Yeni Üyelik
22.
Bölüm

"15.BÖLÜM SON!" Göğün Oğlu "KÖKTİGİN"

@mmsyazar

Gökyüzü dahi alışamadı bu duruma. Her şey bir anda gelişmişti. Bir anda yok olmuştu bir çok umut, ümit, sevinç. Alışmak bir tarafa dursun nasıl olduğunu dahi anlamamıştı. Mutlu mesut geçirdiği günler artık topallayan bir adam gibi yavaş yavaş yitiyordu. Kendine gelmesi dahi uzun günler almıştı. Şimdi o da farkınaydı. Şimdiki olay geçmişteki hiçbir olaya benzemiyordu. Yüzüne gözüne aldığı büyük yumruklar onu kendine getirdi. Gözlerini açtığında uzun ve kasvetli bir beyazlıktan başka bir şey olmadığı anladı.

 

Gözlerini ovuşturması dahi bu gerçeği gölgede bırakmaya yetmedi. Başını ne tarafa çevirse hangi yöne baksa onu görüyordu. Eski dostu ortalıkta yoktu. Her zamanki gibi yine işi çıkmıştır diye düşündü. Ama bu sefer onu işi yoktu. Kendi isteğiyle terk etmişti. Orta Kıta'yı yüzüstü bırakmıştı. Onu ne zaman göremese karşısında yine bu ölümün yancısını görürdü. Giyinmişti bembeyaz çelikten daha sert pamuktan daha yumuşak zırhını. Gökyüzünün onu geçte olsa tanıdı. Yüreğindeki korku zerrecikleri deli dana gibi bir sağa bir sola giderek onun beynini huzursuz etmeye yetmişti. Heyecanlı bir tavır sergilemek yerine kuşkulu ve endişeliydi.

 

Elleri bağlanmış gözlerine mil çekilmiş gibi hissetti. Kanı donuyordu onu ne zaman görse. Şimdi de aynısı olmuştu. Eski dostu artık onu hiçe sayıyordu. Bu gibi durumlarda kulak kabartırdı. Fakat bu acımasız düşmana karşı sadece kulaklarını kapatmakla yetindi. Güneşin bu yaptığını herkes bir gün onun yüzüne karşı haykıracaktı. Bunun bilince olduğu için eski dostu Gökyüzünün yüzüne bakacak yüzü kalmamıştı. Artık o da bir şey yapacak gücü kendinde bulamadı. Ele geçirilmiş gibi hissetmesi günler geçtikçe zamanlar bir kum saati taneleri gibi ağır ağır ama disiplinli aktıkça kendine gelmesi rahat bir nefes almasını zorlaştıyordu.

 

Sessizce izlemesini sürdürdü. Aslında onun bu kadar sessiz bir şekilde durmasının ne anlama geldiğini biliyordu. Ağzına kadar gelen sözcükler birer birer onu gördükleri gibi tekrar geriye doğru koşar adım kaçıyorlardı. Yapayalnız bir şekilde kalması yetmiyormuş gibi endişeli tavırları onu huzursuz etmeye devam ediyordu. Sürecin bu kadar hızlı ve kararlı bir şekilde nasıl değiştiğini de sorgular halde buldu kendini. Zihnindeki bu değişim hayatına da yansımıştı. Başını bir sağa bir sola sallayıp sonunda yenildiğini anlayıp yere doğru ağır bir şekilde eğdi. Başı yerde gönlü gökte bir sürü soruyla baş başa kaldı. Ruhunun en derinlerindeki o mucizeye yaklaşmak istedi.

 

Sorulara ve çaresizliğine bir umut aramak istedi. Bu karmaşanın içinde kaybolmaya başladı sırada Kış, yazgı kalemini eline aldığını duydu. Başını kaldırdığında artık çok geçti. Her hayal ve istek yerin dibine doğru zorla sokuldu. Zihninde uçuşan her fikir bir anda yok olup zerrelere bölünüyorlardı. Yazgı kalemini elinde bulunduran Gökyüzünün de sahibi olurdu. Onun bu kadar acı çekmesinin sebebi tam olarak buydu. Görünmez zincirlerle bağlanmıştı mutlu ve huzurlu günler. Şimdi uzun sürecek bir Kışın ilk icraatlarını göstermesinin zamanı gelmişti. Öyle de yaptı. Aşağıdaki olaylardan sıkılmış gibi yazgı kalemiyle bir şeyler yazmaya başladı.

 

Her kelimesi hazırda bekleyen kar tanelerini harekete geçiriyordu. Ker Ormanın da ki ailelerinin en yaşlı tanelerine doğru inmeye başladılar. En sevdikleri yer Ker Ormanıydı hiç şüphesiz. Kendi aileleri uzun yıllar burada yaşarlardı. Kendi evlerindeki huzuru burada yaşayıp mutluluklarına bir sevinç daha eklerlerdi. Ama garip giden bir şeyler vardı. Her inen kar tanesi kendisine soğuk yerler seçerlerdi. Bu kez öyle olmadı. Taş Kapının önündeki savaşın geriye kalan sıcak İtbarak kanlarının üzerlerine doğru birkaç yüz kar tanesi düştü. Birden irkilip etraflarına baktılar. Gördükleri sadece onlarca ölü İtbarak ve yerde yatan kırk metrelik boyuyla Sangal'dı.

 

Bazı kar taneleri onlar kadar şansız değildi. Bazıları kendileri gibi bembeyaz büyük Tulpar kanatlarına da düşüyorlardı. Tabi bu hizmetin bir de bedeli vardı. Asutay her kanatlarını çırptığında konan kar taneleri aynı hızla yere doğru düşüyorlardı. Karlar şiddetini arttırmaya yakındı. Bunu hemen anlayan Asutay hızla kanatlarını çırparak Ak Dağ'ın yamaçlarından geçerek Dağ Settine gitmeye çalışıyordu. Alabörü sağ eliyle boynuna doğru ufakta olsa silme şeklinde bir aşağıya bir yukarıya masaj yapıyordu.

 

Onun arkasında sağ elindeki asasına doğru bakıp kadim dille ilgili birkaç bir şey söyleyen Taptuk Ata vardı. Taptuk Ata onunla uğraşırken arkasındaki Komutan Altantuya ve Kongar'ı unutmuş gibiydi. Komutan Altantuya başını yerdeki İlteber'e doğru çevirip kendine kızıyordu. Öfkesini kontrol edemeyecek kadar sinir yüklüydü. İlteber yerde Barak'ın önünde diz çökmüş vaziyette duruyordu.

 

- "Alabörüüüüüüü geri dönmeliyizzzz. İlteberrrr oaradaa kaldııııı!" dedi yerdeki tutsak kalan İlteber'e doğru bakan Altantuya.

 

- "Geri dönemeyiz Komutan." Dedi halen daha Asutay'ı okşayan Alabörü. Alabörü'nün bu şekilde net konuşması onu çılgına döndürmeye yetti. Yüzü gözü üzerindeki elbiseler tamamen kan olmuştu. Kapkara kanlar üzerlerine bulaşmıştı.

 

- "SANAA GERİ DÖNECEĞİZ DEDİM. DÖNSENE LANNNNN DÖNNNN!" dedi ayaklarıyla Asutay'a doğru vuran Altantuya. Buna sinir olan Asutay yere doğru hızla inmeye başladı. Bu inişi hepsini bir anlığına kendisine getirmeye yetmişti. Alabörü yuları yukarıya doğru sert bir şekilde çekti. Bu hiçbir zaman yapmamıştı. İçindeki bu kargaşayı unutup Asutay'ın canını yakabilirim diye düşündü. Asutay indiği gibi hızla tekrar yukarıya doğru çıkmaya başladı.

 

- "NE YAPTIĞINI ZANNEDİYORSUN LAN. KIRARIM SENİN BACAKLARINI." Dedi arkasına doğru dönüp işaret parmağını Altantuya'ya çeviren Alabörü.

 

- "SANA GERİ DÖNECEĞİZ DEDİMMM!" sinirli hali devam eden Altantuya. Bir anda Taptuk Ata'nın arkasından yere doğru atlamaya çalıştı. Sağ ayağını yere doğru bıraktığı anda;

 

- "NE YAPTIĞINI ZANNEDİYORSUN SENNNN!" dedi ani ve güçlü bir sesle birlikte haykırarak konuşan Taptuk Ata. Sağ elinde tuttuğu asasını onu yerine geri getirmek için ucuyla vücuduna vurdu. Asutay kanatlarını bir süre daha çırptıktan sonra hafiften sola doğru yatarak süzülmeye başladı. Üzerindeki herkes bunun bir anda olmayacağını anlamış gibi hepsi Alabörü'ye doğru bakıyorlardı. Alabörü bir şeylerin ters gittiğini sol eliyle Asutay'ın boynuna doğru sürdüğünde anladı. Elini geriye doğru çektiğinde tamamı kapkara bir kan olmuştu. Parmaklarından aşağıya doğru kanlar düşüyordu.

 

- "ASUTAY YARALANMIŞŞŞŞ!" dedi telaştan zihnini kontrol edemeyen Alabörü. Asutay gözlerini hafif hafif kapatıyordu. Sola doğru süzülmesi artık iyice hızlanarak çoğalıyordu. Kanatları kapanma noktasına geldi. Bir süre sonra tamamen bilinci kapandı. Hızla aşağıya doğru düşmeye başladılar. Alabörü hızla çektiği yularını artık bırakmıştı. Gözlerinin ikisinin de farklı olması hüznünü gizleyememişti. O da gözlerini kapattı. Altantuya ve Kongar Asutay'dan tutunarak yere doğru düşmeye başladılar. Taptuk Ata gözlerini hafifçe yarı açık vaziyette kapattı.

 

Asayı Asutay'ın başına doğru çevirdi. Asanın başından başlayarak sürekli mavimsi kanlar yere doğru düşüyordu. - " (𐰴𐰀𐰔𐰼𐰤𐱅𐰇 𐰣𐰀𐰔𐰃𐰺𐰀) Hazerentü Nazira" dedi kısık kısık sesiyle birlikte Taptuk Ata. Her kelimesini söylediğinde asanın üzerinden akan mavimsi kanlar daha da artmaya başladı. Asutay'ın gözleri aniden açıldı. Gözlerinin içi masmavi bir şekilde parlıyordu. Yere doğru düşen kanatlarını birden çırpmaya başladı. Çırparken ara sıra gözleri kapanıp açıldı. Asayı sol doğru Ak Dağ'ın orta kısımlarındaki bir düzlüğe doğru çevirdi. Neler olduğunu anlamayan Alabörü halen daha iki eliyle birlikte Asutay'ın boynunu sıvazlamaya devam ediyordu. Sola doğru hızlı bir şekilde süzüldü.

 

Yerdeki karlar bir metreyi aşıyordu. İyice yaklaşıp yere doğru sert bir iniş yaptı. Ayaklarını ve kanatlarını artık kullanmaz şekilde yerde dört metre sürüklendi. Başını yoğun karların içine girerek sürüklenmesi devam etti. Onun bu şekilde yere inmesiyle birlikte Altantuya ve Kongar kendilerini karın içinde buldular. Elindeki asayı hafifçe kendine doğru çekti. Yavaş yavaş çekerken ki sürede Taptuk Ata'nın eli asadan süzülen kanlarla dolu olduğunu fark etti. Yularını sıkıca tuttuğu için Asutay'ın boynuna sert bir şekilde çarparak duran Alabörü yavaşladığını anladığı anda kendini geriye doğru çekti. Asutay'ın kanatlarının sayesinde yerdeki yıllarca biriken karlar sağa sola doğru dağıldı.

 

Hepsinin üstü başı İtbarak kanları ve karlarla karışık bir hale döndü. Bir anda Asutay'ın üstünden atlayıp onun başına doğru geldi. İçindeki huzursuzluk her halinden belliydi. Dizlerinin üzerine çöküp sol boynundan dört İtbarak tırnağının yarasını gördü. Başını yavaşça aşağıya doğru eğdi. Bu durumu birkaç kere yaşamıştı. Aklındaki bu kötü zamanlar film şeridi gibi akmaya ve onu daha da fazla üzülmesine sebep oluyordu. İçinde büyüyen acıya gözleri de dayanmadı. Tane tane günahsız çocukların gözyaşları gibi akmaya başladı.

 

Yüreğindeki her olumsuz durum artık daha da büyüyordu. Yıllarca küçüklüğünden beri onunla her daim büyüyen ve gelişen bir dostluk kurmuşlardı. Bazen kelimeler susardı. Bazen duygular sağır olurdu. O zamanda bile anlaşmayı başarmışlardı. Şimdi karısında yerde yatan Asutay'dı. Zor nefes alıp veriyordu. Gözleri tam kapanmamış ve eski halini almış şekilde Alabörü'ye bakıyordu. Hemen arkasından koşarak gelen Altantuya eğilip baş ucuna geçti;

 

- "Özür dilerimm...özür dilerim Asutay..." dedi konuşurken dahi yüzüne bakmaya cesareti olmayan Altantuya. Başını eğildikçe eğdi. Utancından yerin dibine girmek istedi. Ona bunu nasıl yaparım diye sürekli geçirdi içinden. Aklındaki her düşünceyi öldürmüştü. Sadece son nefeslerini almaya çalışan Asutay'ı düşünüyordu. Altantuya'nın arkasında Kongar ve Taptuk Ata geldi.

 

- "Açılın... açılın..." dedi ağır ağır konuşan Taptuk Ata. Yerde oturan ikisi de sanki sağır olmuşlardı. Yorgunlukları, düşünceleri, yaşanmışlıkları birden yok olmuştu sanki. Onların kalkmadığı gören Taptuk Ata yanlarından geçip Asutay'ın başına doğru eğildi. Elinde tuttuğu asanın her tarafında sürekli kanlar akıyordu. O kadar çok kan aktı ki bazı yerlerinden Bengü yaprağı çıkıyordu. Elini tuttuğu yer hariç bazı yerlerden halen çıkıyordu. Eğildi başını dizinin üstüne koydu. Sol boynundaki yaralar hemen dikkat çekiyordu. Derin ve etkili bir yara açılmıştı. İçinden sürekli kanlar dışarıya doğru akıyordu.

 

Yarayı inceledikten sonra sol elini asasına yaklaştırdı. Üzerinde onlarca çıkan Bengü yaprağından dört tanesini kopardı. Tek tek yaraların üzerine bastırıp yaranın içine kadar soktu. Bunu her yaptığında Asutay yerinde duramaz şekilde hırçınlaşmaya başladı. Acıdan yerinde duramaz bir halde ayaklarını ve kanatlarını hızlı hızlı hareket ettiriyordu. Bu hareketlenme Alabörü ve Altantuya'yı kendine getirdi. Kongar'la birlikte Asutay'ı tutmaya çalışıyorlardı. Kişnemesinin sesi Ak Dağ'ın duvarına çarpıp Taş Kapıdan geri yansıyordu. Bütün yaprakları yaraların içine soktuktan sonra Asutay bayıldı.

 

Bir anda acıdan kaynaklı yaptığı irkilmeler tamamen duraksadı. Alabörü ve Altantuya onu bırakıp Taptuk Ata'nın yanına gelip beklediler. Kongar etrafına bakıp ne kadar yüksekte olduğunu anlayıp şaşkınlıklar içerisinde karşısındaki Taş Kapıya doğru bakıyordu.

 

- "İyileşecek mi? Ölmedi değil mi?" dedi duygularını iyiden iyiye boşaltarak konuşan Alabörü. Bu kez de Taptuk Ata duymamış gibi yapıp bekledi. Sol boynundaki dört yara yavaş yavaş iyileşmeye ve yaralarının içindeki kara kan dışarıya doğru hızlıca aktı. İçindeki kanları boşalttığı anda birden yaralar kapandı. Taptuk Ata hariç diğerleri gördükleri karşısında dona kalmış vaziyette Asutay'a bakıyorlardı. Alabörü hızlıca Taptuk Ata'nın yanına doğru dizlerinin üzerine çöktü. Hafif hafif açılan gözlerine doğru baktı;

 

- "BENİ BIRAKMADIN ESKİ DOSTUM. YAŞIYORSUN.. ÖLMEDİNN" bağırarak boynuna doğru sarılan Alabörü.

 

- "Ölmedi ama eski Asutay öldü." Dedi ayağa kalkan Taptuk Ata.

 

- "Nasıl yani?" şaşkınlığıyla birlikte Alabörü.

 

- "O, İtbarak olmaktan kurtuldu. Ama bilincini kaybedecek kadar zehir vücuduna yayıldı. Yani Asutay kurtuldu eski Asutay öldü." Dedi Asutay'ın düşerken açtığı yola doğru yürüyen Taptuk Ata. Asayı yere doğru vurarak yamacın yanına kadar geldi. Aşağıdaki Taş Kapının önünde Barak ve İlteber'e doğru bakmaya başladı. Asasını iki eliyle kavrayıp izlemesini sürdürdü. Arkasından Altantuya yanaşarak;

 

- "Peki şimdi ne yapacağız Taptuk Ata. İlteber'i orada bırakmayacağız değil mi?" Dedi sakin bir şekilde Altantuya.

 

- "Asutay'ın yarasının iyileşmesi çok uzun sürecek. Bizi taşımayacak kadar yorgun. İlteber'e gelince ona yapacak bir şeyimiz yok." Dedi halen daha aşağıya doğru bakan Taptuk Ata. Altantuya'nın arkasından gelen Kongar;

 

- "Burada mahsur kaldık o zaman." Yorgun ve halsiz bir şekilde konuşan Kongar.

 

- "Bir şeyler yapabiliriz. Onları takip ederiz. Yalnız Kaleden başka bir yere gidemezler." Dedi sinirleri kat be kat artan Altantuya.

 

- "Herkes yazgısını tamamlamalı Komutan." Dedi sakince tavrını sürdüren Taptuk Ata. O da anlamıştı artık elden bir şeyin gelmeyeceğini. Taptuk Ata'nın yanına kadar yürüdü. Aşağıdaki küçücük görünen İtbaraklara baktı;

 

- "O daha çocuktu. Ne yapar onların içinde." Dedi öfkesinin yerini vicdanı alan Altantuya.

 

- "Peki buradan nasıl kurtulacağız. Asutay hepimizi taşıyamaz." Dedi arkalarında gelen Alabörü. Arkasını döndü asasını önüne getirerek Ak Dağ'a doğru yürüdü. Asutay'ın yerdeki bir metreyi aşan karları düşerken açtığı yolda birkaç adım atıp durdu. Ak Dağın yüzeyi ölmeyi bekleyen her insan gibi yorulmuş, bi-çare düşmüş ve her yeri bembeyaz olmuş bir biçimde duruyordu.

 

- "Dağın etrafından dolansak. Yamaçları takip ederek yürüsek olmaz mı?" dedi Taptuk Ata'nın arkasından gelen Kongar.

 

- "Ak Dağ'ın her tarafı karlarla örtülü. Bu karları aşarak yürüyemeyiz." Dedi onun arkasında gelen Altantuya.

 

- "Başka bir yol yok mu?" Ağır ağır gelen Alabörü.

 

- "Gizli bir geçit açamaz mısın?" dedi Kongar.

 

- "Ben Şaman değilim Kongar. Gizli geçitler açamam. Ama bir yol var... Var ama..." dedi Ak Dağ'a doğru bakan Taptuk Ata.

 

- "Hangi yol Taptuk Ata?" dedi meraklı bir şekilde Kongar. Birden arkasını dönüp Asutay'a doğru yürüdü. Yerden kalkmış ve Taptuk Ata'nın ona doğru gelişini izledi. Yanına kadar gelip kulağına doğru eğildi;" Nereye gideceğini biliyorsun. Bizi orada bekle." Dedi kısık ama etkili bir şekilde konuşan Taptuk Ata. Başını kulağından çekerken; "(𐱅𐰇𐰼𐰃𐰤𐱅𐰀) Törinte "ÇIK"" Dedi. Kadim dille konuşması Asutay'ın eyerinde duran Ruh Kılıcı hemen yukarıya doğru çıktı.

 

Kabzasına kadar olan yer tamamen kaplara kanlar içinde kalmıştı. Çıktığı gibi yerdeki karların içine doğru süzülüp içine girdi. Bir süre durduktan sonra yukarıya doğru fırladı. Birkaç kere kendini silkeleyip Alabörü'nün yanına kadar geldi. Asutay arkasını dönüp hızla kanatlarını çırpmaya başladı. Havada süzülerek aşağıya doğru indi.

 

- "Nereye gidiyor Asutay?" dedi kızgın bir şekilde Alabörü.

 

- "Güvenli yere Alabörü. Çünkü biz güvende değiliz." Dedi Ak Dağ'a doğru bakıp duran Taptuk Ata.

 

- "Bir yoldan bahsediyordun." Meraklı bir şekilde Altantuya.

 

- "Evet. Bir yol daha var." Dedi Ak Dağ'ın yüzeyine doğru yürüdü ve ekledi;

 

- "Ak Dağdan geçeceğiz." Dedi kuşkulu ve meraklı bir ifadeyle kaplanmış bir ruh haliyle konuşan Taptuk Ata.

 

- "Hadi o zaman neyi bekliyoruz." Dedi heyecanlı bir şekilde Kongar.

 

- "Görünürde bir kapı olmadığına göre içine nasıl gireceğiz?" dedi kayanın her tarafına doğru bakan Alabörü.

 

- "Şimdi hepiniz patika boyunca bir Erkenek Balbalı arayın. Onu bulduğunuz da kırıp içindeki anahtar kılıcı bana getirin." Dedi arkasını dahi dönmeden konuşan Taptuk Ata.

 

- "Erkenek mi?" dedi Altantuya.

 

- "Evet Komutan, Erkenek. Dokuz Dağın kağanları. Ve bu Ak Dağ, dokuzların en büyüğü." dedi ve sözünü Alabörü kesti;

 

- "Dokuzlar mı? Dokuz dağ kıtası mı?"

 

- "Evet evlat. Tengri Savaşları olmadan önce üç kıtada yerindeydi. Çölig, Dokuz dağ ve Orta Kıta ama Tengri Savaşları sürerken iki kıtada ayrıldı. Ve nerde olduklarını bilmiyoruz. Dokuz Dağ Kıtasından tek ayrılmayan Ak Dağ oldu. Ve bu Dağda yaşayanlar demirci Erkeneklerdi. Diğer sekiz Dağ'ın Kağanı burada yaşardı. Ak Dağ'ın yüzeyi demir madenleriyle doludur. Onu eritip Ana Dünya'nın en sağlam kılıçlarını yaparlardı. Ama bir gün... O kara gün sonra burası artık onların olmadı." Dedi sakin ve tane tane konuşmasını bitiren Taptuk Ata.

 

- "Neden hiç bahsetmedin Taptuk Ata. Bütün hikayelerini dinledik. Ama asla Ak Dağ'dan bahsetmedin." Dedi yanına kadar gelen Alabörü.

 

- "Ak Dağ eskisi gibi bir yer değil evlat. Onun için daha fazla oyalanmadan o balballardan birini bulun." Dedi soluna doğru bakarak konuşan Taptuk Ata.

 

- "Seni ilk kez bu kadar endişeli görüyorum." Dedi sessiz bir şekilde başını Ak Dağ'a çevirdiği anda Alabörü.

