. Telefonu çıkarıp gruba mesaj attım hemen. Nurullah sıçtığımızı belli eden bir emoji atınca, hepsi emojiyi beğenmişti.
Zaten şimdi bunun sırasıydı.
"Hayatınız baya rahat ha Hilal yüzbaşı?" valla sizden önce azıcık öyleydi.
"Görevimizi yapıyoruz Binbaşım." Bana yandan bir bakış attı. Ne dedim Allah için ya? Valla ağlarım.
"Öyledir umarım..." değil de Binbaşım. Oraları pek şey yapmasak. Malum çok olmadı sürüldük.
"O adam cidden ağa mıydı?" valla bayılacağım şimdi. Gerçi bende inanmadım ilk görünce.
"Evet Binbaşım." Yine yan gözlerle bana baktı.
"İyi bakalım." Yani iyi de. O ses tonu nedir Allah aşkına.
Bugün olan her şeyden Yalçın sorumlu. Mecbur ondan çıkaracağım hıncımı. Yoksa stresten gün bitmeden bayılacağım.
"Arslan nasıl?" bu kez ben ona yan bir bakış attım.
"İyi Binbaşım. Sizi merakla bekliyor." Dalga geçtiğimi anladı. Hemen sert bir bakış attı.
"Bilmiyorsunuz... Hilal buraya bilerek yollandınız. Burada çok önemli bir göreviniz var. Ve bu kez hata şansınız da yok." Zorlukla yutkundum.
"Tahmin ettik Binbaşım. Sadece bize bilgi verilmedi. Olaylardan daha 3 gün önce haberimiz oldu." Hafif bir isyanla konuştum.
"Yine kendi başınıza kahramanlık yapmayın diye." Yine laf çarptı. " Gelmem uzun sürdü. O operasyon için hala çabalıyorum. Üstelik hala sizin mahvettiğiniz operasyon yüzünden ben suçlanıyorum." Gülersen valla seni mahveder kızım. Sakın canına susamadın. "Biri kardeşim. Diğeri de ondan farksız. İki belalı yüzbaşı..." İstemeden güldüm bu kez. Demek lakabımız İKİ BELALI YÜZBAŞI. Vay be. Namım yürümüş.
.................
. |
0% |