@mlkshnn
|
"Zeyno!!" diye bir kadının seslenişi duyuldu bir kaldırımda. Sabahın erken vakitleriydi, yakıcı bir güneş tepede varlığını haykırıyordu. Tek kattan oluşan küçük bir evin bahçesinden duyulan haykırış sokağı inletiyordu. Kapının tam önünde bir kadın gözüktü, oldukça yaşlıydı. Bir eli belindeydi, zar zor ayakta duruyordu. İsmi Esma'ydı, semtin en büyüğü, herkesin Esma Nine'siydi. Kısa kıvırcık saçları, yuvarlak bir yüzü vardı. Yaşının da etkisiyle öne doğru eğik bir bedene sahipti. Kucağında, tüyleri açık kahverenginden oluşan minik bir kedi tutuyordu. Üzerine kahverengi sade bir tişört ve aynı renk bir pijama vardı. Kucağındaki kedinin tüylerini yavaşça okşuyordu, dakikalar önce evi darmadağın eden minik canla yataktan hızla çıkmıştı. Ayakları çıplaktı, olduğu yerden sokağı görmeye çalışıyordu. "Zeyno!" diye tekrarladı telaşla. Kafasını kaldırıp ayak uçlarında yükselerek etrafa bakınmaya çalıştı. Gözleri, aradığını bulamıyordu. Derin nefes verip ayaklarına terliklerini geçirdi. Dikkatle eğilip minik kediyi özgürlüğüne kavuşturdu. Endişeli adımlarını kapının önünde durdurdu, kızı neredeydi? Bahçe kapısından çıktığı anda gözleri ilk olarak kaldırıma kaydı, boştu. Yüzü asıldı, birkaç ufak taş, yere çizilen birkaç şekil dışında kimse yoktu. Telaşlı gözlerini sokakta yeniden gezdirdi, oldukça erken vakitlerdi, kızı nereye gitmiş olabilirdi? Yüzünde sıkıntılı bir ifade belirdi, "Yine kimin peşinden gittin kızım?" diye fısıldadı. Derin nefes verip arkasını döndü. Eve girerken ardından hem bahçenin hemde evin kapısını açık bıraktı. Kızı döndüğü anda eve girebilecekti. Şehirden uzak ufak bir kasabayı andırıyordu burası, ülkenin en ücra köşelerinden biriydi. Sadece iki küçük sokaktan oluşuyordu. Ağaçların bol olduğu bir yerdi. Bahçeler ve evler çitlerle birbirinden ayrılmıştı. İnsan sayısı oldukça azdı, en büyük nedeni eğitim sıkıntısıydı. Semtteki tek okul her daim öğretmensiz ve derssizdi. Çocuklarının iyi eğitim almasını isteyen her aile, imkanlar dahilinde ya taşınıyor ya da okul dönemlerinde geçici olarak başka yere göç etmek zorunda kalıyordu. Özellikle kış mevsimleri oldukça sakin olurdu, çocuk sesi pek duyulmaz, olanlar da en fazla dördüncü sınıfa gider yaşta olurdu. Yaz mevsimleri ise kışın aksine cıvıl cıvıldı, semt sakinleri tatili fırsat bilip soluğu burada alırdı. Sokaklarda karşılıklı iki kaldırımın ortasında bir yol bulunurdu, fakat geçen araç sayısı da sınırlı olurdu. Bu küçük semtte insanların arabaya ihtiyacı pek olmazdı. Zeynep de bu iki sokağın daimi sakinlerinden biriydi. Yaz kış fark etmez her zaman burada olurdu. Şehirleri pek bilmezdi, dışa çıktığı da hiç olmazdı. Büyük yerler onu her daim ürkütürdü, yeşil mahkumiyetini zorlardı. ..... Öte sokakta bir evin içerisinden bir haykırış duyuluyor, öfkeli genç bir adamın sesi boş evin içerisinde yankılanıyordu. 26 yaşında genç bir öğretmendi, mesleğinin ilk günlerinde birçok zorlukla baş etmek sorunda kalmıştı. "Ne demek araçta sorun çıktı!?" diye gürledi, kulağında telefonu vardı, parmaklarının arasında sıkı sıkı tutmuştu. Olduğu yerde gidip geliyor, eliyle ensesini sertçe ovuyordu. En heyecanlı günü aksiliklerle geçmiş, bu yabancı yerde daha ilk günden bir çok sorunla karşı karşıya kalmıştı. Önce yolculuk yaptığı otobüs ufak bir arıza yaşamış, yolculuğu bir kaç saat daha uzun sürmüştü. Sonra tuttuğu ev, ev sahibinin son anda vazgeçmesiyle başkasına verilmişti. Şimdi de eşyalarını getirttiği kamyon yolda mahsur kalmıştı. Uğraş ve çabalar sonucu apar topar bir ev bulsa da aracın sorunu hala hallolmamıştı. Taze bir öğretmendi, girdiği sınavda iyi