Yeni Üyelik
12.
Bölüm

"8.BÖLÜM" Ker Ormanı

@mmsyazar

Gökyüzünün kararmaya başlaması onun yüzünün asıklığını gitgide artırmaya yetiyordu. Güneşin artık olmadığı bu zamanlarda varmış gibi görünmeye devam ediyordu. Yüzünün pembeliği sanki bir şey yapmışta utanır vaziyetteydi. Gece yağan karlar daha tehlikeli bir biçimde aşağıya doğru iniyordu. Gökyüzünün allık masum yüzü yeryüzünü kandırmaya yeterdi. Bu duruma kanan yeryüzü bedelini ağır ve kasvetli bir yok oluşa doğru sürüklenmesine sebebiyet vermişti. Karanlığın tek hâkimi kar değil bir de amansız bir şekilde sakince yağan karları heyecanlandırıp sağa sola saçan rüzgardı. İkisinin düşmanlığı asla bitmek bilmiyordu.

 

Bulutların pespembe yüzünden aşağıya doğru inen zararsız karların aklını çelip başka yerlere götürmeyi çok iyi biliyordu. Orta Kıta'nın kuzey bölümünde bu yılki ağır geçecek kışın sinyallerini bu iki düşman savaştıkça anlaşılıyordu. Dağ Hanlığının üzerindeki bu iki düşman gecenin gizlemesiyle birlikte hızını artırmayı bildi. Yoğun bir şekilde yağan karı dayanılmaz ölçüde ve nereye gideceklerini bilmeyen karları savurmaya devam etti. Büyük dış kapının oradaki askerin başı Ak saçlı asker sarayın olduğu taraftaki bazı Dağ Hanlığı halkının koşarak ve bağırarak çıktığını gördü.

 

Bu sesler onun hızlı bir şekilde koşmasına yetmişti." Siz burada kalın siz ikiniz!" dedi bir anlığına arkasına bakarak Ak saçlı asker. Yanındaki diğer kapı bekçileri onunla koşmaya başladı. Üzerlerine doğru gelen halkın içinden geçmeye çalıştılar ama bu oldukça zor bir eylemdi. Kalabalık giderek artmaya ve onlara doğru koşmalarını sürdürdüler. Bazı çocuklar ve kadınlar Pazar meydanının kenarlarına doğru kusmaya başladılar. Bunu gören Ak saçlı asker şaşkınlığı ve merakı giderek artmaya devam etti." Tengri Ülgen Aşkına neler oluyor!" dedi telaşlı bir şekilde. Koşmasını sürdüren asker kalabalığı aşmıştı. Bir anlığına duraksamıştı.

 

Gözlerine inanamadı bunun bir hayal olduğunu düşünüp kafasını bir sağa bir sola hafifçe salladı. Yanındaki askerden bir kaçı arkalarını dönerek kustular. Kusan askerler daha bu yıl askerliğe seçilen yüzünde sakalları çıkmayan çocuklardı. Büyük saray kapısı sonuna kadar açıktı. Sol tarafta kapının yanına doğru düşmüş ve kafası gövdesinden ayrılmış mızraklı kapı bekçisi ölmüş şekilde kapıya yaslanmıştı. Gövdeden yukarıya doğru belirli aralıklarla çıkan kanlar yerdeki fayansa düşüyordu. Sağ tarafta ise diğer mızraklı askerin vücudu yere doğru uzanmış ve kesilen başı üç metre ilerisinde duruyordu. Ak saçlı asker gözlerini tam ortaya doğru çevirdiğinde uzun ve mavi bir parlaklığa sahip buzdan rampa gördü. Rampanın sağına ve soluna bir bedenin iki yarısı düşmüştü.

 

Büyük ve kıllı vücudunu gören Ak saçlı asker;" İtbarak" dedi biraz yüksek çıkmıştı sesi. Etrafında olan biteni anlamaya çalışan genç bekçiler bu sesten sonra karınlarındaki ağrının giderek arttığını hissettiler. Korkularını ellerinde tuttukları kılıçları sallayarak gösterdiler. Elleri ve vücutları titriyordu. İstemsizce geriye doğru birkaç adım atmak zorunda kalmışlardı. İleriye doğru koştu elindeki kılıcını kınına sokmadan koşuyordu. Terlemişti ve yorulmuştu. İçeriye girdiğinde dayanılmaz bir kokunun içeriye dağıldığını hissetti. İçeriye giren her asker sol ellerini Ak saçlı asker gibi ağızlarına götürdüler. Arkadan gelen yeni girmiş bekçi İtbarağın yarıya bölünmüş tarafını görüp koşarak dışarıya çıktı ve tekrar kustu.

 

Ak saçlı asker karşısında ayakta bekleyen Kağan Ay Han'ı gördü. Onu gördükten sonra kafasını eğdi. Diğer askerler olayın şokundan içerideki Kağanı göremediler. Onlarda Ak saçlı askerin eğildiğini görüp başlarını eğdiler. İtbarağın önünde eğilmiş kafasını aşağıya doğru eğilmiş vaziyette Komutan Altantuya'yı gördü. Onu ilk kez böyle bir şekilde gören Ak saçlı asker şaşkınlığı giderek artmıştı. Onun arkasında ayakta bekleyen Alabörü arkasını döndü. Yerde kafasını eğmiş olan Altantuya'nın yanında doğru geldi. Hıçkırarak ağlıyordu. Sinirden elleri titriyor ve öfkesinin dışa vurumu gözyaşları oluyordu. İyice yanına kadar geldi. Eğildi ve elini omzuna doğru koydu;

 

" Özür dilerim kardeşim." Dedi kısık ve bir anda çıkmıştı sözleri Alabörü'nün. Kafasını hafifçe arkasında ayakta duran Alabörü'ye doğru çevirdi. Gözlerinin içi çağlayan bir şelale gibi amansızca akıyordu." Özür dileme kardeşim, yapman gerekiyordu." Dedi ağlamasını sürdürerek. Salonun sol tarafından Asasını yere sert bir şekilde vurarak gelen Taptuk Ata sağ elini ağzına götürmüş vaziyette duran Ak saçlıya doğru;" Hemen bu iki bekçi askeri götürüp yakın çabuk olun!" dedi Taptuk Ata. İçeride bir kağan varken asla bağırılmazdı. Ama Taptuk Ata bağırarak ve emir verir şekilde konuşmuştu. Kağan dahil bütün Han'lar ona karşı derin bir saygı duyarlardı. Taptuk Ata'nın bağırarak geldiğini işiten Kağan;

 

" Hemen ne diyorsa onu yapın acele edin." dedi kızgın bir ifadeyle Kağan Ay Han. Ve ekledi;" Bütün Han'lar Savaş Odasına gelin! Altantuya, Alabörü ve Taptuk Ata sizde!" dedi sert ve duygu yüklü bir şekilde Kağan Ay Han. Ak saçlı ve yanındaki asker yerde yatan iki ölü askeri dışarıya götürdüler. Yerde dizlerinin üzerinde duran Komutan Altantuya kalktı. Sağında solunda duran İlteber'e ve Kongar'a doğru baktı. İkisi de Ünlü Set Komutanını bir süredir böyle görüyorlardı. Ona olan saygıları artık Ak Dağı aşmıştı. Meraklı gözlerle onun ağzından çıkacak kelimelere odaklanmışlardı." Sizde geliyorsunuz" dedi uzun süredir yorgun ve uykusuz halde Komutan Altantuya. Uzun U masanın etrafında artık kimse kalmamıştı.

 

Bazı hizmetçiler yerde oluşan kanları temizlemek için geliyorlardı. Yüzlerine örtükleri bezle bu dayanılmaz kötü kokudan kaçınmaya çalışıyorlardı. Taptuk Ata önde gidiyordu. Arkasında ise aynı anda Alabörü ve Altantuya onların arkasından ise İlteber ve Kongar geliyordu. Mutfağa giden koridorun sağında Oğuz Kağanın başındaki çift başlı boynuzlu tacı ve atının resmedildiği tablo duvarda asılıydı. Sol tarafında ise uzun boyu ve elindeki güneşin sembolize edilmiş şekliyle asasını tutan, arkasında dört kanatları olan Tengri Ülgen tablosu vardı. Koridorun sağından yukarıya doğru merdivenlerden çıktılar. Bir kez daha merdivenlerden çıkıp ikinci kata çıktılar.

 

Sağında uzun bir koridor ve beş kapı bulunuyordu. Sol tarafındaki koridorda sadece büyük bir kapısını olan oda göründü. Kapısı açık ve önünde Vezir Baymünke ayakta bekliyordu. Taptuk Ata asasını yere vurarak ilerledi ve Vezir Baymünke'nin yanından içeriye girdi. Salon çok büyük ve uzundu. Tam ortada büyük üzerine Orta Kıta'nın haritası işlenmiş Akçaçam odunundan bir masa bulunuyordu. Sağ duvarı baştan başa Uçkuş motifi ve karşısındaki duvarda ise Ulu Kayın ağacı vardı. Odanın tam karşısı ise Ker Ormanına bakıyordu. Orası tamamen camla kaplıydı. Orada ayakta bekleyerek Ker Ormanına doğru bakan Kağan Ay Han'dı. İçeriye giren Taptuk Ata'yı camın yansımasından gördü.

 

- "Karşımızdaki bu orman ne zamandan beri suskun Taptuk Ata" dedi o kalın ve güçlü tınılarıyla Kağan.

 

- "T. S'den beri kağanım" dedi ona

ayrılmış koltuğa oturarak Taptuk Ata.

 

- "İtbarakların tamamını T. S'de öldürmedik mi?" diye arkasını dönerek henüz oturmadan sordu Kağan.

 

- "Korkarım ki Tengri Erliğ onları tekrardan diriltmiş Yeraltı Dünyası'nda." Dedi ellerini bir araya getirmiş vaziyette Taptuk Ata. Orada bulunan Han'lar kafalarındaki soru işaretleriyle bir süre uğraştılar. Hem sorularla uğraşırken yanındaki diğer Han'lara da bakmayı ihmal etmiyorlardı. O tok ve heybetli sesiyle konuşmaya başladı Yıldız Han;" Onları diriltmiş olsa bile Taş Kapı Tengri Ülgen'nin büyüsüyle kapalı. Tengri Ülgen açmadığı sürece o kapıyı kimse açamaz. Bunun sonucunda İtbaraklar Orta Kıta'ya çıkamazlar Kağanım." Dedi konuşmalarının yarısını ona yarısını Taptuk Ata'ya bakarak.

 

- "Sorunda bu Hanım. Taş Kapı açılmış olabilir." Dedi dikkatli ve kesin bir

biçimde Taptuk Ata.

 

- "Bu imkânsız Taptuk Ata. Tengri savaşlarında Tengri Ülgen yaralandı. Ve o gün bugündür hiçbir Ak şaman onunla iletişim kuramadı. O olmadan da o kapı açılmaz." Dedi Gök Han'ın yanında oturan Deniz Han net bir şekilde.

 

- "O kapıyı çok iyi biliyorum Hanlarım. Kapıyı belirli zaman aralığında açık tutacak kadim büyüler biliyorum." Dedi oradaki Han'lara bakarak Taptuk Ata.

 

- "Peki açıldı diyelim. Taş Kapı 'yı koruyan yaratığı yüzlerce İtbarak öldüremez." Dedi Taptuk Ata'nın yanında oturan Dağ Han kesin bir ifadeyle birlikte.

