@mmsyazar
|
T.S.S(Tengri Savaşlarından sonra) 102 Öküz yılına girilmişti. Ötüken ormanında Akçaçam ağaçlarından belli başlı aralıklarla yapraklar yere düşmekteydi. Ağaçların arasından turuncu renkte acayip derecede çekici bir o kadar da çelimsiz tilki kendisinden bir hayli küçük olan kemirgeni yakalamaya çalıyordu. Ufak ufak yaklaşmaya başladı çok fazla nefes almıyor gibiydi. Tek niyeti bugün aç yatmak istemiyordu. Ağaçların yaprakları düşmeye devam ediyordu, bu sesler ufak kemirgenleri heyecanlandırıyor ve ürkütüyordu. Tilki her adımımda sanki bir yaprakta yere düşüyordu. Artık midesini doldurmaya ve akşam karnı tok yatmaya çok yakındı. Kemirgen başka bir şeyle uğraşıyor, o da hayatta kalabilmek için çabalayan diğer bir canlıydı.
Arkasından yaklaşan tilkiyi bile görmüyor, kokusunu dahi alamıyordu. Tilki bu çabasının ödülünü almaya çok yakındı. Bir iki adım sonra karnı doyacaktı. Sıçramak için nefesini ayarladı, her şeyi hesaplamıştı. Artık sadece son bir adım kalmıştı, zıplamak ve ödülünü almaktı. Ön ayaklarını hafifçe alçalttı, arka ayakları birer trambolin görevi görmeye hazırdı. Kemirgen biraz sonra başına geleceklerden habersiz işini halletmeye çalışıyordu. Tilki nefesini tutu ayaklarıyla ileriye doğru atılmaya karar verdi. Bir ses işitildi Ötüken ormanında "tak tak tak tak" diye. Bu ses bir atın ayak sesleriydi. Bu sesi işiten canlılar ormanın içine doğru kaçıştılar. Kemirgen işini bırakıp kaçmaya başladı.
Tilki bugün de aç yatacaktı. O da geriye ormanın içine girip uzaklaştı. Sesler yavaş yavaş yaklaşıyordu, tüm hayvanlar bu sesi tanıyordu, bazıları bakmak için çalıların ardına diğerleri ise ağaçların dallarına saklanmışlardı. Diğer canlılar ise başta baykuşlar, sesin kime neye ait olduğunu anlamak için sese doğru yaklaştılar. Yolun yanında bulunan ağaçların tepelerine doğru yerlerini aldılar. Artık ormandaki bazı meraklı canlılar gözlerini bu sesin sorumlusuna çevirmişlerdi. Adımlarıyla orman halkını meraklandıran bir beyaz attı. At öyle bir yürüyordu ki sanki bu ormanın Tengri'siydi. Yürüyüşünün verdiği mutluluk onu daha fazla heyecanlandırıyor ve asil yürüyüşüne bir anlam katıyordu.
At adımlarını yavaşlattı, bir an duraksadı. At artık hiçbir yere gitmiyor hiç hareket dahi etmiyordu. Baykuşlar gördükleri karşısında şaşkına çevrilmiş gibi uçup gittiler. Bazı hayvanlar kaçışmaya ve tehlikeden kurtulmaya çalışıyordu. Atın üzerindeki bir mankurtdu. Ve atın neden durduğunu anlayamadı. Eğilip kafasını okşadı. Hafif hafif okşamayı sürdürürken bir yandan da etrafı inceliyordu. Uzun zamandır Ötüken ormanına gelmemişti.
İlk geldiğinde T.S sona ermiş ve yıkılan düzen, paramparça olan hayatlar, düzene girmeyi bekleyen insanlık yeni yeni düzeltilmeye çalışılıyordu. O zamanlar henüz 20 yaşındaydı. Her mankurt gibi o da 20 yaşına geldiğinde mankurt kalesinden ayrılıp, kendi isimlerini bulmaya çalışırlardı. O yaşlardaki bir mankurt artık hazır ve savaşmaya karşı tecrübe kazanmak için kendini ispatlamaya çalışırdı. Sadece iki farklı yaratığı avlamak üzere isimlerini alırlardı.
Ana Dünya'da orta kıtada bulunan biri gök yeleli al gözlü Gökbörü ve diğeri ise boynuzlarıyla bir Ulukayın şeklini temsil etmesi ve tüylerinin güneş sarısına benzemesiyle ünlü olan Alasığın avlamak onlara kendi isimlerini verirdi. Bazıları bu sihirli yaratıklar tarafından öldürüldü, bazıları ise farklı yaratıklar veya kötü ruha sahip şamanlar tarafından öldürülürdü. Orta kıta da bir Gökbörü ve Alasığın öldüren tek mankurt ise şu an Ötüken ormanında atıyla ağır ağır ilerleyen Alabörü'ydü.
