Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.Bölüm: Mahallenin Çiçeği

@mlkshnn

Bir kolunda çantası bir kolunda da kitapları vardı Rüya'nın. Okul çok uzak değildi, vakit olduğu zamanlarda yolu yürüyerek geçiyordu. Yine o anlardan biriydi, dersine daha vardı.

 

Caddede durdurdu adımını, dikkatle karşıya geçip bir sokağa girdi. Dar ve bilekten bir kot ve yeşil bir bluz çekmişti üstüne. Krem renklerde dizine yetişen bir trençkot giymiş, saçlarını da omuzlarına sarkacak şekilde açmıştı.

 

Bulunduğu sokağı, gördüğü küçük çocukların saçlarını okşayarak, bazen de onlara gülümseyerek geçiyordu. Önüne yeniden bir cadde çıktı, sabahın erken saati olmasının da etkisiyle oldukça sakindi. Işıklara baktı, geçme sırası değildi ama beklemesi için hiç araç da yoktu.

 

Beklememeyi uygun görüp adım attığı sırada, ani bir fren sesiyle yere düştü. Düşme nedeni sadece korkmasıydı. Elleri yere sürtünüp, kitapları ve çantası düşmüştü.

 

Yavaşça almak için doğrulduğunda bakışı önündeki arabaya kaydı. Durmuştu, son model ve siyahtı. Suçu olmadığını bilip eline kitaplarını aldığı sırada, önünde bir çift ayak gördü.

 

Parlak, deri ve siyah bir erkek kundurasıydı. Kafasını yavaşça kaldırdı, siyah takım elbisesinin altında, kravatsız siyah gömleği ve esmer teni içerisinde aynı renk bir çift göz gördü. Kafasını eğmiş tepksiz şekilde yerdeki kıza bakıyordu. Boynunda ve çenesinde kirli sakalları vardı.

 

Önce, yere temas eden avuç içlerinden geri geri gitti. Yavaşça ayağa kalktığında adamın koyu siyahlarına bakmamaya çalışıyordu.

 

"İyi misiniz?"

 

Adamın kalın sesiyle, kafasını eğdi. İyiydi sadece avuç içlerindeki küçük çiziklerde sızı hissediyordu.

 

"İyiyim"

 

Kafasını bir anlık kaldırıp gözlerine baktığı gibi hızla eğdi. Boyu adamın omzuna yetişiyordu sadece. Şaşırdı genç adam, bu ela gözlerdeki bakışlar ona çok yabancıydı. İlk defa bir kızın gözlerinde böylesine ürkek bakışlar seziyordu.

 

Tek adım atıp yanına yaklaşınca, Rüya burnuna bir kokunun ulaştığını fark etti. Bir parfümdü, ne olduğunu bilmiyordu ama ağabeyinin kulladığından çok farklı olduğunu ayırt edebiliyordu.

 

Aradaki mesafenin çok az olduğunu fark edip hızla geri adım attı. Bir an önce bu garip durumdan kurtulmak isterken, Mert'in bakışları kızın ellerine kaydı. Beyaz teninin ve küçük ellerinin içerisinde ince, narin ve uzun parmakları vardı. Avuç içlerinde küçük çizikler oluşmuştu.

 

Yakından bakmak adına elini eline yaklaştırdığında, Rüya temasına izin vermeden hızla geriye çekti. Ellerini, şimdiye değin hiçbir erkeğe tutturmamıştı ve bunu yabancı bir adamın ne amaçla da olsa yapmasına izin veremezdi.

 

"Gitmeliyim"

 

Hızla arkasını döndüğünde, Mert durmuştu. Tepksiz bekliyor, kızın kaçar gibi gidişini izliyordu. Elini saçından geçirip arkasını döndü. Arabaya yaklaşıp şoför koltuğunda yerini alıp hızla çalıştırdığında, kızın önünden geçti.

 

Bakışları ona yeniden kaydı, önünden geçtiğini umursamadan kitaplarını sıkıca tutmuş ilerliyordu. Şaşırdı, ne tür bir kızdı bu? İlk defa böylesini görüyordu. Ne arkasında duran son model araba ne de zenginliği oldukça belirgin olan adam ilgisini çekmemişti.

 

Tanıdığı bildiği kızlar böyle değildi, yanında kalmak için konuşmaya çalışıp arabaya binmek için can atmalıydı.

 

.... 

