@mmsyazar
|
Birden, Güneş kaybolmuştu. Belki de küsmüştü Orta Kıta'ya. Şimdi söz karanlığın ve kardeşi gecenindi. Yapılacak şey basitti. Orta Kıta'yı karanlığın içine çekip yok etmekti. Bu konuda o kadar başarılıydı ki tüm kıta gecenin karanlığında yokluğun eşiğine gelmişti. Kapkara bulutlar büyük siyah kaya parçaları gibi yeryüzüne düşmek için bekliyor gibiydiler. Onlardan bazıları buna kızmış olacak ki kıpkırmızı suratlarını saklıyorlardı. Bunun tek açıklaması birazdan Orta Kıta'nın kuzey bölümüne başka intihar edecek karları hazırlamış olmalarıydı.
Onlarcası belki yüzlercesi gecenin sessizliği içinde hiç kimsenin ruhunun bile duymadığı zamanda yeryüzü kara bulayacaklardı. Artık söz sahibi olan kırmızı renkli bulutlar konuşmaya başladı. Bu ilk seferleri değildi ve son seferleri de olmayacaktı. Kendilerinden emin küçük zararsız gibi görünen beyazlıklar al al olmuş bulut tarafından aşağıya gönderildi. Hepsi birer yüz metre koşucusu gibi birbirlerini geçmek istiyorlardı. Bunu aralarında çok iyi yapanlar olduğu gibi bazıları rüzgâra inanıp yavaşlıyordu. Rüzgârın azizliğine uğranlar yarışı kaybetmeye mahkumdular.
Onlar tazeliğini yitirmiş başka ihtiyar karların üzerine zaman geçtikçe ineceklerdi. Hızını kaybetmeyen süratli karlar nihayet intihar etmelerinin nedenini anlamışlardı. Bu neden Orta Kıta'yı tamamen güneşten arındırıp karların hakimiyeti altına almaktı. Yerde yığın haline gelen ölü karlar soğuk havanın en başarılı askerleri sayılıyordu. Yeni gelen genç karlar zamanla diğer ölü karlar gibi unutulup gideceklerdi. Bunu unutmayan ise Dağ Hanlığının halkıydı. O kadar uzun yıllar birbirleriyle savaşsalar da artık birbirleriyle dost olmuşlardı.
Dumanı tüten her evin karla mücadelesi çok uzun yıllar önce başlamıştı. Bunu bilen Dağ Hanlığı ahalisi çoktan kendini hazırlamıştı. Dağ sarayının kapısına doğru bakan küçük evden sesler yükselmeye başladı. Evin kapısı ağır ağır açıldı. Bu açılma baya uzun sürmüştü. İki saat önce kapının önünü temizleyen Bumin sinirli bir şekilde kafasını yarı açılmış kapıdan dışarıya baktı;" Yaa ben yeni temizledim ya!" dedi kafasını biraz aşağıya daha eğerek Bumin. Zorla da olsa iteleyerek açmıştı. Kapının önüne yığılan karlar açıldığı gibi yükselerek kapının arkasına devrildi.
Dışarıdaki soğuğun yüzüne çarpmasıyla bir anlığına irkildi. Ellerine eldiven almadan çıktığı için ikisini birden birbirlerine sürtüp tam ortasından üfürdü. Bu onu biraz rahatlatmış olsa da halen daha iliklerine kadar soğuğu hissediyordu. Kapının yanına bıraktığı çarıklara doğru baktı. Deriden yapılmış çarıklarının üzeri tamamen karlarla doluydu. Annesinin bunu ondan önce görmediği için kendini şanslı hissediyordu.
Eğildi ve çarıklarını alarak birbirlerine vurdu. Sopayla vurulan halının üzerinden dışarıya çıkan tozlar gibi karlar çarıkların üstünden yere döküldü. Bunu yaparken aldığı nefesi dışarıya verdi. Gözlerinin önünde çıkan bu buhar onun çok hoşuna gidiyordu. Birkaç kere gülümsemeyle karışık yapmasını sürdürdü. Çarıklarını giydi ve zor açtığı kapıyı iki eliyle birlikte iteledi. Arkasını döndü ve karşısındaki açılan Saray kapısını gördü. İçeride ilk dikkatini çeken şey şahit olduğu Alabörü'nün yaptığı buz rampasıydı." Neyse ki ben de bir mankurt olacağım için ben de yaparım... Üzülme be Bumin erkenden büyüyecen sonuçta."
Dedi kendi kendine gülerek ve duygulu bir şekilde Bumin. Bu konuşması dışarıdaki azılı soğuğu unutturacak kadar etkiliydi. Açılan kapıdan elinde asasıyla birlikte Taptuk Ata ve arkasında Alabörü dışarıya doğru çıktılar. Taptuk Ata'nın yanına gitmek istedi birkaç adım atmak istedi ama sol arkasından fısıldamalar halinde sesler duydu. Umursamaz gibi yaptı ve birkaç tane daha adım attı. Tam o anda Komutan Altantuya, Kongar ve İlteber arkalarından geldi.
Bunu gördükten sonra arkasındaki sesleri daha fazla işitti. Kafasını arkasına doğru çevirdi. Seslerin onların odunluğundan geldiğini anladı. İçinden bir ses Alabörü'nün yanına gitmesi gerektiğini söyledi ama arkadaki seste onun merakını diri tutuyordu. Seslerin bir anda yok olduğu gören Bumin önüne doğru çevirince hepsinin koşarak atlara bindiğini gördü." Zaten odun almak için çıkmıştım. Ne de olsa tekrar görürüm." Dedi ve arkasını döndü. Arkasını döndüğü esna da sesleri yeniden işitti.
