Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm: Yeni Hayat

@mlkshnn

Nehir bakışını karşısındaki bir çift maviye çevirdi. Sobanın tam yanında durup, sırtını duvara yaslamış kıstığı gözleriyle izliyordu. Onu en yakın zamanda bu evden göndereceğinden adı gibi emindi.


"Siz..kimsiniz?"


Dedi bir an. Genç adam hızla doğruldu. Rüya ve Zeynep Hanım birbirine baktı.


"Hatırlamıyor musun Nehir? Dün gece bizim eve geldin"


Rüya'ya bakıyordu Nehir, kafasını eğdi. Kendine bir yol çizip ne yapacağına karar verene kadar gizlenmeliydi, hala şok içerisindeydi ve yaşadıklarına inanamıyordu. Her şeyi çok iyi hatırlıyordu ama bu evde kalabilmenin başka yolunu da bulamamıştı.


"İsmim.. Nehir mi?"


Üçünün de şaşkın bakışları birbirini buldu. Rüya ona döndü, elini sıkıca tutmuş anlam vermeye çalışıyordu.


"Hatırlamıyor musun gerçekten? Dün gece bizim eve geldin"


Sessizce kafasını eğdiği anda, genç adam hızla yaklaştı. Önünde durup kolunu sıkıca tuttu. Ona hiç inancı yoktu, kesinlikle bu bir oyundu.


"Oyun mu oynuyorsun sen bizimle!?"


Öfkeyle kolunu sıkıp gürleyen adama dolu gözleriyle baktığında, annesi hızla elini oğlunun elinin üzerine bıraktı. Kızdan uzak durması için küçük uyarıydı bu, Ali Demir yavaşça geriye çekildi. Zeynep Hanım elini, genç kızın yanağına bıraktı. Baş parmağıyla okşayıp gözlerinin içerisine baktı.


"Gerçekten hiçbir şeyi hatırlamıyor musun kızım?"


Nehir korktuğu bir çift maviye bakamadan, önce Rüya'ya ardından Zeynep Hanım'a döndü. Kafasını iki yana sallayıp başını yeniden eğdi. Cesareti sadece ikisinden alıyordu.


Rüya annesiyle göz göze geldi. Gece boyunca anne kız, bu kızın durumu hakkında sohbet etmiş, gece başına kötü bir olay geldiği kanaatine varmışlardı. Zeynep Hanım'ın endişeli tebessümle Rüya onayı aldığını anladı. Küçük bir gülümseme oluşturduğu yüzünü kıza çevirdi. Elini yavaşça ona doğru uzattı.


"O zaman en başa alıyorum, ben Rüya"


Nehir gülümseyen kızın gözlerine baktı. Daha önce görmediği ve hissetmediği bir yakınlık seziyordu bakışlarında. Bir gündür tanıdığı bu kız, yıllardır tanıdığı arkadaşlarından daha fazla yakınlık gösteriyordu ona.


"Ben.. ismimi bilmiyorum"


Eline karşılık verip mahçup bir şekilde bir çift maviye baktığında, Rüya'nın yüzünde yeniden gülümseme oluştu.


"Ben biliyorum, senin ismin Nehir. Memnun oldum tekrardan. "


Nehir'in de yüzünde küçük gülümseme oluştu. Bu, babasının cansız bedeninin aklından çıktığı ilk andı.


"Ben de"


Yavaşça yeniden başını yastığa bıraktı. Hala çok üşüyordu, battaniyeye uzanıp sadece gözleri görünecek kadar örttü. Gözleri açık kalmaya direnirken, bakışlar altında sessizce dayanamayıp yumdu.


Yıllar öncesini anımsıyordu. Bir kış gecesindeydi. Annesini günler önce kaybetmiş, yalnız uyumaktan oldukça korkuyordu. Çocuk yaşına rağmen, bununla baş etmeye çalışıyor, sıkıca resimlere ve annesinin ona aldığı son hediye olan ayıcığa sarılıyordu. Tam olarak olayları kavrayamıyor, sadece sürekli ölüm kelimesini duyuyordu. Yan döndü, yastığının boş kısmına bıraktığı resime dokundu. Annesi ona sıkıca sarılırken çekilmişti. Elini yüzüne yaklaştırıp okşadığı sırada odanın kapısı açıldı.


"Nehir"


Kafasını tam solunda bulunan kapıya çevirdiğinde, ağabeyini gördü. O da onun gibi üzgündü ve aralarında sadece beş yaş vardı. İçeri adım attı, bakışları kardeşinin minik gözlerindeki yaşlardaydı. Tam yatağın önünde durdu, onu teselli etmek ve gözyaşlarını durdurmak istiyordu. Elini yavaşça uzatıp perçemlerine yaklaştırdı. Okşuyor, yanında olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.


"Ağlama.. Artık"


Nehir başını eğdi, aniden annesiz kalmıştı ve sadece yedi yaşındaydı. Yanağına yaşlar usulca akıyordu, Mert derin bir nefes verip yatağın kenarına oturdu.


"Annen öldü dedi bana Emre"


Kafasını yavaşça eğdi, ölümün anlamını kardeşinden daha iyi biliyordu ama onun yanında güçlü durmaya çalışıyordu.


"Emre'yi duyma, o da senin gibi çok küçük."


Bakışını ayırdı gözlerinden. Göz göze geldiği anda, ağlama isteğine daha fazla engel olamayacağını biliyordu. Emre arkadaşıydı ve o da oldukça küçüktü. Kardeşinin elindeki ayıcığa baktı, aynısından ona da hediye etmişti ölmeden önce.


"Ölmedi.. annem değil mi?"