 

- "Yerinde olsam endişelenirdim. Şimdi dediğimi yapın." Dedi başını tekrardan Ak Dağ'a çeviren Taptuk Ata. Alabörü ve Altantuya sola Kongar sağa doğru gitmeye başladılar. Ruh Kılıcı da Alabörü'yü takip ediyordu. Taptuk Ata başını kaldırdı. Ana Dünya'nın en büyük Dağının yanına bekliyordu. Zihnindeki düşünceler onun yakasından bir türlü düşmedi. Farklı farklı olayların tek bir bütün halinde beynine hücum etmesine izin verdi. Bir anda gözleri istemsizce kapandı.

 

- "SEN DOĞRU OLANI YAPTIN... HERKES YAZGISINI TAMAMLAMALI..." diye bir ses işitti. Ruhuna yönelik zarif ve bir o kadar naif bir sesti bu. Yankılanarak ruhunun içinde bir süre bu sesler gidip geldi.

 

- "Tengriçem...İlteber yazgısını tamamladı...Sıra Alabörü'de..." diye ruhuna yönelik konuşmaya cevap verdi.

 

- "O DAĞDA NE OLDUĞUNU BİLİYORSUN...ÇOK DİKKATLİ OLMALISIN...BEN HER ZAMAN SENİNLEYİM...ULU BİLGE..." diye ikinci kere aynı ses tonuyla karşılık geldi.

 

- "Taptuk Ataaaa Taptuk Ataaaa Taptuk Ataaa!" diye yanında bağırmaya başladı Kongar. Gözlerini hafiften açtı. Yanında bağıran Kongar'ı dahi duyamadı. Birden başını çevirdiğinde yanındaki Kongar'la göz göze geldi. Elinde bembeyaz seksen santim uzunluğunda bir kılıç tutuyordu.

 

- "Buldum." Dedi Kongar. Elindeki kılıcı aldı. Kılıcın sol tarafı anahtar şeklindeydi. İlk bakışta yarısı kırılmış gibi gözüküyordu. Bir süre geçtikten sonra arkalarından Altantuya ve Alabörü geldi. Küçük anahtar kılıcını Ak Dağ'a doğru çevirdi. Asasını sol eline aldı. Sağ elindeki kılıcı Ak Dağ'ın yüzeyine doğru bıraktı. Anahtar kılıcı Ak Dağ'ın düz yüzeyine yapışık şekilde duruyordu. Geriye doğru çekildi. Hepsi şaşkınlıkla kılıcın yüzeyde yapışık bir şekilde durmasına şaşırdı. Anahtar Kılıcı sağa doğru hareket etti. Taptuk Ata'nın bıraktığı şekilde bir süre sağa doğru yüzeyinde ilerledi.

 

- "Kaç kez geldin buraya Taptuk Ata?" dedi hayretler içinde Anahtar Kılıcına bakan Alabörü.

 

- "Bir kez evlat. T.S.Ö 25 Yılan yılında Uluğ Böke Şaman ile buraya gelmiştik. O yıl kış aylarında Ak Dağ saldırıya uğradı. Yüzlerce Erkenek o savaşta öldüler. Orta Kıta'nın içlerine doğru kaçtılar." Devam edecekken Alabörü söze girdi;

 

- "Çıngay." Sakin bir ifadeyle Ak Dağın yüzeyinde paralel bir şekilde ilerleyen Anahtar Kılıcına bakarak Alabörü.

 

- "Evet Alabörü. Son Dokuz Dağ Kağanı. Ak Dağ saldırıya uğradığında on yaşındaydı. Diğer dokuz kardeşleri de bazıları yeni doğmuş bazıları ondan yaşça küçüklerdi. Erkenek ırkının son üyeleriydiler. Diğer Sekiz Dağın Erkenek Hanları yardıma gelmediler. Ve bu onların sonu oldu. Ve zaten 25 yıl sonra ise Tengri Savaşları oldu. Ve Kıtalar ayrıldı. Bildiğimiz son Erkenek ırkı işte Çıngay ve kardeşleri." Taptuk Ata, anahtar kılıcına bakarak anlatmasını bitirdi.

 

- "Peki neden geldiniz buraya? Ve Erkeneklere ne saldırdı?" dedi anahtar kılıcının bir anda durmasıyla Alabörü'de durmuştu. Yavaş yavaş sağa doğru ilerleyen Anahtar Kılıcını bir anda durdu. Dağa yapışık bir şekilde bir süre bekledikten sonra kabzasını Dağa yatay bir pozisyona getirdi. Taptuk Ata hariç diğerleri merakla olan biteni izliyorlardı. Kongar ne olduğunu anlamadığı için bir iki adım öne çıkarak izlemeye başladı. Alabörü başını arkaya doğru çevirdi.

 

İçindeki sıkıntıları pek belli etmek istemezcesine sadece Asutay'ın nasıl olduğunu düşündü bir süre. "Onu nasıl koruyamadım!" diye kendi içinden konuşmaya başladı. Sürekli aynı şeyleri tekrarlayıp durdu. "Kırrtttttt" diye bir ses duyuldu. Bütün düşünceleri bütün evhamları bütün sıkıntılı sürecin getirdiği psikolojik problemler bu sesle bir anda ortadan kalktı. Başını birden Anahtar Kılıcına doğru çevirdi. Gördükleri karşısında şaşırmadı. Başını sadece bir iki defa aşağıya yukarıya hareket ettirdi. Kendi içinden Taptuk Ata'nın nasıl biri olduğunu hatırlatıp şaşırmasını önleyici bir düzenek oluşturuyordu.

 

Altantuya ise başını sağa sola salladı. Birkaç gündür zihninin bir oyunu gibi gelen bir çok şeyin anlamsız olduğunu gördüğü için her ne görürse yine aynı tepkileri verirdi. Bu gördüğü ise hiç görmediği aklına dahi gelmediği Taptuk Ata'nın dahi bahsetmediği bir şeydi. Kongar bir süre kendine gelemedi. Anahtar Kılıcını gördüğündeki tepkinin daha da büyüğünü yaşıyordu. Sağ elini ağzına doğru götürdü. Yıllarca Dağ Settinde kaldığı için bu tarz şeylerden haberdar değildi. İki gündür gördükleri karşısında şaşkınlığını içinde yeşerterek büyütüyordu.

 

- "Bu nasıl olur?" sesli bir ifadeyle şaşkınlığının büyüklüğünü dile getirdi. Elini ağzından çekmeden konuşmuştu. Anahtar Kılıcı Ak Dağ'ın yüzeyinde açılan bir boşluğa doğru girmişti. Bir süre girdikten sonra kendi ekseninde sağa doğru iki kere döndü. Onun dönmesiyle birlikte İki metre sağa ve iki metre sola dikdörtgen şeklinde en tepesinde Kadim dille;" ( 𐰑𐰸𐰆𐰔 𐰑𐰀𐰍 𐰴𐰀𐰍𐰣𐰞𐰃𐰍𐰣𐰀 𐰴𐰆𐱁 𐰏𐰀𐰡𐰃𐰤𐰔 ) Dokuz Dağ Kağanlığına hoş geldiniz." Yazıyordu.

 

Kapının sağında ve solundan aşağıya doğru birbirlerine geçmiş yüzlerce kılıç bembeyaz şekilde parlıyordu. Gerçek kılıçlardan bir farkları yoktu. Sadece Dağın yüzeyine çizilmiş gibi duruyorlardı.

 

- "İşte bunu yapan Yüce Arkıl Şaman." Asasını iki eliyle kavrayan Taptuk Ata.

 

- "Uluğ Böke Şaman'ın hocası." Dedi şaşkınlığı giderek artan Altantuya.

 

- "Evet. İşte Onun için gelmiştik. Ak Dağ saldırıya uğramadan önce Boşgurarvış Şamanlık Okulunu Uluğ Böke'ye bırakıp Erkeneklerin yanına gitmişti. Çıngay'ın dedesi Dokuz Dağ Kağanı Burkay ile bozulmaz bir dostlukları vardı. O kadar samimilerdi ki Şamanlık okulunu Uluğ Böke 'ye bırakıp Ak Dağ'a yerleşti. Ve o savaştan sonra direk onu aramak için bu dağa geldik. Her yere baktık her odaya her salona belki yüzlercesini öldürdük ama hiçbir yerde ona dair bir kalıntı bulamadık.

 

Batı bölümüne gireceğiz. Burayı hiç hatırlamıyorum. Bu dağdan çıkmamız için benim dediklerimi harfiyen yapmanız gerekiyor. Arkamdan ayrılmayın. Güney kısmındaki İkiz Bengü taşlara açılan kapıyı bulmalıyız. Onun içinde Dokuz Dağ Hanlarının devasa Balbal taşlarının olduğu salonuna gitmeliyiz." sakince karşısındaki kapıya bakarak konuşan Taptuk Ata. Uzun dikdörtgen duvar kapısı içeriye doğru açılmaya başladı.

 

Üzerindeki küçük Anahtar Kılıcı kapıda asılı duruyordu. Açılan kapıdan içeriye doğru girdiğinde kılıcı tutup kıyafetinin içine doğru sakladı. Bir anda kendi kılıcının olmadığını gördü. Asasını sol eline alıp sağ eliyle etrafına baktı. Arkasından gelen Alabörü;

 

- "Ne oldu?" meraklı bir ifadeyle birlikte.

 

- "Kılıcımı düşürmüşüm." Dedi hepsinin gözlerinin içine doğru bakan Taptuk Ata.

 

- "Ben birini verebilirim." Kılıcına doğru hamle yapan Altantuya.

 

- "Sen de kalsın. Senin daha çok ihtiyacın olacak." Dedi ve arkasını döndü. Uzun ve sağında solunda ölmüş bedenleri çürümüş yüzlerce Erkenek iskeleti vardı. Hepsi kapıdan girdikten sonra kapı kendini kapattı. Üzerindeki yazılar yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Kongar başını her çevirdiğinde yerdeki iskeletleri görüp heyecanı kat be kat artmaya devam ediyordu. Uzun koridor kapının kapanmasıyla tekrardan karanlığa büründü.

 

Artık kimse kimseyi göremeyecek kadar karanlık olmuştu. Taptuk Ata sağ elinde tutuğu asasını kendine doğru çekerek;" (𐰴𐰀𐰺𐰆𐰭𐰀) Karonga" dedi kadim dille yapılan bir büyüydü. Asanın ucundaki aşağıya doğru kıvrımlı şekilde inen dallar parlamaya başladı. Bütün dallar birer birer parlıyorlardı. Taptuk Ata asasını ileriye doğru götürdüğünde artık her yer aydınlanmıştı. Asadan belli başlı aralıklarla mavi kanlar akmaya devam etti. Asanın ışığıyla birlikte vahşetin izleri daha da görünür bir hal aldı.

 

Uzun koridorun yüzeyi ölmüş bedenlerin toplanma alanı gibi olmuştu. Kongar ışıkla birlikte yerdeki iskeletlere doğru adımlarını attı. Onlarca Erkenek cesedinin içinde onlardan daha uzun birkaç tane iskelet gördü.

 

- "Burada ne oldu Taptuk Ata. Erkenek olamayacak kadar uzun cesetlerde var." Dedi kuşkulu bir biçimde çıkıyordu bütün sözcükleri Kongar'ın. Uzun koridordaki merdivenlere adım atmıştı ki arkasını döndü;

 

- "Buraya Demirkıynaklar saldırdı." Kararlı bir şekilde Taptuk Ata.

 

- "Demirkıynak mı?" bir anda ayağa kalkan Kongar.

 

- "Evet onları biliyorum. Demir burunlu ve demir tırnaklı Dokuz Dağ Kıtasının en kötü yaratıkları. Onun için bu dağa saldırdılar. Demire aşıklar çünkü." Dedi asanın aydınlattığı iskeletlere bakarak konuşan Alabörü.

 

- "Evet evlat. Ve şimdi onların evine girdik. Çok dikkatli olun. Hadi zamanımız yok." Arkasını dönüp merdivenleri çıkan Taptuk Ata. Duvarlara yerlere ve tavana sıçrayan kanların ne kadar çok olduğunu gördü. Uzun koridor boyunca çok pis bir koku inanılmaz şekilde yayılıyordu. Pis koku koridor boyunca sanki yoğun bir sesin toklaşmış tınıları gibi yankılanıyordu. Adımlarını her attığında yerdeki bazı iskeletleri de kırıyordu. Asa yere değdikçe onun da söz sahibi olduğu anlar gelmiş denilirdi.

 

Yere temas ettiği her an bir öncekinden daha fazla ses çıkarıyordu. Uzun koridorun ucunda bir ışık görünüyordu. Bu kadar ıssız ve karanlık yerde bu ışık hepsinin içindeki karmaşaya bir su serpmiş gibi hissettiriyordu. Ağır adımlarla sağına ve soluna bakarak yukarıya kadar merdivenleri çıktı. İçindeki bu garip his ona geçmişteki günü hatırlatmaya yetti. Yüreğine gelen anlamsız duyguları zihninden göndermeyi hedefliyordu. Ama bunu yapacak kadar cesareti kendinde bulamadı. Bu karmaşık zihin oyunlarının sonuna gelmişti. Son basamağı çıktıktan sonra hiç gelmediği bu Batı kısmına ulaşmıştı.

 

Son adımlarıyla birlikte "Tabi ya Taht Bölümü" dedi. İçinden düşünüp dışarıya yansıtmasıyla hepsinin dikkatini çekmişti. Işığı Asa kadar olmasa da o da kendi ışığı kadar aydınlatarak geldi. Havada süzülerek yukarıya kadar çıktı. Taptuk Ata'nın hemen sol tarafında bekliyordu. Onun geldiğini gören Taptuk Ata başını hafifçe ona doğru çevirdi.

 

- "Senin kadar olmasalar da burada yapılan kılıçlar Orta Kıta'nın en sağlam kılıçlarıydı." Gülümseyerek Ruh Kılıcına doğru konuşan Taptuk Ata.

 

- "Hayran kalmamak elde değil. Nasıl bu kadar maharetli olurlar aklım almıyor." Dedi hayranlıkla Erkeneklerin Ak Dağ'ı eritip yaptıkları Ak Dağ Hanlığına bakarak konuşan Alabörü.

 

- "İnanılmaz. Demek dağın yüzeyi saf demirden oluşuyor." Sakin bir tavırla konuşan Altantuya.

 

- "Batı bölümü Erkeneklerin yaşadıkları

ve kaldıkları Ak Dağ Hanlığı şehri." Unuttuğunu fazla belli etmeden iddialı bir şekilde konuşan Taptuk Ata. Sağa ve sola ayrılan bir buçuk metre genişliğinde yol vardı. Ak Dağ ın etrafını dolaşmaya yarıyordu. Hepsi sağına ve soluna baktıklarında Şehrin sonunu dahi göremiyorlardı. Başlarını kaldırdıklarında Ak Dağın tepesinin bazı bölümlerinin açıldığını bazılarının yıpranıp yere düştüğünü bazılarının kırılıp boşluk açıldığını gördüler. Aşağıdan yukarıya doğru onlarca sütun üzerleri işlemeli balbal taşları hemen dikkat çekiyordu. Uzunlukları al yüz metreyi aşıyordu. Kongar, bazılarının ortalarından kırılmış olduğunu gördü. Bir iki adım daha atıp sütunun en dibini görmek istedi. Tam adımını atmıştı ki sağ ayağı boşluğa düştü. Bir anda yere doğru düşecekken Alabörü sırtından tutup onu geriye doğru getirdi.

 

- "Seni Ahmak. Ben size arkamdan ayrılmayın demedim mi?" kızgın bir ifadeyle birlikte yüzü düşmüş Kongar'a doğru konuşan Taptuk Ata. Ayağının altındaki kırılmaya müsait zemin koparak aşağıya kadar düştü. O parçanın düşmesiyle hepsi birlikte birbirlerine bakmaya başladılar. Sert bir zemine değe değe aşağıya kadar düşüyordu. Yere kadar düşmesi uzun sürmüştü. Her değdiğinde oluşan ses bir öncekinden ya daha çok ya da daha az geliyordu.

 

Birkaç kere daha değdikten sonra son bir kez tok ses yükseldi. Sesler artık gelmiyordu. Taptuk Ata asasını yere vurarak öne kadar ilerledi. Başını aşağıya kadar uzatıp yere doğru baktı. Asayı baktığı yere doğru uzatıp ışığın yardımıyla neler olduğunu görmeye çalıştı. Işık oldukça fazla aydınlatıyordu. Arkasından Alabörü ve Altantuya ağır adımlarla geldiler. Başlarını aşağıya doğru indirdiklerinde zihinlerinde oluşan manzara onları dehşete düşürdü.

 

- "Burası Erkenek Şehri değil. Cesetlerin Şehri." Dedi içten içe kırgınlığını ve dostu Çıngay'ı düşünerek konuşan Alabörü. Şehir tamamen bedenleri çürümüş ve sadece iskeletleri kalmış yüzlerce Erkenek ve Demirkıynaklarla doluydu.

 

- "Bu pis kokunun sebebi buymuş." Endişeli bir biçimde aşağıya bakarak konuşan Altantuya. Asanın aydınlattığı bölüm parlıyordu. Demir madeninin paha biçilmez taşları kendini hemen gösterdi. Yüzeyin her bölümdeki yukarıdan asmalı salıncaklarla doluydu.

 

- "Taptuk Ata sağ taraf çevirir misin?" dedi meraklı bir şekilde Kongar. Asayı sağa doğru çevirdiğinde Dokuz Dağ Kağanının tahtını gördü. Yerden dokuz merdivenle çıkılan bir tahtı. Taht, yerden yukarıya doğru kıvrımlı bir şekilde uzanan iki tarafı dövülmüş kılıç formundaydı. Kağanın oturduğu kısım ve sırtını dayadığı kısım kılıcının yüzeyiydi. Taht Salonu da aynı manzaraya sahipti. Sağa doğru adımlarını atmaya başladı. Asasını yere doğru hafifçe vurarak ilerliyordu.

 

Yürüdüğü koridorda bile her yer ölmüş bedenlerin uğradığı yolmuş gibi çoğalarak artıyordu. Arkasından Alabörü ve Altantuya onların önünde ise Taptuk Ata'nın arkasında Kongar ilerliyordu. Alabörü biraz daha adımlarını attıktan sonra durdu. Başı hafifçe dönüyordu. Arkasını döndüğünde Ruh Kılıcı yoktu. Aklına gelen büyün senaryolar artık son bulmuştu. Sağına doluna baktı. Aşağıya doğru eğildi. Ortalarda yoktu. Aniden arkasını döndüğünde hepsi ortadan kaybolmuştu. Taptuk Ata, Altantuya ve Kongar ortalıkta yoktu. Bir süreliğine anlam veremedi. Koşarak ileriye doğru gitti. Hiç birini dahi göremiyordu. "Ne oluyor lan!" diye geçirdi içinden. "Nasıl olur bu?" diye tekrar içinden konuşmaya başladı.

 

- "Nerdesinizzzz? Taptuk Ataaa." Diye bağırmaya başladı. Başındaki ağrılar ve baş dönmesi giderek arttı. Başının dönmesine anlam veremezken bir de üstüne ağrıları olmaya başladı. Sesi yankılanıp tekrar ona doğru geldi. Sağına soluna sürekli bakmaya başladı. Kalbinin atışlarını derinden hissediyordu. Arkasında garip sesler gelmeye başladı. Artarak devam ediyordu. Sesleri duyar duymaz arkasını döndü. Havada süzülerek gelen siyah tüylü oku ayaklarının önüne düştüğünde fark etti.

 

Sağ elini arkasındaki çift başlı kılıcına doğru götürdü. Okların çoğalarak kendisine doğru geldiğini gördü. İlk başta beş altı tane geldi sonra giderek artmaya başladı. Okların yağmur gibi gelmeye başladığı sırada koridorun ucundan Ruh Kılıcını gördü. Ruh Kılıcı önündeki bir yetmiş boylarında burunları ve tırnakları demirden olan Demirkıynakları keserek Alabörü'ye doğru geliyordu. Hafif kambur bir şekilde bağırarak koşuyorlardı. Her kestiği Demirkıynak başı sağa sola doğru düşmeye başladı. Ruh Kılıcının yüzeyi tekrardan kapkara kanlara bulaştı. Hızlıca keserek Alabörü'ye doğru geliyordu. Karşısındaki onlarca Demirkıynak'ı gören Alabörü kılıcını kınına soktu.

 

Sağ elini yumru yapıp sol elinde yayı sağ elinde ıslık oku meydana getirdi. Alabörü'yü gören Demirkıynaklar oldukları yerde durdular. Hepsi şaşkınlıklarını ve meraklarını gizlemeden ona doğru bakıyorlardı. Bazıları uzun demirden burunlarını karıştırıyordu. Başlarını hafifçe sağ sola sallayıp karşılarında kimin olduğunu anlamaya çalıştılar. Alabörü bir süre onlara doğru baktı. Hepsinin durmasıyla yankılanan ses bir nebze olsa rahatlamış gibi sesini kesti. Ruh Kılıcı hızla Alabörü'ye doğru geldi.

- "Hadi beni geçtim. Taptuk Ata'yı dinle bari." Dedi gülümseyerek yere doğru sıcak kara kanları akan Ruh Kılıcına doğru konuşan Alabörü.

 

Ruh Kılıcına doğru bakarken çektiği Islık Okunu attı. Ok havada süzülerek ışık saçıp ilerledi. Hepsi bunun ne olduğunu ilk başta anlamadılar. Tek sıra halinde duran bütün Demirkıynakların başlarından girip arkalarındaki diğer Demirkıynakları öldürerek gidiyordu. Başını çevirdiğinde sinirlendiğinde şişen damarı yine şişmişti. Başındaki hiçbir runik harfler parlamıyordu. Tek tek öldürerek giden Islık okunu gören onlarca Demirkıynak oklarını çekip atmaya başladılar.

 

- "Ne yapacağını biliyorsun?" dedi sakin bir tavırla Alabörü. Onun bu sözlerinin ne anlama geldiğini bildiği için hızla Alabörü'ye gelen okları ortadan ikiye kesmeye başladı. İkinci Islık okunu yaya uzatıp attı. Hızla giden ok Demirkıynakların başlarından girip arkasındaki bütün Demirkıynakları öldürüyordu. Diğerini de çektikten sonra ölenlerin arkasından gelenlere attı. Sağ elini geriye doğru yumru yapıp geri çağırdı. Bir süre bekledi ama giden oklar geri gelmedi. Bir kez daha yaptı ama yine gelen bir ok görmedi. Ruh Kılıcı havada süzülen siyah tüylü okları birer birer kesti. Geri gelmeyen Islık oklarına odaklanan Alabörü kendisine doğru gelen oku göremedi. Ruh Kılıcı bir tanesini es geçmişti. Havada süzülüp Alabörü'ye doğru yaklaştı. Başını kaldırdığında;

 

- "EĞİLLLLLLL ALABÖRÜÜÜ" diye bir ses işitti. Ensesinden tutup başını yere doğru eğdi. Başını kaldırdığında Altantuya'nın yüzünü gördü.

 

- "Çabukkkk." Diye onu çekip arkaların da ki uzun yola doğru koşmaya başladılar.

 

- "Nereye kayboldunuz?" diye koşarak konuşmaya başladı Alabörü. Hızla koşup sağındaki Ak Dağ'ın yüzeyine gizlenmiş kapıya doğru gittiler. Altantuya Kapıyı yavaşça iteledi. Açtığı kalın beton kapıyı arkadan Kongar da çekiyordu. Hızlıca içeriye doğru girdiler. Kongar tüm gücünü kullanıp kapıyı kapatmaya başladı.

