Yeni Üyelik
15.
Bölüm

"12.Bölüm 2.Kisim" Gün Hanlığı "Tigin Şenliğinden Bir Gün Sonra"

@mmsyazar

Gökyüzü, bir şey olmuşta yüzü bembeyaz kesilmiş vaziyette aşağıya bakıyordu. Uzun zamandır da bu haldeydi. Bulutların bir araya gelerek göğüs gerdikleri Güneş, onları geçip yeryüzüne ulaşamıyordu. Belki de hastalanmış gibi duran yüzü bundan dolayıydı. Ana Dünya'nın Orta Kıta'sı artık bu bulutların himayesi altındaydı. Heybetiyle birlikte yukarıda saltanat kurmuş, birazdan küçüklükten beri büyüttükleri karları yeryüzüne bırakacaklardı.


Oyuncağı elinden alınmış küçük bir çocuk gibi bir kenara pusmuş bulutların arkasından bakıyordu. Kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. İlkbahar yağmur bulutları bile onun canını bu kadar sıkmamıştı. Ne yapar eder yüzünü gösterir ve kimin Kağan olduğunu Orta Kıta'ya gösterirdi. Fakat o da biliyordu artık istenmediğini. Nereye baksa sadece beyaz, kasvetli, zorlu, duygusuz onlarca bulutu önünde görüyordu. Bazen kendisinin yaşlı bir yıldız olduğunu unutuyordu.


Gecelere hâkim olamayan Güneş sabahlara da söz geçiremiyordu. Artık o küçük, çelimsiz, zayıf bulutlar yoktu. Hepsi birer yetişkin ve sözlerinden hiç cayacak gibi de görünmüyorlardı. Gökyüzüne hâkim oldukları gibi artık sıra tamamıyla yeryüzündeydi. Kendi aralarında ne konuştularsa yukarıdan aşağıya bir şeyden korkmuşta hızla koşan bir sürü karlar inmeye başladı. Zaten yerdeki yüzlerce ağaç bu katil karlar yüzünden ölmüşlerdi.


Ellerinden bir şey gelmiyordu. Boyunlarını büküp bu kaçınılmaz sona doğru yaklaşıyorlardı. Onlarda bu durumun suçlusunu biliyorlardı. Hepsi tek bir ağızdan onların en yakın dostları Güneş'e yakarışta bulunuyorlardı. Yalnız kalmışlardı tıpkı güneş gibi. Bu soğuk ve ürpertici havanın masumları bunlardı. Onlara zaman tanınmıyordu. Bir anda gerçekleşiyordu yüzlerce canın ölümü. Bu bir katliamdı yaşayan yaşlı ağaçlar için. Orta Kıta'nın güney kısmı kendini bu soğuğa alıştırmanın peşindeydi. Göz açıp kapayana kadar geçmişti Yaz'ın güzel, dokunaklı şarkısı.


Artık herkesin içini ürperten soğuğun parçası çalıyordu. Bu karmaşada bir yerlere gizlenen sinsi düşman ise zamanını bekleyip ortaya çıkmak için fırsat kolluyordu. Bulutlar ve karlar üzerlerine düşen işleri yapmışlardı. Orta Kıta'nın güney bölümüne de karları gönderdiler. Tam o anda yine doğru zamanda pis pis gülerek rüzgâr ortaya çıktı. Bu yerdeki zamanını doldurmuş üzerleri ölüm toprağıyla dolu olan ağaçların istemeyeceği bir şeydi. Bağırmak istediler, haykırmak geldi içlerinden fakat artık çok geçti onlar için.


O, saklandığı yerden çıkmıştı. Bir anda başlamıştı ağır ağır esmeye. Sonra aniden bir şeye kızıp önüne gelirse, özellikle ağaçların üzerindeki toplanmış kar kütlerine baskın veriyordu. Kendilerinden geçen yüzlerce ağaç bu duruma dahi tepki göstermekten sıkılmışlardı. Hiç sesleri çıkmıyordu. Ne yapabilirlerdi ki sanki? Koskoca yaşlı güneş bile yaşanan bu olaylara sessiz kalmıştı.


Rüzgâr, yüzlerce karları savura savura başlarını döndürmüştü. Koşabulak Nehri'nin zamanı çok geçmeden bitecekti. Bunu hisseden ihtiyar nehir artık çok sessiz ve çaresiz bir şekilde akıyordu. O da darılmıştı içten içe Güneş'e. Bizim için neden Kışla savaşmadı diye. Üzgündü, çaresizdi bunu iliklerine kadar hissediyordu. Sorsanız ondan daha gürültülü haykırarak konuşan yoktu. Ama şimdi o eski halinden eser kalmamıştı. Yazın bıraktığı o sevinçli günlerde yaşayan herkes kışın gelmesiyle Koşabulak Nehri gibi intihara sürüklenmişlerdi.


Nehrin karşı kıyısındaki büyük Yıldız Han'lığının patikası bile bu duruma hayretler içerisinde bakıyordu. Orta Kıta'nın Güney Hanlık patikası dahi hafif hafif beyaz sakallarını göstermeye başladı. Yol boyunca uzanan kayın ağaçları bile patikanın bu durumuna ayak uydurarak beyaz cübbelerini giyinmişlerdi. Yolun başından içlere doğru ağır ağır yürüyen iki atın sesleri işitildi. Ağaçların arasında zıplayarak gezen birkaç tane tavşan aniden durdular. Kulaklarını bir anda gelen bu sese çevirip beklemeye başladılar. Meraklı ve bir o kadar da cazibeli hayvanlardı. Hepsi de birbirlerine benziyorlardı.


Sesler artık daha da netleşmişti. Hepsinin gözleri patikanın ortasından geçen küçük at arabasına doğru bakmaya başladı. Atların ikisi de yoğun bir fırtınadan çıkıp üzerlerine karın şiddetini giyindikleri anlaşıyordu. Ağır ağır yürümeleri onların uzun yoldan geldiğinin kanıtıydı. Dizlerine kadar kara bulanmışlardı. Onların tam arkalarında duran iki ikiz kardeşler soğuktan dolayı artık hissizleşmişlerdi. Başlarındaki börkler kaskatı kesilmiş adeta onların bir parçası olmuşlardı. Yüzleri pespembe kesilmiş gecenin bulutlarına nazire yapmıyor gibiydiler.


