@mmsyazar
|
Gökler, aylardır gizledikleri güneşi açık etme kararı almışlardı. Üzgün yüzlerce bulut artık mutlu bir şekilde ortadan kayboldular. O beklenen sıcak hava sonunda gelmişti. Yeryüzü halen daha baskıcı karlarla dolu olsa da yüzünü gösteren güneşi selamlamayı unutmuyordu. O da üzgündü bunu biliyordu. Ama onun saltanatını yıkan ünlü kara bulutlar ona son bir kez şans tanımışlardı. Bu şansı iyi kullanmak onun eliydi. Ne yaparsa yapsın eskisi gibi ısıtmıyordu. O da küsmüştü yeryüzüne. Bir canlanma olsun istedi ama bir hareketlenme dahi olmuyordu.
Bir günlüğüne müsaade alan güneş kendini tam anlamıyla Orta Kıta'ya gösterememişti. "Ben buradayım" dese de kimse onu dinlemiyordu. Savaş açacak zamanı da yoktu, bir daha böyle bir şans eline geçemeyecekti onu da biliyordu. Aradan aylar geçmişti, sayısız günler uzun zamandır görmeyen herkes onu unutmuştu. Bunun bilincine varacak kadar yaşlıydı koca güneş. Orta Kıta'nın orta bölümüne henüz kuzey bölümü kadar kar yağmamıştı. Biraz da oraya yüzünü çevirmeyi denedi. Hiç olmazsa bir umuttu onun için bu hareket. Yüzünü çevirdiği her yerde yaprakları dökmüş onlarca yorgun, yaşlı, üzgün ağaçları gördü. Bu onu derinden etkilemiş olacak ki hemen ışıklarını söndürdü.
Önüne kocaman bir kara bulut geçmişti. Aslında kendini bu sona hazırlamıştı. Aylardır arkada sadece kara bulutları izlemek onu bu sona yavaş yavaş itelemişti. Birden kara bulut önünden geçti. Tekrardan o ulu yüzü Orta Kıta'nın orta bölümüne geldi. Orası henüz kendini kışa bırakmamıştı. Ama Ötüken Ormanı tamamen karlarla örtülüydü. Bunun çoktan geleceğini bilen baykuşlar kendilerini hazırlamışlardı. Akçaçamların uzun bükümlü dallarında hoş vakit geçirip kafalarını her gelen sese çeviriyorlardı. Birden huzurlarını bozan bir şey olmuştu.
Dağ Hanlığına giden uzun, geniş patikadan koşar şekilde gelen bir atın sesi yankılanmaya başladı. Ormanın iç kısımlarında mola veren baykuşların uykusunu bile kaçırmıştı bu durum. Sesi işiten her baykuş patikanın yanındaki uzun Akçaçamların tepesine kondular. Onlara doğru yaklaşıyordu. Atı biraz yorulduğu için yularını bırakmıştı. At artık yavaş adımlarla baykuşların yanından geçmeye başladı. Onu ne zaman görseler tanırlardı. Yine de öyle olmuştu. Aşağıda asil yürüyüşüyle yürümekte olan at bir Tulpar atıydı. Üstünde bir mankurtla önlerinde geçtiler.
Hepsi de dikkatini hiç bozmadan onlara doğru bakıyorlardı. Bazıları ise Kara Bir Tulpar gördükleri zamanki şaşkınlıklarını yinelemişlerdi. Vücudunu örten kıyafetlerinin üzeri ve yüzü kanlar içindeydi. Arkasındaki çift başlı kılıcından halen daha kanlar damlıyordu. Kafasının arka bölümündeki runik harfler o ilerledikçe yavaş yavaş sönüyordu. Kara Tulpar atının da bazı yerleri görünür şekilde kanlarla doluydu. Yüzünü sağa doğru çevirdiğinde onu gören baykuşların bazıları korkup uçmak isterken kafasının üstündeki dala çarpıp yere düştüler. Sol gözünde beyaz bir bant vardı. Sağ gözü işe yeşil renkte parlıyordu.
Sağ elindeki yüzüklerden sadece bir tanesi doluydu. Diğer beşini de kullanmıştı. Sol kolu hafif hafif parlamasını sürdürdü. Sağa doğru kafasını çeviren Mankurt'u gören korkak baykuşlar havalanıp uzaklaştılar. Kanatlarını Ötüken Dağı'na doğru çırparak ilerliyordu. Yükseldiği her katmanda Orta Kıta ve Ak dağ tüm hakimiyetiyle büyülemeye yeterdi. Ötüken dağının etrafında dönerek kanat çırpmasını sürdürdü. Ötüken Dağının kartal tepesinde boyu on beş metreyi bulan beyaz gagalı kartalın yanına kondu. Gözlerinin içi baykuş geldiğinden beri griye çalıyordu.
Tüylerinin hepsi simsiyah bir şekilde esen rüzgârda sallanıyordu. Kafasını Dağ Hanlığına çevirmişti. Hüzünlü hali gözlerden kaçmıyordu. İki gözü de eski rengini aldı. Dağ Hanlığının önündeki kalabalığı izliyordu. Çığlıklarını duyduğu her an kafasını aşağıya doğru eğiyordu. Sur kapısından gelen at arabasının arkasındaki Dağ Han'ın cansız bedenini gördüğü an sağ gözünden yere doğru inci tanesiyle eş değer bir damla düştü. Yuvarlak ve zarar görmeden Ötüken Dağından aşağıya doğru düştü.
Kar kütlerinin içine hızlı bir şekilde inişini bitirdi. Bir süre bekledikten sonra yukarıya yeşil bir elma ağacı fidanı yeşerdi. "Demek ilk seni çağırdılar Ulu Dağ Han'ım." Dedi Kartal donundaki Uluğ Böke Şaman. Kurganın etrafındaki kalabalığın feryat figanları onu derinden sarmıştı. Kartal donunda sadece orya bakıyor ve tüyleri inanılmaz derecede rüzgâra kapılıyordu. Yanında küçücük görünen baykuş yere doğru inmek için kanatlarını açtı ve süzülmeye başladı.
" GÜMMMMM" diye bir ses duyuldu. Orta Kıta'da o sese yakın yerlere ulaşıp tekrar sesin geldiği yere doğru gidiyordu. Sesi işitir işitmez beyaz gagalı kafasını bir anda Orta Kıta'nın güney kısmına çevirdi. Ergenekon Dağından yukarıya doğru kapkara bulutlar kümeler halinde gökyüzüne yayılıyordu. Bir anda elli metreyi bulanan kanatlarını açtı yere doğru süzülüp tekrar yukarıya kalktı. O kanatlarını yer çırptığında Akçaçamların üzerinde keyif yapan karları yerinden edip yeryüzüne düşürüyordu. Hızlı bir şekilde uçmasını sürdürdü. Büyük açıklığına yaklaştığında yerde uzanmış olan Alabörü'yü gördü.