Taptuk Ata'nın ona öğrettiği gibi;" Nerede tanımadığın bir ses duyarsan, önce sessiz sonra dikkatli olacaksın." Dediğini hatırladı. Çarıklarını yavaşça yerde yatan ölü karları incitmeden adımladı. Biraz daha eğilerek kısa boyunu biraz daha kısalttı. Odunluğun kapısına doğru yaklaştı. Odunluğun içindeki lamba yanmıyordu. Kapıya doğru geldi ve kapının bazı kenarlarından içiresi görünüyordu. Aralık olan yerden kafasını sakin ve sessizce ilerletip sağ gözünü deliğe dayadı.
Çok sakin bir şekilde nefes almak için kendini sakinleştirdi. İçeride iki kişi ayakta ve birinin elindeki gaz lambası halen daha yanıyordu. İyice bakmak için kendini kastı. Kalbinin atışlarını dahi duyabiliyordu. Bu onu biraz germiş olsa da dikkatini sağlamaya çalıştı. İçinden;" Sessiz ve dikkatli." Diye geçirdi. Sağda ki duran elindeki gaz lambasını yukarıya doğru kaldırdığında ikisinin de yüzü daha belirgin olmuştu. Tam o esnada onların kim olduğunu hatırlayıp şaşkınlığını ve merakını gizleyemedi. Birden kafasını geriye doğru çekti. Sap elini başına doğru götürüp;
" Neden?" dedi şaşkınlıkla karışık kısık konuşarak Bumin. Bir anlığına emin olamadı ve kafasını tekrardan o açık olan aralığa götürdü. Sesleri artık daha iyi duyabiliyordu. Sağda ki adam gaz lambasını yanındaki dizili odunların üzerine bıraktı. Onun yaptığı bu hareket ikisinin de daha iyi görünmesine sebep olmuştu. Artık daha da emindi, kesinlikle onlar diye geçirdi içinden. Kafasını bir kez daha geriye doğru çekti. Etrafına bakındı ve kimseler yoktu. Sol elini ağzına götürerek;
" Vezir Baymünke ve Tiginçe Bengi neden gizli gizli buluşsunlar ki?" dedi sol eliyle kapattığı ağzından konuşarak Bumin. Tekrardan o deliğe bakmak için eğildi.
-" Sizin için yapamayacağım bir şey yok Tiginçe Bengi. Bunu çok iyi biliyorsunuz. Sadece Babanıza değil size de hizmet ediyorum. Bunu asla unutmayın olur mu? Dedi biraz daha ona doğru eğilerek.
- "Biliyorum Vezir Baymünke. Ama beni neden buraya çağırdınız onu merak ediyorum." Dedi iki elini bir araya getirmiş şekilde Tiginçe Bengi.
"Sizi buraya şunun için çağırdım. Eğer olurda bir gün babanıza bir şey olursa ben hep sizin yanınızdayım. Bunu bilmenizi istiyorum." Dedi Tiginçe Bengi'nin ellerini tutarak Vezir Baymünke. Gördüklerini henüz atlatamayan Bumin bir de el ele tutuştuklarını görmüştü. Bu, delikten bakan gözünü şaşkınlıktan daha da büyütmüştü.
- "Neden böyle şeyler söylüyorsunuz. Tengri Ülgen korusun onu. Hem sizin de benim yanımda olduğunuzu biliyorum." Dedi Tiginçe Bengi.
- "Ben hep sizin yanınızdayım Tiginçe Bengi." Dedi gülümseyerek Vezir Baymünke Ve ellerini bırakarak Tiginçe Bengi'ye sarıldı. Bu olaya şahit olan gözlerini hemen geriye doğru çekti. İçinde anlamadığı bir korku belirdi. Kafasını geriye doğru çektiğinde sağ eliyle de kapıyı tutuyordu. Elini Kapıdan hızlı çekince kapı hafifçe bir ileri bir geriye doğru geldi. Bunun çok kısa sürmesi bile kapının menteşelerindeki sesi çok çıkarmaya yetmişti. Bu ona yine bir nasihati aklına getirmişti;" Eğer o ses sana doğru geliyorsa ya kaç ya saklan." Diyen Taptuk Ata'yı dinleyip hızla yan komşusunun odunluğuna doğru koştu.
Kapısı kilitliydi. Sol taraf başını çevirdi. Kendi odunluklarından halen daha kimse kapıyı açmamıştı. Kapıyı kendine doğru çekti ama yine açılmadı. Sol taraftan kendi odunluk kapılarının cızırtı sesi kulağına geldi. İçini daha önce tecrübe etmediği bir korku sardı. Bu onun ani hareketlenmesine sebep olmuştu. Hızlı bir şekilde odunluğun yanında üstü örtülü bir şekilde duran samanların içine doğru girdi. Ve üzerindeki örtüyü kendine örttü." Gaz lambasını söndürün Tiginçem." Dedi kapıyı hafifçe aralayan Vezir Baymünke. Kafasını dışarıya doğru uzattı. Pek bir şey göremeyen Vezir Baymünke adımlarını bu sefer dışarıya doğru attı.