 

- "O yaratığı öldürenler İtbaraklar değil, Kara Şamanlar." Dedi sessizliğini bozmuştu Gök Han. Bunu dedikten sonra salonda aniden bir sessizlik hâkim olmuştu. Bazı Hanlar ellerindeki kımızları tam içmeden yere bırakıtlar. Alabörü Gök Han'ın bu konuşmasından sonra kafasını aşağıya doğru eğerek hafifçe gülümsedi. Duyduklarına anlam veremeyen İlteber bir anlığına gözleri büyümüştü. Taptuk Ata o küçükken İtbaraklarla ilgili bir hikayesini dinlemişti. Aklına getirdiği o hikâye kanını dondurmaya yetti. Beti benzi atmış vaziyette hemen önünde duran kımızı aceleci bir tavırla içti.

 

- "Sen ne dediğinin farkında mısın?" dedi kaşlarını çatmış vaziyette Kağan Ay Han.

 

- "Şenliğe gelirken Ötüken Ormanından geçtik. O büyük patikanın ortalarına kadar gelmişti ki atlarımız artık gitmiyordu. Arabanın penceresini açtığımda inanılmaz bir kokunun geldiğini hissettim. Arabadan indiğimde koku giderek artıyordu. Önde duran bayrak tutan askerler sol ellerini ağızlarına götürmüş duruyorlardı. Bindikleri atlar ise huysuzlanmaya başlamıştı. Arabanın arkasına doğru gidip atıma bindim. Kokunun geldiği yere doğru ilerledim. Bir açıklık olduğunu o an anladım. Koku orada daha da belirgin bir hal aldı. O açık alana girdiğimde dikkatimi çeken ilk şey yerdeki siyah parlak kanlar olmuştu. Tam ileride daire biçiminde kapkara karlar gördüm.

 

O kara dairenin içinden halen daha kırkayaklar çıkıyordu. Tabi ilk başta anlam veremedim. Arkamı döndüğümde biraz daha ilerledim. Yerde karların üzerini örtüğü bir tümsek gördüm. Onu kazdığımda ise yerde ölmüş olan bir Ker Ateş yılanını buldum." Dedi o anlatırken hepsinin gözleri ve kulakları bu hadiseye doğru çevrilmişti. Şaşkınlıkla Gök Han'ın konuşmalarını dinleyen Kağan elinde tuttuğu kımız bardağını bıraktı ve Gök Han'a doğru;" Yine de o yaratığı dört Kara Şaman da öldüremez. Ama demek ki dört Kara Şaman Orta Kıta'da. Davulu veya tokmağı var mıydı?" dedi Kağan.

 

- "Hayır kağanım hiç biri yoktu." Dedi Gök Han.

 

- "Bütün işaretler onu gösteriyor ama ya o değilse" dedi odadaki herkese bakarak.

 

- " O kağanım. Ötüken Ormanı'nda bir kara şaman öldürüldü. Onu öldüren ise şuan aramızda." Dedi Taptuk Ata Kağana bakarak. Hanlıklar bu konuşma sonrası odadaki herkese bakmaya başladılar. Odada bulunun herkes şüpheli konumundaydı. Bazı Hanlar ise sadece Alabörü'ye bakıyorlardı. Bu olayı sadece onun yapacağını biliyorlardı.

 

- "Kim?" dedi sakin bir şekilde Kağan.

 

- "Benim kağanım." Dedi geldiğinden beri konuşmayan Alabörü.

 

- "Nasıl yani sen bir Kara Şaman' mı öldürdün. Kafayı mı üşüttün Alabörü?" dedi ayağa kalkıp bağırarak Kağan Ay Han.

 

- "Bir kilin öldürmüştü. Ve son karşılaştığımızda beni öldüreceğini ve kilini alacağını söyledi. Ya ben ya o ölecekti. Sonunda ise o öldü Kağanım." Dedi sakin ve gururlu bir şekilde.

 

- "Hayır, hayır bu hiç iyi olmadı. Hem de hiç iyi olmadı." Dedi sol elini anlına götürüp sıvarlarken Kağan Ay Han.

 

- "Ama halen daha bilmiyoruz Taş Kapının açık olduğunu. Taptuk Ata'nın dediği gibi o süre geçmiş kapı tekrardan kapanmış olabilir. Ama bununda garantisi yok. O kapı açık kaldığı süre içinde hangi Ker yaratıklarının geldiğini bilmiyoruz. Taş kapının açık olup olmadığını kesin bir şekilde öğrenmemiz için oraya bakmaları için keşif ekibi gönderelim derim Kağanım "dedi kağana bakarak Dağ Han.

 

- "Pekii Hanlarım siz ne diyorsunuz?" diye diğer hanlara sordu. Hepsi kafalarını aşağıya doğru eğerek bu görüşü kabul ettiler.

 

- "Peki Komutan Altantuya yanına iki kişi al." Dedi Kağan. Ve biraz düşündükten sonra;" Taptuk Ata sende onlarla git Orta Kıta'da orayı en iyi bilen sensin. Ve Şaman avcısı Alabörü sen de gidiyorsun." Dedi hepsine birden bakarak. Hepsi birden kafalarını öne eğerek kalktılar. Her biri kalktıkları sandalyeyi yerine doğru çekerek çıktılar. Son çıkan İlteber kapıda hizmetli kızla karşılaştı. Hizmetli kız elindeki yuvarlak tepsiye dizdiği dördü normal bardakta biri kristal bardaktaki kımızları odaya getirdi. Onun geçmesi için önünü açan İlteber kız içeriye girince çıktı ve kapıyı kapattı. Dışarıda ayakta bekleyen Vezir Baymünke Alabörü'nün arkasından;" Sana bol şans Mankurtt, Ker Orman'ında kalman dileğiyle.

 

" Dedi konuşmasının sonunu gülerek tamamlayan Vezir Baymünke. Ona karşı söylenen bu konuşmayı duymazdan gelerek merdivenlerin başına yaklaşarak inmeye başladı. Onu umursamadığını o kadar güzel bir şekilde gülerek karşılık verdi. Onun kahkahası koridor boyunca yankılandı. Onun bu kahkahasını işiten İlteber hafifçe gülümsedi. İlk kez bir Mankurt gören İlteber heyecanlı ve içten içe mutluydu. Onların hikayeleriyle büyümüş bir çocuk olduğu için heyecanı ikiye katlanıyordu. Onun önünden inen Alabörü'nün kafasındaki runik harfleri daha yakından gördüğü için kendini hem şanslı hem de sevinçli hissediyordu. Aşağıya kadar inen Taptuk Ata sola doğru döndü. Sağında ve solunda asılı tabloları geçti. Büyük salona geldiklerinde ortalığın temizlendiğini ve kapının önünde duran yeni mızraklı askerin olduğunu gördü." Keşke her şey bu kadar hızlı halledilebilse." Dedi kendi içinden yeni gelen askerlere bakarak Taptuk Ata. Salonun ortasında rampa şeklinde duran buzu kaldırmaya çalışıp bunu başaramamışlardı.

 

" Alabörü bu buzun burada kalacak gibi" dedi o tiz sesiyle birlikte İlteber." Evet evlat onu sadece Ker yaratıkları eritebilir." Dedi yürümesini sürdürerek Alabörü. Taptuk Ata'nın geldiğini gören kapı bekçileri büyük kapıyı birlikte tutarak açtılar. İkisi de başlarını hafif bir şekilde eğerek Taptuk Ata'ya olan saygılarını gösterdiler. Kapıdan çıkan Taptuk Ata arkasını döndü ve" Ker Ormanı'ndan ne zaman geri döneriz bilmiyorum. İhtiyaçlarınızı alın ve hemen gidelim. Geceleyin oraya gitmek istemezdim ama buna mecburuz çocuklar." Dedi o etkileyici ve kibar konuşmasını yaparak Taptuk Ata.

 

Taptuk Ata kımız hanenin önünde duran kara atına doğru gitti. Alabörü Asutay'ın yanına gelerek onun boynundan biraz sıvazladı ve kafasının yanından öptü." Hiç alışık olmadığın bir yere gidiyoruz oğlum. Sakın telaşlanma olur mu?" dedi onun nasıl bir at olduğunu bilerek Alabörü. Yan yana bir şekilde atlarına doğru gelen Komutan Altantuya ve Kongar'ı İlteber durdurdu;" Komutanım... Geri dönen diğer dört av bekçisi de Barlas gibi yaralıydı. Ya onlarda..." dedi ve Altantuya araya girdi heyecanlı bir şekilde;" Aferin evlat çabukk." Dedi koşarak atlarına atladılar. Taptuk Ata ve Mankurt yan yana bir şekilde gidiyorlardı. Surun giriş kapısında bekleyen askerler kapıları açtılar. Açan genç bekçilerden bazıları Alabörü 'den daha çok korkmaya başlamışlardı. Göz göze gelmekten bile kaçınıyorlardı. Sol tarafta ayakta bekleyen Ak saçlı asker;

 

" Umay Ana'nın yardımlarını sizlerin üzerine olsun Taptuk Ata'm" dedi kafasını biraz daha aşağıya doğru eğerek. Diğer askerler de kafalarını aşağıya doğru eğdiler. Kapıdan çıkmışlardı. Kara atının heybesinden çıkardığı kılıcını belindeki kınına soktu. Uzun yıllardır kılıcını takmamıştı Taptuk Ata. Onun bu uzun kılıcını taktığını gören Alabörü ufaktan gülümsedi. Hepsi birden Dağ Settine doğru dörtnala atlarını sürmeye başladılar.

 

Dağ hanlığının yanan sobaları içerideki havayı biraz da olsun kırmıştı. Surların dışı ise halen daha çok soğuk ve karlarla doluydu. Gökyüzünün asık suratı giderek daha karamsar bir hal almaya başladı. Pembe olan suratı artık tamamen kapkara olmuştu. Bazı yavaş ilerleyen bulutların arkasından az da olsa Ay'ın ışınları onun orada olduğunu gösteriyordu. Ama kıskanç bulutlar Ay'ın varlığını bile yeryüzüne gelmesine izin vermiyorlardı. Yoğun bir şekilde yağmasını sürdüren kar açık alanlarda daha çok etkiliydi.

 

Yaşayan her canlının iliklerine kadar hissetmesini isterdi. Nefes alan her canlı bu kara kışın bir an önce bitmesini istiyorlardı. Büyük bir gürültüyle Orta Kıta'ya söz geçirmeye çalışan fırtına olan biten her şeyi dağıtmaya bayılırdı. Sadece sesi bile hayvanların yüreklerine korku sarmaya yeterdi. Gökyüzünün iyice kararması geniş Dağ Setti patikasını görmeyi zorlaştırıyordu. Önünü görmekte zorlanan Taptuk Ata sağ elinde tutuğu asasını kendine doğru çekerek;"(𐰴𐰀𐰺𐰆𐰭𐰀) Karonga" dedi kadim dille yapılan bir büyüydü.

 

Asanın ucundaki aşağıya doğru kıvrımlı şekilde inen dallar parlamaya başladı. Bütün dallar birer birer parlıyorlardı. Taptuk Ata asasını ileriye doğru götürdüğünde artık her yer aydınlanmıştı. Bu duruma şahit olan İlteber heyecanını saklayamadı." Vayy bee." Dedi biraz sesli düşünmüştü. Arkasına sert bir şekilde bakan Kongar tekrar önüne doğru döndü. Dağ settinin sırasıyla yanan ışıkları göründü. Onun bu kadar uzun olduğunu bildiği halde ne zaman görse çok heyecanlanırdı. Önlerindeki son bir kaç ağacı da geçtiklerinde Dağ settinin tamamı görünüyordu. Alabörü'nün kafasındaki kadim harflerin bazıları parlamaya başladı. Bunu gören İlteber;" Alabörü, runik harfler parlıyor." Dedi meraklı ve büyülenmiş bir vaziyette." Biliyorum evlat. Hissediyorum kılıcını çek." dedi net bir emirdi.

