Yeni Üyelik
16.
Bölüm

"13.Bölüm 1.Kisim" Ay Hanlığı "Tigin Şenliğinden Bir Buçuk Ay Önce"

@mmsyazar

Olacaklardan habersiz ışıltısını diri tutmaya çalışıyordu. Dayak yemiş gibi de bir hali ilk bakıldığında dikkat çekiyordu. Onun bu durumu Orta Kıta'nın yeryüzündeki her canlının dikkatini çekmeyi başarmıştı. Bütün ışıltısını, sıcaklığını yavaş yavaş yitirmeye başladı. Artık o eskisi gibi Orta Kıta'nın tek hâkimi olmayacaktı. İçten içe bunu hissetse de elinden bir şey gelmiyordu. Bazı canlılar onun bu hareketlerinden oldukça kırılmışlardı. Ağaçlar onun gitmemesi için tüm yıl büyütüp besledikleri ufak, heyecanlı, çekici yapraklarını yere doğru feda ediyorlardı. Her ağaç bu durumu her yılın sonlarına doğru yaparlardı.

Feda ettikleri her yaprak yere düşerken hafif hafif ve sonunu bildikleri ölüme doğru ilerlerlerdi. Bu zamanlarda da kendilerini Güneş'e feda eden yüzlerce yaprak yeryüzündeki mezarlarına doğru uçarak düşüyorlardı. Yapraklar, O'nun gitmemesi için renklerini bile onun rengine benzetmişlerdi. Hepsi sapsarı ve kırgın bir biçimde ölüme koşuyorlardı. Yaşlı ağaçlar bu durumun geleceğini bildikleri için dallarını pek aşağıya doğru sarkıtmamışlardı. Fakat genç ağaçlar bu durumun nelere yol açacağını bilmedikleri için her kopan yapraklarla birlikte dalları da aşağıya doğru düşüyordu.

Kendisi için yapılan bu kadar ölümü gördükçe iyice hüznü arşı aşmaya başladı. O da üzülüyordu. Son bir kez daha gücünü toplayıp ileriye doğru gelmek istedi. Ama bunu yapacak gücü yoktu sarı sakallı Güneş'in. Birden kara büyük kayalara benzeyen bulutlar büyük ve tok sesler çıkararak gökyüzünü sarmaya başladılar. Ayaklarının dibinde mezarlarını seçmeye çalışan yapraklarını gören her ağaç bu sesle hafif hafif sallanıyorlardı. Bu sesi işiten her canlı artık o soğuk ve kasvetli mevsimin ufaktan onlara selam verdiğini görüyorlardı. İliklerine kadar hissettikleri bu duygu onların yakında delirmelerine sebep olacaktı. Bazılarını bunun farkındaydı ama bazıları nelerin başlarına geleceklerini kestiremeyecek kadar küçüktüler.

Her küçük ağaç gibi olayların farkına varamayan küçük Beyaz Gelincikte koştuğu esnada yüzüne çarpan masum görünen rüzgarla biraz eğlenmek istedi. Başını hafif sağa ve sola götürerek rüzgârın kendisini okşamasıyla mutlu olmaya çalıştı. Gözlerini hafifçe açtığında gökyüzünde güneşi hapseden bulutları gördü. Güneş hiç bu kadar yorgun ve umutsuz hissetmemişti. Gözlerini önünde kendi özgürlüğünün alınması onda derin yaralar bırakmaya yetti. Artık her güzel şey geçmişte bir anı olarak kalacaktı. Kendine verdiği hiçbir sözü yerine getirememişti.

Karşısında ezelden beri savaştığı sinsi bulutlara karşı ne yapabilirdi ki? Kaçmaktan başka saklanmaktan başka hüzünlenip bir köşede sessizce uyumaktan başka. Bu arsız ve işgalci askerler gibi giyinen yüzlerce kara bulut artık yeryüzüne doğru birlik olup beklemeye başladılar. Bazıları beklemekten sıkılmış olacak ki bembeyaz ışıklarını peş peşe gönderdiler. Işık hüzmeleri yerde heyecanlı bir şekilde gökyüzünü izleyen Beyaz Gelinciğin oldukça korkmasına sebep oldu.

Hızlı bir şekilde yuvalarına gitmek için koşarak uzaklaştı. Işıkların geçmesiyle birlikte diğer bulutlar artık konuşmaya başladı. Bu konuşmalar sade ve anlaşılır bir şekilde çıkıyordu hepsinin ağzından. İlk başta görünen ışığı pek dikkate almayan Orta Kıta'nın yeryüzü canlıları bu kez Gök Gürültüsünü işitip bir anda korkmuş şekilde koşmaya başladılar. Ardı arkası geçmiyordu ki Gök gürültüsünün konuşmasını bitirip tekrardan konuşmaya başlıyordu. Söz artık onlardı. Bu işten içten içe eğleniyorlardı. Gözleri kararmıştı artık.

Sebepsiz yere yapmaya başladılar. Kendilerini artık durduramayacak boyutta delirmişlerdi. Ayaklarının dibinde cansız yatan sararmış yapraklar bu seslerle bir anda canlanmaya çalıştılar. Bunu gören bazı ağaçlar az da olsa içlerindeki umutları diri tutmaya uğraşıyorlardı. Fakat çok geçmeden Kara ruhlu bulutların yoldaşı rüzgâr yine her kötü olaydan sonra yeryüzüne çıkmıştı. Yerdeki umutsuz ve kalpleri donmuş yaprakları istediği yere uçurmaya başladı. Her yaprak analarından uzaklaşmaya ve yok olup gitmeye zorlanıyorlardı.

Bu uçarak beli belirsiz yere gideceklerini bile yapraklar Beyaz Gelinciğin başından sağından solundan doğru geçiyorlardı. Mutlu ve huzurlu bir şekilde koşarak yuvasına giden Beyaz Gelincik zorla da olsa bu amansız rüzgarla savaşmaya başladı. Ak Ormanın derinliklerine doğru gidiyordu. Büyük patikaya yaklaştığı anda onu korkutan başka bir ses duydu. Hızla gittiği için durmak onu biraz zorlamıştı. Ön ayaklarını zarif bir şekilde kırarak zorda olsa durdu.

Kulaklarını ve o minik yüzünü sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Önünde duran birkaç tane büyük beyaz çınar ağaçlarının aralarında oluşan boşluklardan bakıyordu. Sadece sesleri işitiyor ama sesin kaynağını göremiyordu. Yavru bir Gelincik olması işittiği sesin neye ait olduğunu anlamasını zorlaştırıyordu. Korksa da birkaç adım atarak büyük patika doğru yürüdü.

Başını hafifçe sol doğru çevirdiğinde sesin kaynağını gördü. İlk kez böyle bir şeyi gördüğü için hemen karşıya geçmek istedi. İçindeki korku buna müsaade etmiyordu. Gözleri büyümüştü ve hemen buradan gitmek istedi. Korkusunu yenen Beyaz Gelincik hızla karşıya geçmek için adımlarını attı. İçimden patikanın ortasında Kara Tulpar atıyla birlikte ağır ağır yürüyen Mankurt'a bakmak istemese de başını çevirerek koşmaya çalıştı.

Onu bir kez daha gördükten sonra hızla ormanın derinliklerine girip kayboldu. Kara Tulpar'ın nal sesleri çok heybetliydi. Her adım attığında sesleri yankılanıp tekrardan ona geliyordu. Ak Ormanın ahalisi bu sesin etkisiyle kaçmaya başladı. Bazıları bu sesi işitip merakla Büyük Patikanın olduğu yere gelip ona bakmaya çalışıyorlardı. Atın üzerinde etrafına bakınan Alaçebi, sol elinin yüzük ve serçe parmağının kesilen yerini kaşıyarak Tulpar'ın üzerinde ilerliyordu. Yüzünde belli aralıklarla kesilen yaralar hemen kendini belli ediyordu. Sağ elindeki beş yüzükten ikisini kullanmıştı. Diğer üçü halen daha doluydu. Sol kolu her Mankurtta olduğu gibi simsiyah yıldırım izleriyle donatılmıştı. Biraz daha ilerledikten sonra iyice yavaşladı.

- "Dur!" dedi kesin ve net bir biçimde Alaçebi. Kara Tulpar sakince yavaşladı. Biraz bekledikten sonra attan indi. Başını sağa ve sola çevirip havayı kokladı. Karşısındaki yüce Ergenekon dağını görünce yine büyülenmeyi unutmadı. Arkasına dönüp Tulpar'a doğru ilerledi. Ona yaklaştığı anda Tulpar geriye doğru gitti. Alaçebi birkaç adım daha attı. Fakat Tulpar geriye doğru gitmesini sürdürdü.

- "Nereye gidiyorsun lan! Geri zekâlı at." Dedi ve elini kaldırıp yüzüne doğru vurdu. Kara Tulpar yüzüne doğru gelen bu tokattan sonra oldukça üzgün ve kırgın hissetti. Başını yere doğru eğdi ve hiçbir şey olmamış gibi durdu.

- "O kadar işin gücün içinde bir de seninle uğraşamam." Dedi başını yere doğru eğen Tulpar'a bağırarak Alaçebi.
Eyerin içine doğru elini uzattı. Eyerin içini biraz karıştırttıktan sonra aradığını bulamadı. Eyerin diğer tarafına geçip sağ elini içini soktu. Elini içinden çıkardığında parlak yeşil, mavi, beyaz renklerde parlayan bir Yada Taşını iki eliyle kavradı.

Kara Tulpar'ın yanından geçerek ilerledi. İki eliyle kavradığı Kilin'in kalbi olan Yada Taşını Ak Orman'ın sağına soluna doğru tuttu. Kendi ekseni etrafında dönerek Yada Taşını çevirdi. Soluna doğru döndüğünde Yada Taşı parlamıyordu. Kara Tulpar'a doğru döndü. Yine parlamadı. Ak Ormanın sağına doğru döndüğünde elinde tuttuğu Yada Taşı parlamaya başladı.

- "Onu bulduk seni aptal at." Dedi ve gülerek Yada Taşını eyere koydu.
Üzerine doğru atlayıp Tulpar'a bindi. Sağ tarafa doğru gitmesi için atın başına sert bir şekilde yularını vurdu. Ak Ormanın içine doğru ağır adımlarla Ak Çınarları ilerledi. Her geçtiğinde yerdeki beyaz çimler nalların etkisiyle ölüyorlardı.

Bir süre geçtikten sonra onun bastığı yerdeki ölü çimler yerini canlı ve taze çimlere bırakıyordu. Ak Ormanın her canlısı Kilinlerin kanıyla bulanmıştı. O büyü bu ormanın her yerine ulaşmıştı. Birkaç tane Ak çınar geçtikten sonra bir anda durdu. Tulpar'ın bir anda durması onu şaşırttı. Başını öne doğru çevirdiğinde karşıdaki açıklıkta dört tane kilinin gezdiğini gördü.

Bembeyaz ve başlarının tam ortasında spiral şekilde boynuzları vardı. Onları gördükten sonra sessiz bir şekilde attan indi. Arkasındaki kılıcını hafifçe çekti. Her Mankurtta olduğu gibi onun da çift başlı ve kabzasının hemen önünde bir yada taşı olan kılıcını önüne doğru getirdi. Adımları çok naif ve ağır bir şekilde atıyordu. Arkasındaki Kara Tulpar olacakları bildiği için umutsuzca ona doğru bakıyordu.

Kendi ırkının en kutsalının öldürülmesini izlemek onu üzüyordu. Ne kadar üzülse de elinden bir şey gelmiyordu. Sağ gözünden birazdan olacakları bildiği için bir gözyaşı yere düştü. Adımlarını iyice attı. Eğilerek ilerlemesini sürdürdü. Onları yakalamanın zor olduğunu bilen Alaçebi sağ elindeki diğer üç yüzükten birini çevirdi. Bu kez yaşanacak olan bu olaya daha fazla dayanamadı. İleriye doğru o sert ve tok sesiyle adımlarını attı. Bir kez ağzını açıp bağırır şekilde kişnedi. Ön ayaklarını yere doğru vurarak kişnemesini sürdürdü. Alaçebi atının bu şekilde kişnemesini duyduğu gibi arkasını dönüp; "SUSSS LANNN!" dedi bağırarak Alaçebi.

Kara Tulpar'ın bu kişnemesini duyan dört tane Kilin hızla kaçmak için koşmaya başladılar. Onların koştuğunu gören Alaçebi hızla açıklığa doğru koştu. Koşarken önceden çevirdiği yüzünü bastı. Yüzüğü basar basmaz sol kolu mavimsi bir renk aldı. Gözlerinin içi kıpkırmızı kesildi. Kilinlerin çok hızlı koştuklarını bildiği için oda hızla koşmaya başladı. Soluna doğru üç Kilinin hemen koşarak kaçtığını gören Alaçebi sağındaki Kilin'e doğru sol kolundan buzu çıkararak onun ayaklarını dondurdu.

Ayaklarının donduğunu hisseden Kilin direk yere yığılarak biraz sürüklendi. Sürüklenirken başındaki uzun spiral boynuzu yarısı kırılarak diğer taraf düştü. Onun düştüğünü gören Alaçebi soluna doğru baktı. Ama diğer üçünün de hızla gözden kaybolmuşlardı. Arkasını döndü koşarak yerde yatan kiline doğru yaklaştı. Yarısı kırılan boynuzundan tutarak açıklığın ortasına kadar sürükledi. Kara Tulpar'ın görüş açısına geldiğini gördüğü zaman onu bıraktı. Ona doğru bakarak;

- "Ne zannediyorsun lan sen kendini. Sen benim kölemsin seni aptal. Demek bağırarak onları korkutursun he!" dedi ve donan dört ayağını da ezerek parçaladı. Her ayağına doğru bastığında Kilin acılar içerisinde bağırıyordu. Kopan ve paramparça olan ayağının gövdesinden dışlarıya doğru parlak beyaz kan yerdeki Ak Ormanın çimlerine düşüyordu. Yerde çırpınarak bağırıyordu. Kişnemesi o kadar açıklıydı ki karşısında ki Kara Tulpar'ın ağlayarak birkaç adım atmasına sebep olmuştu. Onun kendisine doğru geldiğini gören Alaçebi başını hafifçe ileriye doğru götürdü. Açıklığa doğru yürüdü ve sağından solundan o büyük kanatlarını yarısına kadar açtı.