Mert başını yeniden eğdi. Derin derin nefes aldı, erkek adam güçlü olmak zorundaydı. Ağlamayacaktı, kendini toparladı. Kardeşine göre olanların daha çok farkındaydı.


"Ölmek kötü değil ki?"


"Kötü değil mi?"


Kardeşinin meraklı gözlerine baktı. Heyecanla ağabeyine bakıyor, ağzından çıkacak iyi kelimeleri bekliyordu. Belki de ölüm de olsa, annesini yine görebilirdi. Yüzünde küçük bir tebessüm belirdi.


"Cennette artık. Orası, buradan çok daha güzel. Bu yüzden ağlama artık"


"Annemi görebilecek miyim?"


Mert kardeşinin gözlerine baktı. Ağzından çıkacak tek kelimeyi bekliyordu. Onu üzmeyi hiç istemiyordu ama bu konuda yalan söyleyemezdi.


"Annenin bir sürü resmi var sende. İstediğin zaman bakıp görebilirsin"


"Ama bir daha beni okula götürmeyecek mi? Bana kurabiye yapmayacak mı? Benimle oynamayacak mı? "


Mert eğmiş olduğu kafasını iki yana salladı, kardeşinin yeniden gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Ölüm tam da korktuğu ve arkadaşından duyduğu şeydi, bir daha annesi yanında olmayacaktı.


"Ölümü sevmedim ben!! Annemi istiyorum!"


Hıçkırıklarla ağlayışı sadece odada değil, evin içerisinde de yankılanmaya başlamıştı. Mert şaşırdı, onu sakinleştirmek ve üzülmesine engel olmak istemişti halbuki sadece. Böylesine yıkacağını hiç düşünmemişti.


"Nehir.. ağla-ma"


Nehir sesi çıktığı kadar ağlamaya çalışıyordu. Elindeki ayıcığı sıkıca tutmuş, duvarda asılı ve elinde bulunan resimlere bakıyordu.


"Anne!!"


Daha fazla direnememişti Mert, gözünden yanağına kardeşinin acı dolu feryadıyla yaşlar akmaya başlamıştı. Anneleri ortak olmasa da, küçük kardeşinin annesinin ölümüne oldukça üzülüyordu. Başını yavaşça eğdi, odanın kapısı aralandı. Bakışlar, ikisinin de babası olan adama kaydı. Asım Bey, genç yaşta baba olup, genç yaşta da dul kalan bir adamdı. Hayatında aynı anneden olmasa da sadece iki çocuğu kalmıştı sadece. Üzerinde siyah bir tişört ve siyah bir pantolon vardı. Gözleri, saçları ve sakalları da simsiyahtı. Sanki onun gibi onlarda yas tutuyordu. Ağlayan küçük kızına yaklaştı.


"Nehir!"


Ayağa kalkan oğlunun yerine oturunca, Nehir babasına sıkıca sarıldı. Saçlarını, kafasını yavaşça okşuyor sakinleşmesini bekliyordu fakat onun da gözünden yaşlar tıpkı kızınınki gibi acıyla süzülüyordu. İkisini bir adım geriden izliyordu Mert, babasının ona bir defa bile böylesine içten sarılmadığını ve onu hep daha çok sevdiğini biliyordu, fakat kardeşinin küçük yaşından kaynaklandığını düşünüyordu.


"Annem.. Ölmesin baba"


Dedi hıçkırıklarının arasında küçük kız. Yavaşça geriye çekilen Asım Bey, kızını kucağına yan oturttu. Kafasını çenesinin altına yerleştirip, kollarını da küçük beline doladı. Saçlarından burnuna ulaşan mis kokuyu içine çekti. Karısı da böylesine eşsiz kokuyordu.


"Abim, annemin bir daha gelmeyeceğini söyledi baba. Gelsin annem"


Küçük ve kömür gözlerinde yaşlar durmak bilmiyordu. Gece vakitleriydi, esnemeye başlamıştı. Sessizce saçlarını okşuyordu babası. Biliyordu, birazdan uyuyakalacaktı. Zihninde ve kalbinde büyük bir aşkla evlendiği kadın vardı. Nasıl da aniden veda etmiş, hayatlarını tersine çevirmişti. Bilmiyordu adam, bilmiyordu onsuzluğa nasıl dayanacaktı.


"Uyu kızım. Gözlerini kapat, annene yeniden sarıldığını ve birlikte oynadığımız oyunları düşün"


Babasının dediğini yapmaya çalıştı küçük kız, annesi evin içerisinde ona bir arkadaştı. Günün belli saatlerinde birlikte oyunlar oynarlardı. Haftasonları pikniğe gidip eğlenirlerdi. Zihninde, annesinin ona sarılışları yer aldığında yüzünde küçük bir tebessüm belirdi.


Yavaşça gözlerini kapayıp, tüm bedenini ağır basan uykuya bıraktı. Asım Bey, sadece nefesini hissettiği kızına eğdi bakışını. Uyumuştu, yavaşça yatağına yatırıp üstünü örttü. Saçlarını yavaşça okşayıp küçük bir öpücük bıraktı. Arkasını döndüğü anda oğlunu gördü, odadaki varlığını bile unutmuştu.


Gözlerini kıstı, odasına çıktığında küçük çocuk da takip etti. Salonun orta yerinde ikisinin de adımları durdu. Derin nir nefes verip, sessiz olma gayretiyle gözlerine baktı.


"Bir daha Nehir'e annesiyle ilgili onu üzecek hiçbir şey söylemeyeceksin!"