Artık tamamen kapının önündeydi. Sağına soluna iyice bir baktıktan sonra içeriye girdi ve" Tiginçem artık gitsek iyi olacak. Bugün ki konuştuklarımız aramızda kalsın. Özellikle de Tiginçe Asena'ya söylemeyin biliyorsunuz o her şeyi yanlış anlar." Dedi ve gaz lambasını alarak dışarıya çıktı. Yürümesini sürdüren Baymünke etrafına da bakmayı ihmal etmiyordu. Büyük altından yapılan kapının önüne geldi. Sağ elini kaldırdığında Uçkuş motifli yüzüğü parlıyordu. Kapının yüzeyine doğru iki kere vurdu.
Kapının diğer tarafından adım atan askerlerin sesleri işitildi. Sesler artık duyulmuyordu. Kapı bir ihtişamla açıldı. İki mızraklı asker kapıyı çekerek açtılar. Vezir Baymünke içeriye doğru girdiğinde ikisi birden kafalarını aşağıya doğru eğdiler. Elinde yeni sönmüş olan gaz lambasıyla içeriye girdi. Önün de ki iki metre uzunluğundaki buz rampasını geçti. Onun yüzünden karşıda Dağ Han'ın tahtının önünde duran Vezir Kunanbay' ı görmemişti. Onun dikkatli bir şekilde tahta bakmasını anlamadı. Adımlarını duymuştu ama arkasını bile dönmeden tahta bakıyordu Vezir Kunanbay.
- "Vezir Kunanbay o seninle konuşamaz." Dedi Vezir Baymünke halen daha arkasını dönmeyen Vezir Kunanbay 'ya karşı.
- "En azından yalan söylemiyorlar Baymünke." Dedi ellerini arkaya doğru bağlamış şekilde duran Vezir Kunanbay.
- "Nasıl yani?" dedi meraklı bir şekilde bir iki adım atarak Vezir Baymünke.
- "Mesela nereden geliyorsun?" dedi arkasını hafifçe dönen ve dizine yasladığı bastonunu eline alarak Vezir Kunanbay.
- "Eeee.eeee Askerler surun dışında Mankurt'un öldürdüğü İtbarağı yakmışlar mı diye merak etmiştim. Oradan geliyorum." Dedi Biraz duraksayarak cevap vermişti Vezir Baymünke.
- "Gaz lambanı yeni söndürmüşsün. Demek ki yakın ve karanlık bir yerden geliyorsun. Halen daha içinden dumanlar çıkıyor. Surun dışı karanlık ama içeriye girdiğinde her yer aydınlıktır. Sur kapısından girmeden önce söndürürdün. Ve şimdiye çoktan içindeki duman dağılırdı. Görüyor musun? Vezir Baymünke herkes yalan söyler ama tahtlar yalan söylemezler." Dedi gözlerini içine bakarak iki eliyle tuttuğu bastonunu kavradığında Vezir Kunanbay. Son sözlerini söylemişti ki merdivenlerden sesler ikilin olduğu yere doğru gelmekteydi. Vezir Kunanbay sözlerini bitir bitirmez kafasını gelen seslere doğru çevirdi. Bir hizmetli kızın aşağıya doğru bağırarak geldiğini gördü.
- "Yetişinnnn nolurrrr Vezir Kunanbayyyyy Dağ Han ölüyorrrr.!" Diye bağırarak Vezir Kunanbay'a doğru koşarak geldi. Önünde şaşkınlıkla bakan Vezir Baymünke 'ye kafasını birazcık sağa doğru çekerek duyduklarının doğru olduğunu anlamaya çalıştı. O hareketinden sonra koşarak merdivenlerin başına doğru geldi. Elindeki bastonunu sağ eline alarak koşmasını sürdürdü. İkinci kata çıktığında Büyük kapının açık olduğunu gördü.
Koşarak onun önüne geldi. Nefes nefese kalan Vezir Kunanbay içerde boylu boyunca yatan ve ağzından kara kanlar çıkarak zor nefes alan Dağ Han'ı gördü. Gözlerinin içi kıpkırmızı kesilmişti. Ayakları ve kolları krize girmiş gibi titriyordu. Tam yanında onu kucağına almış şekilde duran Kağan Ay Han elindeki bezle ağzından çıkan kanları temizliyordu. Deniz Han ve Gök Han ayaklarından tutarak kendine daha fazla zarar vermemesi için çabalıyorlardı. Kağan Ay Han onların yanında ikinci kez ağlıyordu. Gözlerinde akan damlalar yerde zehirlenen Dağ Han'ın anlına doğru düşüyordu. Kafasını çeviren Kağanın yüzündeki çaresizlik Vezir Kunanbay'ın gözlerini hafifçe büyütmesine sebep olmuştu.
-" Ak şamanlarrrrrr ak şamanlarrrrr." Dedi Kağan Ay Han, bu bir haykırıştı. Dağ Han'lığını inleten bir sesti. Sonsuza kadar boş, kasvetli ve daraltıcı odalarda yankılanacak gibi gelirdi. Bütün odalara giden bu ses peşinden Ak Şamanları getirmişti. Ayakta olan biteni anlamaya çalışan Vezir Kunanbay şamanların geldiğini işitip içeriye doğru Dağ Han'ın ayaklarının olduğu kısımda beklemeye başladı. Ak Şamanlardan en yaşlısı Dağ Han'ın şamanı Aspar parmaklarını şıklatarak sağ elinde ucunda yada taşı olan bir tokmak belirdi. Kağan Ay Han'ın kucağında ağzından halen daha siyah köpükler çıkan Dağ Han'a yaklaştı. Elindeki tokmakla sol elinde oluşan Davula kadim dille ilgili büyüler yapmaya başladı.