Mankurt atın ilerlememesinden kuşkulandı." Ne oldu oğlum, Asutay ne oldu neden gitmiyorsun? dedi. Asutay yürüyüşünün tersine geriye doğru adımlarını atınca mankurt yularını sıkıp atı kendine doğru çekti. Atın sağ tarafından mankurta doğru ağır ve çok pis kokan bir koku burnuna geldi. Bu kokuyu daha önce hatırlamıyordu. Şüphe kaplamıştı yüreğini, "Ötüken ormanında bu kadar kötü bir koku olamaz diye geçirdi içinden". Atı kendine doğru çekmeye başladı, at gitmek istemiyor, mankurtu ise geri çekiyordu.
Mankurt atı tekrar kendisine doğru çekmeye çalıştı, ama yine geriye doğru adımlar atmaya çalışıyordu. Bu durum onu hem sinirlendiriyor hem de kuşkulandırıyordu. Etrafta artık hiçbir hayvan yoktu. Güneş ışıkları ormanın sık örtüsünden dolayı ormanın alt kısmına pek ulaşamıyordu. Ata doğru döndü iki eliyle birlikte onu kendi kafasına yakınlaştırdı." Bana bak oğlum kendine gel korkma sakinleşmelisin, bu koku seni ürperttiği kadar beni de meraklandırdı, buna bakmalıyız bunu sende biliyorsun," dedi mankurt. Asutay endişeliydi, kokunun olduğu tarafa uzun uzun baktı, bunu yapmak istemiyordu. "Hadi şuna bakalım oğlum," dedi. Eliyle onu kokunun olduğu tarafa doğru götürmeye başladı, Ağır ağır adımlarla ormanın içine doğru girmeye ve kokunun nerden geldiğini anlamaya çalışıyordu. İçini kötü duygular kapladı nefes alması yavaşladı, bir mankurt olarak bu sıradan bir keşifti, ama bu sefer farklıydı, bunu kendisi ve Asutay'da farkındaydı.
Artık ormanın sıklaştığı ağaçların diğer ağaçlarla olan mesafesinin kısaldığı yerlerden geçmeye ve dikkatlerini sadece kokunun geldiği yere doğru çevirmişlerdi. Orman çok sessizleşmişti, sanki bütün canlılar tatile gitmişti. Kimseler yoktu. "Neden kimsenin sesi çıkmıyor, ne oldu bu ormana böyle, bu canlılar neden bu kadar sessiz?" dedi mankurt. Asutay bir kez daha duraksadı. Koku inanılmaz derecede artmıştı, keskin ve dayanılması güçtü. Artık Asutay'ı bir adım daha attırabilecek kimse olamazdı. "Geldik sanırım." dedi mankurt. Yuları bıraktı, orman iyice sessizleşti "çıt" dahi çıkmıyordu.
"Bu kokudan dolayı mı hayvanlar yok burada? yoksa başka bir şey mi buna sebep oldu?" diye geçirdi içinden mankurt. Baştan ayağa esnek, kahverengi ve sadece göğsünün üstünde bulunan, Ürüng Ayığ Toyon tarafından yaratıldığına inanılan tüy kadar hafif demir kadar güçlü bir zırh bulunurdu. Kıyafetleri kol dirseklerinde bitiyordu. Deri ve esnek kumaştan yapılan kıyafetinin üstüne ise hiçbir giymezlerdi. Alabörü, diğer mankurtlardan ayıran birçok özelliği vardı. İki gözünün renkleri birbirlerinden farklıydı. Sağ gözü kahverengi, sol gözü ise maviydi. Bu durum onu diğer mankurtlardan ayrılmasını ve onun meşhur olmasını sağlamıştı.
Başı keldi, diğer Mankurtlar gibi. Kafasının üstünden bütün kel taraflarını kaplayan kadim dille ilgili sihir yapılmıştı. Yeraltı yaratıklarından biriyle karşılaşsa kafasındaki kadim dil ile yazılmış runik harfler mavimsi bir renkle parlardı. Yüzünde hiç kıl çıkmazdı, sadece yaralar ve çizikler vardı. Sol kolu bileğinden parmaklarına kadar olan kısım sanki yıldırım çarpmışta mavi mavi parlayan kılcal yaralar oluşturmuştu. Ama bu Yada taşı ile ona bahşedilen sihirli bir armağandı. Sağ kolunun elinde bütün parmaklarında 5 adet içi Yada taşı iksiriyle dolu yüzükleri vardı.