 

- "Ruh Kılıcı dışarıda kaldı. Kapatma." Dedi ve Kongar'a doğru yürümeye başladığı sırada kapının açıklığından Ruh Kılıcı içeriye doğru girdi. Kongar onun girmesiyle birlikte kapıyı kapattı. Kapıdan geriye doğru adım attığı sırada bağrışmaları duydu. Attığı adımı bir anda durdurdu. Kapının diğer tarafındaki koridordan hızla koşarak sağa doğru gidiyorlardı. Bir süre sonra artık sesler kesildi. Uzun bir dikdörtgen şeklinde bir odaydı. Duvarların hepsi yerden yukarıya doğru camdan dolaplarla doluydu. İçinde onlarca yapılmış kıymetli kılıçlar toz içinde bekliyorlardı.

 

Dolapların her yanı örümceklerin ağlarıyla doluydu. Erkeneklerin iskelet haine girmiş cesetleri uzun masanın sandalyelerinde duruyorlardı. On iki sandalyenin altısında oturmuş vaziyette ölmüşlerdi.

 

- "Neden beni dinlemiyorsunuz siz? Ben size demedim mi arkamdan gelin ayrılmayın diye?" sinirli bir şekilde Alabörü'ye karşı konuşan Taptuk Ata.

 

- "Arkamı döndüğümde Ruh Kılıcı ortada yoktu. Sonra arkamı tekrar döndüğümde bu sefer siz yoktunuz. Nereye kayboldunuz iki dakika içinde?" diye daha da sinirli bir şekilde cevap verdi Alabörü.

 

- "Aşağıya doğru baktığımda hareket eden Demirkıynakları gördüm. Bu salağın düşürdüğü taş onları uyandırdı. Ve bu odalardan birini bulduk. Arkamızı döndüğümüz de sen yoktun. Onlarla savaşamayız." Dedi ve arkasını döndü. Kendi içinden konuşmasını sürdürdü;

 

-"Çünkü... Sorun onlar değil. Uyanmaması gereken başka bir şey var bu dağda." Diye kuşkulu ve meraklı bir şekilde konuşan Taptuk Ata.

 

- "Burası da ne böyle?" merakla etrafına bakan Altantuya.

 

- "Hediye kılıçların bekletildiği odalardan biri." Masanın yanından yürüyerek konuşan Taptuk Ata. Asasını soluna tutarak ilerledi. Boylu boyunca camdan kılıçların olduğu dolaplara baka baka yürüdü.

 

- "Her tarafta onlarca ok var. Bütün dolaplara saplanmış duruyorlar. Buraya kadar girmişler." Dedi dolapların önünden yürüyerek giden Altantuya. Asasını sola doğru çevirdiğinde dolabın üstünde "Çölig" yazısını gördü.

 

- "İşte Çölig halkının Hanları ve Kağan ailesine yapılmış kılıçlar." Dedi üzgün ve kırılmış bir şekilde konuşan Taptuk Ata.

 

- "Burada da Oğuz Kağan ve Oğulları için yapılmış kılıçlar var." Dedi aynı tonda ve parçalanmış cam kırıklarının verdiği acıyla konuşan Altantuya.

 

- "Oğuz Kağanı öldüren halka dahi kılıç yapmışlar. Halen daha Orta Kıta'da yaşıyorlar ama nerede olduklarını kimse görmedi. Oğuz Kağan'ı haince öldürüp yerin dibine girdiler sanki." Dedi masaya doğru yaklaşıp ellerini üzerine doğru koyduğu anda Alabörü. Asasını Altantuya'nın olduğu yere doğru vurarak yürüdü. Oğuz Kağan ve Oğulları için yapılan kılıçlara doğru baktı. Asasını iki eline alıp bir süre bekledi. Yedi tane kılıç duvara asılmış ve tozdan görünmez bir halde bekliyordu.

 

- "Oğuz Kağan eşlerini tanımadan önce bir rüya gördü. Ve bir sabah Ak Dağ'a gitmek için beni uyandırdı. İkimiz Dokuz Dağ Kağanı Burkay'ın huzuruna çıktık. Oğuz Kağanı çok severdi. Onunla arlarındaki dostluk Yüce Arkıl Şaman kadar olmasa da kuvvetliydi. Ona sadece; "Altı oğlum olacak. Senden onlar doğmadan onlara kılıçlar yapmanı istiyorum. Ama senin yapmanı istiyorum. Diğerleri değil. Sadece senin yapmanı." Demişti. O da bu isteğini gülerek ve neşeli bir şekilde evet demişti. Demek ki yapmış.

 

Ama veremedi." Dedi hüzün dolu sözcüklerinden akan kanların doldurduğu hüznünün haykırışları gibi konuşan Taptuk Ata.

 

- "Hazır kılıcını düşürmüşken, bunlardan birini alabilirsin Taptuk Ata. Hatta Dağ Hanınkini alıp buradan çıkınca ona geri verirsin. Olmaz mı?" Dedi huzursuz ve üzüntülü bir şekilde konuşan Altantuya.

 

- "Hem Dağ Han bu duruma çok sevinir. Çıngay'ın Ötüken topraklarında kalmasına müsaade etmişti. Erkenek demircilerini çok sever. "Diye gülümseyerek arkalarından gelen Alabörü. Önündeki asasını sağ eline aldı. İçindeki karamsarlık duygusu hep diri kalıyordu. Yüreğinin oyunları hep bir öncekinden daha fazla yakıyordu canını. Bir iki adım daha attı. Dolabın paslanmış, ölmeyi bekleyen insanların fikirleri gibi yıpranmış kolundan tuttu. Kendine doğru çekip karşısındaki Dağ Han'a yapılan kılıcı tuttu. Simsiyah ve uzun bir kılıçtı. İçlerindeki en farklı kılıç buydu. Kılıcı kendine doğru çekti.

 

Üzerindeki Kadim dille yazılmış yazıları okudu. Dağ Han için özel bir yazısı vardı. Büyük harflerle baştan sonra sadece Dağ Han yazıyordu. Sol tarafındaki boş olan kınına doğru götürdü.

 

- "Burada ne yazıyor böyle ya? Ha şimdi anladım. Şamanlar için yapılmış kılıçlarda var burada. Taptuk Ataaa" dedi önündeki kılıçlara bakarken Kongar. Şamanlar ifadesini duyduktan sonra hızla Kongar'ın yanına doğru yürüdü. Asanın ışığıyla birlikte karşısındaki kılıçlara doğru baktı. Uluğ Böke, Baksı Cerkutay" der demez sözünü kesen bir şey olmuştu. Ruh Kılıcı havada bir oraya bir buraya gitmeye başladı. Odanın içinde birkaç tur attı. Taptuk Ata başını arkasına doğru çevirdi. Gördüklerine karşı bir anlam veremedi. Hepsi birlikte Ruh Kılıcının bu ani değişimini anlamadı.

 

- "Ne yapıyorsun?" diye Ruh Kılıcına doğru meraklı bir ifadeyle konuşan Alabörü.

 

- "Neden dönüyor şimdi bu? Ne oldu ki? Buldular mı bizi?" Kılıcına doğru yeltenen Kongar. Altantuya birden kapıya doğru koşmaya başladı. Büyük kalın kapıya doğru kulağını dayadı. Geriye doğru çektiğinde Ruh Kılıcının durduğunu ve Şamanlara özel yapılan kılıçların olduğu dolaba doğru süzülmeye başladı.

 

- "Başka bir şey var bu işte." Dedi kuşkulu bir şekilde konuşan Taptuk Ata. Taptuk Ata'nın yanından gelerek dolabın önünde durdu. Hepsi birlikte onun yanına doğru gelip bekleyeme başladılar. Baksı Cerkutay'a özel olarak yapılan kılıcın önünde duruyordu. Ruh Kılıcının kendi ışığı dahi karşısındaki kılıcı aydınlatmaya yetti. Biraz sola doğru gittiğinde boş olan bir kın göze çarpıyordu. Ruh Kılıcının ışığıyla birlikte bir kılıcın orada olmadığını göstermeye yetti. Taptuk Ata pür dikkat izlediği Ruh Kılıcının nereye baktığını gördüğünde hızla onun yanına gitti;

 

- "Yüce Arkıl Şaman'ın kılıcı yerinde yok." Dedi asasını iyice yukarıya kaldırıp sahibinin kim olduğunu görünce Taptuk Ata.

 

- "Yaşıyor olabilir mi?" diye hemen heyecanlandığını belli eden Altantuya.

 

- "Bilmiyorum çok uzun zaman oldu. Yıllar geçti. Belki kılıcını alıp sonra öldü." Dedi içindeki karamsarlık onu daha da perişan edercesine Taptuk Ata. Geriye doğru masanın yanına geldi. Diğerleri de masaya doğru gidip sessizce beklediler.

 

- "Ne yapacağız Taptuk Ata. Buradan çıkmalıyız." Karşısındaki dolaplara bakarak konuşan Alabörü.

 

- "Aşağıda gördüğünüz Taht Salonuna gitmeliyiz. Karşısındaki uzun koridordan geçip merdivenle inmeliyiz. Oradan Dokuz Dağ Hanının Balballarının olduğunu büyük salondan dışarıya çıkabiliriz." Dedi sakin bir tavırla Taptuk Ata.

 

- "Hadi yapalım bu işi. Çıkalım şu lanet yerden. Dedi ayağa doğru kalkan Altantuya. Taptuk Ata yaslandığı masadan ayağa doğru kalktı. Sağa dönüp kapıya doğru yaklaştı. Arkasından Altantuya, Kongar gittiler. Alabörü, havada asılı duran Ruh Kılıcına doğru bakıyordu. "Hadi gidiyoruz." Ona doğru yürürken konuşan Alabörü. Ruh Kılıcı hiç istifini bozmadı. Havada bir süre daha bekledikten sonra Alabörünün yanına doğru geldi. Kalbine doğru yaklaşıp bir süre durdu. Alabörü bu yakınlaşmanın verdiği sıcaklıkla hafiften gülümsedi." Gitmeliyiz....Dostum...Neden böyle yaptığını anlamıyorum..." dedi derin ve anlamlı bir şekilde konuşan Alabörü.

 

Kapı açılmış ve dışarıya doğru çıkmak için onları izliyorlardı. Alabörü sağına doğru döndü. Taptuk Ata, Ruh Kılıcının ani değişen ruhsal durumuna bir anlam yükleyemedi. Meraklı gözlerle ona doğru bakıyordu. Başını hafif sallayıp açılan kapıdan hafifçe dışarıya doğru bakındı. Etrafta kimseler yoktu. Sakin adımlarla dışarıya doğru adımladı. Bir sağa bir sola doğru bakıp içeriye doğru sol eliyle "gelebilirsiniz" işareti yaptı. Sağ tarafa doğru adımlarını atmaya başladı. Arkasından iki kılıcının da kabzasını tutarak Altantuya çıktı. Onun da arkasında Kongar ve Alabörü sonra ise Ruh Kılıcı dışarıya doğru çıktı. "Hadiii hızlı olun.." dedi arkasını döndüğünde Taptuk Ata.

 

Elindeki asayı yere doğru vurarak hızlı hızlı uzun kavisli yolda ilerliyordu. Sol taraflarındaki büyük şehri ayakta tutan balbal sütunların bazıları kırılmıştı. Taptuk Ata hariç diğerleri bu devasa yapılara bakarak koşuyorlardı. Alabörü Kongar'ın yanından geçtiği anda Kongar bir anlığına duraksadı. Kongar durmadan önce Alabörü yavaşlamaya ve artık tamamen durmaya başladı. İkisinin de durmasıyla birlikte Altantuya ve Taptuk Ata'da durup arkasını döndüler. Taptuk Ata gördükleri karşısında bir anlığına durup etrafına bakınmaya başladı. İki kılıcını bir anda çeken Altantuya pür dikkat etrafına göz gezdirmeye başladı.

 

- "Runik harfler parlıyor Alabörü." Dedi korkmuş ve tedirgin bir şekilde Alabörü'ye bakan Kongar.

 

- "Biliyorum." Dedi sakin ve o da diğerleri gibi arkasındaki kılıcına doğru elini attığı sırada Alabörü. Bir anda hepsi olduğu yerde bekliyorlardı. Ak Dağ'ın içinde oldukları zaman boyunca ilk kez parlamıştı. Anlamsızca birbirlerine ve etraftaki bu dilsiz sessizliğe doğru bakmaya başladılar. Bir süre sonra uzun kavisli yolun altından sesler gelmeye başladı.

 

- "AAAAAaaaaa aaaaaaaaa aaaaaaa" diye bağırmaya başladı Kongar. Bir anda yere doğru düştü. Yüzü yere yatay bir şekilde yolun diğer tarafına doğru sürükleniyordu. İki ayağından da Ker Dokuz Sarmaşığı ısırmış bir şekilde kendilerine doğru çekiyorlardı. Altantuya ve Alabörü koşarak onlara doğru gittiler. Bazıları Kongar'ı bırakıp onlara doğru saldırmaya başladı. Alabörü soluna doğru gelen Ker Dokuz Sarmaşığını kılıcın ortasına sokup iki parçaya ayırdı. Çift başlı kılıcının tam ortasında Sarmaşığın başı sallanıyordu. Yere doğru indirdiğinde başı düştü. Altantuya ya doğru gelen Ker Sarmaşığı ne olduğunu anlamdan ağzından başlayarak belli bir kısmını kesip attı.

 

İki kılıcını da çapraz pozisyona getirip başını kesmişti. Diğer yedi Ker Dokuz Sarmaşığından dördü onlara doğru geliyordu. İkisi birden kılıçlarını hazırlayıp savaş pozisyonu aldığı sırada ikisinin de ortasında gelen Ruh Kılıcı dördünün de birini sağından birini solundan keserek ilerledi. Her kestiği Ker Dokuz Sarmaşığının başı yere düşüyordu. Kongar'ın bacağına sarılan diğer üç Sarmaşık ne olduğunu anlamadan saniyeler içinde başlarından olmuşlardı. Yerde bir süre sürüklenen Kongar artık durmuştu. Yerde dokuz tane başı kesilmiş Ker Sarmaşığının bedeni duruyordu. Üst kısımları siyah alt kısımları kırmızı renkteydiler. Ruh Kılıcından yere doğru kapkara siyah parlak kanlar tekradan akıyordu.

 

- "AAAAAAAAAA AYAKALARIMI HİSSETMİYORUM." Diye bağırmaya başladı Kongar. Altantuya kılıçlarını yere doğru bırakıp hızla onun yanına doğru koştu. Alabörü'nün başındaki runik harflerin tamamı söndü. O da kılıcını arkasına doğru sokup Kongar 'ın yanına doğru gelip eğildi.

 

- "İyi misin? Cevap verrrrr iyi misinnnn?" dedi Kongar'ın başını dizlerine doğru alan Altantuya. Bağırması kesilen Kongar'ın ağzından dışarıya doğru kara kanlar süzülmeye başladı.

 

- "Ben....iiiii bıırrr...aaa...kk.ıınnn Koo..muu..taaan..ıımm." dedi bilinci kaybeder gibi olan Kongar. Asasını yere vurarak hızlı adımlarla gelmeye başladı.

 

- "Bana bak!!! ayağa kalk bu bir halüsinasyon, sadece birer yanılgı. Onlar zehirli değil delirtmeye yönelik yaratıklar. KALLKKK" diye asanın ucuyla başına hafifçe vuran Taptuk Ata. Başına gelen bu darbeyle birlikte ayaklarındaki kan dolaşımlarını dahi hissetmeye başladı. Altantuya'nın yardımıyla ayağa kalktı. Nasıl olduğunu dahi anlamadı. Bir süre ayaklarını kontrol ederek his kaybı yaşadığına inanmak istedi. Başını yukarıya doğru kaldırdığında;

 

- "Anlaşılan Kara Şaman bizden önce girmiş Ak Dağ'a." Dedi kuşkulu ve etrafına bakınarak Taptuk Ata.

 

- "O da Yüce Şamanın peşinde değil mi?" Aynı kuşkuyla karşılık veren Alabörü.

 

- "Kesinlikle evlat. Kesinli......" Sakince konuşmasını sürdüren Taptuk Ata, son sözlerini yarıda kesmek zorunda kaldı. Geldikleri uzun koridordan onlara doğru dayanılmaz ölçüdeki bağırmalar yükselmeye başladı. Hepsi birden oraya doğru dikkatlerini verdiler. "KAÇINNN!!" diye bağırmaya başladı Kongar.

 

Uzun koridorda koşmaya başladılar. Kongar halen daha nasıl bir anda o kötü durumdan bu hale geldiğini anlamaya çalışıyordu. Ruh Kılıcı hızla önlerine geçti. Taptuk Ata 'nın yanından geçerek koridorun görünmeyen kısmında yok oldu. Eğimli bir koridor olması on metre önünü göremez bir hale getiriyordu.

 

- "NEREYE KAYBOLDU!" koşarken nefes nefese kalan Kongar. Taptuk Ata solundaki büyük şehrin üzerindeki karşıya geçmelerini sağlayan iki kalın ipe bağlanmış altında demirden yolcu kabinlerini gördü. Sadece bu bölümde bunlardan vardı. Hızla koşmalarını sürdükleri sırada Alabörü sağ elinde bir sıcaklık hissetti. Eline doğru baktığında Aryunt'un bilekliği parlıyordu. Bunu görür görmez başını çevirdi. Onlarca Demirkıynak ona doğru koşuyordu.

 

İyice baktığı sırada Islık Okunun biri yukarıdan hızla ona doğru geliyordu. Diğer ikisini göremedi. Okun ona doğru geldiğini gören Alabörü hafifçe gülümsemesine sebep oldu. Sağ elindeki sıcaklık artık yok olmuştu. O da iliklerine kadar hissediyordu Islık Okunun bilekliğine doğru geldiğini. Taptuk Ata soluna bakarak gitmesini sürdürdü. Bir anlığına önüne doğru baktığında Ruh Kılıcının havada gelen onlarca oku hızlıca kestiğini gördü. Onun hemen önünde onlarca Demirkıynak kara tüylü oklarını atarak koşuyorlardı. Taptuk Ata aniden durmak zorunda kaldı.

 

- "BİR ARADA KALINNNN!" diye bağırarak Asasını sol eline alan Taptuk Ata. Sağ elini Dağ Han için yapılan Kara uzun kılıcı kınından çekti. Önündeki ve arkasındaki gelen sesleri gözlerini kısarak derin bir şekilde dinlemeye başladı. Kongar ve Altantuya Taptuk Ata'nın yanında kılıçlarını çekip beklemeye başladılar. Alabörü onların durduğunu gördü. Hepsini durduran şeyin de ne olduğunu Ruh Kılıcının havadaki okları kesmesiyle anladı. Kongar ve Altantuya başını çevirip onlara doğru koşan Alabörü'ye doğru bakmaya başladılar.

 

Bir sağa bir sola giderek gelen Oklardan kurtulmaya çalıştı. Sol taraftaki duvarın yanında yerde onlarca ölmüş cesetlerin üzerinden koşarak duvarın üzerine çıktı. İkisi birden bunun imkânsız olduğunu düşünüp hayretler içinde bakmaya başladılar.

 

- "Aşağıya düşerse cesedini bulmayız. Çok ama çok yüksekteyiz komutanım." Dedi her şeyi bir anlığına unutan Kongar.

 

- "Onu adı Alabörü." Dedi hayranlıkla ince duvarın üzerinde koşan Alabörü'ye bakan Altantuya. Aralarında beş metre kala daha da hızlanıp son birkaç adım atıp zıpladı. Havada sağına doğru döndü. Havadayken açtığı yayına Islık Okunu koyup kendine doğru çekti. Hepsi için bir anlığına zaman durmuştu. Kongar kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. Ağzını çok hafif açıp sadece izlemeye başladı. Altantuya bir anlığına gülümseyip sonra tekrar eski ketum haline döndü. Havada saniyeler içinde hızlıca hareket edip oku bıraktı. Havada inanılmaz bir tok ses çıkarıp bir süre yankılanmasına sebep oldu.

 

Orta sıradan koşarak gelen Demirkıynaklardan ayakta kim varsa başından geçerek ilerliyordu. Oku bıraktıktan sonra iki ayağının üstüne ani bir şekilde Kongar'ın önüne doğru düştü. Başını kaldırdığında halen daha sesin yankılandığını duydu. Arkasındaki kılıcına doğru elini attı. Ruh Kılıcı havada kestiği yüzlerce oku bırakıp onlara doğru gitmeye başladı.

 

- "Taptuk Ata ne düşünüyorsun?" bağırarak konuşan Alabörü. Gözlerini birden açtı. Soluna doğru bakıp hepsine birden bağırmaya başladı.

 

- "YOLCU KABİNİNE ATLAYINNN!"

koşarak duvardan atlayan Taptuk Ata. Arkasından Kongar ve Altantuya hızla koşmaya başladılar. Elini kılıcından çeken Alabörü arkasını döndü; "RUH KILICII" diye bağırarak demirden yapılan yolcu kabinine bindi. Onun atlamasıyla birlikte bir sağa bir sola sallandı. Sallanarak hızlanmaya başladı. Sağında ve solunda ne kadar Demirkıynak varsa hepsini hızlıca öldürüyordu.

 

Yaylarını bırakmalarına bile izin vermeden kellelerini ala ala gidiyordu. Soluna doğru tek bir sıra halinde onlarca Demirkıynak öldürdükten sonra hızla yukarıya doğru çıkıp sağa doğru giden yolcu kabinine doğru hızla yaklaşmaya

başladı.

 

- "KURTULDUKKK." Onlardan uzaklaştıkları anda Kongar. Onun bu haykırması kısa sürmüştü. İki kalın ipin başına toplanan bütün Demirkıynaklar demir tırnaklarının yardımıyla ipleri kesmeye başladılar.

 

- "HAYIRRRR İPLERİ KESİYORLAR." Diye devam ettirdi. Taptuk Ata arkasını döndüğünde karşıdaki Uzun kavisli yolda da yüzlerce Demirkıynağın ipleri kestiğini gördü.

 

- "YÜZÜĞÜ KULLAN ALABÖRÜ" Arkasını dönmeden bağıran Taptuk Ata. Soluna doğru baktığında Ruh Kılıcının onlara doğru geldiğini gördü. Sol eliyle sağ elindeki dolu olan iki yüzükten birini çevirip bastı. Gözleri al kırmızısı oldu. Sol kolundaki yıldırım izi mavimsi bir şekilde parladı.

 

- "BİRAZDAN DÜŞECEĞİZZZ" Arkasını dönüp hepsine doğru konuşan Taptuk Ata. Alabörü'nün olduğu yerdeki Demirkıynaklar iplerinin birini kestiler. Bindikleri demir kabin yere doğru bir anlığına düşer gibi oldu. Başını sola doğru çevirdiğinde;

 

- "HAZIR OLUNNN!" dedi sağına doğru baktığında Taptuk Ata. Başını aşağıya doğru çevirdi. Aşağıda Dokuz Dağ Kağanın tahtı ve uzun koridoru olduğunu gördü.

 

- "ALABÖRÜÜÜ ŞİMDİİİ" Dediği anda iplerin dördü de kesildi. Aşağıya doğru hızlıca düşmeye başladılar. Alabörü Kabinin ortasına doğru geçti. Başını gövdesiyle birlikte aşağıya kadar kabinin alt kısmını dahi görecek kadar alçaldı. Sol eliyle birlikte aşağıya kadar geniş bir buz rampası oluşturdu. Dokuz Dağ Kağanı tahtının önünde rampa son buldu.