 

Dağ settinin karargâh kapısının olduğu yerdeki bağrışmalar onlara kadar geliyordu. İleriye doğru bakan Alabörü karargâh kapısının üzerinden okları aşağıya doğru attıklarını gördü. Son tümseği geçtikten sonra Karargâh kapısının önünde yukarıya doğru tırmanmakta olan dört İtbarağı gördüler. Taptuk Ata arkasına Alabörü'ye bakarak;" Çabuk olunnnn!" diye bağırdı. Tümseğin üzerinden aşağıya doğru atlarını sürdüler. Aralarında yüz metre kalmıştı ki İtbaraklar onların kokularını aldılar. Tırmandıkları gibi yere atladılar. Karşılarında onlara doğru gelen beş atı gördüler. Öne doğru eğilmiş vaziyete gelip hızla koşmaya başladılar. Alabörü onların koştuğunu gördü.

 

Kafasındaki harflerin tamamı parlamaya başladı. Sağ elinin baş parmağıyla orta parmağını bir araya getirdi ve ortaya çıkan sesten sonra sağ elinde bir ıslık oku sol elinde parlak bir yay belirdi. Soluna doğru bakan İlteber ona hayranlıkla bakıyordu. Karşıdan gelen İtbarakların korkusunu bu büyülenişi gizlemişti. Gözleri büyüdü ve bunun ilk kez olması ona inanılmaz derecede güven veriyordu. Yayı ileriye doğru getirdi. Oku koydu Asutay çok hızlı koştuğu için diğerlerinden daha hızlı yaklaşmıştı onlara. Nabzının inanılmaz derece yükseldiğini hisseden Alabörü kendini sakinleştirmeyi denemeden çektiği oku fırlattı.

 

Ok havada inanılmaz şekilde ses çıkararak gidiyordu. Aralarında seksen metre varken atmıştı. Gittiği doğrultuda arkasında yeşil bir ışık huzmesi oluşturuyordu. Islık okunun geldiğini gören İtbarak sağa kaçarak kurtuldu. Arkasına düşen oka bakmak için kafasını sola doğru çeviren İtbarak tekrardan kafasını çevirdiğinde kafasının ortasından giren ve karnının altından yere çakılan ıslık okunu görmemişti. Bir anda yerde toplanan karlara doğru yığıldı. Kafasından karlara doğru siyah parlak kanı aktı.

 

Asutay'ın sol omzuna doğru dokundu ve sola doğru koşamaya başladı. Diğer üç İtbaraktan birisi Alabörü'ye doğru koşmak için onlardan ayrıldı. Son oku çekip hafif ona doğru dönerek attı. Okun gidişinden çıkan sesler Dağ Settindeki bekçileri hayrete düşürüyordu. Okun geldiği gören İtbarak onun üzerinden atlayarak kurtuldu. Koşmasına kaldığı yerden devam etti. Okların hepsini atan Alabörü sağ elini yumru yaptığı anda oklar saplandıkları yerden çıkarak hızla mankurt geldiler. İtbarakla arasında yirmi metre varken çektiği oku fırlattı.

 

Okun gidişini tekrar gören İtbarak sol doğru zıplayarak kurtuldu. Aralarından on metre kalmıştı ki İtbarak son adımlarını büyük büyük atarak yaklaştı ve zıpladı. Onun zıpladığı gören Asutay sola doğru giderek ondan kurtulmaya çalıştı. Asutay'ın sola doğru gideceğini hesap etmeyen İtbarak havadayken yanlarından geçti. Alabörü sağ ayağından güç alarak koşarak giden Asutay'ın üzerinde sol ayağını oturduğu yere kadar getirdi. Asutay'ın sağ tarafında yerle yatay bir şekilde duruyordu. Havada süzülen İtbarağın karnını görüyordu.

 

O pozisyonda kalarak çektiği iki ıslık okunu bıraktı. Ani ve bir anda gerçekleşen bu saldırı onun canını bir hayli yakmıştı. Birini kabiline isabet ettiren Alabörü tekrar doğrulup oturdu. Karnından girip yukarıya doğru çıkan ıslık okları tekrar yere doğru karların üzerine saplandı. Aldığı yaralarla havadayken zıpladığı yere doğru sürüklendi. Karların üzerine yığılan İtbarak Ölmüştü. Atının üzerinde hızla koşan Taptuk Ata karşıdan gelen iki İtbarağın birine asasını uzatarak;" (𐰀𐱃𐰀𐰣 𐰴𐰆𐱃𐰀) Atan Kota" dedi bu kadim dille yapılan ateş büyüsüydü.

 

Asanın ucundan bir ateş huzmesi çıkıp İtbarağın kafasını sıyırdı. Aralarında beş metre kalmıştı ki zıplamaya hazırlanıyordu. Havada ona doğru gelen Ruh Kılıcını göremedi. Tam zıplayacakken hızla gelip gövdesinden kafasını ayırdı. Biraz havalanmıştı ki kafasını bedeninden ayrıldığını hissetti. Gövdesinden kara kanlar beyaz karların üzerlerine yığıldı. Arkasındaki farklı yönlere bakan kılıçlarını çekti.

 

Atın üzerine doğru ayağa kalktı. İlteber ve Kongar arkalarından kılıçlarını ellerine almış şekilde koşuyorlardı. Komutanlarının bu duruşundan oldukça haz almalarına sebep olmuştu. Onlara doğru yaklaşan son İtbarak Altantuya'ya doğru zıpladı. Altantuya onun bu zıplamasına karşılık vererek atından ayrılıp kendisine doğru gelen İtbarağın üzerine zıpladı.

 

İtbarak biraz sağa doğru atladığı için Altantuya onun yanında kalmıştı. Bunun en büyük sebebi Altantuya'nın atına ayaklarıyla biraz sağa doğru gitmesini emretmesiydi. Yanından aşağıya doğru düşen Altantuya iki kılıcını da İtbarağın sol tarafta kalan gövdesini kuyruğuna kadar derin iki çizgi halinde açarak yere düştü. Canı oldukça çok yanan İtbarak bağırarak arkadan gelen İlteber ve Kongar'ın önüne düştü. Atlarını durdurup aşağıya indiler.

 

Çok kan kaybediyordu İtbarak ama yaklaşmıyorlardı. Yere düşen Altantuya birkaç takla attıktan sonra iki kılıcını da kara saplayarak durdu. Kılıçların ikisinin de keskin tarafları kara kana bulaştı. Yere sapladığı kılıçları çıkardığında yerdeki karlar sim siyah olmuştu. Yerden kalkmaya çalışan İtbarağın gözleri kızıl bir renkte parlıyordu. Sol gövdesinden kanlar yere doğru belli belirsiz akıyordu. Önlerinde duran İlteber ve Kongar'a doğru zıpladı. İlteber korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. Yüreğine sinen bu korku ışığa bakan tavşan gibi elini ayağını bağlamıştı. İtbarak İteber'in üzerine zıpladı.

 

" Hayıırrrr İlteberrr." Dedi bağırarak ona doğru koşan Komutan Altantuya. Havada süzülen İtbarağın boynundan girip diğer taraftan çıkan Ruh kılıcı kafasını İteber'in ayaklarına savurdu. Hareketsiz duran İlteber. Ayağının önüne düşen İtbarağın kellesini görünce kendine geldi. Ve yere çökerek korkudan bayıldı. Koşarak yerde ölü şekilde yatan İtbarağın yanından geçerek İteber'in yanına geldi. Sağına soluna baktı ve bir yara göremedi. "Bayıldı galiba efendim." Dedi nefes nefese kalmış vaziyette Kongar. Ona doğru baktı. Yüzünün yarısı kanlar içinde kalmıştı. Sağ gözünün belirli yerleri de pek görünmüyordu." Hemen atları getir. Çabuk ol!" dedi bağırarak o korkunç yüz ifadesiyle Altantuya. İtbarağın üzerinde bekleyen Ruh Kılıcının yarısı kanlar içinde kalmıştı. Yere doğru akan kanlar damlalar halinde karın içine nüfüz ediyordu." İyi misin evlat

 

"dedi yanına doğru Asutay'ın üzerinde gelen Alabörü'ye doğru bakarak Taptuk Ata. Kafasındaki runik harfler sönmüştü. Biraz daha öne doğru gelerek;" Ben iyiyim, çocuk nasıl?" dedi Alabörü meraklı bir biçimde." İyi sadece bayıldı." Dedi Taptuk Ata sakin bir tavırla. Yerde yatan ölü İtbarağı geçerek İteber'in yanına geldi. Kafasını havada bekleyen Ruh kılıcına doğru baktı. Çok öfkelenmişti. Onun öfkesini anlayan Ruh Kılıcı kara doğru indi ve kendini temizleyerek Asutay'ın heybesinin içine girdi." Artık saklamanın bir anlamı kalmadı Alabörü. Arkandaki kılıcının yanına bir kılıfta onun için ayarlaman gerek" dedi hayranlıkla izlediği Ruh kılıcına bakarak Taptuk Ata. Ona doğru kafasını çevirdi;

 

" Çıngay'ı bir daha görürsem söylerim Taptuk Ata" dedi sakin ve siniri geçmiş vaziyette Alabörü. Yerde kucağında baygın halde duran İlteber'i tutan Altantuya Alabörü'ye doğru bakarak;" Sürprizlerin bitmiyor Alabörü şimdide Aryunt oku kullanıyorsun." Dedi biraz şüphelenerek ve ekledi;" Yoksa bu seferde bir Aryunt mu öldürdün." Dedi son söylediği Alabörü'yü kızdırmıştı. "Ne saçmalıyorsun lan sen. Ayaz öldü... Anladın mı onu bu ruh kılıcı öldürdü...Eğer ben bir gün ölürsem bilekliği mi Alabörü'ye ver demiş Uluğ Böke Şaman'a... Şimdi anladın mı?" Bir anlığına söylediklerine pişman olmuştu. Kafasını aşağıya doğru indirdi.

 

"Özür dilerim kardeşim. Zor zamanlar geçiriyorum... affet beni..." dedi kafasını bile kaldırmadan konuşuyordu. Atlarla birlikte gelen Kongar atından indi. Hızlı adımlarla İlteber'e doğru koştu. Altantuya'nın kucağından aldı ve atın üzerine koydu. Altantuya ayağa kalktı ve Alabörünün yanından ona bakmadan geçti ve atına bindi. Taptuk Ata atının yularını kaldırarak vurdu. At önce yavaş sonra hızlı adımlarla Dağ Settinin kapısına doğru geldi. Kapıyı iki asker zor da olsa açtılar. Büyük Ocağın etrafında hepsi ayakta merakla bekliyorlardı. Taptuk Ata içeriye doğru ilerledi. Atından indi ve asasını yere doğru vurarak kımız haneye yürüdü.

 

Asanın baş tarafı artık yanmıyordu. Komutan Altantuya'nın geldiğini gören bekçiler hepsi birden sevinerek gülüyorlardı. Onun arkasından giren Kongar ve önünde baygın yatan İlteber içeriye girdi. Bazı genç bekçiler onun öldüğü zannedip gülümsemelerinin yerini acı dolu bağrışmalara bırakmışlardı." İlteberrrrr." Diye hepsi tek bir ağızdan ona doğru koştular. Kongar sakin bir tavırla ona doğru koşan bekçileri durdurdu;" Sakin olun sadece bayıldı." Dedi. Koşarak gelen bekçiler Kongar'ın iyi haberiyle birlikte rahatlamışlardı. Onu alıp içeriye doğru yatağına götürdüler. Kapıya doğru bakan bekçiler içeriye bir Mankurtun girmesiyle şaşkınlıklarını gizleyemeden ileriye doğru adımlarını attılar. İçlerinde heyecanlı genç bekçilerden biri;" Aaaa.. Mankurttt.. yoksa.... Bu Alabörüüü" dedi gözlerinin farklı renkte olduğunu gördükten sonra yanındaki diğer askere bakmadan heyecanlı bir biçimde çıkmıştı sözleri genç bekçinin.

