Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.BÖLÜM: DİRENİŞİN KIVILCIMI.

@mk.meraal

 

Bazen bir ruhun tek sırrı, bir çocukluk aşkı, bütün ömür boyunca devam eden bir gönül hatırasıdır.”

 

ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR

 

Hücrede geçirdiğim günler, sanki zamanın sonsuz döngüsünde kaybolmuş gibiydi. Pencere ya da gün ışığı olmadığından, günlerin geceye dönüştüğünü, mevsimlerin değiştiğini hissedemiyordum. Her şey aynıydı; gri taş duvarlar, nemli zemin ve paslı demir kapı. Burası, insan ruhunu kemiren bir mezarlık gibiydi. Zaman mefhumumu yitirmiş, yalnızca hayatta kalmaya odaklanmıştım. Her günün monotonluğu içinde kaybolurken, içimdeki tek kıvılcım kaçma arzumdu. Bu hücreden kurtulmak için aklımda planlar kuruyor, her fırsatı değerlendiriyordum. Fakat her sabah, aynı soğuk yüzle karşılaşıyordum.

 

 

Gri gözlü komutan.

 

 

Onun her gelişi, içimdeki nefreti biraz daha körüklüyordu. O sinsi bakışlar, alaycı bir gülümseme ile süslenmişti. Yüzümdeki korkuyu seyreder gibi, zevk alarak bana bakardı. Bana her baktığında içimde bir şeyler parçalanıyor, ama aynı zamanda bir şeyler güçleniyordu. Her bakışıyla, kaçmak için daha da azimli oluyordum. Ancak planlarımın hiçbiri fırsata dönüşmemişti.

 

 

Geceler uzun, soğuk ve sessizdi. Bazen sessizliğin içinde kendi nefesimi duyduğumda bile ürperiyordum. Uykusuzluktan tükenmiş bedenim, düşüncelerimin ağırlığına daha fazla dayanamaz hale geliyordu. Ama her seferinde gözlerimi kapattığımda, kaçışın hayalini kurarak uyuyakalıyordum.

 

Bir gece, hücremin derin karanlığında uyuklarken, dışarıdan gelen ayak sesleri beni aniden uykumdan sıçrattı. Sesler normal nöbet değişimlerinden farklıydı. Daha ağır, daha belirsiz... Bir şeyler ters gidiyordu. İçimdeki huzursuzluk, yerini hızla yükselen bir endişeye bıraktı. Bedenim gerilmiş, adeta gelecek bir fırtınayı hisseden bir hayvan gibi tetikteydim. Her ses dalgası, kafamda farklı senaryoları canlandırıyordu.

 

 

Dışarıda bir gürültü yükseldi. Askerlerin inlemeleri, boğuk ve çaresiz sesler kulağıma ulaştı. Sesler, hücremin dışına kadar gelmişti. Kalbim hızlandı. Gözlerim korkuyla kapıya dikildi. Bu sesler neyin habercisiydi? Birkaç saniye içinde dışarıdan gelen ayak sesleri tamamen kesildi. Bir şey ya da biri, askerleri etkisiz hale getirmişti, ama kimdi bu?

 

 

İçimdeki korku yerini tuhaf bir meraka bırakmıştı. Bir umut... Ama bu umutla birlikte, derin bir şüphe de içimi kemiriyordu. Gözlerim kapının altından sızan gölgeleri izlerken, zihnimde bin bir soru dönmeye başlamıştı. Hücremin dar, karanlık dünyasında, zaman neredeyse durmuş gibiydi. Her nefes alışım, içimdeki gerilimi biraz daha artırıyordu.

 

 

Ve sonra, kapı yavaşça aralandı. Nefesim bir anda kesildi, ellerim istemsizce titremeye başladı. Gözlerim açıldı, kalbim deli gibi atıyordu. İçeri giren gölge, tamamen tanımsızdı. Karanlıkta silueti seçmeye çalışıyordum. Ama adam, birkaç adım atmadan yere yığıldı. Hızla yere düştüğünde çarpışının yankısı hücrede yankılandı. Şok oldum, ne yapacağımı bilemedim.

 

 

Kapının aralığından başka bir figür belirdi. Bu kez adımlar daha kararlıydı. Gözlerim bir anlığa bu yeni gelenin yüzüne odaklandı. Bedenim bir anda tanıdı; bu yüzü bir yerden tanıyordum. Ve sonra anladım. Karşımda duran kişi, savaş başlamadan önce tanıdığım biriydi. Çocukluğumun derin hatıralarına gömülmüş bir isim: Aras.

 

Onu gördüğüm an, beynimde bir fırtına koptu. Bir anlık şaşkınlıkla dona kaldım. Yüzü yorgun, üniforması kir ve kan içindeydi, ama gözlerindeki ifade... O eski, tanıdık kararlılık hala oradaydı. Beni kurtarmak için buradaydı, ama neden?