Bir kere gagasını açıp derinden ötmedi onun yerinden kaldırmaya yetti. Evin önünde onun sesinin işittikten sonra koşmaya başladı. Bir adım sonra kırmızı ve on metreyi bulan kanatlarını açtı. Uzun zamandır uçmayan Alabörü kanatlarını açarken biraz zorlandı. Yerde koştuğu esnada açtığı kanatlarıyla yukarıya doğru Uluğ Böke Şaman'ın yanına gelmişti. İkisi birden Adak Ormanının yaprakları dökülmüş ağaçlarının üzerinden uçuyorlardı.
Uluğ böke Şaman her kanatlarını çırptığı da Adak Ormanın Abası yaratıkları kaçacak delik arıyorlardı. Sesleri yukarıya kadar geliyordu. Onu hepsi çok iyi tanıdıkları için koşar adımlarla kaçıyorlardı. Adak ormanın sonuna geldiklerinde Gök Tuna Gölü'nün etrafında beyaz renkleriyle meşhur olan ceylanları gördüler. Ceylanlar kafaları kaldırıp yukarıda süzülen Uluğ Böke Şaman ve Alabörü'ye doğru bakmaya başladılar.
Onların kendilerine doğru geldiklerini gören onlarca ceylan su içmeyi bırakıp koşarak kaçtılar. İkisi de alçarak uçmalarını sürdürdüler. İyice yere yaklaştıklarında beyaz gagalı kartal gölün önünde don değiştirdi. Yere doğru hızlı indikleri için yerde biraz da olsa toz bulutu oluşturdular. Yere doğru ayak basan Uluğ Böke Şaman etrafına bakınmaya başladı. Yanına doğru inen Alabörü kanatlarını ağır bir şekilde kapatıp ulumaya başladı. Uluğ böke şaman sol eliyle onun sırtını sıvazladı.
Karşılarındaki Ak Orman'a doğru bakıyorlardı. Orta Kıta'nın güney kısmına kar daha gelmemişti. Ama Ak ormanın çınar ağaçları bir yıl boyunca beyazdı. Kökleri, yaprakları, gövdesi hatta yerde biten çim dahi bembeyazdı. Adımlarını Ak Ormana doğru atmaya başladı. Ormana yaklaştığı anda burnuna doğru inanılmaz derece pis koku gelmeye başladı. Yanındaki Alabörü bu kokudan rahtız olmuş gibi burnundan değişik sesler çıkartarak yürüyordu. Önündeki ulu beyaz çınarları her gördüğünde şaşırmasını eksik etmiyordu. Ormanın içine doğru girdiklerinde pis koku her yere yayılmıştı. Yere doğru baktığında yerdeki çimlerin bembeyaz şeklinde parladığını gördü. Her yer sanki uzun süredir kar yağmışta artık erimek istemiyor gibiydi.
- "Her yer bembeyaz değil mi kızım?" dedi o kalın sesiyle birlikte Uluğ Böke Şaman. Ve ekledi;
- "T.S'de Gök Diyardan kaçıp gelen Asar Halkı kilinleri de beraberinde getirdiler. Bu orman o zaman yeşildi. Sonra getirdikleri kilinleri öldürüp yiyen yüzlerce İtbarak Gün Hanlığına doğru yol aldılar. Onların öldürdükleri Kilinlerin kanları Ormanı beyaza boyadı. Ormanın her yeri kilinlerin beyaz kanlarıyla donatıldı. O yüzden kutsal ormanlardan biridir. Öyle herkes kafasına göre buraya giremez. Ve çıkamaz. Burayı Tengriçe Umay'ın yarattığı iki kılıcıyla ün salmış Arboğa'lar koruyorlar kızım. Ama onları henüz göremedik.
Ve neden bu kadar pis kokuyor bu orman?" dedi Alabörü'ye doğru tane tane anlatarak Uluğ Böke Şaman. O her konuştuğunda etrafına bakarak yürüyordu Alabörü. Kafasını onun gibi çevirerek yürüyen Uluğ Böke Şaman karşısındaki Ergenekon dağına doğru baktı. Orta ki patikadan bakılınca heybetiyle görünmeye çalışırdı. Kafasını tekrardan önüne doğru eğdi. Sol taraftan yere çok ağır bir şeyin düşmesiyle oluşan gürültüyü duydu. Çok az da olsa sallandılar. Kafasını Alabörü'ye çevirdiğinde O sesin geldiği yöne bakarak dişlerini açtı. Bundan şüphelenen Uluğ Böke Şaman Ak Orman'daki bazı baykuşlarla iletişime geçti.
Gözleri bir anda griye çalarak değişti. Bir açıklıkta çınar ağaçlarının dalında duran baykuşun gözünden bakıyordu. Gördükleri karşısında şaşkınlığa uğrayarak gözlerini asli hale getirdi. Gözlerini açtığında yanında Alabörü yoktu. Hızla sesin geldiği yöne doğru koşuyordu. Koşar adımlarla onu takip etmeye başladı. Her geçtiği beyaz çimlerin üzeri kara bir lekeye bürünüyordu. Bir süre geçtikten sonra çimler hemen ölen çimlerin yerine çıkıyordu. Açıklığa doğru yaklaştığında Alabörü'nün uluması duyuldu. Bu diğer her şeyin üzerinde bir ulumaydı. Ak Orman boyunca yankılandı. Hızla büyük açıklığa yaklaştı. Son ağacı da geçerek Alabörü'yü gördü.
Yerde gördükleri karşısında ikinci kere şaşkınlığa uğramıştı. Karşısında kılıcını çekmiş vaziyette duran göz bandı takan Mankurt, Alabörü'ye doğru bakıyordu. Sol kolu tamamen bembeyaz içinde kalmıştı. Arkasında uzunluğu on metreyi aşan yaşlı bir Yelbeğen kafasını boynundan ayrılmış şekilde ölü olarak yatıyordu. Uluğ Böke Şaman ayaklarına doğru baktı. Kafasını nereye baksa her yerde aynı manzara vardı.
Ondan fazla ölmüş olarak yatan kilin ve yedi tane Arboğa yanlarında kafaları kesilmiş duruyorlardı. Her yer kanlar içinde kalmıştı. Arboğaların koyu kırmızı kanları yerine parlak siyah kanlar yerdeki beyaz çimlerin üzerine fışkırıyordu. Kilinlerin alt kısımları kesilmiş ve iç organları gözüküyordu. Hepsinin kanları siyah bir şekilde akmıştı. Orada bulunmak bile mide bulandırıcı hissi oluşturuyordu. Kokunun nereden geldiği açık ve net bir şekilde karşılarında duruyordu.
