Yeni Üyelik
10.
Bölüm

"6.BÖLÜM 2.KISIM" Yaralı Bekçi Asker

@mmsyazar

Gökyüzünün asık suratı yere yansımış vaziyetteydi. Ker ormanı beyaz bir gelinlik giymiş yazı bekliyordu. Yarışlarında kazanan olmasa da karlar hızla bazıları yavaş ve aheste bir tavırla yeryüzüne iniyordu. Yerde yığınla kar olmasına rağmen bu durum bulutların için az kabul ediliyordu. Zaman geçmiyordu ki yeni fedailer yukardan aşağı doğru inmesin. Güneşin artık esamesi okunmuyordu. Işınları o asık suratlı bulutların içinden geçmiyor asla yeryüzüne inmiyordu. Yeşil tabiatın o güzel anları artık kaybolmuştu. Beyazın düşmanlığıyla baş edememiş ve yenilmişti. Ker ormanı her anıyla kendinden korkuturdu. Yılın tamamı boyunca karların üzerini örtüğü çorak ve ıssız bir bölgeydi.

 

Oradaki ağaçlar bir Akçaçamın boyunun iki katı yüksekliğindeydi. Her biri seksen metreyi bulan yaşlı, huysuz ve beyazlarla bütünleşmiş çamlardan oluşurdu. Yerde artık tabaka tabaka oluşan kar hiç erimezdi. Yıllar önce büyük bir gölün olduğu ve bu gölün T.S 'den sonra kıtalar ayrıldığında yok olduğuna inanılırdı. Karların en çok yakıştığı ise Orta Kıta'nın en büyük dağı olan Ak Dağ'dı. Dağın üzerindeki yığınla her yıl yağan kar onun bir buz şelalesini andıran görünümünü biçimlendirirdi.

 

Çamların bazılarında dalların hareketlenmeye başladığı duyuldu. T.S' den sonra hiç ses dahi çıkmayan bir orman olmuştu. Bu değişik denilecek şekilde çıkan sesler dalların üzerindeki karları yerdeki diğer ölü karların üzerine düşürüyordu. Dallar biraz daha sallandıktan sonra durdu. Kafasıyla yerde yakaladığı kemirgeni parçalamaya çalışan bir Şahin'di. Gagasıyla her vurduğunda kemirgenin kanı yukarıdan aşağıya doğru düşüyordu. Düşen her damla yerde tek tek daireler oluşturuyordu.

 

Ünlü ressamların fırça darbesi gibi yerde şekiller oluşturdu. Şahin son defa vurduktan sonra kemirgen öldü. Onun öldüğü daldan aşağıya halen kan akmaya devam ediyordu. Şahin ağzıyla tüylerini yolmaya çalıştığı sırada ilerdeki ağaçlıkların olduğu bölümden seslerin ona doğru geldiğini duydu. Gagasını artık kemirgenden çekmişti. Kafasını aşağıya doğru eğdi. Sesler oldukça yakından geliyordu. İyice eğildi ve gelen şeyi gördü. Tam onun kemirgeni öldürdüğü yerde kan damlalarının olduğu kısımda ayakta bekliyordu.

 

Şahin'in korktuğu her halinden belliydi. Ayak pençeleriyle tuttuğu kemirgeni bırakmaya karar verdi. Yanlış bir seçim yaptığının farkına varamadı. Pençelerinden birini çektiği anda kemirgen yukarıdan aşağıya doğru düştü. Düşen kemirgen kendi kanının tam ortasında karların üzerine yığıldı. Şahin aşağıya doğru baktığı anda onun kendisine doğru baktığını gördü. O korku ona hızla uçup kaçması gerektiğini bildirdi. Kanatlarıyla uçmaya başladı. Kafası halen aşağıda ne yaptığını merak ediyordu. Kendi açlığından daha önemli bir şey olmuştu.

 

Yere düşen kemirgeni almadı ve geldiği yöne doğru koşarak gözden kayboldu. Uçmasını devam ettiren Şahin Dağ Settine doğru yaklaştı. Tam setin üzerinden geçerken alımlı bir şekilde öttü. O öttüğü esna da yerde bayılan bekçilerden ayılan biri olmuştu. O aslında ıslıkla bayılmayan İlteber'di. Komutan Altantuya'nın tam ayaklarının önüne düşüp bayılmıştı. Gözleriyle puslu ve tam rengi anlaşılmayan gökyüzüne doğru baktı. Elini yüzüne doğru getirdi.