- "Ya senin yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı." Dedi sağ gözündeki morluk halen geçmeyen Olga.


- "Aaaa ben mi dedim he git bekçiye;" Yok size de pay veririz bilmem ne..." diye." Dedi sol gözü tamamen kapanan ve dudağı patlayan Bolga. Sözlerini bitirir bitirmez solunda duran Olga'ya doğru omzuna yumruk attı.


- "Aaaa." Dedi acı çekerek Bolga." Bak sana bile vuramıyorum. Nasıl dövdülerse bizi." Diye devam ettirdi gözlerini kısarak.


- "Ne dersen de senin yüzünden dayak yedik bekçi askerden. Ne oldu verdiler mi sana bin akçeyi hee..." dedi yumruktan kaçan Olga.


- "Ben verir diye düşündüm de işte olmadı. Hem sen niye bir şey demedin kestin çeneni durdun salak herif." Dedi ona doğru başını çevirirken acı çeken Bolga.


- "Ya burada ben miyim suçlu? Çok bilmişliğinin cezasını dayak yiyerek çektik. Ahhhh Ahhh annem demişti zaten bu çocukta hiç akıl yok diye." Dedi elini sağ gözünün çevresinde gezdirirken Olga.


- "Bak senin var ya!" dedi bir anda acısını unutan Bolga ona vurmaya başladı. Yumruklarını ona doğru atarken arkalarından atların koşarak geldiğini işittiler. Bir anda baş başa verip kavga ederlerken duydukları seslerden sonra birbirlerine doğru bakmaya başladılar. Sesler giderek artmaya devam ediyordu. Bolga aniden Olga'yı bırakarak ayağa kalktı. Açık olan tek gözünden karşıdan gelen atlılara baktı. Gözlerine inanamadı ve hemen aşağıya eğildi.


- "Arabayı kenara çekk!" dedi bağırarak yanındaki Olga'ya doğru Bolga.


- "Ne oldu lan? Yoksa o mu geldi yine yaa bu sefer kesin bizi öldürecek o maskeli adam." Dedi telaş içinde Olga.


- "Hayır seni aptal Deniz Hanlığı geliyor." Dedi önlerindeki atlara kaldırdığı kırbacı vururken Bolga.


- "Aaaa Deniz Han mı? Ne zamandır görmüyoruz ya iyi oldu he." Dedi hafif gülümseyerek Olga.


- "Aaa.. Ne güzel oldu değil mi? Tam şuanda Deniz Han'ı göresimiz geldi. Salak seni." Dedi onu alaya alarak Bolga. Kırbacı yiyen atlar bir anda sola doğru başlarını götürmeye başladılar. Sol taraftaki sıralı kayın ağaçlarının yanına doğru eylediler. Arabadan aşağıya doğru indiler. Konvoyun gelmesini beklerken içlerindeki o heyecanı hissetmelerini durduramadılar.


Acılarını bu kez tamamen unutmuşlardı. Ön tarafta beş asker ellerinde Çakır Ongunlu bayrakları tutuyorlardı. Hepsi istisnasız yoğun bir şekilde Kuzeyin karlarını da toplamış getirmişlerdi. Yüzlerindeki solukluk tamamen onun eseriydi. Atlar yavaşlamaya başladılar. Ağır ağır ilerlemelerini sürdürdüler. Ortalarındaki asker Olga ve Bolga'yı her zaman korkutmuştu. Beyaz atının üzerinde yüzü yanmış iri yarı adama doğru bakıp;


- "Sakın gözlerinin içine bakma Olga. Bir de Komutan Arat'tan dayak yemeyelim." Dedi başını hafif ona doğru çeviren Bolga. Öndeki askerler bayrakları sabit tutarak önlerine kadar geldiler. İçlerindeki Komutan Arat başını çevirdiğinde ikisinin de Büyük Han arabasına baktığını gördü.


- "Komutan Aratt.. Efendim Tengri Ülgen sizinle olsunn." Dedi bağırarak Olga.


- "Lann suss ne dedim ben sana. Aynen öyle efendim. Tengri Ülgen sizinle olsun." Dedi mecburiyetten Bolga. Konvoyun getirdiği yoğun kar fırtınası onların vücutlarına doğru nüfuz etmeye başladı. Büyük Han arabasını önlerinde geçerken başlarını eğdiler. Arabanın uzaklaşmasından sonra başlarını kaldırdılar. Konvoyun sonunda yirmiye yakın askerler kılıçlarının kabzasında Çakır kuşu motifli şekilde sırayla Büyük Han Arabasını takip ediyorlardı. Önlerinde geçen konvoya doğru hayranlıkla bakan Olga'ya doğru alaycı bir şekilde bakan Bolga;


- "Boş işler kağanı işiniz bittiyse gidebilir miyiz efendim? "Dedi Bolga. Bir anda başını çeviren Olga;


- "Hahaha ne komik çocuksun sen öyle. İşimiz bitti gidebiliriz beceriksizlerin Hanı." Dedi ve arabaya doğru atladı.


- "Farkındaysan Kağan demedim. Eğer ikimizden biri Kağan olacaksa onun kim olacağını tahmin edersin." Dedi gülerek Olga. Arabayı yolun ortasına doğru sürdüler. İkisi birden atların sırtlarına doğru kırbaçları yapıştırdılar. Atlar bu coşkuyla hızla koşmaya başladılar. Önlerindeki Han konvoyunu görmediler. Biraz daha sürdükten sonra sağa ayrılan diğer büyük patikadan seslerin geldiğini işitip başlarını çevirdiler. O patikadan Deniz Hanlığına doğru giden konvoyu nihayet görmüşlerdi.