bir derece yapmış, heyecanla verdiği yanlış tercihle de ilk görev yeri burası olmuştu. Hiç bilmediği bir şehrin bilmediği ufacık bir semtindeydi. "Yarın sabah ilk dersim olacak! Ama siz bana eşyaları iki güne anca getirebileceğinizi söylüyorsunuz!!" Derin derin soluk alıyor, telefonun ucundaki yük aracının şoförünü biraz daha erken getirmesi için ikna etmeye çalışıyordu. "Tamam, tamam halledeceğim ama çaresini bulun" dedi sakinleşmeye çalışarak. Yük şoförü, elinden geleni yapacağını söyleyip onu ikna yeteneğiyle biraz da olsa yumuşatmayı başarmıştı. Genç adam telefonu kulağından indirdi, derin nefes alıp bulunduğu yere baktı. İki odası olan ufak bir evdi, tek katlıydı. Küçük bir bahçesi vardı. Bakışlarını evin içerisinde gezdirdi, oturacak bir köşe aradı. Ev betondu ve tamamen boştu. Elini yavaşça saçlarının önünden geçirdi, kolundaki saate baktı. Sabah vakitleriydi, saatler süren bir yolculuk sonrası buraya varabilmişti. Gözleri yorgundu, önce bir duşa sonra annesinin daha şimdiden özlediği yemeklerini yemeye ve uzun uzun uyumaya ihtiyacı vardı fakat şu an bunların hiçbirini yapabilecek şart ve imkan yoktu. Sıcak su yoktu, annesi artık çok uzaktaydı ve uyuyabileceği yatağı yoldaki aracın içerisindeydi. Sıkıntıyla ofladı, planları kesinlikle böyle değildi. Yük kamyonuyla aynı anda evinde olacak, eşyaları düzenlemeyi bir köşeye bırakıp önce annesinin kavanozlara ve dondurarak hazırladığı yiyeceklerden yiyecek, sonra rahatlatıcı bir duş sonrası okuluna ilk kez gidip eksik evraklarını teslim edecek sonra da eve dönüp tüm gün uyuyacaktı. Üst üste gelen aksilikler, mesleğinin ilk gün heyecanına engel olmuş, onu sadece sıkıntılarıyla başbaşa bırakmıştı. Ensesini sertçe ovdu. Uzun bir yolculuk geçirmişti, kendine gelebilmesi için kesinlikle bir duş alması gerekiyordu. Derin nefes alıp banyoya ilerledi, ufak bir duşluktu. Musluğun başlığını kaldırıp sıcak su tarafına çevirdi, bir yandan da hayal kırıklığına uğramamayı diliyordu. Elini suyun altına bıraktı, bekledi. Bekledi, hissettiği tek su soğuk olandı. Yarın okuldan çıktığı gibi evin doğalgazının da bırakılması için başvuru yapması gerekiyordu. Geriye çekildi, gözlerini kapatıp açtı. Aklına gelen şeyi yapmaktan başka çaresi yoktu, bu şekilde okula gitmesi mümkün değildi. Hızla arkasını dönüp yeniden boş odalardan birine girdi. Kendiyle evrak çantası dışında, annesinin hazırladığı el valizini de getirmişti. Fermuarı çekti, küçük bir şampuan kutusu çıkardı, seyahatlerde daima yanında taşımanın ayrıcalığını yaşıyordu. Valizi biraz daha karıştırdı, bir banyo havlusu gördü. Genç adamın karşı çıkışına rağmen annesi, bir takım giysi, bir banyo seti ve bir pijama takımı da yerleştirmişti. Defalarca gerek olmadığını söyleyen oğluna rağmen valizi eline sıkıştırmış, çıkabilecek bir aksiliğe karşı tedbirli olmak gerektiğini söylemişti. Aslan tebessüm ederek önce havluyu sonra da şampuanı çıkardı, şaşkın ve minnet doluydu, anneler nasıl her seferinde haklı çıkmayı başarıyordu. Siyah bir kot pantolon ve yeşil bir tişört vardı içinde, özenle katlanmıştı. Gözlerini kısıp tişörtün rengine baktı, çanta hazırlanırken annesine özellikle 'yeşil' istemediğini söylemiş, annesi de her defasında olduğu gibi kendi bildiğini yapıp oğlunun esmer tenine en çok yakıştırdığı rengi yerleştirmişti. .... Üç odası olan ufak bir evdi Esma Nine'ninki. Mutfak kare bir kutu şeklindeydi, oldukça da küçüktü. İçerisine, iki kişilik yemek masası da zar zor sığdırılmıştı. Yıllar önce vefat eden eşinden ona geriye bu evle birlikte kalan bir emekli maaşı da vardı, yaşadığı küçük semtte ihtiyaçlarını eksiksiz