 

İki elinin başparmaklarıyla birlikte içlerini ovdu. Tam o esnada göğsündeki ağır soğukluğu hissetti. Kollarının biraz daha yatsa donacak olduğuna karar verdi. Gözlerinden çektiği parmaklarına baktığında hafifçe pembeleşmişti. Ellerini o şekilde gören İlteber ikisini de yan yana getirerek birbirlerine sürtmeye başladı. Bu sıradan hareket bile şuan ona zor gelmişti. Gücü tükenmişti. Sol tarafına doğru döndü. Döndüğü anda setin uzunca koridorunda ayakta bekleyen bir tane bile bekçinin olmadığını gördü.

 

Bu alışık olmadığı bir şeydi. Dağınık biçimde herkes bayılmıştı. "Hayıııırr." Dedi sesini kendi dahi duymuyordu. Boğazından yukarısı donmuş gibi hissetti. Sağ elini boğazına doğru götürdü. Boğazının elinden daha soğuk olduğunu hissettiği anda çekti. Tam doğrulmuştu artık. Ama pek sürmeden yere yığıldı. Ayakları tamamen hissizleşmişti. Uyuşan ayaklarını elleriyle sıvazlamaya başladı. Zar zor aldığı nefesin önünde yanardağdan çıkan duman gibi daire oluşturuyordu. "Komutanımm "dedi ama yine sesi çok çıkmamıştı. Kafasını sağa sola doğru olan biten her şeyin nasıl olduğunu anlamaya çalışır gibi salladı durdu.

 

"Komutanımm uyanınnn "dedi bu bir öncekilerden daha iyi çıkmıştı. Ama Altantuya halen kalkmadı. Etrafındaki diğer bekçilere de baktı kendisinden başka kimse kalkmamıştı. "Komutanımm" dedi son kez bu sefer o tiz sesini kendi de duymuştu. Sesi işitmesine karşın gözlerini açamıyordu. Kirpikleri donma noktasına gelmişti. Kirpiklerinin tamamı ben beyaz buz tutmuş sarkıt gibi görünüyordu. O da elleriyle gözlerini ovalamaya çalıştı. O esna da az da olsa gözlerini açtı. Tam önünde yerde yatan İlteberle göz göze geldi. Çok az ve bulanık gördüğü için ilk başta tanıyamadı.

 

"Sen de kimsin?" dedi buğulu sesiyle birlikte Komutan Altantuya. "Benim komutanım İlteber." Dedi sağ kolunun dirseğiyle tutunarak kalkmaya çalışan İlteber. Bu sefer ayağa doğru kalktı. Ayaklarının uyuşukluğu az az geçmeye başladı. Altantuya'nın yanına giderek onun kalkmasına yardım etti. Eliyle tuttuğu elini kendine doğru çekti. Yüzünde bir buruşukluk olan komutan kendini geri çekti ve ;" Dur İlteber. Ayaklarım.. Ayaklarımı hissetmiyorum. Biraz bekle" dedi gözlerini kapatıp yanaklarını gerdiğini anda acı çekerek Komutan Altantuya. Konuşmaya çalıştı fakat konuşamadı. Bir kez daha denedi bu sefer zor da olsa konuştu." Herkesi kaldır İlteber durma herkesi.." dedi ve yine duraksadı. Vücudunun tamamı buz kesmişti. Kollarının ellerine kadar olan bölümü ayakları gibi uyuşmuş kan dolaşımı yavaşlamıştı. Yavaş yavaş etrafa bakmaya çalıştı. Adımlarını atmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

 

Yerde yatan diğer bekçilere giderken üzerlerine yağan karlardan bazılarını tanınmaz hale geldiklerini gördü. Eğildiği her bekçinin vücuduna dokunarak kaldırmak istedi ama eğildi her an içindeki dayanılmaz hareketsizlik onu durduruyordu." Kalkınnn hadiii kalkınnn uyanınnn." Dedi sesi fazla yüksek çıkmasa da onun sesinin tonu dahi onların uyanmasına sebep olmuştu. Uyanan her bekçi asker kalkmakta zorlanıyordu. Bazıları bağırmaya bazıları uyanmakta zorlanıyordu." Uyanan bekçiler yanındakileri uyandırsın hadii uyanın."

