@mmsyazar
|
Gökyüzünün haşmetli Tacı şimdi Kışın başındaydı. Uzun zamandır bu anı bekliyordu. Sonunda kavuşmuştu ona. Umduğu niyet ettiği ne varsa yapabilirdi artık. Söz de onundu kanun da. Gök diyarın en büyük Kağan'ı artık oydu. Yüce kara tahtına oturmuş sağ elinde ağzına kadar dolu kımızı sol elinde küçük beyaz kar meyvelerini tutmuş vaziyette bekliyordu. Canı ne isterse hareketlerine o yansıyordu. İçten içe gururlu tavrını ara sıra göstermeyi de ihmal etmiyordu.
Kımızını her içtiğinde daha da mutlu olup sol elindeki karları yere doğru atıyordu. Orta Kıta bu zalimin elinden bir türlü kurtulamadı. Zihinlerindeki çaresizlik yerini korkuya endişeye içinden çıkılmaz bir sürece bırakıyordu adeta. Şimdi anlamıştı yeryüzü sakinleri bu celladın asla durmayacağını. Asla vazgeçmeyeceğini. Durmadan sıkılmadan aklında kurduğu planları yeryüzünün yazgısına kara bir leke sürmek için çabalıyordu. Gözlerin gördüğü beyazdı. Kulakların duyduğu keskin, bunaltıcı bir uğultuydu sadece.
Her yaşayan canlının teni bu gaddar Kağan'ın fikirlerinin yansımasını hissediyordu. Uzun yıllardır bu anı bekliyormuş gibi aşağıya doğru gelişi güzel inmeye başladılar. Bu bir önceki gelişlerinden farklı değildi. Sanki yeryüzünde onlardan yokmuş gibi utanmadan iniyorlardı. Niyetleri aynıydı. Hepsinin amacı bir öncekiyle aynıydı. Yeryüzündeki yaşayan canlıların hiç biri anlamıyordu. Kulaklarını kapattılar bu zulme karşı sessiz kaldı kocaman ağızlı yaşlı ağaçlar. Neden? Neden? Diye tekrarlıyorlardı tek bildikleri kelime buymuş gibi. Onlarda biliyorlardı nedenini. Hepsi farkındaydı aslında olan biten her şeyin onların sonunu getireceğini.
Bir anlığına unutmak istediler her şeyi ama nasıl unutsunlar bu yürek yakan beyaz şekilli içleri kararmış küçük canlılar Orta Kıta'nın altını üstüne getireceklerdi. Her indikleri yerde kendilerinden bir yansıma gördüler. Bir süre geçtikten sonra hemen akrabaları üzerlerine doğru düştü. Bir yığın halinde birikiyorlardı. Altlarındaki kadim toprağa hiç saygıları yoktu bu küçük çocukların. Saygıları bir tarafa dursun bu işten büyük bir haz alıyorlardı. Bu acımasız, korkutucu, ilikleri donduran Kışın üvey evlatları kar tanelerinden korkmayan tek bir canlı vardı.
O Ker Ormanının arkadaşlarını da yanında getiren Ulu Ker Ormanı Çamıydı. Hepsinin uzunluğu seksen metreyi aşıyordu. Boyları kadar meşhur olmalarını sağlayan diğer bir özelliği de enlerinin beş metre olmasıydı. Bu kışı belki de en çok onlar seviyorlardı. Ne olursa olsun Gök diyarının Kağanı da değişse onların umurlarında olmazdı. Heybetleri fevkalade duruşlarıyla onlar birer Ker Ormanının en yaşlı askerleriydi. Bu durumlar onları korkutmaya yetmezdi. Onların tam altında ise yıllarca erimeyen karla artık iyice samimi birer komşu olmuşçasına yakınlardı.
Bu sebep midir yoksa delikanlı şekilde ayakta durmaları mıdır? Bilinmez. Yine de onlar Kışa savaş açmaya cesaret eden tek canlılardı. Üzerlerindeki kar yığınları belki de onların yakışıklılığına derin bir anlam yüklüyor gibiydi. Ama onları huzursuz eden bir şey oldu. Hiç huzursuz olmazlardı. Duyguları fikirleri tamamen alınmıştı ellerinden. T.S.Ö 'ki Mankurtlar gibiydiler. Bu huzursuzlanmaları üzerlerinde gezen Ak Tüylü sincapların dikkatini çekti. Bir sağa bir sola sallanıyorlardı. Bu durumu daha önce hiçbir zaman görmemişlerdi.
Hayretler içinde olan biteni anlamaya çalışırken Ulu Ker Ormanı Çamlarının sinirlenmeleri de artmaya devam ediyordu. Artık zamanı gelmişti. Yıllardır suskunluğuyla bilinen Ker Çamları sonunda konuşmuşlardı. En üst dallarında bütün dallar konuştu. Gelen Rüzgardı. Ama bir önceki heybetinin daha da katlamış bir vaziyette geliyordu. Hiç böyle yapmazdı. Onun niyeti sadece biraz eğlenip sonra orayı terk etmekti. Ufaktan kendini hissettirip sonra sanki gelip ortalığı birbirine katmamış gibi sessiz bir sinsi gibi ortalıktan çekilirdi. Ama bu kez farklıydı.
Niyeti çok sonraları belli oldu. Güçlü bir esinti yaparak Koca Ker Çamlarının dallarını kırmayı başarmıştı. Bunu yapıp diğer Ker Çamlarına doğru süzülmeye başladı. Gülümsemesinin sesi tüm Ker diyarında duyulmaya başladı. Uğultusunun desibeli her gittiği yerde kendini hissettiriyordu. Yıllardır tek bir kere bile Ker Çamlarını sallamaya cesaret edemeyen Rüzgâr şimdi en mutlu kişiydi. Savaşı kazanmıştı. Hesapta olmayan bir şey oldu. Arkasına bakarak gittiği için önündeki yedi metrelik Yelbegen'i göremedi.
Bir anda onun çirkin teni aşınmış tek gözü gören diğeri içinden çıkmış burnu arı kovanına benzeyen yüzüne yapıştı. Aşırı derecedeki mutluluğu bir anda bozulmuştu. İğrenerek ondan kurtuldu. Midesi bulanmıştı belki de. Belinden yukarısını eğerek yürüyordu. Solundaki ve sağındaki diğer başlarını Ruh Kılıcı kesmişti. Vücudunun sağından ve solundan kanlar akmaya devam etti. Nefes aldığında ortalığa inanılmaz derecede pis bir koku yayılıyordu.
Burnundan aşağıya doğru sarı, kahverengi bir insan eli kadar büyüklüğündeki sümüğü bir çırpıda diliyle ağzına aldı. Dilinin sol tarafı az da olsa kesilmişti. Dişlerinin bazıları yerinde yoktu. Bazıları ise tamamen simsiyah kesilmişti. Sol gözünün yerinde yeller esiyordu. Eskiden yediği bir ok yüzünden gözünü kaybetmişti. Sağ gözü ise yerinde durmuyordu. Uzun iri kollarını öne doğru getirmiş iki eliyle birlikte kavradığı kara zincirleri göğsüne kadar çekmiş vaziyette zorlanarak çekiyordu.
Uzun Ker Ormanı yolunun son tepesine doğru çıkıp karşılarındaki Yalnız Kaleyi gördü. Sağında ve solunda sıralı bir şekilde dizilen uzun Ker Çamları onlara eşlik ediyordu. Her adım attığında yerde tok ağır ve güçlü bir ses çıkıyordu. Adeta yer deliniyordu. Birkaç adım attıktan sonra durdu. Zincirleri sağ eline alıp sağına doğru attı. İki elini bir araya getirip içindeki nasırlaşmış yerleri kaşımaya başladı. Yelbegen'in arkasında ve önünde yüzlerce İtbarak onun durmasıyla durdular. Onun bu ani duruşu en öndeki Barak'ı meraklandırdı.
Arkasındaki onlarca yaya İtbarakların da durmasıyla Barak atını durdurdu. Atını bırakıp zor bela kaçan Taptuk Ata'nın atına biniyordu. Arkasındaki dört İtbarakta İlteber, Komutan Altantuya, Kongar'ın atlarına binmişlerdi. Barak'ın atını arkaya çevirmesiyle birlikte önünde baygın bir şekilde ata oturan İlteber göründü. Başını yere doğru eğmiş bir vaziyette duruyordu. Barak sol elini onun karnına dayamış sıkı bir şekilde tutuyordu.
Bu ani durmanın sebebini öğrenmek için herkese bakıyordu. Tepenin üzerinde ayakta bekleyen Yelbeğen'e doğru baktı. Başını biraz sağa çekip yine eski haline geri getirdi. - "(𐰇𐰼𐰏𐰀𐰨𐰀𐰤𐱅𐰃) (Ürgençenti) Yürü!" dedi Yelbeğen'e doğru bağıran Barak. Onun bu haykırışı İlteber'i uyandırmaya yetti. Gözlerini yavaş yavaş açabildi. Sol kolunu hissetmiyordu. Bütün kolu dayanılmaz derecede kaşınıyordu. Başını hafif kaldırmak istedi ama başaramadı.
Bir atın üzerinde olduğunu biliyordu fakat idrak etme süresi uzun sürmüştü. Sırtında yoğun bir sıcaklık hissetti. Ağır da bir koku vardı. Tiksinmeye ve midesi bulanmaya başladı. Artık boğazına kadar gelen bu bulantıyı tutamaz hale geldi. Bir anda yere doğru boşaltı içindeki her şeyi. Yerde gruplar halinde yıllarca keyif çatan karlar bu sıcak ama pis bulantıyı pek beğenmiyor gibi göründüler. Üzerleri tamamen sarı kahverengi karışı bir sıvı oldu. Onun ayıldığını gören Barak karnını tuttuğu elini yumruk yaparak İlteber'in karnına doğru doğru bir iki kere vurdu.