- "Kızım sakinleş." Dedi Alabörü'ye doğru sert bir şekilde Uluğ Böke Şaman. Ve ekledi;
- "Evlat, ne arıyorsun burada?" dedi karşısındaki Mankurt'a doğru.
- "Uluğ böke Şaman." Dedi ve kılıcını arkasına kınına sokarken Mankurt. Başını biraz aşağıya doğru eğerek kaldırdı;
- "Mankurt Kalesine doğru gidiyordum. Yüzüklerimin dördünü kullandım. Bir tane kalmıştı. Yukarıdan uçarken at bir anda huysuzlandı. Aşağıya doğru baktığımda Yelbeğenin bunları yediğini gördüm. İner inmez öldürdüm ama bu manzarayı ilk kez görüyorum. Orta Kıta'da Kilin öldürmek yasaktır efendim." Dedi ve ona doğru yürüdü Mankurt. Her geçtiğinde içinde fırtınalar kopuyordu. Biraz önce öldürdüğü Yaşlı Yelbegen'in yediği kilinin yarısı yoktu. Hemen yanlarında hepsinin kafaları kesilmiş şekilde yatan Arboğa'lar doğru baktı.
- "Kilinleri her kim öldürdüyse Arboğa'ları da o öldürmüş. Her yer kapkara kanlarla dolu efendim." Dedi ve Alabörü'ye doğru yürüyerek Mankurt.
- "Kara Şaman ve Ruh kılıcı." Dedi çok sakin ve kendinden emin bir şekilde yere doğru eğilip içi açılmış kiline doğru bakarken Uluğ Böke Şaman. Etrafına bakarak gelen Mankurt bir anda kafasını çevirdi. Şaşkınlığı yüzünden okunabiliyordu. Kafasını bir yukarı kaldırıp tekrar yere doğru eğdi;
- "Nasıl yani.? Anlamadım. Bu mümkün olamaz efendim. Taş Kapı yıllardır kapalı. Tengri Ülgen yaralandığı günden beri yok. Bu dediğiniz imkânsız." Dedi yürümesini durdurup sadece Uluğ Böke Şaman'a doğru bakarak Mankurt.
- "Taş Kapı açılmış olabilir Börübars." Dedi ölmüş kilinin içine elini sokarken Uluğ Böke Şaman. Bunu duyar duymaz sol gözündeki beyaz bandı yukarıya doğru kaldırdı. Gözünün etrafı inanılmaz ölçüde kaşınıyordu. Henüz yirmi yaşındayken Ötüken Ormanına gelmişti. Gökbörü ve Alasığın öldürüp dönecekti. Gökbörüyü öldürdü fakat Alasığın'ın boynuzları onun sol gözünü yerinden çıkarmıştı. Onu yaralı bir şekilde bulan Uluğ Böke Şaman gözünü iyileştirip Mankurt kalesine göndermişti.
- "Bu nasıl olur efendim. Kim?" dedi meraklı bir şekilde Börübars.
- "O kapıyı kısa bir süre tutacak kadim büyüler var evlat. Ama bunu bir kara şaman yapamaz. İçimizden biri olmalı." Dedi ve kalbinin yerinde olmadığını anlayıp kara kanlı elini çekip ayağa kalkan Uluğ Böke Şaman.
- "Neden peki?" dedi halen daha sorularına yanıt bulamayan Börübars.
- "Kara Şamanlar Tengri Erliğ' in kaybolan asasını arıyorlar. Onun için sürekli Kilin öldürüyorlar. Her öldürdükleri kilinlerin kalbini çıkarıp asanın yerini göstermesini umuyorlar. Her kilin kalbi üçgen biçimdeki Erliğ'in asasını gösterir. Ama uzun süredir kilin öldürüyorlar. Demek ki hiçbir yada taşlı kalp asanın yerini göstermedi. Yerde ölü olan kilinlerin kalplerine bak evlat "dedi yanındaki diğer kilinin de kalbine bakarak. İkisi birden yerde yatan kilinlere doğru ellerini soktular. Hiç biri de kalplerini bulamadı. Şaşkınlıkla birbirlerine bakarak kanlı elleriyle ayağa kalktılar.
- "Hepsinin kalpleri alınmış efendim." Dedi kızgın bir suratla Börübars. Sözlerini henüz bitirmeden kafasındaki runik harfler kırmızı şekilde parladı. Bu onun yaşlı bir mankurt olduğunu gösterirdi. Hafif hafif parlamaya başlayan harflerden sonra elini kılıcına götürdü. Uluğ Böke Şaman parlayan runik harfleri gördükten sonra etrafına bakmaya başladı. Arkada bekleyen kara Tulpar hızlı bir şekilde ters yöne koşmaya başladı. Bunu işiten Börübars hızla ona doğru koştu.
Her geçtiği yerde ayaklarından paçalarına doğru kara parlak kanın sıçradığı görülüyordu. Gözleriyle Ak Ormanı'ndaki diğer baykuşlarla iletişime geçti. Gözleri tekrardan griye çalan rengine döndü. Etraftaki yirmiye yakın baykuşun gözünden baktı. Etrafta çok sayıda ölen kilinleri ve Arboğa'lar olduğunu gördü. Gözlerini hemen asli şekline çevirdi. Yanına oturmuş olarak duran Alabörü'ye doğru bakarak;" Hadi kızım Ergenekon dağına" dedi patikaya doğru dönerek yürümesini sürdürdü. Gün batmaya ve kara bulutların verdiği süre güneş için dolmaya yaklaşmıştı.
Gökyüzü karanlığına kavuşmuş ve hüküm sürmeye başlamıştı. Ak Orman'da karanlık diye bir şey yoktu. Her yerin bembeyaz olması aydınlığı da beraberinde getiriyordu. Geçtikleri patikanın sağı ve solu sürekli parlıyordu. Ağaçlar, yaprakları, dalları yerdeki çim ortalığı aydınlatıyordu. Ormanın her yeri görünür biçimdeydi. Karşısındaki karanlık ve heybetli Ergenekon dağı daha görünür şekilde duruyordu. İyice yaklaştılar. Dağın üstünden halen daha dumanlar çıkmaktaydı.