- "Ulan seni ÖLDÜRÜRÜMM! DUYDUN MU? SENİ ÖLDÜRÜRÜM." Diye bağırarak Kara Tulpar'a doğru adımlarını sıklaştırdı. Yarısına kadar açtığı kanatlarını kapatıp geriye doğru geldiği yöne ilerledi. Onun geriye doğru gittiğini gören Alaçebi sinirli bir şekilde arkasını döndü. Döndüğü gibi şaşkınlığını gizleyemedi. Karşısında beş tane Arboğa kılıçlarını çekmiş vaziyette açıklığın hemen sınırında bekliyorlardı. Kara Tulpar'ın neden geriye doğru korkarak gittiğini anlamış oldu.

- "Mankurtların yüz karası." Dedi birkaç adım atarak ilerleyen bir Arboğa. Onun yanındaki diğer Arboğa konuşmaya başladı.

- "Keşke Ürüng Ayığ Toyon görseydi seni pislik şerefsiz." Dedi. Diğer yanın da duran başka bir Arboğa 'da devam ettirdi.

- "Ya Mankurt Ata görseydi ne der LAN!" dedi ve iyice yerde yatan kiline yaklaştılar. Onların geldiğini gören Alaçebi;

- "Eğer kilini almama izin verirseniz ben de sizin canınızı bağışlarım. Yok eğer karşı çıkarsanız işte o zaman canlarınızı alırım." Dedi sağa doğru adımlarını attığı esnada Alaçebi.

- "Kutsal hayvanın pazarlığı olmaz. Ama senin canının pazarlığı olur. Sen şimdi kendi canını mı? yoksa yerde yatan Kilinin canını mı? düşüneceksin." Dedi kendinden emin bir şekilde ve devam ettirdi;

- "Keşke KÖLE olarak kalsaydınız." Dedi bir Arboğa. Belinden yukarısı insan ve altı bir boğa olan Arboğa'lar hızla Alaçebi'ye doğru koşmaya başladılar. Beşinin birden ona koştuğunu gören Alaçebi sol kolunu kaldırıp on santimetre uzunluğundaki buzları onlara fırlatmaya başladı. Havada süzülerek gelen buzlara karşı kılıçlarını kaldırıp kendilerine siper ettiler.

Uzun kıvrımlı kılıçlarını çapraz bir şekilde tutarak gelen buzların hepsini engellediler. Önde gelen Arboğa hızla atlayarak ona zıpladı. Kendisine doğru zıplayan Arboğaya doğru kılıcını kaldırıp kendini sola doğru attı. Havada süzülüp aşağıya doğru indiği esnada Alaçebi'nin sola doğru gittiğini göremedi. Çift başlı kılıcını sağına doğru kaldıran Alaçebi Arboğanın karnından doğru kılıcını soktuğu gibi kuyruğundan çıkardı.

Havadayken yarısı kesilen Arboğa ikiye bölünmüş şekilde yere yığıldı. Başını çevirdiğinde diğer Arboğa kılıçlarıyla onun başına doğru savurmaya başladı. Başını öne doğru eğdikten sonra kaldırdığı anda etrafında dört tane Arboğanın ona kılıçlarını savurduğunu gördü. Solundaki Arboğanın kılıcından kaçtığı gibi yere doğru atlayıp yerde yuvarlanarak geriye doğru kalktı.

Önündeki Arboğa ne olduğunu anlamadan kendini yerde buldu. Yerde yuvarlanırken dört ayağını birden kesmişti. Yere yığılan Arboğa kanlar içinde bağırmaya başladı. Ağzından ve kulaklarından kanlar yere doğru düşüyordu. İki eliyle tuttuğu kılıçlarını sağına ve soluna doğru düştü. Başını kaldırdığında ayakta duran diğer üç Arboğa yerde ayakları kesilen Arboğa bakıyorlardı.

Sağındaki ona doğru koşmaya başladı. Kılıçlarını kaldırdı ve saldırmaya çok yaklaştı. Solundaki de ona doğru koşuyordu. Arkalarındaki eğilip yerde yaralı Arboğanın yanında ona bakıyordu. Yere doğru eğilip başını göğsüne doğru yakınlaştırıp boğazını kılıcıyla kesti;" Özür dilerim." Dedi ve çok kısık bir şekilde çıktı ağzından. Ona doğru koşan iki Arboğaya doğru baktı. Yüzünün tamamı kıpkırmızı şekilde kanlara bulanmıştı.

Sol eliyle gözlerine giden kanları temizledi. Bir metre kalmıştı ki sol kolundan parlak mavimsi bir suyu sağındaki Arboğanın yüzüne doğru gönderdi. Suyun içindeki zehir onun yüzünü yakmaya yetti. Gözlerinin içi bir anda boşluğa döndü. İki gözü de erimişti. Amansızca bağırmaya başladı. Ellerindeki kılıçları yere doğru düştü. Suyu gönderdikten sonra koşarak onun sırtına atladı.

Başının ön kısmı tamamen ermişti. Vücudunun bazı yelerine gelen su onu yavaş yavaş eritmeye başlıyordu. Yüzünü korumak için götürdüğü ellerinin üzerindeki bütün etler eriyip yere düştü. Ellerinde sadece kemikler kalmıştı. Üzerine atladığı Arboğanın başını sağındaki diğer Arboğanın gözlerine bakarak kesip attı. Başını kestiği gibi canı çıkan Arboğa yere doğru düşerken sol kolundan buzu çıkarıp kendi kılıcını dondurdu. Dondurduğu kılıcıyla yanındaki diğer Arboğaya doğru uçup belinden keserek yere düştü.

Onun bu kadar hızlı olacağını hesaplamayan Arboğa gövdesinin yere düştüğünü hissetti. Yere doğru düştükten sonra ayağa kalkan Alaçebi sağ göğsünden bir kılıcın girip çıktığını gördü. Başını sağına doğru çevirdiğinde kılıcın ucu görünüyordu. Kılıcının ucunun olduğu yerden vücuduna doğru kıpkırmızı kan akmaya başladı. Ağzına gelen kanı daha fazla tutamayan Alaçebi arkasını döndü ve bu son yaptığı hareket oldu.

Yere doğru dizlerinin üzerine düştü ve ağzındaki kanı yere tükürdü. Yaralandığı gibi Yada Taşının gücüde bitiyordu. Gözlerinin içindeki kırmızılık yavaş yavaş kara gözlerine yerini bırakıyordu. Başını kaldırdığı gibi önüne doğru gelen Arboğanın toynaklarını gördü. Yavaş yavaş başını kaldırdığı gibi önünde bir kılıcı elinde diğer kılıcı Alaçebi'nin vücudunda olan Arboğa ona doğru baktı.

- "Yolun sonu geldi mankurt. Kelleni Mankurt Ata'nın önüne atacağım." Dedi sinirli bir ifadeyle Arboğa. Sağ elinde tuttuğu kılıcı kaldırdı. Hızla aşağıya indirdiği esnada arkasından bir kartal sesi işitti. Derin ve tok bir sesti. Kılıcını havadayken indirip arkasını döndü. Havada süzülerek gelen bir beyaz renkli kartalın ona doğru geldiğini gördü. Yere doğru inerken bir anda toz bulutu içinden don değiştirerek yere indi.

- "Şaman Toygar. İyi ki geldiniz efendim. Bu mankurt bir hain. Bir kilin öldürm..." dedi ve son kelimelerini konuşamadı. Konuşmasını bitirmesine müsaade etmeden sağ elindeki tokmağını sol elindeki davuluna doğru götürdü. - "(𐰚𐰀𐰼 𐰓𐰀𐰋 𐰴𐰀𐰺𐰃𐰣𐰲𐰀𐰞𐰺𐰃) (Ker dev karıncaları)" diye davula yazdı. Arboğa'nın bulunduğu yerdin altında kırmızı renkte tavşan büyüklüğünde Ker Dev Karıncalar çıkmaya başladı. Ne olduğunu anlamaya çalıştığı esnada bacaklarını ısıran örümceklere bakınca bağırmaya başladı. Ağızlarını hızla açıp kapattıkları için vücuduna doğru yiyerek çıktılar.

Her ısırdıklarında kendinden geçen Arboğa elindeki kılıcıyla onlara vurmaya başladı. Dört bacağının da yenilmesiyle birlikte ağır vücudu yere doğru sert bir şekilde düştü. Öldürmeye her çalıştığında yerden başka bir Ker Dev Karıncası çıkıyordu. Vücuduna doğru hızla gelen onlarca Ker Dev Karıncası onu göz açıp kapamayana kadar yiyip bitirdiler.

Onun olduğu kısım tamamen kanlara bulandı. Tek bir parçasını dahi bırakmadılar. Onu bitiren her Ker Dev Karınca yerde yatan diğer Arboğalara doğru koşmaya başladılar. Yerde dizleri üzerinde duran Alaçebi'ye doğru koşamaya başladı. Sağ elindeki tokmağı bir anda yok oldu. Önüne kadar geldi ve eğilip başını kaldırdı.

- "Lan biz sana demedik mi gizlice öldür diye? Seni aptal." Dedi ve arkasına doğru geçti. Vücuduna saplanan kılıcının kabzasına doğru hamle yapıp onu kavradı. Sert bir şekilde çekti. Çıkardığı anda bağırarak kendine geldi Alaçebi. Ağzından dışarıya doğru kanları o an daha gür bir şekilde öksürerek çıkardı. Kılıcın çıktığı yerden iki taraflı bir şekilde kanlar vücuduna tekrardan yayılmaya başladı.

Kılıcı yere atıp Alaçebi'nin önüne doğru geldi. Sağ elinin parmaklarını şıklattıktan sonra sağ elinde tokmak meydana geldi. Davuluna götürerek Kadim dille ilgili büyü yazmaya başladı; - "(𐰏𐰜 𐰓𐰃𐰖𐰀𐰺𐰃𐰣 𐰋𐰀𐰖𐰔 𐰇𐰼𐰢𐰲𐰀𐰚𐰠𐰀𐰼𐰃) (Gök diyarın beyaz örümcekleri)" diye davula yazdı. Davula yazması bitince tokmağını mankurtun yarasına doğru götürdü. Yaranın olduğu yere doğru iki tane Beyaz Örümcekler çıktı. Gök Diyarın kadim ve eski çağ büyülerinden biriydi.

Beyaz örümcekler hızla yaranın üzerini ağ örerek kapatmaya başladılar. Ördükleri ağ yemyeşil bir renge sahipti. Her örerek dolandıklarında artık yaradan kan akmıyordu. Diğer Örümcek yaranın içine girdiğinde Alaçebi bağırmaya başladı. Ağzında kanlar tekrardan yere doğru tükürmesiyle son buluşmuştu. Yaranın içini örerek gitmesini sürdürdü.

İçinde bir Gök Diyarın Beyaz Örümceğini barındırması ona hem acı hem de heyecanlanmasına sebep oluyordu. Yaranın içini öre öre sırtının da ki delikten çıktı. Son kalan deliği de kapatan Beyaz Örümcekler işlerini bitirir bitirmez yere doğru düştüler. Yerde bir süre durduktan sonra deri değiştirtip kapkara bir vaziyette Ak Orman'a doğru gittiler. Alaçebi ufaktan gözlerini açtı. Karşısındaki Şaman Toygar'ı görünce hafiften gülümsedi.

- "Burnun kanıyor Şaman." Dedi kısık kısık çıkan kelimelerle konuşan Alaçebi.

- "Eski çağ büyülerini kullanmak zordur Alaçebi." Dedi ayağa kalkarak konuşan Şaman Toygar.

- "Sen nerden çıktın öyle ya" dedi başını yere doğru eğerek konuşan Alaçebi.

- "İçime doğdu seni geri zekâlı mankurt." Dedi sinirli bir şekilde konuşarak cevap verdi.

- "Tamam ya kızma. Sen gelmesen de ben hallederdim." Dedi zorda olsa ayağa kalkan Alaçebi.

- "Burada geberip gidecektin halen konuşuyorsun." Dedi Kara Tulpar'a doğru yürüyen Şaman Toygar. Tulpar'ın yanına gittiğinde yularını tutup Alaçebi'nin yanına doğru getirdi. Ayakta zor duran Alaçebi bir anda bayılıp tekrardan yere düştü. Onun yere düştüğünü gören Şaman Toygar bir of çekerek eğildi. Alaçebi'nin koluna girerek onu kaldırdı. Kara Tulpar'ın üzerine bıraktı.

Arkasını döndüğünde Kilinin yerde ölü bir şekilde olan cesedine doğru yürüdü. Yerde yatan bütün Arboğa'ları yiyen Ker Dev Karıncaları birer birer patlamaya başladılar. Her patladıklarında durdukları yere kan fışkırtıyorlardı. Ker Dev Karıncaları doymak bilmedikleri için son lokmayı yedikten sonra çatlarlardı. Yerde bulunan hepsi artık kendi kendilerine sonlarını getirdiler.

Onların patlayan vücutlarının yanından geçerek kiline doğru ilerledi. Yanına vardığında dört bacağının da koptuğunu gördükten sonra;" Efendi bu duruma çok kızacak." Dedi ve eğilip onu da aldı. Sırtına aldığı kilini Kara Tulpar'a doğru getirip üzerine bıraktı. Son kez kendisi de binerek;" Hadi uç bakalım." dedi ve Kara Tulpar hızla kanatlarını açıp uçmaya başladı.