Çayı demlemişti genç kız, sürekli yaptığı bu işte artık uzmanlaştığını biliyordu. Yaparken özellikle koyu olmasına dikkat ediyordu, genç adam çayı böyle seviyordu. Üst çaydanlığın kapağını açtı, demlenmişti.

 

Gülümsedi, bardaklara yöneldi. Bir tanesi kupa şeklinde ve siyah renkti. Adam, seviyor ve şekersiz olan çayını bu bardakta içiyordu. Eline aldı genç kız, iki avucunda sıktı. Adamın eli ve dudağı sürekli bu bardakla temas ediyordu. Yavaşça eğildi, demli bir çay doldurup kulpundan tuttu.

 

Dikkatle kulübenin kapısını açtığında, adamın kamyonete geldiği andan beri olduğu gibi yükleme yaptığını gördü. Adımı durdu, bu iş onu yoruyordu. Sürekli saksı kaldırıp indiriyordu. Derin bir nefes verip yeniden attığı adımlarla, bir metre kalan mesafede kaldı.

 

Arkası dönük çiçekleri taşıyordu, seslenmek istedi ama o an fark etti ismini hiç kullanmamıştı. Bekledi, gerek kalmadan belki döner dedi ama adam kızın varlığından haberi olmadan işini yapıyordu.

 

Derin bir nefes verdi Nehir, geçen her saniyede elindeki çay soğuyordu ve adamın çayı sıcak sevdiğini biliyordu. Ali Demir diye hitap etmek geçti aklından, yapamadı. Sadece Demir'i kullanmak istedi ama yakınlarına izin verdiği bu şekline kızabilme ihtimalini hatırladı.

 

Düşündü, acaba onun için hangi pozisyondaydı. Demir, dediği anda kızacak mıydı? Yoksa gerçekten artık onu evden biri olarak mı görüyordu? Cesaretini toplamaya çalıştı, ne olursa da aklındakinin cevabını almalıydı. En fazla kızardı ki bunu sürekli yapıyordu. İki dudağını araladı, tekrar kapattı.

 

"Çay"

 

Diyebildi o anda sadece. Adamın bakışı ona döndü. Elindeki bardağa baktı, ter içerisinde kalmıştı. Elini ensesinden ve saçından geçirip nefes nefese yaklaştı.

 

Uzatılan bardağı eline alıp dinlenme molası vermek adına köşeye çekildi. Kamyonetin arkasında ayaklarını aşağı sarkıtırak oturdu. Önünde genç kız vardı, bakışı ona kaydı. Çayı vermişti neden hala bekliyordu. Nehir sadece onu izliyordu, giydiği gri tişörtün altındaki kol kaslarına baktı. Hepsinin bu yüklemelerden dolayı olduğunu biliyordu.

 

Bakışı saçlarına kaydı, dağılmıştı. Dudağının kenarını ısırdı, bayılıyordu dağınık haline. Kalbinin istemsizce çarpmaya başladığını fark edip hızla arkasını döndü.

 

Biliyordu biraz daha baksa, ona dokunma hissine hakim olamayacaktı. Ağır adımlarla kulübeye girdi, pencerenin önünde bulunan koltuğa oturup onu izlemeye başladı.

 

Çayını içip bir yandan da yükleme yapması için bekleyen, yerde bulunan saksıları sayıyordu. Rüya'nın akşam söylediklerini anımsadı. Adamın aşka inancı yoktu, nasıl olmazdı? Hiç mi televizyon izlememiş hiç mi kitap okumamış ve hiç mi aşık olan insan görmemiş, duymamıştı.

 

Halbuki genç kız bunu çok küçükken öğrenmiş ve inanmıştı. Anne ve babası onun için en büyük örnekti, zorluklarla kavuşmuşlardı. Asım Bey, karısı için ailesini, arkadaşlarını ve çevresini bir yana almıştı. Ona eşi görülmeyecek büyük bir aşkla bağlanmıştı. Tek damla gözyaşı için dünyayı yıkacak gücü bulabiliyordu kendinde.

 

Annesi de adamı delicesine sevmiş ve evlenmişti. O büyük aşkın tek meyvesiydi Nehir, anne ve babasının ortasında uyuduğu gecelerde anlatılırdı ona bunlar. Heyecanla ikisini dinler, mutlulukla hayal ederdi.

