Yeni Üyelik
20.
Bölüm

"13.BÖLÜM 3.KISIM" Ay Hanlığı "Tigin şenliğinden bir gün sonra

@mmsyazar

Ötüken Ormanından kaçan biri vardı. Zorla mı yoksa kendi isteğiyle mi gitmişti bilen yoktu? Ne yaparsa yapsın ne derse desin O artık yoktu. Sadece Ötüken Ormanından değil tüm Orta Kıtadan vazgeçmişti. Yüreklere ve zihinlere işlemişti artık onun ne kadar korkak olduğu. Bir anlığına dahi olsa yine kaçardı. İliklerine kadar zuhur etmişti Kışın bu acımasız hiddeti. Yeryüzünün tüm hayvanları O'nun bu yaptığını asla unutmayacaktı. Öyle de oldu. Gökyüzünün bu beti benzi atmış yüzü aşağıdakilerin huzurunu yitirmesine sebep olmuştu. Yüzlerindeki bu asıklığın tek bir suçlusu vardı.

 

Oda Güneşti. Artık o koca ve huysuz Güneş sanki bütün bunlardan o sorumlu değilmiş gibi kendini halen daha saklıyordu. Neden çıkmıyordu? neden kendini gizliyordu? Neden konuşmuyordu? Kimse bunun cevabını bilmiyordu. Ne zaman gökyüzüne doğru bakılsa o yine ortada yoktu. Utanıyordu belki de. Belki üzgündü o da bu yaşananların kendisinin de etkilediğini düşünüyordu belki de. Ama ne olursa olsun hiçbir şey demeden gitmişti. Arkasına dahi bakmadı. Yıllardır onlara kanat geren sarı yaşlı ışınlarını artık göndermiyordu. Yine her zamanki gibi soğuk sıcağı hapsetmişti.

 

Orta Kıtanın yarısına kadar sinsice yürüyüşünü sürdürdü. Önünde ne olursa olsun hiçe sayıyordu. Karşılarındaki güç hiçe sayılacak umursanmayacak ve göz ardı edilmeyecek bir güçtü. Bunun bilince olan her canlı ellerini öne getirip başlarını eğiyorlardı. Dilleri şirpençe yaralarıyla doluydu. Konuşmak bir yana dursun nefes almakta dahi zorlanıyorlardı. Artık zamanı gelmişti. Bütün Orta Kıtanın yaşayan canlıları yok olmanın eşiğine gelmişlerdi. İsyanlarını duyan kimse yoktu. İçten içe kırgın ve paramparça olmuş kalpleriyle Güneş'e darılmışlardı. Her hallerinden belliydi aslında bu çaresiz ve yıpranmış duygularının onları terk eden Güneşin suçu olduğunu.

 

Kararmıştı tüm Orta Kıta. Karanlığın içinde parlayan hiçbir şey yoktu. Soğuktan ve kalpleri kararmış bulutlardan başka hiçbir şey kalmamıştı. Onun bu zamansız ve habersiz gidişi içi beyaz ceset dolu küçük karların işine geldi. Ortalıkta hiçbir ses yoktu. Sessiz ve kimseye bir şey çaktırmadan hareket ediyorlardı. Bu küçük beyaz şeytanlar yeryüzünü kendi kanlarına boyamaya yemin etmişlerdi. Her biri artık hazırdı. Aşağıdakilerin canına okuyacaklardı. Gözleri kararmıştı. Önlerinde kimse duramazdı. İsteseler de bunu yapacak güçleri kalmamıştı. Yıpranmışlıkları ve kırılmış hüzünleri onların bu savaşın kaybedeceklerini hatırlatır nitelikteydi. Nitekim beklenen oldu. O kendinden emin zararsız gibi görünen yüzlerce kar taneleri aşağıya doğru düşmeye başladılar.