İkisi birden ağır ağır giden arabanın üzerinde giden Deniz Hanlığı arabasına bakmaya devam ettiler. Kendilerini bir anda diğer yolda giderken buldular. Yıldız Hanlığının içinden geçen büyük patika direk Gün Hanlığına kadar gitmekteydi. Yolun sağı ve solu yapraklarını kışa feda etmiş kayın ağaçlarıyla doluydu. Orta Kıta'nın güney kısımlarına gittikçe daha ılık bir hava kendini gösteriyordu. Büyük Han yolunun yanında heybetiyle duran Yalbuz Dağı kendini sert geçecek olan kışa hazırlıyordu. Ağır ağır gitmekten sıkılan Bolga elindeki kırbaçla atın sırtına iki kere vurdu. Atlar bir anda hızlanmaya başladılar. Yalbuz Dağının yanından geçtikleri an o büyük dalları göğe ulaşan Ak Dağ boyutundaki Ulu Kayın ağacını gören Olga;


- "Tengri Ülgen aşkına. Her zaman kendine hayran bırakıyor ya." Dedi

gözlerini büyüterek.


- "Tengriçe Umay'ın evi işte orası. Orta Kıta'nın en büyük ağacı. Hayran kalmamak imkânsız." Dedi ona karşılık olarak Bolga. Ellerindeki kırbaçları bıraktılar. Hayranlık ve şaşkınlık içerisinde uzun dalları görünen Ulu Kayın ağacına doğru başlarını kaldırmışlardı.


Bir anda bu güzel görüntüyü bozacak ses duyuldu. Olga bu sesi işitir işitmez başını iyice gökyüzüne kaldırmaya başladı. Bir anda onları heyecanlandıran bu ses bir karganın sesiydi. Arada sırada Ulu Kayın Ağacına bakmaya devam eden Olga, gözlerini havada uçan kargaya doğru kitledi. Bir anda yanında sakince duran Bolga 'ya doğru vurdu.


- "Hey heyy! Benim gördüğü mü sen de görüyor musun?" dedi sesi bile titremişti konuşurken Olga.


- "Ne vuruyorsun lan zaten ağrıyor her tara...." dedi ve son kelimeleri boğazına düğümlenen Bolga. Artık ikisi birden buz kesmişti. Ağızları hafif açık bir şekilde havada uçan Ak kargaya doğru bakakalmışlardı.


- "Beyaz karga mı? Gördüğümüz doğru mu? Kalgançı Çağ yakındır kardeşim." Dedi bazı kelimelerini yutarak ve telaşlı bir biçimde Bolga. Onlardan oldukça uzaklaşmıştı. Kanatlarını her çırptığında beyaz küçük küçük ışıltılar havadan yere düşüyorlardı. Önündeki Ulu Kayın Ağacını fark ettiğinde direk yukarıya doğru çıktı. O da biliyordu ki etrafını dolaşmak daha yorucu olurdu. Gökyüzüne doğru kanatlarını var gücüyle çırpan Ak Karga her geçtiği dalın büyük yapraklarının sararıp yerinde durduğunu gördü.


Gözlerinin içi kap karaydı. Artık Ulu Kayın Ağacını aşmıştı. O kadar yükseğe çıkmıştı ki Orta Kıta'nın kuzey kısmı çok net görülebiliyordu. hızla yere doğru süzülmeye başladı. Havanın gitgide ısındığını hisseden Ak karga kendini daha iyi hissediyordu. Oldukça hızlandı ve kanatlarını artık tamamen kapatıp hızına hız katarak ilerledi. Gözleriyle aşağıdaki Gün Hanlığının surlarının üzerinden geçti. Karşısındaki Sarayın Pazara bakan penceresinin önüne kondu. Gagasını cama doğru getirdi.


Hızlı bir şekilde iki kere vurdu. Pencerenin arkasından sesler Ak Kargaya doğru geliyordu. Kapalı duran pencerenin önündeki perdeyi çekti ve camı açtı. Karşısında bir Ak Kargayı için hafi hafif gülümsemeyi de unutmadı. İki eliyle birlikte kavrayıp onu içeriye aldı. Biraz yürüdükten sonra masanın üzerine bıraktı. Arkasını döndüğünde Gün Hanlığının Pazar esnafını gördü. Oldukça kalabalık ve gürültülü bir şekilde alışveriş yapıyorlardı. Camı kapatıp geriye doğru direk Ak Kargaya doğru yürüdü. Sol ayağına sarılmış şekilde duran siyah bir kâğıt olduğunu fark etti. Sol eliyle tuttuğu Ak Karganın bacağına doğru sağ elini uzatıp kâğıdı aldı.


- "Hoş geldin küçük bey." Dedi ona doğru hayranlıkla bakan Vezir Hülagü. Kâğıdı açıp okumaya başladı.


- "Kardeşim Dağ Han öldü." Diye okudu. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar mutlu olmuştu. Sol elinde kâğıdı tutarak masaya doğru bir kez vurdu;" İşte bu beee." Dedi sesli bir şekilde.


- "Aferim sana Baymünke. Sana da aferin. Bunu hak ettin küçük bey." Diye sözlerine devam etti. Arkasını döndü ve karşısındaki uzun kitaplığın üzerindeki içi solucan dolu kavanozu getirip önüne bıraktı.


- "Sen de biliyorsun ağzını tadını." Dedi eliyle onu okşamasını sürdüren Vezir Hülagü. Önündeki solucanların hepsini yedikten sonra onu kavradığı gibi pencerenin önüne getirdi. Sol eliyle açtığı cama doğru onu fırlattı. Onun fırlatmasıyla birlikte hızla uçup gökyüzüne doğru çıktı. Açtığı gibi tekradan camı kapatıp elindeki notu kitaplığın üzerindeki kutunun içine bıraktı. Üstünü başını silkeledikten sonra kapıya doğru yöneldi. Kapısının azıcık aralıklı olduğunu o an anladı. Bir anda içini yoğun bir şekilde korku sardı. Bu hissi hiç sevmezdi. Meraklı ve sessiz bir şekilde kapıyı açtı.


