Yeni Üyelik
4.
Bölüm

"4.BÖLÜM 1.KISIM" Dağ Setti

@mmsyazar

Kış, hiç bu kadar yakıcı olmamıştı. Karlar damlalar halinde yağmaya her yerde toplanmaya çalışıyorlardı. Set bekçileri üzerlerine yağan bu erken kar tanelerini hissetmeye başladılar. Kış çok erken başlamıştı. Her mevsim kışı hisseden kuzeyin tek Hanlığıydı. Oğuz Kağan'ın İt Baraklardan korunmak için Dağ Hanlığı halkına yaptırdığı ve Orta Kıta'yı enine tamamen kaplayan Dağ Setti, onların himayesi altındaydı. Setin üzerinde gece gündüz nöbet tutan Set Bekçileri görev yapardı. Setin toplam 12 kulesi vardı. Yüzlerce Set bekçileri ve çok sert görünüşlü bir Set Komutanı Orta Kıta'nın güvenliğini sağlamaktaydı.

 

Merkez kulede bir kargaşa kendini hissettirdi. Bekçilerin bazıları aşağı doğru bazıları ise yukarıya doğru çıkıyorlardı." Set Komutanı nerde heyyy Set Komutanını gören var mı?" dedi bir Set Bekçisi. Bu sesler diğer Bekçileri de telaşa sürükledi. Herkes artık Set Komutanı'nı arıyor, heyecan gittikçe artıyordu. Bazı bekçiler yerlerinden ayrılmıyordu. Olan biteni izliyor ve tekrardan kafasını Ker Orman'a ve yüce Ak Dağı'na çeviriyordu. Her Set Bekçisi bu setin üstüne çıkıp bir kez nöbet tuttuğunda ölümsüz ve artık heyecan duygusunu yitirdiği söylenirdi. Kargaşa gittikçe karın yağması gibi hızını kesmiyor, artarak devam ediyordu." Nerde bu adam be Sett Komutanıııııı nerdesin be adamm !" dedi bir Set Bekçisi, teleşlı bir o kadarda heyecan yüklü bir sesle. Merkez kulenin alt kısımda büyük bir avlusu bulunan Set Karagahı vardı.

 

Bir grup bekçi yerlerinden çıkıp avlunun ortasına düştüler." Set Komutanı burada mı Bekçiler?" dedi kendinden emin bir şekilde. Avludaki bazı bekçiler olan biteni anlmaya çalıştı. Bazıları bu sorunun bir saçmalık olduğunu düşünüp yemek yemeğe devam etti. Birkaç kişi ayağa kalktı. Onların içlerinde biri önündeki bazı Bekçleri geçerek öne gitmeye çalıştı. Bu kişi oldukça çelimsiz ve güçsüz bir vücuda sahip olan bekçilerden biriydi." Heyy ben gördüm komutanı Dağ Hanlığına gitti." Dedi çok zayıf ve tiz bir sesle. Çok genç olduğu sesinden ve tipimden anlaşılıyordu. Yeni gelen çaylak bekçilerin içindeydi. Dağ Hanlığında her erkek çocuğun hayali Set bekçisi olmaktı.

 

Her yıl Dağ Han'ın da katıldığı Set seçmeleri düzenlenmekteydi. Yirmi yaşına girmiş her genç Dağlı bu seçmelerde kendini ispatlamaya çalışırdı. Bu yıl bir farklılık olmuştu. Her yıl 10 genç Bekçi alınırken bu yıl ise 11 kişi seçilmişti. Son seçilen ise ünlü Set Bekçi'si Akbar'sın oğlu İlteber olmuştu. Son girdiği için ona sürekli torpilli İlteber denilmekteydi." Senin sözüne mi inanacağız Babasının gölgesinde yetişen torpilli İlteber!" dedi aşağıya inen kalabalıktan bir bekçi, oldukça sinirlenmişti. Üzerine doğru ilerlemeye başladı." Bana bak çaylak torpilli doğruyu söyle Komutan nerede?" dedi ve yürüyüşünü yavaşlatmadı direk ona doğru ilerliyor ve siniri gittikçe artıyordu." Gerçekten onu gördüm avluda sadece ben vardım. O gitti doğru söylüyorum." dedi İlteber. "Ben şimdi sana gösteririm yalan söylemnin cezasını "dedi ve kılıcına doğru elini uzattı, kılıcı yarısına getirdi. Kalabalık hyecanlı bir şekilde izliyor ve hiç kimse onu durdurmuyordu.