 

Her seferinde daha da artarak daha da şiddetlenerek yeryüzüne iniyorlardı. Onların aşağıya doğru inişleri bazı esirlerin hareketlenmesine sebep oldu. Hızlıca kaçmaya başladılar. Bunun bir faydası olmayacaktı. Ama içlerinde uzun zamandır yanan bir ümit ateşi onlara bunu yaptırıyordu. Dört nala koşuyorlardı. Yeşil renkteki ve üzerindeki beyaz allıklarla süslenmiş geyikler karla ve soğukla savaşmaya çalışıyorlardı. Ne yapsalar boştu aslında. Umutsuz bir koşuşturmaydı sadece. Her geçen saniye her geçen dakika onların aleyhineydi. Onlarda anladı artık bu koşmanın bir fayda getirmeyeceğine. Yavaşlayıp Ötüken Dağının yamaçlarına doğru nefeslenmek için durdular. Bu çalan parça bütün kötülüklerin ve kararmışlığın tınılarından başka bir şey değildi.

 

Ötüken Ormanının her bir yerinde artık onların kanunları geçerliydi. Bunun olması ve düşünülmesi dahi can sıkıcı bir durumdu. Sorgusuz sualsiz işledikleri bu suçun bir cezası olmayacaktı. Olan yine suçsuz ve günahsız yaşayanlara olmuştu. Hiçbir zaman karşı gelmedikleri bu güce karşı yine zalimce ve kötü niyetli bir şekilde zarar görüyorlardı. Bir anda yine sessizlik oluştu. Ses dahi bu durumda yok hükmündeydi.

 

Kulaklar işlevini kaybetmişti. Herkes birbirlerine doğru bakmaya başladılar. Bu gibi durumlarda ne yapılacağını bilen yaşlı baykuşlar her şeyin farkındalardı. Akçaçam ağaçlarının üzerinde oturan yaşlı baykuşlar kanatlarını iyice kendilerine doğru çekerek başlarını aşağıya doğru gömerek beklemeye başladılar. Bu sessizlik hiç hayırlı bir şey değildi. Umutsuzca be bilinmezlikle geçen bu sessiz birkaç dakika Onun yeryüzüne gelmesiyle sonuçlandı.

 

Yine yaptı yapacağını. Yine habersiz gelmişti. Tam zamanında kattı karıştı Ötüken Ormanının endişeli ahalisi. Bu kez kesin yenilmişlerdi. En güçlü savaşçısını göndermişti kap kara kayalar gibi duran zalim bulutlar. Elindeki kılıçla havada süzülen karları bir bir öldürdü. Çok hızlı ve atikti. Her ölen kar taneleri farklı yerlere doğru gidiyordu. Şimdi sıra yeryüzünde keyif yapan karlara gelmişti.

 

Onlarla dans eder gibi bir sağa bir sola götürdü getirdi. Olan yine her zamanki gibi ahaliye olmuştu. En çok genç baykuşlar bunun ne gibi bir illet oluğunu anlamışlardı. Bir anda olup bitmişti aslında. Ama yaşlı baykuşlar gibi önlemlerini aslalardı başlarındaki beyaz misafirlerle karşılaşmayacaklardı. Yaşlı baykuşlar onun gidişiyle birlikte başlarını gömdüklerini gibi çıkardılar. Kanatlarını hafif bir şekilde açıp bir iki kez çırptı.

 

Rüzgârın önüne katıp getirdiği küçük kar tanelerini bu sebeple yere doğru düşürdü. Her biri bu hareketleri yaptıktan sonra büyük Han Yolundan gelen atların sesleriyle gözlerini oraya doğru çevirdiler. Atlar orta denilecek düzeyde onlara doğru geliyorlardı. Bir anda durdukları Akçaçamın altından sesler gelmeye başladı. Taze karların üzerine yavaş adımlarla gelen simsiyah bir şekilde giyinmiş biri Büyük Han yoluna doğru geldi.

 

Önde gelen atlar artık iyice görünüyorlardı. Önde gelen beş atlının ellerinde mavi deniz üzerine işlenmiş Çakır motifli bayrakları tutuyorlardı. Ortalarında duran asker Komutan Arat'tı. Yanındaki askerler dahi onun yanında oldukları için korkarlardı. Heybetini bilmeyen yoktu. Çok az konuşurdu ve herkesi dinlerdi. Güldüğünü şu ana kadar kimse görmemişti.