YARIM SAAT SONRA

İtbarakların kara kalpleri gibi görünen bulutlar artık uzun süren sessizliğini bozmak için hareketlenmeye karar vermişlerdi. Kapkara toplar gibi yan yana gelen bulutlar konuşmayı bırakmışlardı. Hüzünlü konuştukları için mi? Yoksa mutluluktan mı bilinmez? gözyaşlarını yeryüzüne boşaltmaya başladılar. Yoğun ve bir karmaşa halinde yere inmeye başladılar. Hepsinin birbirlerine benzemeleri suçluyu gizlemelerine sebep oluyordu. Birkaç saattir ne söylediği anlaşılamayan bulutların son oyunu gerçekleşiyordu. Bunun olacağını anlayan yeryüzü ahalisi çoktan kaçışmışlardı. Hepsine birden bir görev verilmişti.

Ama kimse birbirlerini dinlemeden direk aşağıya doğru hızla düşmektelerdi. Onlarda yaşlı ağaçların yaprakları gibi sonlarına doğru ilerliyorlardı. Dili susan kulağı duymayan biri daha vardı ki? O her şeyin suçlusu ilan edilmişti. Yeryüzünün ahalisi ona oldukça sinirlenmişlerdi. "Bizleri yalnız ve çaresiz bıraktın" diyorlardı her biri bir kenara kaçarken. Onun kim olduğunu hepsi biliyordu fakat konuşmak, anlatmak, söylemek hiç bu kadar zor olmamıştı.

Yüreklerine sinen derin korku isteği onların dillerine kelepçe vurulmuş gibi zindana atılmıştı. Artık her şey için çok geçti. Umutların son bulduğu güzel günlerin sona erdiği zamanları yaşıyorlardı. Bunu tek suçlusu ise yukarıdaki Ölümlü Güneşten başkası değildi. Hiç biri yorulmuyordu. Hepsi tek bir ağızdan konuşuyormuş gibi yere indiklerinde ölümlerinin sesleri yankılanıyordu Orta Kıta'nın yeryüzünde" Şıp şıp şıp." Diye her yerde inen her bir yağmur damlasının yaşamın bittiğinin göstergesi olan o sesti. Yerde artık onların ölümlü bedenlerinin oluşturduğu göletler yer yer çoğalıyorlardı.

Bazı hayvanlar kaçmakta başarılı olamadıkları için saygısızca o göletlere basarak geçiyorlardı. Bilmiyorlardı ki orada yüzlerce damlanın ölmüş bedenlerinin bıraktığı suydu. Bir vahşet işleniyordu Orta Kıta'nın her yerinde. Yağmurun damlaları her yerdeydi. İnanılmaz şekilde hiç bitmeyecekmiş gibiydiler. Bu özellikleri onların ne kadar tehlikeli olduklarını gösterirdi. Yerdeki toprak bu olaylara karşı sessizliğini bozmuştu. Mükemmel bir koku yayılıyordu ortalığa. Onu tek seven herhâlde topraktı.

İnlerinde bu geceyi geçirmek için başlarını sokan onlarca farklı ırklardaki hayvan bu kokunun varlığından çok memnun olur gibi biraz başlarını öne doğru getirip haz almaya başlıyorlardı. Heyecanlı geçen birkaç saat artık toprağın nefis kokusuyla birleşince ufaktan rahatlamalar görülür olmuştu. Yine her zamanki gibi tam zamanında ortaya çıkıp bütün kötülüklerin ateşleyicisi gibi hareketlenmeye başladı. O ne zaman ortaya çıksa hep bir sorun, bela, olumsuzluk peşinden gelirdi.

Tam herkes rahatlamıştı ki garip sesler çıkararak piyasa çıkan Rüzgâr ortalığı birbirine katmaya başladı. Tek bir sıra halinde yüzlerce benzer insan gibi hareket eden yağmur damlaları onun çıkmasıyla birlikte huzurlarını yitirmiş umutları sönmüş bir vaziyette rotalarından şaşarak farklı istikamete sürüklenmişlerdi. Onların farklı yerlere sürüklenmesi yerdeki canlıları dahi huzursuz etmeye yetti.

Yerde yüzlerce mezarı olmayan yapraklar şimdi onun yüzünden yine farklı yerlere doğru istekleri sorulmadan göç etmeye zorlanmışlardı. Havalara çıkan yapraklar huzurlarına kavuşmuş gibi görünseler de hiç öyle değillerdi. Bazıları bunun bir rüya olabileceğini düşünüp kendilerini avutmak istediler. Fakat bu düşünce onların son düşünceleri oldu.

O kadar uzağa götürüldüler ki ıslanarak soğukla mücadele eden yaşlı sarı kırgın yapraklar bu yolculuğu daha fazla kaldıramayarak göç yolunda vefat ettiler. Ölen bazı yapraklar Kara Tulpar'a kadar ulaşmışlardı. Havada kanatlarını çırparak bu soğuk ve katlanılmaz boyuttaki rüzgâra karşı koymaya çalışıyordu. Kanatlarının ikisi de yoğun bir şekilde ıslanmışlardı.

Kanatlarını bir süre çırpmadan gitmek istedi. Ama bunu yapamadı. Orta Kıta'nın en tehlikeli ve zararlı mahlukatı Rüzgâr iş başındaydı. Kanatlarını süzülerek gitmek için iyice açtığında Rüzgâr onu geriye doğru gitmesini sağlıyordu. Uçmak hiç bu kadar zor olamamıştı onun için. Gözlerinden akan birkaç damla yaş zorlandığı için değildi. Ya da yağmurun gözlerine gelmesiyle sahte bir ağlama da değildi. Onu bu kadar hüzünlendiren tek bir şey vardı. O da üzerinde taşıdığı dört ayağı da kesilen vahşice öldürülmüş olan Kilin'di.

Onun o sıcaklığını halen daha hissediyordu. Ölmüş olsa da içindeki o kalp yaşıyordu. Kilinlerin ölmesine de yaşamasına da o sebep olurdu. Kilinler öldükten sonra kalplerinin diğer görevi kendilerini yaşatmaktı. Onun güzel ve sevimli vücudunun verdiği sıcaklık onu daha da hüzünleniyordu. O katlanılmaz sıkıcı havanın verdiği zülüm artarak devam ediyordu. Kara Tulpar'ın üzerindeki Şaman Toygar elindeki tokmağı yukarı kaldırdı.

Habersiz ve davetsiz gelen bu yağmur damlalarından pek hoşlanmazdı. Tokmağı kaldırdığı gibi kadim dille konuşmaya başladı." (𐰲𐰀𐰤𐱅𐰴𐰀 𐰔𐰆𐰺𐰖𐰀) (Çentûka zorîya) İkiz Yapraklar." Dedi. Onun konuşmasıyla birlikte başının üzerinde aynı dala bağlanmış iki büyük yeşil yaprak Kara Tulpar'ın başından sonuna kadar kapladı. Tokmağını aşağıya doğru indirdi;

"Tengri Erliğin gazabı üzerine olsun yağmur." Dedi pek çıkmasa da sözcükleri kendisi duyabiliyordu. Kara Tulpar kanatlarını açtığında bile yağmur gelmiyordu. Bu durum onu az da olsa rahatlatmıştı. O da pek hoşlanmıyordu yağmurdan. Şaman Toygar'ın arkasında baygın bir şekilde yatan Alaçebi gözlerini az da olsa açmaya çalıştı. Bir gözü tamamen kapanmış olsa da diğer gözüyle etrafa bakınmaya başladı.

Yağmurun çok sık ve bir doğrultuda yağması onun üşümesine sebep olmuştu. Sağ göğsündeki yaraya doğru sol elini götürdü. Üzerinde bembeyaz örgülü şekilde deriyi hemen hissetti. Bu his onun daha iyi hissetmesine sebep oldu. Hafiften doğrulmak istedi. İçindeki yangın sönmüş olsa da külleri içini yakmaya devam ediyordu. Sol eliyle yaraya doğru baskı yaparak doğruldu.

Etrafında baktığında solunda uzun sıra halinde Ergenekon dağını gördü. Üzerindeki ceylanların kaçarak uzaklaştığını kartalların dalda yerler arayıp bulduğunu daha net görebiliyordu. Sol gözü az da olsa kanlanmıştı. Kaşınmaya başlayan gözünü sağ elinin işaret parmağıyla biraz ovaladı. Başını kaldırdığında büyük iki yaprağın onları yağmurdan koruduğunu görüp hafiften gülümsedi.

- "Ya sen de ne sürprizler varmış böyle Şaman." Dedi konuşurken biraz canı yanan Alaçebi.

- "Sen halen daha konuşuyor musun? Beceriksiz Mankurt. Bakalım Efendiye karşı da böyle konuşabilecek misin?" dedi arkasını dahi dönmeden sert bir ifadeyle Şaman Toygar. Onun bu tavırları ve konuşmasısın da ki tınıları Alaçebi'yi düşüncelere itti. Gözlerini bir anlığına aşağıya düşürdü. Başına geleceklerini bildiği için pek konuşmadı. Suçunun farkındaydı. Ama kendine bir türlü söyleyemiyordu. İçinde kopan fırtınaları dindirmeye yok etmeye çalışıyordu. Ama bunu da pek beceremiyordu.

- "Biliyorum hatalıyım..." dedi başını yere eğerek utanır vaziyette Alaçebi.

- "Bu kaçıncı hata Mankurt. Biz sana ne dedik kilinleri öldür ama sağlam bir şekilde getir diye. Ama sen bizi dinlemiyorsun." Dedi tekrardan o ağır ve vurgulu konuşmasını yapan Şaman Toygar. Kalktığına bin pişman olup tekrardan yattı. Başını Kara Tulpar'ın sırtına dayandığında üstündeki geniş yapraklara biraz bakındı. Üzerindeki kılcal damarlar ve hepsinin buluştuğu tek bir yerin olması onda garip hislerin ortaya çıkmasına sebep oldu.

Her bir küçük kılcal damar yanındaki büyük kılcal damara bitiş bir şekilde yol alıyordu. İçten içe pişmanlığının aslında başka bir şeye olduğunu hissetti. Küçük kılcal damarların hepsini bir Mankurt'a diğer tek kalın damarı ise Mankurt Ata'ya benzetti. "Aslında hepimiz birbirimize benziyoruz. Tek farklı olan ise Mankurt Ata. Ama ben onlara ihanet ettim. Düzeni bozdum.

Ne için? Ne için?" dedi içinden çok sakin ve içini daha önce hissetmediği bir duyguyla baş başa kaldı. Kılcal damarlardan birini kendi yerine koydu ama o damar büyük damardan ayrılmıştı. Bu duygu ve hezeyan içindeki kara bulutların çoğalıp artarak bağırmaları sonucu gözlerine göz yaşı olarak damlalar halinde boşalmaya başladı. İki gözü de şaşır şaşır göz yaşı üreterek dışarıya çıkıyordu.

- "Düşüncelerini kendine sakla. Artık çok geç Mankurt. Sen bu yolu seçtin unutma. Bir yola girdiğinde geçmiş yolun istikametini unutursun." Dedi bu kez daha tok ve kararlı bir şekilde konuşmuştu Şaman Toygar. Onun bir anda Şaman olduğunu unuttu. Düşüncelerini okuyabilen nadir şamanlardan biriydi Şaman Toygar.

Ama O, o kadar pişmanlık duymuştu ki etrafındaki olaylara bakmaya fırsatı kalmadı. Gözlerinin yaşını silmeye başladı. Duygularını yitirmeyen nadir Mankurtlardan biriydi. Mankurt yapıldığında bazı duyguları ondan kadim bir şekilde kalmıştı. Ama çift taraflı duygularını yaşadığı için hangisine fırsat vereceğini karıştırıyordu.

Kara Tulpar iyice alçalmaya başladı. Orta Kıta'nın en büyük Hanlığı olan Ay Hanlığını artık daha net görebiliyorlardı. Yukarıdan bakıldığında onun heybetli oluşu daha da belirgin hale geliyordu. En çok halkı olan Hanlıkta orasıydı. Surlarının yüksekliği diğer hanlıklara nazaran dört beş metre daha yüksekti. İçinde büyük Kökpar oyunlarının oynandığı on bin kişilik bir saha yukarıdan daha büyük görünüyordu. Diğer bütün Hanlıklar buraya gelip Kökpar oyununu kazanmaya çalışırdı. Uzun çam ağaçlarının üzerinde bir süre alçak irtifada süzülmesini gerçekleştiriyordu.

Ay Hanlığının arkasına doğru Kara Tulpar'ı yönlendirdi. Tam Ay Hanlığının arka bölümündeki açıklığa doğru indi. İner inmez onları yağmurdan koruyan İkiz Yapraklara doğru sağ elini kaldırdı. Yumru yapmadan önce iki yaprakta küçülerek avuç içine geldi. Onların gelmesiyle birlikte elini ağzına götürdü. Bir kez üfledikten sonra avucu açtı. İçinde küçük küçük yapraklara dönüşen İkiz Yapraklar yere doğru düştüler. Arkasını döndüğünde Alaçebi çoktan inmişti. Yağmur artık daha narin bir şekilde yağıyordu. Herhâlde daha küçük çocukları gönderiyordu boğucu bakışları olan bulutlar.

Şaman Toygar sağ elini başına götürüp beyaz cübbesinin başlığını açarak geriye doğru attı. Karşısındaki ağaçlardan ötürü Ay Hanlığının surlarını göremiyordu. Birazdan Şaman Toygar'ın ne yapacağını bildiği için Kara Tulpar'ın yularını tutup geriye doğru çekti. Şaman Toygar solundaki bir metrelik kara Balbal taşına doğru yürüdü. Yerdeki ıslanmış ve çok güzel kokusuyla birlikte onları karşılayan toprak her haliyle inanılmaz derecede büyüleyiciydi. Birkaç adım attıktan sonra tam önüne gelip durdu.