İşaret parmağını öfkeyle salladıktan sonra arkasını dönüp hızla ilerlediğinde, Mert onu izliyordu. Boyu oldukça uzundu. Yüzü geniş, gözleri küçük ve teni esmerdi. Çenesi ve boynu sakallarla kaplıydı.


"Ben.. Onu üzmek istemedim"


Fısıldadı yüzünü asarak sessizce, halbuki sadece kardeşinin daha fazla üzülmesine engel olmak istemişti.


.....


Elindeki silahı sıkıca tutmuştu Mert, yorgunlukla uyuyakaldığı anda, gördüğü rüyayla gözlerini hızla araladı. Evinin koca salonunda, bir koltuğun üzerinde tek başınaydı. Yavaşça doğruldu, yere eğdi bakışını. Temizlenmiş, babasının cansız bedeni kaldırılmıştı.


Ayağa kalktı, başında oldukça büyük bir ağrı hissediyordu. Silahını tam yanına bıraktığı sırada telefonunun sesini duydu. Pantolonun cebinden çıkarıp, ekrana baktıktan sonra kulağına yaklaştırdı.


"Buldunuz mu?"


Sordu merakla yardımcısı olan kişiye.


"Yer yarıldı da içine girdi. Her sokağa defalarca baktık ama yok"


Mert sinirle ayağa kalktı. Elini, öfkeyle saçlarından geçirdi.


"Kuş olup uçmadı bu kız!! Ne yapıp edip onu bulun!!"


Sinirle soluk alıyor, bir ileri bir geri gidiyordu. Telefonu, karşıdaki kişinin cevap vermesine fırsat bile vermeden kapattı. Yeniden koltuğa otururken, dizlerini sallıyordu. Zihninde sadece dün gece vardı.


"Bulacağım seni Nehir! Bulacağım"


Bakışını yanında duran silaha çevirip eline aldı.


.....


Gözlerini kulağına ulaşan seslerle araladı genç kız, biri şarkı mırıldanıyordu. KEndini daha iyi hissediyordu, yavaşça ayaklarını kanepeden yere indirdi. Dağılmış saçlarını düzeltip, kendine gelmeye çalıştı.


Karşısında duran sobaya kaydı bakışları, siyah ve ateşi sessizce yanıyordu. Yukarıya uzanan boruya bakındı, duvarın tavana yakın bir köşesinde bulunan deliğe gidiyordu ucu. İlk defa görüyordu böyle bir şeyi, küçüktü ama odayı ısıtabilecek güce sahipti.


Yavaşça ayağa kalktı, ağır adımlarla kapıyı açtı. Önüne küçük bir koridor çıktı, orta yerinde bir kolon, kolonun önünde de küçük bir vestiyer bulunuyor ahşap ve krem renklerden oluşuyordu. Tam karşısında, açık olan kapısından mutfağa ait olduğunu anladığı bir kapı vardı. Kafasını sağa çevirdi, dış kapıyı gördü. Sola döndü, kolonun ön tarafında iki beyaz ahşap kapı sıralı bir şekildeydi. Arka tarafında ise aynı şekilde iki kapı bulunuyordu.


Derin bir nefes aldı, kendi evinde olmayı diledi. Lüks bir villaydı ve sadece kendi odası bile bu evden büyük ve genişti. Ev oldukça sessizdi, sadece bahçeden kulağına Rüya'nın sesi ulaşıyordu.


Yavaşça yönünü sağa çevirdi, genç adamı görmenin endişesiyle aralanmış olan kapıyı açtığında, Rüya'yı gördü. Buz olan havaya rağmen bahçenin sol köşesinde arkası dönük ve çömmüş bir şekildeydi.


Kafasında yeşil bir bere, ellerinde eldiven ve üstünde siyah bir mont vardı. Gözünü bahçede gezdirdi genç kız sessizce, Rüya'dan başka kimse görünürlerde yoktu, biraz da olsa rahatlamasına neden olmuştu bu durum.


Kafasını eğdi, önünde yeşil ve siyah çizgilerden oluşan, burnu açık bir çift terlik vardı. Yavaşça ayağına geçirdiği sırada, Rüya kafasını çevirdi. Gülümseyerek ayağa kalkıp yanına yaklaştı.


"Uyanmışsın"


Kafasını yavaşça olumlu anlamda sağlamakla yetindi genç kız, yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki sıcaklık kendini daha iyi hissetmesine neden oluyordu. Bu kız, hiç tanımadığı birine neden böyle davranıyordu, anlamıyordu. Bakışı, ileride duran yere kaydı, Rüya'nın az önce çökmüş olduğu yerdi. Karın içerisindeki çiçekler ezilmişti ve anladığı kadarıyla da Rüya onlarla ilgileniyordu.


"Ne olmuş çiçeklere?"


Dedi bakışı sadece o yöndeyken. Anımsıyordu, dün gece telaşla bahçeye girerken çoğunu ezmek zorunda kalmıştı. Suçluluk hissetti. Rüya gülümsemeye çalışıp, çiçeklere bir bakış attıktan sonra ona döndü.


"Önemli değil, kardan dolayı sanırım. Biraz zarar görmüşler, sağ olanları kurtarmaya çalışıyorum"


Biliyordu aslında Rüya nedenini. Sadece kötü hissetmesini istemedi. Derin bir nefes verdi genç kız.


"Bende yardım edebilir miyim?"


"Tabi, gel"


Arkasını dönüp aynı yere yaklaşınca, Nehir de takip etti. Birlikte yanyana yere çömdüler. Rüya, çiçekleri topraktan ayırmaya çalışırken, genç kız sessizce izliyordu. Daha önce böyle bir şeyi hiç yapmamıştı, nasıl yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu.


