Yeni Üyelik
13.
Bölüm

"11.Bölüm" Deli Tigin

@mmsyazar

Aylardır yağan kar artık durmuştu. Belki de bir plan çeviriyordu. Kimse ona güvenmezdi. Orta Kıta'nın azılı bir suçlusuydu. Herkes ondan korkar ve çekinirdi. Bunu bildiği için canı ne zaman istese ortaya çıkıp yüreklere korku salmaya başlardı. Ama Orta Kıta'da bir süredir onu kimse görmüyordu. Merak edenler bile çıkmıyordu. Ne zaman ortadan kaybolsa o gün yaşayan bütün canlılar için bir bayramdı. Öyle de oldu. Uzun günlerin sonunda gökyüzünün inci tanesine benzeyen yüzlerce kuş türü artık tekrar gökyüzüne çıkmaya başlıyordu. Yeryüzünde beyaz tüylü ve göz alıcı duruşlarıyla tavşanlar tekrar güneşin geldiğini görüp hızla eğleniyorlardı. Karın olmayışına aldanıp tekradan hayat bulan canlılar O'nu unutmuşlardı. Bir anda çıkıp bu güzel parlak güneşin aslında bir işe yaramayacağını göstermişti. İşte o görünmeyen güç Rüzgar'dı.


Ne zaman ve nerede görüneceğini asla belli etmezdi. Kendi dışında kalan her şeyi aşağılık bir varlık olarak görürdü. Ne yaparlarsa yapsınlar bir tek ona boyun eğemezlerdi. Kendini bir anda göstermeye başladığında önüne ne katarsa katsın umursamaz ve gereğini yapardı. Bazıları bunun geçip gideceğini sanıp umursamaz davranırlardı. Buna aşırı derecede öfkelen sessiz katil "Demek öyle" deyip haldur küldür ortalıkta ahkam kesmeye çalışırdı. Bir zayıflık gördü mü? Yandınız, fena haldesiniz demektir. Ona en ufak zayıflık gösterenler en büyük hatayı başta yapanlar oluyordu.


Yine o kompleksli hareketleriyle Dağ Hanlığının her yerinde yerdeki karla oynuyordu. Yerden kalkan yüzlerce ölü kar taneleri bir anda yattıkları yerden kaldırılıp hiç bilmediği yerlere götürülüyordu. Bunu umursamayacak kadar uzun kalmışlardı Dağ Hanlığının içinde. Sessiz düşman iyice konuyu abartmıştı. Neye öfkelendiğini kendisi de bilmiyordu ama anlamsızca bağırıyordu. Sadece öfkesini yerdeki karlardan değil bir de Dağ Han'ın kurganını kazan askerlerden çıkarıyordu.


Dört asker ellerindeki kürekleri yere durmadan yağan karın zorluğuyla toprağı kazıyorlardı. Her vurduklarında bir dinlenip gözlerindeki yaşları silip tekradan kazmaya devam ediyorlardı. Bu onların ilk kurgan kazışıydı. Alışmak bir kenara dursun içlerindeki yangına katlanmak istemiyorlardı. Yerden yükselen her kar tanesi bir tipi oluşturuyordu. Yüzleri, elleri, vücutlarının her yeri çılgınca esen rüzgârın getirdiği suçsuz karların tipisiyle kaplanmıştı. Bu kadar yoğun soğuk bile onlarının içini söndürmeye yetmedi.


Artık kazmalarını bitirmişlerdi. Her biri yanlarında duran Dağ Han'a bakıp son kez başlarını eğip yukarıya çıktılar. Onları yoran bu soğukta kurgan kazmaları değildi. Soğuğa yıllardır alışmışlardı. Onların bilmediği şey ise Dağ Han'ın ölümüydü. Onun mezarını kazmaları onlarda büyük bir etki bırakıyordu. Her çıkan asker Yuğcu Bangu'nun yanından geçip arkasında dizlerinin üzerine çöktüler. Her biri başlarını yere doğru eğmiş suskun bir şekilde ağlıyorlardı. Her birinin gözlerinin çevresi mosmor kesilmişti. Göz pınarları kurumuştu, artık gözyaşları gelmiyordu.