 

Asutay'ın üzerinde her zamanki gibi sol kolu kemerinde sağ kolu yuları tutmuş vaziyette içeriye girdi. İlk bir Tulpar gören bekçiler bunun gerçek olmadığını düşünmeye başladılar. Diğer atların yanında oldukça iri ve büyük hali Asutay'ın karizmasını göklere çıkarmaya yeterdi. Atından indi. Kımız haneye doğru yürüdü. Oradaki bekçiler onun yanlarından geçmeleriyle tamamen güvende hissetmelerine sebebiyet vermişti. Kımız hanenin kapısını açtı ve içeriye doğru yürüdü. Taptuk Ata uzun masanın yanında oturuyordu. Karşısındaki Altantuya'ya bakarak;

 

-" Başka yaralı askerin var mıydı komutan!" dedi resmi ve sinirli bir şekilde çıkmıştı cümleleri.

 

-" Hayır başka yoktu." Dedi yaptığı hatanın farkına vararak Altantuya. Sinirden önüne koyulan kımızı dahi içmiyordu. Kımızları dolduran bekçiye doğru dönerek;

 

-" Çabuk İlteber'i uyandırın. Gitmemiz lazım." Dedi Taptuk Ata, Altantuya'ya kızıp genç bekçiye çıkışmıştı.

 

- "Ben onu götüremem Taptuk Ata. Görmedin mi? Bir tane İtbarak onu korkudan bayılttı. O bir çocuk." Dedi sesi biraz fala çıkmıştı.

 

- "BEN NE DİYORSAM ONU YAPIN!" dedi ilk kez böyle konuşmuştu. O konuştuğu an sesi yukarıdaki avizeyi salmaya yetti. Arkada dizili halde duran bardaklar yerinden oynadı. Bazıları aşağıya doğru düşerek kırıldı. Gidip gitmemekte kararsız olan genç bekçi Taptuk Ata'nın bu haykırışını iliklerine kadar hissedip hızla kapıya doğru koştu. Kımız hane az da olsa sallandı. Sesinin yüksekliği o kadar fazlaydı ki dışarıda ki bekçiler ne olduğuna bakmak için telaşlı bir bicinde camlardan içeriye doğru baktılar." Tamam Ata'm sen ne dersen o olsun." Dedi biraz geriye doğru çekilerek Altantuya. Gözlerini Altantuya'dan almayarak kalktı.

 

Kapıya doğru gidip atına bindi. Arkasından elinde kımızı yarıya kadar içmiş bardağı kapının dışındaki bekçinin eline vererek Asutay'ın üzerine oturdu. Yatak hanenin kapısı açıldı. İçeriden beti benzi atan İlteber geldi. Atın üzerine oturdu. Diğer yanında Kongar atının üzerindeydi. Kımız haneden çıkan Altantuya yüzünü gözünü temizlemiş bir halde dışarıya çıktı. Tünelin başında bekleyen askere doğru;" Kapıları aç!" diye bağırdı. Taptuk Ata ve arkalarında Alabörü, İlteber ve Kongar peşinden geliyordu. Kapıların ilki açıldı. Bu sesi işiten Altantuya atının üzerine yeni binmişti. Diğer kolu da indirerek kapıyı açtı.

 

Taptuk Ata atını hızlı bir şekilde sürmeye başladı. Alabörü karşısındaki seksen metre boyundaki çamları gördüğünde hayrete düştü. Yerdeki karlar yer yer üç metreyi buluyordu. Uzun ve geniş olan patikadan içeriye girdiler. Ker Ormanında kar bir başka yağıyordu. Karın vatanı tam olarak buraydı. Bir yıl boyunca karı erimeyen tek yer Ker Ormanıydı. Ağaçlarının üzerlerine yağan kar onların bir barçası gibi görünüyordu. O kadar sessizdi ki sadece atların sesleri duyuluyordu. Hiçbir hayvan yoktu. Ona dair bir belirtide. Çok ağır ve yoğun bir şekilde kokuyordu. Hiç kimse bu kokunun ne olduğunu bilmiyordu.

 

" Kokuyu alıyorsunuz değil mi çocuklar. Bu koku ölümün kokusu." Dedi önde giderken Taptuk Ata. Asasını önüne getirerek;" (𐰴𐰀𐰺𐰆𐰭𐰀) Karonga" dedi ve tekrardan asanın başı ışıklar saçmaya başladı. Gözün gördüğü her şey beyazdı. Güneş batınca daha da bir korkutucu olmayı başarıyordu. Uzun ve bükümlü yollara ayrılan patikanın tam karşısında Orta Kıta'nın en uzun dağı Ak dağ tüm heybetiyle görünüyordu. İlteber kendine gelmesi çok kısa sürmüştü. Ker Ormanının havasını bir kez soluması zihnini geriye getirmesine sebep olmuştu. Sanki rüyadan uyanmış gibi oldu. Etrafındaki ağaçların ucu bucağı görünmüyordu.

 

İçini kaplayan korku daha önce hissetmediği kadar fazlaydı. Ellerinin titremesi hem soğuktan hem de Ker Ormanın kasvetinden di." Sakın peşimden ayrılmayın. Burada kaybolmak istemezsiniz." Dedi Taptuk Ata, her konuştuğunda İteber'in yüreği ağzına gelecekmiş gibi oluyordu. Derin ve uzun süren sessizliği güçlü bir kurt ulumasıyla bozuldu. Taptuk Ata birden durdu. Onun durmasıyla arkadaki herkes atını durdurdu. Sağına soluna doğru baktı. Bir kere daha ulumasını bekledi. Ayaklarıyla atının karnına vuran Taptuk Ata ses gelmediği için atını harekete geçirdi. Birkaç adım atmıştı ki tekrar aynı tonlarda kurt ulumaya başladı.

 

Taptuk Ata atını tekrardan durdurdu. Biraz dinledikten sonra aynı kurt tekrardan uluyordu. Asasının baş kısmını etrafına doğru çevirerek nereden geldiğini anlamaya çalıştı. Büyük uzun ağaçların ilerideki kısımları tamamen sisler işgal etmişti. Hafif hafif esen rüzgâr havada yavaş yavaş yere düşen karları incitmeden savuruyordu. Taptuk Ata etrafına ki sonsuz hiçliğin içinden bir şey arıyor gibi etrafına bakındı. Alabörü ona doğru kafasını çevirdiğinde kendi kafasındaki runik harflerin parladığını hissetti. Altantuya soluna doğru baktığında;" Alabörü.." dedi kafasına bakarak.

 

" Biliyorum yakındalar." Dedi o da etrafa doğru bakmaya başladı. Hepsinin durduğu yerin arkasındaki sol ağaçlardan hızlı olmasa da aceleci toynak sesleri duyuldu. Ker Ormanının bu inanılmaz derecedeki sessizliğinden sonra bu toynak seslerini duyan Kongar korkmuş bir şekilde arkasına kafasını çevirerek kılıcını kınından çıkardı. Bir anda ve dikkatsiz şekilde çeken Kongar, Sol eliyle kılıcının kınını tuttuğu sırada baş parmağını kesmişti. Fazla derin olmasa da acıdan elini geriye doğru çektiğinde yerde biriken taze karların üzerine bir iki damla düştü. Sesleri duyan Taptuk Ata arkasını döndüğünde atın üzerinde teni bembeyaz kesilen İlteber'i gördü. Yüreğini kaplayan acı verici korku yüzüne yansımıştı.

 

- "Peşimden ayrılmayın demedim mi ben?" dedi sinirli bir şekilde Taptuk Ata.

 

- "Bilmiyorum sizden nasıl ayrıldığı mı? Gözlerim kapandı açtığımda sizi göremedim. Uzun çamların ortasında kaldım. Karşımda Ak boynuzlu beyaz yeleli bir geyik yiyen onlarca İtbarak gördüm. Onların arklarında ise yüzlerce vardı. Hemen geriye dönüp asanın ışığını takip ettim." Dedi sesi halen titriyordu. Gözlerinin içindeki korku hissedilebiliyordu.

 

- "Yanlış görmedin değil mi? Yüzden fazla mıydı?" dedi onun geldiği yöne bakarak korkmuş bir şekilde Kongar. İlteber nefes nefese kalmış vaziyette kafasını salladı. Kılıcını çeken ve konuşan Kongar'a doğru bakarak;" Seni aptal, seni aptal elini mi kestin işe yaramaz herif!" dedi inanılmaz derece kısık ve öfkeli tavırlarla Taptuk Ata. Son birkaç bir şey daha söylecekken birden fazla İtbarağın havladıklarını duydular. Bu sesler oldukça sağır edecek kadar şiddetliydi. Sesleri işiten İlteber bayılacak gibi oldu. Gözleri tekrar kapandı. Kafasında değişik sesler duymaya başladı. Bu sesleri anlamıyordu.

 

Gözlerini açtı ve Taptuk Ata konuşuyordu." Parmağını hemen bir bezle sar. Yıllardır bir tane bile İtbarak görmediğiniz için onların kan kokusunu aldıklarını unutmuşsunuz. Sizi aptal bekçiler." Dedi asasını ona doğru tutarak Taptuk Ata. Sesler iyice yaklaşmaya başladı. Havlayarak ve koşarak gelen İtbarakların sesleri sessizliğe gömülü Ker Ormanını canlandırmıştı. Taptuk Ata İlteber'in geldiği yönden kendilerine doğru koşarak gelen İtbarakları duydu ama halen daha bir şey yapmıyordu. Taptuk Ata'nın arkasından gittikleri yolun sağından o kurdun uluması duyuldu. Tekrardan ulumaya başlamıştı. Havlayıp koşarak gelen İtbarakların hepsi susmuştu. Ve artık koşmuyorlardı. Ker Ormanında yankılanan sadece kurdun ulumasıydı.

 

" Çabukkkk kaçınn!" dedi Taptuk Ata. Atını ters çevirdi ve karşılarındaki sağ taraftaki patika yola girdiler. Kurdun uluması o patikadan geliyordu. Tekrardan havlamaya başlayan İtbaraklar koşmaya başladılar. Onların çokluğu sesleriyle birleştiğinde ortaya dayanılmaz bir ses karmaşası çıkıyordu. Taptuk Ata önde gidiyordu. Patikanın içinde geri kalanları atlarıyla birlikte dört nala koşuyorlardı. Patikanın ortalarına geldiklerinde onlardan yüz metre ileride sağ taraftaki ormanlık alandan bir kurt çıktı. Patikanın ortasına kadar yürüdü ve dönüp Taptuk Ata'ya baktı. Ay gibi parlak vücudu ve kılları vardı. Durduğu yerdeki zifiri karanlığı aydınlatıyordu. Büyük ve beyaz gözleriyle onların karşılarında durdu. Taptuk Ata onu gördüğü gibi atının yularını sert bir şekilde çekti ve aniden durdu. Atın bu emire geç cevap vermesiyle yerde kümelenmiş karları sağa sola dağıtarak zar zor durabilmişti." Bozkurt!" dedi heyecanını gizleyemedi.