 

"Hey değmez uğraşma çocukla bırak belki doğru söylüyırdur." Dedi sakallı ve on yılını doldurmakta olan bir okçu bekçi. İiyice yaklaştı kılıcını kınına tekrar soktu, yere yağan kardasn dolayı hızlı hareket edemiyordu, boğazına yapıştı, onu tuttuğu gibi yukarı kaldırdı. Artık göz göze gelmişlerdi. " Bırak beni doğru söylüyorum gelince görürsün" dedi İlteber. İki eliyle yakasından tuttuğu İlteber'i yere doğru fırlattı. Yere boylu boyunca uzandı. Kafasını yerden kaldırdı ve sinirli bir şekilde tiz sesiyle;" Ben sana ne yaptım ya niye geldiğimden beri benimle uğraşıyorsun, derdin ne?" dedi İlteber. "Burada torpillilere yer yok anladın mı seni velet!". Yerde yatan İlteber boğazına doğru hamle yaptı sol eliyle tuttuğu kıyafetinden kendine doğru çekerek sağ eliyle yumruk attı. İlteber kendi sağına doğru kan tükürdü. Dudağı patlamıştı. Olayı görenler şaşkınlıkla beraber merakla izliyorlardı. Setin üzerinde halen bekleyen Set Bekçileri seslerin artması üzerine avluya bakmak için setin diğer tarafına gelip aşağıyı seyrediyorlardı.

 

Gözcü Set bekçilerinin tamamı aşağıdaydı. Ve komutanı arayanlar onlardı. Onların en tecrübelisi olan Kongar, iri cüsseli ve sol gözünden çenesine kadar uzanan yarası hemen dikkat çekiyordu. Gençken Set Seçmelerinin ilk gününde oynanan Kılıçkalkan yarışmasında kılıcını rakibinin yaptığı hamleyle birlikte yere düşürmüş ve onu almaya uzanırken, yasak olduğu halde kılıca uzanan Kongar'ın yüzünü kılıcın ucuyla yaralamıştı. İlk gün oynanan bu oyunda 3 kez kılıcını düşüren kişi eleniyordu. Bu yaraya rağmen ayağa kalkıp rakibinin 3 kere kılıcını düşürüp sonra da seçilenler arasında birinci çıkmıştı. Onu bilerek yaralayan kişi ise sonradan 11'inci olarak seçilmişti.

 

Torpile karşı hassasiyeti geçmişe dayanıyordu. Uzun boylu ve cüsseli olması diğer bekçileri korkutup geri çekmeye yeterdi. Yüzündeki yaranın hikayesini duyan her bekçi ona karşı olan saygısını korkusu kadar artırıyordu." Bir yumruk daha attı ve İlteber 'in sağında bulunan kar kümesi kan damlalarıyla şekiller oluşturmuştu. Büyük kapı açılmaya başladı, açılırken önüne yığılan karlardan dolayı yavaş ve güç gerektiren bir işe dönüşüyordu.

 

Kalabalık toplanmış ve olan biteni izliyordu. Kapıya yakın olan bekçilerin haricindekiler kavgayı izleyemeye devam ediyorlardı. Kapı artık açılmıştı, İçeriye kara bir at üstünde ve arkasında 4 bekçi olan komutan girmişti. Sadece ona ait olan bir bembeyaz bir kıyafeti vardı. Savaşta kullanılan kıyafetlerin beyazı ve daha şık görüneniydi. Kılıçları arkasında çapraz bir şekilde konumlandırılmıştı. İki kılıcı simetrik bir şekilde kabzaları ise tam tersi kutuplara bakıyordu. Hafif sakalı ve mavi gözleriyle sert bir bakışı yüzünde gün boyu eksik olmuyordu. Kafasının üstünde avladığı Boz Kurt kellesi olan yelesini takmıştı.

 

Atının heybetli girişi ona doğru bakan yeni gelen bekçileri bir hayli şaşırtmıştı. "Çek ellerini İteber'in üstünden Kongar. " dedi Set Komutanı. Bu ses çok tok ve kararlı bir sesti. Atıyla birlikte olayın olduğu yere doğru yaklaştı. Atından yavaşça indi. Kurt postunun altındaki mavi gözleri sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Kongar'a doğru yürümeye başladı. Her geçtiği genç bekçiler kışın sert geçmesinden dolayı titriyorlardı. Bazı bekçilerin kirpikleri donmuş bazılarının ellerinin ucu. Genç bekçiler bu yıl erken gelen kış yüzünden donmak üzereydiler. Sağa sola geçmiş Komutana koridor oluşturan bekçiler şaşkınlık ve korkuyla karışık duygular içerisinde önlerinden geçen Av kontrolüne gittiği sırada 4 Kempir öldürüp ağır yaralı halde halde kurtulan ünlü Set Komutanı Altantuya gidiyordu.