Bir metrelik boyu elli santim eniyle kara balbalı iki eliyle kavrayıp yüzünü arkaya doğru getirdi. Onun çevrilmesiyle birlikte Kara Balbal'ın hemen önünde ki boşluktan sesler gelmeye başladı. Hışırtılar arasında yerde on metreyi uzunluğu yirmi metreyi bulan iki beton blok yukarıya doğru açılmaya başladı. Ağır ve her çıtırtı da garip sesler çıkararak iyice açıldılar. Tamamen açıldığını gören Şaman Toygar; "Hadi bakalım." Dedi arkasını dönerek. Kara Tulpar'ın yularını tutan Alaçebi bu ifadeyi işittikten sonra yuları çekerek aşağıya doğru yürümeye başladı. Eğimli bir şekilde aşağıya inen beton yol sağında ve solunda on metre aralıklarla meşale yanıyordu. İçerisi garip bir şekilde güzel bir kokuya sahipti. Ne zaman bu yola girse aynı düşüncelere bürünüyordu.

Ama artık bu kez düşünmeyecekti. Çünkü yanındaki Şamanı bu kez unutmadı. Kara Tulpar'ın ayak sesleri birkaç kere yankılanıp tekrardan onda buluşuyordu. Kendi ayak seslerini ne zaman işitse hep içinde bir mutluluk bir huzur meydana getirirdi. Bu yolu o daha çok seviyordu. Seslerinin kendisiyle konuşmasına bayılıyordu. Önde Şaman Toygar arkalarında Alaçebi ve Kara Tulpar'ı yavaş adımlarla ilerlemelerini sürdürdüler. Birkaç dakika sonra önlerin deki büyük altı metre yüksekliğindeki kapı onlara görünmeye başladı.

Önüne doğru geldiklerinde Şaman Toygar yavaşlayıp bekleyeme başladı. Alaçebi yine her zamanki gibi buraya geldiği her an şaşırmaya etrafına bakınmayı ihmal etmiyordu. O da bir süre geldikten sonra durdu. Kapının arkasından bir çift ayak sesleri onlara doğru geliyordu. Sesler iyice belirginleşince Şaman Toygar arkasını dönüp Alaçebi'ye doğru bir kez baktı. Bu bakışın ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Hemen üstünü başını düzeltti. Yüzündeki lekeleri hemen elleriyle ovalayarak temizledi. Sesler artık yavaş yavaş azalmaya tamamen yok olmaya başladı. Kapının tam önüne geldiği artık kesinleşti. Ağır bir şekilde kilidin sesi uzun koridor boyunca yankılandı. Kilidi açılan kapıyı geriye doğru iki eliyle yavaşça açtı. Kapının açıldığını duyan Şaman Toygar ve Alaçebi başlarını bir süre eğerek beklediler.

Başını önce kaldıran Şaman Toygar karşısında yeşil cübbesini giyinmiş bastonunu koltuk altına dayamış yuvarlak gözlüklerini düzelten Vezir Kunanbay'ı görür görmez; "Efendim.." dedi ve yanına doğru geldi. Utandığı ve korktuğu için başını henüz yerden kaldırmamıştı. Öylece bir süre kaldı. Bastonunu koltuk altında tutarak Alaçebi'ye doğru adımlarını atmaya başladı. Yeşil gözleri ve kaşları pek de mutlu olduğunu göstermiyordu. Elindeki yemyeşil parlak eldivenlerini ağır ağır çıkararak yürüdü. Her adım attığında birkaç bir şey söyleyerek yürüdü.

- "Ben sana hata yapma dedim." Dedi ve birkaç tane parmağını eldivenden çıkararak Vezir Kunanbay. Sonra biraz bekledikten sonra sözlerine devam etti.

- "Dikkatli olacaksın dedim." Dedi sol eliyle sağ elinin parmaklarının baş parmağını da çıkararak sözlerine devam etti. Alaçebi'ye doğru birkaç adım kalmıştı. Ayaklarından çıkan sesler yankılanmasını tekrarlar vaziyette yankılanıyordu. Konuştuğu her kelime o yankılara karışıp vurgusunu artırıyor gibiydi. Tok ve kararlı bir biçimde her konuştuğunda Alaçebi kendini daha da kötü hissediyordu. Son adımı attıktan sonra biraz bekledi. Sağ elindeki eldiveni tamamen çıkarmıştı. Başını ona doğru kaldırdı.

- "Bir daha olursa affetmem dedim. KALDIR BAŞINI!" dedi son kullandığı iki kelime yüksek ve dokunaklı bir şekilde çıkmıştı ağzından Vezir Kunanbay'ın. Bir süre yankılandı uzun eğimli koridordan bu haykırış. Hiç istemese de başını ağır ağır kaldırdı. Yerden yukarıya doğru kaldırdığı başını önündeki Vezir Kunanbay'ın yeşil cübbesinden başlayarak başını görene kadar geçen sürede yüreği yerinden çıkacakmış gibi oldu. Artık tamamen başını kaldırmıştı. Sağ koltuk altına dayadığı bastonunu sol eliyle alıp yere bıraktı. Hem sağ elinin eldivenini hem de bastonu tutarak bekledi. Başını iyice kaldırdıktan sonra sert bir şekilde yüzüne bir tokat attı. Alaçebi bunu beklemiyordu. Yediği tokatın ardından kendi sağına doğru biraz sendeledi. Sol ağzının kenarı açıldı. Çok az da olsa kanama oluştu.

- "KALDIR BAŞINI!" dedi tekrardan Vezir Kunanbay. Her konuştuğunda bir kez daha bir kez daha tekrar ediyordu uzun koridorda. Kendi sağına doğru sendeledikten sonra tekrar başını kaldırdı. Gözlerinin içine bakmak istemiyordu. Fakat artık yapacak bir şey yoktu.

- "Özür dile..." diyemeden bir tokat daha geldi yüzüne. Bu kez o tokatın sesi daha gür çıkmıştı. Sol yüzünün kulağından çenesine kadar kıpkırmızı oldu.

- "Sen hayatımda gördüğüm en işe yaramaz adamsın." Dedi ve sol elinde tuttuğu bastonunu tekradan sağ koltuk altına dayadı. Sol elindeki eldiveni sağ eline doğru giyinmeye başladı. Bunu yaparken arkasında bekleyen Şaman Toygar'a doğru;

- "Kilin'i içeriye al. Yarım Kilin getirmiş bize geri zekâlı." Dedi tekrardan Vezir Kunanbay. Şaman Toygar hızlı bir şekilde Kara Tulpar'ın yanına doğru ilerleyip Kilin'i aldı ve içeriye taşıdı. Son tokatıda yiyen Alaçebi hiç konuşmadan başını eğmiş vaziyette bir süre durdu. Başını kaldırmak istedi fakat utancından bunu da yapamadı. Eldivenini giyinen Vezir Kunanbay sol eliyle bastonunu aldı ve önüne getirip iki eliyle kavradı.

- "Umarım akıllanmışsındır Mankurt. Sen bana kilin getireceksin ben de sana her getirdiğin beş kilinden birinin kalbini vereceğim. Ama kilinlerin hepsi de bir bütün olarak getireceksin. Sen bana ayakları olmayan bir kilin getiriyorsun. BU ANLAŞMAMIZI NE ÇABUK UNUTTUN." Dedi öfkesi Ak Dağın üzerine çıkmıştı.

- "Bir daha böyle bir hata yapacak mısın?" dedi Vezir Kunanbay bastonun topuzunu sıkıca tutarak.

- "Bir daha böyle bir şey olmayacak efendim." Dedi kısık ve titreşimler halinde konuşan Alaçebi.

- "Artık Ak Ormandan çıkıyorsun. Ötüken Ormanında kilin avına çıkıyorsun. Yakın zaman da biz de Ötüken Ormanından geçeceğiz. Orada askerlerime teslim edersin. Artık buraya gelmiyorsun. Anladın mı beni?" dedi net bir konuşmaydı. İçeriye bıraktığı kilinden sonra gelen Şaman Toygar Vezir Kunanbay'ın bir kelimesine anlam veremedi. Şaşkınlıkla bakmasını sürdürdü.

- "Ama neden buraya gelmiyorum efendim. Özür dilerim." Dedi başını hafif kaldırır gibi yapıp tekrardan indirdi Alaçebi.

- "Buraya gelmeni yasakladım Mankurt. Şimdi git Mankurt Kalesine dikkat çekme diğer ay Ötüken Ormanında ol!" dedi ve bastonunu iyice kavrayıp bekledi. Başını biraz kaldırıp Vezir Kunanbay'ın gözlerinin içine baktı.

- "Peki siz neden aylardır ölü kilin bedenlerini topluyorsunuz Efendim." Dedi çekinerek Alaçebi.

- "Seni ilgilendirmeyen konularda çok meraklısın Mankurt. Sen işini yap. Boyundan büyük şeyleri düşünme." Dedi ve bir iki adım geriye doğru adımlarını attı Vezir Kunanbay. Hem yediği tokatlar hem de son aldığı hakaretler karşısında artık dayanamayan Alaçebi;

- "Yeter artık. Ben senin oyuncağı......" dedi ve son sözcükleri ağzından geriye doğru girmesine neden oldu. Arkasını dönen Vezir Kunanbay onun bu konuşmasını işitir işitmez bastonunun topuzunu çekerek içinden zehirli ince kılıcını çekip hızla Alaçebi'nin boğazına dayadı. Göz açıp kapayana kadar olup bitmişti. Uzun parlak bir siyahlığı vardı. Her tarafı keskindi. Boğazına değmesine milimler kala durdurmuştu bastonlu kılıcını Vezir Kunanbay.

- "Devam et konuşmana evlat." Dedi Vezir Kunanbay. Yeşil gözlerinin içindeki kırmızı alevlerin etkisini hissetmesi bir oldu Alaçebi'nin. Bir anda bastonlu kılıcını çeken Vezir Kunanbay'ı gören Şaman Toygar bir iki adım geriye doğru gitti. İnce uzun kılıcını geriye doğru çekti. Sol elinde tuttuğu bastonuna soktu. Alaçebi ilk kez bu kadar heyecanlanıp korkmuştu. Vezir Kunanbay'ın nasıl tehlikeli ve zeki bir Vezir olduğunu her an bir kez daha hatırlıyordu.

Arkasını döndü yüzünden akan birkaç tane teri sağ eliyle sildi. Kara Tulpar'ın yanına gelip üzerine bindi. O kadar sinirliydi ki sinirini yine Kara Tulpar'dan çıkarmıştı. Yuları kaldırıp sert bir şekilde boynuna vurdu. Bu acının verdiği coşkuya hızla koşmaya başladı. Arkasını döndü Şaman Toygar'ın ona karşı şaşkınlıkla baktığını gördü.

- "Efendim Ötüken Ormanında ne işimiz var?" dedi meraklı bir biçimde Şaman Toygar.

- "Dağ Han'ın yeni doğan çocuğu beş ayına girdi Şaman. Her yeni doğan tigin beş ayını doldurur doldurmaz şenlik yapılır. Yani gelecek ay Tigin Şenliğine davetliyiz." Dedi ve yanından geçerken sözlerine devam etti;

- "Hazırlıklarını yap. Bu geri zekâlı mankurtun işini orada bitireceğiz. Artık ona ihtiyacım kalmadı." Dedi ve ses tonunu o kadar iyi ayarlıyordu ki Şaman Toygar etkilenmemek için kendini zor tuttu.

- "Emredersiniz efendim." Dedi o da arkasını dönerek Şaman Toygar.

- "Gök Hanlığı geldi. Git biraz dinlen sol gözün kanlanmış. Şaman Donatus seni bu halde görmesin. Akıllıdır anlamasın. Sen de ağzından bir şeyler kaçırma." Dedi biraz daha yürüyerek büyük kapının önüne geldiği sırada Vezir Kunanbay.

- "Biraz fazla büyü yapınca böyle oldu Efendim." Dedi iki elini önüne kadar getirmiş vaziyette Şaman Toygar.

- "Bu salağa söylemedin değil mi? Kara Şaman'ı" dedi arkasını döndüğünde Vezir Kunanbay.

- "Hayır efendim söylemedim. Ergenekon Dağının yüzeyinde bir süre durdu. Sarmaşıkları çekerek koparıyordu. Ama ne yapmak istediğini anlamadım." Dedi.

- "Ergenekon dağı demek. O dağda bir şeyler var Şaman. Oda benim gibi meraklı o dağa karşı. Şimdi yukarı çık dinlen biraz. Kökpar oyunu oynanacak bu halde çıkma." Dedi ve bastonunu sağındaki duvara yasladı. Şaman Toygar başını eğerek sağındaki merdivenlere doğru gitmeye başladı. Birkaç tane merdiven çıktığı esnada arkasını dönüp;

- "Efendim uyuyor mu?" dedi yüzünü kuşkulu bir ifade kaplamış olarak Şaman Toygar.

- "Evet Şaman." Dedi kesin ve net bir biçimde cevap verdi Vezir Kunanbay. Bu cevaptan sonra biraz gülümseyerek yukarıya doğru çıktı. Eldivenlerini çıkardı. Bileklerine kadar uzanan yeşil cübbesinin kollarını dirseklerine kadar sıyırdı. Sağ elinin baş parmağındaki kanatlarını açmış kartal motifli yüzüğü daha belirgin hale geldi. Gözlüklerini çıkardı. Tek bir sapını açıp cübbenin boyunluğuna astı. Şaman Toygar'ın Kapının önüne bıraktığı kilini boynuzundan çekip kapının ortasına getirdi.

Yere bıraktığında kalbinin atışlarını hissetti. Nabzı artık dayanılmaz ölçüde artmıştı. İki eliyle birlikte yüzünü kaşlarından başlayarak kirli sakallarında son bulacak şekilde sıvazladı. Şimdi biraz daha sakin hissediyordu. Kapıya soktuğu büyük kırmızı anahtarla bir kez çevirip yavaş ve sakin bir şekilde açtı. Büyük kapının açılması çok uzun sürüyordu. Zorlanarakta olsa kapıyı açtı. İçerisi zifiri karanlıktı. Ön avlunun ışığı sadece kapının içerisindeki yeri aydınlatıyordu. Adımlarını biraz daha yavaş atarak yürüdü.