gidermesi için yeterli oluyordu. Üç çocuğu vardı, biri kız ikisi de erkekti. Ayaklarının üzerinde duracak yaşa geldikleri gibi buradan taşınıp büyük bir şehirde yuva kurmuşlardı. Annelerini bu evden ayırmaya kimsenin gücü yetmemişti. Esma Nine en güzel günlerinin geçtiği, hayat arkadaşının izlerinin olduğu bu evi bırakamamış, yalnız bir yaşamı seçmişti. Kocasının ölümünün üçüncü yılında ise hayat ona küçük ve yaralı bir kuş olan Zeynep'i hediye etmişti. Zeynep 7 yaşında terk edilen küçük bir çocuktu. Kalabalık bir meydanda, dondurma alacağını söyleyip giden annesini hiç kıpırdamadan beklediğinde, onu bir daha göremeyeceğini hiç düşünmemişti. Yüzlerce insanın gelip geçtiği meydanda, küçük bir kız çocuğu saatlerce yapayalnız beklemiş, annesinin üzerindeki yeşil kazağı kalabalığın arasında yeniden görmeyi ümit etmişti. İnsanların azaldığı, korkuyu hissetmeye başladığı bir anda küçük kızın gözleri parıldamıştı. Annesinin yeşil kazağını sonunda görebilmenin heyecanını yaşıyordu. Sırtını görebildiği kadını bir gölge gibi takip etmiş, yüzünü gördüğünde de büyük bir hayal kırıklığıyla adımlarını durdurup, hıçkırıklarla 'Annem değilsin' deyip ağlamıştı. Esma Nine giydiği kazağın ona böylesine bir hediye vereceğini hiç tahmin etmemişti, çocuklarının zoruyla yapayalnız geldiği bu büyük şehirden, yanına küçük kızı da alarak bir süre sonra ayrılmıştı. O günden bu yana ikisi birbirine arkadaş, sırdaş ve aile olmuştu. Yıllardır bir geceyi bile ayrı geçirmemişlerdi, 7 yaşında hayatına giren bu kız bu günlerde 22 yaşına basmıştı. Esma Nine'nin ikinci kızı, dördüncü çocuğu, dayanağı olmuştu. Kahvaltı masasının önündeydi yaşlı kadın, zorlukla taşıdığı çaydanlığı masanın üzerine bıraktı. Bakışları mutfağın ufak penceresinden bahçeye kaydı, genç kız hala geri dönmemişti. Derin nefes aldı, mutfaktan çıkıp bahçeye geçti. Gözlerini sokağın içerisinde gezdirdi, endişe doluydu. "Zeyno neredesin?" diye fısıldadı. Kafasını sağa çevirdi, ufak bir erkek çocuk gördü. Karşı komşunun oğluydu, dokuz yaşındaydı. "Eray!" Çocuğun gözleri ona döndü, tebessüm ederek yanına koştu. "Oğlum, Zeyno'yu gördün mü?" Eray'ın yeşil gözleri parıldıyordu, kollarının arasında ufak bir top tutmuştu. Ufak kısık bakışları vardı, mavi bir tişört ve bir kot pantolon giymişti. Yüzünde koca bir gülümseme oluştu, kafasını iki yana salladı, "Yine bir yeşilin izinden gitmiştir Esma Nine, merak etme" dedi, kendinden emin bir tavrı vardı. Kadın gözlerini sokağın sol köşesine çevirdi, alt dudağını yavaşça ısırdı. "Şimdiye dönmesi gerekiyordu." Dedi endişeyle. Kızının özelikle sabah vakitlerinde, sessizliğin olduğu anlarda evden uzaklaşması oldukça çok endişelendiriyordu. Bahçe kapısını geçip kaldırıma çıktı. İlerlemek adına tek adım attığında gözleri sokak başına kaydı, genç kız göründü. "Zeyno!" dedi Esma Nine aldığı rahatlayıcı bir solukla. Genç kız ağır ağır yaklaşıyordu, kafası yerdeydi. Üzerinde önü düğmeli ve yakalı pudra renk bir pijama takımı vardı, ayaklarına parmak arası bir terlik geçirmişti. Uzun saçları omuzlarına iki yandan uzanıyor, kahverengi gözleri koca bir hayal kırıklığı barındırıyordu. Yine takip ettiği bir iz boşa çıkmış, ona annesini verememişti. Esma Nine'nin yüzü asıldı, kızının gözlerinde gördüğü ifade her defasında üzüyordu. Kızı yine bir renge umut bağlamış ve çaresizce geri dönmek zorunda kalmıştı. Önünde durup kırışmış elini yavaşça yüzüne bıraktı, yanağını şevkatle okşadı, "Seni çok merak ettim" dedi, Zeynep omuz silkti. Bakışları donuk ve hissizdi. Annesini 15 yıldır hiç bulamamıştı. Tek kelime bile edemeyip sollayarak eve girdi. Bir robot edasında