 

"Hey bana bak Talu "dedi genç bekçilerden biri." Bu o meşhur Komutan değil mi? şey olan Altantuya." Dedi ve kısık sesle konuşmasını sürsürdü." Tek başına nasıl olur da dört Kempir öldürür. Şahsen ben inanmıyorum. Ya sen Talu?" diyerek sordu." Bir keresinde Taptuk Ata anlatmıştı; Söylenen o ki Set bekçisi yiğit beş kişi Av kontrolüne gider, Ker Orman'da bir ağacın gövdesine Av bağlanır. Bağlanan av bir hafta boyunca orada kalır. Bir haftanın ardından o beş kişi avı kontrol etmek için tekrar Ker Orman'a giderler. Avın öldürülme biçimine göre kimin olduğuna karar verirler.

 

Ama ortalıkta kimseler yoktur. Bunu yapan tek bir yaratık vardır, o da Kempirdir dediler. Kempir, dört beş metre uzunluğunda iki ayak parmakları, dört el parmakları olan bir dev türüdür. Yerde avın tam altında iki parmaklı büyük ayak izleri ve sadece geyiğin bacaklarının yenmesiyle bu durumu açıklığa kavuştururlar. Ker Orman'da fazla yaratık olmazdı ama Ker Yaratıkları daha nadir görünürlerdi. Bir Kempir Ker Orman'da olduğunu artık biliyorlardı. Destek bekçi getirmek için üç kişi sete doğru gider. Olay yerinde sadece iki yiğit bekçiler kalır. Arkalarından saldırıya uğrarlar. Bir yiğit oracıkta ölür. Diğer yiğit arkasındaki iki kılıçla birlikte karşısındaki Kempiri öldürür.

 

Arkadaşını alıp atına koyar" Ya hani dört Kempirdi Talu?" dedi meraklı bir şekilde." Eğer müsaade edersen anlatıyorum. Sabırlı ol biraz." dedi ve hikâyeyi anlatmaya devam etti." Sete doğru atına binip gelmeye çalışırlar. Yolda gönderdiği 3 yiğit ve başlarında 3 Kempir onları yerken bulurlar. Gizlice yaklaştığı ve hepsini arkasındaki 2 kılıçla öldürür. Uzun süre av bekçileri gelmeyince bir 5 kişilik bekçi gönderilir. Yerde uzanmış 3 Kempir, ölmüş 4 bekçi bulurlar. Tam ortalarına ağır yaralı, zar zor nefes almaya çalışan ve hayatta kalan tek bekçiyi görürler. Ve o hayatta kalan tek bekçi Ünlü Set Komutanı Altantuya'nın ta kendisidir."" Diye anlatır Taptuk Ata. Bu hikâyeyi duyduğu gibi şaşkınlığını gizleyemedi ve bir süre sustu. Dillere destan olan bu ünlü komutan tam karşılarında yürümekteydi.

 

O her kimin önünden geçerse geçsin ayaklarıyla bastığı karın sesi diğer bekçilere kadar gidiyordu. Yüzü hafif donmuş bir vaziyette yürüyordu. Üzerindeki uzun ayaklarına kadar kapanan beyaz cüppe elbisesinin arkası yoğun bir şekilde yağan karı yerden süpürge gibi sürükleyerek yürüdü. Burnundan çıkan dumanlar ve çıkan sesi yanından geçtiği her bekçinin yüreğine korku salıyordu. Yerde yatan İlteber ayağa kalmış onun kendisine gelmesini bekledi. Yüzü asılmış ve kızgın bir tavırla Set Komutanının ağzından dökülecek kelimeleri merak eden Kongar, Altantuya 'ya olan saygısından yüzüne dahi bakmadan gelmesini bekledi. Artık iyice yaklaştı, ikisi ayakta bekliyor ve kafaları asla yukarıya kaldırmıyorlardı.

"Sorun ne Kongar?" dedi tok sesiyle birleşik, karalı bir şekilde Altantuya.

"Sorun bu çocuk. Torpille gelenlerin burada yeri yok!" dedi Kongar sesi biraz yüksek çıkmıştı.

 

- Burada kimin olacağına kimin olmayacağına sen mi karar veriyorsun? Sen kimsin ulan? dedi. Bağırmasıyla yukarıdan aşağıda olan biteni izleyen bekçiler hızla görev yerlerine döndüler.

 

"Kırıcı oluyorsun komutan." dedi, bir öncekinden daha kısık sesle.