Gözlerinden su çıkmayarak ağlıyorlardı. Dağ Han'ın ölümü Dağ Hanlığı halkını delirtmişti. Bazı Analar üstlerini başlarını yırtarak bu acı günü daha da acı gösteriyorlardı. Bir çoğu olduğu yerde bayılmıştı. Babaların hepsi çıtlarını çıkarmadan ayakta sadece gözlerinden sırası olmayan şekilde gözyaşları yere doğru düşmekteydi. Hiçbir Dağ Hanlığı erkekleri feryat figan şeklinde ağlamıyorlardı. İçlerinde kanayan kalplerinin yansıması gözlerinin içindeki beyaz, saydam, zararsız gözyaşlarına dönüşüyordu.


İçlerinde kopan her fırtına onların başlarını yere eğdiği gibi ruhsuz görünmelerine sebep olmuştu. Önlerinde sakince birbirlerine kar topu atan gençler Ulu Dağ Han'ı kendi yas tutma yöntemleriyle uğurluyorlardı. Onların önünde ayakta yeni doğan Tigin Çakırtunga'yı kucağında tutan Tiginçe Bengi ayakta zor duruyordu.


Yüzündeki allık ve üzerinden geçen gözyaşları ilkbahar yağmur bulutlarını hatırlatıyordu. Onlarda al al bakan yüzlerinden yere doğru ağlarlardı. Yüzündeki acı dolu bakışlar her an hıçkırarak şimşekler çıkarıp ağlamasının habercisiydi. Kucağında tuttuğu kardeşinin yüzüne bile bakmıyordu. Yorgun, bitkin gözleriyle kurganın önünde yüzünü kesen abisi Deli Tigin'e bakıyordu.


Onun feryatları Tiginçe Bengi'nin içindeki fırtınaların daha da artmasına sebep oluyordu. Yanına doğru yavaş adımlarla kalabalığı aşarak Vezir Baymünke göründü. Tam sol tarafına doğru gelip durdu. Yüzü tamamen savrulan karlardan oluşuyordu. Yeşil cüppesinin her yeri yine karlar içinde kalmıştı. İki elinin bir araya getirdi. Sakinliğini koruyordu. Çok fazla ağlamadığı gözlerinin durumundan anlaşılıyordu.


- "Tiginçem..." dedi sessiz ve sadece Tiginçe Bengi'nin duyacağı biçimde Vezir Baymünke. Sesi duydu fakat kafasını çevirmedi. Rüzgârdan dolayı kızıl saçları yüzünün her yerinde dönerek dağılıyorlardı. Odaklandığı tek bir şey vardı. O da abisinin ne halde olduğu ve haykırışları.


- "Tiginçem... İyi misiniz?" dedi tekrardan Vezir Baymünke. O da yüzüne Deli Tigin'e kafasını çevirmiş bir şekilde duruyordu. Tiginçe Bengi'ye bakmadan ama ona hitaben birkaç kelime daha söyledi;"


- "Sizin için endişeleniyorum..." dedi bir önceki sözlerinden daha kısık konuşarak Vezir Baymünke. O her konuştuğunda dinlemiyormuş gibi yapıyordu. Duyduğu çok az şey ardı o an. Haykırışlar, ağlamalar, bağırışlar sadece bunları duyuyordu. Babasına veda etmek ona çok pahalıya patlamıştı. Hiç böyle hissetmemişti. Vezir Baymünke'nin yanında uzaklaşmaya başladı. Bir iki adım attı. Bu onun en zor sınavıydı. Kurganın içindeki babasına son kez baktı. Uzun uzun ve derinden yıkıcı bir bakıştı bu. Başını sola doğru hafifçe yatırdı. Gözlerindeki son damlaları dökmüştü. İkisini birden kapatıp haykırarak ağlamaya başladı. Onun sağ tarafında ayakta duran Vezir Artuk yanındaki Vezir Timuçin'e bakarak;


- "Kim yapabilir bunu Vezirim" dedi dikkatli bir şekilde.