 

- "KUZEYE DOĞRU GİDİN!!!" dedi buz rampasını bitirdiği anda Alabörü. Hepsi Kuzeye doğru kabinin içinde gitmeye başladılar. Gövdesini kaldırmaya çalıştığı sırada başının altından Ruh Kılıcı geldi. Kabinin altından kendini soktu. Kabzasına kadar yukarıya doğru çıktı. Şaşkınlıkla Ruh Kılıcının yaptığı bu olaya şahitlik ediyordu. Taptuk Ata'nın sağ ayağının hemen sol tarafından demiri kabinin altından yukarıya çıktı. Hızlarını yavaşlatarak aşağıya kadar taşıdı. Taptuk Ata dahi hepsi birbirlerine doğru bakmaya başladılar.

 

- "TENGRİ ERLİK NASIL BİR KILIÇ YAPMIŞ BÖYLE" Şaşkınlıkla birlikte heyecan duyarak Altantuya. Taptuk Ata başını solunda duran Altantuya'ya doğru çevirip;

 

- "Bunu o yapmış olamaz. Onun gücü sınırlı. Bu başka bir güç olmalı." Sakince ve anlamaya çalışarak Taptuk Ata. Kabin artık hızını kesmiş yavaş bir şekilde Alabörü'nün yaptığı buz rampasının önüne doğru geldiği sırada kabinde ayrılıp bir metre kala çıktı. Yukarıya doğru çıkan Ruh Kılıcı bir anda bütün gözleri üzerine çekmişti.

 

- "Bu nasıl bir güç Taptuk Ata?" aşağıya iner inmez Ruh Kılıcına bakarak konuşan Alabörü.

 

- "Şuan buna zamanımız yok! Çabuk olun!" dedi karşılarındaki büyük kapıya doğru koşmaya başladığı sırada Taptuk Ata. Başını kaldırdığında yüzlerce Demirkıynağın Ak Dağ'ın yüzeyinden Taht koridoruna doğru geldiğini gördü. Sağına ve soluna doğru baktığında manzara aynıydı. Arkasını döndüğü sırada büyük kapıyı kesen Demirkıynaklar yavaş yavaş içeriye doğru girdiklerini gördü. Hızlıca koşan Taptuk Ata geriye doğru adımlayarak Alabörü'nün olduğu yere kadar geldiler.

 

- "Savaşmak başka çaremiz yok." Taptuk Ata'nın geriye doğru geldiğini gören Alabörü.

 

- "YA BURADA ÖLÜRÜZ YA DA BURADAN ÇIKARIZ!" dedi iki kılıcını birden yukarıya doğru kaldıran Altantuya. Arkalarından Taht koridoruna doğru yüzlercesi çıkmaya başladılar. Hiç biri ok atmıyordu. Yaylarını arkalarına asmış ve kılıçlarını çekmiş vaziyette savaş savaş geliyorlardı.

 

- "Eğer ben burada ölür, sen buradan çıkarsan beni askerlerimin yanına göm Alabörü." Dedi biraz daha ona yaklaşarak konuşan Altantuya.

 

- "Beni de Alabörü" diye aynı ses tonuyla konuşan Kongar.

 

- "BİR ARADA KALIN BOŞLUK VERMEYİN!" diye ekledi sağ eline kara uzun kılıcı alan Taptuk Ata. Büyük kapıdan sürekli Demirkıynaklar çıkıyordu. Hepsinin burnu ve tırnakları parlıyordu. Alabörü'nün baktığını kısımdakiler yerden yukarıya doğru tırmanarak onlara doğru yaklaştılar.

 

- "HAYDİ NEYİ BEKLİYORUZ!" diye kılıçlarını kaldırıp koştuğu sırada Altantuya. Tam bir iki adım atmıştı ki aniden durdu. İnanılmaz bir ses yükseldi Ak Dağ'ın içinden. Ne yakından geliyordu ne de uzaktan. Yankılanması dahi uzun sürmüştü. Alabörü ve Kongar Altantuya gibi bu sesi daha önce duymamışlardı. Üçü birlikte etraflarına doğru bakmaya başladılar. Üzerlerine doğru gelen yüzlerce Demirkıynak aniden durdular. Hareket dahi etmiyorlardı. Sadece Onun sesi yükseliyordu Ak Dağ'ın içinde;

 

- "HOŞ GELDİN TAPTUKKKK, BENİ İKİNCİ KERE UYANDIRDINN." Tok ve inanılmaz derecede kalplere korku salan bir ses yükseldi. Taptuk Ata uzun kara kılıcını kınına doğru sakince bıraktı. İkinci kere aynı duyguyu yaşıyordu. Her zerresi aynı korkuyla yüzleşmek zorunda kaldı. Kalp atışları nabzını kontrol edemeyecek kadar artarak atıyordu. Sesin nereden geldiğini çözemedi ama bu sesi tanıyordu. Uzun yıllar bu sesi duymamıştı. Sadece o değil bütün Demirkıynaklar da bu sesin kime ait olduğunu biliyorlardı.

 

Taptuk Ata dahil onlarda korkmaya başlayıp durmuşlardı. Kılıcını yerine koyar koymaz sol elindeki asayı tekrardan sağ eline aldı.

 

- "Bu da neyin nesi böyle?" dedi kuşkulu bir şekilde Altantuya.

 

- "ARTIK KILIÇLARIMIZ, BÜYÜLERİMİZ

İŞE YARAMAZ KAÇINNNNNNNN!" dedi asayı önüne getirip onlarca Demirkıynağın üzerine doğru koşmaya başlayan Taptuk Ata. Hepsi birlikte onun bu halinden bir şey anlamayıp hızla koşmaya başladılar. Alabörü ve Ruh Kılıcı öne doğru koşarak geçtiler.

 

Yere yata bir pozisyonda hızla Demirkıynakların üzerine doğru gitmeye başladı. Önde duran bazı Demirkıynaklar başlarını sağa sola götürüp kılıçlarını kaldırmadan başlarından olmuşlardı. Sırayla keserek kapıya doğru gidiyordu.

 

- "DEMİRKIYNAKLAR SUDAN HOŞLANMAZLAR SENİN GİBİ" diye Alabörü'nün arkasından bağıran Taptuk Ata. Bunu duyar duymaz arkasındaki kılıcı çekti ve sol elini önündeki onlarca Demirkıynaklara doğru Yada Taşının üç özelliğinden biri olan suyu göndermeye başladı. Havada gönderdiği su birkaç tane Demirkıynağa doğru isabet etti. Bir anda yüzleri, vücutları, tamamen eridi. İnanılmaz derece de bağırmaya başladılar. Yanındakilere doğru bağırarak üstlerine doğru ölü bedenleri düşüyordu.

 

Suyu hızlı bir şekilde üzerlerine boşaltarak gidiyordu. Bunu gören diğer Demirkıynaklar kaçmaya başladı. Büyük kapıdan aşağıya doğru atlayarak veya duvarın zeminine tırmanarak kaçmaya başladılar. Taptuk Ata arkalarından gelenlerin seslerini işitir işitmez arkasını döndü;- ""𐰯𐰀𐰠𐰃 𐰴𐰀𐰠𐰀 (Fali hale)" dedi. Karşısındaki Alabörü'nün yaptığı rampaya doğru asayı tuttu. Koskocaman buzdan rampa bir anda yukarıya doğru kalkmaya başladı.

 

Taptuk Ata'nın ne yaptığını anlamaya çalıştıkları sırada hepsinin üstüne doğru buzu fırlattı. Onlara doğru koşarak gelen onlarca Demirkıynak buzun altında kaldılar. Alabörü büyük kapının orada durup;

 

- "HAYDİİİİİ ÇABUK OLUNNNN!!" diye bağırmaya başladı. Taptuk Ata büyüyü yaptıktan sonra bir anda başı dönmeye başladı. Asanın her yerinde mavimsi kanlar akmaya devam ediyordu. Altantuya ve Kongar direk kollarına girip; "Hadiiii Taptuk Ataaaaa haddiiii" demeye başladılar. Taptuk Ata'yı kaldırmaya çalıştıkları sırada yine o boğuk ve derinden etkili bir ses yine yükseldi. Taptuk Ata sesi işitir işitmez gözlerini açtı. Artık sadece Ak Dağ'da Onun sesi yükseliyordu. Bu kez daha da yakından geliyordu,

 

- "BU SEFER KAÇMANA MÜSAADE ETMEYECEĞİM TAPTUKKKK." Diye sürekli her çıkan ses bir iki tur atıp Taptuk Ata'nın zihnini korkutmaya yetiyordu.

 

- "Buradan hızlı bir şekilde çıkmalıyız." Dedi kısık bir sesle konuşan Taptuk Ata.

 

- "ULUĞ BÖKE YERİNE İKİ ASKER VE İKİ YABANCIYLA GELMİŞSİN, BU BÜYÜK BİR HATA BÜYÜK BİR YANLIŞ TAPTUKKK." Diye tekrardan sesi yükselmeye başladı. Taptuk Ata hızla asaya doğrulduğu gibi tersine doğru kalkarak dikeldi. Etrafındaki çoğu Demirkıynak ölmüştü. Hızla Alabörü'ye doğru koşmaya başladılar. Büyük Kapının yanında ayakta bekliyorlardı. Hızla koşarak geldikleri için taştan köprünün yıkıldığını fark edemediler.

 

- "YAVAŞŞ OLUN KÖPRÜ YIKILMIŞ" Taptuk Ata'nın kolundan tutup geriye doğru çekerken Alabörü. Sol ayağı bir anlığına boşluğa düştü. Bir anda geriye doğru geldiği gibi büyük köprünün yerinde hiçbir şey kalmamıştı. Karşısındaki diğer büyük kapıda taşların yıkılmasıyla kapanmıştı. Arkalarına baktıklarında hiçbir tane Demirkıynak yoktu. Üçü birden Taptuk Ata'ya doğru bakıp ne yapacağını merak ediyorlardı.

 

- "Şi..m...diii ne... ya..ca..ğız.." dedi nefes nefese kalan Kongar. Ellerini dizlerinin üzerine doğru bırakmış vaziyette nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Sol elini cübbesinin içine doğru soktu. İçinden çıkardığı anda yine o ses duyuldu;

 

- "SANGAL'I GÖRDÜN MÜ TAPTUKKK?. BÜKREK'İN KOKUSUNU ALIYORUM. YARALANMIŞŞ" sesinin verdiği yüce korku halen daha devam ediyordu.

 

- "Bu kadar şeyi nasıl bilebilir? Arkasını dönüp gelen sese doğru bakan Kongar.

 

- "Bunu burada kullanmak istemezdim ama artık mecburuz." Dedi cübbesinden Anahtar Kılıcını çıkardığı anda Taptuk Ata. Ak Dağ'a girdiklerinde yanına aldığı Anahtar Kılıcını geriye doğru çekip karşısındaki duvara doğru fırlattı. Anahtar Kılıcı karşı duvara doğru havada süzülüp yapıştı. Sola doğru yavaş bir şekilde gitmeye başladı.

 

- "Hatırladığım kadarıyla dört farklı yolu vardı Dokuz Koca Balbal salonuna açılan koridorların. Hepsi tamamen kapanmış olamaz. Şansımız varsa....." dedi ve arkadan gelen boğuk ses yine konuştu. Her konuştuğunda Kongar hiç hissetmediği bu duyguyu iliklerine kadar yaşıyordu.

 

O her konuştuğunda o da ürpermesi ve nabzının değişik şekillere girip onu korkudan delirtmeye itmesine sebep oluyordu. Alabörü şaşkınlıkla dinlemesini sürdürdü. İlk kez bu kadar endişeli bir şekilde bakıyordu etrafa. Ak Dağ'a girmeden önce Taptuk Ata'ya; -

 

-"Seni ilk kez bu kadar endişeli görüyorum." Dediğini ve Taptuk Ata'nın;

 

- "Yerinde olsam endişelenirdim." Dediğini hatırladı. Başını bir sese bir karşıdaki duvarda kapı arayan Anahtar Kılıcına bir de Taptuk Ata'ya doğru bakmasını sürdürdü. Taş Köprünün altında sonu görünmeyen bir boşluk vardı. İnanılmaz derecede pis bir kokunun geldiğini işittiler. Taptuk Ata hariç diğerleri bu pis kokudan rahatsız olup aşağıya doğru bakmaya başladılar. Koku giderek yakınlaşıyordu. Üçü de bu kokuyu daha önce hissetmemişlerdi.

 

Hepsi birden birbirlerine bakıp kılıçlarına doğru ellerini götürdüler. Taptuk Ata karşısındaki kılıca doğru bakıp kapıyı bulabilecek mi diye bakmasını sürdürdü. Kokuyu aldı fakat hiç dikkatini bozmadı.

 

- "Taptuk Ata....Bir şey ya da bir şeyler yaklaşıyor." Dedi sessiz ve korkudan tam kılıcını tutamayan Kongar. Alabörü ve Altantuya Taptuk Ata'ya doğru bakıp ne diyeceğini merak etmeye başladılar. Koku artık daha da artarak yaklaşmasını sürdürdü. Alabörü, Taptuk Ata'nın hiçbir söylemeden beklemesinden bir şeyler anlamadı. Kılıcını yarıya kadar getirmişti ki Anahtar Kılıcı sol tarafta bir delik buldu. Yüzeye dik bir pozisyona gelip içine doğru girdi. Sağa doğru iki tur atıp kapıyı açtı. Kapının uzun yukarısı elips bir şekilde parlıyordu.

 

- "Kapıyı bulduk ama karşıya nasıl geçeceğiz." Diye merakla sordu Altantuya.

 

- "Ben yaparım." Dedi ileriye doğru adım attığı sırada Alabörü.

 

- "Hayır sen gücünü sakla. Lazım olacak." Diye ileriye doğru çıkan Taptuk Ata. Adımlarını attığı sırada yerin sallandığını hissettiler. Deprem olurcasına sesler gelmeye başladı. Bir süre birbirlerine baktıkları anda büyük ve etkili ayak seslerini işittiler.

 

- "DEMEK KUMAYIK GELDİ. DEMEK SEN KENDİ ELİNLE ONU DÜŞMANA TESLİM ETTİN. SENİ AHMAK." Bu kez daha yakından geliyordu. Asayı yere doğru fırlattı;- "(𐰣𐰀𐰼𐰀𐰤𐱅𐰇 𐰏𐰇𐰼𐱅𐰃 𐰀𐰽𐰀𐰺) (Narentû gurtî Asar) Asarın Gök Mavisi" Sessizce söyledikten sonra boşluğa doğru fırlattı. Karşıya açılan kapının dibine kadar mavimsi ve yeşilimsi bir yol oluştu. Taptuk Ata üstüne basarak koşmaya başladı.

 

Başı hafiften dönüyordu. Asar yolunun altına doğru mavimsi kanlar aktı. Her yerinden aşağıya doğru damlalar halinde düşüyorlardı. Altantuya ve Kongar yere bakarak koşmalarını sürdürdüler. Birkaç gündür o kadar farklı şeyler görmüş olmalarına rağmen halen daha şaşkınlıklılarını gizleyemiyorlardı. Alabörü koşacağı sırada büyük ve tok ayak seslerini daha da yakından hissetti. Yürüdüğü anda yer yerinden oynuyordu. Bulundukları yerdeki geçitte bazı taşlar düşmeye başladı. Başını arkasına doğru çevirdi.

 

Yerden yüksekte Dokuz Dağ Kağanının tahtı ve önünde yüzlerce Demirkıynak 'ın cesetleri vardı. Sesler oldukça yakından geliyordu. Merakını sürekli diri tutan Alabörü onun neye benzediğini görmek için beklemeye başladı. Sol kolu mavimsi bir şekilde parlarken gözlerinin içi kıpkırmızı olmuştu. Yerin sallanmasıyla birlikte Alabörü'de sallanıyordu. Taptuk Ata bağırmaya başladı;

 

- "ALABÖRÜÜÜÜÜÜ ÇABUKKK OLLLLL!" diye bağırıyordu. Arkasını dahi dönmedi. Asanın yarattığı yol çokça kan kaybediyordu. Yere doğru düşen damlaların sayısı her geçen zamanda daha da hızlanıyordu. Hiçbir duymuyordu. Sol tarafında Ruh Kılıcıyla birlikte Tahta doğru bakıyordu. Arkasından ona bağıranları hiç mi hiç umursamıyordu. Dokuz Dağ Tahtının arkasından yukarıya doğru eni beş metreyi bulan bir el yükseldi. Koyu kahverengi bir teni vardı. Havadan aşağıya doğru inerken Dokuz Dağ Kağanı Tahtının üstüne bırakıp Tahtı paramparça etti.

 

Taptuk Ata, Altantuya, Kongar artık bağırmıyorlardı. İkisinde de yüreğini Taptuk Ata'nın yüreğini kaplayan korku saldı. Bir anda gördükleri karşısında ne diyeceklerini bilemediler. Alabörü yerin sarsılmasıyla birlikte sağındaki büyük kapının duvarına sağ eliyle dokundu. İçinde garip bir his vardı. Ama onu tam olarak isimlendiremiyordu. Korku nedir bilmediği için şuan ki duygusunu anlayamıyordu.

 

Koca eliyle yıktığı tahta doğru baskı uygulayarak kendini göstermeye başladı. Taptuk Ata onu ne zaman hislerinde hissetse aynı sarsıntıyı kalbinde hissediyordu. Sol elini Taht koridorunun sol tarafına doğru attı. İki elinin yardımıyla kendini yukarıya doğru çıkarmaya başaldı.

 

- "ALABÖRÜÜÜÜÜÜ ÇABUK OLLLL ÇABUKKKKKKKK!" diye bağırmaya başladı. Onun yarattığı etkinin sonunca üzerinde taşlardan bazısı yanına doğru düştü. Onun düşmesiyle birlikte az da olsa kendine geldi. Başını çevirdiğinde yerdeki Asa yolu yavaş yavaş rengini yitiriyordu. Kongar donmuş bir şekilde sadece izliyordu. Hiçbir şey yapmadan izlemesini sürdürdü. Arkasını döner dönmez kaçmaya başladı. Asanın açtığı yolda koşuyordu. Alabörü 'nünde üzerine basmasıyla birlikte akmayan bir mavi kan damlası kalmadı. Son dört adım kala Taptuk Ata'nın eline doğru Asa yeniden don değiştirip asa formuna geri döndü.

 

Alabörü bir anda aşağıya doğru düşmeye başladı. Taptuk Ata asayı alır almaz aşağıya kadar uzattı. Ruh Kılıcı, Alabörü'nün sol eline doğru yaklaştı. Sağ eliyle Taptuk Ata'nın asasını sol eliyle Ruh Kılıcını tutunarak yukarıya doğru yükseldi. Hem asa hem de Ruh Kılıcı onu yukarıya kadar çekti. Yukarıya kadar çıktığında arkasını döndü. Taptuk Ata, Kongar ve Altantuya karşılarındakine doğru bakıyorlardı. Yeri sarsan ve heybetli sesiyle yüreklere korku salan şey karşılarındaydı. Tamamen çıkmamıştı ama kafası ve kolları görünüyordu. Taptuk Ata'ya ve yanındakilere doğru bakıyordu.

 

- "Bu Tengri Erliğin hangi yaratığı böyle?" diye korkudan titreyerek sorusunu soran Kongar.

 

- "O Tengri Erliğin değil. Bir çobanın eseri. TEPEGÖZ." Dedi hızla koridora giren Taptuk Ata. Arkasından diğerleri koşmaya başladı. Uzun koridorda koşarak Dokuz Koca Balbalların olduğu salona doğru girdiler. Beş yüz metre uzunluğundaydı. Sağında ve solun toplam Dokuz tane boyları seksen metre iki elleriyle uzun kılıç tutan gümüş şeklinde balballardı. Hepsi Dokuz Dağ Hanını temsilen dikilmişti. Salonun ortası boştu. Ak Dağ'ın en tepesi görünüyordu. Hızla kaçıyorlardı. Karşılarındaki halen daha açık olan kapıya doğru hızlıca koşmalarını sürdürdüler.

 

Koşarken birden sağa ve sola doğru düşmeye başladılar. Yer artık son oyununu oynuyor gibiydi. Tepegöz 'ün adımları ve dar geçidi kırarak gelmesi yürüdükleri zeminin bir kalkıp bir inmesine neden oldu. Yere düşen her biri aniden kalkarak tekrar koşmak için adımlamaya başladılar. Taptuk Ata bir anda durdu. Karşılarındaki kapıdan onlarca Demirkıynak koşarak orayı kapatmaya başladılar. Sinsice gülüyorlardı. Öne gelen her biri ellerinde oku yaylarına koyup beklemeye başladılar. Dokuz Koca Balbal salonuna açılan uzun koridoru yıka yıka geliyordu. Bir anda içinden zıplayarak salonun en başına doğru yere indi.

 

Doksan metre boyunda, kafasının tam ortasında koskocaman bir gözü vardı. Sağ elinin baş parmağında kapkara bir yüzük takılıydı. Ayakları on beş metreyi aşıyor gibiydi. Vücudunun tamamı koyu kahverengi bir şekildeydi. Yerdeki Taptuk Ata'ya doğru bakarak konuşmaya başladı.

 

- "ZIRHIM, ANA DÜNYANIN EN SAĞLAMIDIR. GÜCÜM, TENGRİLERİN SINIFINDADIR. ZEKÂM, HERKESİN ÜSTÜNDEDİR. BEN ANA DÜNYANIN SAHİBİYİM. AK DAĞ BENİM. VE SİZDE BENİMSİZİNİZ." Dedi ve arkasındaki Dokuz Koca Balbaldan birinin tuttuğu kılıcı söküp aldı. Kılıç taştandı. Ama sağ elindeki yüzük sayesinde çelikten bir hal aldı. Kongar karşısındaki bu şeyi anlamakta baya zorluk çekti. Donmuş ve üzerlerine doğru gelen Tepegöz'e hayranlıkla bakmasını sürdürdü. Bir anda yanında duran Altantuya koluna doğru vurarak;" Kendine gel!" diye onu uyardı. Başını bir anlığına iki yana sallayıp kendine geldi.

 

Hepsi birden karşılarındaki devasa yaratığa bakarak duruyorlardı. Başındaki damarı şişmeye başladı. Gözlerindeki kırmızılık sinirlendiği her an giderek daha da kırmızı bir hal aldı. Kılıcını kınına doğru taktı. Altantuya ve Kongar Alabörü'nün yaptıklarına dahi bakamıyorlardı. İkisi de arada bir bakışıp tekradan Tepegöz'e doğru bakıyorlardı. Arkalarındaki kapıdan sürekli Demirkıynaklar çıkıyordu.

 

- "BURKAY DA SİZİN GİBİ ÇARESİZDİ TAPTUK. VE ARKIL GİBİ. ONU HALEN ARIYOR MUSUN?" ağır ağır koca kılıcı yere sürterek konuşan Tepegöz. Taptuk Ata suskunluğunu bozdu. Yüce Arkıl Şaman lafını duyduktan sonra asasını öne doğru uzattı. Sağ eline ise kınındaki uzun kılıcını çıkardı.