Onun yaptığı büyüleri içeriye giren dört şamanda onun başında yapmaya başladı. Hepsi artık davullarına aynı kadim dilin runik harflerini yazmaya çalışarak transa girdiler.- "(𐰀𐰘 𐰆𐰞𐰆 𐱅𐰀𐰭𐰼𐰱𐰀 𐰆𐰢𐰀𐰖) Ey ulu Tengriç Umay." diye yazmaya başlayan Dağ Hanlığı Şamanı Aspar. Tokmağı Dağ Han'ın vücuduna doğru sürmeye başladı. Kağan Ay Han ayağa kalkmıştı. Olanları masaya dayanarak izledi. Dağ Han'ın etrafında sadece Ak Şamanlar vardı. Şaman Aspar'ın yaptığı gibi diğer şamanlarda tokmaklarını üzerine doğru sürmeye sürerek Dağ Han'ın zehrini çıkarmaya çalıştılar. - "(𐱁𐰃𐰯𐰀𐰣𐰀 𐰃𐰚𐱅𐰃𐰖𐰀𐰲𐰃𐰢𐰔 𐰉𐰀𐰺) Şifana ihtiyacımız var." diye ikinci cümleyi yazdı. Yanındaki diğer Hanlıkların Şamanları gözlerini kapatmış şekilde ruhlarına görünen runik harfleri yazıyorlardı.
Hepsi birden tokmaklarını onun üzerinde gezdiriyorlardı. - "(𐰔𐰀𐰚𐰼𐰃 𐱃𐰸𐰢𐰀𐰍𐰃𐰢𐰔𐰀 𐰉𐰀𐰴𐱁𐰀𐱅) Zehri tokmağımıza bahşet." Dedi Şaman Aspar ve Dağ Han'ın ağzına doğru tokmağı götürdü. Bir süre bekledikten sonra Dağ Han'ın yanına doğru bayıldı. Onun bayılmasıyla yerdeki tokmağı yere düştü. Dağ Han halen daha yerde çırpınıyordu. Titremesi halen daha devam ediyordu. Diğer şamanlar da gözlerini açmadan son cümleyi yazamadan bayılıp Dağ Han'ın yanına uzandılar. Bunu gören Kağan Ay Han yere doğru eğilip Dağ Han'ın kafasını tekrar bacaklarına koydu." Hayır kardeşim hayırr şimdi değill şimdi olamaz. Duydun mu beni iyi olacaksınnnn iyi olacaksın!
" HAAAAAAYIRRRR HAAAYIIIRRRR" dedi bunu Dağ Hanlığında duymayan kalmamıştı. Sarayın içindeki her kes Savaş odasına doğru koşuyorlardı. Sesindeki acı ve keder tüm Dağ Hanlığına yayılmaya yetmişti. Kalabalığın içinden;" Açın yolu açınn yoluuu" diye bağıran Tengriçe Asena kalabalıktan kurtularak içeriye girdi. Yerde yatan babasını gördü. O an içinde önce ışığı yanan sonra şimşekler çatan duygusunu bağırarak dile getirdi." Babaaaa babaaaa "dedi ve Kağan Ay Han'ın kucağında ölen Dağ Han'ın kafasına doğru başını yasladı. Hıçkırıkları tüm saray odasına yayılmakla kalmadı kapının önünde merakla bekleyen herkesin yüreğine ilmek ilmek işlemişti. Kapının önünde ayakla bekleyen her hizmetli bağırarak dışarıya doğru koşuyordu.
Bazıları ayakları yerden kesilmiş gibi dizlerinin üzerine çöküp hıçkırarak ağlıyordu." Nedennn Babaaa nedennn,, nedennn nedenn gittinnnn hayırrr babaaa hayırrrr şimdiii değil baabbaaa!" diye hem göğsüne vuru hem de bağırıyordu. Yüreğinde takılı kalan okun verdiği acıyla eşdeğer bir inip bir kalkarak vurmasını sürdürdü. Ayakta bekleyen Gök Han ve Deniz Han yere kapanarak ayaklarının ucunda ağlamaya başladılar. Saray odasında bulunana herkes kafasını yere eğerek ağlamalarını sürdürdüler." Yapmaa kızım kalk yapmaa." Dedi hafifçe kısılan sesiyle birlikte ağlamaklı şekilde Kağan Ay Han. Konuştukça boğazı düğümleniyordu. Sadece ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Kalplerinin içi artık tamamen kan dolmuştu. Vücutlarında gezen kanlar kalplerinin parçalanmasından kaynaklanıyordu.
Hepsi birden bağırıp hıçkırıklar içinde haykırıyorlardı. Dağ Han'ın öldüğünü bilmeyen kalmamıştı. Hanlık ilk kez bu kadar yoğun ve kederli bir gece geçirmişti. Haberi işiten diğer Tiginçe Bengi koşarak kapıdan girdi. O da içerideki manzara bakıp ağlamak yerine bayıldı. Diğer şamanların yanına uzandı. Birazcık doğrulmuştu Tiginçe Asena. Kalktığında gözlerinin içinde Kan gölü olmuş gibi bakıyordu. Bir sağa bir sola hafifçe kafasını çevirdi. Yangın yeri olmuştu yürekler, onu söndürmeye yetmiyordu gözyaşları. Yere doğru ellerini koydu zor da olsa ayağa kalkmıştı. Arkasını dönerek odaya baktı. Masanın üzerinde bazısı içilmiş bazısı halen daha duran kımız bardaklarına baktı.