 

Annesi, aşkının büyüklüğünü ve merhametini, kocasının bir anda ortaya çıkan çocuğunu benimseyerek ve ona gerçek anne olmaya çalışarak göstermişti. Daha o çocuk gelmeden, evde onun varlığına alıştırmaya çalışmıştı herkesi. 'Eve senin için ağabey gelecek ve siz hep birbirinizin yanında ve arkasında olacaksınız' demişti, halbuki küçük kızı o zamanlar sadece iki yaşındaydı ama küçük yaşta söylenen bu cümleler kalbinde büyük yere sahip olmuş ve o çocuğu ilk anda sahiplenmişti kız.

 

En büyük yıkımı da annesinin öldüğü gün babasında görmüştü. İlk defa adamın hüngür hüngür ağladığına şahit olmuştu. Hala hatırlıyordu Nehir, babasının haykırışlarını.

 

Karısını toprağın altına bıraktıktan sonra eve tek dönüp salonun orta yerine, dizlerinin üzerine oturmuştu. Kafasını eğmiş gözyaşlarıyla bağırıp çağırmıştı. Günlerce kimseyle görüşmemiş, karısının toprağının önünde zaman geçirmişti.

 

İnanamıyordu, sevdiği, aşkı, karısı nasıl bu kadar genç yaşta hayata veda edebilirdi. Onu, nasıl onsuz bırakabilirdi. Büyük aşkın en büyük şahidiydi Nehir, inanıyordu. İki insan birbirine böylesine bağlanabilirdi. Aşk vardı, bundan emindi. Gözlerini yavaşça kendine gelmek isteyerek açıp kapattığında, adamın yeniden saksıları yüklemeye başladığını gördü. Sonuncuyu da bırakıp kamyonetin arka kapağını kapattı.

 

Bakışını kıza çevirdi, el kaldırdı. Bu, 'gidiyorum seraya dikkat et' demekti. Kamyonet ortalığı toz dumanına bırakarak uzaklaşırken, Nehir ayağa kalktı. Adam, bardağını pencerenin kenarına bırakmıştı. Elini uzatıp içeri aldı, bitmişti. Burnuna yaklaştırıp kokladı, bardak adamın nefesi kokuyordu. Gözlerini kapayıp derin bir nefes vererek avucunda sıktığında, seranın kapısından birinin girdiğini gördü. Endişeyle ayağa kalkıp kulübenin kapısını açtı. Hızla yaklaşan adama doğru ilerleyip, tam orta alanda önüne dikildi.

 

"Neden geldin?"

 

Derin bir nefes verdi Kemal, onu ve yaşadığı çevreyi gördüğü andan beri aklını hiçbir şeye verememişti. Günü oldukça yoğun olmasına rağmen, toplantı arasından fırsat bulup soluğu burada almıştı. Gözlerine ve yüzüne bakıp yanına tek adım attı. Aradaki mesafe kapanmıştı. İki kolunu açıp, beline sıkıca sardı. Kokladı, gözlerini yumdu.

 

"Ah Nehir"

 

Dedi sadece fısıltıyla kulağına. Saçlarını yavaşça okşuyor, sessizce bekliyordu.

 

"Sen burada isteyerek kalmazsın, yapamazsın. Seni zorlayan nedir? Mert mi? O adam mı?"

 

Geriye çekildi genç kız, gözlerine baktı. En başta burada kalmanın tek nedeni ağabeyiydi, şimdi ise tamamen değişmişti. Kafasını yavaşça iki yana salladı.

 

"Ben burada zorla tutulmuyorum, zorla kalıyorum"

"Ne? İkisi aynı şey"

"Değil"

 

Elini adamın eline yaklaştırıp tuttu. Gözleri, yeşilliklerine kaymıştı.

 

"Kemal sen buraya gelmeye devam edersen, ben buradan istemeyerek ayrılmak zorunda kalacağım. Yapma lütfen"

"Neden Nehir? Seni burada tutan nedir? Zenginlik içindeki hayatın varken, neden bu zorluğa katlanıyorsun?"

 

Dudaklarının arasından küçük bir tebessüm çıktı kızın. Zengindi, tahmin edilemeyecek derecede ama yalnızdı, kalbi boştu ve mutlu değildi. Şimdi, parası yoktu ama aile sıcaklığı vardı, sevgi vardı ve en önemlisi bir çift mavi vardı.

 

"Dönmeyeceğim, eğer beni ikna etmek için geliyorsanda yapma."

"Anlamıyorsun değil mi?"

 

Dedi adam bir adım geriye giderken, Nehir merakla gözlerine bakıyordu.