 

- "YÜCE ARKIL ŞAMAN SENİ GÖRSEYDİ ŞUAN YAŞAMIYOR OLURDUN. ÇOBANIN ARTIĞI." Diye bağırmaya başlayan Taptuk Ata. Üçü de onun bu haykırışını hatırlıyorlardı. Hepsinin zihninde Dağ Setti Kımız hanesinde bağırdığında ortalığın karardığını bardakların yere düştüğünü hatırladılar. Sesi Tepegöz kadar olmasa da bir süre yankılandı. Tepegöz yere her ayak bastığında yer sarsılıyordu. Onun bu haykırmasını bir anlığına da olsa durup ona doğru konuşmaya başladı;

 

- "NE DEDİN SEN. SEN BİLMEZMİSİN AK DAĞIN TEK BİR YAŞAYANI VAR. O DA BENİMMM. SİZİ ZAVALLI FARELER.." dedi yere sürterek getirdiği kılıcı kaldırıp ağır bir şekilde silme haraketliyle onlara doğru savuran Tepegöz. Elli metre boyundaki kılıcın kendilerine doğru geldiğini gören hepsi geriye doğru kaçmaya başladı. Hepsinin sırtını sıyırıp diğer tarafa doğru gitti.

 

- "ALTANTUYA, KONGARR SİZ DEMİRKIYNAKLARLA SAVAŞINN!" dedi büyük kılıçtan hızlı adımlarla kurtulan Alabörü. Altantuya duyduğu gibi başını salladı ve Kongar'la birlikte yüzlerce Demirkıynaklara doğru kılıçlarını kaldırıp koşmaya başladılar.

 

- "SENİ BECERİKSİZZZZZ ÇOBANIN PİSLİĞİİİİİİİ" sol kolunu yukarıya doğru kaldırdığı anda Tepegöz'e doğru bağıran Alabörü. Sol elinde yavaş yavaş yeşilimsi bir hali olan yay oluştu. Yüzüğü kullandığı için gözlerindeki kızıllık daha da uzağı görmesine sebep oluyordu. Yıkılan uzun koridordan yukarıya doğru üç tane Islık Oku hızla Alabörü'ye doğru gelmeye başladı. Hepsinin geldiğini hissettiği gibi hızla çekip fırlatmaya başladı. İlk attığı ok havada çıkardığı sesle birlikte karnına doğru isabet edip yukarıya doğru uçmaya başladı. Diğer ikisi de kalbine doğru çekip fırlattı. Aynı şekilde farklı yönlere doğru gidip saplandılar.

 

- "ONUN DERİSİNİ DELEMEZSİNNN!!" Bağırarak Alabörü'ye doğru konuşan Taptuk Ata. Bunu gürültüden duymamış olacak ki sola doğru koşmaya başladı. Tepegöz sağ kolundaki kılıcını düzeltti. Havaya kaldırdı. Solundaki Taptuk Ata sola doğru Alabörü sağa doğru koşuyordu. Taptuk Ata'ya doğru kılıcı indirmeye başladı. Kendisine doğru gelen kılıcı görür görmez asasını yukarıya doğru kaldırdı;- (𐰠𐰀𐰼𐰢𐰀𐱅𐰇𐰾 𐰀𐰽𐰀𐰺) (Lermetüs Asar) Asar'ın kalkanı" dedi ve asasını kaldırdığı gibi yere doğru indirdi.

 

Asasının üzerinde yuvarlak şekilde mavimsi rengi olan kalkanın üzerinde Tengri Ülgen'in oğullarının timsali çizimleri bulunan bir kalkan oluştu. Büyük kılıcın ona değmesiyle birlikte büyük bir güç ortaya çıktı. Tepegöz bir anlığına kendini bir adım geride buldu. Düşecek gibi oldu ama toparladı. Onun adımlarını sert bir şekilde yere vurması zemine temas eden herkesi bir kez sallamaya yetti. Altantuya iki kılıcını sağa ve sola açarak koşmasını sürdürdü. Hızlıca sağa doğru koşuyordu. Bütün halde duran Demirkıynakları ikiye bölmeye yetti.

 

Kongar da tam tersine doğru kılıcını soluna doğru yatay bir şekilde tutarak koşuyordu. Demirkıynaklar ikiye bölündüler. Bağırışımalar, haykırışmalar inanılmaz ölçüde katlanarak artıyordu. Altantuya'ya doğru gelen Demirkıynakların bazıları oklarını atmaya başladı. Üzerine gelen okların hepsini havada keserek onlara doğru yaklaşmaya başladı. Önlerdeki okçu Demirkıynaklar yaylarını sırtlarına astılar. Altantuya bağırarak onların içine doğru girmeye başladı. Sol elindeki kılıcıyla soldaki Demirkıynakları sağ kolundaki kılıcıyla sağdakileri öldürmeye başladı.

 

Sırayla kese kese ilerliyordu. Soluna doğru aniden döndü. İki kılıcını birden çapraz bir şeklinde birleştirerek sertçe aça aça gidiyordu. Arkasında ona doğru yaklaşan Demirkıynakların biri kılıcını başındaki kurt postuna isabet ettirip yere düşürdü. Sağ elindeki kılıcını belini kırarak geriye doğru döndü. Döndüğü gibi birkaç tane daha Demirkıynakların kellesini aldı. Başındaki kurt postunu düşüren Demirkıynağın uzun burnunun ortasından kestikten sonra aynı doğrultuda kellesine doğru hamle yapıp yere serdi. Kongar bir gözü Komutanında bir göz önündeki Demirkayalardaydı. Tek bir kılıcı dahi olsa onu ustaca kullanırdı. Solundan gelen bir Demirkıynak kılıcını savurdu.

 

Başını hafifçe eğip kılıcını yatay bir şekilde boğazından sokup diğer taraftan çıkardı. Geriye doğru çekmeden aynı pozisyondan Demirkıynağın boynundan sağa doğru keserek çıkardı. Çıkardığı gibi ona kılıçlarıyla gelen üç Demirkıynağın boğazlarını bir anda kesti. Kestikten sonra kendini bir iki adım geriye doğru attı. Beş altı Demirkıynak üstüne doğru koşmaya başladı. Kılıcını önüne doğru getirip bir iki adımlayarak kılıcını bir pervane gibi salladı. Bir ola sekiz çizip sonra sağa sekiz çizdi. Her yaptığı şekilden sonra önündeki Demirkıynaklar bir bir yere serildi. Onlarla uğraşırken solundan gelen oku göremedi. Havada süzülen ok bacağına doğru geliyordu. Kongar bir anlığına arkasından "FİİİİİİİİUUUVVVV" diye bir ses işitti.

 

Kongar'ın solundan hızlıca gelip havadaki oku ikiye yardı. İkiye bölünen okun parçaları sağa ve sola savruldu. Oku parçalarına ayıran Ruh Kılıcını gören Demirkıynakların bazıları hızlıca kaçmaya başladılar. Kongar gülümsemesiyle birlikte kaçmayan Demirkıynaklarla tekradan dövüşmeye başladı. Kaçtıklarını görüp peşlerine doğru havada süzülmeye başladı. Hızlıca gidip yüreklerine ani bir şekilde korkuyu saldığı gibi ani ölümlerine de sebep olacaktı. Sağından kapıya doğru kaçan hepsini teker teker başlarından, kalplerinden, bacaklarından keserek ilerledi. Bağırışımalar yeri göğü inletmeye yetti.

 

Sağ tarafı bitirmeye yaklaşmıştı ki Kongar'a oku atan diğerlerinden daha iri bir yapısı olan Demirkıynak ona da bir ok attı. Ruh Kılıcı ona doğru gelen bu oku göremedi. Tam yatay bir şekilde, koşan Demirkıynağın boğazını kesecekken gövdesine bir ok geldi. Ok ona değdiği gibi paramparça oldu. Ve önündeki koşan Demirkıynak kurtuldu. Ani bir şekilde dönüp ona oku atanı görüp hızlanarak ona süzülmeye başladı. Ruh Kılıcının kendisine doğru süzüldüğünü gören İri Demirkıynak okları birer ikişer yerleştirip atmaya başladı. Ruh Kılıcı bu kez havada gelen okları kesmeyip hızla onlardan kaçarak avına doğru gidiyordu. Bu durum onu çok kızdırmış olacak ki tek düşüncesi oydu.

 

Aralarında beş metre kala dört oku da yaya bırakıp çekti. Dördü birden Ruh Kılıcına doğru gelmeye başladı. Dördünün arasından kendini yan çevirerek hacmini düşürüp sıyrıldı. Artık tamamen kendi formuna dönüp hızla sağ kolunu sonra sol kolunu kesti. Sol kolunu kesmesiyle birlikte aşağıya doğru inip iki bacağını da dizlerinden keserek yere düşmesini sağladı. İri Demirkıynak iki kolu iki bacağı kesilmiş bir şekilde yerde bağırıyordu. İri Demirkıynağın başına doğru yavaşça yaklaştı. Boğazına doğru yere yatay bir pozisyonda bekledi. Bir anda boğazına doğru girip aynı doğrultuda üç yüz altmış derece dönerek bütün boğazını kesip sağa doğru fırlattı.

 

Yukarıya doğru çıktığında Kongar'ın Altantuya'ya doğru koştuğunu gördü. Sağ kanadını tamamen öldürmüşlerdi. Altantuya ise onlarca Demirkıynak öldürmüş ve onlarcasının içinde kalmıştı. Alabörü koşar adımlarla sola doğru gidiyordu. Başını sola doğru çevirdiğinde Koca Balbalların üstünden Aşağıya doğru Demirkıynağın indiğini gördü. Sol kolunun yandığını hissetti. Sağ eliyle sırtındaki kılıcını çekti. Sol kolunu Koca Balbalların üzerinde onlara doğru gelen Demirkıynaklara doğru yıldırımı gönderdi. Ak Dağ'ın içi bir anlığına inanılmaz derecede ayındık oldu. Koca Balbal'ın başına isabet eden yıldırım başını tamamen kopardı.

 

Üstündeki onlarca Demirkıynak ölerek aşağıya doğru düştüler. Taptuk Ata her kullandığı bir büyüden sonra gitgide halsizleşiyordu. Kullandığı kalkan onu güçsüz düşürmeye yetti. Asasının ağır yaralı olması güçsüzlüğünü açıklayan bir başka işaretti. Koşmasını yavaşlattı ve nefes almakta zorlandı. Tepegöz kendine geldikten sonra başını kaldırıp baktığında yerde onlarca ölmüş Demirkıynağı gördü. Sağ elindeki kılıcı yukarıya kaldırıp;

 

- "KALKINN ASİL SOYDAN GELENLERRRRR. GÖSTERİN DEMİRİN GÜCÜNÜ." Diye bağırmaya başladı. Alabörü yakından bu sesi duyunca sağ kulağından biraz kanlar dışarıya doğru geldi. Kongar ve Altantuya birlikte dövüşürken bir anda öldürdüklerinin kalktığını gördü. Hepsi yavaş yavaş dirilmeye başladılar. Ellerine aldıkları kılıçlarla birlikte onlara doğru gelmeye başladılar. İlk girdikleri Erkenek Şehrinde ölen yüzlerce Demirkıynak bağırarak Koca Balbal salonuna doğru geliyorlardı. Ruh Kılıcı bir anda geriye doğru dönüp beklemeye başladı. Alabörü durup, koca kılıcı yukarıya doğru kaldıran Tepegöz'e bakmaya başladı.

 

Başını bir anda Taptuk Ata'ya indirdiğinde karşısındaki Koca Balbal taşışının ayaklarına yaslanmış bir şekilde durduğunu gördü. Tepegöz soluna doğru baktı. Zayıf düşmüş Taptuk Ata'ya doğru, yukarıya kaldırdığı kılıcı indirmeye başladı.

 

- "HEEYYYYYYYYYY SENİ KORKAKKK ET YIĞINIIIIII BANA BAKSANAAAAA" Kılıcın Taptuk Ata'ya indiğini görüp bağırmaya başlayan Alabörü. Tepegöz bir anlığına sağ kulağında bir kaşıntı hissetti. Başını çevirdiğinde Alabörü yerden kulağına doğru yıldırım gönderiyordu. Alabörü kendi içinden" Senin en hassas yerin gözün değil mi?" diye geçirdi. Tepegöz başını her çevirdiğinde yıldırım yüzüne doğru gelmeye başladı. Gözüne doğru ufak ama canını yakacak şekilde kıvılcımlar değdi. Bu onu üç dört adım geriye doğru attı. Sol elini gözüne doğru götürdü.

 

- "AAAAAAAAAAAA SENİİİİ PİSSSSS FAREEEEE" Geriye doğru acı çekerek giden Tepegöz. Sol elini bir süre gözünde tuttu. Altantuya ve Kongar koşacak kadar enerjileri kalmadı. Onların gücü tükenmeye başladı. Ruh Kılıcı sürekli onlara doğru gelen Demirkıynakları kesiyordu. Taptuk Ata Tepegöz 'ün haykırmasıyla birlikte az da olsa kendine geldi. Altantuya ve Kongar zor da olsa mecali kalmayan kollarıyla birlikte savaşmaya çalışıyorlardı. Kongar'ın sağından gelen bir ok bu sefer karın boşluğundan içeriye doğru girmişti. Bağırmasıyla kendini yerde buldu. Altantuya ona doğru bakıp bağırmaya başladı;" KALKKKK AYAĞAAAAA" diye bağırıyordu.

 

Sağlarında kalan Büyük Balbal'ın tepesinden aşağıya doğru okları atıyorlardı. Zorda olsa kalktı. Başını sağa doğru çevirdiğinde iki ok karnına doğru girdi. Arkasından gelen son ok kalbine doğru isabet etti. Her giren siyah tüylü ok onu yere sermeye yetti. Başını kaldırmaya gücü kalmamıştı. Ağzından yoğun ve sürekli kara kanlar gelmeye başladı. Kılıçlarını indirip Kongar'a doğru koşmaya başladı. Tek niyeti bir askerinin daha ölmemesiydi. Yukarıdan gelen okları dahi düşünmedi. Farkında bile olamadı. Döne döne gelen ok sol omzunu sıyırıp yere çakıldı. Arkasından gelen ok havada ne olduğunu anlamdan ikiye ayrıldı. Kongar'ın boşluğundan giren oku duyan Alabörü Taptuk Ata'ya bakıp hızla Tepegöz'e doğru koşmaya başladı.

 

Taptuk Ata zor nefes alıyordu. Sola doğru baktığında yukarıdan gelen okların Kongar'a ve Altantuya'ya doğru geldiğini gördü. Asayı kaldırmak istedi fakat ne asada ne de kendinde o güç vardı. Asanın güçsüz düşmesi onu da güçsüz düşürmüştü.

 

- "BEN HEP SENİN YANINDAYIM ULU BİLGE...ŞİMDİ KALK AYAĞA...KULLAN YAŞAM...PINARIMI..." Ruhuna yönelik bir sesti bu.

 

- "Tengriçemmm..." dedi asadan tutunarak ayağa doğru kalkan Taptuk Ata. Başını sağa doğru çevirdiğinde sol gözünü tutan Tepegöz'ü ve Tepegöz'ün kılıcına doğru tırmanmaya çalışan Alabörü'yü gördü.

 

- "HAYIRRRRRRRRR BUNU YAPMAAAA ALABÖRÜÜÜÜ." Meraklı gözlerle onu izlerken Taptuk Ata. Sol elini gözünden çeken Tepegöz aşağıdaki Taptuk Ata baktı. Gözü hafiften kızarmıştı. Ufak bir kıvılcım dahi onun gözüne zarar vermeye yetiyordu. Büyük Dağ Hanlarının canlanmış kılıcında koşuyordu. Tepegöz bunu fark etmedi. Gözü eskisi kadar net göremiyordu. Büyük kılıcın ortasına kadar geldi. Tepegöz kılıcı yukarıya doğru kaldırıp Taptuk Ata'ya doğru vurmaya hazırlandı. Yüzüğün etkisiyle birlikte kılıca yapışık bir şekilde koşuyordu. Havaya kaldırdığı gibi Tepegöz'ün omuzlarına düştü.

 

Bunu hisseden Tepegöz vücudunu öne doğru bir kez itmesi Alabörü'nün düşerek koskocaman ellerine düşmesi bir oldu.

 

- "SENİ GÜÇSÜZ, ZAYIF KURTÇUK BENİ ÖLDÜREBİLECEĞİNİ Mİ ZANNEDİYORSUN" diye haykırmaya başladı. Başını çevirdiğinde Kongar'ın yere düştüğünü gördü. Son ok kalbine doğru gidiyordu. Başını Tepegöz'e doğru çevirdi;

 

- "BELKİ SENİ ÖLDÜRERMEM, DERİNE ZARAR DA VEREMEM AMA YÜZÜĞÜNÜ PARÇALARIM SENİ ÇOBANIN ARTA KALANI" bağırarak gözlerindeki ateşin etkisini arttırmayı planlıyor gibi konuşan Alabörü. Sol kolundaki yıldırımı kılıcına doğru verdi. Kılıcının yüzeyi tamamen yıldırıma şeklini aldı. Kılıcın ortasındaki yada taşı bembeyaz bir görüntüye ulaştı. İki eliyle birlikte; "AAAAAAAA" diyerek siyah büyük yüzüğe doğru bastırdı.

 

Yüzük aldığı darbeyle birlikte ortadan ikiye ayrılarak yere düştü. Alabörü kendini yere doğru bıraktı. Sol koluyla yerde buz rampası yapıp kayarak aşağıya indi.

 

- "AAAAAAAA BU SİZİN SONUNUZ OLACAKKKK TAPTUKKKKKKKKKKK." Sağ elindeki acıyı hissederken sol eliyle onu tutup geriye doğru birkaç adım atan Tepegöz. Alabörü'nün yüzüğü parçalamasıyla birlikte dirilen yüzlerce Demirkıynak oldukları yerde tekrardan öldüler. Yüzüğün verdiği acıyla birlikte kılıcı sol eline doğru getirdiği için Taptuk Ata'nın olduğu tarafa doğru düştü. Taptuk Ata eğilerek kurtuldu.

 

Onu teğet geçen kılıç diğer Koca Balbalın ayaklarına doğru isabet etti. Balbalın ayaklarını biraz da olsa içeriye kadar kesti. Taptuk Ata asasını başı döndüğünde yaslandığı Koca seksen metrelik Balbal taşına doğru tuttu ve başını Tepegöz'e doğru çevirerek;

 

- "SENİN SONUN GELDİ KENDİNİ BEĞENMİŞ KÜÇÜK YELBEĞEN." Dedi o haykırmasıyla konuşan Taptuk Ata.- "(𐰋𐰇𐰼𐱅𐰀 𐰴𐰀𐱃𐰆𐰣) [Bürte Katun] Yaşam Pınarı" Asanın ucundan Seksen metrelik Balbala doğru saydam bir ışık hüzmesi gitmeye başladı. Koca Balbal salonun içindeki ağır pis koku bir anlığına Uçmağ'ın kadim kokusuna bırakmıştı. Işık hüzmesinin içinden dışarıya doğru küçük küçük kelebekler çıkıyordu. Her renkteki bu kelebekler Salonun içine doğru yayılmaya başladılar.

 

Alabörü koşarak Kongar'ın yanına doğru gitmeye başladı. Gözlerindeki kızıllık kaybolup eski haline dönüyordu. Kılıcıyla birlikte koşarken sağ elindeki bilekli ısınmaya başladı. Arkasına doğru baktığında yıkılmış duvarların arasından sonuncu Islık Oku havada süzülerek ona doğru geliyordu. Sağ elindeki kılıcı kınına soktu. Yukarıya doğru kaldırıp bir süre bekledi. Diğer iki Islık okuda geriye geldi. Altantuya ve Kongar'ın yerde olduklarını gördü. Hızlıca koşmaya başladı. Sol kolunun maviliği giderek azalıyordu.

 

Ruh Kılıcı üzerlerine gelen Demirkıynakları öldürmeye devam ediyordu. Altantuya'ya doğru yukarıdan bir ok geliyordu. Koştuğu anda bunu gördü. Islık Okunu çektiği gibi havada süzülerek gelen oka doğru fırlattı. Siyah tüylü okun içinde geçerek karşıdaki duvara doğru gidip saplandı. Başını sola doğru çevirdi. Koca Balbal'ın tepesinden onlara doğru halen daha okları atıyorlardı. İki ıslık okunu yayın içine doğru bırakıp kendine doğru inanılmaz derecede gerip bıraktı. Islık okunu attıktan sonra elindeki yay bir anda kayboldu. Koşarak Kongar'ın yanına doğru gitti.

 

Tepegöz'ün yüzüğünün parçalanmasıyla birlikte çıkardığı ses yerdeki Demirkıynakların kaçmasına sebep oldu. Geriye doğru adımlayıp iki elini bir araya getirmiş bir şekilde bağırıyordu. Başını hafif kaldırdığında solundaki Dokuz Dağ Han Balballarından birinin gözlerini açtığını gördü. Taştan Balbal canlanmıştı. Önündeki uzun büyük kılıcı iki eliyle birlikte kaldırmaya başladı. Gözleri mavi yeşil karışımı bir hal aldı. Kongar ve Altantuya'ya doğru gelen Demirkıynaklar Canlanan Balbal'ın ayak sesinden irkilip geriye doğru kaçmaya başladılar. Büyük salonda artık iki büyük Dev vardı. Ayaklarını yavaş yavaş öne doğru attıkça yere taş parçalarını düşüyordu.

 

Başını yerde Kongar'ın yanına doğru koşan Taptuk Ata'ya doğru çevirdi. Onun koşarak gittiğini gördükten sonra sağa doğru çevirdi. Kendinden biraz daha uzun olduğunu o an anladı. Sol elindeki taştan kılıcı kaldırıp Tepegöz'e doğru vurdu. Havada yavaş yavaş gitmesini sürdürdü. Tepegöz sağına doğru başını eğerek bu saldırıdan kurtuldu.

 

- "BU NASIL MÜMKÜN OLABİLİRRRR." Taptuk Ata'nın kendine doğru koştuğunu gören Alabörü. Karşısında yüz metre ileride bir Balbal heykeli Tepegöz ile dövüşüyordu.

 

- "KALKINNNN ÇABUKKKK ÇIKMALIYIIZZZZ." Geldiği gibi Kongar'ı yerden kaldıran Taptuk Ata. Alabörü Kongar'ın vücuduna doğru giren okların ucunu kırdı. Ruh Kılıcı bembeyaz bir kılıçken şuan bütün kanların karıştığı bir kılıç halini almıştı. Yere doğru sürekli halde kanlar damlıyordu. Tepegöz sağına doğru eğildiği gibi kalktı. Boşa kılıç sallayan Koca Balbal geriye doğru gelmeye başladı. Tepegöz, Koca Balbal'ın sol vücuduna doğru kılıcını savurdu. Kılıç Koca Balbal'ın sol karnını derin bir şekilde kesti. Ama taştan olduğu için bunu hiç umursamadı. İyice yukarıya doğru kalktığı anda sağ eliyle ona doğru yumruk attı.

 

Tepegöz böyle bir hamle beklemiyordu. Sol yüzüne aldığı darbeyle birlikte ayakları yerden kesildi. Havaya kalkıp yere doğru boylu boyunca yığıldı. Koşarak dışarıya doğru çıkmaya çalışan Altantuya ve sırtındaki Kongar yerden yarım metre yükselerek yere doğru düştüler. Alabörü ve Taptuk Ata havalandığı gibi yere doğru naif bir şekilde inip koşmasını sürdürdü. Yerden hızlıca kalkıp onu tekrardan sırtına aldı. Karşılarındaki büyük kapının içine doğru girdiler. Sola ve sağa doğru iki koridor onları karşıladı.

 

- "TAPTUKKKKKKK TAPTUKKKKKK BUNUN ÜÇÜNCÜSÜ OLMAZZZZZ!" yere düştüğü gibi kaçtıklarını gören Tepegöz.