Vezir Kunanbay ayağa kalkan Tiginçe Asena'ya bakıyordu. İki eliyle kavradığı bastonu sağ eline aldı ve onu izlemeye başladı. Arkasını dönerek dışarıya çıktı. Zor yürüyordu, nefes alış verişi bile kalbinde açılan yaradan doğru dürüst çıkmıyordu. Kapının önünde biriken kalabalığa karşı" Kazanları çıkartın Yuğ Besen (Cenaze yemeği) yapın. Balbal'ı çağırın. Yuğcu Bangu'yu çağırın Dağ Han Sungur Boldı (Sungur Kuşu haline geldi, uçtu) deyin." Dedi ve yanlarından geçerken Deli Tigin Atalay elinde kımız bardağıyla geliyordu. O kadar çok içmişti ki ayakta duramıyordu.
" Nereyeee kardeşimm bu gürültü de ne?" dedi aralarda geğirerek Deli tigin." Babamız öldü..." dedi ve yanından ağırca kafasını yere eğmiş bir şekilde geçti. Elindeki bardağı yere düşüren Deli Tigin koşarak odaya girdi. Bağırmasını Tiginçe Asena dahi duymuştu. Ağlama seslerini her katta hissediyordu. Merdivenleri ağır ağır inmesini sürdürdü. Her adım attığında bir sonrakini atmak yerine zamanı geri sarmak geçti içinden. Son adımlarını attıktan sonra soluna döndü. Karşıdaki duvarda asılı olan tablolara baktı. "Yanına geldi dede..." dedi ve arkasını döndü;" Senin de Tengri Ülgen.
Neden erkenden çağırdınız. Hiç mi düşünmediniz bizi?" dedi kanlı gözlerinden akan yaşlarını silerken Tiginçe Asena. Kafasını aşağıya doğru eğdi. Büyük salona doğru yürüdü. Kulaklarının içinde halen daha çığlıkları duyabiliyordu. Bu bağırışlar içindeki yanan alevleri Ak Dağın tepesine götürüyordu. Büyük salona varmıştı. Kapının önünde bekleyen mızraklı askerler kendilerini tutamayarak ağlıyorlardı. Sol elleriyle mızrağı sağ elleriyle akan gözyaşlarını siliyorlardı. Başlarını eğmiş vaziyette salonun ortasına doğru gelen ayak seslerini duydular. Kafalarını kaldıklarında Tiginçe Asena'yı gördüler.
Onu ilk kez böyle görüyorlardı. Bu onları daha da bilinmez bir hiçliğe sürüklemeye yetti. Başını eğmiş vaziyette kapının önünde durdu. Hiçbir şey demiyordu sadece gözlerinin pınarından aşağıya doğru gözyaşları soğuk ve kaskatı fayanslara düşmekteydi. Mızraklı bekçi askerler kapıya doğru yöneldi. Biri kendini daha fazla tutamayarak hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Adımlarını kapıya atmakta zorlandı. Kalbinin yerinden çıkacakmış gibi hissetti. Zor da olsa kapıyı açtılar. Dışarıdaki başka bir katil olan soğuk içeriye başka darbe vurdu. Yüzüne doğru gelen bu amansızca soğuk Tiginçe Asena'yı kendine getirmeye sebep olmuştu. Kafasını yavaş ve oldukça kasvetli bir şekilde kaldırdı.
Dışarıdaki bu kışın artık bir önemi yoktu. Bu günü hiçbir zaman unutmayacaktı. Yüreğinin içinde depremler oluyordu ama o sadece gözyaşlarıyla belli ediyordu kendini. Dışarıya doğru adım atmak istedi. Bu onun bu zamana kadar yaptığı en zor işti. Ayaklarını hissetmiyordu bu soğuktan değil acısının büyüklüğündendi. Kapının önünde biraz daha bekledi. Henüz Dağ Han'ın ölümü bazı evlerde duyulmamıştı. Ama kafasını biraz sağa doğru çevirdiğinde onlarcası bağırarak Saray kapısına doğru geliyordu. Gözlerinin içindeki acı yerini daha da boğuk ve can alıcı bir hüzne bırakmıştı. Sola doğru döndü sesleri duymak istemiyordu.
Bunun onun için nasıl bir zorlukta olduğunu yeni anlamıştı. Sur kapısına doğru yürüdü. Dağ Han'ın öldüğünü duyan Pazar esnafının evlerinde çıkan insanlar Tiginçe Asena'yı gördükten sonra ağlamalarını sakinleştirmeye çalıştılar. Bütün Pazar esnafı sağa ve sola doğru dizilmiş ona doğru bakıyorlardı. Kafasını kaldırdı, bu olay kendisinin kim olduğunu unutturmuştu. Her acıya göğüs germesi onun Dağ Hanlığı Tiginçesi olduğunu gösterirdi. Başını bunu hatırladıktan sonra eğmeden yürümesini devam ettirdi. Surun kapısına doğru yaklaştı.