 

"Komutanım, komutanım acilen yukarıya gelin çabuk olun!" diye bir ses duyuldu. Gözcü bekçilerden birisi aşağı doğru eğilmiş bağırıyordu. Aşağıda bulunan herkes kafasını yukarıya kaldırdı. Ufak çaplı bir fırtına oldu, rüzgâr yerdeki kar kümelerini bir hortum gibi savurmaya başladı. Yukarıya bakmaya çalışan bekçiler yüzlerine doğru gelen kar tanelerini elleriyle kapatmaya çalıştılar. Komutan yukarıya doğru baktı bir süre öylece kaldı. Kafasını indirdi Kongar'a doğru çevirdi. Yüzündeki ifade bir pişmanlık ve öfkenin karışımı gibiydi." Geliyorum.

 

Ben gelene kadar bir şey yapmayın!" dedi ve bu konuşmalarını yaparken Kongar'a bakarak konuşuyordu. Onların yanından geçerek Setin üstüne doğru gitmeye çalıştı. Tam onların yanından geçerken Kongar'ın kulağına doğru eğildi." Bu olayı unutmadım." dedi kararlı ve kendinden emin bir şekilde. Saygısını asla yitirmeyen Kongar, kafasını dahi kaldırmıyor, sadece dinliyordu. Hızlı adımlarla merdivenleri çıkmaya başladı. Arkasındaki kılıçlar bir sağa bir sola gidip geliyordu. Onun arkasından okçu bekçileri de merdivenleri çıkmaya başladı. Altantuya artık yukarıdaydı. Kendini yukarıya doğru attığı sırada gördüklerine şaşırmak dahi gelmedi içinden.

 

Yüzündeki ifadeyi kendi bile anlamıyordu. Kafasının içinden geçen onlarca ihtimali sıralayıp doğru seçeneği bulmaya çalışıyordu. Setin duvarına doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Onu bekleyen gözcü bekçiler hareket dahi etmiyor sadece yüzündeki ifadeyi anlamaya çalışıyorlardı. İyice yaklaştı, iki elini birden setin duvarına koydu. Kafasını bir kez olsun aşağı doğru eğdi. Bu süreç bir dakikadan az sürmüştü. Yanındaki gözcü bekçilerden bir kaçı onu ilk kez bu şekilde görmüşlerdi. İçlerinden biri korkarak ve çekinerek sormaya kalkıştı."

 

Sizde benim gördüğümü görüyorsunuz değil mi? Ben 7 yıldır Sette bekçilik yapıyorum, ama böyle bir şeye şahit olmadım komutanım." dedi sesi hafif ve güçlükle çıkıyordu ağzından Gözcü Bekçisinin. Gözleriyle bakmaktansa kulaklarıyla dinlemeyi tercih etmişti. İlk kez karşılaştığı bu durumun üstüne çok sert mizaca sahip Altantuya'nın sessizliği eklenince yerini heyecanlı, korkulu bir bekleyişe bıraktı. Yanındaki diğer bekçiler, kafasını yere doğru eğmiş olan Altantuya'ya bakıp sonra Taş diyara çeviriyorlardı. Altantuya'nın arkasında bir yığın bekçi toplanmıştı.

 

Her seferinde birisi daha yukarıya çıkıp, olan bitene bakıp meraklarını gidermeye çalışıyorlardı. Kongar kalabalıktan çıkıp, Altantuya'nın yanına ilerlemeye çalıştı." Efendim ben de bu yüzden sizi arıyordum. Böyle bir şeyi asla görmedim. Bu gördüklerimiz sadece Taptuk Ata'nın hikayelerinde gerçekleşirdi. Fakat artık kanlı canlı görünmekte. Neden oldu bir fikriniz var mı?" dedi Kongar. Biraz önce yaşanmış olanları unutmuş gibi hemen asıl meseleye giriş yapmıştı. Altantuya kafasını kaldırdı ileriye doğru baktı.

 

"Bu imkânsız. Böyle bir şey nasıl mümkün olur?" diye geçirdi içinden. Söylerken son birkaç kelimeyi sesli düşünmüştü." Evet efendim böyle bir şey nasıl mümkün olur?" dedi yanında duran gözcü bekçi. Kar, yoğunluğunu artırdı, yere düşen taneler yerde olduğundan fazla yığın haline getiriyordu. Bütün bekçilerin sarıkları tamamen karla kaplanmıştı. Taş diyara bakan onlarca bekçi ara sıra çıkan kar fırtınasından dolayı gördüklerini tam seçemiyorlardı. Sesler, fısıltılar artmaya başladı. Altantuya'nın sessizliği bekçilerin çenesine vermelerine olanak sağladı.