 

Uzun zaman sonra gördüğü bu kutsal kurt onun gülümsemesiyle şaşkınlığı son bulmuştu. Alabörü hiçbir şey yapmadan Asutay çoktan durmuştu. İki gözünün rengi de farklı olması karşısındaki Bozkurt'u görmesine engel olamamıştı. Onunla ilk kez karşılaşıyordu. Taptuk Ata'nın küçükken Uluğ Böke Şaman'ın evinde anlatmıştı onunla ilgili hikâyeyi. Yirmili yaşlarda dinlediği hikâyenin baş kahramanı şuan karşısındaydı. Yanındaki Altantuya ve Kongar sakinliklerini koruyorlardı. İlteber bu olağan dışı kutsal canlıyı görür görmez ağzını açıp gördüklerine inanamadı. Onlara doğru bakıp sonra kafasını yukarıya kaldırıp güçlü bir şekilde uludu.

 

Ker Ormanına geldiklerinde uluyan kurdun sesinin aynısıydı. Uluduktan sonra geldiği yönün tam tersine doğru koştu. Bunu gören Taptuk Ata arkasından patikanın başına gelen İtbarakların sesini işitti. Artık onlarla aynı patikanın içindeydiler. " Çabukkk Bozkurdu takip edinn!" diye bağırdı ve atlarını sürmeye başladılar. Bozkurdun girdiği patika kısa ve dardı. Onun önüne geldiklerinde atlarını çok zor durdurabilmişlerdi. Taptuk Ata elindeki asasıyla karanlık ve uzun dar patikaya girdi. Onun ışığıyla birlikte kısa patikanın içinde atlarını koşturdular. Patikanın sonuna gelen Taptuk Ata geniş bir açıklıkta buldu kendini.

 

Burayı tanıyordu ama yolunu unutmuştu. Açıklığın tam ortasında büyükçe bir ev ve dumanı halen tütüyordu. Çatısının üzerinde yıllardır yağan kar elli santimi bulmuştu. Önünde tek bir kapı ve onun yanında küçük iki pencere vardı. Ağaç evin duvarlarını sarmaşıklar sarmış ve bazılarını ise kar kapatmıştı. Evin karşı tarafında içinde kırılmış odunlar ve üzerinde çatısı olan odunluk göründü. Odunluğun sadece ön kısmı açıktı. Atından inen Taptuk Ata kapıya doğru yöneldi. Kapının hemen yanında dışarıda büyük bir çeşme vardı. Asasını duvara dayadı. Arkasını döndüğünde hepsi atından inmişti. Alabörü'nün kafasında runik harflerin

bazıları sönmüştü.

 

-" Ker Ormanın' da bir evin olduğunu bilmiyordum Taptuk Ata." Dedi meraklı bir şekilde Altantuya.

 

- "Kimse bilmiyor evlat. Ben hariç ama ben de unuttum nerede olduğunu. Ama Bozkurtlar bunun için yaratılmadı mı? Yol gösteren kurtlar." Dedi kıyafetlerini çıkarırken Taptuk Ata. Ve ekledi;

 

- "Eve girmeden önce herkes üzerindeki elbiselerini temizlesin ve ayaklarını yıkayıp içeriye girsin. Evin sahibi misafirperver değil. Onu kızdırmak istemezsiniz. Ve sen İlteber karşıdaki odunları kovaya doldur ve içeriye getir." Dedi son ayağını da yıkadıktan sonra Taptuk Ata. Kapının kolunu aşağıya doğru çekti. Duvara bıraktığı asasını aldı ve içeriye girdi. Evin zemini her yeri kaplayacak şekilde uzun üzerinde bazı şekiller olan halı kaplamıştı. Ortada uzunca bir masa ve üzerinde on tane bardak nizami bir şekilde duruyordu. Masanın arkasında ise büyükçe bir soba halen daha yanıyordu. Sağ taraftaki küçük mutfak tertemizdi.

 

Mutfağın hemen yanında büyükçe bir kımız kazanı ve musluğu yukarıya kaldırılmış şekilde duruyordu. Duvarları açık yeşil tonlarda ve üç tane Ak boynuzlu geyik kellesi duvarda asılıydı. Sol tarafta masaya bakan iki büyük koltuk karşılıklı şekilde ve yastıkları düzeltilmiş şekilde duruyordu. Ayaklarına giyindiği çoraplarla içeriye giren Taptuk Ata asasını hafifçe yere vurarak ilerledi. Masanın yanından geçerek bir sandalye çekip oturdu. Börkünü masaya bıraktı. Sırayla içeriye doğru geldiler. Hepsi ayaklarını yıkamış ve çoraplarını giyinmişlerdi.

 

Kongar içeriye gelir gelmez sargılı eliyle Taptuk Ata'nın sinirlerini hoplatmaya başarmıştı. Kızgın ve kaşlarını çatmış bir şekilde ona baktı. Kafasını eğerek mutfağa doğru ilerledi. Açılan kapıdan Komutan Altantuya girdi. Evin bu kadar nizami ve düzgün olması onu son derece şaşırtmıştı. Her şey yerli yerinde ve bir tane bile toz veya pislik yoktu. Masanın başına doğru gidip oturdu. Kapıyı hafif aralayarak Alabörü içeriye girdi. Runik harfler artık parlamıyordu. Farklı renkteki gözleriyle odanın içine baktı. O da herkes gibi şaşkındı ve

 

"Neden bu kadar anlamsız derece temiz" dedi kendi içinden. Odunların yanında üç tane beyaz kovayı görünüyordu. Çok kısa sürede bir çok yaşadığı için Dışarıdaki soğuğu bir anlığına unutmuştu. Ellerini yan yana getirip ovalamaya başladı. Dağ Settindeki buharın daha fazlası Ker Ormanı'nda çıkıyordu. Yüzündeki allık o kadar fazlaydı ki yüzünde ki damarlar patlayacakmış gibi görünüyordu. Odunları teker teker koyarken geldikleri uzun patikaya doğru bakmayı da ihmal etmiyordu. Hızla koyup bir anca içeriye girmek istedi. Odunluğun arkasından gelen sesler yine onun gözlerini kapatmasına yol açmıştı.

 

Sesler o kadar farklı ve aynı anda çıkıyormuş gibi hissettiriyordu. Hiçbir şey anlamıyordu. Gözlerini açtı ve elinde bir tane odun karşısında seksen metreyi açmış bir Ker Ormanı çamı duruyordu. Oraya nasıl geldiğini yine anlamamıştı. Arkasına doğru baktığında odunluk kendisinden on metre gerisinde olduğunu fark etti. Önünde durduğu ağacın arkasından karda yürüme sesini işitti. Önüne döndüğünde ağacın beş metre olan enini yavaş adımlarla sesin geldiği yöne doğru yürüdü. Kafasını biraz öne çıkardı ve karşısında gördüğü şeyin ne anlama geldiğini idrak etmeye çalıştı. Vücudunun her zerresi alarma geçmişti.

 

Yoğun şekilde hissettiği bu korku karşısındaki yaratığın heybetiyle aynı doğrultudaydı. Arkasını döndü ve direk odunluğun önüne doğru koştu. Elindeki odunu kovadaki diğer odunların içine bıraktı. Hızla çeşmenin başına gelip çarıklarını çıkardı. Bu sefer hem odunluğun olduğu yöne hem de geldikleri ince uzun patikaya doğru bakarak ayaklarını yıkadı. Yünlü çoraplarını giydikten sonra içeriye bir hışımla girdi. Girdiği gibi kapıyı çekti. Onun bu telaşının sebebini anlayan Taptuk Ata yüz ifadesini hiç bozmadı. "Ne oldu evlat!" dedi telaşlı gördüğü İlteber'e bakarak Altantuya.

 

Elindeki kovayı yanındaki duvarın yanına bıraktı. Nefes nefese kaldığı için biraz eğildi ve derinden bir iki kere öksürdü. Sağ eliyle ağzını tuttu. Eline geriye çektiğinde küçük ama görünecek şekilde dört tane kara kan gördü. Hayrete düşmüştü. Neyin buna sebep olacağını düşündü ama bulamadı. Oradaki hiç kimseye belli etmemek için kendi üzerine sürdü. Doğrulduğu anda hepsinin ona doğru baktığını gördü;

 

- "Bir İtbarak Komutanım." Dedi bazı kelimeleri korkudan söylememişti İlteber.

 

- "Ben de başka bir şey gördün zannettim. Sabahtan beri İtbarak görüyoruz evlat." Dedi pek umursamamış gibi yaparak Altantuya.

 

- "Ama bu diğerlerin farklıydı komutanım...Hem çok uzundu hem de sırtında yayı ve oku vardı." Dedi son kısmını heyecanlı bir şekilde tane tane konuşarak İlteber.

 

- "Barak mıydı?" dedi gözlerini büyüterek Kongar.

 

- "Hayır Kongar, İtbarakların komutanı Barak elinde iki yana açılmış büyük bir balta kullanır." Dedi söze girerek Alabörü.

 

- "İşte o bizim ev sahibimiz." Dedi elindeki kımızı masanın üzerine bıraktığında Taptuk Ata. Bir an herkes İlteber'e bakmaktan vazgeçti ve yerinde oturan Altantuya bile ayağa kalkmıştı. Hepsi bu duydukları karşısında şaşkınlığa bürünmüştü.

 

- "Nasıl yani bir İtbarağın evinde miyiz Taptuk Ata?" dedi ayaktayken Altantuya.

 

- "Evet çocuklar. O sıradan bir İtbarak değil. Oğuz kağan zamanında yaşamış Uzun Kutadgu. Altantuya'dan önceki Dağ setti komutanı. Çok iyi ok kullanırdı. Vezir Timuçin'e de o öğretmişti." Dedi sakin bir üslupla dışarıda onun havladığını duyan Taptuk Ata. Diğerlerinden daha gür ve tok bir sesti bu. Odanın içinde meraklı gözlerle Taptuk Ata'nın anlattıklarını dinleyen İlteber öne doğru gelerek sandalyeni birini çekip oturdu. Altantuya 'da kalktığı gibi yerine oturdu. Kongar korku dolu yüz ifadesiyle Altantuya ve İlteber'e bir kımız getirdi.

 

- "Peki o neden dönüşmedi?" dedi masanın diğer başına oturan Alabörü.

 

- "Tengri savaşlarında Ker Ormanın da Bengütaş Geçidini koruyordu. Gün Hanlığının askerlerini bekliyordu. Tam o esnada on İtbarak ona saldırdı. Altısını öldürdü ama diğer dördünden biri arkasından gelerek onu ısırdı. Onun yaralandığını ören diğer üçüde üzerine zıplayıp parçalamak istiyorlardı. Tam o esnada gökyüzünden bembeyaz kanatları olan nur gibi ışık saçan bir kartal onların olduğu yere indi. Yere inerken don değiştirdi. Ve yerde uzun ve bembeyaz kıyafetleriyle ışık saçan Umay Anay'dı. Elinde Ay ucu Ay motifli asayı tutuyordu.

 

Onu yere bir kere vurunca Komutan Uzun Kutadgu'nun yanındaki dört İtbarak'ta bir anda toz bulutuna dönüşüp yere saçıldılar. Yanına gidip onu iyileştirmek için kadim büyüler yaptı. Ama zehir vücuduna çok hızlı yayılmamıştı. Onu tam dönüşmeden kurtardı. Ve o da geceleri İtbarak donuna sabahları ise kendi vücuduna hapsoldu." Dedi ağır ağır anlatmasını bitirerek Taptuk Ata. Ve ekledi;" Şimdi herkes yatsın sabah yola çıkarız." Dedi ve kalkarak sağındaki koltuğun birine yattı. Hepsi bir köşede yatıyordu. Gecenin karanlığı Ker Ormanına hükmediyordu. Dışları da bu karanlığa dost İtbaraklar havlamaları ve koşmalarının sesleri yankılanıyordu. Ak Dağ'ın heybetli duruşu ormanın duruşunu dahi değiştiriyordu.