mutfağa geçip çaydanlığı eline aldı, iki bardağı dikkatle doldurup oturdu. Esma Nine sessizlikle karşısına oturdu, çayından bir yudum alıp ona baktı. "Kapıyı açık bırakmışsın kızım, kedi evi dağıtmış" dedi, Zeynep'in gözleri endişeyle büyüdü. Aklında sadece kedisine bir zarar gelmiş olma endişesi yer aldı. "Boncuk!" Hızla ayağa kalkıp bahçeye koştu. Etrafı dikkatle inceledi, bahçenin bir köşesinde duran minik kediyi gördü. Tebessümle eğildi, ellerini uzatınca kedi bekliyormuşçasına yanına yaklaştı. Genç kız sıkı sıkı sarmalayıp kucağına aldı. Dikkatle inceleyip elini şevkatle tüylerinin üzerinde gezdirdi. Ufak bir soluk aldı, gözleri dolmuştu. "Yine.. bulamadım" dedi en büyük dert ortağına. Yine bir yeşile hipnoz olmuş, yine delice takip etmiş ve yine eve boş dönmüştü. Bu ufak semtte küçüğünden büyüğüne herkes bu durumun içindeydi, kabullenmişti. Kimsenin ona müdahalesi olmaz, her daim korumaya gayret ederlerdi. Kızın geçmişi, onu herkesin sıkı sıkı sarma, kucaklama sebeplerinden biriydi. O sadece Esma Nine'nin değil, tüm komşuların, sokak başındaki bakkalın, manavın, sağlık ocağındaki doktor ve hemşirenin ve okuldaki müdürün de kızıydı. O, bu sokağın yeri geldiğinde yardım severliğiyle, yeri geldiğinde hüznüyle, yeri geldiğinde neşesiyle ve yeri geldiğinde de çılgınlığıyla anılan Zeyno'suydu. Zeynep değildi kesinlikle o, Zeyno'ydu. .... "Zeyno!!" diye bir ses yankılandı, genç kız kulağına ulaştığı anda ayağa kalktı. Evdeydi, hızla kafasını pencereden çıkardı. Semtin tüm çocukları kapıda toplanmıştı, öğretmensizliğin getirdiği özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı. Ellerinde bir futbol topu vardı. "Bir eksiğimiz var" dedi çocuklardan biri. Zeynep tebessüm ederek kafasını olumlu anlamda salladı, bunun ne demek olduğunu herkes biliyordu. Çocuklar yapacakları futbol için eksik oyuncunun yerine geçmesini istiyordu. Hızla ayağa kalkıp kapıya yaklaştı, Esma Nine'nin gözleri ona döndü. "Nereye kızım?" Genç kız yaklaşıp yanağına bir öpücük kondurdu, "Maça!" Yaşlı kadın yüzündeki tebessümle kafasını onaylar anlamında salladı, "Dikkat et!" diye seslenişine rağmen onu duymadan koşarak çıkışını izledi. .... "Gol!!" diye haykırdı genç kız, sesi bulundukları sokağın her köşesinde yankılanıyordu. Maçın son golünü de atarak takımına zaferi getirmişti. Karşı takımın somurtan çocuklarına rağmen onun takımı yanına koşmaya başladı. İki çocuk ise sokağın iki köşesinde tedbirle nöbet tutuyordu, genç kızın dahil olduğu her oyunda olduğu gibi gelip geçenin üzerinde yeşil olup olmadığını kontrol ediyorlardı. Zeyno'nun gördüğü anda her şeyi yarım bırakıp arkasından gitmeye başlayacağını biliyorlardı. Maçın bitmesiyle nöbetçi çocuklar da koşarak genç kıza sarıldı, ona şampiyonluğu getiren kişiydi. Nefes nefese kaldırımın köşesine oturdu çocuklar, yan yana. Zeynep de tam ortalarındaydı. Tam arkalarında bulunan evin kapısı açıldı. Maçta yer alan çocuklardan birinin annesiydi, elinde koca bir tepsi kurabiye vardı. "Kimler kurabiye istiyor?" diye sordu tebessümle. Genç kız kafasını geriye çevirdi, orta yaşlarda bir kadındı. Daha birkaç gün önce ufak bir rahatsızlık geçirmiş, tüm semti endişelendirmişti. Zeynep hatırlayıp hızla ayağa kalktı, tepsiyi elinden aldı. Yorulmasını kesinlikle istemiyordu, "harika görünüyorlar" dedi, kadının gözleri şevkate büründü. Bu kızın yardımseverliğini ve yakınlığını seviyordu. "Afiyet olsun kızım" Tepsiyi çocukların önüne bıraktı, tıpkı onlar gibi afiyetle yemeye eşlik etti. .... Gecenin bir vaktiydi, Zeynep tek başınaydı. Yatağın kenarına oturmuştu, ufak bir odaydı. Dikdörtgen şeklinde