İçerideki ağır koku onu her zaman heyecanlandırmaya yeterdi. İçeriden sadece ağır ağır nefes alan bir şeyin sesi duyuluyordu. Bu sesi ne zaman duysa içi kıpır kıpır oluyordu. Hafifçe gülümsedikten sonra arkasını döndü. Yerde yatan kilini boynuzundan çekerek içeriye kadar sürükledi. Seslerin bir alçalıp bir çoğalması onu karmaşık duyguların içinde hapsolmasını sağlıyordu. Kilini bıraktıktan sonra dışarıya çıktı. Büyük kapıyı yavaş ve ses çıkarmadan kilitleyerek kapattı.

Soluna döndü ve bastona doğru ilerledi. Dirseklerine kadar çektiği cübbenin kollarını aşağıya doğru indirdi. Gözlüğünü zarif bir şekilde açarak gözüne taktı. Eldivenlerini yavaş bir şekilde giyindi. Ay Hanlığının alt mahzenin de hava daha soğuktu. Ağzından çıkan buharlar bir süre dağılmıyorlardı. Bastonunu eline aldı ve merdivenlere doğru yürümeye başladı. Her adım attığında heyecandan duramayan kalbi yavaş yavaş normale dönüyordu.

Basamakları her çıktığında kafasında bin türlü şeyler geçiyordu. Unutmak istediklerini hemen unuturdu. Asla unutmaması gereken şeyleri ona hiç kimse unutturamazdı. Zihin sözlüğünde herkesin bir şeyini bir olayını saklı tutmayı çok iyi başarırdı. Ve günü gelince o zihin sözlüğünü açıp tam yerinde konuşurdu. Aklından geçen onlarca olaylar zindanın kapısına gelince son buldu.

Yalnız kaldığında sürekli düşünmesi onu diğer Vezirlerden ve diğer insanlardan ayırırdı. Zindanın kapısına vardığında kapıya doğru iki kere vurdu. Kapının ortasında büyük bir pencere vardı. Ses işitildikten sonra pencere açıldı. Pencereyi açan asker karşısında Vezir Kunanbay'ı görünce direk kapıyı açtı. Kapıdan çıkan ses onun gerçekten yaşlı ve bakımsız bir kapı olduğunu gösteriyordu. Kapıyı açan uzun asker kenara çekilip başını eğdi. Adımlarını zindanın içine doğru atmaya başladı. Sağında ve solunda on tane küçük hücreler halinde odalar vardı. Ortalarına kadar geldi. Sağında yatağına uzanmış bir suçlu onu görür görmez bir anda hızlı bir şekilde demir parmaklıklara doğru koştu.

- "Çıkar beni buradan Vezirrrr. Ben bir şey yapmadımm." Diye bağırmaya başladı. Elleri ve yüzü kapkara olmuştu. Üzerindeki elbiselerin bazı yerleri yırtılmıştı. Ayağında ayakkabı yoktu. Bağırdığında kapkara olan dişleri daha belirgin hale geliyordu. Sol kulağının memesi kesikti. Gözleri de üstü başı gibi kapkaraydı.

- "Pazarda iki esnafında paralarını çalmışsın. Herkes öyle diyor Atınç." Dedi yürümesini sürdüren Vezir Kunanbay.

- "Onlara mı inanıyorsun bana mı vezir? KİME DİYORUM LAN!" dedi son dedikleri sözcüklerin desibeli çok fazla çıkmıştı. Demir kapının orada bekleyen uzun asker onun bu tavırlarından rahatsız olmuş gibi ona doğru yürümeye başladı. Yürümesini bir anda kesti. Arkasını yavaş bir şekilde döndü. Karşısındaki gelen askeri görür görmez sağ kolunu kaldırdı. Asker olduğu yerde durup geri dönerek kapıya doğru ilerledi. Atınç'ın bulunduğu hücreye doğru yürümeye başladı. Sert bakışlarını hazırlamıştı artık. Yeşil gözleri zehirli bir yılanın dişleri gibi parlıyordu.

- "Önce senin dilini sonra o iki kolunu keserim. SEN KİMSİN ULAN." Dedi öfkesinin karşısında duramayan Atınç bir iki adım geriye doğru attı.

- "Baban biliyor mu Kardeşini de öldürdüğünü?" dedi bu bir öncekinden daha etkili ve derin bir ifadeyle söylemişti Vezir Kunanbay. Bir anda dona kaldı. Gözlerini fal taşı gibi açıp bir süre şaşkın bir ifadeyle Vezir Kunanbay'ın gözlerinin içine baktı.

- "Nasıl nasıl biliyorsun lann?" dedi kısık ve utanır bir şekilde Atınç. Sözlerini bitirmişti ki hemen Vezir Kunanbay'ın arkasındaki hücreden birisi yattığı yatağın üzerine oturmuş vaziyette konuşmaya başladı.

- "Sennn kiminle konuştuğunun farkında değilsin çocuk. Karşındaki Vezir Kunanbay. Onunla kimse söz satrancında kazanamaz." Dedi boğuk ve tok bir sesti bu. Sesi işitir işitmez başını sola doğru çevirip sesin geldiği hücreye doğru baktı.

- "Ne zannediyordun. Vezir Kunanbay'ı ikna ederim mi dedin kendi kendine. HAHAHA komiksin genç Ay Hanlı. Karşında Vezir Kunanbay varken kelimelerini bin kere düşünmelisin evlat." Dedi tekrardan ona bakan Atınç'a doğru konuşarak. Bir anlığına neye şaşıracağına karar veremedi. Karşısındaki olan olaya mı şaşıracak yoksa Vezir Kunanbay'ın kendisiyle ilgili bildiği her şeye mi şaşıracak bir süre aklını meşgul etmeye yetti.

- "Ya bu hani kör ve sağırdı ya. Benimle dalga mı geçiyorsunuz lan." Dedi sinirden gülerek konuşan Atınç.

- "Körüm evlat ama sağır değilim. Değil mi Vezir Kunanbay? Siz çok iyi bilirsiniz Eski Ötek'i." Dedi ve ayağa kalkmak için kalın sopasından güç alarak Eski Ötek. Atınç'a doğru bakarak hafifçe gülümsedi Vezir Kunanbay. Arkasını döndü karşısındaki hücreye doğru adımlarını attı. Sağ elindeki bastonunu yere vurarak ilerlemesini sürdürdü. Tam hücrenin önüne geldiğinde bastonunu iki eline alarak bekledi. Kalın sopasını yere vurarak hafif kambur şekilde Vezir Kunanbay'ın önüne doğru ilerledi.

- "Peki beni daha kaç yıl burada tutacaksınız efendim. On yıldır buradayım. Beni suçsuz yere burada neden on yıl tuttuğunuzu anlamak istemiyorum. Çünkü sizi çok iyi tanıyorum. Eğer beni on yıldır burada neden tuttuğunuzu bilseydim buraya gelmezdim efendim. Her yaptığınız şeyin arkasında başka bir şey vardır efendim." Dedi sakin bir şekilde ve aşağıya doğru bakarak Eski Ötek.

- "Seni neden burada on yıldır tutuyorum sen benden daha iyi biliyorsun. Ne zaman çıkacağın sorusuna gelince Eski Ötek. Yakında seni serbest bırakacağım. On yıl burada kalmanın sebebi sana güvenebilir miyim? diyeydi. Artık güveniyorum Eski Ötek." Dedi kararlı ve ses tonunu yine mükemmel şekilde koruyarak Vezir Kunanbay.

- "Ne yani beni de mi on yıl tutacaksın yaa." Dedi bağırarak Atınç. Bağırmasıyla demir kapıda nöbet tutan asker ona karşı bağırmaya başladı;

- "KES LAN ARTIK SESİNİ." Dedi boğuk bir sesi vardı. Bir anda bağıran nöbetçi askerin sesiyle korkup yatağına doğru döndü.

- "Beni ne karşılığında özgür bırakacaksınız Efendim?" diye sordu sakin bir tavırla Eski Ötek.

- "Eğil Eski Ötek. Dağ Hanlığına gideceksin. Zindanda temizlikçi olarak gireceksin. Yıldız Han'lığının köylerinden geldiğini söyleyeceksin. Köyünüz yağmacılar tarafından saldırıya uğradı. Eşin öldü çocukların öldü. Seni yaşlı olduğun için öldürmediler. İş arıyorsun. En iyi bildiğin iş ise temizlik. Onların güvenini kazanıyorsun. Dağ Hanlığı hakkında bana her gün bilgi vereceksin. Nasıl bilgi vereceğini biliyorsun. Geçmişte gençken nasıl haberleştiysen o şekilde haberleşeceksin. En çok da Vezir Baymünke'yi izliyorsun. Sakın kendini açık etme. Zor duruma düşersen ne yapacağını da biliyorsun." Dedi başını biraz eğip onun gibi durmaya çalışarak konuşan Vezir Kunanbay.

- "Ama ya anlarlarsa benim Yıldız Hanlığından olmadığı mı?" dedi başını eğik bir şekilde tutarak Eski Ötek.

- "Dağ Han naif ve vicdanlı birisidir. Ama Baymünke kesin seni araştıracaktır. Yıldız Hanlığına iki gün sonra bir yağmacı grup gidecek. Yalbuz Dağının eteklerindeki sınır köyüne baskın yapılacak. Orada yaşayan tanıdığım bir aile var. Sağır yaşlı bir kadın ve eşi ve çocukları var. Eşini ve çocuklarını öldürecekler. Kadının ise gözlerine nal çekecekler. O kadın sen olacaksın. Herkesin gözü önünde olan bu olay çok geçmeden duyulacaktır.

Sen üç gün sonra ayarladığım bir pazar esnafıyla Dağ Hanlığına gidip dediklerimi harfiyen yapacaksın." Dedi tane tane anlatarak Vezir Kunanbay. Onun her dinlediğinde hayran kalıyordu sözlerine. Konuştuğu her kelimesi ve zekice kurgulanmış olan oyunlar içten içe onu heyecanlandırıyordu. Alttan alttan gülümsemesi az da olsa işitiliyordu. Başını hiç kaldırmayan Eski Ötek ağır ve kararlı bir şekilde başını kaldırıyordu. Onun başını kaldırdığını gören Vezir Kunanbay eğdiği başını kaldırdı.

- "Keşke bu gözlerim kör olmasaydı da sizi görebilseydim. Zekanıza hayran kalmamak imkânsız Efendim. Merak etmeyin oraya varınca size serçeler göndereceğim." Dedi ve arkasını dönüp yavaş adımlarla yatağına doğru yürüdü. Vezir Kunanbay bir süre ona baktıktan sonra arkasını döndü. Soluna doğru diğer demir kapıya ilerledi. Kapıya doğru iki kere vurdu. Dışarıda ayakta bekleyen asker direk kapıyı açıp önünde eğildi. Çıktığı koridorun soluna dönerek yürüdü. Bastonunu yere her vurduğunda şevkle karışık bir yürümesi gözlere çarpıyordu. Yine yalnız kalmıştı.

O yalnız kaldığında kapı çalmadan gelen düşünceler, fikirler, olaylar yine aklını meşgul ediyordu. Düşünceleri içerisinde boğuluyor gibi oluyordu. Koridorun sonuna doğru geldiğinde sağa doğru yukarıya çıkan merdivenleri çıkmaya başladı. Yukarıda inanılmaz derecede bir gürültü vardı. Koşan çocuklar birbirlerine bağıran hizmetçiler Tiginler Tiginçeler hepsinin seslerini işitebiliyordu. Son birkaç tane daha merdiven çıktığı koridorun karşısındaki merdivenlerden inen Gök Han'ı gördü.

- "Han'ım." Dedi hafifçe başını öne eğen Vezir Kunanbay.

- "Neredesin sen Kunanbay. Biz geldik sen yoksun." Dedi o ağır ağır ve heybetli sesiyle konuşan Gök Han.

- "Zindanda birkaç işim vardı. Özür dilerim Han'ım." Dedi ve mahcup olduğunu dudaklarıyla belli eden Vezir Kunanbay.

- "Özürlük bir şey yok Kunanbay. Seni gördüğüme sevindim. Kökpar oyununa geliyor musun? Bu kez biz kazanacağız." Dedi gülümsemesiyle birlikte Gök Han.

- "Tabi ki geleceğim Han'ım. Ama yine biz kazanacağız. Onun için pek umutlanmayın Han'ım hahaha" dedi
gülerek cevap veren Vezir Kunanbay.

- "Hahahah demek öyle. Göreceğiz bakalım Vezir çok bilmiş Kunanbay." Dedi ve gülerek sağa doğru gitti. Onun gittiğini gördükten sonra sağına doğru döndü. Büyük mutfaktaki kokular tüm Ay Hanlığına yayılmıştı. Tam oraya doğru gidecekken yukarıdaki merdivenlerden Barla Hatun yavaş adımlarla iniyordu. Sarı saçlarını arkadan bağlamış başında gümüşten sungur kuşu motifli tacını takmış vaziyette indi. Birkaç tane merdiven basamağı indikten sonra Vezir Kunanbay'ın önüne kadar geldi. Hafif kıvrımlı burnu ve mavi gözleriyle göz alıcı güzelliği gülleri dahi kıskandırır şekildeydi.

- "Kaçakları oynuyorsunuz sayın Vezir Kunanbay." Dedi naif ve zarif bir şekilde Barla Hatun.

- "Sizin güzelliğinizden aklımı yitirmemek için kaçıyorum Barla hatun." Dedi başını eğerek saygısını yineleyen Vezir Kunanbay.

- "Her zaman hazır cevaplı biri olarak bir de çok kibarsınız." Dedi gözlerini ve dudaklarını aynı doğrultuda samimice açıp kapatarak Barla Hatun.