" Küreği verin!" dedi patlamaya hazır baraj gibi bakan gözleriyle Tiginçe Asena. Onun geldiğini gören bazı bekçiler başlarını eğmeyi dahi unutmuştu, tıpkı mızraklı bekçi askerler gibi. Ayakta halen daha ağlamaklı bakan Ak Saçlı asker içeriye doğru gidip küreği getirdi. "Açın Kapıyı!" dedi tekrardan o güzel sesinin yerini ağlamaktan kalınlaşan sesiyle Tiginçe Asena. Kapının önündeki asker zor da olsa kapıyı açtılar. Dışarıya doğru adımlamaya başladı. Küreğin başını yere sürterek gidiyordu. Biraz ilerledikten sonra karların nizami bir şekilde yağdığını gördü.
Tane tane halde yağmasını sürdüren karlara doğru uzun bir süre baktı. Ayakta biraz durduktan sonra kendini dizlerinin üzerine bıraktı. Yağan taze karların ne kadar soğuk olduğunun bir önemi yoktu. Kafasını yere doğru eğdi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sur kapısının askerleri onun seslerini işittikten sonra bazıları yere doğru düştü. Onlarda artık sessiz değil Tiginçe Asena gibi bağırarak ağlıyordu. Kafasını kaldırdığı esnada;" Babaaaaaa...Babaaaaaa..." diyerek gökyüzüne doğru haykırdı.
Surun askerlerinin hepsi ona doğru bakıyorlardı. Arkalarından gelen Vezir Kunanbay' ı göremediler. İyice yaklaştığında hem bastonun sesini hem de ayaklarının sesini duydular. Ayakta sırtı dönük Ak Saçlı askere bakarak;" İçeriden geyik derisini verin bana!" dedi tamamen ciddi bir ifadeyle. Bir anda arkasında Vezir Kunanbay' ı gören askerler ayağa kalktılar. Başlarını eğip ona olan saygılarını yinelediler.
Ak saçlı askerden aldığı geyik derisini eline aldı. Sağ eliyle tuttuğu bastonu her adım attığında yere vurarak gidiyordu. Dışarıya çıktığında yüzüne çok sert bir şekilde karları savuran rüzgâr onun gözlerini kısmasına sebep olmuştu. Yerde diz üstü şekilde feryat figan şekilde ağlayan Tiginçe Asena'nın yanına geldi. Bastonunu koltuk altına koydu. İki eliyle açtığı geyik derisini üzerine örttü." Tiginçem..." dedi çok naif ve içtenlikle Vezir Kunanbay. Yere doğru eğmiş duran kafasını kaldırdı.
O kadar çok ağlamıştı ki yüzündeki iki gamzede göl olmuş gibiydi." Vezir Kunanbay..." dedi ağaya kalkarak sarılan Tiginçe Asena. Vezir Kunanbay'ın omzunda bir süre daha ağladı. Vezir Kunanbay onun sırtında elini hafifçe bir yukarı bir aşağıya doğru hareket ettiriyordu. Bu onu hiç olmadığı kadar sakinleştirmişti." İzin verirseniz birlikte kazalım." dedi omzunda ağlayan Tiginçe Asena'nın kulağına doğru samimi bir şekilde Vezir Kunanbay. "Olur..." dedi bu dört kelime bile onun omuzlarına yük olurmuşçasına Tiginçe Asena. Vezir Kunanbay onu geriye doğru itip gözyaşlarını temizledi. Yerde uzanmış ve bu süre zarfında karların ele geçirmeye çalıştığı küreği yerden aldı.
Bastonunu Tiginçe Asena'ya verdi. Yere kadar uzanan yeşil cübbesi karlar içinde kalmıştı. Cübbenin kollarını geriye doğru çekti. Yere doğru sert bir şekilde toprağa küreği vurdu. Kazdığı toprağı her çıkardığında altı bembeyazdı. Bir kere daha vurdu ve altından kapkara görünen toprağı bulmuştu. Kazıp çıkardığı toprakları yanına doğru atıyordu. Her atıp dönmesinde kazdığı yer bembeyaz kesiliyordu. Yoğun şekilde yağan kar ateş düşmüş Dağ Hanlığını söndürmeye yetmedi. Biraz daha kazdıktan sonra Sur kapısından gelen sesleri işitti. Artık kazmayı bırakmıştı." Açın lann kapıyıııı!" dedi bu sesi tanıyan Vezir Kunanbay kazdığı çukurdan çıktı. Küreğini sağ eline alıp beklemeye başladı. Kapılar açıldı ve içeriden dışarıya doğru koşar adımlarla Deli tigin göründü.
Üstünü başını yırtmış ve birazda ayılmış şekilde Vezir Kunanbay'ın yanına geldi. "Ver o küreği verrrr.." dedi bağırır ve ağzından köpükler çıkarcasına Deli Tigin. Elindeki küreği alıp açılan çukura indi. Ağlaması ve hüznü birbirine karışmıştı. Her kazdığı toprağı gelişi güzel yukarıya doğru fırlatıyordu. Vezir Kunanbay Tiginçe Asena'nın yanına gelip bastonunu aldı. Yan yana şekilde durarak onu izliyorlardı. Karlar biraz daha yağdıktan sonra durma noktasına geldi.
Sıra şimdi yaşlı olan karlardaydı. Hafif ve yavaş şekilde yağarak Dağ Hanlığına düşüyorlardı. Gökyüzü bu olaydan dolayı mutlu olmuş gibi hafif hafif bulutları dağıtıyordu. Kapkara bulutlar arkasında parlayan ve inci taneleri gibi gözüken yıldızları meydana çıkarıyordu. Bir müddet daha yürümesini sürdüren kara bulut uzun günlerdir sakladığı parlak Ay'ı açık etmeye hazırlanıyordu. Şimdi karanlığın beyaz hükümdarı sahneye çıkmıştı. Diğer çatık kaşlı asker gibi kızmaya hazırlanan kara bulut o boşluğu doldurarak niyetini belli etmişti. Çok az görünen Ay bile yerdeki manzarayı göstermeye yetmişti. Birden kendini unutturan sessiz düşman rüzgâr ortalıkta cirit atmaya başladı. Çok geçmemişti ki yerde yağan karların huzurunu bozup başka yerlere götürmeye çalıştı. Yağan karlarda zaman gibi yavaş yavaş akıp düşüyordu.