- "Bilmiyorum Artuk. Bilmiyorum. Tek bildiğim artık Dağ Han'ın ölmüş olması." Dedi kurganın önündeki Deli Tigin'e bakarak Vezir Timuçin. Kıvırcık saçları kaskatı kesilmişti. Soğuk havaya dayanamamıştı kıvır kıvır olan saçları. Sağ elinin parmaklarında dikkat çekiciliğiyle parlayan Çakır kuşu ongunlu yüzüğünü çevirdi. Bu ellerinin birbirlerine dokunmasıyla içinin ürpermesine sebep olmuştu. Yanından giden Tiginçe Asena'ya doğru baktı. Kızgın bir ifade kaplamıştı suratını.


Bir süre daha arkasından baktıktan sonra yere yığılan ve kafasını omuzlarına kadar sokan Kağan Ay Han'ın yanına doğru yürüdü. Dizlerinin üzerinde oturmasına rağmen halen daha uzundu. Başındaki iki boynuzlu altın tacı donmuştu. Yüzünün her yeri soğuktan kızarmıştı. Gözyaşları onun da tükenmek noktasına gelmişti. İçinden ağlıyor gibiydi. Duyduğu sesler ona T. S'yi hatırlatır şekildeydi. Ne zaman bu haykırışları, sonu gelmeyen bağırmaları duysa hep o günler aklına gelirdi.


Babasının nasıl öldüğünü nasıl Tengri Ülgen'in yanına gittiğini hiç unutmamıştı. Kendine o günü unutmayı yasaklamıştı. En son babasının öldüğü zaman bu kadar hüzün kaplamıştı yüreğini. Yanına kadar geldi. Ayakta bekliyordu biraz eğildikten sonra kulağına doğru yaklaştı;" Gümüş tacı hazırlıyorum kağanım." Dedi emir bekler gibi Vezir Baymünke. Duyduğu tek şey bu savaş alanının ağır ve yıkıcı sesleriydi. Tek yapabildiği ağlamak ve kardeşini uğurlamaktı. Onun haricinde hiçbir şey duymuyordu.


Vezir Baymünke karşılığında bir cevap alamadığı için kafasını kaldırdı. Kağan Ay Han'ı ilk kez böyle görüyordu. Onun şaşkınlığından eğilmeyi dahi unutmuştu. Aslında ona bu kadar yakın olabilmek bile insanın içine heyecan yüklerdi. Hafifçe doğruldu ve surun kapısına doğru yürüdü. Yürürken etrafına bakarak yürüyordu. Kalabalığın her yerine baktı. Tanıdık yüzler oldukça fazlaydı. Kötü haberi duyan her ev sakini dışarıya koşmuştu. Hanlığın içi tamamen boştu.


Sol tarafa doğru başını çevirdiğinde ayakta duran önünde beline kadar gelen bastonunu tutan Vezir Kunanbay'ın gördü. Gözlerini dikmiş bir şekilde ona bakıyordu. Vezir Kunanbay'ın ona baktığını gören Vezir Baymünke başını hızlı bir şekilde çevirip kapıya doğru yaklaştı. Kapıyı ilk kez kimse korumuyordu. Sonuna kadar açık bir şekilde duruyordu. Mahşer yerinin en sakin yeri Dağ Han 'lığının içiydi. Yürürken nasıl üşüdüğünü anlayamadı. Sol kolu hafifçe kaşındı.


Yeşil cübbenin cepliğinden çıkardığı sağ elini kaşınan yere götürdü. Çıplak ellerine vuran soğuğu o an anladı. Bir anlığına dondurucu soğuğu unutmuştu. Saray kapısına doğru yaklaştı. O kapıda dış kapı gibi sonuna kadar açıktı. İçeriye doğru adımlarını attı. Yerde uzunca Alabörü'nün yaptığı mavimsi buzdan rampayı gördü. Her gördüğünde onun nasıl bir savaşçı olduğunu tekradan hatırlıyordu.


Arkasını döndü kapıları kapattı. Karşısındaki tahta baktı. Yürümesini ona karşı bir aşk beslermiş şekilde alımlı bir şekilde yaptı. İyice önüne geldiğinde tahtın arkasında Dağ Han'ın başını yasladığı yerin bir tık üstünde Uçkuş 'un kafası ve kenarlara doğru açılan kanatlarıyla gümüş bir taht olduğunu görüp hafifçe gülümsedi. Bir süre durduktan sonra sağa dönerek koridoru geçti. Sağda ki merdivenleri yavaş yavaş çıktı. İlk kata çıktığında hemen sağ taraftaki iki kapılı olan odaya yaklaştı. Başını sağa sola doğru çevirdi. Kimseler yoktu sadece aşağıdan gelen yürek yıkan bağrışmalar vardı.