- "Teşekkür ederim. O sizin sadeliğinizin ben de ki yansımasıdır." Dedi ve başını eğdi. Gülümsemesiyle birlikte Gök Han'ın yanına doğru gitti. Mutfağa doğu tekradan yürümeye başladı. Bastonunu her vurduğunda içerideki sesler azalıyor gibiydi. O bağırışımalar yerini sessizliğe bırakıyordu. Kapıdan içeriye doğru adımlarını attığında herkes işini gücünü bırakmış onun gelmesini bekliyorlardı. Başları eğik bir şekilde bir süre durdular. Başını çevirdiğinde pişmiş bir geyik etini ve kımızı elinde tutan Vezir Artuk'a doğru baktı. Yanına doğru ilerlerken eğik olan başlar hemen kalkıp işlerine geri döndüler. Yanına kadar gittiğinde;

- "Yemek henüz hazır değil Vezir." Dedi sert bir biçimde Vezir Kunanbay.

- "Ne yani acıktım Vezir buna da mı karışıyorsun." Dedi ve elindeki yemeği yemeye devam eden Vezir Artuk.

- "Çık dışarı." Dedi net ve sert bir ifade bürümüştü yüzünü Vezir Kunanbay'ın.

- "Tamam bee aman boğazımıza dizdin. Hey sen güzel kız yemeğimi al senden sonra alacağım." Dedi yanındaki ela gözlü kumral kıza bakarak konuşan Vezir Artuk. Onun bu konuşmalarından iyice rahatsız olan Vezir Kunanbay, Vezir Artuk'un kulağına doğru eğilip;

- "Kızlardan uzak dur. Hele de benim Hanlığımın kızlarından uzak dur. Seni bir daha uyarmam. Gece gelip boğazını keserim." Dedi tane tane konuştuğu için çok etkili çıkmıştı kelimeleri Vezir Kunanbay'ın. Onun bu konuşmasından korkan Vezir Artuk gözleri şişmiş vaziyette direk hızlı bir şekilde onun yanında geçerek mutfaktan çıktı.

- "Kökpar oyunundan sonra Çift Başlı Taht Salonuna u masa kurun. Yemekleri hazır edip bekleyin." Dedi yürümesini sürdüğü esnada.

- "Emredersiniz Efendim." Dediler oradaki çalışan hizmetçilerden bazıları. Mutfağın eşiğine geldiği sırada kapıdan elinde küçük bir tavuk budu olan Tigin Beyrek hızla içeriye girdi.

- "Heyyy bana bir but daha verir misinizzz?" diyerek içeriye hızla girip Vezir Kunanbay'a çarpıp durdu.

- "Nereye gidiyorsunuz küçük Tiginim." Dedi dizlerinin üzerine çöktüğü esnada Vezir Kunanbay.

- "Eeee Vezir... hııııııı... şey... neydi yaa... haaa Kunanbayy." Dedi biraz düşünerekte olsa cevap veren Tigin Beyrek biraz durduktan sonra ekledi;

- "Eee yani butum bitti sen de görüyorsun. Bitmesin diye yavaş yedim ama bitti. Eee zeki olduğum için hemen mutfağa koşayım dedim." Dedi.

- "Kızlar Tigin Beyrek'e bir tane daha tavuk butu verin bakalım." Diye arkalarındaki çalışan hizmetçilere bağırarak Vezir Kunanbay.

- "Bir şey dikkati mi çekti. Ayaklarında bir sorun olsaydı eğilmezdin. Ama baston kullanıyorsun. Pek anlamadım doğrusu." Dedi butunda kalan son etide ısırdıktan sonra Tigin Beyrek.

- "Çok zeki olduğunuzu söylemişlerdi. Dikkat etmeliydim size karşı Tiginim. Ayaklarımın birinde sorun var ama pek göstermiyorum." Dedi Tigin Beyrek'in ağzındaki birkaç tane etten geriye kalan kırıntıları temizlerken Vezir Kunanbay.

- "Vayy sen de az zeki değil missin? Etkilendim ne yalan söyleyeyim." Dedi ve Vezir Kunanbay'ın arkasında gülerek gelen hizmetçi kadının elindeki butu görür görmez hızla koşan Tigin Beyrek. Butu alır almaz hızla mutfaktan koşarak çıktı. Ayağa kalktığında arkasındaki hizmetçi kız ona doğru yürüyüp;

- "Vezir Artuk'a karşı gösterdiğiniz tavır için teşekkür ederim Vezirim." Dedi başını biraz eğerek ela gözlü kumral hizmetçi kız.

- "Siz benim hizmetimdesiniz. Bir şey olursa çekinmeden gel yanıma." Dedi ve arkasını dönerek mutfaktan çıktı. Biraz ilerledikten sonra Çift Başlı Tahtın olduğu salona doğru yürüdü. Her Hanlıkta olduğu sağda ve solda Tengri Ülgen ve Oğuz Kağan'ın tabloları asılıydı uzun koridorda. Büyük taht salonuna gelince Ayakta bekleyen Ay Hanlığının üç Tigini ve karşılarında Gök Hanlığının dört tigini bekliyorlardı.

İçeriye girer girmez Çift Başlı Kartal motifli ve kanatlarının altında biri dişi biri erkek iki Bozkurt motifli altın Tahta Kağan Ay Han çift başlı altın tacını takmış vaziyette oturuyordu. Tahta çıkmak için beş tane Çift Başlı Öksökö kuşunun uzunluğu dört metreyi bulan tüylerinden oluşan motifli merdivenleri çıkmak gerekiyordu. Bu merdivenlerde altındandı. Bu yüzden yerden dört metre yukarıda duruyordu Çift Başlı Taht.

Tahtın iki yanına doğru her biri beş metreyi bulan Öksökö kuşunun kanatları vardı. Tam üzerinde iki başı biri sağa biri sola doğru bakıyordu. Kanatlarının altındaki Bozkurtlar iki metre uzunluğunda yerde tahtın sahibine doğru bakıyorlardı. Hepsi de altındandı. Oğuz Kağanın tahtında bu kez oğlu Ay Han Kağan olarak oturuyordu.

Çift Başlı Tahtın sağ kanadının altında yerde büyük koltukta Gök Han arkasında Barla Hatun ayakta bekliyordu. Çift Başlı Tahtın solunda Kağan Ay Han'ın eşi Alangoya Hatun ayakta bekliyordu. Kağan Hariç içeride bulunan herkes Vezir Kunanbay'ın içeriye girmesiyle birlikte başlarını yere doğru eğdiler.

- "Geç kaldın Vezirim." Dedi ona doğru eğilerek bakan Kağan Ay Han.

- "Birkaç işlerim vardı Kağanım özür dilerim." Dedi başını eğip kaldırdığı esnada Vezir Kunanbay.

- "Vezirim de geldiğine göre artık gidebiliriz." Dedi Kağan Ay Han. Karşısında bulunan Ay Hanlığı Tiginlerine bakarak konuşmuştu. Ay Hanlığından sadece Tigin Tuna Kökpar kıyafetini giymişti. Gök Hanlığından ise sadece Tigin Arıkan yaşından dolayı oynayacaktı. Tigin Tuna Kara kıvırcık saçlarını örten kalkan başlığını takmış vaziyette duruyordu.

Uzun olan sakallarını biraz kesmişti. Babası gibi uzun boyluydu. Üzerinde Ay Hanlığının rengi olan Kara renkli bir Kökpar kıyafetini giyinmişti. Esnek bir yapıya sahipti. Dizlerine kadar kara çizmeleri onun heybetli duruşuna bir anlam katıyordu. Solak olduğu için sol elinde uzun bir kırbaç yere kadar sallanarak duruyordu.

Yirmi beş yaşına girdiği için ilk kez Kökpar'da oynama hakkını elde etmişti. Yanında on sekiz yaşına girmiş hafif kilolu ve tatlı bir yüz ifadesiyle ayakta bekleyen Tigin Tümer heyecandan yerinde duramıyordu. Onun yanında ise dik duruşuyla yaşına göre çok büyük bir adam gibi duran sekiz yaşındaki Tigin Yıldıray duruyordu. Beline taktığı kısa kılıcının kabzasını tutarak sert bakışlarını herkese göstermeye çalışıyordu. Tigin Tuna'nın gözlerini dikip baktığı Gök Hanlığının en büyük Tigini Arıkan yeşil gözleri ve sarı uzun saçlarıyla kendini hemen belli ediyordu.

Yirmi altı yaşına giren Tigin Arıkan sakallarını her zaman kirli bir şekilde bırakırdı. O da Han soyundan olduğu için boyu oldukça uzundu. Yapılı ve kaslı bir vücudu vardı. Üzerindeki Kökpar kıyafeti Gök Hanlığının rengi olan kahverengiydi. Kalbinin orada altın renkte şaha kalkmış bir atın damgasını takmıştı. Geçen yıl burada Gün Hanlığıyla yapılan Kökpar oyununu o kazanmıştı.

Sağ elinde tuttuğu kırbacın sapı dahi kahverengiydi. Sert bakışlarıyla o da Tigin Tuna'ya doğru bakıyordu. Yanında yirmi yaşına giren abisi kadar uzun olan yeşil gözlü kumral uzun saçlarıyla Tigin kıyafeti giymiş şekilde ayakta bekleyen Tigin Balgay, Tigin Tuna'ya doğru bakıyordu. Onun yanında elinde butunu yiyen ve mutlu bir şekilde etrafa bakınan Tigin Beyrek duruyordu.

Onunla aynı yaştaki ikizi Tigin Çağan çok kötümser biçimde etrafa bakıyordu. Tigin Beyrek'in aksine o daha çok sert bakışlarıyla babasını andırıyordu. Kağan Ay Han'ın emriyle büyük altın kapı açıldı. Dışarıdaki kalabalık giderek artıyordu. Sağa doğru giden kalabalık bağırarak gidiyordu; "Tigin Tunaa Tiginnn Tunaaa." Diyerek Kökpar sahasına doğru yürüyorlardı.

- "Duyuyor musun Arıkan sesleri. Bu yıl benim yılım olacak. Ve bundan sonraki yıllarda artık tek kazanan ben olacağım." Dedi yanında yürüyen Tigin Arıkan'a bakarak Tigin Tuna. Sözleri işiten Tigin Arıkan biraz gülümseyerek cevap verdi;

- "Biliyor musun Tigin İlber'de bu şekilde konuşmuştu. Ama bak Altın at benim göğsümde duruyor." Dedi ve dik yürüyüşüyle altın kapıdan dışarıya doğru çıktı. Arkalarından bütün Tiginler ve Kağan Ay Han ve Gök Han birlikte onların arkalarında ise eşleri geliyorlardı. Vezir Kunanbay biraz arkada kalmıştı. Birini bekliyor gibi Çift Başlı Tahtın yanında aşağıda bekliyordu.

-" Amaaa yaa beni unuttunuzzz." Diye bağırarak gelen Tiginçe Beyge göründü. Bu yıl altı yaşına girmişti. Annesi Alangoya Hatun gibi kıvırcık saçları ve kömür karası gözleriyle koşarak Vezir Kunanbay'ın kucağına zıpladı.

- "Siz olmadan ben nasıl giderim Tiginçem." Dedi Tiginçe Beyge'nin koştuğu için ağzına giren birkaç tane kılı çıkarırken Vezir Kunanbay.

- "Ayy teşekkür ederimm yakışıklı Vezirim benim." Dedi ve Vezir Kunanbay'ın yanağından bir kere öptü. Onu kucağına aldığı için bastonunu sağ eline aldı. Dışarıya doğru çıkarken mutfaktan çıkarak gelen Şaman Donatus'u fark edip durdu. Diğer Şamanlar gibi o da baş parmağında bir yüzük takılıydı. Beyaz yere kadar uzanan cübbesiyle ona doğru yaklaştı. Kahverengi gözleri ve sağ kaşının olduğu yer çenesine kadar açılmış yarayla yürüyerek geldi.

- "Vezirim." Dedi başını hafifçe eğerek sonra ekledi; "Tiginçemm." Dedi ve yanına kadar geldi.

- "Çok mu açıktınız Şaman Donatus?" dedi ona doğru bakarak Vezir Kunanbay.

- "Hahaha evet biraz açıktım doğrusu. Sizin yemeklerinizi oldum olası çok sevmişimdir Efendim." Dedi zarif bir şekilde gülerek Şaman Donatus ve ekledi;

- "Şaman Toygar'ı göremedim. Hasta mı acaba?" dedi meraklı bir şekilde Şaman Donatus.

- "Hayır. Ona birkaç iş verdim onunla ilgileniyor." Dedi sakin bir şekilde altın kapıdan çıkarken Vezir Kunanbay.

- "Ha demek zor bir iş verdiniz. Geldiğimden beri onu göremedim." Dedi kuşkulu bir biçimde Şaman Donatus.

- "O sizin gibi rahat olamaz Şaman. Benim emrim altındaki bir Şaman değilsiniz. Olsaydınız siz de meşgul olurdunuz. Ve ben Vezir Artuk'da değilim." Dedi sinirli bir tavırla söyleyen Vezir Kunanbay.

- "Kızmayın hemen canım. Biliyorum ben sizin nasıl bir vezir olduğunuzu. İyi ki benim Vezirim değilsiniz. Şanslıyım o konuda." Dedi ve başını eğerek hızla kalabalığa karışıp uzaklaştı. Tiginçe Beyge'yi tutarak ilerlemesini sürdürdü. Kalabalığın bağırarak ve tezahürat yaparak ilerlemesi Kökpar sahasına doğru yürümesi ağırdan devam ediyordu.

Hanların girmesi için ayarlanan kapıya doğru yaklaştılar. Önlerinde bekleyen iki asker Vezir Kunanbay'ı görür görmez demir kapıyı açtılar. Vezir Kunanbay ve kucağındaki Tiginçe Beyge merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladılar. Kapıyı tekradan kapatan askerlerden birisi diğerine;

-" Vezir Kunanbay'dan çok korkuyorum." Dedi sessiz bir şekilde çıkmıştı ağzından. Diğeri bunu işitir işitmez;

- "Suss duyacak şimdi. O çok iyi bir Vezirdir. Ondan düşmanları korksun." Dedi ve kapıyı ikisi birden kapattılar. Merdivenleri çıktıktan sonra Kağan Ay Han'ın oturduğu bölüme geldiler. En önde büyük tekli koltuğunda Kağan Ay Han oturuyordu. Solunda eşi Alangoya ve yanındaki koltuk boştu. Boş koltuğun yanında ise üç tigini sırayla oturmuşlardı.