Kendini çok az göstererek başını öne çıkardı. Soluna ve sağına doğru baktıktan sonra biraz da olsa rahatlamış hissetmeye başladı. Uzun koridorun içinde hiç kimse yoktu. Dışarıda kimsenin olmayışı onu harekete geçirmeye yetti. Adımlarını direk koridorun içine doğru attı. Sol eliyle kapının kolunu tutarak sessizce kapattı. Soluna döndü ve merdivenlerin başına kadar geldi. Aşağıdan sesler yukarıya kadar geliyordu. Oldukça hoş ve tatlı bir edası vardı bu sesin. Sesi işitir işitmez bir anlığına durdu ve dinlemeye başladı.


- "Yaa ben ne dedim size Abimm bir geyik avlar demiştimmm. Ama siz bana inanmadınızzz." Dedi kibar ve alımlı şekilde konuşan Tiginçe Böken. Geçen yıl on yaşına girmişti. Hafif çekik gözlü ve uzun örgülü saçlarıyla onu diğer Tiginçelerden ayırırdı. Üzerinde beyaz bir Tiginçe kıyafeti ve kollarında aşağıya doğru uzanan Tengriçe Umay'ın kanatları resmedilmiş şekilde karşısındaki Aşçı başına doğru kendinden emin bir şekilde konuşuyordu.


Sesin kime ait olduğunu öğrenen Vezir Hülagü yukarıya doğru adımlarını atmaya başladı. Sola doğru dönerek son merdivenleri de çıktı. Sağına doğru döndüğünde koridorun yüksekliğiyle dalga geçer şekilde ayakta bekleyen Batbold'u gördü. Onu ne zaman görse içindeki korku heyelanları onun yüreğinden aşağıya inmesine sebep oluyordu. Bir kez yutkunduktan sonra onun beklediği kapıya doğru yaklaştı. Arkasındaki uzun kara kılıcı ve üzerindeki Gün Hanlığı asker kıyafetiyle önüne kadar gelen Vezir Hülagü'ye doğru baktı. Onun bu sert ve delici bakışları Vezir Hülagü'nün konuşmasına yetmişti.


- "Sakinnn Batbold. Sadece merak ettim Tiginimizi." Dedi başını yukarıya doğru kaldırmış vaziyette duran Vezir Hülagü.


- "Uyuyor." Dedi kararlı ve tok sesiyle birlikte Batbold.


- "Biliyorum. Ama merak ettim bir bakayım çekil!" dedi son söylediğine kendisi dahi inanamıyordu Vezir Hülagü.


- "Hayır. Uyansın öyle!" dedi bir adım Vezir Hülagü'ye doğru atarak Batbold. Onun kendisine doğru geldiğini gören Vezir Hülagü aynı şekilde geriye doğru adımlarını attı.

- "Ne yaptığını zannediyorsun sennn!!. Senin karşında GÜN HANLIĞININ VEZİRİ VAR!" dedi bağırarak ilk kez Batbold'a karşı konuşuyordu Vezir Hülagü. Onun kendisine karşı bu şekilde bağırmasına alışkın olmayan Batbold başını hafifçe aşağıya doğru eğip;


- "Torpilli Vezir." Dedi ona doğru yaklaştığı esnada Batbold.


- "Aaaaaaa.... Hayırrrrrr... Olamaazzzzz..." diye odanın içinden sesler gelmeye başladı. Önünde duran Batbold'u aşarak içeriye doğru daldı. Kapıyı hızla açtığı için yatakta kâbus gören Yarım Tigin'i aniden uyandırdı. Gözlerini açar açmaz sağdaki komidinin üzerinde duran büyük Yelbeğen dişini kapıya doğru fırlattı. Vezir Hülagü kendisine doğru gelen dişten sol doğru yatarak kurtuldu. Onun eğilmesiyle Batbold'un üzerine doğru süzülmeye başladı. Sağ eliyle havada kendisine gelen Yelbeğen dişini yakaladı. O da hemen Vezir Hülagü'nün ardından odaya girdi.


- "Tiginim iyi misiniz? "dedi yatağın yanına koşarak gelen Vezir Hülagü. Kan ter içinde kalan Yarım tigin çok korkmuştu. Üzerindeki yorganı başına kadar çekerek bir süre durdu. Hareket etmiyor ama hızlı hızlı nefes alması yorganın altından duyuluyordu.


- "Yine mi rüya gördünüz Tiginim?" Dedi tekradan Vezir Hülagü.


- "Ee...vv.....tt.." dedi Yarım Tigin. Pek konuşamıyordu. Kelimeler ağzından çıkmadan ölüyor gibiydiler.


- "Ne gördünüz Tiginim?" diye sorusunu sakin bir şekilde tekrarladı Vezir Hülagü.


- "Hayırr çok kötüü... Çok kötüü..." dedi yorganın altından bir öncekine nazaran daha iyi bir şekilde konuşan Yarım Tigin.


- "Söyleyin isterseniz Tiginim. Ya da arabanızı hazırlatabilirim." Dedi biraz daha yatağa doğru yaklaştıktan sonra Vezir Hülagü.


- "Evet. Hazırlat. Mankurt Ata'ya gitmek istiyorum." Dedi ve halen daha titremesi geçmeyen Yarım Tigin. Bunu duyar duymaz ayağa fırladı. Hızlı koşar adımlarla kapıyı geçip dışarıya çıktı. Artık içerideki gibi telaşlı yürümüyordu. Yüzündeki gülümsemesi iyice artmıştı. Belinde saklı bir şekilde duran kırmızı şişe doğru elini götürdü;" İşe yaradın demek."


diye içinden geçirerek bir kat aşağıya indi. Kendi odasının katına geldiğinde merdivenlerden aşağıya doğru inerken bir anlığına duraksadı. İndiği iki merdiveni tekrardan çıkarak kendi odasının önüne yaklaştı. Kapının aralıklı durduğu o an fark etti. Belinde takılı gümüş işlemeli hançerini çıkardı. Birkaç adım daha atarak içeriyi dinlemeye başladı. Çıkarken kapattığı kapı geldiğinde açık bir şekilde bulmuştu. Daha önce ondan izinsiz kimse odasına girmemişti. Sağ kulağını aralıklı duran kapıya doğru yavaş bir şekilde yaklaştırdı. İçeriden gelen sesleri o an daha iyi bir şekilde duydu. Hançerini sıkıca tutup cesaretini topladı. Nabzını kontrol edemeyecek kadar heyecanlanmıştı. Bir den kararı verip direk kapıyı açarak içeriye girdi.