Bu şekilde vurması içinde kalan son kusmuğu da çıkarmışına vesile oldu. Aynı yere bir kere daha kustu. Artık tamamen kendine gelmişti. Etrafına bakmaya cesaret edemese de yine de merakı önüne geçerek sağına soluna bakmaya başladı. Kalbi güm güm atıyordu. Farklı duyguların içinde kaybolmuş gibi hissetti. Ona burası yabancı gelmedi. Eskiden olsa yadırgardı. Ama şimdi sadece etrafındaki Ker Çamlarına doğru bakınmakla yetindi.
Ker toprağına ayak basmaktan ne kadar mutlu olsa da şuan Barak'ın yanında olması onu dakikalar geçtikçe korkutmaya başladı. Barak konuşmasını bitirdiğinde atını çevirdi. İlteber, başını biraz kaldırdığında karşısındaki koskocaman Yalnız Kale'yi görürken buldu. Gözleri bir anda büyümüştü. Damarlarında gezen kanlar gidecek yer bulamaz hale geldiler. Birbirlerine yol vermeden bir aşağıya bir yukarıya doğru gidiyorlardı. Bu garip dolaşım onu daha da heyecanlı birine dönüştürüyordu. Dokuz kulesi ve bazılarının tepesi halen daha yanıyordu. Ortalarındaki uzun kale ve son katındaki büyük odayı daha önce Taptuk Ata'nın anlattığı bir hikâyeden öğrenmişti.
- "Uluğ Böke Şaman'ın odası.....Boşgurarvış Şaman Okulu...." dedi kısık ama duyulacak bir şekilde çıkmıştı ağzından İlteber'in. İlteber'in söylediği bu iki cümle Barak'ın baya hoşuna gitti. Derinden gelen ve yoğun bir şekilde duyulan kahkahasını attı.
- "HAHAHAHA BÖKE BİR KORKAK GİBİ KAÇTI.... BOŞGURARVIŞ BENİM OLDU...." dedi haykırarak gülmesinin ardından aynı tonda önündeki İlteber'e doğru konuşan Barak. Barak'ın gülmesiyle oradaki bütün İtbaraklar da gülmeye başladılar. Bazıları ayağa kalkıyordu bazıları dört ayak üzerinden gülüyorlardı. Ayakta dinlemeye çalışan Yelbeğen' de onların bu kahkahalarına katılmak için gülmeye başladı.
Barak onun bu dayanılmaz sesini duyduktan sonra arkasını dönmeden sert bir şekilde yine konuştu; - "(𐰇𐰼𐰏𐰀𐰨𐰀𐰤𐱅𐰃) (Ürgençenti) Yürü!" dedi bu kez daha sert bir ifade ile konuşan Barak. Ellerini kaşımakla meşgul olan Yelbeğen başını hafifçe kaldırdı. Başını kaldırmasıyla birlikte bir anda yankı yapacak şekilde geğirdi. Etrafındaki İtbaraklar bu kokuyla birlikte bir sağa bir sola yatıp kalktılar. Bayılma noktasına gelmişti hepsi.
- "Çok yoruldum ama çok yoruldum. Gücüm kalmadıııı neyi anlamıyo....." Dedi bağırarak konuşan Yelbeğen. Son sözcükleri boğazına düğümlendi. Konuşmasını bitirmeye yaklaşmıştı ki yakınlardan onlara doğru derinlerden bir uluma sesi duyuldu. Sürekli hırıltı halinde olan yüzlerce İtbarak artık tamamen sessizleşti. Barak başını direk sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Yine bir sessizliğin ardından bu kez ikinci bir uluma sesi duyuldu. Oradaki herkes bu ulumanın kime ait olduğunu biliyordu.
Ayakta bekleyen İtbaraklar yere doğru pozisyon alıp dişlerini açıp hırlamaya başladılar. Sözlerini bitirmesine müsaade etmeyen uluma sesi onun direk yere attığı kara zincirleri tekrar almasıyla sonuçlandı. Barak önünde duran dört atlı İtbarak'a doğru başını sola iterek emir verdi. Hepsi birlikte atlara doğru vurarak dört nala sesin geldiği yöne doğru atlarını sürdüler. Dört atlı İtbarak'ın arkasından otuza yakın İtbarak koşarak onları takip etmeye başladı.
Yelbeğen bu sesin onda bir mazisi varmış gibi kara zincirleri çekti. Zincirleri her çektiğinde çıkan sesler yankılanarak ona tekrardan geliyordu. Tepeyi aştıktan sonra boyu elli metreyi bulan boğazı Ruh Kılıcının yarasıyla kesilen Sangal'ın cansız bedeni arkasından geliyordu. Yavaş yavaş Sangal'ı çekerek getiriyordu. İlteber duyduğu bu kurt ulumasını daha önce de duymuştu. Ker Ormanın da onlara yol gösteren Bozkurt'un sesiydi. Sesi duyduktan sonra inceden bir gülümseme ile başını aşağıya doğru eğdi. Korkusunu gizlemeyi başaramayan İlteber gülse de artık tamamen kendine gelmişti.
- "AAAAAAAAAAA BIRAKINNN BENİİİİ NOLURRR BIRAKINNN!" dedi bağırarak ve korkarak konuşan İlteber. İyice kendine gelen İlteber nerede olduğunu nasıl bir şekilde olduğunu idrak etmesi uzun sürmüştü. Korkudan tir tir titremeye başladı. Yoğun bir şekilde korkması onun yine bayılmasına sebep oldu. Barak tam bir şey diyecekken İlteber'in başı koluna doğru düştü. Taptuk Ata'nın atına doğru ayaklarıyla emir verdi. At yürümeye başladığı sırada arkadaki bütün İtbaraklar da onu takip etmeye başladı.
Önlerindeki yüce Yalnız Kale bütün heybetiyle halen daha ayaktaydı. Görmediği mutluluk görmediği sevinç kalmamıştı. Ayrıyeten görmediği acı, keder, hüzün, kahır da kalamamıştı. Orta Kıta'nın en eski yapısıydı. Büyük dört kapısı olan demir kapıya yaklaştılar. Üzerinde büyük harflerle; "(𐰉𐰆𐱁𐰍𐰆𐰺𐰀𐰺𐰉𐰃𐱁) (BOŞGURARVIŞ)" yazıyordu. Bazı kelimeleri silinmiş hasar görmüş veya bakımsızlığa dayanamayıp intihar etmişti. Kalenin dış duvarları yakınlıktan mı bilinmez? Bazı yerlerindeki boyalar aşınarak yere doğru kalıp kalıp düşmüşlerdi.
Büyük demir kapının sağında ve solundaki uzun kuleler de ateş halen daha yanıyordu. Barak kapının yanına doğru geldiğinde içerideki İtbaraklardan bazıları kapıyı ağır ağır açtılar. Kapı açıldıkça içeriden o pis kokunun daha da ağırı hissedilmeye başladı. Zor da olsa büyük kapı açılmıştı. Barak'ın tam karşısında büyük avlunun ortasında büyük Bengü Ağacının kurumuş bir şekilde durduğu görülüyordu. Altındaki büyük havuzunun tam ortasındaydı. Havuzun içi bomboştu.
Bengü Ağacının dalları yaprakları ve yumru büyüklüğünde damlaya benzeyen Bengü su meyveleri tamamen kurumuştu. Yüksekliği kırk metreyi aşıyordu. Havuz dahil Bengü ağacı karlarla gizlenmeye çalışılmış gibiydi. Barak içeriye doğru atıyla girdi. Bengü Ağacının yanına geldiğinde atından ağır bir şekilde indi. Yalnız Kalenin içi yüz metre eninde bir avlusu vardı. Sol taraftaki büyük Kökpar Oyunu sahası komple karlarla dolmuştu. Atından iner inmez arkasını döndü. Kapının içinden diğer İtbaraklar hızlı bir şekilde Yalnız Kalenin içine doğru geldiler. En son o sert yere basmasıyla çıkardığı tok sesle birlikte Yelbeğen göründü.
Vücudu bir sağa bir sola düşüyordu. Ağzından belli belirsiz salyalar yere doğru düştü. Büyük kapının önüne geldiğinde kapıyı göremedi. Başını sert bir şekilde Boşgurarvış yazısına doğru çarptı. Çarpmanın etkisiyle bir süre sallandıktan sonra sağ elini zincirden çekip başına götürdü. Çok olmasa da biraz kanaması vardı. İçerideki Barak onun bu yaptığına hiçbir şey demedi. Onun ve ırkının ne kadar salak olduğunu bildiğini hatırlayıp az da olsa keyiflendi. Kendine gelmesiyle birlikte kara zincirleri tekrar eline alıp kapıyı eğilerek geçti. Arkasından karları da Sangal ile birlikte çekiyordu.
Güçlükle içeriye kadar getirdi. Kara zincirleri yere doğru bıraktı. Sol tarafa Kökpar sahasının yakınlarında elli metrelik kıpkızıl vücuduyla cansız yatan Sangal'ın boğazından yere doğru beyaz parlak kan akmaya devam ediyordu. Atın üzerinde baygın yatan İlteber büyük kapının sert bir şekilde kapatılmasıyla bir an da uyandı. Sağ elinin parmaklarıyla gözlerini biraz ovuşturup etrafına bakındı. O iğrenç mide bulandırıcı koku daha da artmış bir vaziyette burnuna doğru geliyordu. Kolunu ağzına götürüp etrafındaki bu zamana kadar görmediği yüzlerce İtbarak'a ve adından sürekli bahsedilen Barak'a bakıyordu.
İçten içe artık korkmuyordu. "Beni nasıl bırakırlar" diye içinden geçiriyordu sadece. İliklerine kadar öfkelenmişti. Kaşlarını çattı gözleri aynı doğrultuda küçüldü. Yalnız bir şekilde mahsur kalmıştı. Psikolojik bir dramın tam ortasında bulmuştu kendini. Başını bir sağa bir sola sallıyordu. "Ne yapacaklar acaba bana?" diye geçirdi bu kez içinden. Ne kadar korkmuyor gibi görünse de hissediyordu kalbinin ağırlaştığını yüreğinin suyu tükeniyordu adeta. Bir anda hayatı değişmişti. Bir haftadır başına gelenleri düşündü durdu. "Nerede hata yaptım ben" diye sürekli cevabını bilmediği soruları kendine sordu.