"Nasıl yapacağımı hiç bilmiyorum"


Rüya ona döndü, nasıl da düşünememişti. Bu kızın hafızası yerinde değildi, hiçbir şeyi hatırlamıyordu.


"Tahmin etmeliydim. Beni izle, göstereceğim sana"


Gülümseyerek elindeki küçük kürekle aynı işlemi yavaşça ve anlatarak tekrarladı. Nehir dikkatle izliyor, yardım etmek için bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Eldivensiz elleri ve beresiz kafası soğuğun etkisiyle buz, soluğu da dumanlıydı. Şu an oldukça üşüyordu, karın böylesine soğuk olduğunu da bu yaşına değin ilk defa fark ediyordu.


"Anladım"


Önündeki küçük küreği eline aldı. Aynı işlemi yapmaya çalışarak, ezilmiş olan çiçekleri topraktan ayırmaya başladı. Tıpkı Rüya gibi dikkatle yapıyor, hala yaşıyor olanları kurtarmaya gayret ediyordu. Bakışı yanındaki kıza kaydı, gülümsüyordu. Yaptığı işlemi, böylesine çabuk öğrenmesi hoşuna gitmişti.


"Aferin"


Deyip yeniden işine döndü. İki yabancı genç kız, bahçenin bir köşesinde sessizce işlerini yapıyorlardı. Nehir bakışını kaldırdı, evin sessizliği meraklandırmıştı. Herkes neredeydi?


"Evde kimse yok sanırım"


Korkuyordu biraz, her an genç adam bir yerden çıkıp onu kovacak endişesi taşıyordu.


"Sadece ikimiz varız. Annem akrabamıza, abim de seraya gitti"


Bakışları sadece topraktaydı, işlerini halletmeye çalışıyor, elinden geldiğince daha çok çiçeği kurtarmak istiyordu.


"Sera mı?"


Genç kız durup ona döndü. Rüya, işlemini bırakıp gözlerine baktı.


"Babamdan bize kalan bir sera var, ailecek orayı işletiyoruz. Ben senin için bugün gitmedim"


Nehir ona bakıyordu. Daha önce öyle bir yeri hiç görmemişti.


"Her tarafta çiçekler mi var?"


Rüya elindeki küreği yere bırakıp gözlerine baktı. Kızın, meraklı bakışlarının farkındaydı.


"Görmek ister misin?"


"Bilmem, mümkün mü? "


Gülümseyip eldivenleri çıkarıp ayağa kalktı. Kafasını eğmiş, genç kıza bakıyordu.


"Hemen hazırlanıp gidelim o zaman"


Elini ona uzattığında, Nehir duraksadı. Önce kızın gözlerine baktı, ona çok yakın davranıyordu. Sonra da uzatılan eline baktı ve sessizce karşılık verip tuttu.


....


Genç kız, Rüya'yla birlikte bir minibüsün içerisindeydi. Bu onun için bir ilkti. Son model arabaların ve şoförlerin eşliğinde ulaşırdı her zaman gittiği yerlere. İnsanların doluşarak ilerlediği bu küçük araçta sıkışarak da olsa etrafı izliyordu.


Bebekler ağlıyor, gençler müzik dinleyip eşlik ediyor, yaşı ilerleyen insanlar da oturabilmek için gençlerin gözlerine bakıp yer vermelerini bekliyorlardı. Ani bir frenle sarsılan minibüste, herkes olduğu yerde sarsılırken, Nehir saçının çekildiğini hissetti.


Asılan yüzüyle, bakışını arkaya çevirince, küçük bir bebeğin parmaklarının arasında saç tellerini gördü. Oldu olası bebekleri de çocukları da sevmezdi. Onları her zaman ağlayan ve rahatsızlık veren canlılar olarak görürdü. Bebeğin annesinin bakışları altında, yüzünde sahte bir gülümseme oluşturmaya çalışarak saçlarını geriye çekip yana aldı.


Açık bıraktığı, omzunu geçen uzun siyah saçlarını tutarken, üzerinde de Rüya'nın kıyafetleri vardı. Uzun koyu mavi bir kot pantolon, pembe yünlü kısa bir kazak ve eski siyah bir kaban giymişti. Ayağında da siyah renk çizme vardı. En büyük şansı da Rüya'yla hem boy hemde beden olarak uymalarıydı.


Derin bir of çekti, bu tıkışıklığa daha fazla katlanamıyordu. Yolun ne zaman biteceğini düşünürken, minibüsün durmasıyla, Rüya ona döndü.


"Geldik"


Derin bir nefes verip, insanlara çarpa çarpa indiğinde, Rüya gülümsüyordu.


"Biraz zordur ama ulaşımın en kolay yoludur"


Nehir sessizce takip ediyordu. Etrafı izliyor, hayretlerle inceliyordu. Yarısı sokak yarısı da cadde olan bir yerdi burası. Küçük küçük dükkanların içerisinde, çiçeklerle kaplı bir kapı çarptı gözlerine.


"İşte burası bizim sera"


Parmağıyla demir kapıyı işaret edince, Nehir gülümsemekle yetindi. Birlikte açık olan kapıdan içeri giriş yaptıklarında, genç kız adımını durdurdu. Koca bahçenin orta yerinde, gece çarptığı kamyonet olduğunu düşündüğü o kamyonet vardı.


Arkasında onlarca renk çiçek saksıda duruyor ve genç bir adam aşağı indiriyordu. Başına mavi gözlerinin aksine siyah bir bere ve ellerine de aynı renk eldiven takmıştı. Üstünde siyah bir deri mont ve siyah bir pantolon varken, ayaklarında da siyah postallar vardı. Kamyonetteki çiçekleri tek eliyle taşırken montunun altından bile kasları kendini belli ediyordu. Kalbi, korkuyla atmaya başladığında, Rüya ağabeyine yaklaştı.