Kapıyı hafifçe açtı. İlk kez kendi odasına girerken bu kadar sessiz giriyordu. İçeriye doğru adımlarını sakince attı. Artık odanın içine kadar gelmişti. Kafasına örttüğü cübbenin şapkasını açtı. Ayakta onu ağlayarak bekleyen hizmetçi kız vardı. Kısa boyu yüzünde çiller vardı. Dudağının hemen üstünde kocaman bir ben ve burnunu elindeki bezle silerken kafasını aşağıya doğru eğerek duruyordu. Vezir Baymünke sağ elini onun çenesine götürdü. İki parmağıyla birlikte çenesini kaldırdı. Işığa görünen yüzü farklı bir şekilde görünüyordu. Gözlerinin elalığı onu daha güzel bir kadın haline getiriyordu. Ağlamaklı bir şekilde;


- "Bana ne verdiniz vezirim." Dedi bazı kelimeleri yutarak konuşan hizmetli kız.


- "Sen bir şey yapmadın. Ben de bir şey yapmadım. Sakinleş Dağ Han kendi eceliyle öldü." Dedi yanında geçerken hizmetçi kızın kolunu tutup koltuğa oturtan Vezir Baymünke. Sandalyeye oturan kız kollarını öne doğru getirip biraz eğilerek ağlıyordu.

- "Benim yüzümden oldu vezirim. Ve bana onu siz verdiniz." Dedi bu sözleri arkasını dönen Vezir Baymünke'yi oldukça sinirlendirmişti. Arkasını döndü sakin bir şekilde yaklaştı.


- "Sakinleş benim güzel kızım. Biz bir şey yapmadık." Dedi ve yürümesini sürdürdü. Kız hüngür hüngür ağlıyordu. İçini kaplayan suçluluk psikolojisi onu içten içe bitiriyordu.


- "Siz yaptınız... Siz yaptınız..." dedi bir anda doğruldu ve kafasını geriye Vezir Baymünke'ye bakarak Hizmetçi kız. Başını çevirdiğinde iki elinde de keskin siyah bir ip tutuyordu. Onun elindeki ipi görür görmez;" Hayırrrr..." dedi ve kelimenin sonunu getiremedi. İpi boğazına doladı ve kendine doğru çekmeye başladı. Hizmetçi kız önündeki masaya doğru çırpınmaya başladı. Uzun boylu olmasıyla birlikte ayakları nizami duran masayı devirdi. Koltuğun üzerinde çırpınarak hayatta kalmaya çalışıyordu. İki eliyle boğazına sarılan ipe karşı bir amansızca savaş veriyordu. İp boğazını hafif hafif kesmeye başladı.


Boğazından vücuduna doğru kanlar akmaya ve kokusu dağılıyordu. Bir süre daha çırpındıktan sonra artık ipi tutan elleri de yanına düşmüştü. Boğazının çevresi derin bir yara şeklinde boynundan aşağıya aktı. Ela gözleri artık tamamen kapanmıştı. İpi sakince yukarıya kaldırdı. Hizmetçi kızın kıyafetlerine sürdü ve temizledi. Arkasını dönüp kitaplığın üstünde bulunan kapalı kutuya bıraktı. Geriye döndü ve kapının önünden bir şeyin geçtiğini duydu. Koridordaki sesler bir kişinin bastonunu yere vurarak ağır ağır gitmesiyle sürüyordu. Koşarak kapıyı açtı ve soluna doğru baktı.


Soluna doğru baktığında sesin halen geldiğini ama kimsenin olmadığını gördü. Açtığı kapıdan çıktı ve merdivenlerden inen yaşlı hafif kamburlu ve önünde kalın sopayla birlikte inemeye çalışan Eski Ötek'i gördü. Onu gördüğü için kendini şanslı hissediyordu. Bir anda içini kaplayan o yoğun kara bulutlar dağılmıştı." Ne de olsa kör ve sağırsın Eski Ötek" dedi ve arkasını dönüp hemen odaya girdi. Girer girmez kapıların birini açık bıraktı. Hizmetçi kızı üzerine aldı. Omuzlarına aldığı kızın mendili yere düştü. Onu acele ettiği için görmemişti. Başından aşağıya doğru terler akmaya başladı. Kapıya doğru adımlarını tekradan yavaşlattı. Bir anlığına durdu.