ve sadeydi. İçerisinde sadece tek kişilik bir baza, bir boy aynası ve bir gardrop vardı. Her şeyi tamamen beyaz renkti. Yatağının sağ köşesinde bir pencere vardı, bahçeye bakıyordu. Genç kızın gözleri oraya yoğunlaşmıştı, karanlığı aydınlatan sokak ışığının bıraktığı loş görüntüyü izliyordu. Geceleri pek uyuyamıyordu. Kendiyle yüzleştiği, geçmişinin çöktüğü ve tebessümünün içinde gizlediği hüznü hep böyle anlarda gün yüzüne çıkıyordu. Zihnini meşgul eden düşünceler gözlerini kırpmasına kesinlikle müsaade vermiyordu. Gecenin karanlığı ve sessizliği kalbindeki fırtınaları şiddetle estiriyordu. Bu anlarda tek bir sığınağı vardı, 15 yıllık kabusunun tek güzelliğiydi. Yavaşça ayağa kalktı, ışıkları açmadan odasından çıktı. Tam karşısında başka bir kapı vardı, ağır adımlarla yaklaşıp önünde durdu. Derin nefes alıp kapıyı yavaşça açtı, gözleri içeriye yoğunlaştı. Esma Nine çift kişilik eski biz bazadaydı, bir köşesine kıvrılmış uyuyordu. Her daim tetikte bekleyendi. Ufak bir seste bile gözlerini telaşla aralayıp kızına koşuyordu. Gözlerini hızla araladı. Uykulu bakışları kızının gözleriyle buluştu. Endişesini gizlemeye gayret ederek yüzünde ufak bir tebessüm oluşturdu. Sessizce yatağın sağına kayıp bir elini yavaşça ritmik bir şekilde yavaşça vurdu. Zeynep'in yüzünde tebessüm belirdi, adımlarını hızlandırıp içeri girdi. Ninesinin açtığı boşluğa yatıp bakışlarını ona döndü. Yanağında kırışmış güçlü bir el hissetti, uykulu gözleriyle şevkatle okşuyordu. "Buradayım kızım.. hep de olacağım. Hiçbir şeyi düşünme ve kapat güzel gözlerini" Genç kızın gözleri anında dolu dolu oldu. Her anda sıcaklığını, şevketini hissettiren bu kadının varlığına binlerce şükür etti. En büyük gücü, yaşama tutunma nedeniydi. Kafasını yavaşça olumlu anlamda salladı, tek elini avuçlarının arasında sıkarak gözlerini yumdu. Onun sıcaklığında biraz da olsa uyuyabilecekti. ... Gözlerini sabahın ilk ışıklarıyla araladı Zeynep, yüzüne pencereden yakıcı güneş vuruyordu. Bakışını ninesine çevirdi, derin bir uykudaydı. Uyandırmamaya gayret ederek ayaklarını yataktan indirip kalktı. Odanın kapısını sessizce örttü, gözleri bahçeye kaydı. Daralıyor, nefessiz kalıyor, günün ilk ışıklarında temiz havayı içine çekmeden güne başlayamıyordu. Dış kapıyı yavaşça aralayıp önünde duran terliklerini ayaklarına geçirdi. Hızlı hızlı yürüyordu, bir an önce dışarı çıkıp kaldırımda oturmalıydı. Kapıları açık bırakıp bahçeden çıktı, önündeki kaldırımın kenarına oturdu. Oldukça erken vakitlerdi, okula giden birkaç öğrenci dışında hiçkimse bu saatlerde dışarıda olmuyordu. En çok bu sessizliği severdi, hem sessiz hem temiz hemde serindi. Elinde ufak bir taş vardı, siyah renkti. Bakışlarını gökyüzüne çevirip derin derin soluk aldı. Bakışlarını yavaşça yere eğip parmaklarının arasında sıkı sıkı tuttuğu taş ile yere şekiller çizmeye başladı. Derin düşüncelerde boğuluyordu. Dün gece yine rüyasında 15 yıl öncesini görmüştü. Annesiyle elele dondurma yemek için çıkıyor, bir daha onu göremiyordu. Annesinin yüzü geçen her gün de biraz biraz silinerek yok olmuş, zihnine sadece bir renk bırakmıştı. Artık ona dair hatırladığı tek şey, terk ettiği günde üzerine giydiği yeşildi. Ufak bir soluk aldı, elinde sıkıca tuttuğu taşın çizdiği şekillere baktı. Hepsi gelişigüzel çizilen sonsuzluk şekliydi. Zihnini oyalayan, kalbine nefes olan şekiller bunca yıl da ona sabrı öğreten tek uğraştı. Yere eğdiği kafası, saçlarının yüzünü kapatmasına sebep olmuştu. Bomboş bir sokakta, sabahın oldukça erken vaktinde, düşüncelerle boğuştuğu o anda bir ses ulaştı kulağına. "Merhaba" nefes nefese ve tereddütlü