"Kolay gelsin"


Ali Demir gülümseyerek ona döndüğü sırada, geride duran Nehir'i gördü. Yüzü asılıp, elinde tuttuğu iki saksıyı yere bırakarak kardeşine döndü.


"Onun ne işi var burada! ?"


Rüya şaşkınlıkla gülümsemeye çalıştı. Kızın duyup, üzülmesini istemiyordu ama ağabeyinin oldukça yüksek çıkan sesini duymaması mümkün değildi.


"Ayıp Abi"


Arkasını döndü, genç kız geride durmuş bekliyordu. İçeri girmeye cesaret edemiyordu. Yanına yaklaşan Rüya, gözlerine baktı. Bakışlarında güven vardı.


"Orada bekleme Nehir, serayı gezmek ister misin?"


Sessizce bakışını kaldırdı genç kız, karşısındaki maviye çarptı gözleri. Kısılmış, öfkeyle bakıyordu. Kafasını yavaşça eğdi, şu an şu an tek istediği şey, bu korkunç bir çift maviden olabildiğince uzaklaşmak. Rüya'nın ilerlediğini görüp, kendine geldiği gibi hızla takip etti. Onun yanı, en güvenli hissettiği yerdi. Hızlı adımlarıyla oldukça uzaklaşınca, yavaşça kafasını geriye çevirdi. Genç adam, yeniden kamyoneti boşaltmaya başlamıştı.


....


Koca bir bahçeyi andıran bu seranın tam orta yerinde küçük, prefabrik konteyner tarzı beyaz bir kulübe vardı. Özellikle kış mevsimlerinde, Rüya ve ağabeyi müşterilerin olmadığı zamanlarda veya yoruldukları anda orada zaman geçirip dinlenirdi.


Ön tarafının sol köşesinde bir kapı, sağ köşede de pencere bulunuyordu. Bu pencereden, seranın ön bahçesi ve giriş kapısı net olarak görülebiliyordu. Etrafı çiçeklerle kaplı bu kulübe, kimi zaman minik atışmalara, kimi zaman gülüşmelere kimi zaman da hüzne şahit olsa da içi her zaman sıcacık, her zaman sevgi doluydu.


Tek odadan oluşan kulübe, serada Nehir'i en çok şaşırtan yer olmuştu. Oldukça küçük olmasına rağmen, içerisi iki kısma ayrılmıştı. Sol köşesinin en ucunda pimapen beyaz bir kapı vardı, tuvalete çıkıyordu. Onun hemen yanında küçük ve altı boş bir tezgah bulunuyordu. Alt kısmında üç kattan oluşan plastik kahverengi bir raf vardı. İçerisinde gerekli olan bulaşıklar buluyordu. Onun da tam yanında bir para kasası vardı, alınan ücretler gün boyunca oraya konulur, akşam da çıkarılırdı.


Lavabo kapısının diğer köşesinde de yere konulmuş küçük bir tüp vardı, üzerinde bir çift çaydanlık bulunuyordu. Tüpün bulunduğu duvarın üst kısmına küçük bir ayna takılmıştı. Kulübenin sağ köşesine çevirdi bakışını, hala kapı pervazında bekliyordu.


En köşede bir kanepe vardı, duvara dayanmış ve pencerenin tam önündeydi. Üzerine oldukça eski bir örtü örtülmüştü. Önünde elektrikli küçük bir soba bulunurken, tam bitişiğinde de küçük bir sehpa ve yanında da plastik bir sandalye vardı.


Hayretler içerisindeydi genç kız, nasıl bir yerdi burası. İnsanlar nasıl burada hayat sürebiliyordu. Böyle bir hayatın içerisinde olduğuna inanamıyordu. Maddi imkanları oldukça yüksekti, yaşamı villalarda geçmişti ve tek kelimesiyle tüm buraları satın alabilecek güce sahipti.


Derin bir nefes verdi, bu sefil hayata nasıl dayanacaktı. Kafasını eğip, giydiği kıyafetlere baktı. Yüzünü astı, evdeki tüm elbiseleri özel dikim sonucu sadece kendisinde bulunurdu. Şu an ise, pazardan alındığı çok belirgin olan bu ucuz kıyafetlere kalmıştı.


Üşüdüğünü hissettiği ellerine çevirdi bakışını, onları ısıtacak bir eldiveni bile yoktu. Başı üşüyordu, bir bereye de ihtiyacı vardı. Kafası allak bullak, iki farklı hayat içerisinde yaşama tutunmaya çalışıyordu.


Gözlerini yavaşça yumduğunda, omzunda bir el hissetti. Bir anlık irkilse de Rüya olduğunu görüp kendini toparlamaya çalıştı. İçeri gelmesini işaret ediyordu. İçeri tek adım atıp, arkasından kapıyı örttü. İçerisi, dışarıya nazaran daha sıcaktı. Buza dönen iki elini birbirine ovuşturup kanepeye yaklaştı. Sobaya ellerini uzatıp ısıtmaya çalışırken, bakışı pencereye kaydı.


Genç adam hala kamyoneti boşaltıyordu. Kafasını yeniden içeri çevirdiğinde, Rüya'yı gördü. Rafa yaklaşıp iki beyaz kupa bardak aldıktan sonra küçük tüpün önüne oturdu. Fokur fokur kaynayan çaydan, bardaklara doldurdu. Ayağa kalkıp, birini genç kıza uzattı.