Dağın yüzeyine doğru yaklaştı. Tam o anda yerdeki beyaz çimlerin üzerine yuvarlak şekilde bir karanlık çökmüştü. O karanlığın içinden yukarıya doğru kırk ayaklar kapkara şeklinde yeryüzüne çıkıyorlardı. Oradaki bütün zemin içten içe çürüyordu. Onun önünde durdu ve dağın yüzeyine baktı. Dikdörtgen şekilde yüksekliği üç metreyi bulan kapı benzeri şeyin olduğunu gördü. Onun üzerini kapatan dalları açtı. Önceden geldiği zamanlarda üzeri tamamen örtülüydü. Bu sefer baktığında sadece bir sarmaşık olduğunu gördü. Ak Ormanın göz alıcı parlaklığı onu göstermeye yetmedi. Sağ elinin baş parmağıyla orta parmağını bir kez şıklattı. Elinde ucu yeşil yada taşlı bir tokmak belirdi.
Onu Ergenekon Dağının yüzeyine doğru yaklaştırdı.;" (𐰴𐰀𐰺𐰆𐰭𐰀) Karonga" dedi ve tokmağının ucundaki yeşil yada taşı parlamaya başladı. Kadim dille yaptığı bu büyü önündeki Ergenekon Dağının zeminini aydınlatıyordu. Dikdörtgen yapıdaki gizli kapının üzerinde hiçbir şey görünmüyordu. Tokmağını yavaşça ve dikkatli biçimde her yerine götürdü. Bomboş bir zemindi. Anlam veremedi. "Burada bir şey olmalı" dedi özenle incelediği duvara bakarak. Sol eliyle tuttuğu sarmaşık dallarını çekip çıkardı. Sol elini düz zeminde gezdirdi. Eline hiçbir şey denk gelmiyordu. Dümdüz şekilde önünde duruyordu. Arkasını döndü biraz ilerledi. Ayaklarının altı hep kan olmuştu. Yerdeki beyaz çimlere her bastığında orayı çürütüyordu." (𐰴𐰆𐰦𐰀𐰚𐰋𐰇𐰼𐱅𐰀𐰤𐰃) (Kondekbörteni) Açıl Kapı." Dedi kadim dille yapılan bir diğer büyüyü söyledi.
Karşısındaki kapıdan her hangi bir şey göremedi. Kadim dille yapılan büyüler hemen tesirini gösterirdi. Ama hiçbir şey olmadı. Sinirli bir şekilde bir daha kapının önüne geldi. Tokmağının ışığıyla tekrardan baktı. Geldiğinden beri hiçbir şey göstermeyen kapı halen sessizliğini koruyordu. Anlam veremiyordu. Kafasında geçen yüzlerce kadim dille ilgili büyüleri düşünüyordu. Elini kafasına götürdü. Geriye doğru tekrar gerildi. Hava iyice karanlığa gömülmüştü. Gökyüzündeki bulutların tamamı dağılmıştı.
Başını yukarıya doğru kaldırdı. Gökyüzünün açıklığını gördükten sonra "Yoksa!" dedi ve karanlık gökyüzünde ayı aramaya başladı. Sık bitki örtüsünden ayı tam anlamıyla göremiyordu." (𐰉𐰆𐱃𐰀𐰭𐰀) (Botanga) Uç!" dedi tokmağa doğru Uluğ Böke Şaman. Yerden ayakları kesilmişti. Yanında uzun beyaz çınar ağaçlarını geçerek olduğu yerden yükseldi. Artık tamamen çınar Ak Ormanın tepesine çıkmıştı. Havada bekleyen Uluğ Böke Şaman etrafına baktı. Soluna doğru baktığında Deniz Hanlığının orda büyük bir kızıl Ay'ın olduğunu gördü. Bir anda yere doğru inip Ay'ın duvarı görmesi için gelmesini bekledi. Arkasını döndü ve kapıya doğru ilerledi.
Arkasındaki Alabörü ulumaya başladı. Onun her an ulumasına alıştığı için pek umursamadı. Birden ulumasını bitirdi. Oturduğu yerden dikilip yolun ortasından koşarak gelen büyük sivri dişli domuza doğru hırlamaya başladı. Bunun bir alarm olduğunu bilen Uluğ Böke Şaman hemen arkasını döndü. İlk önce yukarıya doğru baktı. Gökyüzüne doğru henüz Ay gelmemişti. Gözlerini aşağıya doğru eğdiğinde büyük bir domuzun geldiği gördü. Gözlerinin içi kıpkızıl bakıyordu. Onu tanıyan Uluğ Böke Şaman sol elinin parmaklarını şıklattı. Onu tanıyordu.
Sol elinde altıgen formunda üzerinde Tengri Ülgen ve Kızlarının çizilmiş motifleri vardı. Yüzeyi Ak Orman gibi parlıyordu. Alabörü Uluğ Şaman'a doğru yaklaşarak atlama pozisyonu aldı. Domuz onlara on metre kala don değiştirip bembeyaz Ak Orman zeminine indi. Onun inmesiyle birlikte bir toz bulutu oluştu. Ayaklarını koyduğu zemin yavaş yavaş çürüyordu. Etrafta onu görmeye çalışan baykuşlar iyice eğilip bakmaya çalıştılar.
Toz bulutu ağır ağır dağılıyordu. Üç metreyi geçen boyuyla ve yüzündeki çenesine kadar uzanan iplikleriyle bu bir Kara Şaman'dı. Yanında içinde siyah parlak kan akan ruh kılıcı havada emirleri bekliyordu. Hafifçe öne doğru eğik vücudu hemen dikkat çekiyordu. Simsiyah cübbesi yere kadar uzanıyordu. Onun dokunduğu ak toprak artık tamamen vahşeti yaşıyor gibiydi. Onun durduğu yerin içinden kapkara küçük yılanlar Ak Orman'ın yüzeyine doğru gidiyorlardı.
Onun bir Kara Şaman olduğunu gören baykuşların hepsi yere düşüp bayıldılar. Birer birer yere doğru düşüyorlardı. İki eli de kapalıydı. İkisinin de avuç içlerini açtı. Bir anda son elinde kırmızı davulu ve sağ elinde ucunda kırmızı taş takılı tokmağı belirdi. Onun ne olduğunu anlamaya çalışan Alabörü hafifçe kanatlarını açmaya başladı. Tam açmadan bekliyordu. Adımlarını ona doğru atmaya başladı. Çok naif ve zarif bir şekilde yerdeki beyaz çimleri incitmeden yürüyordu. Ağzını açarak ve hırlayarak kızgın bir ifadeyle yürüdü. Birden arkasını dönüp Uluğ Böke Şaman'a baktı. Onun ona bakıp kafasını bir sağa bir sola sallamasını görüp olduğu yerde kaldı.
- "Bakıyorum da evinden çok uzaktasın Böke." Dedi ağzı tam görünmüyordu ama sesi oldukça gürültülü bir şekilde çıkarak Kara Şaman.