 

"Sen bu zorluklara katlandığın sürece, ben uyuyamayacağım. Rüyalarımda, aklımda ve kalbimde her zaman nasıl olduğun yer alacak"

 

Gözlerinin dolduğunu hissetti Nehir, babasından sonra onu gerçekten seven tek bir kişi bile olmadığını düşünüyordu ama şimdi yanıldığını gördü. Bu adam, onu gerçekten seviyordu. Tüm hayatı boyunca yanında olmuş, bazen bir ağabey, bazen bir arkadaş, bazen bir dost ve bazen de bir aile olmuştu. Ona haksızlık ettiğini düşündü, böylesine geride bırakamazdı. Yeşil gözlerindeki endişenin tek nedeni oydu halbuki. Derin bir nefes verip elini sıktı.

 

"Bana zaman ver Kemal"

"Ne için?"

"Kafamı toplamam lazım"

"Burada kalmaya devam mı edeceksin?"

 

Dudağını ısırdı kız, adam haklıydı. Bu ailenin içerisinde daha ne kadar kalabilirdi.

 

"Şimdilik evet, ben seni aramadan da lütfen bir daha gelme"

"Olmaz"

 

Dedi adam kafasını iki yana hızla sallarken. Onu asla böyle bırakamazdı.

 

"Olmaz Nehir! Olmaz! İyi olduğunu bilmem gerek"

"Eğer, sık sık aramayacaksan sana telefon numaramı verebilirim"

"Tamam, var mı telefonun?"

 

Nehir elini cebine koydu. Küçük telefonu çıkarıp adama gösterdiğinde, Kemal şaşkınlıkla ona döndü. Biliyordu, son model telefonları ilk alan her zaman o oluyordu.

 

"Bunu mu kullanıyorsun?"

"İşimi görüyor, al kaydet"

 

Eline uzattığında, Kemal anlam veremeyerek eline aldı. Kendi telefonunun yarısı kadar bile olmayan telefondan kendini çaldırdı, numaraları kaydetti.

 

.... 

Hızla duran kamyonete indi genç kız, arkasını döndü. Teyzeler aynı yerinde oturuyordu. Gülümsedi, onlara el sallayıp eve koştu. Odaya girip şişlerini ve ipliğini alıp yanlarına koştu. Tek tek her birinin yanağını sıkarak öpücükler bırakıp aralarına oturdu.

 

"Hoş geldin mahallemizin çiçeği"

 

Diyen teyzeye döndü. Yanağını sıktı, onlarla zaman geçirmeye bayılıyordu.

 

"Serada çok iş vardı, erken çıkamadık"

"İşler nasıldı?"

"Yoğun"

 

Gülümseyip örgüsüne çevirdi bakışını. Elindeki şişlere verdi tüm dikkatini genç kız, birkaç gündür uğraşmasına rağmen hala bir arpa kadar yol kat edememişti. Dudağını büktü, oldukça beceriksizdi. Ne kadar çabalasa da bu örgü işinden anlamıyordu. Müzeyyen Hanım'ın defalarca olduğu gibi sabırla gösterdiği anlardan biriydi.

 

"Şimdi daha dikkatli dene kızım"

 

Nehir yeniden yapmayı denedi. İpi doğru yere atıp, şişi geçirince gülümsedi. Sonunda sırayı karıştırmadan yapabilmişti. Bakışını yavaşça kaldırdığında, gözü birine kaydı. Berna'nın küçük kardeşi kaldırımın üzerinde, arada sadece iki metre olacak mesafede oturmuştu. Betona bağdaş kurmuş, iki elini çenesinin altında birleştirip dirseklerini de bacaklarının üzerindeki siyah beyaz futbol topuna dayamıştı. Dakikalardır aynı pozisyonda, bakışını hiç ayırmadan genç kızı izliyordu.Nehir gülümseyerek bakışını kömür karası gözlerine dikip küçük bir göz kırptığında, küçük çocuk heyecanla doğruldu. Yüzünde tebessüm belirdi, bu kıza deli oluyordu. Top ellerinin arasından kayıp yola ilerlemesine rağmen umursamazca durmuştu.

 

"Gitti top"

 

Kızın sesiyle, iki dudağının arasından küçük tebessüm çıktı. Şu an onun için bu kızı izlemekten daha önemli bir şey yoktu.

 

"Çok güzelsin, çok"

 

Hayranlıkla derin bir nefes verdiğinde, Nehir gülüyor, çocuğun ilgisi ve sevgisi hoşuna gidiyordu. İlerleyen topa çevirdi bakışını, bir kapıya çarparak durdu. Açıldı kapı, Berna göründü. Eğilip topu eline aldıktan sonra bakışını kaldırınca, annesinin ve diğer komşuların arasındaki kızı gördü. Yüzü asılırken, kaşlarını çattı. Bakışı kardeşine kaydı, aynı pozisyonda durmuş izliyordu.