Onların yanındaki son koltuk ise boştu. Kağan Ay Han'ın sağında Gök Han ve Eşi Barla Hatun ve onun yanında Vezir Artuk oturuyordu. Onun yanında ise üç tigin sırayla oturuyorlardı. Tiginlerin hemen yanında ise Şaman Donatus oturuyordu. Vezir Baymünke kucağında Tiginçe Beyge ile boş koltuğa doğru ilerleyip oturdu.

- "Hoş geldin benim güzel kızım." Dedi onun yanaklarını sıkarak gülümseyen Alangoya Hatun.

- "Hoş bulduk Anneciğim. Bugün dünden daha güzelsiniz." Dedi başını biraz eğerek zarif bir şekilde Tiginçe Beyge.

- "Yaaa öylemi seni tatlı küçük tavşancık." Dedi ve yanağından bir kere öpüp tekradan sahanın içine doğru bakmaya başladı.

- "Tengriçe Umay yanlarında olsun. Bugün çok yağmur yağdı." Dedi kalın ve gür sesiyle Kağan Ay Han'a bakarak Gök Han.

- "Evet umarım bir sakatlık olmaz." Dedi kuşkulu bir biçimde Kağan Ay Han.

- "Şimdi bu oyunu bana anlatır mısınız Kunanbay?" dedi sahaya doğru bakarak konuşan Tiginçe Bengi.

- "Tabi ki anlatırım Tiginçem. Takımlar halinde oynanan bir oyundur. İki takım ve onların kaptanları vardır. Her takım on beş kişiden oluşur. Onu saha da beşi ise yedek durur. Bak şu ortadaki yuvarlağı gördünüz mü Tiginçem. O yuvarlağın ortasına bir tane derisi şişirilmiş oğlak koyulur." Dedi ve Tiginçe Beyge bir anlığına sözlerini kesip soru sordu;

- "Oğlak nedir peki?" dedi.

- "Oğlak keçi yavrusudur Tiginçem. O oğlağı yakalamak için iki takımın iki kaptanı karşılıklı şekilde durup o yuvarlağın dışında beklerler. Beyaz Kökpar kıyafeti giyinen hakem düdüğü çaldığında yerdeki oğlağı kapmaya çalışırlar. Hangi kaptan alırsa karşı taraftaki diğer takımın yuvarlak deliğine atmaya çalışır. Bak soluna doğru oradaki büyük kara renge boyanmış derin çemberin içine atmaya çalışırlar.

Bak şimdi sağına orada da kahverengi şekilde boyanmış diğer bir yuvarlak derin çember var. Oraya ise kara renkli olan takımın oyuncuları o oğlağı atarsa sayı almış olur. Beş kere oğlağı karşı rakibin çemberine atan kazanır Tiginçem. Tabi ki bu oyunu oynamak için çevik, güçlü, yıkılmaz atlara ihtiyaç vardır. Onlar özel olarak yetiştirilir." Dedi ona bakarak anlatmasını bitirdi Vezir Kunanbay.

- "Meraklanma Tiginçem Abim bu maçı kazanacak. Ben inanıyorum ona." Dedi Vezir Kunanbay'ın yanında oturan Tigin Tümer kararlı bir şekilde. Konuşmasını bitirdiği esnada sahaya doğru takımlar çıkmaya başladı. Sahanın içinde on bine yakın seyirciler coşku içinde onların çıkmasıyla bağırmaya başladılar.

Yarısı Gök Hanlığının halkı yarısı Ay Hanlığının halkı inanılmaz bir uğultu şeklinde bağırmalarını sürdürdüler. İki takımda ortaya kadar gidip atlarının yüzlerini Kağan Ay Han'a doğru çevirdiler. Kağan Ay Han ayağa kalkıp öne doğru geldi. Onun ayağa kalkmasıyla izleyen bütün seyirciler sessizliğe gömülüp ağzından çıkacak kelimelere odaklanmaya başladılar.

- "Hoş geldiniz Orta Kıta'nın şerefli, onurlu, yüce gönüllü Gök Hanlığı halkı. Bugün burada Ay Hanlığı ve Gök Hanlığı arasında Kökpar maçı yapılacak. Tengri Ülgen onların yardımcısı olsun. Tengriçe Umay onların yoldaşı olsun. Zekâsı ve çevikliği güçlü olan kazansın." Diye bağıran Kağan Ay Han sözlerini bitirir bitirmez tüm seyirciler bağırarak; "KAĞAN AYYY HANNN... KAĞANN AYY HANNN." Diye birkaç kez tezahürat yaptılar. Beyaz kıyafetiyle Ay Hanlığının yaşlı Kökpar hakemi sahaya beyaz atıyla birlikte çıktı. Karşısındaki iki kaptana doğru bakarak; "Tiginlerim..." dedi ve başını yere doğru eğdi.

- "Saygılı ve dikkatli bir maç olsun. Kimse kimseye zarar verecek hareketler yapmasın. Yoksa çok kötü bir şekilde cezalandırılır." Dedi ve atıyla tüm oyuncuların önünden giderek anlattı.

- "Dikkat et kardeşim." Dedi Tigin Tuna'ya doğru bakarak Tigin Arıkan.

- "Sen de kardeşim." Dedi ve elini uzatarak Tigin Arıkan'ın elini sıktı.

- "Ay Hanlığı sol doğru gelin. Gök Hanlığı sağa doğru gidin. Ve kaptanlar çemberin dışında beni bekleyin." Dedi ve orta beyaz çemberin önüne doğru atını sürdü Yaşlı Hakem. Çok yağmur yağdığı için çimler biraz kayganlaşmıştı. Tigin Tuna büyük orta yuvarlağın soluna doğru atını sürdü. İçindeki heyecan kat ve kat artmaya devam ediyordu.

Etrafına baktığında yüzlerce seyircinin onları izlediğini görüp iyice nabzını kontrol etmekten vazgeçmiş bir hali vardı. Karşısına kapkara Kökpar atıyla birlikte Tigin Arıkan geldi. Sol elinde tuttuğu Kökpar başlığını kafasına geçirip karşısındaki Tigin Tuna karşı başını eğdi. Gülümsemesiyle birlikte o da ona karşı başını eğdi. Tigin Tuna'nın arkasında yan yana bir hilal oluşturmuş bekleyen askerleri duruyorlardı.

Hepsi kapkara giyinmiş ve ellerinde kırbaçlarıyla göz batları takılı atlarına binmişlerdi. Tigin Arıkan arkasında aynı pozisyonda bekleyen kahverengi kıyafetlerini giyinmiş Gök Hanlığı askerleri bekliyorlardı. Hepsinin başında Kökpar başlığı ve ellerinde kırbaçları sıkı sıkıya tutuyorlardı. Seyircilerin haykırışları bağrışmaları birbirlerine karışmıştı. Her Hanlığın halkı sadece bu gün için bile her şeyinden vaz geçerdi. Orta Kıta'nın en çok sevilen oyunlarından biriydi. Kökpar maçı olduğu an herkes işini gücünü bırakıp bu maçı izlemeye gelirdi.

Yaşlı hakem sahanın orta kısmından uzaklaşıp sınır çizgisine kadar atını sürüp başını Kağan Ay Han'ın oturduğu yere doğru çevirdi. Düdüğü ağzına götürüp çalmaya başladı. Tigin Tuna hızla kırbacı atının arkasına vurdu. Tigin Arıkan ise ayaklarıyla vurarak atının daha hızla bir şekilde kalkmasını sağladı. Tigin Tuna atıyla ortadaki oğlağa doğru eğilerek almak isterken Tigin Arıkan daha hızlı davranarak yanından geçip oğlağı aldı. Atın üzerine doğru kaldırıp sağ ayağının altına yerleştirdi.

Sol eline aldığı kırbacı atının arkasına vurarak onun daha fazla koşmasını sağıyordu. Oğlağı alamayan Tigin Tuna doğrulduğu gibi atının yüzünü arkasına geçen Tigin Arıkan'a doğru çevirip atına kırbacı vurdu. Karşısındaki dokuz Ay Hanlığının Kökpar oyuncuları Tigin Arıkan'a doğru atlarını sürmeye başladılar. Tigin Arıkan atının yüzünü kendi çemberine doğru çevirdi. Tigin Tuna onun bu yaptığını anlamadı ve biraz şaşırdı. Tigin Arıkan kendi oyuncularının arkasına geçti. Atıyla bir çember çizerek onları kendisine siper yaparak koşmaya başladı.

- "HADİ ÇOCUKLARRRR." Diye bağırdı Tigin Arıkan. Onun bu emriyle dokuz kahverengi Gök Hanlığı Kökpar oyuncuları atlarına kırbacı vurarak koşmaya başladılar. Onlar önden koşarak karşılarına gelen Ay Hanlığı oyuncularına karşı atlarını sürdüler. En baştaki Gök Hanlığı oyuncusu ve arkalarındaki oyuncular tek bir çizgi halinde sola doğru atlarını sürdüler. Arkalarında Tigin Arıkan atına kırbacı vurarak ilerledi.

Ay Hanlığının dokuz oyuncuları onlara doğru koşarken ne yapacaklarını bilmeden atlarını sürdüler. Tigin Tuna atına doğru kırbacı sürekli vurarak Gök Hanlığının dokuz askerinin oluşturduğu duvarı kırmaya çalışıyordu. Gök Hanlığının oyuncuları hızlı bir şekilde tek bir çizgi halinde giderken Ay Hanlığının dört oyuncusu kendi sağlarına doğru atlarını sürüp bu duvarı aştılar. Karşısında dört Ay Hanlığı oyuncusu gören Tigin Arıkan; "ARAYI AÇIP İKİ DUVAR YAPIN." Diye bağırdı.

Dokuz Gök Hanlığının oyuncularının ileri ki dörtlüsü yavaşlamaya ve iyice soldaki Ay Hanlığı oyuncularına doğru yaklaştılar. Arkalarında kalan diğer beş oyuncu sağa doğru açılmaya başladılar. Sağ taraftaki diğer Ay Hanlığının beş oyuncusu atlarını bu duvara doğru sürmeye başladılar. Yan yana atlar birbirlerine doğru sürterek ilerlemelerini sürdürdüler. Tigin Tuna sağ taraftan atını beş Gök Hanlığı oyuncusuna doğru sürdü.;

"ONLARIN ATLARINA DOĞRU KIRBAÇ ATINN" diye bağırarak koşuyordu. Bu emri işiten beş Ay Hanlığı oyuncusu bire birer yanlarında duran Gök Hanlığı oyuncularının atlarına vurmaya başladılar. Tigin Arıkan hızlı bir şekilde karşısındaki kara renge boyanmış derin çembere doğru hızla yaklaşmaya başladı. Kendine oluşturduğu bu koridoru hızlı bir şekilde geçti. Kırbaçları yiyen hiçbir Gök Hanlığı atı istikametten şaşmadı. Tigin Tuna bunun bir sonuç getirmediği anlaması uzun sürmüştü. Gözleriyle süzdüğü Tigin Arıkan hızla Oğlağı yuvarlak derin çembere doğru götürdüğünü gördü. Hızlı bir şekilde yaklaştı beş metre kala sağ ayağının altına sıkıştırdığı Oğlağı çıkardı.

Çukurun yanına geldiğinde atının yularını sert bir şekilde çekti. At ön ayaklarını yerdeki ıslak çimlere doğru eğerek yavaşlamaya çalıştı. Onun toynaklarında karşı tarafa doğru yeşil renkteki çimler yerinden çıkarak saçılıyordu. Sağ eliyle Oğlağın boynundan tutarak kaldırdı. Ona yakın olan seyirciler heyecanlanmaya başladılar. Bir oğlağı tek koluyla kaldırmak gerçekten zor bir işti. Bunu bilen bütün sericiler oturdukları yerden kalkarak bağırmaya başladılar.

Sağ eliyle kavradığı Oğlağı havaya kaldırdı. Kara renkli yuvarlak derin çemberin soluna doğru atını yavaşlatıp fırlattı. Oğlak havada süzülerek derin çemberin içine girdi. Gök Hanlığının halkı bağırarak tezahürat yapmaya başladılar; "TİGİNNNNN ARIKANNN TİGİNNN ARIKANNN" diye tüm saha bu sesle çınlıyordu. Oğlağı attıktan sonra arkasını döndüğünde koşarak gelen Gök Hanlığı oyuncuları gülerek onu karşıladılar. Tigin Tuna çok öfkelenmişti. Sinirini üstündeki attan çıkardı. Sürekli onun kafasına vurarak ata kızıyordu. Yaşlı hakem düdüğü çalarak kara renge boyanmış derin çemberin içindeki oğlağı alıp orta yuvarlağa bıraktı. Tigin Tuna ve Tigin Arıkan tekrardan karşı karşıya gelip düdüğü beklemeye başladılar.

- "Ay Hanlığı sıfır. Gök Hanlığı bir." Diye bağırmaya başladı karşıdaki genç sayı sayan çocuk.
Yaşlı Hakem sahanın sınır çizgisine gitti ve tekradan düdüğünü çaldı. Tigin Tuna bu sefer Tigin Arıkan gibi yaparak ayaklarıyla atını hızlandırmaya çalıştı. Tigin Arıkan da ayaklarını atına vurarak atı hızlandırdı.