 

Gece olduğu zaman kar daha şiddetli bir şekilde yeryüzüne inmeyi çok iyi biliyordu. Güneşin olmadığını avantaj haline getiren soğuk her yaşayan varlığa selam vermeden onu soğutmaya çalışıyordu. Gecenin sonuna doğru gelindiği, havanın değiştiği anlayan baykuşlar Ağaç evin karşısındaki uzun çamların dallarında oturdukları pozisyonlarını değiştirmeden kafalarını yarı aydınlanan gökyüzüne doğru üç yüz atmış derece çevirerek gösterdiler. Bazıları ise aşağıdaki uzun Kutadgu'ya bakarak öylece duruyorlardı.

 

Evin içinden sesler dışarıya doğru gelmeye başladı. Taptuk Ata gözlerini açtı. Hava aydınlanmaya yakındı. Artık sesler yoktu ve kimse ne uluyordu ne de havlıyordu. Ayağa kalktı etrafına baktığında kapının yanındaki pencereden dışarıya bakan Alabörü'yü gördü. Altantuya ise masanın başında oturmuş kalkan Taptuk Ata'ya bakıyordu. Asasını yere vurarak gitmesi uyuyan Kongar ve İlteber'i uyandırmaya yetmişti. Yanlarından geçerek Alabörü'nün yanına geldi." Gelmiş mi?" dedi Taptuk Ata." Gelmiş, Asutay'ı tımarlıyor." Dedi Alabörü yüzünü Taptuk Ata'ya çevirmeden. Arkasını döndü ve hepsine doğru;" O çağırmadıkça asla dışarıya çıkmayın!" dedi kıyafetlerini düzelttiği esnada Taptuk Ata. Kapıya doğru döndü kapının kolunu hafifçe açtı. Dışarıya çıkıp çarıklarını giyindi. Tam doğrulacakken;

 

- "Tulpar atlarına bayılırım Taptuk, Ya sen?" dedi kalın ve bazen anlaşılamayacak kadar zor konuşarak Uzun Kutadgu. İki buçuk metreye yakın boyu vardı. Kafası keldi ama kaşlarının uzunluğu onu kapatır biçimdeydi. Uzanan kaşlarını kafasının arkasından atardı. Kel kafasının ortasından geçen iki yol varmış gibi görünürdü. Sakalları beyaz ve çok uzundu. Göğüslerine kadar uzanan sakalları kıvırcıktı. Üzerinde beyaz Komutan cüppesi ve arkasında kalın yayı ile ucu demirden sekiz tane oku vardı. Gözleri kendi hayatı gibi kapkaraydı. Asutay'ın yanında ayakta durması, Asutay'ı bile küçük göstermeye yeterdi.

 

- "Severim ulu komutanım." Dedi asasını önüne alıp gülümseyerek Taptuk Ata.

 

- "O zaman evimde bir mankurt var. Değil mi?" dedi Asutay'ın tımarlarken Kutadgu.

 

- "Evet komutanım." Dedi sakin bir tavırla.

 

- "Mankurttt dışarıı gell. Pencereden bakmaktan yorulmadın mı?" dedi Kutadgu. Bu haykırışı daha önce duymamıştı. Pencerenin yanından geçerek kapıyı açtı çarıklarını giyindikten sonra Taptuk Ata'nın yanına gitti.

 

- "Mankurtlardan pek hoşlanmam." Dedi tımarlamayı bıraktıktan sonra Kutadgu. Elindeki tımarı yere bıraktı." Adın ne? "Dedi o sert ve anlaşılmaz ses tonuyla Kutadgu.

 

- "Alabörü." Dedi net bir cevaptı kesin bir dille ifade etti Alabörü.

 

- "Demek ikisini birden öldürdün. Bunu başaran çıkmayacak mı diye meraklanmıştım." Dedi ona doğru bakarak Kutadgu. Ve sözlerine devam etti.;" Elini kesen içerideki geri zekâlı kim. Halen daha kokusunu alabiliyorum. Çık dışarıya." Dedi o bağırdığı anda arkada uzun çamlarda olan biteni izleyen baykuşlardan bazıları uçtu. Kapı yavaşça açıldı içeriden çıkan Kongar yüzünün yarısı kızarmış şekilde dışarıya çıktı. Sol elinin başparmağını sarmış olsa da henüz yarasını iyileşmemişti.

 

- "Eğer benim askerim olsaydın seni parçalarına ayırmıştım." Dedi Kutadgu. Bu bağırması Taptuk Ata'nın haykırışından bile daha yüksek çıkmıştı. Kafasını yere doğru eğdi ve Taptuk Ata'nın yanına geldi. Taptuk Ata'ya bakarak;" Burada beş at var Taptuk. Diğer ikiniz çıkın!" dedi bu kez fazla gür çıkmamıştı ama yine de korkutucu tonlardaydı. Açık olan kapıdan önce İlteber ve arkasından ise Komutan Altantuya çıktı.

 

- "Çok ilginç bir ekip kurmuşsun Taptuk. Set komutanı, bir mankurt, bir çocuk, bir de geri zekâlı, beceriksiz asker ve sen." Dedi konuşmasına devam ederek;

 

- "Demek yeni Set Komutanı sensin." dedi gözlerini ona doğru dikerek. Ve ekledi; "Sete gelen kaç av bekçisi yaşıyor. Uluğ Böke Şaman'a götürdünüz mü?" dedi meraklı ve bu kez anlaşılır şekilde konuşmasına devam eden Kutadgu.

 

- "Hiçbiri yaşamadı. Hepsi İtbarağa dönüştü. Onları siz mi atlara koyup gönderdiniz Komutanım." Dedi merakla ve düşünceli bir tavır sergileyerek Altantuya.

 

- "Önce kımız içip kendime gelmem lazım. Şimdi içeriye girmeden önce yıkayın ayaklarınızı üzerinizdeki karı silkeleyin." Dedi yanlarından geçti. Hepsi yanında ufacık kalıyorlardı. Yere doğr her adım attığında "Güm, Güm" diye tok bir ses çıkıyordu. Ağaç Evin büyük kapısından içeriye girdi. Kımız kazanının yanına giderek kımızları doldurdu. Masaya oturan her birine kımızları dağıttı.

 

- "Ne arıyorsunuz burada Taptuk?" dedi Kutadgu.

 

- "Taş kapının açıldığını düşünüyoruz komutanım." Dedi kımızından biraz içerek Taptuk Ata.

 

- "Taş Kapı mı? Evet bende şüphelenmiştim. Çok olmadı Ker Ormanın' da bir Kara Şaman gördüm." Dedi sesini odanın içine haykırarak Kutadgu. Kımızından biraz içtikten sonra Kutadgu'ya baktığı esnada onun Kara Şaman'dan bahsetmesi dikkatini çekmişti İlteber'in. Hemen aklına Albıs'ın kaçtığı anda Kara Şaman ile ilgili konuşması geldi.

 

- "Alabörü ise Ötüken Ormanın' da görmüş. Ve onu öldürmüş." Dedi Alabörü'ye bakarak Taptuk Ata.

 

- "Demek bir de üstüne Şaman öldürdün. Hem de Kara Şaman. Seni sevmeye başladım Mankurt." Dedi hafif gülümseyerek Kutadgu. Ve ekledi kımızını tek seferde kafaya diktikten sonra;" Dikkatli olun İtbaraklar çoğalıyor ve artık sabahları da gezebiliyorlar. Tengri Erliğ 'in işi. Sizi buraya getiren Bozkurdun dişisini geçen hafta öldürmüşler. Bozkurt'ta benim gibi yalnız kaldı. Ak Dağı aşmadan Taş Kapıya nasıl gideceğini biliyorsun Taptuk çok dikkatli olun!" dedi eliyle kapıyı göstererek Uzun Kutadgu.

 

- "Bizi misafir ettiğiniz için minnettarız komutanım. Umay Ana hep yanınızda olsun." Dedi ayağa kalktığı anda Taptuk Ata. Hepsi teker teker kapıdan çıkıp atlarına doğru gidip üzerlerine oturdular. Taptuk Ata geldikleri uzun dar patikaya girdi. Atını hızla sürüp patikadan çıktı. Patikaya çıktığında gece boyu yağan kar orada saatlerce bekleyen İtbarakların ayak izlerini ortadan kaldırmıştı. Sağa doğru döndü atını sürmeye başladı. Büyük patikayı geçtikten sonra merkez patikanın başına gelmişlerdi. Sağına doğru atını sürdüğünde O ihtişamlı Ak Dağı görüp daha heyecanlandı. Soğuğun kalplere işlendiği yerde her şey bembeyazdı yaşama dair hiçbir ip ucu yoktu. Atlarını merkez patikanın sonuna kadar sürdüler. Sonuna doğru geldiklerinde Ak dağın eteklerinde kendilerini buldular.

 

İlteber arkada kalmıştı ama son an da yetişmişti. Atıyla birlikte geldiğinde Ak Dağın tam önünde yüksekliği yirmi beş metreyi bulan iki Bengütaş 'ı gördü. Hayranlıkla bakıyordu. Atının önüne doğru kollarını götürdü ve iyice eğilmiş vaziyette birbirlerine yarım bir şekilde bakan İki Bengütaş'a bakmasını sürdürdü. "Bu kadar büyüleyici olduklarını unutmuşum." Dedi hafif gülümsemesiyle birlikte Kongar. Alabörü ve Taptuk Ata atından indiler. İki bengütaşın yanına kadar geldiler.

 

"Atlarını geriye çekin!" dedi net bir emir vererek Taptuk Ata. Kongar ve İlteber indikleri atları ve Taptuk Ata'nın atını geriye doğru çektiler. Asutay Taptuk Ata'nın sesini duyduktan sonra geriye doğru dönüp diğer atların olduğu yere gittiler. "Alabörü geriye doğru evlat." Dedi sakin bir şekilde onunla on metreye kadar Bengütaşlardan uzaklaştılar. Taptuk Ata'nın arkasında onu izleyen Alabörü ne yapacağını anlamaya çalışıyordu. Taptuk Ata asasını havaya kaldırdı.

 

Gözlerini kıstı.;" (𐰴𐰀𐰺𐱅𐰀𐰤𐱃𐰆𐰖𐰀 𐰉𐰆𐰺𐰍𐰀𐱅𐰃 𐰔𐰆𐰼𐰃𐰖𐰀) (Kartentûya borgati zorîya) Kalkın ey ulu ikizler!" dedi kadimce konuşmaya başladı. O konuştukça İlteber hayranlıkla bakmasını sürdürüyordu." İnanılmaz "dedi kendi içinden Kongar. İlk kez böyle bir şeye şahit olmuştu. Konuşmasını bitiren Taptuk Ata asasının başını yere doğru bir kere vurdu. Birbirlerine bakan iki Bengütaştan onlara doğru yoğun bir şekilde çatırdama sesleri duyuldu. Bengütaşların altındaki karların hepsi sağa ve sola doğru sürüklenmeye başladı. Çatırtı sesleri giderek artmaya başladı. İki Bengütaşta giderek yükseliyordu. Yukarıya doğru çıkan Bengütaşların altında bir boşluk göründü. O boşluktan içeriye doğru karlar düşüyordu. O boşluktan, uzunluğu ve genişliği elli metreyi bulan bir Ulu kaplumbağa göründü.

 

Kafası iki Tulpar'dan daha büyüktü. Bengütaşları taşıyan oydu. Yarısı toprağın altından çıkmaya devam ediyordu. İyice yükselen Ulu Kaplumbağa dört ayağını da Ker Ormanın karlı zeminine koydu. İlteber kendini bir anda gerilemeye başladı. Kalbinin atışları inanılmaz derece artarak çarpıyordu. Kendisi bile kalbinin sesini duyuyordu." Kadim Kaplumbağa! Demek hikayeler doğruymuş." Dedi gözlerine inanamayan İlteber. Taptuk Ata elindeki asasını yere bıraktı.