O yoğun sessizlikte bir ses duymak istermişçesine biraz bekledi. Eski Ötek'in bastonun sesinden başka hiçbir dış ses yoktu. Sol eliyle açık bıraktığı kapıyı araladı. Başını biraz öne getirip dinlemeye başladı. Hata yapmak istemiyordu. Son bir kez daha dinledikten sonra sol doğru döndü. Kapısını yine aralıklı bırakarak ağır ağır koşamaya başladı. Adımlarını çok atmadan ufak adımlarla koridorun ucuna kadar geldi. Hizmetçi kızı yere bırakmadan karşısındaki Ötüken Ormanının bir resmi bulunan tabloya uzandı. Sol eliyle tuttuğu tabloyu tam tur çevirerek çevirdi. Sağ tarafına doğru baktığında yerde bir metre uzunluğunda iki betondan blok içeriye doğru açılmaya başladı. İçinden en aşağıya kadar uzanan bir merdiven vardı.


Yoğun ve pis bir koku içeriden dışarıya doğru yayıldı. Üzerinde boğazı kesilmiş bir şekilde cansız duran hizmetçi kızı aşağıya doğru attı. Arkasını dönerek ters duran tabloyu tekrardan eski haline getirdi. Tablo döndükçe yerde açılan iki betondan blok kapanmaya başladı. İyice kapandığından emin olduktan sonra odasına doğru gülerek yürümeye başladı. Üstünü başını düzeltti ve biraz silkeledikten sonra merdivenlerden çıktı. Soluna döndü ve kapısı açık olan Savaş Odasına girdi. Yerde halen daha Dağ Han'ın ağzından çıkan kara köpükler halıya dağılmış vaziyette duruyordu.


Masanın üstünde biri kristal beş bardak duruyordu. Kristal olan bardak hariç diğerleri yarısına kadar içilmiş duruyordu. Masanın karşısındaki dolabın üzerinde duran gümüş Uçkuş motifli gümüş tacı çıkardı. Eline aldığı tacı yanındaki bezle sildi. Gözlerinin içi dahi parlıyordu. O soğuk gümüşün elde verdiği hissi hep çok severdi. İyice temizledikten sonra kutusuna tekradan koyup kutuyla birlikte kapıdan çıktı. Tam çıkarken arkasına doğru döndü ve" Ey Ulu Dağ Han. Bunu hak etmiştin. Tengri Erliğin gazabı üzerine olsun." Dedi ve arkasını dönerek merdivenlerden aşağıya doğru indi. Her adımda tacın gerçek varisi gibi yürüyordu.


Salonun önüne kadar geldi. Büyük tahtın önünde beklemeye başladı. Büyük altından kapı açılmaya başladı. Kapıyı açan yeni gelen mızraklı askerlerdi. İkisi birden kapıyı güçlükle açtılar. Gözlerindeki fer tamamen sönmüştü. Yüzlerinden düşen bin parça yüreklerini her adım attıklarında kesiyordu. Kapının önünde uzun boyuyla Kağan Ay Han içeriye doğru girdi. Arkasından başlarını yere doğru eğmiş şekilde Deniz Han, Gök Han, Yıldız Han girdiler. Zar zor yürüyorlardı. Omuzlarındaki yükler onların biraz da kambur şekilde yürümelerine sebep olmuştu. Arkalarından Hanlıkların vezirleri geldi.


Şamanlar hepsi birlikte onların arkalarından gelerek sağa sola geçip ayakta beklediler. Vezir Kunanbay Tiginçe Asena'nın koluna girmiş şekilde içeriye girdiler. Dağ Han'ın eşi İsenbike Hatun ve Tiginçe Bengi girdi. Kağan Ay Han tahta doğru ilerledi. Birkaç merdiveni geçtikten sonra karşısındaki tahta baktı. Bir süre daha baktıktan sonra arkasını döndü. Kapıya doğru gelen son kişi Deli Tigin olmuştu. Üzerindeki Tigin kıyafetleri tamamen karla karışık kan olmuştu. Yüzünü dört kez farklı yerden kesmiş ve halen daha kan akıyordu. Ağzının bir bölümü kanlar içinde kalmıştı.