Bu sorular içinde dolaşırken Barak'ın ona seslenişini duyamadı. O bunu duymadıkça Barak daha da sinirlenip ata doğru geldi. İlteber'in kolundan tutarak yerdeki baskılanmış karların üzerine fırlattı. Aniden gelişen bu olay zihnindeki kısa istişareyi bir anda bitirmişti. Kendisi de düşmandı artık ona. Farklı duyguları farklı mekanlarda yaşıyordu. Bir araya getirdiğinde sanki kadim dil oluşuyordu. O derece anlamakta ve idrak etmekte zorlanıyordu. Başını sert bir şekilde yere vurmasıyla ayılması bir oldu. Hafif bir şekilde kalktığında karşısındaki uzun, kurumuş, köklerinin bazıları kırılmış altındaki havuzun içi su değil de karlarla dolmuş Bengü ağacını gördü.
Şaşkın gözlerle ve pişmanlık tipi gösteren yüz ifadesiyle bir süre baka kalmıştı. "Taptuk Ata'nın Dağ Hanlığında anlattığı hikâye doğruymuş" dedi bu kez sesli düşünmüştü. O zaman kimse ona inanmamıştı. Yaşlılığına yorulmuştu. "Anlatıyor işte" deyip geçiştirilmişti. Ama hatırlıyordu hikâyeyi. Kendi içinde o ana geri döndü; "Bengü ağacının yaprakları her hastayı iyileştirirdi. Ama su damlasına benzeyen Bengü Ağacı meyvesi ise öğrenci şamanların şaman ruhunu oluştururdu. Küçük şamanlar on iki yaşında Boşgurarvış Şaman okulunda birinci sınıfa başlarlardı.
Dört yılın sonunda bütün derslerini sınavlarını geçtiklerinde artık şamanlık ruhlarını alabilirlerdi. Buna hak kazanan öğrenci şamanlar Bengü ağacından kopardıkları su damlasına benzeyen Bengü meyvesini cübbelerinin düğmelerini açıp kalplerine doğru götürürlerdi. Bengü ağacının meyvesini ağız yoluyla yenilmezdi. Teninize götürdüğünüz meyveyi kalbinizin içine kadar bastırmanız gerekirdi. Bu şekilde insan ruhlarının yanın da şaman ruhu da oluşurdu. O andan sonra öğrenci şamanların iki ruhu meydana gelirdi.
Bu Bengü meyvesinin içindeki ruh onlara uzun yaşamayı hastalıkları iyileştirmeyi öğrendikleri büyüleri kalıcı bir şekilde yapabilmeyi sağlıyordu." diye anlatmıştı. Kendi içinden hatırladığı hikâyenin her anını hatırladığında daha da şaşırıyor heyecanlanıyordu. Karşısındaki Bengü Ağacına dokunmak için sağ kolunu uzattı. Barak, İlteber'in Bengü Ağacına yaklaştığını görür görmez yakasında tutup bir anda çekti.
- "Gel buraya çocukkk." Dedi sinirli ve o kötü ses tonuyla birlikte konuşan Barak.
- "Bırak beniiii bıraksana lan beniiii. Ne yapacaksan yapp uzatma bu işi." Dedi bağırarak İlteber. Kendisi de şaşırıyordu bu konuşmalarına. Cesaretli bir şekilde her şeye karşı gelmek onun doğasına aykırıydı. Şaşkınlığı uzun sürmeden sol koluyla boğazını tutup sağ eliyle yüzüne doğru bir tokat attı. İlteber yediği tokatın etkisiyle kendi sağına doğru kan tükürdü. Dudağı patlamıştı.
Yalnız Kalenin sağ tarafındaki küçük kulübelerin önlerinde Kökpar atlarının bağladığı yere doğru sürükleyerek götürdü. Yerde sürünürken ayaklarını yere doğru vuruyordu. Her tahtada bir siyah zincir vardı. Karşısındaki on beş tahtanın sadece bir tanesi boştu. İleriye doğru getirip ellerini ve boynunu zincirlerle bağladı.
- "Seninle daha çok işim var çocuk. Uzunca yıllar birlikteyiz. Yerinde olsam tadını çıkarırdım. Hemen ölmek yok." Dedi ve arkasını dönüp Yalnız Kalenin içine doğru yürüyen Barak.
- "Şu başıma gelenlere bak ya." Dedi yerdeki soğuk kara oturunca İlteber. Soluna doğru baktı her zincirin önünde yuvarlak biçimli kar kütlelerini gördü. Sağ tarafına baktığında da aynı tepecikler sıralı bir şekilde duruyorlardı.
- "Bunlar da ne böyle?" dedi meraklı ve şüpheli bir tavırla İlteber. Tekrardan soluna döndüğü anda;
- "Hoş geldin çocuk." Dedi hemen solundaki kar kütlesinin içinden gelen ses. Bir anda sıçrayıp sağına doğru zıpladı.
- "AAAA NE OLUYOR LANNN" dedi inanılmaz şekilde korkan İlteber. Gözlerinin kocaman oluşu karşısındaki kar kütlesinin sürekli hareket ederek üzerindeki karları yere düşürmesiyle daha da arttı.
- "Korkma evlat gel otur." Dedi halen başının üzerindeki karları yere doğru savurmaya çalışan kişi.
- "Sen de kimsin be. Tengri Ülgen aşkına ne değişik bir canlısın sen?" dedi ayağa kalkarak titremesi geçmeyen İlteber.
- "Sana otur dedim." Dedi yüzünün sağ tarafı tamamen donmuş olan kişi. Sağ yüzünün çenesine kadar inen ve çenesinin altında biten buz sarkaçları yüzünün sağ tarafını kaplamıştı. Ağzının belirli kısımları buzlanmıştı. Burnunun yarısı yine buzların hakimiyeti altındaydı. Silkelenerek üzerindeki karları savuşturdukça altındaki kahverengi kıyafeti göründü. O da soğuktan dolayı kaskatı olmuştu. Tedirgin halleri devam ediyordu. Karşısındaki canlıyı ilk kez görmüştü.
Bu durum onda birkaç haftadır tekrar ediyordu. Bu yaşında görmeyeceği bir çok yaratık görmüştü. Bu da onlardan biri diye düşündü içinden. Tedirginliği elden bırakmadan yanına doğru oturdu. Korkusu ve merakı içinde sonucu olmayan bir savaşa giriştiler. Ama her zaman merak, korkuyu yenerdi. Öyle de olmuştu;
- "Kimsin sen ya? Abi mi deyim yoksa Abla mı? Yoksa bilmediğim bir türden misin? Bir haftadır olağanüstü şeyler gördüm de ayıptır söylemesi." Dedi kendini sakinleştirmek için saçmalamaya başlayan İlteber.
- "Şamanım.....uuooofffffff...." dedi sakin ve hırıltılı çıkan sesiyle birlikte Şaman. Bu sözcükleri söylerken başını yavaş ama kararlı bir şekilde aşağıya eğdi. Sonun da söylediği derin bir iç çekişten başka bir şey değildi. Yılların yaşanmışlığı bir anda gözünün önüne geldi. Onun bir yansımasıydı adeta. Yaralarının kabuk bağlamış derilerinden çıkan bir serzenişti belki de. O kadar derinden ve bıkkınlıkla çıkmıştı ağzından.
- "Nasıl yani? Ama anlamadım şimdi. Sen bir Şaman mısın?" dedi korkusu giderek azalan ve merakı çoğalarak artan İlteber. - "Evet evlat. Son nefeslerini almaya çalışan, ölüme karşı savaşı kaybetmekte olan bir şamanım." Dedi aynı pozisyonda ve sakince cevaplayan Şaman.
- "Ama bu imkânsız. Siz....sizi..... Yani sizin tamamınızı öldürdüler. Bir gece baskını. Özür dilerim. Hatırlatmak istemezdim." Dedi artık ona karşı bir hüzün besleyen İlteber.
- "Özür dileme evlat. O günü zaten hiç unutmuyorum. O baskından sadece biz kurtulduk." Dedi sağını ve solunu gösteren Şaman.
- "Ne yani bunlarda mı yaşıyor?" dedi aniden ve korkusunu hatırlayarak etrafına bakarak konuşan İlteber.
- "Evet. Onlar da yaşıyordu. Bazılarından iki haftadır ses alamıyorum. Sanırım öldüler. Kaç Öküz yılı geçti hatırlamıyorum." Dedi kırılmış kelimelerin acısıyla konuşan Şaman.
- "Uçmağ'ın en iyi yerindeler biliyorum." Dedi Şamanı biraz da olsa acısını yumuşatmaya çalışarak konuşan İlteber.
- "Biliyorum evlat.... Biliyorum... Ama ben de ölmeden son bir kez yaşayan bir insan gördüm. En şansıları benim galiba." Dedi gülümsemese de sevinçli bir şekilde konuşan Şaman. Ve ekledi;
- "Sen kimsin adın ne hangi hanlıktansın?" dedi başını çevirirken buzların sesleriyle karışık konuşan Şaman.
- "Dağ setti bekçisiyim. Bu yıl kazandım. Adım İlteber." Dedi sakin bir şekilde ellerinin bir araya getirip içine üfleyen İlteber.
- "Demek Dağlısın. Dağ Han'ı küçükken görmüştüm. Çok zeki ve cesur bir Handı." Dedi ağır konuşmasını sürdüren Şaman.
- "Evet çok heybetli ve büyük bir han. Bu arada adın ne şaman?" dedi başını biraz sola çevirerek konuşan İlteber.