Zamanlar ilerledikçe ortalık aydınlanmaya başladı. Artık sabahın efendisinin ışınları görünür olmuştu. Halen daha kazıyordu saatlerce hiç durmadan Deli Tigin. Ayakta onu yalnız bırakmayan Vezir Kunanbay ve Tiginçe Asena buz kesmişlerdi. Kirpikleri çimlerin üzerine imsak vakti yağan çiğler gibi görünüyordu. Yüzlerinin sağ tarafı karlar içinde kalmıştı. Ötüken yolundan nal sesleri koşar adımda yaklaşıyordu. Vezir Kunanbay kafasını çevirdi. İleriden gelen atlıya doğru bakarak;" Yuğcu Bangu" dedi kısılmış sesiyle yanındaki gözlerinin altı şişen Tiginçe Asena'ya doğru bakarak. Atını yavaşlatarak önlerinde durdu. Bürkü ve yüzü tamamen yağan karlarla örtülüydü. Arkasında sapı uzun bir kopuz takılıydı. Sakalları uzun ve bembeyazdı.
Üzerine yağan karlar onu daha da yaşlı göstermeye yeterdi. Sol tarafında takılı kılıcı arkasına doğru uzanmaktaydı. Ayakta duran Vezir Kunanbay ve Tiginçe Asena'ya doğru başını eğdi. Yerde saatlerce kurgan kazan Deli Tigini gördü. Gözlerini kısarak ağlamaya başladı. Gözlerini açtığında ikisi birden doluydu. Bir anda ikisinden de buzu çözülmüş şelale gibi akmaya başladı. Atının yularını kaldırdı. Bir kere vurması atı harekete geçirmeye yetti. Dizlerine kadar beyazlara bürünen kara at ağır adımlarla sur kapısına doğru yürüdü.
Yukarıda ayakta bekleyen davulcu askerler ağlaya ağlaya yüzlerinde vadi yatağı oluşturmuş şekilde bekliyorlardı. Soldaki asker davuluna bir kez vurdu. Kapının açılmasıyla uzaktan duyduğu feryatlar daha derinden duyulur hale geldi. Gökyüzünün aydınlanması Dağ Hanlığının acısını açık etmişti. Güneş, bu kederli güne ışık tutuyordu. Sabahın bu saatlerinde gülen çocuklar artık ağlamakla meşguldüler. Çığlıkları her yerden duyulan anaların kendilerini parçalar halde ağıt getiriyorlardı. Kurgandan artık sesler gelmiyordu. Deli tigin saatlerdir kazdığı kurdan da bayılmıştı. Ayakta bekleyen Vezir Kunanbay ondan ses gelmediğini anladığı gibi kurganın yanına gitti. Beş metre karelik yer kazmış ve ortasına yığılıp kalmıştı.
Küreği halen sıkı sıkıya tutuyordu. Kurganın içine atladı. Onu yerden alıp yukarıya doğru çıkardı. Tiginçe Asena ve Vezir Kunanbay Deli Tigin 'in kollarından girerek surun kapısına doğru gittiler. Tiginçe Asena gözlerinin içindeki Tamağ giderek artmıştı. Artık gözyaşları da tükenmişti. Boşuna ağlıyordu bitmişti yaşları. Tamamen tükenmişti. Üçü birden donmuş bacaklarını açmakta zorlandı. Surun kapısı davul çalınmadan açılmıştı. İçerisi mahşer yerini anımsatıyordu. En son Oğuz Kağan öldüğünde ağlamıştı bütün herkes, hayvanlar, kuşlar, yaratıklar yastaydı o gün.
Şimdi ise Dağ Hanlığı aynı mücadeleyi veriyordu. İçeride bekleyen beş kapı askeri de onları gördükten sonra başlarını eğdiler. Ağır ağır ilerledikleri Pazar meydanının sokakları yüreğini eline almış bıçaklayan yüzlerce insandan oluşuyordu. Bağrışmaları, ağlamaları birbirlerine karışmıştı. Bayılan Deli Tigin' i getiren Tiginçe Asena ve Vezir Kunanbay Pazar meydanının ortasından gidiyordu. Onları gören halk daha da bağırıyordu. Ağlamaları göklere varıyordu.
" Ey yüce Dağ Han..... Eyyy Yüceee Dağğğ Hannn..." diyerek tek bir ağızdan haykırmalarını sürdürdüler. Sürekli ve hiç sıkılmadan tekrarlıyorlardı. Saray Kapısının önüne doğru çöken ve gece boyu uyumayan, uzun süre ağlamaktan göz yatakları kuruyan Dağ Han'ın kutlu eşi İsenbike Hatun onları görür görmez ayaklandı. Çıplak ayaklarla Deli Tigin'e doğru koştu." Oğlummm...Oğlummm..." dedi bu serzenişi diğer herkesi susturmuştu. Feryat figan eden halk şimdi sadece ağlamakla kalıyordu. Koşarak Deli Tigin'e sarıldı. Vezir Kunanbay elini çekti ve bir adım yanlarına atarak iki eliyle bastonunu kavradı. Deli Tigin'e sarılan İsenbike Hatun ve Tiginçe Asena yere yığıldılar.