 

"Barış!"

 

Seslenişini umursamıyordu Barış, bakışı sadece genç kızın üzerindeydi. Her hareketini dikkatle izliyor aklına yazıyordu. Gülümseyince, gülümsüyordu.

 

"Barış dedim!!"

 

Diye tekrar eden Berna, kardeşinin hayran bakışlarını fark edip, gözlerini kıstı. Topu arkasındaki kapıdan bahçeye atıp hızlı adımlarla kardeşine yaklaştı. Elini kaldırdığı gibi ensesine tokatı yapıştırdı.

 

"Sana sesleniyorum, duymuyor musun?"

 

Ablasına bir bakış attıktan sonra yeniden genç kıza döndü Barış, ensesinde hissettiği ufak sızı da umurunda değildi.

 

"Duyuyorum ama algılayamıyorum abla"

 

Gülümsediğinde, Nehir dudağını bastırdı. Berna'nın öfkeli bakışlarının farkındaydı ve bu onun oldukça hoşuna gitmişti.

 

"Yürü eve!"

 

Omuz silkti çocuk. Hiçkimse onu, bu kız varken buradan uzaklaştıramazdı. Ablasının uyarıları bile umurunda değildi. Hızla eğildi Berna, kardeşinin kolunu tutup çekiştire çekiştire bahçeye koyup öfkeyle kapıyı çarptı. Güldü Nehir, bakışını yeniden örgüye verip yoğunlaşmaya çalıştı.

 

.... 

Hava bugün oldukça kötüydü, bahara doğru giderken her mevsim aynı anda yaşanabiliyordu. Oldukça yağmur yağıyor, gök gürlüyordu. Serada da bu etkiyle pek müşteri olmamıştı. Çıkmak için hazırlık yapılıyordu.

 

Nehir kulübeyi toparlayıp kapısını kilitledi. Genç adam dış kapıda onu bekliyordu. Çıktığını görüp arkasından kilitledi. Birlikte kamyonete bindiler. İkisi de sessizdi, doğrusu iş dışında pek konuşmazlardı.

 

Radyodan kısık slow bir müzik açılmış, ilerliyorlardı. Genç kız kafasını kapalı olan pencereye dayamış, yolu ve çiseleyen yağmur tanelerinin yere temas edişini izliyordu. Her gün gidip geldiği bu yerleri ezberlemişti artık.

 

Sokaklar eski, yıkık evlerden oluşuyordu, caddelerdeki dükkanlar da aynı şekildeydi. Pek bina olmazdı, olanlar da oldukça eski ve sadece iki yada üç kattan oluşurdu. Gözlerini yavaşça yumdu. Yağmurun ve müziğin sesi mayıştırıyordu.

 

.... 

Ne kadar zaman geçtiğini kamyonetin durmasıyla fark etti genç kız, gözlerini araladı kapının önündeydiler. Sokağa baktı, hava kapalı olduğu için şimdiden kararmıştı.

 

Karşılıklı olan iki kaldırımda toplam on ev vardı. Beşi sağda iken diğer beşi de soldaydı. Nehir'in misafir olarak geldiği ev ise sağ tarafın en orta yerinde bulunuyordu. Orta yerinde bir sokak lambası vardı, tek başına bu küçük mahalleyi aydınlatmaya yetiyordu.

 

Kapısını açtığı kamyonetten indi, arkasını döndü. Güzel havalarda kapının önünde oturan teyzeler bugün yoktu, bu havada onları görmek imkansızdı.

 

Önünden ilerleyen adama baktı, bahçe kapısına yürüyordu. Adımlarını hızlandırdı, bu karanlık sokak onu ürkütüyor, adamın onu koruyacağını düşünüyordu.

 

Tehlikelerden kaçmak için sığındığı bu adamı ne kadar tanıyordu, ne kadar güveniyordu. Bir yabancıydı ve genç kız ona büyük güven duyuyordu.

 

Tanıyordu artık aslında onu. Çayı şekersiz ve demli içtiğini, tatlıyı sevdiğini, kalın giysiler sevmediğini, ailesi dışında herkese sert göründüğünü, katı ve ciddi görünüşünün altında, çiçekleri narince sevdiğini ve asla o mavilerin kimseye yan gözle bile bakmadığını biliyordu.