- "Hımm...Unuttum." dedi çok derinlerden gelen depremin sesi gibi ağzından dökülen kelimelerle konuşan Şaman. Bu cevap karşısında başını yavaşça aşağıya doğru eğdi. Aklından geçen her fikir artık ölmüştü. Bu acı ona bir süre yeter gibi gelmişti. Tüm duyguları artık tek bir duyguya yoğunlaştı. "Hüzün". Hiç bu kadar canını sıkan bir cümle duymamıştı. İliklerine kadar hissetmişti. Damarlarında akan her kan bir anlığına durmuştu sanki. Dışarıdaki ağır, yorucu, dayanılmaz soğuğu dahi unutmuştu. O kadar etkiliydi bu cümle. Bir süre düşündü bu cümleyi;" Unuttum."
Düşünürken kendi içinden sürekli tekrar ediyordu. Yedi kelimelik zararsız bir kelimeydi aslında. Görünenin ardında ne acı vardı. Neler görmüştü şu küçük atların bağlandığı yerde. Bu kelimeli ömrünün sonuna kadar unutmayacaktı. Başını tekradan kaldırdı. İki gözü de dolmuştu. Ağlamak bir çözüm değildi. Bütün dertlerini unutmuştu. Şuan hissettiği duyguyu kendi dahi tecrübe etmemişti. Sağ gözündeki acılarla büyüyen ve yoğunlaşan damla, kendini yere bırakmayı bildi. O da saygı gösterdi bu yedi kelimelik duygular bütünü kelimeye.
- "Üzülme evlat. Senin bir suçun yok. Bizi bırakıp gittiler. Yüz yılı aşkındır burada tutsak kaldık. Belki Uluğ Şaman gelir dedik. Gelmedi. Bizi bu hiçlik okulunda yalnız bıraktılar. Asıl onlar suçlu." Dedi o da başını yere doğru eğerek konuşuyordu.
- "Peki siz nasıl hayatta kaldınız?" dedi korkarak sormuştu. Ama merakı daha da ağır basan İlteber.
- "Hangi yıl olduğunu hatırlamıyorum. Ama Tengri Savaşlarından önceydi. Yine her zamanki gibi derslerimiz vardı. Kalktık Kahverengi cübbemizi giyindik." Dedi ve İlteber araya girdi;
- "Benim bildiğim Şamanlar beyaz bir cübbe giyer. Siz niye kahverengi giyiniyorsunuz?" dedi.
- "Boşgurarvış Şamanlık okuluna birinci sınıfta başladığında dört bölüme ayrılırdık. Toprak, Su, Hava ve Ateş. Toprak bölümüne gidenler kahverengi, Su bölümüne gidenler beyaz, Hava bölümüne gidenler mavi, Ateş bölümüne gidenler kırmızı şaman cübbelerini giyinirlerdi. En güçlülerimiz Ateş bölümünden çıkardı hep. Uluğ Böke Şaman'da o bölümden mezun olmuştu. Şimdi anladın mı?" dedi sakin tavırlarla anlatmasını sürdüren Şaman. Şaşkınlıkla dinlemesini sürdüren İlteber sadece başını sallayıp cevabını vermekle yetindi. Kaldığı yerden devam etti;
- "Cübbelerimizi giyindikten sonra sınıflarımıza doğru gittik. Bize ders anlatan dört Baksımız vardı. Sormadan söyleyeyim onlar bizim hocalarımızdı. Dördü de farklı dallarda büyüler biliyorlardı. Kadim büyüler. O gün dersimize Baksı Cerkutay girmişti. İlk Çağ Kadim büyüleri dersini gördük. Akşama doğru Uluğ Şaman gitti. Oğuz Kağan onu çağırmıştı. Acil olmasa gitmem dedi. O gitti ve biz o gece son kez yataklarımızda uyuyacağımızı bilemedik. Gece vakitleriydi.
Dışarıdaki yani şuan bizim bağlı olduğumuz yerdeki Kökpar atları huysuzlanmaya ve kişnemeye başladılar. Bu sesleri duyup kafa mı cama dayadığımda on iki başlı en az yirmi metre yüksekliğinde bir Yelbeğen kapının solundaki duvardan içeriye girdi. Onun girmesiyle yüzlerce İtbarak Boşgurarvış Okuluna girdi. Herkes ayaklanmıştı. Herkes bağırıyordu. Haykırmaları halen daha kulaklarımda. Her şeyi unutuyorum ama o günü ve yaşadıklarımızı asla. Kendimizi savunmaya çalıştık. Ne kadar büyü biliyorsak kullandık. Ama başaramadık. Sadece onlarla savaşsaydık belki kazanırdık. Biraz zaman geçtikten sonra ise Albıslar geldi.
Onların gelmesiyle Ker büyüleri bizi de durdurmaya yetti. Üst kattaki odalarımızda başımız da dört Albısla kalakaldık. Albıslar bizi aşağıya götürecekleri zaman durup parmaklarımızdaki yüzüklerimizi aldılar. Herkesin ağızlarını kilitlediler. Hiç birimiz konuşamadık. Hiç ses gelmiyordu. Her şey susmuştu sanki. Her tarafta onlarca genç şaman ölmüştü. Biraz zaman geçtikten sonra aşağıdan bağıran genç şamanları duydum. Hepsi Su bölümünde okuyan arkadaşlarımdı. İsimlerini hatırlamıyorum. Ama onlardı kesinlikle. Sonra Uluğ Şaman'ın sesini işittik. Yaşayan sadece onlar değildi. O büyük bir yanılgıya düştü. Sadece onları alıp uzaklaştı. Duyduğumuz son ses ise Uluğ Şaman'ın don değiştirdikten sonraki kartal sesiydi. Sonra bizi aşağıya götürdüler. Hepimizin başında bir İtbarak bekliyordu.
Emir beklediklerini sonradan anladık. Bengü Ağacının önünde Barak bekliyordu. Onun önünde ise yüzükleri alınmış dört Baksı Şaman hocamız dizleri üzerinde yaralanmış şekilde bekliyorlardı. Hepsinin yüzü ve vücudunun belirli yerleri İtbarakların yaralarıyla doluydu. Barak solunda duran bindiği domuzun heybesinden dört kılıç çıkardı. O kılıçlar Tamağ denizinin ateşinde döğülmüşlerdi. Bunu çok sonra anladık. Baksılara karşı; "Eğer dediklerimizi yapmazsanız şurada çocukların hepsini öldüreceğiz." Dedi. Hiç unutmuyorum onların bize bakışını. Bir süre geçtikten sonra ölen onlarca şaman İtbarak olarak dirilmeye başladı. Bu an benim içimde derin bir yara olarak kaldı. Yaşayan genç şamanlar olarak onları böyle görmemiz bizi çok yıprattı. Hiç biri konuşmuyordu.
Bu suskunlukları Barak'ı sinirlendirdi. En baştan ki İtbarak sağ kolunu kaldırıp bir şamanı daha katletti. Benim tam solumdaki arkadaşımdı. Yere düşüşünü gördüm. Başı bedeninden ayrılmıştı. Tir tir titriyorduk. Baksılar tek bir ağızdan ağlayarak "Tamam" dediler. Bu hiçbir zaman unutmayacağımız bir olaydı. Gözlerimiz başka bir dehşeti görmüş gibiydi. Baksıların önünde bekleyen dört Albıs, ellerindeki kılıçları onların kalplerine soktu. Kadim dille ilgili bir büyü yaptılar. Dört Albıs söyledikleri büyüyün sayesinde Baksıların kalplerindeki Bengü Ağacı meyvesini yani şamanlık ruhlarını kılıçların içine doğru hapsediyorlardı.
Albıslar ellerindeki kılıçları bıraktılar. Hepsi ayakta bekliyorlardı. Baksılar biraz zaman geçtikten sonra büyüydüler. Hepimiz korkuyorduk. Onların kalplerine sokulan kılıçlar bizimkine de değiyordu. Hepsi birer..." dedi ve İlteber söze girdi;
- "Kara Şaman oldular. Ohaaaa nasıl yani. Bizim bildiğimiz dört Kara Şaman sizin hocalarınız mı?" dedi merakını hiç gizlemeden ve şaşkınlığını durduramadan konuşan İlteber.
- "Evet evlat. Bizim için Tengri Erliğ'in kölesi oldular." Dedi sağ gözünden akan bir tek damlayı silen Şaman.
- "Bunu kimse bilmiyor. Uluğ böke bile." Dedi başını bir sağa bir sola oynatan İlteber.
- "Bilemezler. Çünkü Tengri Erliğ onları T.S için kullandı. O zaman Yer altı Kıtasından çıkardı. Ve kimse anlamadı." Dedi yenilmiş ve paramparça olmuş sözcüklerle konuşan Şaman.
- "Ama sana kötü bir haberim var. Belki de iyidir bilemem. Bir Kara Şaman öldürüldü." Dedi kendini biraz geri çekerek konuşan İlteber.
- "Nasıl? nasıl oldu bu Uluğ böke mi?" dedi aniden doğrulan şaman.
- "Hayır bir Mankurt." Dedi
- "Mankurt mu? bir köle bunu yapamaz evlat. Yanlış biliyorsun." Dedi geriye doğru yaslanıp rahatlayan Şaman.
- "Onlar artık köle değil Şaman. T.S.S onlar birer savaşçı oldular. Bence en iyileri olan Alabörü onu öldürdü." Dedi sakin bir tavırla İlteber. Yüzünün sadece sol tarafı hareket etse de şaşkınlığını gizleyemedi. Tam bir şey söyleyecekti ki havadan yere doğru inen sadece kemikleri görünen bir kartal göründü. Hafif sendeleyerek uçuyordu. Çok kötü bir ses çıkararak aşağıya alçaldı. Toz bulutları arasından yere doğru Şaman Toygar, Kara Şaman olarak indi.
- "Bu bir Kara Şaman!" dedi tedirgin bir biçimde İlteber.
- "O bir Kara Şaman değil. O içinizdeki bir hain." Dedi kaşını çatmış bir şekilde konuşan Şaman.