Gözlerinin içi mahşer yerini andırıyordu. Yürüyecek hali kalmamıştı. Başını kaldırdı ve yürümesini sürdürdü. Büyük salonda herkes ayakta bekliyordu. Onun girişiyle birlikte herkesin gözü Deli Tigin'e dönmeye başladı.


- "Tigin Atalay buraya gel evlat." Dedi Kağan Ay Han. Uzun saatler sonra ilk kez onun böyle konuştuğu duyulmuştu. Bazıları bunun olmasıyla biraz da olsa rahatlamış hissetmelerine sebebiyet vermişti. Zor da olsa yürüyerek Kağan'ın yanına geldi. Başını kaldırdı ve önündeki Kağan Ay Han'ın gözlerinin içine baktı. Kağan Ay Han iki ellerinin arasına aldığı başını kendine doğru çekti. Alnından bir kere öptü. Geriye çekildiğinde sol eliyle tahtı gösterdi. Deli Tigin karşısındaki tahta biraz hüzün dolu bir şekilde baktıktan sonra adımlarını attı. Arkasını dönerek oturdu. Onun oturduğunu gören Vezir Baymünke elindeki kutuyu açıp Kağan Ay Han'a götürdü. Elleriyle tuttuğu tacı Deli Tigin'e doğru uzatıp başına bıraktı.


- "Yeni Dağ Han'ı Atalay" dedi bu haykırışı uzun süredir duyulmuyordu. Büyük salondaki herkes Kağan ve Tiginçe Asena hariç başlarını yere doğru eğdiler.


- "Babamızın katillerini bulmadan nasıl tahta geçersin?" dedi Vezir Kunanbay'ın yanından uzaklaşarak ortaya kadar gelen Tiginçe Asena.


- "Burada bir kağan var sesinin tonunu alçalt." Dedi elinde tuttuğu kutuyla birlikte Vezir Baymünke.


- "Tahtın boş kalmasından iyidir. Hem sana mı soracağım lan! Sen bir kadınsın haddini bil!" dedi sağ kolundan güç alarak öne doğrulan Deli Tigin. Bu konuşmalar Tiginçe Asena'nın canını bir hayli sıkmıştı. Öne doğru adım atmaya başladı. Adımlarından çıkan ses Büyük Salonda yankılanıyordu.


- "Ben bir Dağ Han'ı Tiginçesiyim. Dağ Han'ın ilk kızıyım." Diyerek Tahtın önüne kadar geldi Tiginçe Asena.


- "Tiginçe Asena!" dedi Kağan bu bağırışı onu durdurmaya yetmedi.


- "Demek bu kadar meraklısın tahta geçmeye." Dedi alaylı bir şekilde Vezir

Baymünke ve ekledi. 


- "Senin bir önemin yok anla artık. Burada bir tane Dağ Han var o da Tigin Atalay." Dedi hafif gülümsemesiyle birlikte Vezir Baymünke.


- "Sakin ol kızım taht boş kalamaz." Dedi kağan.


- "Dışarıda babamızın katilleri dolaşırken sen burada bir tahtın meraklısı olmuşsun." Dedi küçümser bir şekilde konularak Tiginçe Asena.


- "Sen, Dağ Han'la nasıl böyle konuşursun. Nasıl saygısızlık yaparsın. Basit bir Tiginçesin." Dedi ciddi bir tavır sakınıp bağırarak konuşarak Vezir Baymünke. Geldiğinden beri ona bakmayan Tiginçe Asena başını çevirmeden gözlerini onun gözlerine bakarak ani bir şekilde arkasındaki iki kılıçtan birini çekerek Vezir Baymünke'nin boğazına dayadı. Sağ eliyle ani bir şekilde çektiği için kimse anlamamıştı. Salondaki bazı şamanlar harekete geçmek için kendilerini hazırlamışlardı. Vezir Kunanbay bir iki adım attı ve dikkatlice bakmaya başladı.