 

Önündeki devasa Kaplumbağa ona bakıyordu. Kafasını öne doğru eğdi ve tekrar kaldırıp ona doğru yürümeye başladı. Ulu kaplumbağanın tam altında ayaklarının boyuna kadar bir tane kapı görünüyordu. Kapı mavimsi bir şekli vardı. Ama kolu yoktu. Kapının yüzeyi sert değil değişken kalıpta sihirlerle donatılmıştı. Kapıya doğru gidebilmek için tek kişinin geçebileceği uzun bir yol kendini gösteriyordu. Ona saygısı gösteren Taptuk Ata yürüyerek kapıya doğru yaklaştı.

 

Orta Kıta'daki merkez Bengütaşlarının altından geçerek kapıyı açmadan içinden geçti. Kendini bir anlığına yedi büyük yeşil ağaç dalında buldu. Bunların hepsinin de sonun da tek bir kapı vardı. Hepsinin rengi birbirinden farklıydı. Ama içlerinden sadece bir tanesini maviye çalan rengiyle yanıyordu. Yedi kola ayrılan dalların merkezinde kızıl renkte bir sincap ayakta duruyordu. Gözlerinde yuvarlak gözlük takmış karşısındaki Taptuk Ata doğru;

 

" Efendimm..... efendimm. Hoş geldinizzz efendim. "Dedi naif ve kibar ses tonuyla.,

" Hoş bulduk sincapların efendisi Ogün." Dedi hafifçe başını eğerek Taptuk Ata.

 

- "Kaç kişisiniz Ulu bilge." Dedi Efendi Ogün.

 

- "Beş kişiyiz." Dedi gülümsemesini bozmadan Taptuk Ata. Kapıdan her geçen Taptuk Ata'nın kiminle konuştuğunu anlamak için önüne kadar gelip dikkatle sincaba bakıp gülümsediler.

 

- "Kapınız açık Ulu bilge, beş tane altın akçe karşılığında geçebilirsiniz." Dedi elini uzatarak Efendi Ogün.

 

- "Buyurun Efendi Ogün." Dedi ve eline kemerinden çıkardığı beş altın akçeyi verdi. Onun yanından geçerek yürümesini sürdürdü. Açık olan kapıya doğru giderken;" Sizinle tekrar görüşmek bir zevkti Ulu bilge." Dedi efendi Ogün. O konuştukça dalın üzerinde giden her biri gülümseyerek Taptuk Ata'yı takip ediyordu. Mavimsi şekillerle donatılmış diğer kapıdan geçti. Önündeki kısa yolu yürüdü ve karşısındaki Taş kapıyı gördü. Kapıdan geçen her biri biraz önce geçtikleri Kadim Kaplumbağanın ikizi olduğunu anladılar. Kapıdan son çıkan İlteber deride kalan atları birbirlerine bağlamış şekilde dışarıya çıkardı.

 

Yolu geçtikten sonra karşısındaki boyu iki yüz metreyi aşan devasa dağın önünde kendini kaybetmişti. Genç yaşında çok fazla şey gördüğü için içten içe kendini şanslı hissediyordu. Hepsi kapıdan geçtikten sonra Kaplumbağa yere doğru inmeye başladı. Çıkardığı inanılmaz ses karşısındaki Taş Kapıdan yansıyarak yankılanıyordu. Üzerinde taşıdığı Bir tane Bengü taşla birlikte yerine oturdu. Arkasına dönerek onun bu devasalığı karşısında yine büyülenmiş olan İlteber ağzı açık izlemesini Kaplumbağa yere gömülünce kapattı. Taptuk Ata önünde ki tümseği geçtikten sonra şaşkınlığını gizleyemedi ve sesli düşünmüştü;

 

" Hayırrr.. Hayırrr... Olamazz..." dedi kapalı şekilde duran Taş Kapının önüne bakarak. Arkasından gelen Alabörü gördükleri karşısında oldukça sinirlendi. Taptuk Ata bir süre kendine gelemedi. Alabörü hızla aşağıya doğru koşmaya başladı. Arkalarından gelen Altantuya Taptuk Ata'nın sesini duyup hızla yanına geldi." Yok artık nasıl olur?" dedi. O da Alabörü'nün yanına doğru koşmaya başladı. "Amma yoruldum ya!" dedi İlteber yüzündeki allığı taşıyarak. Taptuk Ata'nın yanına geldiğinde umursamaz tavrı bir anda değişmişti. Yer de uzunluğu elli metreyi bulan yedi başı kesilmiş kanatlarının biri yanmış Badraç ölü olarak yatıyordu. İlk kez bir ejder görmenin verdiği heyecana artık üzüntüsü de eklenmişti.

 

Taptuk Ata yavaş adımlarla ilerledi. İnanılmaz derece de üzülmüştü. Yürürken bir iki adım daha atmak istemedi. Uzun yıllar sonra ilk kez bu kadar perişan olmuş hissediyordu. Elindeki asa artık elinde duramayacak kadar hareket etmeye başladı. Onun bu hareketlenmesine karşılık sıkıca tutmaya çalışarak yanıt verdi. Taş kapının önünde cansız bedeninin üzerine gelen onlarca karga Alabörünün gelmesiyle birlikte uçtular. Yedi başının da hepsi kesilmişti. Taptuk Ata' ya doğru bakarak;" Ruh kılıcının işi." Dedi sinir bir ifadeyle Alabörü. Badraç ejderinin yedi başı da Ruh kılıcının yaralarıyla doluydu. Taptuk Ata kanadına doğru gittiğinde yarısından fazlası yanmıştı. Eğildi ve inceledi." Buna ne sebep olabilir?" diye geçirdi içinden.

 

Etrafındaki ulu çam ağaçlarında onlara doğru havlama sesleriyle karışık İtbaraklar gelmeye başladılar. Yere doğru çömelen Taptuk Ata sesleri işitip birden ayağa kalktı. Alabörü kendilerine doğru gelen yüzlerce İtbarağı görünce arkasındaki kılıcını çekti. Sol eliyle sağ elindeki üçüncü yüzüğü çevirdi, ama basmadan bekledi. İlteber ve Kongar hemen onların yanına gelerek küçük bir çember oluşturdular. Taptuk Ata yanındaki Alabörü'ye bakarak;" Onlarla savaşamayız. Sayıları çok fazla yüzüğünü ben diyene kadar kullanma sakın!" dedi ve ekledi;" Ayrılmayın çocuklar sakın ayrılmayın!" dedi diğerlerine bakarak. Alabörü kılıcını arkasına koydu.

 

Sağ elinin parmaklarını şıklatarak elinde ıslık oku meydana getirdi. Yüzüğünü çevirdi ama halen daha basmamıştı. Kafasındaki bütün harfler parlıyordu." Atlar neredee?" diye bağırdı Taptuk Ata." Bengütaşın orada kaldı." Dedi korkmuş ve elindeki kılıcını titreyerek tutan İlteber." Aferin sana aptal çocuk!" dedi ve onlara yaklaşan bazıları ayakta bazıları yürüyerek gelen yüzlerce İtbarağa baktı. İnanılmaz bir gürültü duyuluyordu Ker Ormanı'nda sadece havlama sesleri birbirlerine karışıp yayılıyordu. Birer çember şeklinde ortalarında kalmışlardı. İtbarakların her biri onlara on, on beş metre uzaklıktaydılar. Yavaş yavaş ağızlarını açarak gelmelerini devam ettiriyorlardı." Ne yapacağız Taptuk Ata?" dedi korkudan bağırarak çıkmıştı bütün kelimeleri Kongar'ın." Sakin olunn!" dedi ve onların gelmesini izledi. Ak dağın tepesinden başka bir ejderin derin sesi duyuldu.

 

Bu sesi işiten yüzlerce İtbaraklar artık havlamıyorlardı. Onlara adım adım yaklaştıkları yerde kaldılar. Taptuk Ata kafasını kaldırdığında içinde daha önce bir kere hissettiği korkuyu yeniden hissetti. Yukarıdan aşağıya doğru süzülerek gelen ejder tekrardan derin bir şekilde kükredi. Bu daha yakından geliyor gibiydi. Kafasındaki börkü çıkardı. Ve yere doğru fırlattı. Yanında duran Alabörü onu gördüğünde bir süre kendine gelemedi. İyice bakmaya çalıştı yanılmak istemiyordu. Ama gördüğü şey gerçekti. İlteber sesin kaynağına baktıktan sonra Kongar'ın arkasına doğru saklandı.

 

Altantuya iki kılıcını çekerek yukarıdan onlara doğru gelen ejdere karşı kaşlarını çatıyordu. Taptuk atanın elindeki asa artık durmayacak boyutta kendini bir sağa bir sola götürüyordu. Ak dağın hizasından aşağıya doğru süzüldü. Bengütaşın olduğu yerin karşısındaki tümseğe kondu. Taptuk Ata o korku hissini tekrar yaşadığı için donakalmıştı. Tümseğin tam ortasına kırk metre boyunda kıpkızıl pullu bedeniyle Sangal ejderi duruyordu. Onun üzerinde sağ elinde iki ucu sivri baltasıyla İtbarakların Komutanları Barak oturuyordu. Sangal ejderi tümseği inmeye başladı.

 

Ejderin her ayak sesi yerde deprem oluyor hissini hissettiriyordu. Bastığı karların arkasında kocaman ayak izlerini bırakıyordu. Onun geldiğini gören İtbaraklar yolunu açıyorlardı. Adımlarını ata ata Taptuk Ata' ya doğru yaklaştı. Aralarında yirmi metre kala Sangal durdu. Ejder Taptuk Ata'yı tanıdı ve boğazından ağzına doğru ateşi getirmeye çalıştı. Üzerindeki Barak bunu istemediği;" (𐰆𐰭𐰀) (Unga) hayır." Dedi ve Sangal ağzına kadar getirdiği ateşi geriye götürdü.

 

Onlardan daha uzun ve kılları beyaz olan Barak Sangal'ın üzerinden Taptuk Ata'ya bakarak. (𐰉𐰀𐰴𐰦𐰆𐰺𐰀 𐰽𐰀𐰭𐰀𐰞 𐰚𐰇𐰼𐰀𐰦𐰜𐰀 𐱃𐰀𐰯𐱃𐰸) (Bakandôra sangâl kürendûke taptûk) Sangal yaşadı, Taptuk Ölecek!" dedi bu seslenişi Taptuk Ata'nın gözlerinin içine doğru bakarak yapmıştı." (𐰀𐰍𐰆𐰣) (Agun) Şimdi!" dedi Barak boğucu sesiyle birlikte. Sangal'ın boğazından yukarıya doğru gelen ateşi pullarının arkasından anlaşılıyordu. Taptuk Ata elindeki asasını havada doğru fırlattı. Asa yere düşmeden toz bulutlarının arkasından yere doğru elli metre uzunluğunda, sırtında onlarca yüzgeci vardı. Kanatları yoktu onun aksine dört tane bacağı vardı. Yere doğru Bükrek indi.

 

Onun yere inmesiyle birlikte yere dokunan kim varsa az da olsa sallandı. Önündeki Sangal'ın hayatta olduğunu gördü. Sangal onun geldiğini görünce ağzına kadar getirdiği ateşi püskürtmeye başladı. Yerde ona doğru bakan Bükrek ağzını açıp buzul püskürtmeye başladı. Havada bir anda birleşen ateş ve buz spiral şeklinde Orta Kıta'ya yayıldı. Taptuk Ata kılıcını çekip;" Alabörü şimdi!" dedi bağırdığını çok zor duyan Alabörü çektiği her ıslık okunu önündeki İtbaraklara fırlatmaya başladı. Her giden ok kafalarından girip birkaç İtbarağı aynı anda öldürmeye başlıyordu.