 

Tüm gün birlikte çalıştığı adamın her hareketini ezberlemişti. Tanıyordu ve hiçkimseye duymadığı güveni ona duyuyordu.

 

O an ilk defa fark etti, babasının ölümüyle kendine yeni bir sığınak bulmuştu. Bilmiyordu, belki de bu eksikliğini gidereceğini düşünerek ona aşık olduğunu sanıyordu. Kafası karışık, aklı bulanıktı.

 

Evin kapısında adımları durdu, adam kapıyı çalıyordu fakat açan yoktu. Şaşırıp geriye çekildi, ışığı açık olan pencereye yaklaştı. Oturma odasının camıydı. Tıkladı.

 

"Anne! Rüya!"

 

Dedi fakat ses yoktu. Yüzünde oluşan endişeyi görebiliyordu genç kız. Diğer pencereye yaklaştığını görürken, o da kapıya yaklaştı.

 

"Rüya!!"

 

Ses yoktu, Ali Demir hızla bahçeden çıktı. Kapıdaki kamyonete yaklaşıp açtığı torpido gözünden anahtar çıkardı. Evin yedeğiydi. Koşar adımlarla kapıyı açıp içeri girdi.

 

"Anne!"

 

Önce oturma odasına, diğer odalara, lavabo, banyoya ve en son olarak mutfağa girdi. Yoktular, elini saçlarından geçirdiği sırada, ocağın üzerindeki iki tencereyi gördü.

 

Yaklaşıp dokundu, hala sıcak olduğunu fark edip telefonunu çıkardı. Annesinin ismini buldu, arama tuşuna bastı. "Aradığınız kişiye ulaşılamıyor" sesiyle yüzü düştü.

 

Kaşları çatıldı, hızla kardeşinin ismini bulup tuşladı. Kulağına yaklaştırdı, genç kız da durmuş ona merakla bakıyordu.

 

"Abi"

 

Diyen sesle, derin bir nefes aldı adam. Belli etmemeye çalışsa da oldukça korkmuştu.

 

"Rüya, nerdesiniz? Annem nerede?"

 

Bir hastane koridorundaydı Rüya, yavaşça banklardan birine oturdu. Oldukça kısık sesle konuşuyordu.

 

"Abi, Selma Teyze yeniden rahatsızlandı. Annemle yanına geldik"

"Ne? Durumu nasıl? Neden haber vermediniz?"

 

Annesinin sürekli yardıma gittiği uzaktan yaşlı bir akrabalarıydı. Kendi çocukları uzakta olduğu için onunla ilgilenme görevini bu küçük aile yerine getiriyordu.

 

"Daha iyi, bu gece hastanede kalacağız."

"Geliyorum bende"

 

Kapıya ilerlediğinde, Rüya fısıldıyor, hastaları rahatsız etmemeye çalışıyordu.

 

"Yok abi gerek yok, annem evi boş bırakmamanı söyledi. Yarın gelirsin görmeye"

 

Derin bir nefes veren adam, oturma odasına geçip koltuğa oturdu. Rahatlamıştı.

 

"Tamam, kendinize dikkat edin"

"Ederiz, abi sende Nehir'e dikkat et"

 

Bakışını kaldırdı, genç kız sırtını kapının pervazına yaslamış dinliyordu.

 

"Görüşürüz Rüya"

 

Kapatınca, bakışı kıza kaydı. Ne yapacağını bilmiyordu, yabancı bir kızla aynı evde tek başınaydı. Bunu kendine yakıştırmadı, ne olursa olsun bunu yapamazdı. Ayağa kalktı, tek adımla durdu. Kapıda bekliyordu kız, aralarında tek metre vardı.

 

"Bu gece gelmeyecekler"

 

Kapıya bir adım daha attığında, Nehir çekildi. Adamın salona çıktığını görüp anlam vermeye çalıştı. Vestiyerden deri ceketini çıkarmıştı.

 

Dış kapıya yöneldi, gök gürültüsü duyuldu, yükselen şimşek tüm evi saniyelik olarak aydınlattı. İrkildi genç kız, geri adım attı, genç adam dış kapıyı açtı.

 

"Nereye?"

 

Diyen ses ile adımı durdu. Arkasındaki nefesi hissediyor ama bakmıyordu.

 

"Bir arkadaşımda kalacağım"

"Ne?"

 

Nehir hızla önüne yaklaştı, kafasını iki yana salladı. Ev oldukça küçüktü, kimse yoktu, yağmur hızla yağıyordu ve gök gürlüyordu.