- "Sen de evinden çok uzaktasın Kara Şaman." Dedi aynı tonlukta cevap vererek Uluğ Böke Şaman. Ve ekledi;
- "Ne işiniz var Orta Kıta'da Tengri Erliğ' in köpekleri."
- "Sen bizden daha iyi biliyorsundur Böke." Dedi tokmağını davuluna doğru yaklaştırdığında Kara Şaman.
- "Aradığınız şeyi bulamayacaksınız."
- "Ne yazık ki sen o zamanları göremeyeceksin Böke. Son kez bak etrafına çünkü bir daha Orta Kıta'yı göremeyeceksin. Tengri Erliğ'in zamanı geldi." Dedi ve sözlerini bitir bitirmez tokmağını davula vurarak yanındaki Ruh kılıcını harekete geçirdi. Davula artık vurmadan sadece yüzeyinde gezdiriyordu. Yanında içinde kara kan dolaşan Ruh Kılıcı bir anda Uluğ öke Şaman'a doğru uçmaya başladı. Kara Şaman davuluna çizdiği gelişi güzel şekillerle Ruh Kılıcını kontrol ediyordu. Ruh Kılıcının kendisine doğru geldiğini gören Uluğ Böke Şaman yeşil yada taşlı tokmağını ona doğru tutarak "(𐰲𐰆𐰦𐰀) (Cunda) Ayna" dedi bu kadim dille yapılan Ayna büyüsüydü.
Tokmağın ucundan çıkan yeşil tonlarda içinde kara parlak kan dolaşan başka bir Ruh Kılıcı oluştu. Havada artık iki tane Ruh Kılıcı vardı. Kara Şaman'ın Ruh Kılıcı havada gelirken karşısında onu gördüğünde bir anlığa duraksadı. Kara Şaman bunu beklemiyordu o da şaşırdıktan sonra davuluna doğru ruhu kontrol edercesine şekiller çizerek savaşmaya başladı. Asıl Ruh kılıcı hangi hamleyi yapıyorsa sahte Ruh Kılıcıda o hamlenin tersini yapıyordu. Sağına doğru hamle yaptı.
Sahte ruh kılıcı sola doğru yatarak onunla çarpıştılar. Ortaya garip sesler çıkıyordu. Onların altında ayakta duran Alabörü hızla koşmaya başladı. Bunu gören Kara Şaman tokmağını çevirerek "(𐰀𐱃𐰀𐰣 𐰴𐰆𐱃𐰀) (AtanKota) dedi ve kırmızı taşlı tokmağından bir ateş ışınını gönderdi. Üzerine doğru gelen ışını gören Alabörü kanatlarını açıp önüne getirdi. Havada arkasında ışık huzmesi bırakarak gelen ateş ışını Alabörü'nün kanatlarına çarptı. Ana Dünya'nın hiçbir silahı onun kanatlarına zarar veremezdi. Kanatlarını tekrar açıp koşmasını sürdürdü.
Bunu gören Kara Şaman tokmağını davuluna yaklaştırıp Runik harfler çizmeye başladı." (𐰚𐰀𐰼 𐰽𐰀𐰺𐰢𐰀𐱁𐰶𐰞𐰀𐰺𐰃) Ker Sarmaşıkları. "Yazdı. Alabörünün koşarak geldiği yerin altından çıkan ucu sivri sarmaşıklar onun dört bacağından da yakaladı. Kanatlarını çırpmaya başlayan Alabörü bir türlü kurtulamıyordu. Vücuduna doğru çıkan sarmaşıklar onu yere yaratırdı. Ulumasını bütün canlılar duymuştu. Onun bu şekilde yerde yattığını gören Uluğ Böke Şaman tokmağını davuluna götürerek birkaç tane runik harfler yazmaya başladı." (𐰏𐰜 𐰓𐰃𐰖𐰀𐰺𐰃𐰣 𐰀𐱅𐱁 𐰴𐰆𐱁𐰞𐰀𐰺𐰃) Gök diyarın ateş kuşları" Harfleri her yazdığında bir tane tilki boyutunda ateş kuşları havada beliriyordu.
Kızıl renkte ve ağzından ateş püskürten dokuz tane Ateş Kuşu Uluğ Böke Şaman'ın arkasında bekliyorlardı. Tokmağını davulundan çeken Uluğ Böke Şaman tokmağı sola doğru kaldırarak Alabörü'ye gitmelerini emretti. Ateş kuşlarının bazıları Alabörü'nün ayaklarına dolanan sarmaşıklara doğru ateş püskürtmeye başladılar. Sağındaki ateş kuşları direk Kara Şaman'a doğru uçarak gittiler. Yüzünün önünde sallanan ipler onun yüzünü göstermiyordu. Ama o herkesi ve her şeyi duyabiliyordu. Oma doğru gelen Ateş Kuşlarını gördü. Tokmağını tekrardan davuluna götüren Kara Şaman başka bir kadim dille ilgili runik harfler yazmaya başladı.
İki şamanın da davullarının yüzeyi parlayan runik harflerle doluydu. "(𐰚𐰀𐰼 𐰉𐰆𐰔 𐰖𐰃𐰞𐰀𐰣𐰞𐰀𐰺𐰃) (Ker Buz Yılanları) "Her kelimesinde yerden mavi tonlarıyla birlikte dört ayaklı buz yılanları çıkıyordu. Altı tane çıkan Ker Buz yılarının üçü Alabörü'yü kurtarmaya çalışan Ateş kuşlarına doğru hızla koşup ağızlarından buzu çıkartıp onlara doğru püskürtüler. Giden her buz yukarıdaki ateş kuşlarının bedenini sarıp yere donarak ölmelerine sebep olmuştu. Son kalan Ateş Kuşu Alabörü'nün arka ayaklarındaki ve kanatlarını tutan Ker Sarmaşıklarını yakmıştı. Ön ayakları halen daha sarmaşık doluydu.
Kara Şamanın yanında bekleyen diğer üç Ker Buz Yılanlarına doğru tokmağını gösterip ona gelen Ateş Kuşlarına doğru yönlendirdi. Havada Kara Şaman'a doğru ateş püskürterek gelen Ateş kuşları sollarından gelen üç Ker Buz yılanlarını gördüler. Bazıları onlara doğru püskürtmeye başladı. Yerdeki hızla gelen Ker Buz yılanları o hamlelerden kaçtılar. Ve hepsi birden yukarıya doğru hızlı bir şekilde buz püskürtmeye başladılar. Her giden buz ışını onları kaskatı edip bembeyaz şekilde yere seriyordu. Hepsi birden donarak yere düşüp paramparça oldular.