- "Kim var lan içeride!" dedi bağırarak kapıyı açan Vezir Hülagü. Aniden elinde hançerle içeriye giren Vezir Hülagü karşısında Gün Han'ı görünce bir anlığına duraksadı. İçindeki cesaret onu gördüğü an yerini derin bir korkuya bırakmaya yetti.


- "Yerinde olsam o hançeri kınına sokarım Vezir." Dedi kaşlarını çatmış vaziyette kitaplığın önünde duran Gün Han.


- "Özür dilerim Han'ım. Sizin olduğunuzu bilmiyordum." Dedi hançerini utanarak ve korkmuş şekilde kınına sokan Vezir Hülagü. Ve ekledi;


- "Bir şey mi istiyorsunuz Han'ım?" dedi başını hafifçe kaldırarak.


- "Dağ Han'la olan haberci kuş kağıtlarını arıyorum. Hangi kutuya koydun onları?" diye önündeki dört tane duran kutuya bakarak Gün Han. Gözleri bir anlığına büyüdü. İçinde daha önce hissetmediği başka bir korkuyu sindirmeye çalıştı. Hiçbir şey diyemedi ve bir süre donakalmış vaziyette Gün Han'a doğru baktı.


- "İsterseniz siz oturun ben size veririm Han'ım." Dedi tedirgin bir şekilde Vezir Hülagü. Tam konuşmasını bitirecekti ki Gün Han önünde duran kutuyu eline aldı. Vezir Hülagü'ye doğru bakarak kapağını açtı. O an başından kara bir ok yemişe döndü. Kutunun içindeki kara kâğıdı görmesi artık an meselesiydi. Nasıl böyle bir hata yaparım diye içinden geçirdi. Bu tedirgin ve korkak tavrı anlından birkaç tane terin çıkmasına sebep olmuştu.


- "O kutuda değil Han'ım." Dedi ona doğru yürürken ve çekingen bir şekilde tavır sergileyerek Vezir Hülagü. Sesindeki alçalıp çıkan kelimeler onun ne kadar tırstığının kanıtı gibiydi. Elindeki kutunun içine baktı ve içinde küçük küçük beyaz kağıtlardan oluşan kağıtları gördü.


- "Burada yok Vezir." Dedi kutunun kapağını kapattığı esnada Gün Han. Bir anlığına şaşırdı. Başını hafifçe sağa doğru kaldırarak bir kez gözlerini kırptı. Anlam veremiyordu. Kafasının içindeki bin türlü düşünceye yetişemiyordu. Gün Han'ın elinde tuttuğu kutu Ak Karganın getirdiği kara kâğıdın olduğu kutuydu. Kendisinden emindi ve bu eminliğini oldukça hayretler içinde kalarak tamamlıyordu.


- "Siz oturun Han'ım ben veririm." Dedi tekrardan aklındaki sorulara cevap bulamadan Vezir Hülagü.


- "Sen neden telaşlısın Vezir?" dedi Gün Han meraklı bir şekilde.


- "Eeee Tigin Evren yine kâbus görmüş ama bu kez çok korkmuştu. At arabasının hazırlanmasına koştuğum içindir Han'ım." Dedi en soldaki kutuyu eline alan Vezir Hülagü.


- "Ne diyorsun lan sen. NEDEN EN BAŞINDAN DEMİYORSUN!'" dedi Gün Han. O gür sesi Vezir Hülagü'yü tekradan korkutmaya yetmişti. Bağırarak odadan çıktı. Kapıyı sert bir şekilde örttü. Gün Han'ın odadan çıkmasıyla derin bir oh çekti. Ve ellerini masaya dayayarak bir süre bekledi. Aniden arkasını dönüp Ak karganın getirdiği kara kâğıdı koyduğu kutuyu eline alıp masaya bıraktı.


- "Nasıl olur lan? Nasıl kutuda olmaz." Diye kendi kendine sorular sormaya başladı Vezir Hülagü. Kutunun kapağını açtığı gibi kafasındaki anlamsız sorular giderek artmasına sebep oldu. Kutuyu ters çevirip içindeki onlarca kâğıdı yere serdi. İçinde değildi. Bu durum onu giderek sinirlenmesine neden oldu. Arkasını dönüp diğer üç kutuyu da alıp masaya bıraktı. Hepsini teker teker açıp masaya döktükten sonra aklındaki karışıklık giderek artmaya devam ediyordu.


- "Nasıl olmazzz nerdeee bu kağıttt nerdeee?" diye masaya dağılmış kağıtların içinde Ak karganın getirdiği kara kâğıdı arayan Vezir Hülagü. Son kelimeleri söylediğinde aklına bir şey geldi.


- "Tabi yaaa. Ben çıkarken kapı aralıklıydı. Kesin biri girip aldı." Dedi meraklı ve yeni sorularla kendini meşgul eden Vezir Hülagü. Masaya dağıttığı onlarca kağıdı yerine göre kutulara tekradan yerleştirdi. Sırasıyla kitaplığın üzerine dizdi. Masanın diğer tarafında ağzı açık duran solucan kavanozunu da kapatıp kutuların yanına bıraktı. Hızlı ve sinirli bir şekilde kapıya yöneldi. Koridora çıkan Vezir Hülagü kapıyı sert bir şekilde çekerek çıktı.


Merdivenlerden aşağıya doğru indi. Mutfakta yeni pişirilmiş bir geyiğin yoğun kokusunu alabiliyordu. Önünden ve arkasından gelen bağrışmaları hiç umursamadan Büyük Salona doğru yürüdü. Şahin motifli büyük gümüş tahtın yanından geçerek Sarayın dış kapısına kadar vardı.