 

Dedi tekrardan İlteber." Yardım ett yardım et" diye bir ses duyuldu arkasından. O bile zor duymuştu bu sesi göğsünü tutarak arkasını döndü." Yardım et İlteber." Dedi tekrardan Komutan Altantuya'nın yanın da yatan Kongar'ın sesiydi bu. İlteber hafif gülümsemeye çalıştı ama yüzünün kaskatı kesilmesi buna engel oldu. Yanına doğru ilerledi eğildi ve onu kaldırmaya çalıştı. "Kalkmaya çalış Kongar. Hadi tutun bana" dedi. Ellerinin soğukluğu onu da üşütmeye yeterdi. İlteber'e tutunarak kalktı. Ayakta durmakta zorlanan Kongar İlteber'e yaslanarak duruyordu." Kalkınnnn hemen hadi bekçiler uyanınn"

 

diye bağırmaya çalıştı ama onun da sesi çıkmıyordu. Kendi başına kalkmaya çalışan Komutan Altantuya zor da olsa kalktı. On metre solunda kalan büyük davula doğru ilerledi. Her geçtiği bekçiyi kaldırmaya çalıştı fakat hiç biri uyanmadı. " Kalkınnn çocuklarrr kalkınnn uyanınnn" dedi bağırıyordu artık Altantuya. Kalkmayan bekçileri gördüğü her an üzüntüden yıkılıyordu. Hepsinin üzerine gece boyu kar yağmıştı. Ölmeden önce doğa onların kefenini hazırlamıştı. Hareketsiz durmalarını sürdürdüler.

 

Davulun başına zor da olsa geldi. Etrafında tokmağı ararken yanı başında yere düşen davulcu bekçinin elinde olduğunu gördü. Hafifçe eğildi yüzüne dokundu ama yüzü bembeyaz içindeydi. Üç yıl önce sekizinci seçilen bir genç bekçiydi. Ölmüş olduğunu anladığı o an gözlerini kapattı ve açtığında sağ gözünden yere doğru bir damla gözyaşı düştü. Sağ eliyle kafasındaki bürkü çıkardı ve kenarı koydu. Gözlerinin açık olduğunu o an anladı. Eliyle gözlerinin üzerinden ağzına doğru yüzüne sürterek götürdü. Gözlerinin kapandığı sırada elindeki tokmağı almaya çalıştı.

 

Sıkı sıkı tuttuğu tokmağı asla bırakmıyordu. Tokmağı tutup çekmeye çalıştı ama tokmak ele yapışmıştı. Kar nerde olursa olsun her zaman kati olan oydu. Katil olan bu kar halen daha utanmadan yağmasını sürdü. Ne yaparsa yapsın asla çıkmıyordu. Sağına soluna baktı bazı bekçiler zor da olsa üzerlerindeki sahte kefeni temizleyerek uyandılar. Ama henüz çok bekçi yerde hareketsiz yatıyordu. Karın acımasızlığı her halinden belli oluyordu. Belindeki hançerine uzandı. Sol eliyle ise gözlerinde gölet oluşturan damlaları temizliyordu.

 

" HI, hı... hı.. hı" diye hıçkırarak ağlıyordu. Hançeri yavaş yavaş çıkardı. Bunu asla yapmak istemiyordu. Donmuş yüreği artık alev alıyordu. Bir gece boyunca donana her zerresi artık ateşler içinde kalmıştı." Özür dilerim evlat... Özür dilerimm. Beni affet oğlum. Beni affet." Dedi elinin dolu dolu olan gözlerinden çekmeden Altantuya. Gözlerini iyice temizledi. Bıçağı yerde ölen bekçinin sağ elinin bileğinden keserek tokmakla birlikte aldı. Her yeri bembeyaz olan dağ settinin zemini artık kırmızı ve sıcak bir kana bulandı. Tokmakla birlikte bekçinin kesilen elini de tutan Altantuya büyük davula vurmaya başladı. Herhangi bir ritmi yoktu. Rastgele sert bir şekilde vuruyordu. Her vurduğunda kalın ve her yere ulaşabilen bir ses duyuluyordu. Davula ve kendi üzerine ise kesilen elden kanlar bulaştı.

 

Her vurduğunda tokmak ve davul kıpkırmızı kesiliyordu." Kalkınnnn lannn kalkınnnn. Uyansanızaaaa." diye hem bağırıp hem de davula vurdu. Yerde yatan her bekçi gözlerini açarak kalkmaya çalıştı. Kalkan her bekçi yanında kinin kalkmasına yardım ediyordu." Komutanımm... yeterr artık vurmayın" diye bir ses arkadan geldi. Altantuya bu sesi işitmedi halen daha vurmaya devam ediyordu. Kongar kendisini duymayan Komutana doğru gitti." Komutanım yeter yaşayan bütün bekçiler kaktı efendimm. Yeter vurmayın artık." Dedi yerde yatan genç bekçinin koluna bakarak hüzünlü ve gözleri dolmuş bir anda Kongar.