- "Nasıl yani?" dedi ve direk ona doğru dönüp konuşan İlteber. Hiçbir şey söylemedi sadece başını öne doğru götürüp bakmasını söyledi. Yere doğru indikten sonra dizlerinin üzerine çöktü. Bir süre durduktan sonra kusmaya başladı. Yerdeki karların üzerine doğru onlarca hamam böceğini bıraktı. Sağ elini yerden destek alarak kalktı.
- "BARAKKKKKKKK" dedi bağırması tüm Yalnız Kalede duyuldu. Etrafına birkaç tane İtbarak gelip bekledi. Balını kaldırdığında Kalenin içinden çıkan Barak yavaş adımlarla geliyordu.
- "SENİ APTALLLL SENİ ŞEREFSİZZZZ NASIL İZİN VERİRSİNN OHOHOHOHO" dedi son kelimeleri yerine öksürerek konuşan Şaman Toygar. Ve ekledi;
- "ÖLDÜ MÜÜ? NEFES ALAMIYORUM ARTIKK." Dedi Şaman toygar.
- "Ölmen benim işime gelir Şamanları dörtlemiş oluruz Toygar. Ölen Kara Şaman'ın yerini alırsın fena mı?" dedi hafice gülerek Barak. Şaman Toygar bir anda sinirlenmeye ve eğildiği gibi kalkmaya başladı. Sağ elini bir kere salladıktan sonra elinde ucunda kırmızı Tamağ taşı olan tokmak oluştu. Sesli bir şekilde; "𐰯𐰀𐰠𐰃 𐰴𐰀𐰠𐰀 (Fali hale)" dedi.
Tokmağını Barak'a tutarak Kadim büyü yaptı. Barak bir anda kendini havada süzülürken buldu. Tokmağı kendine doğru çektiğinde hızla Şaman Toygar'ın önüne kadar geldi. Konuşmak istese de konuşamıyordu. Etrafındaki bütün İtbaraklar hırlayarak yavaşça ona doğru yaklaşmaya başladılar.
- "Ne oldu? Konuşamıyor musun yoksa? Bana bak Barak. Sen benim dengim değilsin." Dedi önünde havada bekleyen Barak'ın sadece hareket eden gözlerine bakarak tehditkâr şekilde konuşan Şaman Toygar. Tokmağı kendine getirdiği şekliyle ileriye doğru uzattı. Havada uçarak Yalnız Kale'nin merdivenlerine yapıştı. Kalktığında sadece sinirli bir şekilde bakmasını sürdürdü.
- "BEN SİZE NE DEDİM. SANGAL'A BİR ŞEY OLMASIN DEDİM." Dedi ve etrafındaki İtbaraklara doğru konuşan Şaman Toygar. Konuştukça nefes alması da zorlaştı. Sangal'ın yanına doğru gitti. Başına doğru baktığında halen daha sıcak olduğunu hissetti. Sol elini başının altından sürerek götürdü. Aniden eline doğru belli belirsiz aralıklarla "Güm güm" diye seslerin geldiğini hissetti.
- "BENGÜ MEYVESİ HALEN YAŞIYOR." Dedi ve aniden ayağa kalkan Şaman Toygar. Olan biteni heyecanla izleyen İlteber, solunda oturan Şaman'ın koluna dokunmasıyla bir anda ilkildi.
- "Galiba benim sıram geldi evlat. Son dakikalarımı bir insanla geçirdiğim için şanslıyım. Kendine dikkat et. Kimseye güvenme!" Dedi ağzının yarısını dahi açamadan konuşan Şaman.
- "O ne demek şimdi?" dedi gözleri büyüyen İlteber.
- "YAŞAYAN ŞAMAN KALDI MI?" dedi hızla Bengü Ağacının soluna doğru gelen Şaman Toygar. Kökpar atlarının bağladığı yere doğru baktı. Soluna doğru çevirdiği gözleri sadece üzerleri karın kefen şekliyle ölen Şamanları gördü. Biraz orta kısımlara doğru çevirdiğinde onu şaşkınlığa uğratacak bir şeyle karşılaştı.
- "VAYYYY VAYYYY İLTEBER'Dİ DEĞİL Mİ? SENİ NASIL BIRAKTILAR. KAÇMIŞLAR KORKAKLAR.HAHAAH" dedi biraz daha öne doğru gelip konuşan Şaman Toygar.
- "Sen beni nereden tanıyorsun?" dedi meraklı bir şekilde İlteber.
- "Senin gibi değil mi? SONUÇTA SEN DE KAÇTIN DEĞİL Mİ?" dedi oturduğu yerden hafifçe kalktığında sırtındaki buzların kırılma sesleriyle karışık Şaman. Bağırdığı için sağ tarafındaki dudaklarını kaplayan buzlar kırılarak yere düştü. Dudaklarının belirli yerlerinden yere doğru kanlar akmaya başladı. Yalnız Kale'nin içindeki tüm İtbaraklar ulumaya başladı. Taze kanı çok seviyorlardı. Koşmaya başladıkları gibi durmaları da bir olmuştu. Şaman Toygar Kara Şaman donunda arkasına doğru sert bir şekilde dönmesiyle hepsi durdu.
- "DEMEK YAŞAYAN BİRİ KALMIŞ. GÜZELLLL" dedi o korkutucu sesiyle konuşan Şaman Toygar. Ve başını İlteber'e doğru çevirerek devam etti;
- "NEREDELER SİZİNKİLER? HEE NEREDELER GÖREMİYORUM. TAPTUK ATA, ALTANTUYA, KONGAR VE ŞEREFSİZ MANKURT NEREDELER? SENİ BURADA BIRAKIP GİTTİLER." Dedi gülümsemesini hiç eksilmeden her kelimesini konuşan Şaman Toygar.
- "ELBET BİR GÜN SENİNDE YAZGINDA BİR CELLAT OLACAK. O GÜNÜ UÇMAĞ'DA BEKLEYECEĞİM TOYGARRR". Dedi iyice doğrulduğu gibi zincirler yüzünden sert bir şekilde yerine oturan Şaman.
- "Toygar mı? Bizim bildiğimiz Şaman Toygar sen misin?" dedi şaşkınlığına bir şaşkınlık ekleyerek konuşan İlteber.
- "Bu kadar sohbet yeter. BANA GETİRİN O ŞAMANI." Dedi ve arkasını dönüp Sangal'ın yanına giden Şaman Toygar. Bengü Ağacının yanındaki iki İtbarak iki ayak üstünde Şaman' a doğru yürüdüler.
- "Kimseye güvenme. Buradan kurtulursan Uluğ Böke'ye her şeyi anlat. En iyisini o bilir." Dedi ve sol gözünü hafifçe kapattı.
"HAYIRRRRRR HAYIRRRR BIRAKIN LAN ONUU!" dedi bütün bu acıların ve kırgınlığın bir dışa vurumunu yaşayan İlteber. Gelen iki İtbarak pençeleriyle zincirleri kırdılar. Biri bir koluna diğeri öbür koluna girerek Şaman Toygar'ın yanına getirdiler. Onun oradan çıkmasıyla birlikte yıllardır kalıplaşmış bazı buzlar kırılıp düştüler. Sırtını yasladığı yer oval bir şekilde kalakaldı.
Şaman Toygar'ın önüne getirip bıraktılar. Yere doğru kapaklanan Şaman kalkmak için hareket etse de yapamadı. Yıllardır öylece oturarak kalması onu iyiden iyiye güçsüz bırakmıştı. Nefes alması bile hırıltılı çıkıyordu.
- "YÜZ YILI AŞKINDIR BURADASIN. ŞU SENİ YAŞATAN BENGÜ MEYVESİNE BİR BAKALIM ŞAMAN." Dedi tokmağını tekrardan eline getiren Şaman Toygar. Sol eliyle yere kapaklanan Şaman'ı ters düz etti.
- "Sen bir hainsin. Uluğ Böke yanlış kişileri kurtardı." Dedi zorda olsa konuşabilen Şaman.
- "Ben doğru olanı seçtim. Ben güçlüyü seçtim. Ben Ülgen'i değil Erliği seçtim. Sen ise yıllardır burada çürüyüp gittin." Dedi ona doğru eğilen Şaman Toygar. Ona doğru eğildiği sırada Şaman, sağ eline sakladığı ucu sivri buzu kaldırıp Şaman Toygar'ın sol tarafından soktu.
- "AAAAAAAA" dedi ve bir anda geriye doğru adımlayan Şaman Toygar. Sol elini buza doğru götürüp onu çıkardı.
- "BENİ BÖYLE ÖLDÜREMEZSİN ŞAMANNN. BEN LANETLENDİMMM." Dedi ve çıkardığı buzu eğilerek Şaman'ın kalbine kadar soktu.
- "HAYIRRR YAPMA LANNNN YAPMAAA!" dedi yerinde durmadan zincirleri kırmaya çalışan İlteber. Kalbine giren buzu tekrardan çıkardı. Şaman bu acıyı dahi hissetmedi. Şaman Toygar sağ elindeki tokmağı yerde yatan Şaman'a doğru yaklaştırdı." 𐰯𐰇𐰼𐱅𐰀𐰏𐰇 𐰋𐰀𐰭𐰇 "Pürtegü Bengü" (Bengü Meyvesi)" dedi. Şaman'ın kalbi sağa ve sola doğru açılmaya başladı. Derisi tamamen açılınca içindeki kalp görünmeye başladı.
Kalbin tamamı Bengü Meyvesi sayesinde bembeyaz bir şekilde kaplamıştı. Kadim dille ilgili yaptığı bu büyü onu harekete geçirdi. Kalbin üzerini kaplayan Bengü Meyvesi tokmağın ucunda bir damlaya benzeyen şeklini aldı. Yerde yatan Şaman'ın kalbi açıldığı gibi kapandı. Olduğundan daha yaşlı bir şekle büründü. Sol yüzünün olduğu yerlerin hepsi büzüştü. Şamanlık ruhu artık alınmıştı. Bunca yıl onu yaşatan Bengü meyvesi artık yoktu. Tokmağını solunda yatan Sangal'a doğru çevirdi. Yavaş ve ölçülü bir şekilde Sangal'ın kalbine doğru götürdü.