bir tondu. Bir adamın sesiydi, yüzü asıldı. Bu tonu da bu sesi de hiç bilmiyordu. Ürkek gözlerini yavaşça kaldırdı, bakışları tek bir şeye yoğunlaştı. Önündeki genç adamın ne seyrek de olsa kirli sakalları olan yüzünü, ne kömür karası gözlerini ne de sesini algılayabildi. Dikkatinin yoğunlaştığı tek şey bir renkti, genç adamın üzerindeki yeşil tişört. Zihni geçmişe anında yolculuğa çıktı, annesinin meydandaki yeşilliğini anımsadı, yüzünde anında tebessüm belirdi. Üzerinde siyah bir kot pantolon ve koyu yeşil bir tişört vardı, çapraz siyah bir evrak çantası omzuna asılıydı. Gözlerini kamaştıran güneşe, adamın yabancı oluşuna, kusursuzluğuna, omzuna asılı siyah evrak çantasına rağmen tebessümün sebebi yeşildi. "Okula gidebileceğim kısa bir yol var mı?" Sesinde telaş vardı, okula geç kalıyordu. Anlam vermeyen bakışları semtte gördüğü ilk kişinin, genç kızın üzerindeydi. Garipti, gördüğü ilk anda adama tebessüm etmişti. Umursamamaya çalıştı, kolundaki saate sıkıntıyla baktı. Dersin başlamasına çok az zaman kalmıştı, ilk günden yetişeneyecekti. "Bilmiyor musun?" Diye ekledi. Derin bir nefes alıp umudunu kesti, kızın tek kelime etmeye bile niyeti yoktu. Kendi çaresine bakmalıydı. Arkasını döndü, genç kızın gözleri delice büyüdü. Gitmesine, yeşilin kaybolmasına izin veremezdi. Elindeki taşı hipnoz olmuşçasına yere bırakıp hızla kafasını iki yana salladı. İzin kaybolmasına müsaade edemezdi. Arkasından gitmeliydi. Aslan telaşlıydı, daha dün evrak teslimi için gittiği okulu şimdi neden bulamıyordu? Bu semte geldiği andan beri neden işleri hep ters gidiyordu? Adımları oldukça hızlıydı, dümdüz ilerliyordu, üç ayrı yolun olduğu bir yerde durdu. Derin nefes alıp seçmeye çalışırken geride bir nefes hissetti. Yolu sorabileceği birini görebilmenin heyecanıyla kafasını hızla geriye çevirince genç kızı gördü. Bu, az önce okulu sorduğu, hiç cevap alamadığı kızdı. Yüzünde şaşkınlık oluştu, "Aynı yere mi gidiyoruz?" diye sordu, Zeynep umursamazca omuz silkti. Cevap vermeye bile gerek duymuyordu. Anlam veremeyen ifadeyle bakışını yeniden önündeki üç yola çevirdi genç adam. Biri ön, biri sağ, biride soldaydı. Bakışını, şansını bir daha denemek adıma geriye çevirdi, gözleri genç kızın kahverengi gözleriyle buluştu. "Hangi yol okula daha yakın?" Zeynep kafasını hızla iki yana salladı, ona yardımcı olmayı kesinlikle düşünmüyordu. Ninesinin onu koruma yolunda kesin kurallarından biriydi, takip ettiği kişilerle asla tek kelime etmemeliydi. 1-Takip ettiğin kişilerin isteklerini kesinlikle yapma, Derin bir soluk aldı Aslan, sabır dileyip soldaki yolu seçti, kafasını attığı adımla geriye çevirdi, genç kızı yine gördü. Sessizce arkasından geliyordu, anlam vermeye çalıştı. Onu mu takip ediyordu, aynı yere mi gidiyorlardı? Bir şeyler söylemek, sormak istedi, anında vazgeçti. Ağzından tek kelime bile duramıyor, kız onu umursamıyordu. Adımlarını hızlandırıp yavaşça geriye baktı, Zeynep de hızlandırdı. Gözleri büyüdü genç adamın, düşündüğü şeyde emin olmak istiyordu. Aynı yere gitmiyorlardı, garip bir şekilde onu takip ediyordu. Adımlarını yavaşlattı, genç kız da yavaşlattı. Bakışlarını geriye çevirdi. Yaklaşmak için tek adım attı, genç kız endişeyle geri geri gitti. "Sen beni mi takip ediyorsun?" diye sordu, anlam vermeye çalışarak. Genç kızın yüzünde ufak bir tebessüm belirdi. Gözlerini yeşile çevirip kafasını olumlu anlamda salladı. Yüzünde koca bir şaşkınlık oluştu genç adamın, anlam vermeye çalışıyordu. Neden yabancı bir adamı takip ediyordu ki? "Neden?" Zeynep tek kelime etmedi, gözleri sadece yeşildeydi. Sessiz sessiz soluk alıp