 

Tokmağı yere bıraktı kafasını kaldırdı ve yüzü tamamen kırmızı kıyafetlerinin sağ tarafı kan olmuştu. Davulun her zerresi kana bulanmıştı. Beceriksiz boyacının yaptığı duvar gibi belirli yerleri kırmızı diğer yerleri beyaz kalmıştı." Ölüleri tespit edin. Ve Dışarıya hepsini taşıyın." Dedi ve ilk kez bir emir verirken sesi bu kadar sönük çıkmıştı. Kongar'ın önünden aşağıya doğru gitmek için merdivenlere yürüdü. Merdivenlerin önüne geldiği anda sağına Ker Ormanı baktı. Ormanda gördükleri duman artık yoktu.

 

Gözlerindeki yaşı silerek aşağıya doğru indi. Yanında hem aşağıya hem de yukarıya doğru bağırarak tanıdıklarını arayan bekçiler göründü. Elli beş bekçi asker donarak ölmüştü. Hepsini karargâhın dışındaki mezarlığa taşıdılar. Büyük ocağın oraya geldiklerinde kapının açılması için tutup çektiler. İki bekçi asker bunu yapamadı. Diğer bekçiler bunu görüp koşarak kapıya doğru geldiler.

 

Altı kişi kapının açılması için çaba gösteriyordu. Sonunda kapıyı açtılar. Kılıçlarını çekmiş gelen düşman askeri gibi içeriye tozla karışık havada karlar içeriye girdi. Her omza alınan bekçi dışarıya çıkarılıyordu. Bekçiler ölen askerleri getirdiklerinde. Ona yakın mezarın açıldığını gördüler. Birisi halen daha diğer mezarı kazıyordu. Toz bulutundan bir şey göremeyen bekçiler getirdikleri bekçiyi yere bıraktı.

 

Biraz daha ilerledikten sonra mezarlarını kazanı gördüler.;" Komutanım siz misiniz?" dedi ayakta duran bir bekçi. Komutan Altantuya cevap dahi vermedi. Kazmaya devam ediyordu. Ayakta bekleyen bekçiler birbirlerine baktıktan sonra ölen bekçileri almaya tekrar dönüler. Döndükleri sırada ayaklarına bir şey takıldı. Dördü birden yerdeki sese doğru kilitlendi. Yere doğru eğilen bekçiler yerde altı yedi tane küreğin olduğunu gördüler." Hadi biz de kazalım" dedi bir bekçi.

 

Oradaki dört bekçide komutanın yanına giderek mezar kazmaya başladı. Bütün ölen bekçiler mezarlığa getirdiler. Kongar içlerinden çıkarak mezar kazan Altantuya'nın yanına doğru ilerledi. "Komutanım. Hepsinin getirdik. Efendim." Dedi kafasını biraz öne doğru getirerek Kongar. Son kez kazdıktan sonra küreği toprağa sapladı. Arkasını döndüğünde yüzü pespembe kesmişti. Gözlerinin içi halen daha dolu ve yaşarmış şekildeydi." Davulcuyu getir." Dedi bu kesin ve net bir emirden başka bir şey değildi. Diğerlerinin içinden arayıp onu buldu. Sırtına aldığı eli kesik bekçiyi ve elini komutana doğru getirdi." Bırak!" dedi Kongar'a bakmadan Altantuya. Yere bıraktığı genç bekçiyi kucakladı.

 

Son kazdığı mezarın içine bıraktı. Kılıçlarını ve kesik elinde takılı olan tokmağı koydu. Toprağa sapladığı küreğini aldı. Dışarıya kazdığı toprağı mezara doğru atmaya başladı. Diğer bekçiler meraklı gözlerle bu duruma bakıyorlardı. Onun toprağı atmasıyla birlikte diğer bekçilerde bir bekçi alarak onun yanındaki kılıcıyla, okuyla gömmeye başladı. Ölen bekçiyi gömdükten sonra arkasını döndü. Onlarca bekçi diğer onlarcasını gömüyordu.