 

Yine o ciddi tavırlarıyla birlikte atının üzerinde diğer beş askerin ortasında ilerliyordu. Onların tam arkalarında büyük bir araba ve arkalarında küçük bir arabayla baykuşların önünden geçiyorlardı. Deniz Hanlığının arkasında onlu asker birliği, üzerlerinde mavimsi kıyafetler ve yeşil bir börk giyinmiş vaziyette konvoyu tamamlıyorlardı. Akçaçamın altında iyice yere doğru çömelmiş vaziyette duran simsiyah giyinimli biri konvoyun geçmesini izledi. Onların geçmesiyle birlikte arkasını döndü. Ormanın içine doğru hızlı adımlarla gitmesini sürdürdü. Baykuşların bazıları Dağ Hanlığına doğru uçmaya başladı. Uçan baykuşlar çoğalarak oraya doğru uçuyorlardı.

 

Bir süre gittikten sonra başlarını yere doğru çevirdiklerinde bir konvoyla daha karşılaştılar. Hızla aşağıya doğru inip Akçaçamların tepesine kondular. Ön tarafta beş asker ellerinde siyah zemin üzerine işlenmiş Kartal ongunlu motifleriyle atlarını sürüyorlardı. Tam arkalarında Büyük Kağan arabasının önünde atıyla birlikte Komutan Boyga görünüyordu. Büyük Kağan arabasının arkasında yirmi tane aynı kıyafetleri giyinen askerler sıralı bir şekilde konvoyu takip ediyorlardı. Büyük Kağan arabasının içinden ağlama sesleri dışarıdaki askerlere kadar geliyordu. Araba üç kısımdan oluşuyordu.

 

Hizmetliler en arka kısımda Kağan Ay Han ve ailesi orta kısımda ve Arabanın ön kısmında ise Vezir Kunanbay'ın kaldığı bir Arabaydı. Sesler hem arka hem de orta kısımdan geliyordu. Arka kısımdaki hizmetçilerin hepsi ağlıyordu. Hepsi tek ağızdan fazla ses çıkarmadan Yuğcu Bangu'nun Yuğ Töreninde kopuzla birlikte söylediği; "Uçmağa göçtü ey Ulu Dağ Han- Erliği dize getirdi Dağ Han- Oğuz Kağan'ın en büyük oğlu -Dağların yüce Kağanı Dağ Han" ezgisini söylüyorlardı. Hem ağlayıp hem söylemeleri orta bölümdeki Kağan ve ailesini de hüzne boyamıştı.

 

Kağan Ay Han 'ın eşi Alangoya Hatun gözyaşlarına hâkim olamadı. Kıvırcık saçlarını arkada topuz yapmış vaziyette oturuyordu. Yuğcu Bangu'nun söylediği bu ezgi onun yüreğine her kelimesi yakıcı bir ok gibi delip geçiyordu. İki eliyle birlikte yüzünü içine almış şekilde ağlıyordu. Onun bu şekilde ağlaması Tigin Tümer'in de duygularını harekete geçirdi. Yerinden kalktığı gibi onun yanına gidip ağlamaya başladı. Diğer Tiginler babaları gibi ciddi görünmeye çalıştılar. Kağan Ay Han yerinde oturduğu gibi yanındaki camdan dışarıya doğru bakıyordu. Eşinin ve oğlunun bu ağlaması onu içten içe paramparça ediyordu. Gözleri artık ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu.

 

Yüzündeki solukluk hiç gitmeyecekmiş gibi tenine nüfuz etmişti. Derin bir nefes aldı. İçindeki huzursuzluk hiç geçmiyordu. Nefesi dahi alıp vermekte zorlanmıştı. Gözleriyle karşısındaki eşine doğru baktı. Orta Kıta'nın en hüzünlü kişisi benim diye düşündü birden. İçerideki hizmetçiler her ağıt yaktıklarında en çok Kağan Ay Han'ın kalbi yanıyor gibiydi. Sol elini göğsüne doğru götürdü. Sağ eliyle camı biraz açtı. Artık nefes alması dahi zorlaşmıştı. Gözlerini zor da olsa kapattı. Bir süre artık hiçbir şey dinlemeden geçirmek istedi. Fakat bu pek de mümkün görünmüyordu.