bekliyor, kaybolmasından endişe duyuyordu. Bir ses duyuldu o sırada, genç adamın telefonunun ziliydi. Hızla pantolonun yan cebinden çıkarıp ekrana baktı, gözleri endişeyle büyüdü, okulun müdürü arıyordu. "Alo" Müdür'ün yüzünde tebessüm oluştu. Bu semte gelen her öğretmen bu sorunu ilk günlerde yaşıyordu, bir labirent gibiydi. "Neredesin şu an?" Telefonu kulağından indirip genç kızın yanından sollayarak geçti. Yeniden üç yolun başına gelip sağdaki yola girdi, kafasını merakla geriye çevirdi, genç kızı yeniden gördü. Hala arkasından geliyordu. Derin nefes aldı, umursamaya gayret etse de yapamıyordu. Dümdüz gittiği yolda her birkaç adımda arkasına bakıp kontrol ediyordu, bu kız attığı her adıma karşılık adım atmaya devam ediyordu. Gözleri okulun tabelasını gördüğü anda rahatlıkla parıldadı, rahatlayıcı bir nefes alıp genç kıza döndü. "İçeri de mi geleceksin?" Zeynep kafasını hızla iki yana salladı, Esma Nine'nin yasaklarından bir diğerini hatırladı, takip ettiği kişileri sadece kapıya kadar izleyebilirdi. Aslan derin bir soluk alıp bahçeden içeri girdi, uzaklaşmak adına attığı her adımda da geriye bakıp kızı kontrol ediyordu. Genç kız okul binasına girdiğini gördüğü anda arkasını dönüp uzaklaştı. Okulun bahçesinde adımlarını durdurdu, iki kattan oluşan ufak bir binaydı. Bir okuldan çok eski bir evi andırıyordu. İçerisinde sadece iki sınıf bulunuyordu. İki öğretmeni vardı, birisi de ayrıca okulun müdürüydü de. Ülkenin en ücra köşelerinden biri olduğu için öğretmenler pek tercih etmezdi, gelenler de ilk fırsatta geri giderdi. Öğrencisi de oldukça azdı, bu semtte eğitim sadece ilkokul düzeyinde verilirdi. İki ayrı ders olurdu, birinci ve ikinci sınıflar aynı derslikte, üçüncü ve dördüncü sınıflarda diğer derslikte olurdu. Genç adamın atandığı ise üç ve dörtlerin oluşturduğu karma sınıftı. Şikayeti yoktu, ülkenin veya dünyanın hangi köşesi bile olsa görevini en güzeliyle yerine getirecek, çocukları en iyi şekilde eğitecekti. Binaya ağır adımlarla yürüdü, önünde birkaç basamak vardı. En ucunda okulun müdürlük görevini de yerine getiren Emrah öğretmen duruyordu. Orta yaşlarda bir adamdı, yıllardır burayı bırakamayan öğretmenlerden biriydi. "Hoşgeldin okuluna" dedi tebessüm ederek genç adama, bu duruma yıllardır alışkındı. İlk gün heyecanıyla öğretmenler oldukça mutlu gelir fakat zaman geçtikçe semtteki kısıtlı imkanlarla baş etmeye başlayıp şikayet ederlerdi. Aslan kafasını onaylar anlamında salladı, yüzünde tebessüm vardı. Her şeye, gelirken yaşadığı zorluklara rağmen sonunda hayalinin, mesleğinin içerisindeydi. "Hoş buldum" dedi, dün evrak teslimine gelirken endişe doluydu. Okulda tek öğretmenin müdür olduğunu öğrendiğinde de endişeye kapılmıştı, zihninde hep sert bir adam yer almıştı. Fakat yanıldığını gözgöze geldiği anda anlamıştı. Müdür cana yakın, sıcak kanlı bir adamdı. "Hadi bakalım, çocukların seni bekliyor" Eliyle kapıyı işaret etti, birkaç haftadır okulda öğretmen eksikliği vardı, yeni öğretmenin geliş haberi tüm çocukları oldukça mutlu etmişti. Heyecanla, uyandıkları anda soluğu okulda almış, bekliyorlardı. Kafasını onaylar anlamında sallayıp binaya girdi genç adam, karşılıklı iki kapı vardı. Gözleri Emrah Öğretmenle buluştu, sağdakini işaret ettiğini gördü. Heyecanla arkasını dönüp yaklaştı, kapıyı derin derin nefes sonrası açtığında içeriden alkış sesleri yükseldi. Ufak sınıfın içerisinde toplam 10 öğrenci vardı, gözleri öğretmene kavuşmanın heyecanıyla parıldıyordu. Hepsi bugün ayrı bir özenle hazırlanıp giyinmişti, "Merhaba" diyebildi genç adam heyecanlı kısık bir tonda. "Hoşgeldiniz Öğretmenim!" diye hep bir ağızdan