Önünde birbirlerine doğru yüzü dönük bir şekilde duran iki mızraklı asker Vezir Hülagü'nün geldiğini işitip kapıyı açtılar. İçinden halen daha geçiyordu; "Kim... kimmm alırr?" diye birkaç kere içinden tekrarladı. Büyük kapının açılmasıyla birlikte dışarıya doğru adımlarını attı. Karşısındaki büyük sur kapısına doğru yürüdü. Sol da kapısı açık olan Kımız Hanenin önünde duran askerlerin yanına gitti.


- "Hazırlanın Tigin Evren Mankurt Ata'nın yanına gidecek." Dedi ayakta bekleyen askerlere doğru yürürken Vezir Hülagü. Ona doğru gelen Veziri gören her asker başlarını öne doğru eğip emirleri yerine getirmek için direk Küçük At arabasına doğru koşmaya başladılar. Hepsinin gitmesiyle Kımız Hanenin yanındaki uzun sokakta bekleyen siyah cüppeli yüzünün bir bölümü gözüken adama doğru yaklaştı.


- "Sana verdiğim Dağ Han'lığı okları yanında mı Togay?" diye sordu Vezir Hülagü.


- "Yanımda efendim. Zamanı geldi mi?" dedi başını kaldırmadan Togay.


- "Zamanı geldi. Dediğim gibi sadece yaralı olsun yeter. Batbold'u da öldürün gitsin." Dedi ve ekledi Vezir Hülagü.


- "Ha bak unutuyordum. Üzeriniz de Dağ Hanlığının asker kıyafetlerini giyindiniz değil mi?" dedi.


- "Giyindik efendim." Dedi sakin bir tavırla Togay.


- "Ulu Efendi bu yaptığını unutmayacak Togay. Tengri Erliğ sizinle olsun." Dedi ve arkasını dönüp dar uzun sokaktan çıktı. Pazar halkının halen daha bağırarak ve karmaşa içinde alışveriş yaptığını gördü. Sağına doğru döndüğünde At Arabasının Saray Kapısına yaklaştığını görüp hızla oraya doğru yürüdü. Büyük Şahin motifli altın kapı açılmaya başladı. İçeriden tekerlekli arabasına binmiş Yarım Tigin ve onu süren Batbold göründü. Yarım Tigin'in kucağında da kalın bir kitap duruyordu. Arkalarında Gün Han ve eşi Irmak hatun ağır adımlarla kapının dışına kadar geldiler.


- "Dikkatli oluyorsunuz. Batbold onu koru!" dedi arkadan o harikulade sesiyle birlikte Gün Han. Sesi işiten Batbold tekerlekli arabayı sürerken başını yere doğru eğdi. Altı asker ve iki arabaya kullanan asker hazır bir şekilde bekliyorlardı. At Arabasının önüne kadar gelen Batbold eğilip Yarım Tigin'i kucakladı ve arabanın içine girip koltuğunun üzerine sakin bir şekilde bıraktı.


- "İçimde bir sıkıntı var Han'ım. Gitmese bugün." Dedi şüpheli bir şekilde Irmak Hatun.


- "Emin ol onu ben bile durduramam. Hem rahatlar biraz. Baksana konuşmuyor bile." Dedi ona doğru dönerek konuşan Gün Han. Konuşmasını bitirdiği anda arkadan koşarak gelen Tiginçe Böken bağırarak koşuyordu.


- "Heyyyyy beni unuttunnn. Hanii söz vermiştinnnn Abiiiii..." diye koşarak geldi Tiginçe Böken. Kız kardeşinin sesini duyan Yarım Tigin bir anlığına gülümsedi ve eğilerek;


- "Gelll içerideyim." Dedi.


- "Siz de mi gidiyorsunuz Tiginçem?" dedi meraklı bir şekilde Vezir Hülagü. Ve ekledi;


- "Hani bugün ok talimi yapacaktık. Üzdünüz beni?" diye ısrarcı olmaya devam etti.


- "Hayırr Vezir ben Abimle gidiyorum. Sonra yaparız Ok talimini." Dedi ve Batbold'un kucağına doğru zıpladı. Kucağına aldığı gibi arabanın içine koydu. Arkasını döndüğünde,


- "İkisini de göz kulak olup getiriyorsun. Diğer oğluma da sahip çık dedim ölüsünü getirdin. Eğer böyle bir şey olursa bu sefer kendim öldürürüm seni." Dedi ve arkasını dönerek hızla içeriye doğru giden Irmak Hatun. Bu yaralayıcı ve onur kırıcı sözleri duyduktan sonra başını yere doğru eğip bir süre durdu. Hüznü onu yer bitirirken son darbeyi de halen daha yüreğinin acısı sönmeyen Irmak Hatun'dan yemişti.


İki metrelik boyundan artık eser kalmamıştı. Kalbini yerinden söküp atmak istedi fakat onu yapacak mecali dahi kalmamıştı. Başını kaldırdığında önünde duran tekerlekli arabaya doğru baktı. Eğilip onu At arabasının arkasına yerleştirdi. Açık olan kapıya doğru yürüyüp içine girdi. Arabanın önünde oturan iki asker kırbaçlarını kara atların üzerine savurdu. Pazar halkının kalabalığı gelen arabayla dağıldı. Surun önünde bekleyen bekçi askerler kap

ıyı açmak için koşuştular. Açılan büyük kapıdan çıkan At arabası soldaki patikaya girdi.

Orta Kıta'nın son sıcak günlerini yaşayan son hanlık Gün Hanlığıydı. Umutsuzluğunun içinde kaybolan Güneş son dansını gerçekleştiriyordu. Havanın kendini sevdiren bir sıcaklığı hakimdi uzun patikanın üzerinde. Kendisini bu kadar iyi karşılayan Gün Han 'lığına olan saygısı sevgisi kadar artmıştı. Son kez olsun mutlu mesut bir şekilde terk edecekti Orta Kıta'yı yaşlı Güneş. Kendini aylarca bu sonu olmayan hiçliğe hazırlamış bekliyordu aslında. Ağır ağır yanında altı süvari askerlerle yolu yarılayan At Arabasının içinden gülüşmeler gelmekteydi.