 

Daha önce bu kadar çok ölen bekçi hatırlamıyordu. T.S 'da en son bundan çok bekçi hayatını kaybetmişti. Kaşlarını çatarak gözlerinin yaşını silerek sete doğru yürüdü. Set kapasına gidene kadar etrafında hep aynı şeyleri görüyordu. Bir yerden sonra artık sadece ayaklarının önüne bakarak yürüdü. Yüreğindeki alev harlanmaya ve asla sönmeyecek durma gelmişti. Dışarıdaki soğuk hava dahi onu söndürmeye yetmedi. Büyük kapıdan içeriye doğru adımını attı. Arkasından diğer bekçiler girdi. Setin üst kısmın da nöbete bırakılan bu yıl genç bekçi olarak giren Demirkan bağırmaya başladı.;"

 

Komutanımmm komutanımm kapıyı açınn kapıyııı açınn yaralı bir asker var yaralıııı" diyerek bağırıyordu. Sesi duyan Altantuya hızla tünele girdi. Tünelin sağında ve solunda beş metre aralıklarla meşale yanıyordu. Bazıları sönmüştü. Koşarak gittiği tünelde sol tarafta duran kolu aşağıya doğru indirdi. Büyük kapının ilki ağır ağır açıldı. O kolu bırakıp diğerine geçti. Ve o kolu da aşağıya doğru indirdi. Son kapıda açılmaya başladı.

 

Yaralı ve sol gözünü kaybeden bir atın üzerinde sol tarafta başı ve kolları sağ tarafta ise bacakları olan bir av bekçisi geliyordu. Dışarıya doğru koştu atı durdurdu. Üzerinde duran bekçiyi aşağıya doğru indirdi. Yüzünün sağ tarafı dört tane pençe yarasıyla yaralı bir şekilde Altantuya'ya bakıyordu. Sağ kolu ise derin bir ısırık yarası vardı. Eliyle nabzını kontrol etti ve tünelde onu izleyen bekçilere bağırdı;" Buraya gelinnnn yaşıyorrrrr Kongarrrr çabukkkk.

 

" Dedi içindeki ateş bir anlığına hafifledi. Bu dayanılmaz acı ve keder yerini yaralı bir askerin şahdamarında yavaş yavaş atan canına bıraktı. Bekçiler koşarak Altantuya'nın kucağındaki bekçiyi sırtlarına aldılar. Büyük ocağın önündeki KımızHane'ye getirip masanın üzerine bıraktılar. Kapıdan hızla giren Altantuya

 

"Çekiliinnn çekilinn" diye bağırarak girdi. Masaya uzanmış şekilde yatan av bekçisi zor nefes alıyordu. Avı kontrol etmek için giden beş bekçiden sadece o geri dönmüştü. "Sıcak su ve bez getirin bakmayın lan salak gibi" dedi kızgınlığının acısını bekçilerden çıkararak Altantuya. Birkaç bekçi acele bir şekilde sıcak su ve bez alarak yanına geldiler. Bezi sıkıp yüzünü ve kolunu temizledi. Yaralı bekçinin sağ gözü tamamen içinden çıkmıştı. Yüzü kanlar içinde kalan bekçi zorda olsa konuşmaya çalıştı. Sözcükleri boğazına kilitlendi. Sol gözünü açmıştı parlak ve yoğun bir şekilde kanlanan gözü maviydi. Sakallarının yarısı kana yarısı ise kara bulanmıştı. Hem ağlayıp hem de kanları temizleyen Altantuya;

 

" Bana bak oğlum bana bak yaşıyorsun anladın mı beni bak yaşıyorsun." Dedi ağlamaklı bir şekilde. Sol eliyle gözyaşlarını tekrar sildi. Oradaki bekçiler o ünlü komutanı ilk kez bu kadar çaresiz ve ağlarken görmüşlerdi. Bazıları ağlıyordu ve bu durumun bir rüya olmasını içlerinden geçirdiler."

 

Komuta.... Özür di.... Bir andaa ol... saldırdı.... Hepsi bize saldırd.... Onnlarrr...." Dedi yarısını söyleyip yarısı kan tükürerek söyledi. Kulağını yaralı askerin ağzına götüren Altantuya;" Bana bak.... Bana bak... yaşıyorsun sakin ol oğlum sakinleş Barlas iyi olacaksın evlat." Dedi yüzünü silmeye devam ederken. Kongar yanına doğru geldi. Yarlarını inceledi bu yaralar ona tanıdık gelmiyordu.

 

- "Komutanım kim yapmış olabilir. Bu kadar derin yaraları ilk kez görüyorum." Dedi kafasını sallayarak Kongar.