 

Camın içeriye getirdiği soğuk bile onu ayıltmaya yetmedi. Yuğcu Bangu'nun söylediği bu yuğu duyan Vezir Kunanbay ve Şaman Toygar kapıyı açıp Orta Bölüme doğru girdi. İki elinde de bardak vardı. Birini Kağan Ay Han'a diğerini Alangoya Hatun'a doğru götürüp verdi. Başını yere doğru eğen Tigin Tuna'ya doğru yürüdü. Sağ eliyle birlikte çenesini yukarıya doğru kaldırdı. Gözlerinin içindeki gençlik ateşi sönmüştü. Zor nefes alıyordu. Ağlamak bir Kağan çocuğuna yakışmazdı. Bunun bilince olduğu için biriken yaşlarını bırakmak istemiyordu.

 

- "Anneni de al içeriye gidin." Dedi naif ve zarif bir şekilde konuşan Vezir Kunanbay. Zor da olsa yerinden kalktı. Alangoya Hatun'un yanına gidip koluna girdi. Diğer Tiginler de onları takip edip Vezir Kunanbay'ın odasına doğru gidip kapıyı kapattılar. Şaman Toygar ayakta bekliyordu. Vezir Kunanbay Kağan Ay Han'ın karşısına geçip oturdu.

 

- "Keşke gitmeseydik. Bunun normal bir ölüm olduğunu düşünmüyorum. Sizde biliyorsunuz. O gördüğümüz bir kara büyüydü. Bütün Ak Şamanlar bayıldı. Gitmeyip bir toplantı yap..." dedi ve son kelimelerini Kağan Ay Han kesti.

 

- "Hayır Vezirim. Onların konusu onların sorunu. Bizlik bir şey kalmadı." Dedi elindeki suyu biraz da içerken Kağan Ay Han.

 

- "Nasıl böyle konuşursunuz. O sizin kardeşinizdi." Dedi biraz daha sesi fazla çıkarak Vezir Kunanbay.

 

- "O benim kardeşim değil. Annelerimiz farklı." Dedi gözlerindeki sevinç tükenmekte olan Kağan Ay Han.

 

- "Babalarınız bir Kağanım. Oğuz Kağan böyle yapmazdı. Onu ÖLDÜRDÜLER." Dedi son kelimelerini bağırarak konuşan Vezir Kunanbay.

 

- "SEN BENİ DİNLEMİYOR MUSUN LAN. OĞUZ KAĞAN ÖLDÜ. OĞUZ KAĞAN ÖLDÜ. YENİ KAĞAN BENİM. BEN NE DERSEM O OLUR. O BİZİM SORUNUMUZ DEĞİL ARTIK." Dedi Kağan Arabasının arkasındaki hizmetçiler Kağan Ay Han'ın bağırması üzerine ağıt getirmeyi bıraktılar. Ayakta bekleyen Şaman Toygar bir iki adım geriye doğru gitti.

 

- "Evet sizin nasıl kağan olduğunuzu da biliyorum. Unuttuysanız hatırlatayım. İster misiniz? T.S.S 72 yılıydı. Ben yirmi yaşındaydım. Oğuz Kağan av dönüşü saldırıya uğradı. Tam kalbine bir Çölig oku isabet etti. Siz de ordaydınız. Ben de Şaman Toygar da. Çölig halkının hepsinin öldüğünü sadece biz biliyorduk. Yanımızdaki bütün askerler kafalarından oklarla öldürüldüler. Sadece biz ölmedik. Ve çalılardan çıkan askerler sizin askerlerinizdi. Şaman Toygar'ın Çölig halkından aldığı okla onu siz öldürdünüz.

 

Onun son sözlerini unuttuysanız hatırlatayım. "Kut tacı Dağ'ın hakkı. Ötüken Ormanı onun bölgesinde." Dedi ama siz gözlerimizin önünde oku iyice kalbine soktunuz. Okun içindeki yılan kalbini yemeye başladı. Kut Tacı artık sizindi. Ve biz de buna yardım ettik." Dedi ağır ağır ve çok sessizce konuşan Vezir Kunanbay.

 

- "Kut Tacının asıl sahibi ölmedi. Öldürüldü. Hem onun Tacını çaldık hem de onu kim öldürdü diye peşine düşmedik, sorgulamadık. Aman onların sorunu dedik. Siz ne zaman bu kadar kötü oldunuz." Dedi ve ayağa kalkarak yeşil cübbesinin içindeki Çölig bulmacasını çıkarıp konuşmasını sürdürdü;

 

- "Bakın birkaç gün önce benim kalkanıma atılan bir Çölig bulmacası. Ne yazıyor biliyor musunuz?" dedi Vezir Kunanbay. Elindeki Çölig bulmacasını duyduktan sonra Kağan Ay Han bir anda ayağa kalkıp Vezir Kunanbay'dan kâğıdı aldı. Altmış kelimelik Çölig bulmacasına baktı. Sarı kâğıdın altına bulmacada ne yazdığını okumaya başladı.