 

- "Şimdi hangi yola gireceğiz. Hangisi Taptuk Ata?" Bir anda durduktan sonra Alabörü. Durdukları gibi sağa sola doğru sallanmaya başladılar. Arkalarındaki savaş yeri göğü inletir seviyedeydi. İki koridora da baktıktan sonra asayı öne doğru uzatıp ellerini çekti ve gözlerini kapattı. Asadan aşağıya doğru mavimsi kanlar hızlıca akıyordu. Asa bir süre ayakta bekledikten sonra Taptuk Ata gözlerini açtı. Asa sağda ki koridora doğru gitmeye başladı. Taptuk Ata hızla koşarak asayı eline aldı. Alabörü ve Ruh Kılıcı koridora doğru girdiler. Başını kaldırdığında önlerindeki açıklıktan ışık içeriye doğru giriyordu.

 

Altantuya sırtında Kongar'la koşarak arkalarından geliyordu. Delinmiş Ak Dağ yüzeyinin koridorundan koşarak Taptuk Ata'ya doğru yaklaştılar. Taptuk Ata çıkışın önünde bekledi. Ruh Kılıcı ve Alabörü hızla açıklıktan dışarıya doğru çıktılar. Arkalarından Altantuya sırtında Kongar ile koşarak dışarıya çıktı. Başını geldikleri yere doğru çevirdiğinde burnuna pis koku gelmeye başladı. Köprüsü yıkılan yerdeki kokuyla aynı kokuya sahipti. Aklından geçenleri bir kenara bırakıp arkasını döndü. Hızla dışarıya doğru çıktı. Hepsi çıktıkları gibi gözleri kamaştı. Alabörü dışarıya çıktığı gibi başını güneşe doğru çevirdi. Güneş batmak üzereydi.

 

Karanlık yeni yeni kendini gösteriyordu. Sola doğru baktığında henüz Ay'ı göremiyordu. Yığılmış karların içinden sola doğru koşarak gidiyordu. Ruh Kılıcı önünde bir sağa bir sola doğru gitmesini sürdürdü. Ufak zikzaklar çizerek gittiler. Son birkaç adım atmışlardı ki karşılarında iki büyük Bengütaşını gördüler. Onları geçtikten sonra eni yüz metre olan patikaya doğru adımlarını attı. Karşısındaki Dağ Settinin surlarındaki lamların ışıklarını gördü. Arkasını döndüğü gibi Taptuk Ata, Altantuya ve sırtındaki Kongar ile göründü. Zorda olsa onu taşıyarak Alabörü'nün yanına kadar getirip bıraktı.

 

-"İyi olacaksın lan iyi olacaksınnn!" Yorgun duygularını bastırarak konuşan Altantuya.

 

- "Başka yaralanan var mı?" Arkasına doğru bakarak konuşan Taptuk Ata.

 

- "ASUTAYYYYY....ASUTAYYYYY...." diye bağırmaya başladı Alabörü. Etrafına her bakındığında onu göremiyordu. Sağa doğru hızlı adımlarla gidip geldi sola doğru bakındı Dağ Settine doğru baktı ama kimseler yoktu.

 

- "Nereye gönderdin onu?" Bir anda Taptuk Ata'nın yanına gelerek sinirli bir ifadeyle birlikte Alabörü.

 

- "Sakin ol evlat. O olması gereken yere git......" dedi ve sözünü tamamlamadan arkasındaki patikadan seslerin geldiğini işitti. Sadece Taptuk Ata değil hepsi onlara doğru gelen sesi işitip ayağa doğru kalktılar. Altantuya Kongar'ın önüne doğru geçti. Ruh Kılıcı aniden hızlanarak Taptuk Ata'nın yanına doğru gelip omzunun orada bekledi.

 

- "Demirkıynaklar mı?" sakin bir tavırla Taptuk Ata'ya doğru Kongar.

 

- "Ak Dağ'ı terk etmezler." Diye karşılık verdi Taptuk Ata. Gelen ses zaman geçtikçe daha da yakından gelmeye başladı. Onlar gibi döne döne gelmesini sürdürdü. Sesin daha ayırt edici olduğunu anlayan hepsi birbirlerine doğru bakmaya başladılar.

 

- "Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk." Dedi sakince geriye doğru bir iki adım atan Taptuk Ata. Ses artık şekliyle birlikte koşarak Bengütaşların içinden geçip havada don değiştirdi. Yere doğru sağında bir Ruh Kılıcı ve içinde siyah kanlar ışıldıyordu. Yere doğru domuz donundan ayrılarak Kara Şaman indi. İndiği gibi yerdeki bembeyaz karların üzeri kapkara bir hal aldı. Bulunduğu yerden dışarıya doğru onlarca farklı türde böcekler çıkıyordu. Ruh Kılıcını gördüğü anda kendini yerde buldu. Sağ elini sol omzundaki yaraya doğru götürüp dizlerinin üzerine çöktü.

 

Başını yere doğru eğip içindeki yangının ateşini hissediyordu. Bir süre o şekilde kaldıktan sonra Başını kaldırdığında iki farklı göz rengine sahip olmasına rağmen baktığı öfke birdi.

 

- "Kalk ayağa evlat." Diye sessizce Alabörü'yü uyaran Taptuk Ata.

 

- "SANGALDAN SONRA TEPEGÖZ ÖYLEMİ? BÜTÜN ÇABALARIN BOŞA taptuk. VE SEN KÖLE. UZUN ZAMANDIR SENİ TAKİP EDİYORDUM. SONUNDA YAKALADIM. SANGAL BAŞARAMADI. TEPEGÖZ BAŞARAMADI. BARAK BAŞARAMADI. AMA BEN BAŞARACAĞIM. ÇÜNKÜ SEN BİZDEN BİRİNİ ÖLDÜRDÜN." dedi iğrenç tınıların rahatsız edici tok sesiyle birleşik konuşan Kara Şaman.

 

- "Belki de ininizden hiç çıkmamalıydınız. Çünkü teker teker öleceksiniz." Dedi asasını biraz öne doğru getirdiğinde Taptuk Ata. Üstündeki bazı yerler yırtılmıştı. Yüzündeki siyah lekeler Asasını kendine doğru çektiğinde daha da belli oluyordu. Karanlık iyice Ker Ormanına doğru çöktü. Alacaklı gibi ışık olan her yere kendini götürüyordu. Kapı çalma adeti yoktu. Nasıl olsun dilsiz bir şeytandı. Onun için aydınlık birer düşmandı. Hem de en büyük düşmanı.

 

Onu nerde ne zaman yakalasa gırtlağına çöküp karanlığını oraya götürmeyi biliyordu. Ker Ormanı ise yıllardır bu durumu erkenden yaşıyordu. Karanlık bu Ormana yabancı değildi. Çünkü bu Ormanın suçu büyüktü. Yüzlerce kişi bu Ormanda ölmüştü. Ve ölmeye de devam edecek gibi duruyordu. Orta Kıta'nın en lanetli ve yüreği kararmış Ormanıydı. Şimdi ise görevini yapmak için yine arkadaşı geceyi çağırmıştı. Ve artık ortalıkta hiçbir ışık kaynağı yoktu. Ama kimsenin akıl edemeyeceği bir şey olmuştu.

 

Bu gün gökte Kızıl bir ay vardı. Kendini uzun geniş patikaya doğru göstermeye başladı. Işığının değdiği yer Güneş'i kıskandıracak boyuta ulaşmıştı. Kara Şaman ve Ruh Kılıcı onların arkasındaki Bengütaşların üzerine yazılan Kadim dille yazılar parlıyordu. Taptuk Ata ve Alabörü ve yanlarındaki Ruh Kılıcı iyice görünmeye başladılar. Altantuya iki kılıcını birden çekip arkasına Kongar'ı saklayıp bekliyordu. Asasını sol eline doğru aldı. Sağ eliyle Uzun Kara kılıcını çekti. Asa artık sürekli kanamaya başladı;

 

- "Hemen Tengriçe Umay'ın yanına gitmeliyiz. Yoksa Bükrek Ölecek Alabörü." Dedi başının dönmesini yeniden hisseden Taptuk Ata. Alabörü başını ona doğru çevirdiğinde yüzünden bir iki damla terin aktığını gördü. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşmıştı. Onu tanıdığı günden beri hiç terlediğini hatırlamıyordu. Sonra asaya doğru baktı. Asa yavaş yavaş eriyordu. İlk başta çıkan küçük Bengü yaprakları giderek çoğalıyordu.

 

- "Asa tükeniyor, beni de tüketiyor Alabörü." Diye asadan güç alarak konuşmaya çalışan Taptuk Ata. Alabörü başını Kara Şaman'a doğru çevirdi. Ayakta bekliyordu. Hiçbir şey demeden beklemesini sürdürdü. Yanındaki Ruh Kılıcı içindeki siyah akan sıvıyla birlikte bekliyordu. Alabörü sağ elindeki dolu olan son yüzüğe doğru baktı. Sonra başını kaldırıp Taptuk Ata'ya ve arkasındaki hafif yaralanan Altantuya'ya ve onun arkasındaki ağır yaralanan Kongar'a doğru baktı. Başını tekrardan Kara Şaman'a doğru çevirdi. Sanki ortalık gergin değilmiş gibi yine ortaya çıktı. Herkes birbirine doğru bakarken yine zamansız gelmişti.

 

Bir anda gelip yağan karları bir araya getirip başka yerlere götürmeye başladı. Her kar tanesi Rüzgar'ın istediği yere doğru gitmeye başladılar.

 

- "O zaman Tengriçem bizi çok beklemesin." Dedi ona doğru başını çeviren Alabörü. Son sözcüklerini arkada bekleyen Altantuya'ya doğru bakarak konuştu. O da başını öne doğru iki kere salladıktan sonra öne doğru Taptuk Ata'nın sağına doğru yürüdü.

 

- "VEDALAŞMANIZ DA UZUN SÜRDÜ. DAHA ÇOK BEKLEMEYELİM. SENİ ÖZLEYECEĞİM TAPTUK." Dedi iki elini de öne getirdiğinde sağ elinde ucunda kırmızı Tamağ taşı bulunan tokmağı ve sol elinde davulu bir anda orta çıktı. Alabörü sol eliyle sağ elindeki yüzüğü çevirmeye başladı. Önündeki yağan karın arkasındaki Kara Şaman'a doğru bakıyordu. Yüzüğü yavaşça çevirdi. Ve Kara Şaman halen daha bir şey yapmıyordu. Kendini hazırlamıştı. Parmaklarıyla yüzüğün dönmesiyle birlikte içindeki küçük iğne de ortaya çıktı. Bira bekledikten sonra başındaki bütün runik harfler parlamaya başladı. Sol elinin baş parmağıyla tam basacakken Ker Ormanının içinden sesleri işitti.

 

Oradaki herkes bu seslerin kimlere ait olduğunu biliyordu. Koca Ker Çamlarının aralarından koşarak onların olduğu yere kadar onlarca İtbarak görünmeye başladılar. Alabörü onları gördükten sonra hızlıca ters çevirdiği yüzüğünü bastı. Sol kolundaki siyah yıldırım izi mavimsi bir şekilde parlamaya, gözlerinin içi kıpkıpımız bir şekilde aldı. Her gelen İtbarak Dağ Setti tarafını da kapatıyordu. Sürekli koşarak geldiler. Kara Şaman elindeki tokmağı havaya kaldırarak;- "(𐰆𐰭𐰀) (Unga) hayır." Diyerek hepsini durdurdu.

 

Tokmağını aşağıya doğru indirdiğinde ilk kez öne doğru yürümeye başladı. Yürüyerek aradaki mesafeyi de altı metreye getirdi. Yürüdüğü her an Taptuk Ata'ya doğru konuşmaya devam etti;

 

- "YOLUN SONUNA GELDİK TAPTUK!" O boğuk ve dayanılmaz ölçüdeki tok sesiyle Kara Şaman. Sol elinde tuttuğu davuluna doğru sağ elindeki tomağını yakınlaştırdı.

 

- "Tengri Ülgen yardımcımız olsun." Dedi sol eline asasıyla sağ elindeki kılıcıyla bekleyen Taptuk Ata.

 

- "Sizinle savaşmak bir onurdu Efendim." Dedi iki kılıcıyla sağındaki İtbaraklara doğru koşan Altantuya.-" (𐰀𐰍𐰆𐰣) (Agun) Şimdi!" Tokmağını davuluna yakınlaştırıp Kadim dille ilgili bir şey yazmadan önce kadim dilce konuşan Kara Şaman. Alabörü solundaki bekleyen İtbaraklara doğru koştu. Ruh Kılıcı arkasından gelmeye başladı. Başını sağına doğru kaldırdığı zaman onun havada süzüldüğü görüp eliyle sağa gitmesini emretti. Ona doğru zıplayan iki İtbarağa doğru kılıcını sağdan gelenin ağzının yanından sokup kulağına kadar kesti. Solundan gelene doğru sol kolunu kaldırıp yıldırımı gönderdi.

 

Karnından giren yıldırım arkasındaki İtbarakları da paramparça etti. Kılıcını aşağıya doğru indirdiği gibi sol elini kılıcına doğru yakınlaştırıp kılıca doğru yıldırımı aktardı. Sol tarafından gelen dört İtbarağa doğru koşmaya başladı. Kılıcın üzeri yıldırım ışıklarıyla parlıyordu. Dördünün sağındaki hızlıca atlamaya kalkıştı. Bu onun ani ve acılı bir ölümünü de beraberinde getirdi. Alabörü onun atladığını gördükten sonra hızlıca adımlayarak o da zıpladı. Kılıcı onun kafasına doğru soktu. Zıpladığı gibi soktuğu kılıcı sol doğru düşerken kendine doğru çekti.

 

İtbarak havada küçük küçük parçalara ayrıldı. İnanılmaz bir güç çıktı ortaya. Artık tamamen karanlık olmuştu. Bu karanlığı aydınlatan şey Alabörü'nün kullandığı yıldırım büyüsüydü. Yere doğru düşerken diğer üçü kollarını ona doğru sallamaya başladılar. Sol elini onlara doğru uzatıp buzu gönderdi. Üçü de uzattıkları elleriyle birlikte ayakta buz kesildiler. Kılıcını sağından sallayarak üçünün de kafasını kesip sola doğru attı. Arkasından gelen İtbarak zıplayarak havada bir süre asılı kaldı. Önündeki beş altı İtbarakla savaştığı için arkasında kini göremedi. Havada süzüldüğü anda sağ elini kaldırıp Alabörü'nün sırtına doğru derin bir yara açıp sola doğru düştü.

 

Alabörü kılıcını önündeki İtbarağın boğazından içeriye doğru geçirirken sırtından ağır bir şekilde yaralandı. Bir anda sırtındaki acıyla birlikte etrafından dönmeye başladı." AAAAAAA" diye bağırıp kılıcını sağa sola doğru çevirmeye başladı. Yeniden etrafından bir küme şeklini oluşturup beklemeye başladılar. Bağırmalarını ve ağızlarından yere doğru düşen salyaları duyabiliyordu. Yere doğru dizinin üzerine düşmeden etrafındaki İtbaraklara doğru bakıyordu. Kongar yere doğru başını Alabörü'ye doğru çevirmiş vaziyette yatıyordu. Gözlerinin ikisi de kapanmak üzereydi.

 

Oklar halen daha vücudundaydı. Bir süre sonra tamamen bilincini kaybedip gözlerini kapattı. Altantuya iki kılıcını yana doğru açıp her zaman yaptığı strateji yine uygulamaya sokmuştu. Üzerine doğru gelen Onlarca İtbarağa doğru iki kılıcını birlikte kullanarak bir sağdan bir soldan ona ulaşmalarına müsaade vermeden keserek ilerledi. Sağına doğru kaldırdığında bir iki İtbarağın başını gövdesinden ayıracak kadar hızlı hareket ediyordu. Kollarındaki ağrıyı dahi unutmuştu. Gözlerinin içine yüzüne ve üzerine doğru sürekli kara kanlar sıçrayarak hepsinin içine doğru girdi. Tam solundan gelen İtbarağa doğru kılıcını kaldırdığında sağ bacağından bir İtbarak yerden koşarak baldırından ısırdı.

 

Isırdığı gibi onu kendine doğru çekti. Bir anda yere doğru kapaklanarak sürüklenmeye başladı. Sol tarafından gelen İtbarak sol kasığından ısırmaya çalıştı. Yerde yüz üstü sürüklendiği anda her şeyi bir anda unutmuş gibi sürüklenirken ters döndü. İtbarağın ısırdığı yer dönmenin etkisiyle İtbarağın ağzında kaldı. Sağ elindeki kılıcıyla onu ısırmaya gelen İtbarağın kulağından sokup bir süre bekledikten sonra İtbarak aldığı acıyla birlikte onu kendi sağına doğru hızlıca çekti. Onun çekmesiyle birlikte Altantuya aniden ayağa doğru kalkarak onun çektiği yönde havada süzülmeye başladı. Sol elindeki kılıcıyla etrafında ona doğru gelen İtbarakların bazılarının başlarını bazılarının burnundan keserek bir tur döndü.

 

Havada döndüğü gibi sağ elindeki kılıcı İtbarağın kafasından kendine doğru çekerek çıkardı. Yere doğru düştüğünde sağ bacağının üzerine bastığı an kendini bir anda yerde buldu. Yere doğru düşüp iki kılıcına birden üzerine gelen İtbaraklara doğru tutup bekledi. Olayın sıcaklığından anlamadığı acıyı yere bastıktan sonra hissedip bağırmaya başladı. Dağ Setti tarafındaki İtbaraklar yerde ağır yaralı bir şekilde yatan Kongar'a doğru koşarak geliyorlardı. Alabörü'nün gitmesini emrettiği Ruh Kılıcı Taptuk Ata'nın yanından geçerek Kongar'a doğru gelen İtbaraklara doğru gitti. Taptuk Ata arkasını döndüğü anda Sağda Alabörü solda Altantuya İtbarakların içine girip savaşmaya başladıklarını gördü.

 

Tam arkalarında yerde yatan Kongar'a doğru ondan fazla İtbarak koşuyordu. Yerdeki Kongar'a o kadar odaklanmışlardı ki havada gelen Ruh Kılıcını göremediler. Hızlıca havada yan bir pozisyonda süzülerek en baştakinin boğazını kesip diğerinin başının arkasından dikey bir şekilde girip çıktı. En soldakiler onun geldiğini anlayıp uzun tırnaklı ve kıllı kollarını kaldırıp ona vurmaya çalıştılar. Onların kollarını kaldırdığını gören Ruh Kılıcı karın bölgesinden girip çıktı. Karnında boşluk oluşan İtbarak kollarını hafiften aşağıya doğru düşürerek gözleri açık yere kapaklandı. Bir anda nereye kaybolduğunu göremeyen diğerleri etraflarına baktıkları sırada ölümle burun buruna gelip son gördükleri şey ise Ruh Kılıcı olmuştu.

 

Taptuk Ata Kongar'a doğru asasını uzatarak;- "(𐰚𐰇𐰤 𐱅𐰜𐰀) Kün Töke" dedi ve Kongar'ı içine alacak şekilde Güneş'in dış katmanına benzeyen bir yarım küre oluştu. Ruh Kılıcından kurtulup ona doğru zıplayan bir İtbarak yarım Güneş küresine dokunduğu gibi yanarak kül oldu. Arkasını döndüğünde Kara Şaman'ın davuluna yazdığı büyülü Kadim harflerini gördü.

 

Sağ tarafındaki Ruh Kılıcı hızla Taptuk Ata'ya doğru geliyordu. Kendisine doğru hızlıca süzülen Ruh Kılıcına doğru sol elindeki asasını uzatıp;- "(𐰇𐰓𐰏𐰀𐰼𐱅𐰇) [Ödgertü] Zaman kıran delik" dedi ve Ruh Kılıcının geldiği yolun önüne siyah, içinde saatin tersi yönde dönen beyaz renklerin olduğu bir delik açıldı. Kendini bir anda karanlık bir yerde buldu. Etrafında yüzlerce parlayan küçük yıldızlar vardı. Çok kısa sürede karşısındaki diğer delikten çıktı. Afallamış gibi bir hali vardı. Etrafına baktığında Uzun kayın ağaçları olduğunu gördü.

 

Tam önünden siyah giyinimli birinin koştuğunu işitti. Ama o Ruh Kılıcının orda olduğunu bile bilmiyordu. O zamanın kırıldığı bir yere gitmişti. Sadece o görebilirdi. Oradaki kimse onu göremezdi. Tam karşına baktığında ağaçların çevrildiği yerin ortasında dört savaşçıdan birinin kellesi yerde cansız bedeni hemen yanında olduğunu gördü. Onun yanındaki ise bayılmıştı. Onlara doğru koşan siyah giyinimli kişinin sırtında uzun beyaz kemikli yayı ve sağ bacağındaki torbanın içinde birkaç tane Çölig oku vardı. Ayakta olan diğer ikisi bir anda başlarını gelen sese doğru çevirdiler.

 

Siyah giyinimli adam uzun siyah cübbesinin önünü açarak belinde takılı olan iki orağı çıkarıp üzerine kar yağmış çalıların üzerinden zıplayarak onlara doğru süzüldü. Ne olduğunu anlamadan ikisinin de başı karşıya doğru uçtu. Olduğu yerde dizlerinin üzerine doğru düştü. Sağındaki ve solundaki askerler bir anda başsız kaldıkları için yere doğru düştüler. Yerdeki bayılan genç asker bir anda ayağa doğru kalkıp olanlara karşı dilini yutmuş gibi siyah giyinimli adama doğru baktı. Bu onun son şaşkın bakışı oldu. Sağ elindeki orağı hızlı bir şekilde genç askerin boynuna doğru saplayıp kesti. Dört askerin kellerini toplayıp ateşin içine doğru attı.

 

Ruh Kılıcı hareket dahi edemiyordu. Büyünün etkisi halen daha üzerindeydi. Arkasındaki delik onu aniden kendi içine doğru çekti. Zaman kıran deliğin içinden tekrardan çıktı. Bu kez bir odanın içindeydi. Etrafına baktığında karşısında uzun duvar boyunca bir kitaplık vardı. Kendini biraz sağa doğru çevirdiğinde Vezir Hülagü'yü gördü. Elindeki kâğıdı karşısındaki kitaplıktaki kutunun içine doğru koydu. Hızlıca kapıya doğru gidip kapıyı kapattı. Bir süre geçtikten sonra kapı yavaşça açılmaya başladı. İçeriye doğru yavaş yavaş adımlarla güzel giyinimli yeni tıraş olmuş Atınç girdi. Etrafına dikkatlice baktıktan sonra hızlı adımlarla kutuya doğru yaklaştı. Çini açtığından beyaz kâğıdı alıp cebine koydu;

 

- "Ulan bu özelliğim olmasa Eski Ötek gibi on yıl kalırdım orda ha. Vezir Kunanbay senden korkulur ha." Sessizce konuşarak kapıya doğru yürüdü. Onun yürümesiyle arkasındaki delik tekrardan kendine doğru çekip içine aldı. Bir süre geçtikten sonra başka bir delikten dışarıya doğru çıktı. Burası ona yabancı değildi. Her taraf karlarla doluydu. Önünde iki yüz metrelik Taş Kapı duruyordu. Önünde yerde yatan yüz metrelik Badraç başları kesilmiş bir şekilde yatıyordu. Sağ taraf doğru baktığında üç başlı bir Yelbeğen yedi tane Boşgurarvış şamanlık okulu tutsak öğrencileri zincirlenmiş bir şekilde çekiyordu.