Yüzüklerin her birinde bir adet iğne bulunurdu. Yüzüklerin hepsinin altında iğnenin başı bulunurdu. Bu iğneyi ters çevirip üstüne basınca yüzüğün içindeki sıvı kana karışıp onun gözlerini kıp kırımızı ve hareketlerini hızlandırırdı. Sol eliyle ise suyu, buzu, yıldırımı kontrol edebilirlerdi. Yada taşının bütün özelliklerini kullanabilirlerdi. Mankurtlar belirli yaşlarda ancak bazı güçleri kullanabilirlerdi. Genç yaştaki bir mankurt asla yıldırımı kontrol edemezdi. Ama olgun bir mankurt yıldırımı kontrol edebilirdi. Ve onu sol elinin avucundan çıkartabilirdi. Kokunun geldiği yerden çıtırtı sesleri geliyordu, bu sesin ne olduğunu tam kestiremedi.
Önündeki uzun çalıdan ötürü ilerideki pis kokunun kaynağını göremiyordu. Çatırdama sesleri bir anlığına duraksadı. Ve biraz zaman geçtikten sonra tamamen kesilmişti. Adımları ufak ama ağır ağır yürümeye devam ediyordu. Asutay'dan bir iki metre uzaklaşmıştı. Sağ elini kılıcına doğru uzattı. İsmini almış her mankurta olan çift başlı bir kılıcı vardı. Kılıcın kabzasının hemen önünde bir Yada taşı ve iki kola ayrılan başlarıyla sonunda ayrılıp farklı kutuplara bölünüyordu. Kılıcın sağında ve solundaki parçaları alev simgesi gibi her tarafında 3 çıkıntısı bulunuyordu.
Başını yukarıdan gelen bir çatırtıya bakmak için kaldırdı. Ağaçların dallarına konmuş ve mankurtun gideceği yere bakıyordu. Sayıları oldukça fazlaydı hem solda hem sağda ki ağaçlarda 10'dan fazla baykuş vardı. "Ne oluyor lan!" dedi mankurt. Adımları sertleşti, nefes alması sıklaştı, kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu, kılıcını her an çıkarıp karşısında ne varsa öldürmek istiyordu, kendi kendine "Neymiş bakalım bu kadar kötü kokan şey!" dedi. Son birkaç çalıları kenara ittikten sonra kokunun geldiği yere adımını atmıştı.
Gözlerine inanamadı, bir an aldığı nefes soluk borusunda tıkanmış gibi hissetti. Kalbinin atışı inanılmaz derecede atmaktaydı. Elleri titriyordu, hayatı boyunca ilk kez geri adım atmak istemişti. Ama bunu yapamadı, artık elini kılıcından çekmişti. Uzun zaman sonra geldiği Ötüken ormanında "demek böyle karşılanacaktım "diye geçirdi içinden. Böyle bir durumla ilk kez karşılaşmıştı. Yavaş adımlarla yaklaştı. Bakmak istemiyor ama artık gözlerinin içi öfkeyle dolmuştu bir kere. Sinirle yüklenmiş bilinç altı ona öfkeli bir şekilde nefes almaya zorlamıştı. Yüzünün sağ tarafındaki damar, sanki içindeki kan damara fazla gelmiş ve onu patlatmak üzereydi.
Ne zaman bu kadar sinirlense o damar patlayacakmış gibi oluyordu. Arkasından bir ses duydu, hafif meraklı bakışlarıyla yaklaşan Asutay'a baktı. Yerinden ani bir sıçramayla Asutay'a koştu gözlerini kapattı. "Geriye git oğlum bakma sakın asla yaklaşma duydun mu beni? duydun mu? asla ama asla buraya gelme beni geride bekle tamam mı oğlum?" dedi mankurt. İçi parçalanıyordu, konuşmakta zorlanıyordu, sesi ara ara kesilip tekrar yükseliyordu. Bunu yapmak ona karşı temkinli davranmak mankurtun içini darmaduman ediyordu. Asutay'a ırkının en kutsallarından birinin canice öldürülmüş olmasını göstermekten kaçınmıştı. O Bunu Asutay'a yapamazdı. Çünkü yerde yatan bir Kilin'di. SÖZLÜK; Kilin ; Tek boynuzlu kutsal at. Ötüken Ormanı; 5. Bölümde ki Orta Kıta haritasına bakarak inceleyebilirsiniz. Kutsaliyeti olan bir Orta Kıta ormanıdır. |
0% |