Asıl Ruh kılıcı yansımasıyla baş edemiyordu. O ne hamle yaparsa sahte olanda o hamleyi yapıyordu. Onu geçemediği içinde önünde bir metre mesafede olan Uluğ Böke Şaman'a ulaşamıyordu. Ölen ateş kuşlarının yanından geçen altı Ker Buz Yılanları hızla Uluğ Böke Şaman'a doğru gelmeye başladılar. Sarmaşıklarla mücadele eden Alabörü kanatlarını açtı. Kanatlarının tüyleri keskin bir hançer gibiydi. Kanatları açtı ve içinden altı tane tüy yukarıya çıkarak koşarak Uluğ Böke Şaman'a gelen Ker Buz Yılanlarının kafalarından girip yere gömüldü.
Koşarken kafalarından keskin Alabörü tüyü yiyen altı Ker Buz Yılanı oldukları yerde beyaz çimlerin üzerine çakıldılar. Yere gömülen keskin tüyler direk Alabörünün ön bacaklarına doğru gelip sarmaşıkları bir anda kestiler. Sarmaşıklardan kurtulan Alabörü ayağa kalktı ve üzerinde bekleyen altı keskin tüy Kara Şaman'a doğru gitmeye başladı. Bunu gördüğü anda tokmağını davula farklı şekillerde çizmeye başladı. Bunu her yaptığında Ruh Kılıcıyla iletişime geçiyordu.
Ruh kılıcı yenişemediği sahte Ruh kılıcından ayrıldı. Altı tane keskin tüye doğru hızlı bir şekilde geldi. Onun geldiğini görmeyen tüyler direk Kara Şaman' a doğru yaklaşıyorlardı. Ruh kılıcı sağa doğru açıldı ve hızla aynı anda giden keskin tüylerin hepsinin ortasından keserek diğer taraftan çıktı. Ortadan kesilen her tüy yere doğru ikiye bölünmüş şekilde düştü. Ruh kılıcı ilk kez pislenmişti. Kılıcının ucundan yere doğru açık tonlarda kırmızı kan daireler oluşturuyordu. Tüylerin kesilmesiyle Alabörü bir anlığına yere serildi. Ön ayakları yerdeki parlak çimlerin içine gömüldü. Ağzından dışarıya doğru kanlar akmaya başladı. İçten bir yaralanmaydı bu. Ruh kılıcı onun yere düştüğü görüp hızla Uluğ Böke Şaman'a doğru gitmeye başladı. Onun önünde ayakta bekleyen sahte Ruh Kılıcı tekrar onunla sonu olmayan bir savaşa girişti.
- "Artık bu savaşı bitirelim değil mi Bökeeee, Seni tekradan görmek büyük bir onurdu yüce Şaman." Dedi sesinin kötülüğü bütün Ak Orman'a yayılmıştı. Sağ elinde duran tokmağını kendi Ruh Kılıcına doğru çevirdi;" (𐰴𐰆𐰺𐰲𐰆𐰦𐰀) (KorCunda) Son Ayna." Diye bağırdı Kara Şaman. Bu sesin Ruh Kılıcına gitmesiyle içinden çıkan başka aynı şekilli ama saydam Ruh kılıcının kendisi çıktı. Uluğ Böke Şaman'ın yarattığı sahte Ruh Kılıcıyla Kara Şaman'ın yarattığı sahte Ruh kılıçları birbirleriyle savaşmaya başladılar. Kenara çekilen Ruh kılıcı havada bekliyordu. Kendisinden aşağıya doğru kızıl renkte kanlar yere düşmekteydi. Kara Şaman tokmağını yeniden davuluna götürüp şekiller çizmeye başladı.
Bunu hisseden Ruh Kılıcı direk Uluğ Böke Şaman'a doğru gitmeye başladı. Aralarında sadece büyük altıgen davuldan başka bir şey kalmamıştı. Onu son anda fark eden Uluğ Şaman davulunu yukarıya doğru kaldırarak gelmesini bekledi. Uluğ Böke Şaman'ın sol tarafından yerden başlayarak yükselen buz rampası göründü. Ruh kılıcı bunu fark etmedi.
Hızla yükselen buz rampası Uluğ Böke Şaman'ın önüne gelerek Ruh Kılıcının içine girmesine sebep olmuştu. Hızla geldiği için direk önündeki buza yarısına kadar saplandı. Uluğ Böke kafasını sola çevirdiğinde Börübars'ın atın üzerinde atlayarak geldiğini gördü. Başının kel olan bölümlerine işlenmiş runik harflerin tamamı kırmızı rengiyle parlıyordu. Son yüzüğünü de kullanmıştı. Gözleri bir Alabörü Kadar parlaktı. Sırtındaki kılıcını çekerek Uluğ Böke Şaman'ın yanına geldi.
- "Demek yeraltından çıktınız sizi zincirli köpekler." Dedi bağırarak konuşuyordu Börübars. Bu sözlerini bitirir bitirmez hızla koşamaya başladı. Sol eli mavimsi rengiyle parlıyordu. Koşarken sol kolunu kaldırdı. Kara Şaman'a doğru buzu püskürtmeye başladı. Havada süzülerek giden buz Kara Şamana yaklaşmıştı. "(𐰀𐱃𐰀𐰣 𐰴𐰆𐱃𐰀) (AtanKota) "dedi ve gelen buzu havada yok etti. Kılıcıyla koşmasını sürdüren Börübars havaya doğru sıçradı.
Kılıcını davuluna doğru sürerek havada süzüldü. Kara Şaman davulunu yukarıya doğru kaldırarak kılıcı beklemeye başladı. Börübars kılıcını davula yaklaştırdığı anda onu geriye üç metre fırlattı. Sol kolundaki davulu yukarıya doğru açarak yapmıştı bunu.;" Sizi aciz köleler... Anlamıyorum sizden bir tanesi benim kardeşimi nasıl öldürür..." dedi haykırması geçince davula başka runik harflerle büyüler yazmaya başladı." (𐰚𐰀𐰼 𐰴𐰀𐰣𐱃𐰞𐰃 𐱅𐰃𐰢𐰽𐰀𐰴𐰞𐰀𐰺) (Ker kanatlı Timsahlar) "diye runik harfli şekilleri davula her işlediğinde yerden önce kafaları sonra bedenleri ve en son kanatlarıyla Ker Kanatlı timsahlar görünmeye başladı.