- "Abi ne okuyorsun bana da okur musun sayın bilge Tigin? "Dedi neşeli bir tavırla Tiginçe Böken


- "Hahaha tabi okurumm komik Tiginçemm." Dedi naif bir şekilde morali yerine gelen Tigin Evren.


- "Taptuk Ata'nın bana hediye ettiği Ana Dünya- İlk çağ kitabı bu. Oğuz Kağan'ın ilk avını okuyorum. Şöyle başlıyor; İlk çağların başıydı. Oğuz Kağan henüz yirmi yaşına girmişti. Ana Dünya'nın en güzel en mükemmel denilecek yerlerinden biri olan Ötüken Ormanından geçmekteydi. Onun geçtiği yerde hayat devam etmekle kalmaz bir de en mutlu olduğu o an yeniden dirilirdi.


İri kara atıyla büyük patikan geçerken birden önüne biri atladı; "Hey sen Oğuzsun bir tek sen bize yardım edersin!" diye ona doğru bağırmaya başladı. Karşısındaki kişi de yirmi yaşlarında bir gençti. Onun adı da Taptuk'tu - Ya bak Taptuk Ata ile nasıl tanışmışlar - Atından tüm heybetiyle indi. Yürürken sanki yer yerinden oynardı. Yirmi yaşındaydı ama ayakları kocamandı. Boyu iki metreyi geçiyordu. Uzun sakalları ve iyelerden daha parlak gözleri vardı. Beli kurt beli gibiydi. Omuzları bir metreyi buluyordu.


Göğsü ayı göğsü gibiydi. Ağır ve kararlı adımlarla Taptuk'un yanına kadar geldi." Ne oldu?" diye sordu. Konuştuğunda bile insanın içi ürperiyordu. Belinde takılı iki metre boyunda kılıcı vardı. Atın yanında uzunca duran baltalı kargısı ve onun üzerinde oku ve yayı duruyordu." Ötüken Ormanında bir tek boynuzlu bir Kıyant var. Bütün sürüleri yedi doymadı. Bütün ekinleri yedi doymadı. Bütün koyunları yedi doymadı. Bütün geyikleri yedi doymadı. En sonun da bizim atlarımıza dadandı. Onlarda bitince çocuklarımıza saldırdı ve yedi. Onu öldür ne istersen veririm." Dedi Taptuk. Biraz durdu dinledi ve atına doğru giderek üzerine bindi. Ötüken Ormanının içine doğru atıyla gitti.


Bir süre geçtikten sonra bir geyik sesi yankılandı. İçeriye doğru Taptuk Koştu ve yerde yatan bir geyiği gördü. Atından inen Oğuz Kağan yerde yatan geyiği karşısındaki Akçaçamın gövdesine bağladı. Yarın tan vakti geldiğinde Kıyant'ın onu aldığını gördü. O gün içinde bir ayıyı avladı ve onu da o ağaca bağladı. Ondan sonraki gün geldiğinde yine av yerinde yoktu. Bu kez kendisi ağacın altında beklemeye başladı.


Gece vakti olunca karşısında büyük bir Kıyant'ın ona baktığını gördü. Ona doğru başını yere sürterek koşan Kıyant 'a doğru hamlesini yaptı. Oturduğu yere düz bir şekilde üzerine otlarla sakladığı kargıyı tutup kendisine doğru koşan Kıyant'a doğru sapladı. Kafasından girerek iç organlarına kadar soktu. Orada canından olan Kıyant bir daha Ana Dünya'da hiçbir zaman görülmedi." Diye sakin bir şekilde okudu. Ve ekledi;


- "Nasıl beğendin mi?" diye Tiginçe Böken'e sordu.


- "Aaaaaa bayıldı....." son kelimesini bitirmeden dışarıda bir anlığına kargaşa çıktı. Arabayı süren iki asker de olan biteni anlamadan kafalarına okları yemişlerdi. Arabanın yanında ki diğer iki asker de atından inip siper almaya çalıştılar. Sağdan ve soldan gelen oklar bacaklarına girdi. Yere doğru düşen askerler kafalarını kaldıramadan alınlarından giren başka bir okla da tanışmışlardı. Arkalarındaki yaralı asker bağırmaya başladı;


- "Pusuuuu.... Pusuuuuu... Batboldddd." Dedi ağzından dışarıya doğru kan çıkarak konuşan asker. Kapıyı hızla açan Batbold aşağıya doğru atladı. Bir anda sol doğru baktığında yerde yatan altı askerin cesedini gördü. Bir anda geçmişte yaşadığı bir anı hatırlar gibi oldu. Beyninden vurulmuşa döndü. Başına ağrılar girdi. Yere doğru dizlerinin üzerine düştü.


- "Hayırrr.. Hayırrr... Ben yapmadımmm... hayırrr.." diye bağırmaya başladı. Onun bağırmasına bakmak için kafasını uzatan Tiginçe Bökem onu yerde diz üstü dururken gördü. Hemen aşağıya doğru kapıdan çıktı.


- "HAYIRRRR DURRR SAKINNN İNME AŞAĞIYAAA BÖKENNNN!" dedi bağırdığı gibi kendini yere atıp arabanın içinde sürünmeye başlayan Yarım Tigin. Arabadan atlayarak Batbold'un yanına gitti. Hemen kollarına doğru girdi onu kaldırmaya çalıştı. Batbold'a atılan ok onun önünde duran Tiginçe Böken'e isabet etti. Oku sırtından girip sağ göğsünden çıktı. Aaaaaaa....aaaaaa" diye bağırarak Batbold'un önüne düştü.