 

"Susun. Asla konuşmayın." Dedi Altantuya. Pür dikkat Ker Orman'daki yoğun kara dumana neyin sebep olacağını düşünmeye başladı. "Yıl boyunca karlar içinde olan bu uğursuz topraklarda buna sebep olacak ne olabilir?" dedi ve ekledi." Av bekçileri geri döndü mü?" "Bekçi başı nerde?" dedi arkasına dönmüştü. Çok sinirliydi. "Aşağıda uyuyor komutanım." dedi İçlerinden biri korkarak ve çekinerek." Çağırın bana onu!" dedi bağırması yanındaki diğer bekçinin bir iki adım geriye gitmesine sebep olmuştu.

 

Yeni gelen bekçilerden biri hızla avluya indi. Adımlarının sesi ta yukarıya kadar geliyordu. Buz gibi soğuğa aldırmadan hızlı bir şekilde merdivenlerden inerken birden ayağı kaydı, sırtının tamamını merdivenin tabanına vurdu. Yuvarlanarak düşmesini sürdürdü. Yukarıda olan meraklı bekçiler aşağıda düşen diğer bekçiye bakmak için aşağı doğru baktılar. Komutan, arkasına dahi bakmıyor sadece karşıda Ker Orman'da kara kara dumanlar görünmeye devam ediyordu. Bakışlarını oradan bir an olsa dahi çekmiyor, düşüncesi dahi değişmiyordu.

 

Ayağa kalkan bekçi artık avluya inmişti. Adımlarını Bekçi Başının odasına doğru atmaya başladı. Kapısının önündeydi." Bekçi Başı Kunt, Komutan çağırıyor?" diye seslendi bekçi. Kapının önünde bekliyor kafası hafif vücudundan ayrılmış öne doğru eğilmiş vaziyette kapıyı da çalıyordu. Ağır bir sessizlik hakimdi," Yatıyor mu acaba? Ama saat daha çok erken." Der demez" Ulan ne istiyor yine!" dedi Kunt uyandığı için öfkeli ve umursamaz bir biçimde cevap verdi.

 

Ayaklarını yere sürterek geldiğini işitti bekçi. Geriye doğru birkaç adım attı. Kapı uğultulu bir biçimde açıldı. Saçları dağılmış, yüzü tamamen ter içinde kalmış Kunt, gözlerinin uykusunu almadığı da gün gibi ortadaydı. Elinde bir bardak dolusu kımız tutuyordu. Hafifte sarhoşluğun etkisindeydi." Ne istiyormuş dedim lan sana? duymuyor musun aptal herif?" dedi ve elini kaldırıp genç bekçinin yüzüne tokat attı. Tokatın etkisiyle kendi soluna doğru eğildi. Çok soğuk olması da tokatın etsinin artırıyordu.

 

Uzun boylu, güçlü yapılı bir adamdı. Saçlarının bir çoğu beyazlamış, sakalları epeyce uzundu. Dışardan bir gözle bakıldığında çok sert ve dayanaklı görünüyordu. Kongar dahi ondan çekinirdi. Anlaşılmaz tavrı yüzünden ömür boyu Sette görev yapmak zorunda kalmıştı. Bu durum onu hem sosyal hem psikolojik yönden etkilemiş, geçimsiz biri olmasını tetiklemişti." Sadece yani şöyle efendim eee sadece sizi çağırmamı söyledi efendim." Dedi sesi kısılmış, korkmuş ve ağlamamak için kendini zor tutmuş bir konuşmaydı." Sen git lan ben geliyorum. İşe yaramaz velet. Ama adam olacaksınız hepinizi adam edecem lan!" dedi ve kapıyı örttü. Üzgün bir şekilde oradan ayrıldı.

 

Kafasını aşağı doğru eğerek çıkıyordu gözleri dolmuş ve inanılmaz öfke dolmuştu vücudunun her zerresini. Havayı ciğerlerinde hissedecek kadar çekmeye başladı bunu birkaç kez yaptı. Direk geldiği gibi yukarıya çıkmak için merdivenlere koştu. Komutan hiç hareket etmiyordu. Gördükleri ona yıllarca gördüklerinden yabancı gibiydi. Buna ne sebep olabilirim diye kaç defa kendine sorduğunu dahi unutmuştu. Setin duvarına koyduğu parmakları hafiften donmaya ve kas katı kesilmeye başladı.