Kara Şaman'ın davulunu ilk kez tecrübe eden Börübars kendini bir anda yerde bulmuştu. Kılıcını sağa doğru düşürmüştü. Onun ne kadar güçlü olduğunu bir anlığına unutmuştu. Kafasını yerden kaldırdığında havada uçan timsahları görüp şoka uğramıştı. Çok önceleri Taptuk Ata'nın anlattığı hikayelerin gerçeğini şuan yaşıyordu. İçini inanılmaz derecede saran heyecana yenik düşmüştü. Uluğ Böke Şaman, yerde yaralı şekilde yatan Alabörü'ye baktı. Hareket etmiyordu. Ama sağından beyaz çimlerin üzerine kızıl renkte kanının akarak gölet oluşturduğunu gördü. Aklındaki büyüyü kullanmakla kullanmamak arasında kalmıştı.
Eğer büyüyü yaparsa sonuçları kullanan için çok ağır olurdu. Gök diyarın kadim büyüsüydü. Sadece ilk çağ kadim büyülerini bilenler yapabiliyorlardı. Kararsızlığını yendi ve tokmağını yerde yaralı şekilde yatan Alabörü'ye uzattı. Aklından geçenler onu durdurmaya yetmedi. Bu büyüyü kullanmak kullanan kişinin gücünü yavaşlatırdı. Sonuçlarını bilerek konuşmaya başladı;" (𐰋𐰀𐰭𐰇𐰽𐰆) (Bengüsu) dedi ve ay gibi parlak güneş gibi ışıltılı bir su Alabörü'nün kanatlarına doğru gitti.
Havada Uluğ Böke Şaman'ın tomağından çıkan su bir anda ortalığa güzel bir koku yaydı. Alabörü'nün kanatlarına ulaşan Bengüsu tüylerinin diplerine kadar gitti. Altı tüy yeniden çıkmaya başladı. Ağzından çıkan kanlar artık akmıyordu. Gözlerini açtı ve ilk gün ki gibi parlıyordu. Uluğ Böke Şaman büyüyü yaptıktan sonra davulunu ve tokmağını düşürdü. Yere doğru yığıldı. Yıllardır kullanmadığı İlkçağ büyülerinden birini kullanması onun bayılmasına neden olmuştu. Önündeki Ruh Kılıcı kendi çabalarıyla çıkmaya çalıştı. Kendini dışarıya doğru her çektiğinden saplandığı yerden siyah kan mavimsi buzun kenarından aşağıya doğru akıyordu. Yerden hafifçe kalktı halen daha ağrısı vardı. Kanatlarını bir kez olsun çırptı.
Kara Şaman'ı gören gözlerindeki alev halen daha yanmasına sebep oluyordu Alabörü'nün. Yanında ayakta bekleyen Börübars'a baktı. Onun başını kaldırıp yukarıdaki kanatlı Ker Timsahlarına bakmasını son anda fark etmişti. Ayağa Kalkan Alabörü'ye doğru bakan Kara Şaman bir anda tokmağını Mankurt'u işaret ederek tekrardan kadim dille ilgili büyü yazmaya başladı. "(𐱃𐰀𐰢𐰍 𐰔𐰃𐰤𐰲𐰃𐰼𐰠𐰀𐰼𐰃) (Tamağ zincirleri) "harflerini yazdıkça Alabörü'nün altından ucu kelepçeli parlak sarı renkte zincirler ayaklarına doğru gelmeye başladılar.
Zincirleri fark eden Alabörü bir anda uçmak istedi tam havalanacakken sol arka ayağını yakalayan Ker Tamağ zinciri yakaladı. Onu havdayken bir anda yere çekerek yere sabitledi. Yere düşerken ters dönen Alabörü'nün karnından başlayarak boynuna kadar zincirler dolandı. Yerdeyken kafasını Uluğ Böke Şaman'a doğru dönmüştü. Onun yerde yatmış şekilde duran bedenini gördü. O derinde ve ürkütücü şekilde çıkan ulumasını tekrar yaptı. İki şamanda usta satranç oyuncuları gibi birbirlerini mat etmeye çalışıyorlardı. Hepsi birden Börübars'a doğru uçmaya başladılar. Dilleri uzun ve keskindi. Altı tane Ker Kanatlı Timsah dillerini çıkartarak etrafında çember oluşturdular. Hepsinin dili aşağıya kadar uzanıyordu.
Dört metre yükseklikten aşağıya Mankurt'a doğru bakıyorlardı. Kılıcını düşüren Börübars sol kolunu hazırladı. Ve önünden saldıran Ker Kanatlı Timsahına doğru dilinden başlayarak dondurdu. Birden arkasından onun bacaklarına yapışmış vaziyette çeken üç Kanatlı timsah havada geriye doğru çekmeye başladılar. Börü bars bir anda yere yapıştı. Onun dondurduğu Kanatlı Timsah tam göz hizasına yere yapışıp paramparça oldu. Geriye doğru çekmelerini durdurdular. Diğer iki Ker Kanatlı Timsah kollarından yakalayıp dirseklerine kadar dillerini doladılar.
Dilleri dört metreyi bulan iki tarafı da keskin ve esnek bir yapıya sahipti. Burnundan ve ağzından kapkara kanlar yere doğru düştü. Yerde sırt üstü yatan Börübars 'ın kollarını tuta Ker Kanatlı Timsahlar onu yukarıya doğru kanat çırpıp dizlerinin üzerinde durmasını sağlamışlardı. Gözleri artık parıldamıyordu. Son yüzüğü de kullanmıştı. Kollarını ve bacaklarını zehirleyen Ker Kanatlı Timsahlar çok sıkı sıkıya dolanıyorlardı. Her dolandıkları Mankurt'un bacaklarını ve kollarını keserek ilerliyorlardı. Kollarının kemikleri görünmeye başladı. Vücudundan akan kırmızı kan Ker yaratığının kara kanıyla karışıp yer yüzüne inmişti. Tokmağını davulundan çekti ve mankurtun kafasına doğru götürüp biraz bekledi.
- "Her zaman zayıf, aciz birer köle olarak kalacaksınız!" dedi bu kötü ve kulakları sağır edecek şekildeydi Kara Şaman'ın sözleri. Gözünden kara kan akmaya başladı. Sağ gözünün içi tamamen kapkara olmuştu. Kollarını dirseklerine kadar dolamaya devam ediyorlardı. Börübars'ın kopan et parçaları kollarının altına düşüyordu. Sözleri biten Kara Şaman önünde diz çökmüş Börübars'ın işini bitirmeye hazırdı. Tokmağının kırmızı taşı iyice parlamaya başladı. "(𐰀𐱃𐰀𐰣 𐰴𐰆𐱃𐰀) (AtanKota)" dedi ve tokmağın ucundan ateş ışını çıktı.