 

- "HIRSIZ KAĞAN AY HAN TACI ÇALDI VE SEN DE BUNA YARDIM ETTİN VEZİR KUNANBAY." Dedi heyecanlı ve ürpererek Kağan Ay Han. Her kelimesi onu daha da huzursuz etmeye yetti. Gözleri büyümüştü. Sinirden titriyordu. Nefes alış süresi giderek arttı.

 

- "Sana bunu atana gördün mü? Hani Çölig halkından kimse kalamamıştı." Dedi bir öncekinden daha kısık sesle konuşan Kağan Ay Han. Büyük Kağan Arabası birden durdu. Vezir Kunanbay aniden etrafına bakmaya başladı. Dışarıdaki Komutan Boyga bağırmaya başladı.

 

- "VEZİR KUNANBAY HEMEN GELMELİSİNİZ." Dedi. Bunu işiten Vezir Kunanbay Şaman Toygar'a doğru;

 

- "Bastonumu getir." Dedi ve başını çevirip Kağan Ay Han'a doğru;

 

- "Ben demedikçe sakın aşağıya inmeyin." Dedi ve kapıya doğru adımlarını attı. Kapıyı yavaşça açıp aşağıya doğru indi. Kar şiddetini oldukça arttırıştı. Yerde iki karışı aşmış bir şekildeydi. Bir iki merdiveni inip yere ayak bastı. Yeşil cübbesinin içine doğru elini götürdü. Cübbesinin içinden eldivenlerini aldı. Onları giyindikten sonra hızlı adımlarla Komutan Boyga 'ya doğru yürüdü. Komutan Boyga aşağıya inmiş Vezir Kunanbay'ı bekliyordu. Atın üzerindeki diğer asker onun geldiğini görüp başlarını eğdiler.

 

- "Ne oldu Boyga?" dedi Vezir Kunanbay.

 

- "Vezirim. Bu hiç hoşunuza gitmeyecek. Bakın." Dedi Komutan Boyga. Onun gösterdiği yere doğru bakan Vezir Kunanbay hızla oraya doğru koştu. Bayrak tutan askerlerin tam önünde Berkit, Aytar, Bora, Ediz başları kesilmiş vaziyette yatıyorlardı. Ediz uzunca yatırılmış onun hemen altına Berkit, Berkit 'in sağ bacağına doğru Bora sol bacağında doğru Aytar uzatılmış şekilde duruyordu. Vezir Kunanbay'ın arkasından önce Komutan Boyga sonra Şaman Toygar hızla onun yanına geldiler.

 

- "Bunu kim yapmış olabilir Vezirim." Dedi kısık ve korkarak etrafa bakınan Komutan Boyga.

 

- "Bu bir şekil. Kadim dille ilgili bir harf." Dedi o da etrafına bakınarak konuşan Şaman Toygar.

 

- "( Ç ) harfi. " 𐰲 "Kadim dilde bu şekilde yazılır. Çölig'in Ç'si. Hemen arabalara taşıyın arkadaşlarınızı." Dedi ve arkasını döndüğü esnada "Fııııııııışşşşşttttt" diye bir ses duyuldu. Vezir Kunanbay başını çevirdiğinde havada süzülerek giden Çölig Okunu gördü. Kapkara ve başındaki tüyler beyazdı. Hızla gidip Büyük Kağan Arabasının kapısına doğru saplandı.

 

- "ASKERLERRRR KALKAN DUVARI OLUŞTURUNNN!" diye bağırdı Komutan Boyga. Vezir Kunanbay koşarak Arabanın yanına gitti. Oka doğru yaklaştığında Büyük Kağan Arabasının arkasındaki yirmi asker kalkanlarıyla birlikte arkasında bir hilal oluşturdular.