Vücudunun içinden geçerek kalbindeki Şaman Toygar 'ın Bengü meyvesine karıştı. Bir kalbin içinde tek Bengü Meyvesi olurdu. Yerde yatan Şaman'ın şamanlık ruhu artık başka bir Bengü Meyvesine ruhunu teslim etti. Yerde yatan Şaman'ın Bengü meyvesi Şaman Toygar'ın Bengü meyvesine karıştığı anda Şaman artık daha da huzursuz ve güçsüz hissetmeye başladı. Sangal bir süre geçtikten sonra nefes almaya başladı. Şaman Toygar'ın ruhu başka bir şamanın Bengü meyvesi ile yeniden can buldu. O kıpkıpımız gözlerini yeniden açtı.
Derinden gelen sesini oradaki herkes duyabiliyordu. Sangal'ın uyanmasının ardından Kara Şaman donundaki Şaman Toygar olduğu yerde tekrardan don değiştirdi. Bembeyaz kıyafetiyle birlikte ayakta bekliyordu. Derin nefes alıp geriye doğru bıraktı. Karın ağır ağır yağması ve soğuğun yoğun bir şekilde hissedilmesi bu nefesin yayılmasını sağladı. Önündeki yerde yatan Şaman'a doğru eğilip bekledi;
- "Ne zannediyordun Şaman. Burada yıllar geçse de ölmeyeceğini mi? Ohhhh baya iyi oldum şuan. Yeniden doğmuş gibiyim. Arkadaki yedi arkadaşın gibi sende görevini yaptın. Onlar başarısız oldu. Ama sana Aferim sen görevini yaptın." Dedi ve ayağa kalkıp arkasını döndü. Tüm heybetiyle iki ayağının üzerinde kanatlarını ufaktan açmış vaziyette Şaman Toygar 'a doğru bakıyordu. Nefes alış verişi beraberinde havaya bir savaş açmış gibi küçük bulutlar meydana getiriyordu.
- "SENİ KENDİ ELLERİMLE ÖLDÜRECEĞİM LAN DUYDUN MU BENİ DUYDUN MU?" dedi dakikalarca zincirlerden kurtulmaya çalışan İlteber. Onu duyan Şaman Toygar yürümeye başladı. Yürürken aniden durup arkasını döndü. Sangal'a doğru; "𐰀𐰺𐰚𐰀𐰪𐰀" (Arkenya) (Ye)" dedi.
Onu dedikten sonra tekrar arsını dönerek İlteber'e doğru yürüdü. Sangal adımlarını yerde yatan Şaman'a doğru atmaya başladı. Sol gözü açık bir şekilde Şaman Toygar'a bakan Şaman, Sangal'ın adımlarını duyunca gözünü kapattı. Şaman'ın önüne kadar gelip kocaman ağzıyla onu yerden alıp yemeye başladı. İlteber bağırmasını kesmişti. Gördükleri karşısında dona kaldı. İçindeki kara bulutlar artık yağmur yağdırmıyordu. Öfkesi her saniye artıyordu. Gözlerinin içinden ateş çıkacakmış gibi oldu. Ona doğru yürüyen Şaman Toygar sağ tarafındaki demir kapının açıldığını gördü.
- "Merhabalarrrr merhabalarrrrr. Aaaaa darıldım Amaaa. Herkes toplanmışş beni çağırmıyorsun Barak. Biraz darıldım. Ama bakın eli boş gelmedimm. Bu hediyeler sana Barak." Dedi atın üzerinde içeriye giren Albıs. Albıs'ın arkasında iki İtbarak başlarından giren oklarla ölmüş şekilde yatıyorlardı. Ayakta bekleyen Barak hızla Albıs'ın yanına koştu.
- "Kimmm? Kim yaptı bunu?" dedi sinirli bir şekilde İtbarakları aşağıya indiren Barak.
- "Aaaa bir de soruyor musun? Görmüyor musun başlarında ok var. Kim yapacakk acabaaa?" dedi gülümsemesiyle birlikte cevap veren Albıs.
- "Okçuuuu." Dedi okları hızlıca çıkaran Barak.
- "Kutadgu." Dedi sessiz ve sadece kendisinin duyacağı şekilde Şaman Toygar.
- "Her zamannn demişimdir. Bir ormanda okçu varsa kılıçla savaşılmazzz. Ama dinleyen mi var?" dedi attan aşağıya doğru inen Albıs.
- "Hala evini bulamadın mı?" dedi Barak
- "Bozkurdu takip ediyorum ama bulamadım evini. Okçu her nerdeyse onu bulmak çok zor. Ama sen telaşlanma Barak o nasıl beni yakalayıp sırtımda bir okla Dağ Settine gönderdiyse ben de onu yakalayıp Tengri Erliğ'in önüne atacağım.
- "Hayırrrr onu ben kendi ellerimle öldüreceğimmmm." Dedi sinirden deliye dönen Barak. Onun bu ani yükselişini aldırmadan ayakta bekleyen Şaman Toygar'a doğru yürüdü. Yürürken birkaç gün önce aldığı kokuyu tekrardan hissetti. İçindeki heyecanlı durumların giderek artmasına sebep oldu. Olan biteni dinleyen İlteber Albıs'ın kim olduğunu hatırladı. Ve öfkesinin yarattığı ateşin üzerine yeni bir odun atılmış gibi hissetti. Onlarca Dağ Setti bekçisinin ölümüne sebep olduğunu hatırladı. Kötü durumlar ve anlar giderek artarak zihninde canlanıyordu.
- "LANNNNNN BANAAA BAKKK LANNN İYİKİ ÖLMEMİŞSİNN SENİ BEN ÖLDÜRECEĞİMMM." Dedi olduğu yerde çırpınmaya devam eden İlteber.
- "Bakınnnn buradaaa kimmm varrrrr. Efendimmm hoşgeldinizz. Bu kadar erken geleceğinizi bilseydim önden hazırlık yapar bir hediye de size getirirdim." Dedi İlteber'in önünde eğilen Albıs. Şaman Toygar ve Barak Albıs'ın yaptığı bu hareketlerden sonra birbirlerine bakmaya başladılar.
- "Ne yapıyorsun lan sen kaçık kadın." Dedi yaptığına bir anlam veremeyen Şaman Toygar.
- "Seni öyle bir öldüreceğim ki BANA BAKKKK" dedi sinirli hali devam eden İlteber.
- "Beni öldürmeyeceksiniz. Çünkü biz aynı saftayız. Sizin yanınız bizim yanımız. Hala kim olduğunuzu ve nelere sebep olacağınızı bilmiyorsunuz. Ama merak etmeyin Tengri Erlik buna çok sevinecek." Dedi hafif hafif doğrulduğu esnada Albıs. Merakı yine sinirinin önüne geçmişti.
- "Sen ne saçmalıyorsun?" dedi biraz daha sakinleşen İlteber.
- "Evet sen ne saçmalıyorsun yine?" dedi hemen arkasından konuşan Şaman Toygar.
- "Bana bak onlarca İtbarak öldü. Ve öldürenlerden biri de bu o da benim." Dedi hızla Albıs'ın yanına gelen Barak.
- "Hayır o senin değil. O bizim için bir lütuf. Bunu yakında anlayacaksın Barak." dedi başını Barak'a doğru çevirerek konuşan Albıs.
- "Lan çekil şuradan!" dedi Albıs'ın yanından geçerek İlteber'e doğru vurmaya çalışan Barak.
- "Dur yapma sakın. Tengri Erliğ'i kızdırmak istemiyorsan buna yeltenme. Kanıt mı istiyorsun?" dedi Barak'ı geçip İlteber'in önüne kadar gelen Albıs. Kızgın bir ifadeyle soğuktan tir tir titreyen bir şekilde önünde duran Albıs'ın gözlerinin içine baktı. Albıs sağ elini hızlı bir şekilde İlteber'in yüzüne doğru vurdu. Tırnakları çok uzun olduğu için yüzünde derin bir yara açtı. İlteber bunu beklemediği için bir anda geriye doğru ilkildi.
- "Aaaaaa" dedi ve geriye doğru yaslanan İlteber. Ellerini yüzüne götürüp yaraya doğru baskı yaptı.
- "Al bak! Bir insanın kanı simsiyah akar mı?" dedi arkasını dönüp Barak'a doğru konuşan Albıs.
- "Benim ıslığıma dayanan tek insan o." Dedi ve şaşkınlıkla olanları izleyen Şaman Toygar'a doğru;
- "Bizi Taş Kapıya götürmen lazım Şaman." Dedi ve Bengü Ağacının yanına kadar gelip ayakta bekledi.
- "Lan siz ne anlatıyorsunuzzz. Hepinizi bir gün öldüreceğim lan. Hepinizi" dedi yaşadığı zıt duygularla farklılaşan İlteber.
- "Eee ne bekliyorsunuz canım hadi gitmemiz lazım." Dedi Albıs. Önüne kadar gelip ellerindeki zincirleri kırdı. Kolundan tuttuğu gibi Albıs'ın yanına kadar getirdi.
- "Onun olduğuna emin misin?" dedi halen daha şoku üzerinden atamayan Şaman Toygar.
- "Sen bir geçit aç. Ne de olsa Uluğ Böke'nin öğrencilerinden biriydin. Hadiii ne bekliyorsun." Dedi Albıs. Şaman Toygar iki elini şıklattığı gibi sağ elinde yeşil yada taşı takılı tokmağı ve sol elinde beyaz üzerinde Tengri Ülgen ve kızlarının resimleri olan davulu meydana geldi. Davulun üzerine sağ elindeki tokmakla kadim dilde büyüler yazmaya başladı; "𐰴𐰀𐰓𐰃𐰢 𐰑𐰀𐰉𐰆𐰞 𐰏𐰀𐰲𐰃𐰓𐰃" (Kadim davul geçidi)" diye yazdı.
Üzerine yazıp bitirdiğinde davulu yere doğru fırlattı. Havada bir kapı formuna girip ayakta durdu. Yeşil ve mavi renklerin çoğunluğunda ve esnek bir yapısı vardı.