Bir süre ağlayarak durdular. Saray kapısının açıldığı duyuldu. Dağ Han'ı koydukları tahtayı Deniz Han, Gök Han, Ay Han ve Yıldız Han taşıyordu. Hepsinin de boyunun uzun olması Dağ Han'ı daha da yukarıda arşa yakın gibi taşımalarına sebep olmuştu. Saray Kapısının önüne doğru bir at arabasını yaklaştı. Üzerine doğru koydular. Haykırışların ve bağrışmaların Dağ Han'ın meydana gelmesiyle daha da arttı. Yerde baygın şekilde yatan Deli Tigin gözlerini açtı. Bu haykırışlar onu uyandırmıştı. İsenbike Hatun arabanın geldiğini duyup Deli Tigin'i ayağa kaldırdı. Hiç gücü kalmayan Deli Tigin önünde babasının ölüsünü görünce daha da yıkıldı;
" Beni yalnız bıraktın Baba...." dedi ve kafasını ikisinin kollarında yere yığdı. Araba ağır ağır Dağ Hanlığı halkının önünden gitmesini sürdürdü. Üstünü başını yırtan halk çıldırmak üzeriydi. Tengri savaşlarında olduğu gibi kendilerinden geçip delirmeye yaklaştılar. Arabanın arkasında önde Kağan Ay Han ve diğer Hanlar gelmekteydi. Onların arkasında Ak şamanlar yan yana başlarını yere eğmiş şekilde geliyorlardı. Arabayı çeken atın üzerinde Yuğcu Bangu arkasındaki kopuzuna helan daha dokunmuyordu. O da herkes gibi ağlıyor ve bu kederli günün geçmesini istiyordu. Bütün Halk Dağ Han'a doğru başlarını eğdiler. Oradaki herkes bazıları yerlere kapanıp yere vuranlar, yüzlerini çizenler, üstünü başını yırtanlar artık önlerine doğru eğilmiş Ulu Dağ Han'larını son kez görüp uğurlamaya çalıştılar.
Kapı son kez onun için açılmıştı. Bunu hisseden genç asker olduğu yerde bayıldı. Ve yanındaki karların üzerine düştü. Atın üzerinde yeni kazılmış Kurganın yanına doğru atı sürdü Yuğcu Bangu. At arabası kurganın yanında durdu. Kurganın arkasına doğru balbalları diken dört asker kendilerinden geçerek ve gözyaşlarına engel olamayarak bunu yapıyorlardı. Yerde yatmış ve elli beş adet balbal dikilmeyi bekliyordu. Sarayın olduğu bölümden dokuz atlı sur kapısından dışarıya doğru çıktı. Kazılan kurganın etrafında dönmeye başladılar.;" Eyyy Uluuu Dağğğ Hannn" diyerek dokuz kere döndüler ve at arabasının yanına doğru atlarını sürdüler. Ölü tahtasını tutan Kağan Ay Han, Deniz Han, Gök Han ve Yıldız Han Dağ Han'ı taşımaya başladılar. Üzerlerine aldıkları Dağ Han onlara çok ağır bir yükmüş gibi omuzlarına düştü. Ağır adımlarla kurganın içine koydular. Kızıl ve örgülü saçlarını göğsünün üzerine bıraktılar.
Kurgandan ilk çıkan Kağan Ay Han arabaya doğru yürüdü. Arabanın üzerinde duran büyük çift başlı baltayı aldı ve kurganın içine bıraktı. Eşi İsenbike Hatun Dağ Han'ın Hanlık kıyafetini kurganın içine bıraktı. Tiginçe Asena elinde Dağ Han'ın savaş kıyafetlerini getirerek yanına bıraktı. Üzerinde yeni doğan Tigin Çakırtunga'yı tutan Tiginçe Bengi yüzündeki beyazlık giderek artmıştı. Göz bebekleri tamamen kurumuş ve acı hissetmesini yavaşlatmıştı.
Attan inen Yuğcu Bangu sırtındaki kopuzu çıkardı. Kurgana toprak atan genç askerler mezarı da sulamayı unutmuyorlardı gözyaşlarıyla. Kurganın önüne oturdu. Kopuzunu sağ eline alarak çalmaya başladı. Onun bu hüzünlü kopuz çalması oradaki bulunan herkesin yüreğini dağlanmasına sebep olmuştu. Deli Tigin ağlayarak kurganın başına geldi. Belindeki hançeri çıkartarak yüzünü kesmeye başladı. Yüzünde derin yarıklar oluşturan Deli Tigin artık kan ağlıyordu. Dağ Han için yazdığı sagusunu okumaya başladı;
-" Uçmağa göçtü ey Ulu Dağ Han Erliği dize getirdi Dağ Han Oğuz Kağan'ın en büyük oğlu Dağların yüce Kağanı Dağ Han
Ruhu Ülgen'e ulaşan Dağ Han Asar'ların beklediği Dağ Han Oğuz Kağan'ın en büyük oğlu Yetimlerin umudu Dağ Han
İtbarak'ların korkusu Dağ Han Gönüllerin Tengrisi Dağ Han Oğuz Kağan'ın en büyük oğlu Umay Ana'nın yoldaşı Dağ Han. " |
0% |