 

- "Kağanım sakın dışarıya çıkmayın!" dedi ve bastonunu sol eline alıp sağ eliyle içinden çıkardığı kılıcıyla birlikte oku ikiye böldü. Üzerine yapıştırılan sarı bir kâğıt olan parçası yere düştü. Yere düşer düşmez içinden küçük bir Çölig yılanı çıktı. Şaman Toygar arkasından gelip onu ayağıyla ezdi. Yere düşen sarı kâğıdı aldığında üzerinde yine bir bulmaca yazılmış şekilde duruyordu. Kâğıdı kıvırıp cübbesinin içine koydu. Sinirlenmesi ve bağırması saniyeler içinde olmuştu.

 

- "ŞAMANN ATIMI GETİRRR." Dedi ve arkasını dönüp kalkan açan askerlere doğru bağırdı;

 

- "AÇILINNN!" dedi ve yanındaki Komutan Boyga 'ya doğru;

 

- "Kağanı koruyun." Dedi. Şaman Toygar atına binip Vezir Kunanbay'ın atını da yanında getirerek yanına geldi. Bastonunu atının heybesinin içine koyup üzerine bindi. Hızla ormanın içine doğru girmeye başladılar. Ormanın yüzeyi tamamen karlarla kaplıydı. Akçaçamların üzerlerine oturan baykuşlar onların geldikleri yönde uçarak kayboluyorlardı. Vezir Kunanbay atını sola doğru sürerek gitti. Önündeki sık ağaçlığın üzerinde baykuşların uçtuğu yöne sürüyorlardı. Önlerindeki bir Akçaçamın yan yüzeyinde siyah bir bezin salladığını gördü. Zor da olsa atını durdurdu. Bir anda inerek halen daha sallanan beze doğru baktı. Sağ eliyle onu çekip aldı. Onun altındaki karlarda doğuya doğru giden ayak izlerini gördü.

 

- "HADİ ŞAMANN BEKLEMEEE!" dedi ve hızla atına binerek yularını sert bir şekilde vurdu. Hızlandıkları yerdeki Akçaçamlar yerini daha da seyrek bir yüzeye bırakıyordu. Ağaçların arasındaki mesafe uzanıyordu. Artık tamamen bir açıklığa geldiler. Gördükleri karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bir süre birbirlerine bakıp durdular. Vezir Kunanbay atından ağır adımlarla indi. Yerde biriken kar yüzünden zor yürüyordu. Şaman Toygar atından inip onun yanına kadar yürüdü.

 

- "Bunu kim yapmış olabilir?" dedi meraklı gözlerle Vezir Kunanbay'a doğru bakarak Şaman Toygar. Yerde dört tane Aryunt ve ortalarında bir kilin öldürülmüş şekilde yatıyorlardı.

 

- "Etrafa bak Şaman. Hepsinin başı kesilmiş. Ok atmayı bildiği kadar kılıç kullanmayı da biliyormuş." Dedi ve yerde yatan Aryuntlara doğru yaklaştı.

 

- "Uluğ Şaman evde midir?" dedi endişeli bir tavırla Şaman Toygar.

 

- "Evde olsaydı bizden önce bulurdu." Dedi ve arkasını döndüğü esnada;

 

- "AAAAAAA VezirİMMMMM" dedi sesi bir anda kalınlaştı Şaman Toygar'ın. Arkasını döndüğü esnada Şaman Toygar'ın bir anda büyüdüğünü ve kıyafetlerinin yerinin simsiyah kıyafetlerin aldığını gördü. Boyu üç metreye yaklaştı. Başının tam önünden aşağıya doğru sallanan bez parçaları oluştu. Yüzü çok net görülemiyordu. Hafif kambur biçiminde ayakta duruyordu.

 

- "SANGAL'A BİR ŞEY OLDU VEZİRİM. EĞER O ÖLÜRSE RUHUM DA ONUNLA BİRLİKTE ÖLÜR. GİTMELİYİM." Dedi boğuk konuşmasını sürdüren Şaman Toygar.

 

- "Alabörü." Dedi Vezir Kunanbay. Sadece bunu demesi bile Şaman Toygar'ın canını sıkmasına yetti. Yerden bir anda toz bulutuna girerek sadece iskeleti olan kapkara bir kartala dönüştü. Hızla gökyüzüne çıkıp Ker Ormanına doğru kanatlarını çırptı. Onun yerden don değiştirmesiyle birlikte yerden kapkara böcekler bir süre çıkmaya devam etti.

Loading...
0%