 

Onların üzerinde Sangal ve onun üstünde Barak ve Şaman Toygar süzülerek aşağıya doğru indiler. Şaman Toygar Sangaldan aşağıya doğru inip sağ elinde tokmak meydana getirdi. Yedi tutsak şamanı önüne doğru getirip kalplerindeki Bengü meyvesini aldı. Hepsini tokmağındaki yeşil taşın içinde saklayıp Badraç'ın kalbine doğru yaklaştırdı. Bir, iki, üç Bengü meyvesi ruhu yavaş yavaş Badraç'ın kalbine doğru gitmeye başladı. Sol taraftaki üç başı kesildiği yere doğru yaklaşmaya başladı. Altı Bengü meyvesi Şamanlık ruhu da kalbine doğru gitti. Sonuncu Bengü meyvesi Badraç'ın kalbine doğru girdi. Altı başı yerine doğru gelip birleşti. Sonuncu kesilen başı halen daha hareket etmiyordu.

 

Bir süre başında bekledi. Şaman Toygar ve Barak heyecanlı bir şekilde bakıyorlardı. Biraz süre geçtikten sonra birleşen altı başı da ayrılıp eski haline geri döndü. Bir anda arkasını dönüp tutsak olan Şamanlara doğru baktı;

 

- "İçinizde Ateş bölümünden bir şaman var mı?" diye kızgın bir ifadeyle dizlerinin üzerine çöken şamanların üstünü yırtarken Şaman Toygar. Sağ taraftan başlayarak üzerlerindeki Şaman kıyafetlerini yırtarak ilerledi. Ortadaki şamana doğru gelip bir süre durdu. Üstündeki kıyafetin kahverengi olduğunu gördü. Eğilip yırttığında altında ateş kırmızısı renkte şaman cübbesini görüp geriye doğru çekildi.

 

- "Kimsin sen?" diye tokmağını ona doğru çevirerek konuşan Şaman Toygar.

 

- "Korkuyorsun Toygar. Ölüm bir gün sana da gelecek. Ve o gün senin şerefsiz bir hain olduğun ortaya çıkacak." Dedi sakin ve kararlı bir ses tonuyla yavaş yavaş başını kaldırdığında şaman.

 

- "Seeennnnn.... Seniii tanıyorummm. Uluğ Böke'nin gözdesi. Yüce Arkıl Şaman'ın özel ilgilendiği. Dağ Han için yetiştirilen şaman. Ateş Şamanı Göktuğ. Demek sana Bengü meyvesini kontrol etmeyi öğrettiler. Senin yüzünden şimdi hepiniz öleceksiniz. SENİN YÜZÜNDEN BADRAÇ'I DİRİLTEMEDİMM." Dedi tokmağını kendine doğru çektiği anda Şaman Toygar. Arkasını döndü;- "𐰀𐰺𐰚𐰀𐰪𐰀" (Arkenya) (Ye)" dedi.

 

Arkasında ayakta bekleyen Sangal önündeki Ateş Şamanı Göktuğ'u kocaman açtığı ağzına alıp yedi. Arkasındaki delik onu tekrardan kendine doğru çekti.

Taptuk Ata, Ruh Kılıcının Zaman kıran deliğe girdiğini gördü. Kara Şaman'a doğru bir iki adım atarak bekledi. Kara Şaman ne olduğunu anlamadan Ruh Kılıcı Zamanda kaybolmuştu. Asasını Kara Şaman'a doğru tutup;- "(𐰴𐰆𐰲𐰀𐰤𐰚 𐰀𐰽𐰺) [Koçenk Asar] Asar Oku" dedi ve asanın ucundan bembeyaz bir ok çıktı.

 

Havada süzülürken yedi parçaya bölünerek gitmeye başladı. Tek bir Asar Oku atıldıktan sonra ayrılarak yedi aynı ok meydana getirirdi. Kara Şaman davulunu önüne doğru getirerek;- "𐰱𐱅𐰀𐰤𐰚𐰀 𐰚𐰀𐰼" [İçtenke Ker] Ker kalkanı" dedi ve davulunun önünde yere kadar Tamağ lavlarından meydana gelen bir kalkan oluştu. Gelen okların hepsi onun içine girerek yandılar. Davulunu kendine doğru çekti. Taptuk Ata son yaptığı büyüyle birlikte asanında kendi gibi ömrünü giderek azalttı.

 

Başı hiç dönmediği kadar dönüyordu. Asanın her dakika kan kaybetmesi artık Taptuk Ata'nın da şuurunu kaybetmesine sebep oldu. Sağ elindeki kılıcı tam tutamaz bir hale geldi. Başından aşağıya doğru akan terler artmaya başladı. Kara Şaman onun bu halini gördükçe boğucu kahkahasını patlattı. Tokmağını davuluna doğru yakınlaştırdı.- "𐰚𐰀𐰼 𐰚𐰇𐰼𐰢𐰇𐰔𐰠𐰀𐰼𐰃" Ker körmözleri" diye Kadim dilde büyü yazdı. Taptuk Ata'nın önünde dört tane ellerinde yılan kamçısı tutan Ker körmözleri çıktı.

 

Hepsi emir bekliyordu artık. Taptuk Ata gözlerini kapatmamak için çabalasa da bunda pek başarılı değildi. Karşısında dört Körmöz ellerindeki yılan kamçılarını zapt etmeye çalışıyorlardı. Taptuk Ata uzun kara kılıcı yere doğru sapladı. Asayı sağ eline alıp beklemeye başladı. Asa giderek küçülmeye başladı. Akan kanları bitmiyordu. Bulunduğu yerin altı tamamen mavi bir gölet olmuştu.

 

Bazı yaprakları dahi düşüyordu. -" (𐰀𐰍𐰆𐰣) (Agun) Şimdi!" dedi tokmağını Taptuk Ata'ya doğru göstererek. Taptuk Ata'ya doğru yılan kamçılarını savurmaya başladılar. Dört yılan kamçısı da uzun zehirli dillerini çıkararak Taptuk Ata'ya doğru yaklaşıyorlardı.- "(𐰠𐰀𐰼𐰢𐰀𐱅𐰇𐰾 𐰀𐰽𐰀𐰺) (Lermetüs Asar) Asar'ın kalkanı" dedi ve asasını önüne doğru getirip iki eliyle zor da olsa tuttu.

 

Ne asanın ne de Taptuk Ata'nın gücü kalmıştı. Yere doğru dizlerinin üzerine düştü. Asayı halen daha tutuyordu. Asanın önünde kavisli Asar kalkanı oluştu. Ker Körmözlerinin yılan kamçıları hızla bu kalkana doğru kafalarını soktular. Onları geriye doğru püskürttü. Dördü birden biraz geriye doğru gitse de tekrardan sol ellerindeki kamçıları tekrardan kalkana doğru savurdular. İkisi uzun dört dişleriyle kalkanı ısırıp orada bir süre kaldılar. Diğer ikisi geriye doğru püskürtüldü. Onlarda son kez savurup kalkanı ısırdılar.

 

Taptuk Ata dizlerinin üzerine çökmüş bir şekilde o kadar sesin içinde sadece Alabörü ve Altantuya'nın bağırma sesini işitti. Başını arkasına çevirdiğinde Kongar'ın üzerindeki Güneş küresi çoktan kaybolmuştu. Ruh Kılıcı Kongar'a ulaşmamaları için onlarca İtbarağı öldürmüş ve halen daha öldürmeye devam ettiğini gördü. Ker Körmöz yılan kamçıları kalkanı tuttuğu gibi çekmeye başladılar. Zorda olsa dördü birden çekerek yere doğru attılar. Taptuk Ata iyice önündeki asasına doğru yaslanmış bir şekilde dizlerinin üzerinde gözlerini hafiften açtı. Sol taraftaki delikten Ruh Kılıcı bir anda fırlayarak çıktı. Kara Şaman yavaş adımlarla yürümeye başladı.

 

- "TENGRİ ERLİĞİN DEVRİ BAŞLAYACAK. HERKES ONA SAYGI GÖSTERECEK. YAKINDA BÜTÜN ORTA KITA ONUN ÖNÜNDE EĞİLECEK. SENİN BENİM ÖNÜMDE EĞİLDİĞİN GİBİ ULU BİLGE." Dedi yürüdüğü yerde sürekli böcekler çıkıyordu. Dört Körmöz'ün içinden geçerek adımlarını sıklaştırdı. Taptuk Ata solundan ve sağından bağırma seslerinin kesildiğini işitti. Ne Alabörü ne de Altantuya bağırıyordu.

 

Önüne kadar geldi. Tokmağını Taptuk Ata'ya doğru çevirdi. Onun bu hareketinden sonra Ruh Kılıcı hızla gelip asanın önünde bekledi. Taptuk Ata gözlerini kapattı. Dışarıdaki hiçbir sesi duymuyordu. Burnundan ve kulağından kanlar gelmeye başladı.

 

- "BEN HEP SENİN YANINDAYIM ULU BİLGE" diye aynı sesi bir daha duydu. Ruhuna yapılan bu ses onun içindeki kötü düşünceleri bir anda kaldırmaya yetti. Ne kadar kötü sebepler varsa hepsini bertaraf edecek bir neden gibi geldi ona. Yüzünde bir gülümseme meydana geldi. Hafif hafif gülümsemesini gözlerini açarak daha da göstermeye başladı. Gözlerinin içi kıpkırmızı kesilmişti. Ağzından akan kanlar dişlerini de kırmızıya boyamıştı.

 

- "Sizz.....hi..çç..bi...rr. zaa...maa..annn..sa..vaş...kaza...na.mayac..ak..sınız. Ar..kan..a. BAKKKK!" dedi bazı sözcüklerini kesik kesik de olsa konuşan Taptuk Ata. Havada bekleyen dört Körmöz aniden yere doğru yapıştılar. Başlarına giren Ak ok aynı şekilde giderek ilerideki İtbaraklara doğru saplandı. Kara Şaman Arkasını dönmeden arkasında ki diğer üç okuda havada Ruh Kılıcı kesti. Yerde iki kılıcını çekmiş saldırmalarını bekleyen Altantuya başını Ak Dağ'a doğru çevirdiğinde gördükleri karşısında kalbi yerinden çıkacakmış gibi oldu.

 

Yüzündeki gülümsemeyi hiçbir zaman yapmamıştı. Ayağının ağrısını bugün yaşadıklarını unutabilirdi. Ama bu gördüklerini asla unutamazdı. Orta Kıta'daki en şanslı dört beş kişinin içinde olduğunu düşündü. Aynı bağırmayı tekrardan yapmıştı. Ama bu sefer zafer kazanmışçasına haykırarak. Önündeki yüzlerce İtbarak ne olduğunu anlamak için birbirlerine bakmaya başladılar. Kahkahasını herkes duymuştu. Başını bir aşağıya bir yukarıya sallamaya başladı.

 

- "AAAAAAAAA.... KAÇINNNN KAÇINNNNN KIRKLAR GELİYOR.... KIRKLARRRRR..." diye bağırmaya başladı. Ak Dağ'ın en üstünden aşağıya doğru Tengriçe Umay'ın tek ordusu iniyordu. Kırk Asar halkı süvarisinden oluşan bir orduydu. Ellerinde Asar oklarıyla ve bembeyaz kıyafetleriyle gecenin karanlığında birer inci gibi parlıyorlardı. Kilinlere binmiş bir vaziyette Ak Dağ'ın yüzeyinden aşağıya doğru iniyorlardı. Atlarının sesi Ker Ormanı boyunca yankılandı. Çektikleri okları hepsi aynı anda atmaya başladılar. Kırk ok havada iki yüz seksen oka dönüştü.

 

Alabörü tek dizinin üzerinde duydukları karşısında o da her acıyı her sıkıntıyı ömürlük unutmaya hazırdı. Zor da olsa ayağa doğru kalktı. Başını kaldırdığında önünden kaçan her İtbarak kaçamadan kafalarına beyaz bir ok yiyip yere boylu boyunca düşmeye başladılar. Ruh Kılıcı önündeki elliye yakın İtbarak'ın durup arkasına doğru baktığını görür görmez arkasını döndü. Ak Dağ'ın yüzeyinden Kilinlere binmiş Kırklar ordusunu görür görmez üstünden ucu demirden uzun bir ok gördü. Kara Şaman arkasına doğru baktığında içindeki korku duygusuna sığınarak önüne davulunu alıp koşmaya başladı.

 

Birkaç adım atmıştı ki solundan giren ucu demirden bir ok canını bir hayli yakmıştı. Oku yediği gibi sendelemeye başladı. Hemen ardından diğer ucu demirden ok sağından doğru girip vücudunu delip öbür taraftan çıktı. Son bir hamlesiyle Koca domuz donuna girerek geldiği patikaya doğru girdi. Ruh Kılıcı arkasını döndüğünde hiçbir şey yapmadan bekledi. Önündeki İtbarakların kaçışını izlerken Kutadgu'nun İtbarak donunda Asutay'ın sırtından geldiğini gördü. Kutadgu'nun arkasında elliye yakın Dağ Setti bekçisi ellerinde kılıçlarıyla, oklarıyla Asutay'ın arkasından geliyorlardı. Her kaçan İtbarağa doğru sağ elini kaldırdı.

 

Arkasındaki okçu bekçi askerler oklarını çekip fırlattılar. Her giden ok bir İtbarağı öldürmeden aşağıya doğru inmiyordu. Asutay'ın sağ boynuna doğru iki kere eliyle vurdu. Asutay kanatlarını açıp hızla yukarıya doğru çıktı. Yere doğru tekrardan hızlıca süzülmeye başladı. Kaçan İtbarakların olduğu yere gelince yayını arkasına taktı. Asutay'ın sırtına doğru iki ayak üstünde giderek aşağıya doğru atladı. Hepsinden çok iri ve uzun olduğu için yere inerken üçünü birden ezdi. Sağındaki ve solunda İtbaraklara doğru salladığı pençeleriyle vücutlarını ikiye ayırdı. Solundan gelen bir İtbarak bacağına doğru pençe atıp başını kaldırdı.

 

Kutadgu soluna doğru başını çevirip yerdeki İtbarağın başını tutup yukarıya kaldırdı. Sol elini başına doğru getirip tam kafasından bastırıp iki eş parçaya böldü. Asutay onu bıraktığı gibi gözü Alabörü'yü aradı. Gözlerini Bengü taşlara doğru çevirdiğinde Kırkların hızlıca aşağıya ulaştıklarını gördü. Attıkları her ok isabet etmeden yere düşmüyordu. Sağa ve sola doğru hızlıca yayıldılar. Ay gibi parlıyorlardı. Kilinlerin boynuzları sarı rengiyle göz kamaştırıyordu. Yüzlerce İtbarak Ker Ormanının içine doğru kaçmaya başladılar. Hızlıca dört ayak üstünde kaçıştılar. Alabörü sırtından akan kara kanla birlikte direk Taptuk Ata'nın yanına doğru koştu.

 

Taptuk Ata hafifçe gülümsemesiyle ağır ağır doğruldu. Altantuya seke seke hızlıca Kongar'ın yanına doğru gelip başını dizinin üstüne doğru koydu. Asutay tam üstünden geçip hızlıca Alabörü'nün yanına doğru süzülüp yere indi. Alabörü sağa doğru baktığında onun süzülüşünü bir süre izledi. Gelir gelmez açtığı kanatlarının içine alarak kafasını Alabörü'nün kafasına yakınlaştırtıp bir süre durdular.

- "İyileşmişsin...." dedi sakin ve ağzından akan kanlarla birlikte Alabörü. Kırklar Ker Ormanına doğru atlarını sürdüler. İçlerindeki Yada Tacını takan mor gözlü uzun beyaz saçlı ve sakalsız komutan, Kilini yavaş yavaş sürerek Taptuk Ata'nın yanına kadar geldi.

 

Atından aşağıya inerek Taptuk Atanın önüne kadar geldi. Asutay kanatlarını açıp kendine doğru çekti. Alabörü ilk kez Kırkları görüyordu. Onlar hakkında bir çok hikâye duymuştu. Ama bu başkaydı. Gözlerini onlardan alamıyordu. Bu gecenin zifiri karanlığında sadece onlar parlıyordu. Atından indiği gibi başını eğip bir süre durup bekledi. Taptuk Ata asasını yere bir kez vurmasıyla başını kaldırdı.

 

- "Tengriçem sizi bekliyor Ulu Bilge." naif ve kibar bir şekilde konuşan Komutan.

 

- "Sizi tekrardan görmek bir onurdur Kırklar Komutanı Erendiz." aynı şekilde başını eğerek konuşan Taptuk Ata. Taptuk Ata'nın başını eğmesiyle birlikte Alabörü'de başını hafifçe eğdi.

 

- "Onu aramamızı emrediyor musunuz?" kaçan Kara Şaman'ı gösteren Komutan Erendiz.

 

- "Hayır. İki Kutadgu oku yiyip yaşayanı görmedim Komutan Erendiz." Dedi asasını öne doğru getirip yürümeye çalışan Taptuk Ata. Ve ekledi;

 

- "Kendinize ve ordunuza iyi bakın büyük komutan. Ha bir de Altantuya'yı Dağ Hanlığının Şamanı Aspar'ın yanına götürmeyi unutmasınlar. Yürüdüğü anda yanından geçerken konuşan Taptuk Ata. Arkasını döndüğünde Altantuya'nın yerde Kongar'a doğru bakıp gözyaşlarını tutamadığını gördü.

 

- "Artık gidebiliriz Alabörü." Kelimeleri tam söylemese de anlaşılır şekilde konuşan Taptuk Ata. Asasını öne doğru eğerek;-" (𐰴𐰀𐰺𐱅𐰀𐰤 𐰉𐰆𐰺𐰍𐰀𐱅𐰃 𐰚𐰇𐰼𐰏𐰀𐱅𐰇) (Karten borgati körgetü) Kalk Ey Ulu Kaplumbağa!" dedi kadimce konuşmaya başladı. Bengü taşlar ağır ağır yukarıya doğru yükseldi. Altındaki Ulu Kaplumbağa kalktı. Yükselerek dört ayağını da Ker Ormanına doğru bıraktı. Altındaki kapı ortaya çıktı.

 

Taptuk Ata önde arkasında Alabörü ve Asutay kapıdan geçerek içeriye doğru girdiler. Taptuk Ata girer girmez belindeki altına doğru uzandı.

 

- "Hoşgeldinizzzz Ulu Bilge. Sizi bu aralar sık görüyorum. Ve bu beni oldukça mutlu ediyor Efendim." Öne doğru gelerek gözlerini düzeltip konuşan Sincapların Efendisi Ogün.

 

- "Benim içinde büyük bir onurdur Efendi Ogün." Zor da olsa yürüyerek önüne kadar gelen Taptuk Ata.

 

- "Yaralanmışsınız. Kötülük gün geçtikte yayılıyor. Ve korkarım ki?..." Dedi ve Taptuk Ata sözünü kesti;

 

- "Devamını getirmeyin. İki kişiyiz Efendi Ogün." Dedi ve belinden çıkardığı İki üzeri Kayın Ağacı motiflileri işlenmiş altın akçeleri Ogün'e doğru uzattı.

 

- "Tengriçe selamlarımı iletin Ulu Bilge." Dedi ve en sağdaki dalın ucundaki kapı yeşil renklerle parlamaya başladı. Taptuk Ata ve Alabörü arkasından Asutay Ogün'ün yanından geçerek dala doğru adımlarını attılar.

 

- "Sizi tekrardan görmek ümidiyle..." dedi gözlüklerini tekrardan düzeltip arkalarından konuşan Efendi Ogün. Kapıya doğru yaklaşırken bir anlığına sendeler gibi oldu. Asayı iki eliyle tutmaya başladı. Alabörü aniden onun koluna doğru girdi. Girdiği gibi sırtındaki derin yaralar onun canını bir hayli yakmıştı. Sol koluna doğru kendi kolunu sokup kapıdan çıktılar. Çıktıkları gibi taze yağan karlar onları karşıladı. Başını ileriye doğru kaldırdığında eni iki yüz metre boyu Ak Dağ'ı geçen Ulu Kayın Ağacına doğru bakıp yine heyecanlanmadan edemedi. Ucu bucağı görünmüyordu. Birkaç dakika yürüdükten sonra Ulu Kayın Ağacının önünde beklediler.

 

Alabörü etrafına doğru bakındı. Hafiften esen rüzgâr yırtık olan kıyafetlerini sallanmasına sebep oldu. Başını öne doğru eğdiğinde bütün kıyafeti yırtılmıştı. Taptuk Ata başını öne doğru eğdi. Gözleri artık kapanmak üzereydi. Bir süre geçtikten sonra Taptuk Ata'ya doğru bakarken karşısındaki Ulu Kayın Ağacının kahverengi yüzeyinden bir yüz çıkmaya başladı. Onlara doğru Ulu Kayın Ağacından ayrılarak dışarıya doğru kulakları dahi görünecek şekilde çıktı. Gözlerinin içi yemyeşil bir şekilde parlıyordu. Yüzü Ulu Kayın Ağacının yüzeyi gibiydi.

 

- "KİMSİNİZZZZ SİZZZZ." Diye kocaman ağzını açarak konuştu.

 

- "Ulu bilge ve Alabörü geldi. Koca Kayın." Yutkunarak da olsa konuşmaya çalışan Taptuk Ata. Alabörü karşısında neyin olduğunu anlamaya çalıştı. İlk kez böyle bir şey yaşıyordu. Kırklar ordusunun ardından bir de Koca Kayın ile karşı karşıyaydı. Koca Kayın, başını yere doğru biraz eğip;

 

- "ULUUU BİLGEE DEMEKKK. ONU TANIYORUMMM. SİZİ UNUTTUĞUM İÇİN ÖZÜRRR DİLERİMM BİLGE HAN'IM." Boğuk ve bazen anlaşılmayacak kadar tok çıkan sesiyle birlikte Koca Kayın. Başını üç yüz altmış derece çevirdi. Başının arkası dümdüzdü. Tek bir kapı ve yemyeşil renklerde parlıyordu. Başını ters çevirdiği gibi yere doğru Taptuk Ata'nın ayaklarının dibine kadar indirdi. Nefes alması artık daha da zorlaştı. Asayı tutamaz bir hale geldi. Alabörü sırtındaki yaraları aldırış etmeden içeriye doğru girdi. Başından yavaş adımlarla girdiler. Arkalarından Asutay yavaş ve tok sesli toynaklarıyla içeriye doğru girdi.

 

Sağında ve solunda onlarca Kızıl Elma Ağaçlarını gördü. Şaşkınlığını gizleyemedi. Etrafına her baktığında hiç görmediği kadar farklı renkteki kelebeklerin uçtuğunu gördü. Başını yukarıya doğru kaldırdı. Gökyüzü masmavi bir şekilde görünüyordu. Dışarısı gece olmasına rağmen burası aydınlıktı. Ayaklarıyla bastıkları yer tamamen yeşil çimlerden oluşuyordu. Farklı türdeki kuşların cıvıldaması onu bir nebze de olsa rahatlatmıştı. Asutay'ın hemen yanından gelen Ruh Kılıcı sakin bir şekilde havada süzülüyordu. Sık Kızıl Elma ağaçlarını geçtikten sonra gözlerine inanamadı. Kalbinin atışları vücudunun içinde bir süre yankılandı.