 

"Beni yalnız mı bırakacaksın?"

 

Şaşırdı genç adam, neden bunu soruyordu ki, halbuki böyle bir şeyi istemesi gereken kişi kendisi olması gerekirken. Neden güveniyordu bir adama.

 

"Böylesi daha uygun"

"Değil, korkuyorum"

 

Ali Demir gözlerinin içerisine bakmaya çalışan kıza çevirdi mavilerini. Yüzü asık ve endişeli görünüyordu ama yapamazdı. Bir kızla bir erkek bu küçük evde tek başına kalamazdı. Böyle yetiştirilmişti. Cebinden telefonunu çıkarıp ona çevirdi.

 

"Sadece yan komşuda olacağım, bir sorun olursa ararsın"

 

Telefonunu yeniden cebine bırakıp ceketini üstüne çekti. Fermuarı kapatmadı, doğrusu hiç kapatmazdı. Elini, kızın omzuna bırakıp yana çekti ve geçti.

 

Döndü Nehir ona, adam onu umursamadan gidiyordu. Gözleri doldu, bahçeden çıkışını izleyip etrafa baktı. Etraf oldukça karanlıktı, hızla eve girip kapıyı kilitledi.

 

Evdeki tüm ışıkları açıp oturma odasına geçti. Bu gece bitmeyecekti ama elinden geldiğince erken bitmesi için çabalamalıydı. Koltuğa oturdu, arkasında pencere vardı. Perde örtülü olsa bile, birinin onu izlediği hissine kapıldı.

 

Hızla ayağa kalktı, sobanın yanındaki mindere oturdu. Sırtını duvara yaslayıp ayaklarını karnına çekti. Cebinden çıkardığı telefonu sıkıca tutmuş, iki kolunu da dizlerine sarmıştı. Sadece karşısında duran pencereye bakıyordu.

 

Ev zemin kat yüksekliğindeydi, bahçe duvarını aşan herkes rahatlıkla içeriyi izleyebilirdi. Kafasını dizlerinin üzerine yaslayıp gözlerini yavaşça kapadı. Sabah olmalıydı, bir an önce gün doğmalıydı.

 

Duyduğu sesle hızla kafasını kaldırdı, şiddetli bir gök gürültüsüydü. Şimşek odaya koca bir ışık bıraktı, bir anda tüm ışıklar söndü. Elektrikler kesilmişti.

 

Hızla ayağa kalktı genç kız, sırtını duvara yasladı. Gözlerinden usulca yanağına yaşlar süzülmeye başladı. Tir tir titreyerek elindeki telefonun pek işe yaramayan fenerini açtı, bir ses ulaştı kulağına.

 

Biri vardı bahçede, kapıya yaklaşmış zorluyordu. Kalbi hızla çarpmaya başlarken, geri geri gitti. Odadan çıktı, bir yere gizlenmeliydi. Koridorda durdu, kapı hala kurcalanıyordu.

 

Arkasını döndü ve hızla Rüya'nın odasına girdi. Kapısını örtüp yatağa oturdu. Ayaklarını korkuyla temas ettiği yere ritmik şekilde yavaşça vuruyor, kapının açılmaması için de dua ediyordu.

 

Hızla ayağa kalktı, kapı açılmıştı. Koridorda adım sesleri duyuyordu. Odanın kapısının tam arkasında durdu, böylece açıldığı ilk anda kaçabilecekti.

 

Kalbi küt küt atmaya başladı, telefonunun ışığını kapattı. Bekledi, bekledi ve kapı kolunun hareket ettiğini fark etti. Sırtını duvara yasladı, yanakları hızla ıslanıyor olsa da sessiz olmaya çalışıyordu.

 

Yavaşça açılmaya başlayan kapıya karşın kalbi duracak derecede hızla atıyordu. Titreyen elleriyle, odanın ortasında karanlıklar içerisinde duran kişinin gölgesini izliyor, kaçabilmenin fırsatını kolluyordu ki ağzından çıkan hıçkırığa engel olamadı.

 

Eliyle hızla ağzını sıkıca kapattı, bu kişi yavaşça döndü. Bakışını çevirdiğinde, Nehir elindeki telefonun ışığını yavaşça kaldırdı. Yüzüne çevirdiği ilk anda gördüğü ilk şey bir çift mavi oldu.