 

Attığı okları yumru yapıp tekrar geri getiriyordu. Öldürerek içlerine kadar girdi. Islık okunu elinde hemen yok etti. Sol eliyle çevirdiği yüzüğünü bastı. Yüzüğün içindeki sıvı hemen Alabörünün vücuduna nüfuz etmişti. Gözleri al kırmızısı oldu. Kılıcını arkasından çekti. Kendisine gelen altı tane İtbarağın havada zıpladıkları esnada sol kolundan çıkardığı buzla hepsini dondurdu. Yere doğru donmuş vaziyette düşen İtbarakların üzerinden adımlayarak kendisine doğru koşan diğer İtbaraklara doğru kılıcıyla savaşmaya başladı.

 

Önünden uçarak gelen kızıl renkli bir İtbarağın soluna geçerek elindeki çift başlı kılıcını kafasına soktu ve sonundan çıkardı. İt barak yatay bir şekilde ortadan ikiye ayrıldı. Yere doğru düşen mankurt kılıcının yardımıyla yerde doğruldu. Arkasından atladığını son anda fark eden mankurt kılıcını arkasına doğru kaldırarak it barağın açılan ağzından soktu. Soktuğu anda yüzüne doğru kapkara kanlar sıçradı. Kılıcını kendisine doğru çeken mankurt kılıcını çıkardı. Sağına ve soluna baktığında her birinin savaştığını gördü. Gözleri Taptuk Ata'yı aradı ama göremiyordu. Arkasından ona doğru atlayan İtbarağı fark etmedi. Havadayken kafası bir tarafa vücudu bir tarafa düşerek önüne yığıldı.

 

Kılıcıyla arkasına döndüğünde Ruh Kılıcının yardımına geldiğini gördü. Ve gülümsemesiyle birlikte;" Geciktin Oğlum." Dedi birkaç tane İtbarağın kellesini alırken. Ruh kılıcı hızlı bir o kadar da kana susamış bir şekilde Hızla kesmeye başladı. İtbarakların tam arkalarından boyları yedi metreyi bulan Yelbeğenlere binmiş birkaç İtbarağı gördü. Yelbeğen koşarak Sangal'ın yanından gelmeye başladı. Ruh kılıcına doğru gelen Yelbeğeni gören Alabörü masmavi kesilen sol kolunu uzatarak içinden uzun ve etkili bir yıldırım çıkartarak koşarak gelen Yelbeğenin kafasından vurdu. Kafasını paramparça eden yıldırım arkadaki Ak Dağın yüzüne saplandı ve derin bir çukur oluşturdu. Ruh kılıcının her kestiği kelle bir sağa bir sola düşüyordu. Sağa doğru Taptuk Ata'ya doğru koştu. Onu gördü Bükrek' in yanında ayaklarının dibinde ona doğru gelen İtbaraklarla savaşıyordu.

 

Arkasından gelen İtbarağı görmeyen Taptuk Ata önündeki İtbarağın kellesini almakla meşguldü. Havada süzülerek ona doğru gelen İtbarağa doğru çektiği ıslık okunu atarak havadayken canını aldı Alabörü. Koşarak giderken bir alta bir üste çıka çıka kellerini alıyordu. Bir İtbarak onun kafasına doğru hamle yaptı diğeri ise karnına doğru pençesini savurdu. Kafasını eğerek alttan attığı ıslık oku İtbarağın kafasına girdi ve gökyüzüne doğru çıktı. Olduğu yerde yere yığılan İtbarağın Vücuduna basarak zıpladı geriye doğru havada döndü. Bu sefer iki ıslık takmıştı. İkisini de çekti ve fırlattı. Ona doğru hamle yapmak isteyen İtbarakların kafalarından girdi.

 

Kafalarından giren iki ok arkalarındaki diğer ayakta duran İtbarakların da kafasından girip karşı ormanın büyük çam ağaçlarına saplandılar. Eriye doğru dönerek yere indi. Sağ elini yumru yaptığında üç okta geriye doğru tuttuğu yaya geldiler. Her seferinde üç ok koyup yayı çekiyordu. Attıkları üç oklarda sırayla öldürerek gidiyorlardı. Kendine koridor açarak giden Alabörü Taptuk Atanın yanına gelmişti. "Buradan sağ çıkamayız!" diye bağırdı Alabörü. Kendisine doğru gelen birkaç tane daha İtbarağı öldürerek." Biliyorum evlat düşünüyorum bana müsaade et!" dedi kılıcıyla savaşırken Taptuk Ata. Sangal'a doğru gelen buz püskürtmesine dayanamayan Barak Onu yukarıya doğru kaldırdı.

 

Sangal uçarak ateş püskürtmeye devam ediyordu. İyice yukarıya kalktığı için artık ateş püskürtmüyordu. Yerde ayaklarına ve kendisine vuran İtbaraklara uzun ve kalın bir buz püskürttü. Kuyruğuyla arkasındaki Taptuk Ata'yı koruyordu. Yerde yüzlerce yeni İtbarak gelmeye başladı. Altantuya, Bükreğin kuyruğunun diğer tarafında Kongar'la birlikte savaşıyorlardı. İki kılıcını da ustalıkla kullanarak birkaç tane İtbarağın bellerinden keserek onları iki ayırdı. Solundan gelen İtbarağa doğru kaldırdığı kılıçlarını aynı doğrultuda keserek bacaklarını kesti.

 

Bacakları kesilen İtbarak önüne doğru düştü. Hızlı bir bıçak darbesiyle kafasını gövdesinden ayırdı. Arkasını döndüğünde başka bir İtbarak onlara doğru zıplamıştı." Kongarrrr" dedi bağırarak. Kongar onlara doğru gelen İtbarağa doğru biri solundan biri sağından kafasından başlayarak kuyruğuna kadar kestiler. Havada dört parçaya bölünen İtbarak yere doğru uzandı. Arkasından gelerek saldırmaya çalışan İtbarağı görmedi. O da yanındaki İtbarağa çarparak Kongar'ın üzerine düştü. Yere düşen Kongar elindeki kılıcını öbür tarafa düşürdü. Ayağa kalkan İtbarak ağzını açarak yerdeki Kongar'a doğru hamle yaptı. Arkadan bağırarak ve kılıcını kaldırmış vaziyette zıplayarak İtbarağın kafasına kılıcını soktu.

 

Kongar üzerine doğru düşen İtbaraktan sola doğru yuvarlanarak kurtuldu. Ölen İtbarağın üstünde yüzü gözü kan içinde kalmış İlteber'i gördü. Ayağa kaldırmak için koluna doğru hamle yaptı. Elini uzatan İlteber'i kendine doğru çekti ve sırt sırta vererek kendilerine doğru gelen yüzlerce İtbarakla savaşmaya başladılar. Ak Dağın yamaçlarından gelen İtbaraklara doğru püskürttüğü buzla hepsini dondurdu ve Ak dağın önünde duran Bengütaşına isabet ederek ortadan ikiye ayrıldılar. Taptuk Ata'nın etrafını saran İtbaraklara doğru sol kolunu kaldırarak hepsini geriye doğru ittirdi.

 

Solundan ona doğru koşarak gelen İtbaraklara karşı çektiği üç okuda aynı anda attı. Islık okları döne döne en başta duran üç İtbarağın kafalarına girdi. Vücudunun içinden çıkarak arkalarındaki diğer İtbaraklarında kafalarından girerek çamlara saplandılar. Okları attığı yerdeki İtbarakların tamamı ölmüştü. Soluna doğru baktığında Ruh kılıcı etrafındaki bütün İtbarakları öldürerek Alabörü'ye doğru geldiğini gördü.

 

Onun üstünden ise Sangal'ın tekrardan geldiğini gördü. Hızlı bir şekilde gelen Sangal ateş püskürtmeye başladı. Ruh kılıcının üzerinden süzülerek geliyordu." Oğlummm yukarıya!" dedi Alabörü Ruh kılıcına doğru. Ruh kılıcı aynı anda kestiği dört İtbaraktan sonra yukarıya doğru çıktı. Havada süzülerek gelen Sangal'ın üstündeki Barak'a doğru gidiyordu. Sangal'ın geldiğini gören Bükrek sola doğru döndü ve buzunu ona doğru püskürttü. Barak, Sangal'ın üzerindeki eyere bir şey almak için eğildi. İçinden çıkardığı uzun ve ucu ikiye ayrılan altın bir mızrak göründü.

 

Ateşini püskürtmeye devam eden Sangal'ın üzerinde atladı ve elindeki mızrağı Bükrek' e doğru fırlattı. Havada süzülen mızrak Bükreğin mavimsi pullu derisinden içeriye girdi. Bükrek dayanılmaz bir acıyla kükredi ve kafasını sağa doğru savurdu. Bu canını oldukça yakmıştı. Havada ateşini püskürtmeye devam eden Sangal yerde yaralı şekilde duran Bükrek'e yaklaştı. Ateşinin sıcaklığını hisseden Bükrek kafasını kaldırmaya çalıştı fakat yapamadı. Yere düşen Barak kafasını kaldırdığında gülüyordu. Havada süzülen Ruh kılıcı Sangal'ın kalın boynundan derin bir yara açtı ve çıktı.

 

Havada boynu kesilen Sangal ateş püskürtmeyi bırakarak yere doğru bir kaç tane İtbarağın üzerine düştü."Kızımmmm." dedi Taptuk Ata bağırarak. Ve ekledi. " Alabörüüü çıkar bizi buradan!" diye tekrar bağırdı yanındaki bir İtbarağın kellesini kılıcıyla alan Alabörü'ye karşı. " Hadi Oğlum hadi gel artık." Dedi sağındaki İtbarağın kalbine doğru soktuğu kılıcını çektiği an da Alabörü. Kafasını kaldırdığına yukarıdan kanatlarını açmış vaziyette inen Asutay göründü. Hızla aşağıya doğru süzüldü." Taptuk Ata binin." Diye bağırdı. Etrafındaki Altantuya'ya da dönerek" Komutanım hadi binin çabukk." Diye bağırdı Alabörü. Taptuk Ata binmişti.

 

Altantuya son birkaç tane daha İtbarak öldürerek geliyordu. O da ata atladı. Kongar da arkalarına atladı. Ruh kılıcı Asutay'ın etrafındaki her İtbarağı tek hamlede öldürerek onun kanatlarını açmasını sağladı. Etrafı iyice açılan Asutay kanatlarını açmaya başladı. Bir iki kere çırptıktan sonra havalanmıştı. Yerde yaralı bir şekilde yatan Bükrek' e doğru "Hadi kızım." Dedi bu ses ilk kez cızırtılı bir şekilde ağlamaklı çıkmıştı Taptuk Ata'dan. Havalanan Asutay onun yanından geçti. Sesi duyan Bükrek bir anda asa donuna geçti. Asanın aşağıya bakan dallarından mavimsi kan gövdesinden aşağıya doğru akıyordu. "İlteberrrrr.... İlteberrrrr..." diye bağırdı Altantuya. Barak onu esir almış ve yanında yerde diz çökmüş şekilde bekliyordu. Onun bu halini gören Altantuya'nın gözyaşları kendine hâkim olamadı. Yerden yukarıya doğru çıkan Ruh kılıcı ucundan yere doğru taze kara kan damlaları Ker Ormanına düşüyordu.

 

Loading...
0%