 

 

"Aras?" dedim, sesim neredeyse fısıltı gibi çıkmıştı. Sanki yıllar önce vedalaştığımız o an yeniden yaşanıyordu.

 

 

"Burada daha fazla kalamayız," dedi sert bir sesle. Sesi yılların yükünü taşıyordu. Aynı anda bileklerimdeki kelepçelere uzandı ve onları hızla çözmeye başladı. Kalbim hala deli gibi atıyordu. İçimde yılların birikmiş nefreti, şaşkınlığı ve sevinci birbirine karışmıştı. Bir yanım onun burada olmasına sevinirken, diğer yanım ona güvenip güvenemeyeceğimden emin değildi.

 

 

"Diğerleri nerede?" diye sordum, aklım hala geçmişin hayaletlerinden kurtulamamıştı. Çocukken tanıdığım insanlar, bu savaşta nerede kalmıştı?

 

 

Aras’ın yüzü bir an gerildi. Gözlerindeki o acı, sanki tüm dünyasını bir anda ele vermişti. Ama bu acı, saniyeler içinde yerini soğuk bir kararlılığa bıraktı. Yavaşça başını eğdi ve gözlerimden kaçındı.

 

 

"Şimdi buradan çıkmamız gerek. Konuşmak için vaktimiz yok," dedi, sesi keskin ve kararlıydı.

 

 

Bileklerimden kelepçeler düştüğünde, özgürlüğün ne kadar kırılgan olduğunu hissettim. Ancak bu özgürlük, gerçek anlamda bir kurtuluş değildi. Bedenim serbest kalmıştı, ama zihnim hala esaretten çıkamamıştı. Dışarıya adım atmak, sadece yeni bir savaşın başlangıcıydı.

 

 

Aras, beni hızla kapıdan dışarı yönlendirdi. Sessiz adımlarla koridorun loşluğunda ilerlemeye başladık. Dışarıda, yerde yatan askerlerin bedenleri vardı. Her biri sessizce yere serilmişti. Kan, duvarlara sıçramıştı ve bu sahne içimdeki rahatsızlığı derinleştiriyordu. Kaç kişiyi öldürmüştü? Neden beni kurtarmıştı? Beni bu karanlık zindandan çıkaran Aras, o eski çocuk muydu, yoksa artık tanımadığım bir savaşçı mı?

 

 

Sessizce ilerlerken, her adımda içimdeki gerilim artıyordu. Kafamdaki sorular gittikçe büyüyor, beynimi kemiriyordu. Aras’ın önden gidip her köşeyi kontrol etmesi, onun artık profesyonel bir asker olduğunu açıkça gösteriyordu. Onun bu hali beni hem şaşırtıyor hem de ürkütüyordu. Ama yine de ona güvenmekten başka seçeneğim yoktu.

 

 

Bir noktada, Aras durdu ve önümdeki kapıya işaret etti. "Buradan çıkacağız," dedi sessizce. "Ama sessiz olmalısın."

 

 

Başımı hafifçe salladım. Nefesimi tutarak onun işaret ettiği kapıya yöneldim. Ancak kapıyı açtığımda, içeride bir başka askerle karşılaştım. Adamın gözleri kocaman açıldı. Bir anlığına ikimiz de donakaldık. Ama bu sessizlik çok uzun sürmedi. Aras, askeri yere serdiğinde, ben hala ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Ancak adamın yere yığılmasıyla koridorda yankılanan bir çığlık, her şeyi değiştirdi.

 

 

Bir asker, durumu fark etmişti ve uyarı çığlığı atmıştı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. İçimdeki korku, paniğe dönüştü. Aras hızla beni arkasına çekti ve silahını çıkararak peşimizden gelen askerleri vurmaya başladı. Ateş sesleri koridorlarda yankılandı, adrenalin tüm damarlarımda dolaşırken, tek düşündüğüm şey kaçmaktı.

 

Aras, "Hızlı ol!" diye bağırdı. Onun peşinden koşarken, bu cehennemden kaçmanın tek yolu hızla hareket etmekti.

 

 

3. Bölümün Devamı: Kaderin Kıskacında

 

 

Aras’ın peşinden koşarken zaman sanki donmuştu, ama adrenalin damalarımda akıyordu. Karanlık koridorlar birer birer ardımızda kalıyor, her adımda özgürlüğe biraz daha yaklaşıyor gibi hissediyordum. Ancak kaçmanın bedeli ağırdı. Arkadan gelen askerlerin çığlıkları, patlayan silah sesleri havayı dolduruyordu. Nereye adım atsak, ölüm hemen peşimizdeydi. Ama Aras’ın soğukkanlılığı, benim panikleyen zihnimi bir nebze olsun sakinleştiriyordu.

 

 

Tam bir köşeyi dönerken, önümüzde bir grup asker belirdi. Aniden durduk. Aras, beni geriye doğru çekti ve silahını hazır hale getirdi. Gözlerimdeki dehşeti fark ettiğinde, bir an bile tereddüt etmeden bana döndü.