 

" Komutanım geliyor." dedi bekçi." Kongar buraya gel!" dedi Altantuya. Meraklı gözlerle kara dumanı izleyen Kongar sesi duyduktan sonra birkaç bekçiyi geçerek komutanın yanına doğru gitti." Buyurun komutanım." dedi Kongar." Bir fikrin var mı?" diye sordu Altantuya ama yüzüne bakmıyordu. "Bende sizin gibi şaşkınım efendim. Biraz önce de dediğim gibi bu gibi olaylar Taptuk Ata'nın hikayelerinde olur. Onun için böyle bir şey ne duydum ne de gördüm." Dedi kararlı bir şekilde Kongar. Bir süre sessizliğini korudu. Hava kararmaya başladı. Duman vardı ama yangına dair en ufak bir ışık görünmüyordu.

 

Kar yağmaya devam ediyordu. Nöbet değişim saati yaklaşıyordu. Ama hiçbir bekçi bunu umursamıyor, dikkatlerini bu bilinmezliğe doğru odaklıyorlardı. Merdivenlerden sesler gelmeye başladı. Setteki hiç kimse onun kadar iri ve kaba bir vücuda sahip değildi. İki metreyi aşan boyu ve kaslı kütlesi, onu bir şey yapmadan da korkutucu biri haline getiriyordu. Yukarıya çıktı. Onu gören genç bekçiler ona geçmesi için istemsizce yol oluşturuyorlardı. Geçtiği her bekçi onun yanında bacağının boyu gibi kalıyordu. Komutanın yanına ağır adımlarıyla geldi.

 

" Buyurun efen..." dedi ve sözlerini yarıda kesmek zorunda kalmıştı. Gözlerine inanamadı, iyice sete yaklaştı. Anlam veremiyordu. Sola doğru kafasını çevirdi, Komutanla göz göze geldiler. Tekrardan kafasını Ker Ormanında olan esrarengiz olaya çevirdi. "Neler oluyor Ker Ormanında Kunt? Böyle bir şeyi hiç gördün mü?" dedi ve yüzüne doğru kafasını çevirdi." Hayır efendim. Böyle bir şey bu ormanda olması mümkün değil. Ker Ormanı yanamayacak kadar karlarla kaplı. Yıl boyunca kışı geçiren bir yer asla yanamaz efendim" dedi Kunt.

 

Komutan arkasını döndü, ayak uçlarına bakarak genç bekçilerin yanına doğru yürümeye başladı. Üzerindeki beyaz cüppe iyice bembeyaz kesilmişti. Bastığı yerde biriken karlar onun adım atmasını yavaşlatsa bile adımlarını sıklaştırdı. Genç bekçilerin içinden bir çift göz arar gibi hepsinin gözlerinin içine bakıyordu. "İlteber buraya gel!" dedi kalın bir ses tonuyla Altantuya. "Buradayım efendim." Dedi içlerinden çıkarak İlteber.

 

"Zindanda tutulan Albıs'ı buraya getir hemen." Dedi Altantuya. Anlam veremedi komutanın söylediklerine. Şaşkınlıkla bakıyor, kafasını bir sağa bir sola çevirip diğer genç bekçilere çeviriyordu. Onlarda hem korkmuş hem de şaşkınlıkla bakıyorlardı. Kongar yüzündeki belli belirsiz ifadeyle birlikte solunda duran Kunt'a doğru eğildi." Delirdi mi bu be Albıs'ı zindandan çıkarmakta neyin nesi?" diye sordu." Elimizden kaçırırsak Dağ han bizi o zaman ziyaret eder işte.

 

" diyerek karşılık verdi Kunt." Emin misiniz komutanım?" dedi yapmak istemezcesine İlteber. Soğuk,keskin bıçaklar gibi ayakta bekleyen bekçilerin yüzüne çarpıyor, kanları donma noktasına geliyordu. Altantuya'nın bakışları soğuğun bıçakları kadar olmasa da İlteber'i hemen aşağı indirmeyi yetti. Tekrardan arkasını döndü setin karşısındaki bu olaya gözlerini dikti. Arkasında kalabalıklaşan kalabalığa seslendi;" Herkes yerlerine bu gece kimse uyumayacak!" dedi Altantuya. Saatlerdir bu haberi duymayı bekleyen soğuğun hapsettiği bekçiler, hızla aşağıya avlunun içine gitmeye başladı. Avlunun tam ortasında büyük bir ocak yanıyordu.