- "Neyi bekliyorsunuz?" dedi Kadim davul geçidine doğru yürüyen Şaman Toygar. Bu büyüyü yaptığı anda gitmesini istediği yeri düşünmesi yeterdi. Öyle de oldu. Kapıdan geçtiği anda bir tepenin üzerinde kendini buldu. Karşısındaki iki yüz metreyi aşan önünde yüzlerce İtbarakların cesetlerini yiyen kurtları gördü. Yerde yedi başı birden kesilen Badraç 'ın üzerinde ise kargalar görünüyorlardı. Şaman Toygar adımlarını atmaya başladı. Arkasından Albıs atına binmiş şekilde çıktı. İtbarak koca domuza biniyordu.
Kırmızı gözlü bir koca domuzdu. Tam önünde İlteber oturuyordu. Tepeden her aşağıya indiklerinde onu burada yalnız bıraktıkları ana geri dönüyordu. Artık pes etmişti. Hiç gücüde kalmamıştı. Uykusuzluk ve birkaç gündür yaşadıkları onu git gide kötü bir hal almasına sebep oldu. Domuzun ve arkasındaki Barak'ın kokusu onu ayık tutmaya yetiyordu. Her geçtikleri yerde İtbaraklar ölmüştü. Bazılarının başı bazılarının uzuv yerleri tamamen yoktu. Sağ tarafta yere doğru uzanmış Yelbegen'in başı yoktu. Alabörü'nün sol kolundan çıkarıp öldürdüğü hatırladı. Koca domuz ara sıra o iğrenç sesi çıkarıp yürümesini sürdürdü.
- "Ne savaştı beee. Canlı canlı izlemek de bir başkaydı." Dedi önünde Altantuya'nın atıyla giden Albıs.
- "Ne yani oradaydın ve gelip yardım etmedin!" dedi kızmış bir şekilde Barak. Tam sözlerini bitireceği anda solundan havada süzülen Şaman Toygar'ın davulunu gördü. Şaman Toygar elini kaldırmış davulunun gelmesini bekliyordu.
- "Nasıl yardım etmemi planlıyorsun. Yerde üç ejder biri ölü diğer ikisi ezelden düşman. Orta Kıta'nın en bilgili kişisi Taptuk Ata, yaşlı ama gururlu Komutan Altantuya bir de inanılmaz yakışıklı Alabörü. Albıslardan hoşlanmıyor ya hoşlansa bir şansımız olurdu. Ama âşık olunmayacak gibi de değil yani. Yürüyen karizma. Ha bir de bizim beceriksiz Kara Şaman'ın ruh kılıcı. Nasıl yardım edeyim Barakcığım.
- "Albıs her konuştuğunda İlteber başını biraz daha öne eğip kırgın bir şekilde Koca Domuzun üzerinde gidiyordu. Ara sıra etrafına bakmayı da ihmal etmiyordu. Belki gelip beni kurtarırlar gibi bir düşünce hep zihnin bir köşesinde diri kalmaya devam ediyordu. Karga sesleri kurt sesleri hepsi bir araya girip Ak Dağ boyunca yankılanıyordu. Şaman Toygar arkasını dönüp onların gelmesini bekledi. Biraz daha gelip beş metre kala üçü de durdu.
- "Taş Kapıyı nasıl açtığınızı hep merak ettim." Dedi halsiz ve yorgun bir tavırla konuşan İlteber. Kapının önüne kadar gelen Şaman Toygar sağ elindeki tokmağını önünde ki Taş Kapıya doğru yakınlaştırdı. - "𐰀𐰔𐰼𐰔𐰃 𐰉𐰆𐰔𐰃𐰖𐰀 𐱁𐰀𐱃 𐰃𐰯𐰀𐰴" ( Azerzî bozîya Şat Ipak) Ruhum senindir Taş Kapı" dedi sakin bir tavırla Şaman Toygar. Her Kadim dil harfi söylediğinde burnundan ve gözlerinden kan gelmeye başladı. Son kelimeleri söylediğinde kulaklarından da aşağıya doğru kan geldi.
Albıs her kelimeyi duyunca atını geriye doğru sürdü. Taş Kapı olağanüstü sesler çıkarmaya başladı. Yüzeyindeki bazı taşlar kırılıp aşağıya düştü. Kapının sağından ve solundan taştan iki büyük el çıktı. Ellerin ikisi de yirmi metreden uzundu. İki kadim taş el yerdeki Şaman Toygarı alıp Taş Kapının içine doğru soktu. Şaman Toygar Taş Kapının içine girdiğinde iki yüz metrelik Kapı bembeyaz bir geçite dönüştü. Her taş yerini Şaman Toygar'ın ruhuna dönüşüyordu.
- "Gördünüz mü efendim. Taş kapı işte böyle açıldı." Dedi başını ona doğru çeviren Albıs.
- "Tengri Ülgen'in nasıl bundan haberi yok." Dedi o da aynı şekilde başını Albıs'a doğru bakıp konuşan İlteber.
- "T.S.S Tengri Ülgen bir daha görülmedi efendim. Çok ağır yaralanmıştı. Ve hiçbir şaman bu zamana kadar onunla iletişim kuramadı. Uluğ Böke bile." Dedi atını yavaş yavaş Taş Kapıya süren Albıs. Barak altındaki Koca domuza doğru ayaklarıyla vurdu. Albıs önde arkada Barak ve İlteber kapıya doğru yaklaştılar. Albıs atıyla içine doğru girdi. Girdiği yerde uzunca tek kişinin geçebileceği bir köprü göründü.
Köprünün altında Ateş ve su denizi vardı. Hiçbir zaman birbirlerine karışmıyorlardı. İki kıtanın geçidinde atlarını sürmeye başladılar. Köprünün sonunda yine o Taş Kapıdan vardı. Albıs hiç tereddütsüz bir şekilde atın üzerinde gidiyordu.
- "Sakın aşağıya bakmayınız efendim. Ateş ve Su denizinde Ruh Çalanlar yaşar. Eğer aşağıya bakarsanız sizi bizden alırlar." Dedi sesi yankı yaparak geliyordu. İlteber tam aşağıya doğru bakacakken Albıs'ı duyduktan sonra vazgeçti. Yaşadıklarına halen inanamıyordu. Kendini birkaç zamandır hiç iyi hissetmiyordu. O kafasını bulandıran sorular hiç onu yalnız bırakmıyordu. Her daim sürekli beynini rahatsız ediyorlardı.
- "Bana efendim deme. Sen bir katilsin. Onlarca Dağ Setti bekçisini öldürdün." Dedi kızgın bir ifadeyle konuşan İlteber. Albıs duymazdan gelerek ikinci Taş Kapıya yaklaştı. Onun yaklaşmasıyla birlikte birinci Taş Kapıdaki Şaman Toygar'ın ruhu diğer Taş Kapıya geçti. Arkalarında kalan kapı tekrar eski haline yavaş yavaş geçti. Önlerinde ikinci Taş Kapı Şaman Toygar'ın ruhuyla yeniden simsiyah bir geçirt halini aldı. Albıs iki ayağıyla Altantuya'nın atına doğru vurdu. At bu emirle birlikte hızla geçite doğru girdi.
At adımlarını attıktan sonra huysuzlaşmaya başladı. O da anlamıştı. Nerede olduğunu ve neyle karşılaşacağını. Arkalarından Barak ve İlteber geldiler. Bir anda kendini başka bir kıtada buldu. Yorgunluğu ve halsizliği bir anda gitmişti. Gözleri iyice büyüdü. Kalbinin atışlarını Barak dahi duyabiliyordu. Başını hafif kaldırdığında ortalık alacakaranlıktı. Alışık olduğu güneş yoktu. Ama daha küçük bir güneş hemen kendini gösterdi. Gökyüzü mavi değildi. Hafif kızıldı. Sağ taraftaki küçük kırmızı güneş tam solundaki simsiyah Ay 'a doğru bakıyordu.
Hem güneşin hem Ay'ın aynı gökyüzünde birbirlerine bakmasına hayretler içinde kalarak izledi. Önlerindeki uzun Tüy Köprüsü rüzgârdan dolayı sallanıyordu. Arkalarındaki Taş Kapı garip sesler çıkarmaya başladı. İlteber eğilip arkasına baktığında iki büyük alin Şaman Toygar'ı yere doğru bıraktığını gördü. Yere inerken eskisinden farklı bir şekilde görünüyordu. Onun bu haline karşın İlteber şaşırmış bir yüz ifadesiyle karşılık verdi. Şaman Toygar Kara Şaman donunda Yeraltı Kıtasına inmişti.
- "Giderken Kara Şaman gelirken Ak Şaman ruhu lazım. Yoksa geçitten geçemezsin. O yüzden Kara Şamanlar bu Taş Kapıyı açamıyorlar." Dedi önüne doğru döndüğü sırada İlteber. Albıs atını Tüy köprüsüne doğru yaklaştırdı. Barak'ta hemen arkasından Koca Domuza binmiş şekilde geldi ve yanında durdu. Bir süre bekledikten sonra uzaktan gelen sesler artık yakından gelmeye başladı. Tüy köprüsünün altında dokuz ırmağın birleştiği Toybadım Irmağı'ndaki haykırma sesleri onlara kadar geliyordu.
- "Bu seslerde ne?" dedi başını biraz aşağıya doğru uzatıp bakmaya çalışan İlteber.
- "İnsanların açgözlü ve hırs nefisleri. O nefisleri Toybadım Irmağındaki Kılıç Balıkları eziyet çektirdikleri için bağırıyorlar." Dedi gökyüzüne doğru bakmasını sürdüren Albıs. Albıs'ın her kelimesiyle tüyleri diken diken oldu. Bir an önce susmasını istedi içinden. Bu zihindeki karmaşıklığa bir ara vermesine sebep oldu. Başını yukarıya doğru kaldırdığında iki Körmöz aşağıya doğru inerek geldiler. Onların kanatlarından çıkan sesler Yeraltı Kıtası boyunca yankılandı. İyice alçalıp Tüy Köprüsünün önünde durdular. İki kara kanatları vardı. Simsiyah bir toz bulutu şeklinde vücutları hemen dikkat çekiyordu.