 

 

"Burada kal. Sakın hareket etme," diye fısıldadı. Sesi sakin ve kararlıydı, ama bu sakinliğin arkasında büyük bir fırtına vardı, biliyordum. O an anladım ki, bu kişi çocukluğumda tanıdığım Aras değildi artık. O, savaşın ortasında bir canavara dönüşmüştü.

 

 

Gözlerim korkuyla ona kilitlenmişti, ama ben de bir şeyler yapmalıydım. Hiçbir şey yapmadan durmak, benim doğama aykırıydı. O sırada Aras, askerlerle karşı karşıya geldi. Hızla nişan alıp birkaçını yere serdi. Geride kalanlar ise geri çekilmek zorunda kaldı. Bu kısa süre içinde Aras, bana doğru döndü ve elini uzattı.

 

 

"Koş!" dedi sert bir sesle. Bu kelime zihnimde yankılandı. Hiç düşünmeden onun elini tuttum ve koşmaya başladık. Dar ve karanlık koridorlar bizi daha da derine çekiyordu. Her adımda nefesim biraz daha daralıyordu, ama durmak gibi bir lüksüm yoktu.

 

 

Bir noktada, koridorun sonuna vardık. Büyük, demir kapı önümüzde duruyordu. Aras kapıyı hızla açtı ve beni dışarı itti. Aniden yüzüme vuran soğuk hava, beni sersemletti. Burası zindanın dışına açılan bir avluydu. Gökyüzü, bulutlarla kaplanmıştı, ama bu bile bana huzur verdi. Nihayet dışarıdaydık, ama bu özgürlük gerçekten güvenli miydi?

 

 

"Çabuk!" diye bağırdı Aras. Onun sesiyle kendime geldim ve adımlarımı hızlandırdım. Birkaç metre ileride, bizi bekleyen bir araç vardı. Aras hızla arka kapıyı açtı ve beni içeri soktu. O da hemen yanıma oturdu. Kalbim hala deli gibi atıyordu, ama en azından şimdilik güvendeydik.

 

 

Araba hızla hareket etti. Motorun sesi, yüreğimdeki çarpıntıları bastıracak kadar yüksekti. İçimdeki huzursuzluk hala devam ediyordu. Sanki her an, peşimizden gelen bir tehlike bizi bulacak gibiydi.

 

 

"Çok teşekkür ederim, Aras." dedim, sonunda sessizliği bozarak. Gözlerim ona kilitlenmişti.

 

 

Aras, gözlerini benden kaçırdı. Bir an sessiz kaldı, sanki ne söyleyeceğini tartıyordu. Sonra derin bir nefes aldı.

 

 

"Bu savaşta herkes bir bedel ödüyor," dedi. Sesi soğuk ve duygusuzdu. "Ama senin ödediğin bedel, gereğinden fazla ağırdı. Sana bunu yapmalarına izin veremezdim."

 

 

Onun sözleri beni sarstı. Ne demek istiyordu? Beni neden kurtarmıştı? Sadece bir borç mu ödüyordu, yoksa başka bir amacı mı vardı?

 

"Bu, bir borç değil," diye devam etti. "Sen benim...” Devamını getiremedi. Birkaç saniye sonra “Senin burada çürümene izin veremezdim." Dedi.

 

 

Bu sözler kalbimde yankılandı, ama aynı zamanda içimdeki şüpheyi de körükledi. Neden şimdi? Neden savaşın tam ortasında, beni kurtarmak için hayatını riske atmıştı? Bu soruların cevabı, onun yüzünde saklıydı, ama Aras bu yüzü bana göstermiyordu.

 

 

Araba hızla şehirden uzaklaşıyordu. Pencereden dışarı baktım; gece karanlığı içindeki ormanlar ve yollar hızla geçiyordu. Şehir ışıkları geride kalmıştı. Artık gerçekten özgür müydük, yoksa bu sadece bir başlangıç mıydı?

 

 

Bir süre sessizlik içinde yol aldık. Araba durduğunda, etrafımızda sadece ağaçlar ve gökyüzünün karanlığı vardı. Aras, sessizce arabadan indi ve bana da işaret etti. Bedenim yorgun ama tetikteydi. Arabanın dışında soğuk bir rüzgar esiyordu. Ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladık. Ay ışığı, ağaçların arasında parlıyordu. Sessizlik içinde yürürken, beynim sürekli ona sorular sormam gerektiğini söylüyordu, ama dilim suskundu. Aras’ın bu sessiz hali, onun zihninde dönen düşünceler hakkında daha fazla şey öğrenmek istememe neden oluyordu.

 

 

"Artık burada güvendesin," dedi. Ama bu güven duygusu, içimde tamamen bir huzur yaratmadı. Bu insanlar kimdi? Neden buradaydık?

 

 

O an anladım ki, bu kaçış sadece başlangıçtı. Gerçek savaş, şimdi başlıyordu.

 

Loading...
0%