- "BATBOLDDDDDDD UYANNNNNN!!!" diye arabanın içinden bağırmaya başladı Yarım Tigin. Batbold halen daha kafasına vurarak; "Hayırrr hayırrr ben yapmadımmm...." demeye devam ediyordu. Ölen askerlerin orda bekleyen altı tane asker oklarını çektiler. Onların önüne doğru gelen uzun asker bütün okların indirilmesi adına kolunu kaldırıp indirdi. Sırtında duran dört okun ikisini eline aldı.


Yayı kaldırıp dizleri üzerine düşen Batbold'a doğru iki oku da gererek çekti. İyice nişan aldıktan sonra ikisini de fırlattı. Oklar havada süzülerek giderken yukardan Sarı Tulparla aşağıya doğru inen Mankurt Ata sol kolundan çıkardığı buzla ikisini de havada dondurdu. Mankurt Ata'nın gökyüzünden geldiğini gören uzun asker ormanın içine girip uzaklaştı. Arkalarındaki diğer askerler çektikleri okları peş peşe Mankurt Ata'ya doğru fırlatmaya başladılar. Tulpar'dan aşağıya doğru atladı. Arkasındaki kılıcını çekti. Üstüne doğru gelen oklara doğru sol kolundan bir buz kalkanı yaparak ilerledi. Onlara yaklaştıkça onların okları bitmeye yaklaştı.


En son da ki asker sağ elini attığında bir tane bile okun kalmadığını anladı. Yayı yere atarak koşmaya başladı. Diğer askerlerde onun koşmasını görüp ellerindeki yayı bırakıp koşmaya başladılar. Kılıçlarını çekerek Mankurt Ata'ya doğru yaklaştılar. Koşarak geldiklerini duyan Mankurt Ata sol kolundaki kalkanı bir anda yok etti ve üzerine saplanan oklar ortadan kırılarak yere düştüler.


Solundan zıplayarak gelen asker doğru avucunun içinden çıkardığı spiral ucu sivri buzu göğsünden sokarak arkasından çıkardı. Sağındaki asker kılıcını salladı ve Mankurt Ata'nın kılıcına doğru değdi. Havada ölen asker sola doğru düştü. Sağından ona hamle yapan asker doğru kılıcını savurdu. Asker ona karşılık verirken yanlış bir hamle yaptı ve çift başlı Mankurt Ata'nın kılıcı boğazından girip kafasını bedeninden ayırdı.


Diğer dört askerin ikisi arkasından diğer ikisi önden kılıçlarını savurmaya başladılar. Mankurt Ata arkasında kini kendine doğru çekerek bir anda geriye doğru döndü. Kılıcının sağ tarafıyla boğazını kesip kafasını sağına doğru düşürdü. Solundan ona hamle yapmaya çalışan askerin gözlerine sol kolundan buz çıkararak dondurdu. Bir anda yüzü donan asker yere düşerken Mankurt Ata boynundan kesti. Yere düşen birkaç tane kelle hayatta kalanların oldukça tırsmasına sebep olmuştu. Bir iki adım geriye doğru çekildiler. Geriye kalan askerler ormanın içine doğru koşamaya başladılar.


Sağ elindeki kılıcını kınına soktu. Bunu oldukça sakin bir şekilde yaptı. Sol kolundan iki tane ucu sivri buz çıkardı. Koşarak kaçan askerlerin başından girip karşılarındaki ağaca saplanıp kaldılar. Tam buzları gönderdiğinde sağından gelen oku göremedi. Uzun asker Batbold'un arkasından fırlatmıştı oku. Sağ karnından içeriye doğru giren okun acısıyla sağına doğru döndü. Yüzüğünü kullanmadan çok fazla sol kolunu kullandığı için çok yorgun hissediyordu. Dizlerini üzerine düştü. Uzun asker arkasındaki son okuda çekip yayıya sürdü. İyice gerdi ve ayakta bekliyordu.


- "HAYIIRRRRR YAPMAAAAA." Diye bağırdı Yarım Tigin. Yayını çeken Uzun asker bir anlığına kafasını arabanın içinde yerde yatan Yarım Tigin'e doğru bakmaya başladı. Bir anda gözleri bembeyaz kesildi. Elindeki yayı yere bıraktı ve oku da sağına doğru attı. Soluna doğru dönüp Yarım Tigin'in yanına kadar geldi. Gözleri gitgide bembeyaz kesilmeye başladı. Sol belinde duran hançerini çıkardı. Boğazına doğru götürüp derin bir şekilde baştan başa kesti.


Arabanın kapısının önünde kendi kafasını kesen uzun asker yere doğru yığıldı. Dizlerinin üzerinde bekleyen Mankurt Ata ağır ağır ayağa kalktı. Arabaya doğru koşmaya başladı. Batbold'un önünde yaralı yatan Tiginçe Böken'e doğru baktı." YAŞIYORRR... YAŞIYORRR." Dedi ve önündeki Batbold'a doğru;" UYANNN...UYANN..." diye bağırdı. Yerde dizlerinin üzerine çökmüş vaziyette sürekli; "Hayır....hayırrr.... Ben yapmadımm... ben yapmadımm." diyordu Batbold. Kalktığı gibi arabanın içine doğru baktı.


Arabanın yüzeyine doğru bayılmış şekilde yatan Yarım Tigin'in yanına çıktı. Kucağına aldığı gibi aşağıya indi." KIZIMMM..." diye bağırdı. Arabanın arkasından hızla sarı Tulpar geldi. Kucağındaki Yarım Tigin'i Tulpar'ın üzerine bıraktı. Yerde yaralı şekilde yatan Tiginçe Böken'i de kucaklayıp atın üzerine bıraktı. Geldikleri yoldan Vezir Hülagü ve on askeri hızla olayın olduğu yere geldiler. Sarı Tulpar'ın üzerine binen Mankurt Ata; "Batbold'u uyandırın. Getirinn!" diye Vezir Hülagü'ye doğru bağırdı Mankurt Ata. Sarı Tulpar bir anda önlerine kadar koşarak o uzun kanatlarını açarak Gün Han'lığına doğru uçmaya başladı.


Loading...
0%