Yeni Üyelik
10.
Bölüm
@mizginsain98

Güzel bir bölüm ile geldim. İyi okumalar 🤗

 

.

..

...

....

 

Geçmesin günümüz.

 

Sevgilim.

 

Yasla.

 

O güzel başını göğsüme yasla...

 

"Merkez komutanlığı rahat! Hazır ol! Tüfek as! Dikkat!" yüksek sesle önümde ki askerlere bağırdım. Binbaşım beş adım arkamda duruyordu. Ona dönüp üç adım gerisinde kalarak selamımı verdim. "Yüzbaşı Kara, Van merkez komutanlığı bölük komutanı! 2 subay, 2 astsubay, 5 uzman erbaş, 150 erbaş ve er ile görüş ve emirlerinize hazırdır komutanım."

 

"Teşekkürler!"

 

"Sağ ol."

 

"Merhaba asker!"

 

"Sağ ol."

 

"Nasılsınız!"

 

"Sağ ol."

 

"Sizde sağ olun." Tekrar askerlere döndüm.

 

"İleri bak! Tüfek çıkar!" esas duruşa geçtim hemen. Binbaşı tek tek izledi her hareketi.

 

"Rahat!" herkes rahata geçince bana döndü. "Yerine!" anında solumdan geriye dönüp Arslan'ın yanına geçtim.

 

"Bugünden sonra eksiksiz eğitim iki katıyla yapılacak. Buraya tatile gelmediniz. Çok önemli bir göreviniz var. Vatan sizden hizmet ister. Dağıl şimdi asker!"

 

&&&

 

"Valla gelir gelmez yıktı ortalığı." Yalçın elinde ki bardakla oynarken söylendi. Ona daha öğlen olanların hesabını sormadım.

 

"O değil de cidden ne zaman her şeyi tam olarak, ayrıntılı öğreneceğiz. Ben çok sıkıldım aynı yerde saymaktan." Muhammet sinirle söylenince gülmüştüm. Bu da iyice sabırsız oldu. Hadi hayırlısı.

 

"Gizemli olmayı sever zaten kendisi. Bilmiyor musunuz? Hem iki güne kalmadan anlatır. Zaten mecbur." Arslan yine abisi hakkında boş boş konuşunca ona ters bir bakış attım. Anında bana 'ne var?' bakışı attı. Elinin körü var. Elinin. Körü.

 

"Bir yerleşsin adam. Öğreniriz her şeyi. Ne bu acele? Cidden belayı bu kadar seviyor muyuz?" ilk kez mantıklı konuşmuşum gibi suratıma baktılar.

 

"Keşke bu cümleyi İsmail kursaydı. Valla daha az yabancılık çekerdik." Yıldırım anında lafı yapıştırınca ona pis bir bakış attım. Bunlar insan değil.

 

"Ben sizi Allah'a havale ediyorum artık."

 

"Allah'ı karıştırmayın yüzbaşım."

 

"Sus yıldırım."

 

"Kızma çocuğa." Arslan'a döndüm anında. Çocuk?

 

"Eşek kadar adama çocuk demediğin kalmıştı."

 

"Ben hala kendimi 18 hissediyorum yüzbaşım." Sabır... Sabır...

 

"Gel gel. Cebime gir." Sonra neden sinirleniyorum? Acaba ya? Acaba?

 

"Yüzbaşı!!!" duyduğumuz sesle anında ayağa kalkıp selama durduk.

 

"Yüzbaşı Kara. Emredin komutanım." Masanın etrafında dolanıp hepimize tek kaşı havada baktı.

 

"Saat kaç yüzbaşı?" sıçtık.

 

"Gece yarısını geceli 2 saat oluyor komutanım." Yak kızım. Yak başını.

 

"Askerler neden yatağında değil? Yetersiz olduklarında siz mi taşıyacaksınız sırtınız da?" karşımda bana sinirle konuşan adamdan gözlerimi ayıramadım. Zaten ayırmaya cesaretimde yoktu.

 

"Özür dileriz komutanım. Fark edemedik." Batır. Batır kızım ben arkandayım.

 

"Özür mü?" sinsice gülüşünü yakalamıştım.

 

"Komutanım..." devam etmeme fırsat vermedi.

 

"Uykunuz yoksa neden nöbetleri devralmıyorsunuz?" deme be.

 

"Emredersiniz komutanım." Tek günahım bunlarla aynı ekipte olmak. Ha birde binbaşı dediğimiz adamla yıllar süren dostluk. Ulan onca yılın hatırına görmezden geleydin bunu. Ama yok abi yok. Adamın kitabında torpilin t'si yok.

 

"Ne bekliyorsunuz yüzbaşı?" daldım yine derinlere. "Asker yerlerinize." Tekrar bağırınca, selam verip hızlı adımlarla dağıldık. İlk günden cezamızı da yedik. Yarabbi şükür.