"Seni ısıtacaktır"


Nehir hissettiği üşümenin geçmesini dileyerek eline aldı. Sıcak buharın yükseldiği çayı iki dudağına yaklaştırırken, ilk olarak yüzünde sıcaklık hissetti.


"İyi geldi"


Yudumladığı çaydan bakışını ayırıp genç kıza gülümsediğinde, Rüya da aynı şekilde yudumladı. Köşedeki sandalyeye oturdu. Sırtı pencereye, yüzü de Nehir'e dönüktü.


"Soğumadan bitirirsen, etkisini daha çok göreceksin"


Nehir'in bakışları karşıdaki cama kaydı. Bahçeye giren birine çiçeklerini gösteren genç adamı gördü. Uzattığı çiçek karşısında aldığı ücreti cebine bırakıp, yeniden kamyonete yönelmişti.


"Abin.."


Dedi kupayı iki avucunda sıkıca tutarken. Başını eğdi.


"Sana veya annene hiç benzemiyor"


Rüya'nın yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Bunu biliyordu, ağabeyinin fiziksel görünüşü olduğu kadar huyu da babasına benziyordu. Annesiyle de kendisiyle de hiç benzerliği yoktu.


"Evet, babama benziyor."


"Çok.. korkutuyor beni"


Rüya yudumladığı bardağı dudağında ayırdı. Bakışı kızın üzerindeydi, ağabeyinden korktuğunu görebiliyordu.


"Sadece fazla korumacı. Babamdan sonra böyle oldu ama sert göründüğüne bakma, pamuk gibi kalbi var"


Bakışını kaldırdı genç kız, gözlerine baktı. Bu kız, ona bir kardeş olmayı başarmıştı bu kısa zamanda. Zor hayatına ve koşullarına rağmen, nasıl böyle mutlu olabileceğini düşündü? Kendisi, varlıklar içinde büyümesine rağmen bu kız gibi içten gülümsemiş miydi hiç cidden? Hayatından, bu kız gibi memnun muydu? Derin bir nefes verdiğinde, Rüya telefonunun sesini duydu. Merakla doğrulup çantasından çıkardığında, arkadaşının ismini gördü ekranda.


"Efendim Semih"


Kulağına yaklaştırığ cevap verdiğinde, Nehir'in duyduğu isimle bakışları ona döndü. Tanıdığı tek Semih vardı. Doğum günü partisinde herkese rezil ettiği bu genç olabileceğine ihtimal vermezken, Rüya yaptığı konuşmadan sonra telefonu kapatıp telaşla Nehir'e döndü.


"Acil gitmem gerekiyor, hemen geleceğim. Bekleyebilir misin?"


Genç kızın cevabını beklemeden hızla kulübeden çıkıp, kamyonetin önündeki ağabeyine yaklaştı. Ona da bir şeyler söyleyip koşar adımlarla bahçeden çıktı. Gidişini izleyen Nehir'in bakışları, bir çift maviyle buluşunca, hızla kafasını önüne çevirdi. Elindeki bardağı iki elinin arasında sıkıca tutarken, bir an önce Rüya'nın geri gelmesini diliyordu ki, Ali Demir yalnız olmanın da rahatlığıyla derin bir nefes aldı.


"Hey!! Davetsiz Misafir!!"


Sesi tüm bahçede yankılanıp, kulübenin içerisinde sessizce oturan genç kızın kulağına ulaştı. Bakışını yavaşça o yöne çevirince, eliyle "gel" işareti yapan genç adamı gördü. Kalbi korkuyla hızla atmaya başlarken, Ali Demir onu izliyordu aradaki pencereden.


"Sağır olmadığını düşünüyorum! Gel buraya!"


Nehir başka çaresi olmadığının farkındaydı. Yavaşça ayağa kalktı. Elindeki çayı, yarım olmasına rağmen tezgahın üzerine bırakıp kapıya yöneldi. Elini kulpuna yaklaştırıp açarken, bir anda yüzüne buz gibi kar havası esti.


Kar yavaş yavaş yeniden etkisini gösterirken, Nehir ağır adımlar atıyordu. Genç adam, sırtını çiçek saksılarıyla dolu olan kamyonete yaslamış onu bekliyordu. Yavaş ve çekingen adımlarla ilerleyip, arada kalan bir metrelik mesafede durdu. Maviliklere bakmamaya gayret ederken, Ali Demir sırtını ayırdı kamyonetten. Genç kızın eğmiş olduğu kafasına bakarken, baştan aşağı süzdü. Üstünde kardeşinin kıyafetleri olduğunu biliyordu.


"Yalnız olduğumuza göre bana artık gerçekleri söylemek zorundasın! "


Genç kız kalbinin hızla çarpmaya başladığını hissetti. Bu adamı bir türlü inandıramamıştı yalanına. Ona hiç güvenmiyor, gerçekleri öğrendiğinde onu geri göndereceğini biliyordu.


"Ger.. Gerçek mi!?"


Ali Demir onu izliyor, hareketlerinden anlam çıkarmaya çalışıyordu.


"Neden burada kalmak için çabalıyorsun! ?"


"Ben.. kim olduğumu.. hatırlamıyorum"


Ali Demir derin bir nefes verip yaklaştı, gözlerini gözlerine dikti.


"Yalan söylemeyi kes! Bana doğruları söyle. Kimsin!? Ne istiyorsun!?"


Gürleyişi genç kızı korkutmuştu, bakışını seranın kapısına çevirip Rüya'nın bir an önce gelmesini diledi.


"Ya..lan değil"


Genç adam kollarını göğsünde birleştirip, genç kızın etrafında dolandı. Ellerinin soğuğun etkisiyle titrediğini görüyordu.