Yerde yarı baygın şekilde olanları izleyen Uluğ Böke Şaman dizlerinin yerde yatmış vaziyette kaldırdığı tokmağını;" (𐰴𐰀𐰣𐱃𐰆 𐰔𐰆𐰺𐰴𐰀) Kanto Zorka" dedi ve yeşil yada taşlı tokmağından yıldırım çıkarak Kara Şaman'ın omzunu sıyırıp geçti. Bunu beklemeyen Kara Şaman geriye doğru düşerken tokmağına yukarıya doğru kaldırdı, yaptığı büyü Mankurt'un üstünden geçti ve arkadaki çıkmaya çalışan Ruh kılıcının olduğu buza isabet etti.
Çıkmaya çalıştığı buzu iyice çatlatan Ruh Kılıcı'nın şansı yaver gitmişti. Bir anda yukarıya doğru kalktı. Baygın yatan Uluğ Böke Şaman'ın üstünde emir bekliyordu. Mankurt'un üzerinde sağ taraftaki Ker Kanatlı Timsahın' da başından girip geçtiği için o da saniyeler içinde yere yığıldı. Onun yere düşmesiyle çıkma noktasına gelen Börübars'ın kolu dirsekten koparak Timsah 'ın diliyle birlikte yanına düştü. Börübars'ın kolundan dışarıya kanlar fışkırıyordu. Kara Şaman'ın aldığı saldırının ardından yere düşmesiyle diğer Ker Kanatlı Timsahlar buna kızıp dillerini sert bir şekilde çekerek diğer kolunu da dirseğinden çıkartıp yere bıraktılar.
Mankurt'un arkasında bacaklarını tutan diğer Ker Kanatlı Timsahlar dizlerinden kopararak kenara attılar. Kolları ve bacakları kopan Börübars yere doğru yığıldı. Bunu gören baygın Uluğ Böke Şaman ağlamasını durduramadı. Çok yorulmuş ve sonuçlarını bildiği bir büyüyü kullanmak zorunda kalmıştı. Başında bekleyen Ruh kılıcının kanları gözlerinin önüne düşüyordu. Elinde güç kalmamıştı. Tokmağa doğru götürmek istedi ama götüremedi. Yerden kalkan Kara Şaman çok sinirliydi.
- " Bir de buna inandınız yani. Bir Kara Şaman daha öldüreceğinize HAHAHA. Demek Uluğ Şaman'ın son saatleri bittii. Ölümün sizden birinin eliyle olacak Uluğ Böke Şaman. RUH KILICI." Dedi son sözlerine kadar sendeleyerek sol omzundan kan akarak söylüyordu ama son iki kelimeyi dikeldiği gibi bağırarak çıkardı ağzından. Ruh Kılıcı yerde yatan Uluğ Böke Şaman'a doğru yaklaştı. Onun arkasından yaralı bir şekilde gelen kara Tulpar göründü. Arka ayaklarını Ker Sarmaşıkları kesmiş ve yürümekte zorlanan Tulpar kanatlarını açıp Ruh Kılıcına doğru bir kere çırptı. Bu onun son çırpışıydı. Gücünün sonuna gelen Tulpar ön ayaklarının üstüne çöktü.
İki gözünden de yaş akıyordu. Uluğ Böke Şaman'ın sağına düşen Ruh Kılıcı kalktığı gibi yerde dizlerinin üzerine çöken Tulpar'a doğru hızla gitti. Kafasını eğmiş sonunu bekleyen Tulpar'ın kafasından girdi ve kendi kabzasına kadar soktu. Kendini geriye doğru çektiğinde kılıcın her yeri kan olmuştu. O anda ölen Tulpar yere doğru düştü. Kanlı vaziyette Uluğ Böke Şaman'ın üzerine geldi. Olan biten her şeyi kısık kısık bakan gözleriyle görüyordu.
Kulakları halen daha ulumasını sürdüren Alabörü'yü duyuyordu. Ruh kılıcını kendini hazırladı. Boğazına doğru hızlı bir şekilde indi. Kara Şaman'ın geldiği uzun patikanın üstünde Kızıl Ay ve önünde Sarı büyük bir Tulpar'a binen Tengri Ürüng Ayığ Toyon göründü. Atının kişnemesi bütün düşmanlarına aynı gelirdi. Arkasını döndü ve yukarıdan gelen Tengri Ürüng Ayığ Toyon'u gördü. Yüreğini T. S'deki gibi korku sardı. Sol kolundan akan kanları umursamadı. Güneş şekliyle tacını takmış vaziyette aşağıya doğru iniyordu.
"Seni zavallı ucubeeee... Yok olll." Dedi ve iki tane küre şekliyle tuttuğu asasının ona doğru tutarak;" (𐰚𐰇𐰤 𐰴𐰆𐱃𐰀) Kün Kota" dedi bu kadim büyüyü sadece Tengriler kullanabilirlerdi. İlk çağ büyülerinde biriydi. Asasının ucundan güneş ışını gönderdi. Bunun olacağını anlayan Kara Şaman domuz donuna hızla girerek ormanın içine kaçmaya başladı. Ruh kılıcı bir anda ortadan kayboldu. Havada bekleyen Ker Kanatlı Timsahlar Kara Şaman'ın gitmesiyle yere düşüp tozla buz oldular. Alabörü'nün üzerinden çekilen Tamağ Zincirleri onun üzerinde yaralara sebep oldu.
Ama Bengüsu büyüsü yapıldığı için hemen iyileşti. Havada süzülürken aşağıya gönderdiği Güneş Işını yere değer değmez yerde genişliği altı metreyi bulan bir çukur açıldı. Tulpar'a aşağıya doğru inen Tengri Ürüng Ayığ Toyon yere bir kuş gibi zarif bir şekilde indi. Kafasındaki Güneş motifli tacı onun uzun boyunu daha da uzun gösteriyordu. Hemen önünde kolları ve bacakları kopan Börübars'ı gördü ve içinin parçalandığını hissetti. Koşarak Uluğ Böke Şaman'ın yanına gitti. Hemen kafasını kucağına alıp;
" Dostumm... İyi olacaksın!" dedi o sesi işiten her canlı işini gücünü bırakıp onu dinlemeye koyuluyordu. Onu biraz daha sakinleştirmek için o zarif sesiyle konuşmuştu. Yanına doğru ağlayarak gelen Alabörü, sakince Uluğ Böke Şaman'ın yanına uzandı. Kızıl Ay tam yukarıdaydı. Patikanın olduğu kısımda sağ tarafa doğru yavaş yavaş gidiyordu. Hemen arkalarındaki duvar parlamaya başladı. Kızıl Ay'ın ışığını alan her harf parlamaya başladı. Üç metre boyundaki kapının yüzeyi baştan ayağa kadim dille yazılı bir metin görünüyordu. |
0% |