 

Hiç bu kadar huzurlu hissettiğini hatırlamıyordu. Başındaki runik harfler bir anda parladı. Bu kadar güzel bir yerde Ker yaratığını hiç mi hiç beklemedi. Moralini hiç bozmadan başını önüne doğru getirdi. Son ağacı da geçtikten sonra karşısındaki yer onu bir anlığına durdurup hayran hayran bakmasına sebep oldu. Sağda ve solda şelalelerin aktığı bir yerdi. Tam ortasında büyük iki katlı bir ev vardı. Şelalelerin aktığı yer Büyük Evin üzerinde olduğu bir kaya parçasının altına doğru akıyordu. Hiç görmediği kuşları hiç duymadığı sesleri duydu. Başı dönüyormuş gibi hislere kapıldı. Yanındaki Taptuk Ata yavaş yavaş gözlerini açmaya başladı.

 

Alabörü gibi durup bu inanılmaz manzaranın muhteşem havasını içine doğru çekti. Elindeki asa artık kanamıyordu. Üzerindeki Bengü yaprakları birer birer sararıp yere doğru düştü. Aldığı derin nefesin ardından artık daha da iyi hissediyordu. Tepeden aşağıya doğru adımlarını attıkları sırada Taptuk Ata;

 

- "Kayın Dibi." Gülerek ve heyecanını saklamadan konuşan Taptuk Ata.

 

- "Bu kadar güzel olduğundan hiç bahsetmemiştin." Şaşkınlığını halen daha üzerinde tutan Alabörü. Sol tarafındaki yıkılmış üç yüz metre yüksekliğindeki dağa doğru baktı.

 

- "Yoksa bu..." dedi ve sözünü Taptuk Ata kesti.

 

- "Evet evlat. O İç Kapı Gök Diyarın Orta Kıta'ya açılan kapısı. Aslında Kapsıydı." Dedi bir anda ikisinin de yüreğini kaplayan huzursuzlukla konuşan Taptuk Ata. İkisi de bu mükemmel yerdeki tek sorunun o olduğunu düşünüp başlarını hiç çevirmeden yürüdüler.

 

- "Hoş Geldiniz. Ulu Bilge ve Alabörü." Yoğun ve inanılmaz şekilde yankılanan bir ses duyuldu. Aniden başlarını çevirdiklerinde önlerinde Tengri Ürüng Ayığ Toyon duruyordu. Alabörü bu sesi rüyasında görmüştü. Bir anlığına o aklına geldi ve başını çevirdiğinde karşısında canlı bir şekilde durduğunu gördü. Gözlerinin ikisi de artık tek bir renge dönüşmüştü. İkisi de heyecanlı ve bir o kadarda mutlu hissederek bakıyordu. İkisi de başını öne doğru eğdi. Arkalarındaki Tulpar sesi duyar duymaz yaratıcısına doğru iki ayağını birden eğerek eğildi. Başını bir süre eğik tuttuktan sonra kaldırdı;

 

- "Hoş bulduk Tengrim. Uzun zaman oldu sizi görmeyeli. Nasılsınız?" Başını hafif hafif kaldırdığı sırada Taptuk Ata.

 

- "İyiyim Ulu Bilge. Ben de sizi bekliyordum. Ve Tabiki Tengriçem de." Arkasını dönüp yürümeye başladığı sırada Tengri Ürüng Ayığ Toyon. İki buçuk metre boyunda başında güneşin sembolize edilmiş tacı saçları ise beyaz ve uzundu. Baştan ayağa giyindiği göz alıcı mavi yeşil karışımı elbisesi yere kadar ulaşıyordu. Büklümlü ve yeşil beyaz tonlarında elinde yere kadar uzanan başında sağa sola iki yuvarlak mavi taş olan asasını tutuyordu. Biraz yürüdükten sonra köprüye doğru yaklaştılar. Kavisli bir köprüydü. Üzerinde sayısız güzellikte kuşlar ve iyeler geziyorlardı.

 

- "Ak Dağ'dan ikinci kere çıkman bir mucize Ulu Bilge." Asasını yere vurarak giderken Tengri Ürüng Ayığ Toyon.

 

- "Zorunda kaldık Tengrim. Yoksa ben de O'nu uyandırmak istemezdim." Daha iyi nefes alarak kendine gelen Taptuk Ata.

 

- "Tengrim, Sizi Uluğ Böke Şaman'ın evindeyken rüyamda gördüm. Ve bana bir yazgıdan bahsettiniz. Ama tam ne olduğunu söylemediniz." Sırtındaki ağır yaraların üzerine doğru sağ elini koyup yürüyen Alabörü.

 

- "Sen yazgını tamamladın Alabörü. Şimdi O yazgısını tamamlayacak mı? Köprünün sonuna doğru geldiğinde Tengri Ürüng Ayığ Toyon. Alabörü ne demek istediğini bir türlü anlamadı. Taptuk Ata elindeki asasını havaya doğru atıp köprünün ve Büyük Ev'in altındaki dokuz şelalenin aktığı göle doğru bıraktı. Havada süzülerek göle doğru düştü.

 

- "Neden attınız?" dedi başını asanın düşüşünü izlerken konuşan Alabörü.

 

- "Burası O'nun evi Alabörü. Sol taraftaki büyük kaya ise uyuduğu yer." Sakin ve karşısındaki Büyük Ev'in basamaklarını çıkarken Taptuk Ata. Onun ayaklarını basmasıyla kapı açılmaya başladı. Tengri Ürüng Ayığ Toyon ile aynı boydaydı. Üzerindeki kanları ve yırtılmış olan yerlere doğru bakıp durdu. Alabörü'de elinde ve yüzünde bil hassa kıyafetlerinin tamamında kan lekeleri vardı.

 

Tengri Ürüng Ayığ Toyon onların durduğunu gördü. Arkasını dönüp asasını öne doğru getirdi. İkisinde kıyafetleri ilk alındığı gibi tertemiz bir şekilde oldu. Ellerine yüzlerine bulaşan kanlar ise damlalar halinde yere doğru inip göle doğru kendilerini attılar.

 

- "Buyurun." Dedi sakince asasını içeriye doğru gösteren Tengri Ayığ Toyon. Taptuk Ata önden Alabörü arkasından gelerek içeriye doğru girdiler. Sol tarafta ve sağ tarafta iki büyük Bengü ağacı evin yüzeyini tamamen kaplamış bir şekilde duruyordu. Sol tarafta yuvarlak dönen bir merdiven vardı. Sağ taraftaki Bengü ağacının yanında uzun beton taşına doğru uzanmış Uluğ Böke Şaman uyuyordu.

 

- "Dostummm...Yaralandı mı?" diye hızlı adımlarla yanına gelen Taptuk Ata

 

- "Ergenekon Dağında Kara Şaman ile savaştı. Ve yıllardır kullanmadığı Bengüsu büyüsünü kullandı." Tengri Ayığ Toyon.

 

- "Ergenekon Dağı mı?" Bir anda başını Tengri Ürüng Ayığ Toyon'a doğru çeviren Taptuk Ata. Başını çevirdiğinde Tengri Ayığ Toyon tam söze girecekti dönen merdivenden aşağıya doğru bembeyaz ışıkların dağıldığını gördü.

 

- "Evet Ulu Bilge. Onlar uyandı. Artık her şey hazır." Aşağıya doğru uzun boylu bembeyaz kıyafetinin üzerinde Tengri Ülgen'in kızları ve oğullarının Kayın Ağacının dibinde oturmasının çizimleri bulunan başında büyük Ay motifli altın Tacı ve sağ elinde yere kadar bembeyaz, ucunda Ay simgesi taşıyan bir Asayı merdivenlere vura vura inen Tengriçe Umay. Saçları beline kadar uzun ve beyazdı. Sol gözü mor sağ gözü yeşildi. Alabörü arkasını döndüğü anda başı döndü. Gözlerini kapatmaya çalıştı. Ama göz kapakları bunu istemiyordu.

 

İstemsizce kalbinin atışlarını dışarıya doğru duyurdu. Elleri titriyordu. Bu kez heyecandan başındaki damar şişmişti. Başını yere doğru eğdi. Taptuk Ata ve Tengri Ayığ Toyon'da başlarını yere doğru eğip onun merdivenlerden inmesini bekledi. Başındaki altından taç onun gittiği her yeri aydınlatıyordu. Yürüdüğü yerde ışıklar tek hakimiyet sembolizmi oluşturuyordu. Üçü birden;

 

- "Tengriçem..." dediler. Son merdiveni indiğinde hepsi başını kaldırdı. Alabörü heyecandan başını kaldırmayı unuttu. Yanına doğru yavaş adımlarla gelip sağ elini Alabörü'nün çenesine yakınlaştırdı. Hafifçe ve zarif bir şekilde başını kaldırdı. Onun Alabörü'ye dokunmasıyla birlikte arkasındaki pençe izleri kaybolmaya başladı. Daha iyi hissediyordu.

 

- "Kendine iyi bakmalısın Mankurt Alabörü. Taşa uzan ve biraz dinlen." Rahatlatıcı ve hoş duygular barındıran kelimelerle konuşan Tengriçe Umay. İstemsizce başını öne doğru eğip önündeki diğer Bengü ağacının yanına doğru gidip taşa uzandı. Onun gitmesiyle birlikte açık olan kapıdan yürüyerek çıktı. Dışarıya adımını attıktan sonra bütün kuşlar yukarıya doğru uçtular. Kelebekler sıra halinde uçmasını sürdürdü. Büyük köprüye doğru geldiğinde sağında kalan gölün içinden yukarıya doğru Bükrek çıkıp kendisine ait olan taşın üstüne oturdu. Barak'ın attığı mızrak vücudunda yoktu.

 

Sağ elindeki asayı kaldırdığında gölün içinden yukarıya doğru Barak'ın attığı mızrak havada süzülerek Tengriçe Umay'ın sol eline doğru yaklaştı. Sağ elini havaya kaldıran Taptuk Ata beklerken Bükrek Asa donuna girerek onun eline geldi.

 

- "Tamağ denizinde dövülmüş. Tengri Erlik dövmüş." Yürürken mızrağa doğru bakan Tengriçe Umay. Mızrağı tekrardan göle doğru fırlattı.

 

- "Zamanı geldi Ulu Bilge. Kumayık ait olduğu yere gitti. Onun için üzülüyorsun. Üzülecek bir şey yok. Yazgıyla oynanmaz Ulu Bilge. Herkes yazgısını tamamlamalı." Köprüyü geçip sağındaki yeşil açıklığa doğru yürümeye başladığında Tengriçe Umay.

 

- "Haklısınız. İlteber bir Ker Ormanı çocuğu. Onun yeri orası. Eğer o gitmesiydi. Biz Kayın dibine gelemezdik." Dedi arkasından yürüyerek gelen Taptuk Ata. Bir süre daha yürüdüklerinde sola doğru kayaların içine doğru girdiler. Dört beş metre sonunda karşılarında yuvarlak bir kayanın üzerinde ortadan ikiye kırılmış Yazgı Aynasının önünde durdular.

 

- "Yirmi yıl önceydi. Sen kucağında bir çocukla buraya gelmiştin. İkimizde içimizdeki şüpheye karşılık vermiştik. Ve Yazgı aynasına baktığımızda Tengri Erliğin önünde diz çökmüş bir Kumayık olduğunu gördük. Onu öldürmeye çalıştık. Ve Yazgı Aynası ortadan ikiye çatlayıp bize iki an gösterdi. Tengri Erliğin Orta Kıtayı baştan sona yaktığını ve en sonunda Tengri Ülgen'i yendiğini. Yazgı Aynasının alt kısmında ise Kızıl bir Ay günü İlteber'in Kumayık olduğunu Kayın Dibine gelen bir Mankurt ve sonrasında O'nun geldiğini gördük. Ve biz ona zarar vermeden yetiştirdik. Yazgı bozulmasın diye. Ve sen de biliyorsun eğer bu yazgı doğruysa ve O gelirse yeni bir çağa girmiş oluruz."

 

Son sözlerini arkasını dönerek Taptuk Ata'ya doğru söyleyen Tengriçe Umay. Cebinden çıkardığı kâğıdı Tengriçe Umay'a doğru uzattı. Kâğıdın üzerinde" Bu senin yazgın Mankurt" yazıyordu.

 

- "Biz o gün o çocuğa zarar vermedik. Ve şuan dışarıda Kızıl bir ay ve Kayın dibinde bir Mankurt var." Kararlı bir şekilde konuşan Taptuk Ata

 

- "Artık bekleyeceğiz Ulu bilge. Şimdi siz gidin. Alabörü Mankurt Kalesine doğru gitsin." Naif ve kibar bir şekilde konuşarak Büyük Eve doğru yürüyen Tengriçe Umay. Üçü birden yavaş adımlarla taş koridorunun içinden çıktılar. Başını çevirdiğinde Uluğ Böke ve Alabörü Köprünün başında bekliyordu.

 

- "Dostum. Ey Kadim Arkadaşım. Bir an bensiz öldüğünü zannettim." Dedi gülümseyerek Uluğ Böke Şaman'a doğru

konuşan Taptuk Ata.

 

- "Orta Kıta'nın yaşayan son yaşlıları bizleriz. Birlikte ölürüz anca." Dedi ona doğru adımlarını atan Uluğ Böke Şaman. Birkaç adım attıktan sonra sarıldılar. Büyük Evin arkasından Ulu Bir Kurdun uluma sesini işitti. Başını Uluğ Böke Şaman'dan ayırınca havada Alabörü'nün kanat çırparak geldiğini gördü. Yere doğru süzülüp Asutay'ın yanına indi.

 

- "Büyümüş." Mutlu bir şekilde Alabörü'ye doğru bakan Taptuk Ata.

 

- "Bizden farkı yaşlı değil." Dedi gülümsemesi orada bulunan herkesi kahkahaya boğan Uluğ Böke Şaman.

 

- "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Orta Kıta Son Çağına girmek üzere. Karanlık çoğalıyor. Kötülük giderek artacak. Tengri Ülgen kayıp. Bize düşen sükûneti sağlamak. Şimdi görüşmek üzere." Dediği anda Kayın Dibine kadar sesi gelen bir şey oldu. Tengriçe, Tengri Toyon ve Taptuk Ata birbirlerine doğru bakıp hızla Koca Kayın 'ın kafasına doğru koşmaya başladılar.

 

Kapıdan her çıkan gözlerini kısarak dışarıya doğru çıktı. Önden Tengriçe Umay hızla çıkarak gözlerini kısmayan tek oydu. Kocaman Kızıl Ay'dan aşağıya doğru bir ışık hüzmesi Ulu Kayın 'ın karşısındaki Bengü taşın oraya doğru yansıyordu.

 

- "Ben bu rüyayı Ötüken Ormanında gördüm. Sonra. Sonra ise bir kâğıt vardı." Dedi şaşkın bir ifade kaplayan suratıyla Alabörü.

 

- "O kâğıt bu kâğıt Alabörü." Dedi sakin bir tavırla Tengriçe Umay. Kâğıdı Alabörü'ye verdikten sonra hızlıca Bengü Taşına doğru vuran ışığın dağılmasıyla birlikte yerde beyaz kundak içinde bir bebeğin sesini duydu. Eğilerek yerdeki çocuğu kucağına doğru aldı. Arkasından Tengri Ürüng Ayığ Toyon ve Uluğ Böke, Taptuk Ata, Alabörü yürüyerek Tengriçe Umay'ın kucağındaki bebeğe baktılar. Taptuk Ata, asasını öne doğru getirerek;

 

- "O geldi." Heyecanlı bir tavırla. Gözleri mosmor ve bembeyaz bir teni vardı.

- "Yüzük yanında mı?" diye sordu Tengriçe Umay. Taptuk Ata belindeki mor yüzüğü çıkarıp Tengriçe Umay'ın avucuna bıraktı. Kucağındaki bebeğin baş parmağına doğru taktığında gözlerindeki morluk yerini birden düz bir çizgi şeklini alıp kızıl bir şekilde parladı.

 

- "Tengriler aşkına O geldi." Heyecanını gizleyemeden konuşan Taptuk Ata.

- "Bu senin Yazgın Mankurt." Dedi ayağa doğru kalkıp bebeği Alabörü'nün kucağına doğru bırakan Tengriçe Umay. Çocuk Alabörü'nün kucağına doğru geldiğinde;- "(𐰚𐰇𐰔𐰤𐱅𐰀) [Közünte] Mankurt" dedi.

 

- "Kadim dilce Mankurt demek." Sakin bir ve mutlu bir şekilde Uluğ Böke Şaman.

 

- "Onu Hemen Mankurt Kalesine götürüp Tulpar sütü içirip büyütün." Ulu Kayın Ağacına doğru giden Tengriçe Umay. Alabörü bu yaşadığı olaylara anlam veremeden;

 

- "Tengriçem ben anlamıyorum. Kim bu bebek?. Ve neden bana emanet." Arkasını dönüp konuşan Alabörü.

 

- "Kalgançı Çağ geldi Alabörü. Şimdi anladın mı?" Dedi arkasını dahi dönmeden yürümesine devam eden Tengriçe Umay. Arkasından Tengri Ürüng Ayığ Toyon yürümeye başladı. İkisi birden Kayın Dibine doğru girdiler. Asutay Alabörü'nün yanına doğru gelip bekledi. Alabörü, Taptuk Ata ve Uluğ Böke Asutay'a doğru atlayıp bindiler. Hızla sürmeye başladı. Yaşadığı hiçbir şeye benzemiyordu. Ne olduğunu anlamdan Asutay'ın sırtında gidiyordu. Büyük Han yoluna doğru girdiklerinde karşılarında Dört atlı ve arkalarında bir araba olan grubu görüp aniden Asutay'ı durdurdu. Önündeki askerlerden biri ileriye doğru gelip;

 

- "Vezirim" diye bağırdı. Arabanın içinden aşağıya doğru yeşil cübbesini ve eldivenlerini giyinmiş bir şekilde gözlüklerini düzelterek Vezir Kunanbay indi. Adımlarını yağan taze karın üzerine doğru atarak geldi. Taptuk Ata ve Uluğ Böke aşağıya doğru atlayıp öne kadar geldiler. Alabörü kucağındaki bebekle aşağıya doğru indi. Onların ortasına doğru gelip ayakta bekledi.- "Ne güzel bir gün. Kışın ayak sesleri duyulmaya başladı. Ve Ay Hanlığının sınırları içinde geziyorsunuz.

 

Kucağınızda bir bebekle. O ışığın ne getirdiğini de görmüş olduk." Dedi bastonunu iki eliyle kavrayıp Kızıl Ayın ışığında konuşan Vezir Kunanbay.

 

- "Ne istiyorsun Vezir Kunanbay?" sakin bir tavırla Taptuk Ata.

 

- "Kucağınızdaki her neyse o benim. Burası Ay Kağanlığının sınırları. Benden habersiz bir iş yapamazsınız. Onu bana vermenizi tavsiye ederim." Dedi birkaç adım attığı anda konuşan Vezir Kunanbay. Onun adımlarıyla birlikte arkadaki dört askerde inip onun arkasından geldiler.

 

- "Bu sana ait bir şey değil Vezir. Bu bebeği sana veremem. Birkaç gündür hiç iyi şeyler yaşamıyorum. Sabrımın sınırları çizilmedi henüz. Ve sen bunu çizmeye kalkıyorsun." Dedi Uluğ Böke'nin kucağına doğru bırakıp öne doğru giden Alabörü. Onun da gitmesiyle birlikte Ruh Kılıcı çıkıp arkasından geldi. Sol Omzunun orada beklemeye başladı.

 

- "Yazgıyla oynanmaz Vezir Kunanbay. Küçükken sana öğrettiğim ilk şey buydu. Ne çabuk unuttun" ciddi ve sinirli bir şekilde konuşan Taptuk Ata.

 

- "Belki Yazgı; Benim sınırlarımda olan bir şeyin bana ait olmasıdır. Ay Kağanlığı içindeki bir olay benim yazgımdır." Dedi ve öne doğru bir iki adım daha atıp Alabörü'nün önüne kadar geldi. Arlarında bir metre mesafe kaldığında durdu. Bastonunu sol eline alıp bastonunun başını sağ eliyle kavrayıp bekledi.

 

- "Şimdi o bebeği bana verin. Bu size son uyarım." Alabörü'nün gözlerinin içine doğru bakarak konuşan Vezir Kunanbay. Uluğ Böke Şaman ve Taptuk Ata birbirlerine doğru baktılar. Başlarını sallayıp;

 

- "Eğer bu bebeği alırsan sonuçları çok ağır olur. Sen önümüzden çekil biz gidelim." Ciddi tavırlarını koruyan Taptuk Ata.

 

- "Anlaşılan siz laftan anlamayacaksınız. Alın bebeği" arkasındaki dört askere emir veren Vezir Kunanbay. Alabörü'nün yanından yürümeye başladılar. Sol kaşının oradaki damarı şişti. Sinirleri birkaç gündür çok bozuktu. İçindeki öfkeye karşı koymak dahi istemedi.

 

- "ALABÖRÜÜ SAKII....." Bağırmaya başladığında çoktan Alabörü kılıcını çekip Vezir Kunanbay'ın boğazına ve sol eliyle Vezir Kunanbay'ın bastonunu çekip solundaki askerlerin boğazına dayamıştı. Ruh Kılıcı sağdaki bir askerin boğazına doğru hamle yapıp kesmeden bekliyordu. Vezir Kunanbay ani gelişen bu olay karşısında şaşkınlığını saklamadan gülmeye başladı.

 

- "Vezirlere kılıç çekilmez Alabörü. Şimdi indir kılıcını ve seninle güzel bir Ay Hanlığının rahat zindanında gezelim." Oldukça sakin ve gülümseyerek konuşan Vezir Kunanbay.

 

- "Kılıçlarını indir evlat." Dedi kırgın ve üzgün bir biçimde Taptuk Ata. İçindeki öfkenin bir sınırı kalmamıştı. Derin bir iki nefes aldıktan sonra kılıcını indirdi. Sol elindeki baston kılıcını Vezir Kunanbay'a doğru verdi. Ruh Kılıcını geriye doğru gelirken Askerin başından aşağıya doğru terler halen daha akıyordu.

 

- "Bebeği de alın!" diye tekrardan bir emir veren Vezir Kunanbay.

 

- "Yazgıyla oynanmaz evlat. Sen büyük bir yanlışın kapısını açıyorsun. Yapma!" dedi elindeki bebeği almaya gelen askerlerin arkasındaki Vezir Kunanbay'a doğru Taptuk Ata.

 

- "Yolunuz uzun Taptuk Ata. Yolunuz açık olsun." Dedi ve arkasını dönüp arabaya doğru gitmeye başladı. Sağındaki iki askerden biri zincirli kelepçeyi getirdi;

 

- "Ona gerek yok. Ata bindirmeyin yanına gelsin. Alabörü'yü tanıyorum. Hem bir iki bir şey konuşuruz." Sakin tavırlarını hiç eksik etmeyen Vezir Kunanbay.

 

- "Asutay ve Ruh Kılıcına iyi bak Taptuk Ata." Diye arkasını dönmeden arabaya doğru yürüyen Alabörü. Yanındaki Uluğ Böke Şaman'a doğru başını çevirip;

 

- "Onlara bir şey olmaz da senin cezan ne olacak? Yazgı değişti. Kalgançı Çağ gerçekten artık geldi. Son Çağımız başladı Dostum." Arkasını döndüğü anda Asutay'ın sırtına binen Taptuk Ata.

Loading...
0%