"Peki o zaman, şöyle yapalım"


Adımını durdurduğunda, Nehir buz olan soluğunu merakla ona çevirdi. Burnu da elleri gibi kızarmaya başlamıştı.


"Anladım ki, ben istemesem bile annem ve Rüya seni bizim evde tutacak. Bu yüzden bir işin ucundan da sen tutacaksın"


"Ne?"


Şaşkınlıkla ona bakıyor, dediğine anlam vermeye çalışıyordu. Ali Demir bakışını, yarısı çiçek saksısıyla dolu olan kamyonete çevirdi.


"Bu saksıları görüyor musun?"


İşaretiyle, Nehir de kamyonete döndü.


"Hemen onların hepsini tek tek indirip, bu köşeye diziyorsun"


Kamyonete baktı, çok fazla saksı vardı Gösterdiği yere döndü, çok zor görünüyordu.


"Ne? Ben mi?"


"Tabi ki sen, bizim evde hiçbir şey yapmadan kalabileceğini mi zannediyordun?"


"Ama?"


Ağır olduklarını bildiği için yapamayacağını düşünüyordu. Saksıların içleri sonuna toprak doluydu.


"Aması yok. Yapamam diyorsan, Rüya gelmeden ortadan yok ol ve bir daha sakın karşımıza çıkma! "


Nehir duraksadı. Şu an onlara mecburdu. Gidecek yeri yoktu, derin bir nefes verdi, başka çaresi olmadığı kanaatine varıp kafasını çaresizce aşağı yukarı sallayınca, Ali Demir gülümsedi.


"Güzel, başla o zaman"


Genç kız kamyonete yaklaştı. İçerisinde onlarca çiçek bulunuyordu. Kimi çok küçükken kimi de oldukça büyüktü. Eline saksılardan birini alınca, bakışları genç adama kaydı. Kulübeden siyah bir kupa içerisinde sıcak bir çay alıp gelmişti. Tam karşıda bulunan büyük bir taşın üzerine oturup, onu izleyerek yudumluyordu


"Dikkatli taşı, çiçeklere zarar gelmemeli"


Nehir derin bir nefes alıp saksıları aşağı indirmeye devam ediyordu. Kimi onu çok zorlarken, kimi de oldukça hafifti. Soğuktan uyuşan ellerine rağmen, genç adamın gösterdiği köşeye taşıyıp dizmeye çalışıyordu.


Düşündü o an, bu yaşına kadar elinde bir bardak su bile taşımamıştı. Her zaman hizmetliler onun yerine yapmıştı böyle işleri. Şu an içerisinde bulunduğu hayata inanmak istemiyor, sadece uyandığı anda son bulacak bir kabus olmasını diliyordu.


Saksıları bir bir indirirken sırtında hissettiği sızıyla, bakışını genç adama çevirdi. Bacak bacak üstüne atmış elindeki telefona bakıyor ve buharların yükseldiği bardağından çayı yudumluyordu. Onun sırtının sızşamasına rağmen genç adamın umursamazlığı sinirin bozmuştu. Derin bir nefes alıp gözlerini kıstı genç kız. Eline aldığı saksıyı hızla yere atınca, Ali Demir'in bakışı ona döndü.


"Dikkatli ol dedim sana!!"


Hızla ayağa kalkıp, parçalara ayrılan saksıya eğildi. Yere saçılan çiçeği endişeyle kurtarmaya çalışırken, genç kızın yüzünde küçük bir tebessüm belirdi. Bakışı buluşunca da hızla ciddiyetini geri getiriyordu. Ayağa kalktı Ali Demir, çiçeği başka bir toprağa ekmeye niyeti vardı. Kıza döndü, durmuş onu izliyordu.


"Devam et!"


Yüzü asılarak yeniden kamyonete yöneldi Nehir, genç adama söve söve işine devam etti.


....


Son saksıyı da kamyonetten indiren genç kız, derin bir nefesle yerine bıraktı. Oldukça yorulmuştu. Tir tir titreyerek ellerini kabanının ceplerine koyduğu sırada, bakışını kulübeye çevirdi. Üşüdüğünü hisseden eden adam onu orada bırakıp, bir süre önce içeri girmişti. Pencereden görüyordu, kanepede oturmuş elindeki çayı yudumlayıp telefonuyla ilgileniyordu. Hızlı adımlarla kapıyı açıp karşısında dikildi.


"Bitti"


Ali Demir ayağa kalktı. Elindeki çayı küçük tezgahın üzerine bırakıp, kulübeden çıktı. Yanyana gelişigüzel bırakılan saksılara bakıp genç kıza döndü.


"Bunların yeri güzel olmamış, arka tarafa taşı"


Arkasını dönüp kulübeye doğru adım attığında, Nehir şaşkındı. Ne demekti bu? İndirebilmek için oldukça yorulmuş ve zorlanmıştı. Şimdi hepsini yeniden taşımasını mı istiyordu, şaka olmalıydı. arkasını dönüp adama baktı.


"Ne? Hepsini mi?"


"Evet, hepsi. Tek tek. Başla!"


Ona bakmadan hızla kulübeye giren adamı izledi. Bakışını pencereye çevirdi, yeniden kanepeye oturduğunu görüyordu. Derin derin nefes aldı, bu adamı şu an bir kaşık suda boğmak istiyordu. Kafasını gökyüzüne kaldırdı, kar usulca yağmaya, elleri ve tüm vücudu da üşümeye başlamıştı. Başka çaresi olmadığını bilerek bakışını saksılara çevirdi, eline birini alırken sinirle soluyordu.