İkisinin de sol elinde kırmızı bir yılan kamçısı tutuyorlardı. Yılarlar ellerinde hareket ediyordu. Arkalarından gelen Şaman Toygar önlerine geçti. - "𐰉𐰆𐰔𐰃𐰨 𐱅𐰀𐰭𐰼𐰃 𐰀𐰼𐰠𐰃𐰚" ( Bozınç Tengri Erlik) Tengri Erliğ'i görmeliyiz" dedi onlara karşı anladıkları dilden konuşan Şaman Toygar. İki Körmöz de durdukları yerden kalkarak biri Albıs'a doğru diğeri Barak'a doğru uçtu. İkisinde ayakları kartalın pençelerine benziyordu. Albıs'ın omuzlarından tutarak ayaklarıyla havaya kaldırdı. İlteber, Üzerine doğru gelen Körmöz'ü görünce bir tık kendini geriye doğru attı.
İlteber'e yaklaşıp iki eliyle onu kucağına aldı. Kanatlarını çırparak havaya doğru kalktı. Kanatları bir arının kanatlarına benzediği için inanılmaz derecede tiz bir sesin ortaya çıkmasına sebep oluyordu. Koca domuzun üzerinde Barak'a doğru pençelerini sıkıştırıp onu da havaya kaldırdı. Kendini bir anda yukarıda bulan İlteber olayın şokuyla bayılma noktasına geldi. Ama altlarındaki insanların bağırması onu bayılmak üzereyken yeniden diriltti. Körmöz'ün elinde tuttuğu yılan kamçısı İlteber'e doğru yaklaşmaya başladı. Garip hareketler yaparak ona doğru yavaş yavaş sokuluyordu.
- "Heyy noluyor. Kendine gel kendine gel. Ben zararsızımm." Dedi ve kendini geriye doğru çekti. Körmöz'ün anlık bağırmasıyla birlikte yılan kamçısı geriye doğru gitti. Şaman Toygar kemikli kartal donuna girerek onları takip etmeye başladı. Havada her süzüldüklerinde o dayanılmaz derecedeki pis koku giderek artıyordu. Tüy Köprüsünün karşı tarafındaki dokuz büyük balbalı gördü. "Demek Tengri Erliğ'in bütün oğulları öldü."
Dedi kendi içinden. Onların üzerinden geçtikleri sırada karşılarındaki Yazgı ormanından dışarıya doğru altı metre yüksekliğinde on ton ağırlığında Tengri Erliğ'in Ker Mamutları çıktılar. Her şaşırdığı şeyleri hatırlıyordu. Fakat bu gördükleri karşısında asla unutmayacağı bir an oldu. "Tengri Erliğ'in Ker Mamutları" dedi hayretler içeresinde kalan İlteber. Solundaki Bakır Dağ Ak Dağ'dan kısaydı. Turuncu bir rengi vardı. Üzerinde dolaşan yüzlerce Körmöz etrafında dönüyorlardı. Yazgı Ormanını geçecekleri anda uzun çam ağaçlarının altında Kanatlı Ker Timsahları yukarıya doğru uçarak ağızlarındaki uzun keskin dili çıkarıp onlara bakıyorlardı.
Hemen sol ormandan Ker ateş yılarları çıkıp meraklı bir şekilde bakmaya başladılar. Aşağıdaki Ker yaratıklarına baktığı her an heyecanlanıyordu. Merakı da aynı ölçüde her zamanki gibi katlanıyordu. Bakır Dağ'ı geçtikleri sırada Kesik Dağ'ın üzerinde her ikisinin de boyu seksen metreyi bulan Abra ve Yutba'nın yattığını gördü. İki büyük yılan ejderi Tengri Erliğ'in asası kaybolduğundan beri uyuyorlardı. Heyecandan bayılacak düzeye geldi. Daha önce de ejder görmüştü. Fakat bu ejderler daha büyüktü. Ve Tengri Erliğ'in sarayını koruyorlardı. Başını öne doğru çevirdiğinde uzun beş metrelik boyunda ve ortasında dikey şeklinde eşkenar dörtgen biçimde bir ayna göründü.
Aynı şeklin karşısında ise aynısı vardı. İki ayna da birbirlerine bakıyorlardı. Ne olduğuna anlam veremedi. Arkadaki ayanın da arkasında Tengri Erliğ'in sarayı duruyordu. Ayna Köprüsünün altından geçerken Tamağ Denizinde yüzerek kaçmaya çalışan binlerce insanın bağırışlarını duydu. Bakmak, görmek, duymak istemedi. Her şeyin birer rüya olmasını diledi. Ama bu yaşadıkları gerçekti. O da farkındaydı olan biten her şey anbean gerçekleşiyordu. Karşısındaki Tengri Erliğ'in on iki kuleli sarayına baktı. Bu onda akıl almaz bir duygu yarattı.
Her kulenin çatısında yüzlerce insan kafatası olduğunu gördü. Hayal gördüğünü zannedip iki eliyle gözlerini ovaladı. Tekrardan baktığında doğru gördüğü anladı. Saraya doğru yaklaştıkları anda duvarlarının tamamını insan iskeletleriyle donatıldığını gördü. Midesi bulandı. Karnına dayanılmaz derecede ağrılar girdi. Sarayın tam ortasına geldiklerinde aşağıya doğru indiler. Onların hepsini yere doğru bırakıp hızla yukarıya çıkıp uçup gittiler.
Yere doğru ayak basan İlteber yerin kan denizine benzeyen duru bir nehir olduğunu anladı. Ayak bilelerine kadar kan nehrine bulaşmıştı. Başını kaldırdığında on metre önünde yerden beş metre yüksekliğinde Ker Kara Gül tahtında oturan Tengri Erliğ'i gördü.
Onu görmesiyle birlikte şuurunu kaybedip yere doğru düştü. İki eliyle birlikte yerdeki kan nehrine değdi. Yanındaki Albıs onun yere düştüğü görüp direk koluna girip ayağa kaldırdı. Kocaman bir gülün üzerinde oturuyordu. Gül canlı ve hareket ediyordu. Şaman Toygar'ın da gelmesiyle birlikte Ker Kara Gül hareket etmeye başladı.
Olduğu yerden eğilerek onlarla arasındaki farkı beş metreye kadar düşürdü. Ker Kara Gül yere doğru eğildi ve durdu. Herkes başını yere doğru eğdi ve bir süre bekledi. Ker Kara Gül tahtından ayağa doğru kalktı. Boyu üç metreyi aşıyordu. Albıs ve Kara Şaman donundaki Şaman Toygar ondan kısaydı. Omuzları iki metreyi buluyordu. Baştan ayağa Tamağ Denizinde dövülmüş kırmızı bir zırhı vardı. Saçları simsiyah ve uzundu. Başında yuvarlak kafes şeklinde ve içinde siyah yılanlar bulunan gümüş bir taç giyiniyordu. Sakalı yoktu. Yüzünün tamamı beyaz ve grinin karışımı bir renkti. Gözlerinin içi simsiyahtı. İki göz çukurunda dört gözü vardı. İkisi sağda ikisi solda.
Onların tamamı kıpkırmızıydı. Ker Kara Gülden aşağıya doğru her adım attığında arkasındaki dört kanadı da onunla birlikte açılmaya başladı. Yerdeki sığ kan nehrine ayak bastığında yerdeki kan nehri açılmaya başladı. Her adımında daha da açılarak sağa ve sola birikti.
- "DEMEK SONUNDA GELDİN KUMAYIK" Dedi uğultulu ve tok bir sesle konuşan Tengri Erliğ.
- "Evet Tengrim. Geldi." Dedi başını hafifçe kaldıran Albıs. Sağ elini kaldırdığında teninin tamamının susuz kalmış toprak gibi olduğu göründü. Derisi parça parça olmuştu. Üçgen biçimli yada taşlı asası olmadığı için günler geçtikçe vücudu kuruyordu. Sağ elini aşağıya doğru indirdiğinde Tengri Erliğ'in sağından havda süzülerek Köpek başlı Ruh maskesi geliyordu. İlteber başının döndüğünü hissetti. Ortamın ağır ve yoğun bir havası olduğu için kendine gelmesi uzun sürmüştü.
Havada ona doğru gelen Köpek başlı Ruh kılıcını çok sonraları gördü. Barak maskesi görür görmez bir iki adım geriye doğru attı. Albıs heyecandan yerinde duramıyordu. Ruh maskesi İlteber'i görür görmez hızla yüzüne yapıştı. Maskenin içindeki kara ruh beynine ve kalbine işlemeye başladı. Bağırmaya veya haykırmaya zamanı kalmamıştı. Zaman geçtikçe vücudu büyüme başı Barak'ın kafasının iki katı büyüklüğe gelmeye başladı. Giderek daha da büyüyordu. Bir süre sonra sırtından iki taraf da ayrılan büyük iki siyah kanat belirdi. Kolları ve ayakları Baraktan daha uzun ve kalın ayaklara döndü.
Maske görevini yapmıştı. İlteber artık tamamen Kumayık donuna büründü. Köpek Başlı Ruh maskesi onun bu zamana kadar yaşadığı bütün anıları sildi. Kalbindeki saflığı da alıp götürdü. Kanatlı birer İtbarak'a dönüşmüştü. Barak konuşamayacak şekilde şaşkındı. Ve istemsizce eğildi. Albıs da başını hafif bir şekilde eğdi. Şaman Toygar bu ana hazır değilmiş gibi sadece gözleriyle anlatıyordu söyleceklerini.
- "TENGRİM." Dedi ağır bir ses tonuyla konuşan Kumayık.
- "HOŞ GELDİN İTBARAKLARIN ÖNDERİ" dedi o boğuk ve zor anlaşılan sesiyle karşılık veren Tengri Erlik. |
0% |