sesler yükseldi. Genç adamın tüm heyecanı yok olup uçtu, çocukların gözlerindeki heyecan ona bu mesleğin kutsallığını bir kez daha hatırlattı. Kafasını olumlu anlamda sallayıp kendisi için ayrılan öğretmen masasına oturdu. Sınıf oldukça bakımsız, sıra ve masalar da eskiydi. Tıpkı okulun her köşesinde olduğu gibi buranın da boyası eskimiş, silinmişti. Umursamadı, onun için önemli olan şu an karşısında bir şeyler öğrenebilmek için bekleyen on çift gözdü, gerisi bir şekilde halledilirdi. .... Okul çıkışıydı, tüm öğrenciler ilk güne rağmen zili duydukları gibi koştura koştura çıkış yapmıştı. Aslan mutluydu, öğrencileriyle hayalini kurduğu gibi güzel bir gün geçirmişti, bugün ders değil daha çok oyun ve aktivite ağırlıklı saatler geçirmişti. Tüm çocuklar yeni öğretmeni çok sevmiş, yarın sabah yeniden gelmenin heyecanıyla evlerine gitmişlerdi. Aslan masasının üzerindeki notları çantasına yerleştirip boynundan geçirdi, çapraz bir şekilde omzuna taktı. Okulun kapısından çıktı, evine yürürken de en kısa yolu öğrenmenin zaferini yaşıyordu. Bundan sonra kimseye sormasına gerek yoktu, doğrusu sorduğunda da hiç cevap alamamıştı. Semt mi, o kız mı garipti, yakında çözecekti. Gözlerini kısıp anlam vermeye çalıştı, sabahki kız kimdi, neden bir yabancının izinden gidiyordu? Omuz silkti, kafasını onunla daha fazla meşgul etmemeliydi. Okuluna gelmiş, öğrencileriyle tanışmıştı, mutluydu. Yürüdüğü düz yolun sonuna vardı, sola döndü. Gözleri istemsizce genç kızı sabah gördüğü kaldırıma kaldırıma kaydı, orada değildi. Rahatlıkla yürümeye başladı, etrafına bakmamaya çalışıyordu. Kaldırıma yaklaştığında istem dışı adımlarını hızlandırdı, onunla yine karşı karşıya kalmak istemiyordu. Bakışını kızın bulunduğu kaldırımın aksine sola çevirdi, yeni çevresini keşfetmeye çalışıyordu. Artık buranın bir sakiniydi. Yüzünde tebessüm, kalbinde heyecan vardı. Artık bir öğrenci değil bir öğretmendi, bu çok gururluydu. Kızın sokağının orta yerinde durdu, sağ tarafında kendi evinin olduğu sokağa çıkabilecek küçük bir yol vardı, zaten bu semtte iki ayrı sokak bulunuyordu sadece. Birbirinin benzeri olan evlere rağmen çok yakında burayı tamamen öğrenecekti. Kafasını yavaşça yere eğdi, keyifle attığı adımlarını izliyordu. Bakışını yavaşça kaldırdığında, karşısında bir çift göz belirdi. Komşulardan birinin bahçesindeydi Zeynep, yeşili gördüğü anda soluk soluğa dışarı çıkıp adama yaklaşmıştı. Derin derin nefes alıyordu, yetişemeyeceği için ne çok korkmuştu. Açık saçları yüzüne dağılmış, yüzü ona yetişmenin zaferini yaşıyordu. Genç adam şaşkındı, görünmemek için öylesine dikkat etmesine rağmen yeniden karşısındaydı bu kız. Umursamamaya gayret etti, sollamak istedi, genç kız da anında eşlik etti. Derin nefes aldı Aslan, arkasını döndü. Tek adım atıp kafasını yavaşça geriye çevirdi, kızı gördü, yine arkasındaydı. Ağır ağır yürüyüp yeniden döndü, gözleri yeniden onunla buluştu. Attığı her adımda da genç kızın soluklarını ve adımlarını hissediyordu. Kafasını yavaşça iki yana salladı. Böyle olmayacaktı, bu kız her defasında onu böyle bir gölge gibi takip mi edecekti? Gözlerini kısıp aklına gelen şeyi yapmamak için dirense de dayanamadı, en iyisi son hızıyla koşup evini öğrenmesine müsaade etmeden gözden kaybolmalıydı. Sessizce üçten geriye sayıp 1 dediği anda koşmaya başladı. Zeynep'in gözleri şaşkınlıkla büyüdü, tüm gücüyle tıpkı onun gibi koşmaya başladı. Gözden kaybolmasına müsaade edemezdi. Sadece saniyeler içerisinde semtin sokaklarında genç bir adamın önde, genç bir kızın da arkada olduğu kovalamaca görüldü. ... Oy ve yorumları eksik etmeyelim. ❤️😘 |
0% |