"Ah sen iki gün önce karşıma çıkmalıydın! O zaman görürdün gününü!"


Söylenerek yeni yere taşımak için döndüğü sırada, giriş kapısında Rüya göründü. Yüzünde tebessüm oluştu, inanamıyordu sonunda onu kurtaracak biri gelmişti. .


"Rüya!"


Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp boynuna sıkıca sarılınca, Rüya"nın yüzünde şaşkınlık oluştu.


"Nehir, kusura bakma işim uzadı. Çok sıkılmadın değil mi?"


Geriye çekilip gözlerine bakınca, Nehir kıstığı gözlerini kulübenin penceresinde görebildiği genç adam çevirdi.


"Hiç sıkılmadım, hemde hiç! "


Ters bakışlarını fark etti Rüya, şaşkınlıkla ağabeyine bakış atıp genç kıza döndü.


"Abim bir şey mi dedi sana?"


Ali Demir kardeşinin geldiğini gördü. Umursamadan bakışını davetsiz misafire çevirdi.


"Davetsiz misafir!! Oyalanma! Daha çok işimiz var!"


Rüya anlam vermeye çalışan bakışını, önce genç kıza çevirdi. Ağabeyinin ona bir şey yaptığını düşünüyordu.


"Ne işi? Neler yaptın ben yokken?"


"Saksıları indirdim"


İleride duran saksıları işaret edince, Rüya şaşkınlıkla ona baktı yeniden.


"Ne? Hepsini mi?"


Genç kız kafasını aşağı yukarı sallayınca, Rüya kızın ellerine dokundu. Buz kesilmişti, yüzüne baktı kızarmıştı. Derin bir nefes alıp bakışını kulübeye çevirdi.


"Abi!!!"


Ali Demir kardeşinin haykırışına aldırmadan elindeki çayı yudumluyor, genç kıza eziyet etmenin keyfini küçük bir tebessümle çıkarıyordu.


....


Birlikte yenilen akşam yemeğinden sonra hepsi de soba sesinin yankılandığı odada televizyonun karşısındaydılar. Rüya, annesi ve Nehir'le derin bir sohbette iken, Ali Demir onlardan bağımsız elindeki kumandayla tekli olan koltukta oturmuş haberleri izliyordu. İzlediği kanaldan bir haber yankılandı odanın içerisinde. Babasının resmini ekranda gören Nehir'in bakışı televizyona kayarken, gözlerinin dolduğunu hissedip, sessizce dinlemeye çalıştı.


"Ünlü iş adamı Asım Çetemen, gece saatlerinde evinde ölü bulundu. İntihar ettiği bilgisine ulaşılırken, oğlu Mert Çetemen, bu durum için çok üzgün olduğunu ve bu işin peşini asla bırakmayacağını iletti. Otopsisi yapılan iş adamının cenazesi yarın 13.30'da aile mezarlığına defnedileceği öğrenildi. "


Nehir sadece babasının resmine bakıyor, kanlar içerisinde gördüğü geceyi hatırlıyordu. Görüntülerde ağabeyini gördü. Yüzü asık ve siyah bir gözlük takmış, gazetecilerin sorularına cevap veriyor, çok üzgün olduğunu dile getiriyordu.


"Yalancı"


Dedi fısıltıyla öfkeyle onu izlerken. Nasıl da umursamazdı, onu öldürdükten sonra hiçbir şey yapmamış gibi davranıyordu.


"Bir şey mi dedin Nehir?"


Sesini duyan Rüya, merakla ona dönse de genç kız yavaşça ayağa kalktı. Gözleri dolu dolu iken, kalbi acıyla sızlıyordu. İnanmak istemiyordu, o artık babasızdı. O artık 'baba' kelimesini kullanamayacaktı. Akmak için direniyordu gözleri, kafasını eğip Rüya'ya baktı.


"Ben.. uyumak istiyorum"


Arkasını dönüp ağır adımlarla çııkarken, tüm bakışların onda olduğunun farkında değildi. Yorgun olduğunu düşünüyordu Rüya, dinlenip kendine gelmesini isteyerek hiç müdahale etmedi. Bakışını annesine çevirdiğinde, ağabeyinin de ayağa kalktığını gördü.


"Nereye abi?"


"Su içeceğim"


Ali Demir, kapıyı ardından örttü. Yavaş ve sessiz adımlarla odasına ilerlediğinde, kardeşinin kapısına adımını durdu. Kulağına çok kısıkta olsa bir ses ulaşıyordu. Genç kız, sesinin duyulmasından korkarak yatağa girmiş, sadece saçları görünecek şekilde yorganı örtmüştü. Sessiz hıçkırıkları odada kısıkça yankılanıyor, kalbi acıyla süzülürken, gözyaşları hızla akıyordu. Genç adam anlam veremese de yüzünün asıldığını hissetti. Arkasını dönüp mutfağa yöneldi, bir barda su doldurup iki dudağına yaklaştırdı.


....


Nehir, olduğu odanın kapısının tıklandığı duyunca, hızla kendine çeki düzen vermeye çalıştı. Gözlerini silip, yorganın altından çıktı. Yavaşça ayağa kalkıp kapıyı açtı, şaşırdı kimse yoktu. Geriye çekildi, kapıyı yeniden örteceği sırada tam önünde yerde bir bardak su gördü. Şaşkınlıkla gözlerini etrafta gezdirdi. Kimseyi göremeyince de eğilip eline aldı. Dudaklarında oldukça kuruluk hissediyordu, yavaşça yudumladı.


Oy ve yorumları eksik etmeyelim ❤️


Loading...
0%