 

"Ben ve Arslan ön kapıdayız. Diğer yerleri bölüşün." Dediğim gibi odama girdim. Daha da laf yiyemem bir günde.

 

&&&

 

"Sağ taraf benim." Arslan'ı sinir etmeye yemin ettim. Çünkü Binbaşının kardeşi. Çünkü hıncımı ondan alacağım.

 

"Hilal sinir etme beni." Bana ne lan. Ben mi dedim sana takıntı yap diye.

 

"Umurumda değilsin." Kapının ortasında durmuş. Yön kavgası yapıyorduk. Nöbette ki askerler durmuş bizi izliyorlardı. İzleyin canım. Film gibiyiz.

 

"Bak ne istiyorsan yaparım ama sol tarafa gitmem ben." Hah...

 

"Bana ne Arslan. Sol taraf seni yemiyor."

 

"Uçarım buradan sana." Dediği gibi sağ tarafa koşmuştu. Çocuk ya. Büyüyemedi bir türlü.

 

"Ergensin valla." Arkasından bağırdım ve sol tarafa geçtim. "Sana dedim o kadar, küçükken sütlerini iç diye. Bak beynin büyümemiş, kalmış orada." Söylenmeye devam etsem de bir şey fark etmedi. İstediği olmuştu ya. Umursamıyordu.

 

"Çok konuşma, çenen sürünüyor yerlerde."

 

"Allah senin cezanı versin ya. İnşallah sol bacağına işersin."

 

"Tövbe de kızım. Sol şeytanın tarafı." Bunu dediği gibi gülmeye başladım. Senin takıntı ettiğin şeye soksunlar Arslan.

 

"Bunu her dile getirdiğinde, salak olduğuna tekrar ikna oluyorum."

 

"Çok konuşma Hilal. Telefonla oynayacağım. Karışma bana."

 

"Seni şikayet edeceğim."

 

"Bende seni ederim. Çöpçatanlık yapıyor diye."

 

"Aramızda ki hain sensin demek Arslan. Bunu bilmem iyi oldu." Orta parmağını kaldırıp sağ tarafına döndü. Telefonu çıkarıp beni görmezden geldi.

 

"Sana o sana."

 

Off Yalçın'a da sormadım ne yaptı diye.

 

Onu geçtim ağayı arayacaktım ben.

 

Bu saatte arasam olur mu?

 

Soruya bak. Olmaz tabii.

 

Gerçi yanlış düşünecek bir şeyde yok. Da o son dediği kaldı aklımda. Hey Allah'ım inşallah yavrum kelimesine takmamıştır. Yanlış anlayacak şimdi.

 

"Offf Binbaşım ya." Hayır niye sesli konuşuyorum. Hayır onu da geçtim. Anlarsa anlasın kızım. Sana ne. O kim hem? Ne anlarsa anlasın. Yani... Dimi... Kim ki o?

 

"Bazen cidden kendimi dövesim var." Kaç saattir düşüncelerdeyim, bilmiyorum.

 

"Ben yaparım onu. Ama ağlama." Bir anda yanımda konuşan Arslan'a döndüm.

 

"Allah tependen baksın." Dişlerini göstererek gülünce. Dilimin ucuyla ufacık! bir tükürük attım.

 

"Yarabbi şükür." Onun dediğiyle gülmeye başladım.

 

"Ne öyle sinsi sinsi geliyorsun? Yengem mi oldun başıma?"

 

"Yengen yok ki senin." A-a cidden mi? Ben bunu nasıl bilmem ya.

 

"Çok boş bir insansın."

 

"Seninle çok takıldım ya ondan."

 

"Arslan cidden, inşallah artık hep sol bacağına işersin."

 

"Sus, valla bak ikidir aynı şeyi diyorsun. Çarparım ağzına."

 

"Bana kalkan o eli nereye koyarım biliyorsun. Ya da hatırlatmamı ister misin?"

 

"Acemi şansıydı o."

 

"3 kere lan. 3 kere. Neyin acemiliğinin şansı bu."

 

"Kadınsın Hilal. Gerçi bazen emin olamasam da. O yüzden yani. Centilmenlik."

 

"Emin olamıyorsun demek." Tüfeği karın boşluğuna geçirince geri çekildi. "Emin olamadığın bu kadın seni, eğitimde 3 metre minder dışına attı. Onu hatırla." Suratını düşürüp bana döndü.

 

"O yüzden emin değilim zaten. Ayı gücün var." Bu dediğine dil çıkarsam da, sonunda beraber gülmeye başladık.

 

"Şu eğlenceli yüzünü , arada diğer çocuklara da göster. Senin buzdan bir dağ olduğunu düşünüyorlar sadece." Sıkıntıyla bir nefes alıp, cebinden çıkardığı paketten iki sigara aldı. Birini yakıp bana uzattı. Sonra kendi sigarasını yakıp, kapıya yaslandı.