- "Sen ne yapıyorsun lan Asena!" dedi ve ayağa doğru kalkarken belindeki kendi kanıyla boyanmış hançeri çekti. Bir anda sol elini başına götürerek kılıcını çekti. Tahtan henüz kalkamamışken boğazına diğer kılıcın sürtüğünü hissetti. İkisinin de boğazında Tiginçe Asena'nın kılıçlarının demir kısımları ufaktan kesmişti.


- "Yeterrr, kesin şunuu!" diye bağırdı Kağan Ay Han.


- "Yakalayın bunuu Dağ Han 'a ve vezirine kılıç çektii." Dedi boğazına kılıç dayanmış bir şekilde kafası geride konuşarak Vezir Baymünke. Kapının önünde duran iki mızraklı bekçiler bu sesi duyup hareket dahi etmediler.


- "Bu yaptığını unutmayacağım Asena." Dedi kan dolmuş ağzıyla birlikte Deli Tigin.


- "Sen babama ihanet ettin. Ben de bunu unutmayacağım." Dedi Tiginçe Asena.


- "Heyy size diyorum lann tutuklayın." Dedi Vezir Baymünke. Bu kez kafalarını çevirip Kağan Ay Han'a doğru baktılar. Başını salladığını gören iki mızraklı asker doğru Tiginçe Asena'nın yanına geldiler. Ayakta ekliyorlardı. Onların ayak seslerini duysa da gözlerini bir Deli Tigin'e bir Vezir Baymünke'ye doğru çeviriyordu.


- "Yeter kızım kılıçlarını indir." Dedi bu kez daha samimi konuşarak Kağan Ay Han. Kılıçlarını yavaşça indirdi. İkisinin de boğazında derin olmayan çiziklerden kan akıyordu. Hançerini çeken Deli Tigin kalktığı gibi yerine tekrar oturdu.


- "Zindana götürün bunu." Dedi ona doğru bakmayarak konuşan Deli Tigin. İndirdiği kılıçlarını geri yerine soktu. Arkasını döndüğünde mızraklı askerler yere doğru bakıyorlardı. Onların arkalarında ayakta bekleyen Vezir Kunanbay'a doğru baktı. Başını ağır bir şekilde yere indiren Vezir Kunanbay onun gidişini izledi. Arkasından gelen mızraklı askerlerle birlikte zindana doğru indi.


- "Biz babamın katillerini bulacağız Kağan'ım" dedi Deli tigin ayağa kalkarak.


- "Biliyorum Dağ Han." Dedi Kağan bu kurduğu kelimeleri kardeşine değil de onun oğluna kurması onu derinden etkilemişti. Bunu ilk kez yaşıyordu. Önündeki kardeşi değildi ama ağzında Dağ Han çıkmıştı.


- "Tengri Ülgen'in yardımları sizlerle olsun." Dedi ve merdivenleri inerek büyük kapıya doğru gitti. Kapıyı şamanlardan bazıları açmıştı. İlk önce Kağan Ay Han ve diğer hanlar çıktılar. Salondaki Tiginçe Bengi ve kucağındaki Tigin Çakırtunga annesi İsenbike Hatun yukarıya doğru çıkmaya başladılar. Büyük salonda sadece Deli Tigin ve Vezir Baymünke kalmıştı.


- "Sence kim yapmış olabilir Vezir Baymünke." Dedi ona doğru bakarak Deli Tigin.


- "Bana kalırsa Dağ Han'ım. Gün Hanlığı gelmedi. Biliyorsunuz onların Tigin Berkinay'ı sizin öldürdüğünüzü düşünüp düşman olmuştuk. Ne sizin yaptığınızı kanıtladılar. Ne de yapmadığınızı. Onların bir oyunu gibi geliyor. Çünkü Dağ Han'ın başka düşmanları bildiğim kadarıyla yok efendim." Dedi serin kanlı bir şekilde ağzından kelimler çıkarak Vezir Kunanbay.


- "Hepsini teker teker öldüreceğim. Hiç biri bir sonraki kandaşını hatırlamayacak. Gün Han'ı en son zindanlarda tutsak e

derek öldüreceğim." Dedi ona doğru sinirli bir şekilde bakan Deli Tigin.


Loading...
0%