-"Bilmiyorum Kongar bu yaralar bir kurdun olamaz. Kurt bu kadar yara açmaz hem nasıl kurtuldu. Sanki birisi atın üzerine bırakmış. Anlamıyorum nasıl yaralı olarak kurtuldu." Dedi ona bakmadan Altantuya.

 

-"Doktorda Dağ hanlığına gidecek zamanı buldu." Dedi Kunt sinirli bir şekilde.

 

-"Hemen arabayı hazırlayın çabuk olunn İlteber çabukk Dağ Hanlığına gidiyoruz şamanın yanına" dedi arkasında İlteber'i arar gibi bakarak. Arka taraftaki kalabalıktan çıkmak için çabaladı. Kendini dışarıya doğru attı. Tünelden at toynaklarının belli belirsiz sesini duydu." Lannn hayır hayırrr komutanımmm" diye bağırdı İlteber. Koşarak ayağının biri kırılan atın üzerinde aynı pozisyonda duran diğer av bekçisi geliyordu. Atın eyerlerinden tutarak durdurdu. Bekçiyi kendine doğru çekti ve üzerine aldı. Yere uzandı kollarına aldığı bekçinin yüzü tamamen soyulmuştu. Korkup geriye doğru irkildi. Kafatasının içi net bir şekilde görünüyordu.

 

"Komutanımm..." dedi ve sol tarafa doğru kustu. Tünelin başında ayakta bekleyen Altantuya koşarak bekçinin yanına geldi. Gördükleri karşısında şaşkınlığa uğramıştı. Diğer bekçilerde geldiler. Her bakan bekçi kendini geriye doğru atıp bu işlenmiş vahşeti görmek istemiyordu. Yeni gelen bekçilerden bazıları İlteber gibi kustular. Kongar eliyle kafasını götürüp kafasına vurmaya başladı" Noluyor lan noluyor la." Dedi ve büyük iki demir kapının önünde bekleyen3 at ve üzerlerindeki yaralı diğer askerler bekliyorlardı." Hayırrrr hayırrr!" diye bağırarak koştu. Koşarken diğer bekçiler onun arkasından koştular. Aldıkları bekçileri içeriye doğru taşıyıp yan yana dizildiler.

 

-"Barlas hariç hepsi ölmüş komutanım." Dedi kafasını dahi kaldırmadan ağır bir şekilde Kongar.

 

-"Dışarıya çıkın ve dört mezar daha kazın." Dedi ve kimse yerinden kımıldamıyordu. Sanki herkes sağır olmuştu. "Kimeee diyorum lannn!" diye bağırdı. Bu haykırışı onun ünlü Set Komutanı olduğu gerçeğini bekçilerin yüze tokat gibi çarptı. Arkasında bekleyen bekçiler hepsi bu sesten sonra dışarıya çıktılar. Kımız hanede artık sadece Kongar, Kunt , İlteber ve birkaç tane okçu bekçi vardı. Ayağa kalktı karşı dolabın içinden aldığı dört tane beyaz örtüğü ölen dört bekçinin üzerine örttü. Barlas zor nefes alsa da mırıldanıldığı duyuldu. Başında bekleyen Altantuya sesi duyar duymaz ona doğru yaklaştı.

 

-" Komut...Hepimiziii kurt...Oyduu... Efend..." dedi ve son sözlerinden sonra bayıldı. İçeriye kan ter içinde kalmış şekilde İlteber girdi. "Komutanım araba hazır." Dedi heyecanlı bir şekilde. " Kongar ve İlteber benimle geliyorsunuz." Dedi ayağı kalktığı esnada Altantuya. "Hepsini gömün ve iki demir kapıyı kapatın. Bugün kimse uyumayacak duydun mu beni Kunt?" dedi Altantuya çok sert bir şekilde uyarmıştı Bekçi başı Kunt'u.

 

"Emredersiniz efendim." Dedi iki ellerini önde bağlı duran Kunt. Dışarıya doğru adımlarını hızlı bir şekilde attı. Büyük kapıyı açan bekçilerin yanında ayakta duran atına bindi. Kılıçları ise çapraz bir şekilde duruyordu. Kurt postunu giydi. Bugün olan olaylardan ötürü gözlerinin içi kıpkırmızı kesilmişti. Masmavi gözleri ise ışıltısını kaybetmişti. Arabaya koydukları Barlasın başında bekliyorlardı. "Hızlı ama dikkatli sürün çocuklar." Dedi arabanın başında duran diğer iki bekçiye Altantuya. Kapıdan hızlı bir şekilde çıkarak Dağ Hanlığına giden yola girdiler.

Loading...
0%