 

"Hepsine değer versem de. Kardeş olarak görsem de. Güvenim hep bir yerlerde eksik kalıyor. Onlara karşı bu yanlış biliyorum. Ama kendimi ne yaparsam yapayım. Onlara tam gösteremiyorum. İstemeden ortamı hep buz ediyorum." Yanına yaklaşıp, kapıya yaslandım.

 

"Onları unutman lazım. Hep geçmişte kalıyorsun." Titrek bir nefes aldığını duymuştum. Neden açtıysam bu konuları.

 

"Unutamıyorum. Hep aklımda. Her gece onunla uyuyorum. Rüyalarım da. Suçlu olmadığımı söyleyip duruyor. Ama suçlu olduğumu biliyorum. Benim suçumdu." Omzunu sıktım. Gereksiz bir destekti. Ona hiçbir şekilde yardımcı olmayacak boş bir hareketti. Yıllardır zaten bu konuda ne yapsam. Boşunaydı.

 

"O senin bu halde olmanı istemezdi."

 

"Bende onun toprak altında değil de, yanım da olmasını isterdim. Aynı havayı solumayı. Onunla yemek yemeyi. Çay içmeyi. Gezmeyi." Başını çevirip gözyaşlarını saklamak istedi. Ama söz konusu yağmur ise zaten ağlardı.

 

"Yapma Arslan. Bende onu özlüyorum. Ama sen kendini bitiriyorsun." Sayamadım ama galiba üçüncü sigarasıydı. Çok hızlı içiyordu.

 

"Bu benim cezam. O beni aradığın da açsaydım. O lanet telefonu açsaydım, bunlar olmazdı. Ama açmadım. O lanet tuşa basmadım." Kapıdan aşağı kayıp yere oturdu. Nöbet değişimi için gelen askerler, yerlerine geçerken. Onun yanına çöktüm.

 

"Suçun olmadığı halde. Bir suçlu bulmak için kendini feda ediyorsun. Oysa gerçek suçlular cezalarını çekiyorlar." Histerik bir gülüş attı.

 

"Çekiyorlar Hilal çekiyorlar. Yan gelip yatarak. Yiyip içerek çekiyorlar. Onlar sadece gezemiyorlar ve cezalılar. Peki Yağmur? O tamamen suçsuz olduğu halde. Onlar kadar bile hakka sahip değil. O nefes bile alamıyor. O yok..." başımı ters yöne çevirip sildim yaşlarımı.

 

"Sana sözüm yok. Ama Yağmur'a var. Seni asla yalnız bırakmayacağım. Ölsen bile arkandayım." Bakışları beni bulunca, bacağıma hafif bir yumruk attı.

 

"Ölürsem sakın peşimden gelme. Onun yanında olacağım ve sen yine orda bile bize rahat vermeyeceksin." Onun gibi zorla gülümsedim.

 

"Yağmur beni seviyor. O öyle düşünmez."

 

"Ben sevmiyorum ya. Bari yıllar sonra rahat bırak bizi." Dayanamayıp ona sıkıca sarıldım.

 

"Sakın ölme. Lütfen sizden biri eksilirse, ölürüm." Aynı şekilde sarıldı bana.

 

"Şehit olursak..." Cümlesini tamamlamasına izin vermeden uzaklaşıp kalktım yerden.

 

"Seni dinlemeyeceğim. Hele vasiyetini hiç. Şimdi defol git. İnsan gibi uyu." Yerden kalkıp yanıma geldi.

 

"Bir gün o vasiyeti öğrenmek zorunda kalacaksın." Omzuna vurup çekildim yanından.

 

"Yapma..." Ağlamak istemesem de gözümden yaşlar akmaya başlamıştı. Ne gerek varsa. "Bana bunu yapma lütfen." Sıkıca sarıldı bana. "Bana bunları söyleme. Bana bunu yapma."

 

"Her şey için hazırız Hilal. Sende hazırsın. Sadece kendin için hazırsın. Gülüyoruz, eğleniyoruz ama biliyoruz ki. Bir gün sonsuza dek ayrılacağız."

 

"Ben hiçbiriniz için ağlamayacağım. Bunu sakın unutma Arslan. Hiçbiriniz benden önce ölmeyeceksiniz. İster şimdi, ister 70 yaşında."

 

"Emredersiniz yüzbaşı. Bunu aklıma kazıyacağım."

 

"Aferin yüzbaşı." Karakolun kapısında ayrılmadan bana döndü.

 

"Allah hepim

izin yardımcısı olsun." Dedi.

 

"Allah hepimizin yardımcısı olsun." Aynı şekilde karşılık verdim.

 

"Amin..."

 

"Amin..."

 

O ki en güzel mertebeydi. Ardın da ağlayan olmasa...

 

..................................

Loading...
0%