 

Ocağın etrafında dört, beş kişinin oturabileceği onlarca oturak koca ocağın etrafına dizilmiş bekçi bekliyorlardı. Avlunun sağa ve sola uzanan karargâhın içinde ise dinlenmeye gelen bekçilerin yataklarıyla doluydu. Yukarıdan aşağı inen bekçiler hemen koca ocağın yanına doluşmaya çalıştılar. O kadar soğuk bir hava vardı ki Koca ocağın gücü dört metre uzağa oturan kişiyi ısıtmaya yetmiyordu. Avlunun içeriye bakan duvarları, sergisi hazır ünlü ressamların tabloları gibiydi, beyaz siyah ve eski çimento rengi. Yeni gelen genç bekçilerden bazıları koca ocağa yakın oturamadılar. Bu durum onları sinirlenmenin yanında donma noktasına getiriyordu.

 

Hepsinin yüzündeki renk değişimi neredeyse aynıydı, gökyüzünün bir şeye utanmış gibi al al bakması gibi onların da yüzü aynı renge bürünüştü. Ellerindeki eldivenler ellerine yapışmış ve inanılmaz ölçüde terlemişti. Güneşin saatlerce hüküm sürdüğü bu Orta Kıta'da artık Ay'ın geceye hâkim olmasına gelmişti. Karanlık peşi sıra getirdiği ayazı bekçilerin üzerine bırakıyordu. Koca ocağın uzağında kalan çaylak bekçiler kendilerine doğru yanaşarak ısınmaya çalışıyorlardı.

 

Birden bire zindandan sesler gelmeye başladı. Isınmakla meşgul olan bekçiler, İteber'in zindanda oluşunu bu sesle hatırlamış gibi oraya kafalarını çevirdiler." Selam tatlımmm, nasılsın aaaaa kokunu alabiliyorum genç bekçiii hoşgeldinnn" dedi Albıs. Hücrenin kapısını açmakla uğraşan İlteber, bu seslerle biraz korkmuştu. Kas katı kesilen kilidi açmakta zorlanıyordu. Gözlerini bir içeride ki elleri bağlı Albıs'a çeviriyor sonra hemen açmaya çalıştığı kilide odaklanıyordu.

 

Sonunda açmayı başarmıştı. " Komutan seni istiyor. Kalk ayağı!" dedi korkusunu bastırmak için bağırarak konuşuyordu İlteber. " Hımmm bakıyorum da dumanı fark etmiş , ama yaşlandı bu Altantuya canım. Eskiden olsa çok daha erken fark ederdi yazık. Üzüldüm bak şimdi."" Ne saçmalıyorsun sen. Yoksa biliyor musun sen dumana neyin sebep olduğunu?" dedi İlteber ve gözlerindeki büyüme ona zafer kazanmışçasına parlamasına sebep oldu." Sadece onu değil tatlımm, seni de biliyorum hahahaha" dedi Albıs kötü kötü gülerek devam etti sözlerine." Herkesten daha ne kadar saklayacaksın Genç bekçi." "Bak ne dediğini bilmiyorum ama yürü, hemen kalk hadi boş konuşma!" sesi titreşimler halinde Albıs'ın gözlerinin içine bakarak göndermeye çalıştı.

 

"Ama neyse ki bunu daha fazla saklayamayacaksın, çok belliiiiiii kokunu alabiliyorummm genç bekçi" dedi ve farklı tonlarda ıslık çalmaya başladı. Sesi zindanda yankılanmaya dışarıda oturan bekçilere ulaşmaya başladı. Albıs'ın arkasından kılıcını çıkarmış ve onu komutana doğru götürmek için zindandan çıkmıştı. Uzun boyu onun bir Albıs olduğunun kanıtı gibiydi. Kıp kırmızı giydiği kıyafetinin uzunluğu yerde biriken karları da sağa sola iterek götürmesine sebep oldu. Zindanın kapısından geçemedi.

 

Eğilerek zindan kapısının altından geçti. Uzun tırnakları ve mor gözleriyle koca ocağının yanında oturan bekçilerin bazılarını heyecanlandırıp bazılarını ise korkutup gözlerinin ondan almaya çalıştılar. Kılıcını tutarken ayazın getirdiği bu soğuk havanın sebep olduğu bir titreme kılıcını tutmasını zorlaştırdı. Islığın şiddeti giderek artmaya başladı. Farklı seslerin birleştiği bu tınılar sanki bir şey anlatıyormuş gibiydi. Karların hızla yağmasıyla birlikte bu ses oturan bekçilerin uykusunu getiriyordu. Bazıları çoktan kendinden geçmişti bile. Merdivenler bitmişti. Son basamağı çıktı, kafasını kaldırdı. Saçları beline kadar geliyordu.