 

"Mavi"

 

Dediği gibi yanağına hızla yaşlar süzülmeye başladı. Nasıl hareket ettiğinin, ona nasıl yaklaştığının ve nasıl boynunu iki koluyla böylesine sıkıca sardığının farkında değildi.

 

Sadece ağlıyor, boynunu sıkıyor, hıçkırıklarının arasında konuşmaya çalışıyordu. Delicesine korkmuştu, kendinde değildi fakat tüm algılarını geri getiren bir şey hissetti o an.

 

Güçlü, sert, koca ve güven dolu bir el sırtını sarmış yavaşça sıvazlıyor diğeri de kafasının arkasından saçlarını okşuyordu.

 

Gözlerini kapadı, zihninde çok farklı bir şey yer aldı. O anda, karanlığa rağmen her yer rengarenk ışıklarla aydınlandı ve etrafını mavi renkten oluşan demir çitler sardı. Güvendeydi artık biliyordu, gözyaşları yavaşça dinerken kalbi de normal ritmine dönmeye başladı.

 

.... 

Oldukça mutluydu bugün genç adam, çok erken saatte geldiği şirkette herkesi ayaklandırıp bir toplantı gerçekleştirmişti.

 

Onlarca sandalyenin etrafını sardığı, uzun dikdörtgen şeklinde ahşap bir masanın en ucunda oturmuştu. Gülümsüyor ve elindeki kağıtlara bakıyordu.

 

Arkasında sekreteri vardı, ayakta bekliyordu. Yavaşça ayağa kalktı Mert, toplantı odasından çıkıp ilerledi. Geniş, şık ve oldukça gösterişli bir koridoru geçip kapalı bir kapıda durdurdu adımını.

 

Gri, ahşap bir kapıydı. Kafasını yavaşça kaldırıp çok az sola çevirdi, bir isimlik gördü. Gri bir zeminin üzerinde 'Başkan-Asım Çetemen' yazıyordu.

 

Arkasına döndü, sekreteri vardı. Kafasını sağa oynatınca, hızlı adımlarla uzaklaştığını gördü. Yeniden kapıya çevirdi bedenini. Elini kulpuna bırakıp yavaşça indirdi.

 

Önüne uzun ve geniş bir oda çıktı. En uçta bir masa ve koltuk vardı, orta alanda da oturma grubu bulunuyordu.

 

Yavaş adımlarla içeri girip kapıyı örttü. Önünden geçtiği her şeye tek tek dokunup koltukta durdu. Masanın üzerinde dosyalar, kalemler dışında bir de bir fotoğraf çerçevesi vardı. Koltuğa yerleşti. Sırtını yaslayıp kafasını geriye dayadı, bakışları çerçeveye kaydı.

 

Resmi eline aldı, çerçeveyi sıktı. Hale Hanım ve Asım Bey'in ortasında kızları vardı. Nehir babasının sırtına çıkıp iki kolunu arkadan boynuna sarmış ve kafasını da yandan çıkarmıştı. Hale Hanım'da bir kolunu kızına, diğer kolunu da kocasına sarıp yanlarında durmuştu. Üçü de gülüyordu.

 

Genç adam yavaşça elini yaklaştırdı. Ona sadece birkaç yıl bile olsa anne olan Hale Hanım'ın, uzun düz siyah saçlarına, küçük gözlerine ve gülerken yanağında beliren gamzesine bakıp yüzüne dokundu.

 

Onun ölümüyle çok büyük boşluğa düşmüştü, hala çok iyi hatırlıyordu. Yavaşça yüzünü okşadı, bakışları kardeşine kaydı. Alnına berçemleri dökülmüş, gülüyordu.

 

Yanındaki Asım Bey'e döndü. Boynuna sarılan küçük elleri sıkıca tutmuştu, yüzü asıldı, çerçeveyi kırarcasına masaya bıraktı. Ters çevirip avucunu sıktı. Yüzü gerilmişti.

 

"Az kaldı kardeşim, çok az kaldı"

 

Sırtını yeniden koltuğa yasladı. Gözlerini yumdu, dinlenmeye çalıştı.

 

"Kendi ayağınla bana geleceksin"

 

Gülümsedi, aklındaki tehlikeli plana oldukça güveniyordu. Çok yakında, kardeşi kapısına dayanacaktı, bundan çok emindi. Gülümsedi, neşesi yeniden yerine gelmişti.

 

-Mert'in planı ne olabilir?

-Nehir ona kendi ayağıyla gidecek mi?

 

Oy ve yorumları unutmayalım :-)

Loading...
0%