 

Yüzündeki kılcal damarlar Setin duvarların üzerinde bulunan ışıklara yaklaştığında daha belirgin bir hal alıyordu. Yüzündeki kalın kılcal damarların içinde dolaşmakta olan kan dahi görebiliyorlardı. Komutan ona doğru döndü yüzüne doğru bakıyordu. Yanında meşale tutan bekçi tir tir titriyordu. Çenesinin yukarı aşağı doğru belli belirsiz bir ahenkle çıkardığı sesi orada bulunan herkes işitiyor ama ona dönüp bakmıyorlardı. "Vayyy beee doğruymuş aldığım bu kokuyu tabi ki hatırlıyorum.

 

Komutan bu dumanın kokusunu içine öyle bir çek ki bir daha böyle bir durumla karşılaşmayacak kadar yaşlandın çünkü hahaahaha" dedi Albıs." Boş konuşmayı bırak sana bir soru soracağım ve bana doğruyu söyleyeceksin. Duydun mu beni işe yaramaz yaratık." Dedi Altantuya. Konuşması bitince ikisi de birbirlerine doğru bakmaya başladılar. Albıs, ileriye doğru onun gözlerini içine bakmak için biraz eğildi. İyice yaklaşmış bakıyordu. Konuşması her bittiğinde ıslık çalmayı da ihmal etmiyordu. "Islık çalmayı bırak. Ne yapıyorsun sen ya! sorduğum soruya cevap ver sadece" dedi Altantuya. Eğilmiş vücudunu tekrar düz bir biçime soktu. " Korkuyosunnnn Altantuya korkuyorsunnn.

 

Sen, sen korkuyorsun öylemi? Bu gözler bunu da gördü be büyük komutan. Açıkçası şaşırdım." Ulan ben sana ne dedim he ben sana ne dedim sorduğum soru haricinde konuşmayacaksın demedim mi? Bana bak Albıs seni Dağ Hanlığına götürmem, ben öldürürüm seni anlıyor musun? Yaşamın benim iki dudağımın birleştiği yerde son bulur. Bunu bir düşü...." Dedi ve gözleri kapanmaya başladı.

 

Yanında duran Kunt ve Kongar hemen durdukları yere düştüler. Elindeki meşaleyi düşüren bekçi Komutanın yanına doğru uzanıp uykuya daldı. Bir bir yere düşen bekçileri gören İlteber olan bitene anlam veremedi. Önünde duran ve ıslık çalmaya devam eden Albıs'a doğru kılıcını kaldırdı. Tam bu esnada kollarını yukarıya doğru kaldırmış vaziyette duran Albıs'ın koltuk altından giren bir ucu demirden ok gördü." Kılıcını yere bırak İlteberrr ve hemen o oku çıkar!" dedi bu ses İlteber' in kulaklarını sağır edecek kuvvette bir sesti.

 

İstemsizce kılıcını yere bıraktı. Albıs önünde eğilmiş ve oku çıkarmasını bekliyordu. Orada bulunan ve ıslığı işiten her bekçi uykuya dalıyor ama İlteber halen ayaktaydı. Zihni halen açık olan İlteber; "Ben yani nasıl oluyor da ben uyumuyorum." dedi. "Şimdi emin oldum genç bekçi. Bu sır olarak kalmayacak bunu sen de biliyorsun." Dedi Albıs. İki eliyle birlikte oku çıkardı. Albıs eğildiği yerden doğruldu. Arkasını döndü. "Sen de merak ediyorsun değil mi? Bu dumana sebep olan şeyi?" Konuşmak istedi ama konuşamadı. Ağzından çıkacak olan harfler çıkamadı. Boğazına düğümlenmiş olan sözcükleri kafasını sallayarak söyledi.

 

Yanına doğru eğildi. "Bu duman neyin habercisi biliyor musun? Bu olan biten şey Tengri Erliğin herkese korku ve acı getiren dört büyük şamanından birinin işi. Çok yazık, T.S.S Orta Kıta'da hiç görülmeyen o Kara Şamanlardan biri Ker Ormanında." Dedi ve bir anda kırmızı kanatlı kuş donuna girip uçarak uzaklaştı. Vücudunu inanılmaz derece bir korku sardı. Dizlerinin üzerine çöktü önünde yere yığılan bekçilere baktı. Gözleri korkudan ve acıdan dolayı büyümüştü. Elindeki oku yere bıraktı. Kafasının içinde sürekli dönen ve bir yerde duran Kara Şaman fısıltılarıyla bir süre durdu. Durduğu yerde yere yığıldı.

SÖZLÜK

Dağ Setti; Oğuz Kağan tarafında İtbaraklardan korunmak için Dağ Hanlığı halkına yaptırdığı uzun 12 Kuleli bir settir.

Albıs: Türk Mitolojisinin cadı formundaki öğesidir. Kötücül büyüleri yapabilir.

Loading...
0%