Hızlı bir şekilde atını süren Tigin Tuna ani bir şekilde sağ ayağını kırıp sol ayağını oturduğu yere paralel uzatarak yerdeki Oğlağı aldı. Oğlağı alır almaz Gök Hanlığına doğru koşan Tigin Tuna'yı gören Tigin Arıkan gülümseyerek kara renge boyanmış derin çembere doğru atını sürüp bekledi. O atını sürdüğü esnada yanından dokuz Ay Hanlığı oyuncusunu yanından geçerek hızla Tigin Tuna'ya doğru koşmaya başladılar.

- "Bir hata daha Tiginim." Dedi Vezir Kunanbay.
Sol ayağına koyduğu Oğlağı karşısındaki dokuz Gök Hanlığı oyuncusuna doğru sürmeye başladı. Kırbacını vurdukça at daha da hızlı bir şekilde gitmeye başladı. Önlerindeki dokuz Gök Hanlığı oyuncuları sağa doğru hilal yaparak onu bir çembere almaya çalışıyorlardı. Kendisini bir anda çemberin içinde bulan Tigin Tuna ne yapacağını şaşırdı. İki oyuncu onu iyice sıkıştırıp sol ayağının altındaki Oğlağı çekip çıkardı.

Oğlağı alır almaz sağ ayağının altına koyup kırbacı atına vurdu. Atıyla birlikte kendi kahverengi derin çembere doğru koştu. Diğer sekiz Gök Hanlığı atlısı onun Oğlağı aldığını görüp Tigin Tuna'yı bıraktılar. Arkalarından gelen dokuz Ay Hanlığı oyuncularına doğru atlarını sürdüler. Oğlağı alan oyuncu hızla karşı sahadaki Tigin Arıkan'ın yanına doğru gidiyordu. Oğlağı düzleterek koşmasını sürdürdü. Tigin Tuna yaptığı hatayı anlamış olsa da artık Oğlak ondan değildi.

- "ÇABUKKK ÖNÜNÜ KESİNNN" diye bağırdı fakat diğer sekiz Gök Hanlığı oyuncusu sekiz Ay Hanlığının oyuncusunun gitmesini atlarıyla engelliyorlardı. İçlerindeki bir Ay Hanlığı oyuncusu içlerinden sıyrılıp direk Oğlağı taşıyan oyuncuya doğru hızla koşmaya başladı. Oğlağı taşıyan oyuncu Tigin Arıkan'a doğru ayağının altındaki oğlağı fırlattı. Havada Oğlağı yakalayan Tigin Arıkan hızla atının yüzünü çevirdi. Kara derin çembere doğru atını sürdü. Oğlağı atan oyuncu başının çevirdiğinde bir Ay Hanlığının oyuncusunu ve arkasındaki Tigin Tuna'yı gördü.

Sağ eliyle atının sırtına doğru hızla vurarak onlara doğru koşmaya başladı. Öndeki Ay Hanlığı oyuncusunun atına doğru yaklaştı ve atının boynuna doğru kendi atıyla çarptı. Çarpmanın etkisiyle üzerindeki Ay Hanlığı oyuncusu atıyla birlikte yere düşüp atın altında kaldı. Oğlağı yine sağ eliyle kaldırarak yanından geçip derin çemberin içine attı. Arkasını döndüğünde bir Ay Hanlığının oyuncusunu yerde yatarken gördü.

Hızla oraya doğru gidip atından indi. Kırbacını kenara doğru atıp Tigin Tuna ile atı kaldırdılar. Altında bağırarak yardım isteyen Ay Hanlığı oyuncusun iki bacağı da kırılmıştı. Yaşlı Hakem gelip onu kaldırdı. Atına koyduğu gibi dışarıya kadar götürdü.

- "Diğer yedek oyunculardan biri girsin." Diye bağırdı Yaşlı Hakem. Ay Hanlığının olduğu taraftan bir oyuncu direk sahaya girdi. Hakem sınır çizgisine gidip biraz bekledi.

- "Ay Hanlığı sıfır. Gök Hanlığı iki." Diye tekrardan genç sayı sayan çocuk bağırdı.
Hakem Tiginlerin karşı karşıya geldiklerini gördüğü an tekradan düdüğünü çaldı. Tigin Tuna yine ayaklarıyla vurup atını harekete geçirdi. Tigin Arıkan bu kez hem ayaklarını hem de kırbacını atının sırtına vurdu. Bu onun atının daha ani bir şekilde kalmasını sağladı.

Hızla gidip Tigin Tuna'nın solak olduğunu bildiği için kendi atını sağa doğru sürüp hem önünü kesip hem de daha hızlı bir şekilde Oğlağı almak istedi. Şimdiye kadar yaptığı bütün taktikler yine tutmuştu. Hızlı bir şekilde aldığı Oğlağı ayaklarının altına koyup arkadaki dokuz Gök Hanlığını oyuncuların arkasına geçti.

- "HİLAL KISKACIIIII" diye bağırdı Tigin Arıkan. Onun bu meriyle dokuz Gök Hanlığı oyuncuları küçük bir hilal oluşturarak koşmaya başladılar. Tam arkalarında oğlağı sağ ayağına sıkıştırarak kırbacı atının sırtına vurarak arkalarından geliyordu Tigin Arıkan. Tigin Tuna bu kez arkasına dönerek;

- "BİRE BİR SAVUNMAAA" diyerek bağırdı. Arkalarındaki dokuz Ay Hanlığı oyuncuları onlar gibi hilal şeklini alarak atlarını koşturmaya başladılar. Önlerinde Tigin Tuna eğilerek kırbacı ata vurup ilerliyordu. Tam karşılaştıkları anda bir kargaşa oldu. Tüm atlılar birbirlerine doğru çarpmaya başladılar. Arkalarından gelen Tigin Arıkan kendi oyuncularına iyice yaklaştı. Sağ taraftaki beş oyuncusunun dibine kadar girdi. Soldaki dört oyuncudan biri o karmaşa da Tigin Arıkan'ın yanına geldi. Ay Hanlığı oyuncuları bu karmaşadan ötürü hiçbir şey göremediler. Tigin Arıkan tekradan komut verdi;

- "ŞİMDİİİİİ" diye bağırdığı anda sağ
tarafındaki beş oyuncu sağa doğru gitmeye başladı. Beş oyuncunun ikisi sağa doğru giderken üçü sola doğru atlarını sürüp küçük bir hilal oluşturdular. Arkalarında başını iyice eğmiş vaziyette ve atının sağ tarafını göstermeden küçük hilalin hemen arkasında atını sürüyordu. Sol taraftaki dört Gök Hanlığı oyuncuları küçük hilale doğru koşmaya başladılar. Bunu gören Tigin Tuna;

- "ÇABUK BURAYA TOPLANIN." Diye bağırdı.

- "Etti üç hata Tiginim." Dedi maçı dikkatle izleyen Vezir Kunanbay.
Dokuz Ay Hanlığı oyuncusu direk küçük hilalin etrafına gelmeye başladı. Sol taraftaki dört Gök Hanlığı askerlerin en arkasındaki diğer üçünden ayrılıp direk kara derin çembere doğru koşmaya başladı. Sağ tarafındaki oğlağı gören bütün seyirciler haykırarak bağırmaya başladılar. Tigin Arıkan'ın yaptığı bu stratejiyi ilk kez görüyorlardı. Bütün seyirciler coşkuyla bu zekice hamleyi alkışlıyorlardı. Neler olduğunu anlamaya çalışan Tigin Tuna etrafındaki seyircilerin sesleriyle birlikte başını arkaya doğru çevirdi.

Bir tane Gök Hanlığının oyuncusu tek başına atını sürerek kara derin çembere doğru gidiyordu. İçindeki öfke bir türlü sönmek bilmiyordu. Yıkılmıştı içten içe. Başarısızlık hissi onda farklı duyguların karmaşasını arttırıyordu. Hızla gittiği esnada yularını sert bir şekilde çekerek atını yavaşlattı. Tigin Arıkan gibi güçlü kuvvetli olmadığı için iki eliyle kavradığı Oğlağı çemberin içine fırlattı. Bu onun hayatındaki en güzel anlardan birine dönüşmüştü. Gülerek kırbacı göğsüne vura vura geliyordu. Başını kaldırdığında tüm saha inliyordu adeta.

- "Efendim. Maç kaç kaç? "Diye Vezir Kunanbay'ın kulağına eğilerek sordu Şaman Toygar.

- "Üç sıfır oldu şaman." Dedi biraz sinirli bir şekilde Vezir Kunanbay.

- "Daha ilk maçı. Öğrenecektir." Dedi ve kendine ayrılan boş koltuğa doğru gidip oturdu.

- "Ay Hanlığı sıfır. Gök Hanlığı üç" dedi tekradan sayı sayan genç çocuk.
Kara derin çemberin içinden aldığı Oğlağı yeniden ortadaki büyük yuvarlağın ortasına bıraktı. Atını hızla sürüp sınır çizgisine gidip atının yüzünü Kağan Ay Han'ın olduğu yere çevirdi. Tigin Tuna arkasını dönerek dokuz Ay Hanlığı oyuncusunun yanına gitti;

- "Bu kez bana yakın durun. Oğlağı aldığım gibi benimle birlikte koşmaya başlayacaksınız. Hepiniz bir tane oyuncu seçip benden uzak tutmaya çalışın." Diye hepsine karşı konuşmasını yaparak yerine geçti. Ay Hanlığı oyuncularının Tigin Tuna'nın bir metre arkasında durduğunu gören Tigin Arıkan arkasını dönüp

- "SOL YILAN ATAĞI." Diye bağırdı. Arkasındaki dokuz Gök Hanlığı oyuncularının beşi onun soluna doğru tek sıra halinde dizilip durdular. Diğer dördü ise Tigin Arıkan'ın sağına doğru gelip beklediler. Yaşlı Hakem düdüğü ağzına götürdüğü gibi çalmaya başladı. Tigin Tuna bu kez kırbacını iki üç kere vurarak atını koşturmaya başladı. Tigin Arıkan hem ayaklarıyla hem de kırbacıyla vurarak atını hızlandırdı.

Bir önceki taktiğini değiştirerek atını soluna doğru götürüp sağına doğru eğilip Oğlağı aldı. Atının üzerinde Oğlağı çevirip sol ayağının altına yerleştirdi. Ağzına koyduğu kırbacı tekradan alıp atının sırtına vurdu. Karşısındaki arlarında bir metre olan dokuz Ay Hanlığı oyuncuları ne olduğunu anlamadan hızla kırbaçlarını vurarak Tigin Arıkan'a doğru koşmaya başladılar. Tigin Arıkan'ın solundaki beş asker tek sıra halinde koşarak sağa doğru yarım bir yay çizdiler.

Hızlanmaya vakit olmamıştı ki dokuz Ay Hanlığı oyuncuları önlerinden geçen yay şeklinde beş Gök Hanlığı oyuncusunu gördüler. Sağ taraftaki beş Gök Hanlığı oyuncusu önce Tigin Tuna'nın önünü kesip sonra hızla ileriye doğru koşmaya başladılar.

Oyuncularının yay çizmesini gördükten sonra sola giden atını hemen sağa doğru çevirip hızla koşamaya başladı Tigin Arıkan. Beş Gök Hanlığı oyuncusu yay çizerek sağdan sola doğru dönmeye başladılar. Onların yanında hızla koşan Tigin Arıkan atına sürekli halde kırbacı vurarak kara derin deliğe doğru gitmeye çalışıyordu. Beş Gök Hanlığı askeri sola doğru iyice giderek Dokuz Ay Hanlığı oyuncusunu kıskaca aldılar. Hızla koşmasını sürdüren Tigin Arıkan solundaki Oğlağı sol koluyla çıkarıp sağ eline geçirdi.

Ağzına koyduğu kırbacı sol eline almadan atının yularını çekti. At zor da olsa yavaşladı. Sağ eliyle kaldırdığı Oğlağı fırlatarak derin kara çembere soktu. Arkasını döndüğünde Tigin Tuna'nın çaresiz bakışlarını ve sahanın içindeki seyircilerin nasıl coştuğunu duyuyordu. Yumruğunu havaya kaldırarak kendi ismini duyduğu için sevinçle bağırıyordu. Bu kez tüm seyirciler tek bir ağızdan;

-" TİGİNNNNN ARIKANNN TİGİNNNN ARIKANNNN" diyerek haykırıyorlardı. Ay Hanlığı ahalisi bu yapılan hamlelere hayranlıkla bakıyorlardı.

- "Ay Hanlığı sıfır. Gök Hanlığı dört." Dedi ve onun bu konuşması seyircilerin neşesini arşa çıkarmaya yetti.

- "Son bir hakkın kaldı evlat." Dedi sinirli ve kaybetmekten zerre hoşlanmayan Vezir Kunanbay.
Tigin Tuna orta yuvarlağın yanına gelmeden tekradan kendi oyuncularının yanına atını sürdü.

- "Tigin Arıkan benim bilmediğim taktiklerle savaşıyor. Küçüklüğümden beri Kökpar maçlarını izlerim. Bu maçta benim izlediğim hiçbir taktiği kullanmadı. Ama biz şimdi defansa geçiyoruz. Onları savunup atağa geçeceğiz. Kulağınız bende olsun." Dedi ve atının yüzünü orta yuvarlağın sınırına getirdi. Karşısında Tigin Arıkan'ında oyuncularıyla konuştuğu gördü.

- "Son atağımızı yapıyoruz. En son çalıştığımız kaçan kovalanır atağını yapıp bu maçı kazacağız." Dedi ve arkasını döndü ayaklarıyla hafifçe dokunarak atını ağır adımlarla orta yuvarlağın sınırına getirdi. Yaşlı Hakem düdüğünü ağzına götürüp tekradan çaldı. Tigin Arıkan kırbacı vurduktan sonra ayaklarıyla atının karnına vurarak hızlanmaya başladı.

Tigin Tuna geriye doğru atını sürdü. Seyircilerin içinden bu harekete karşılık şaşkınlığı ifade eden sesler yükselmeye başladı. Eğildiği gibi Oğlağı alan Tigin Arıkan hızla geriye doğru oyuncularının arkasına geçti. Dokuz Gök Hanlığı oyuncuları ters hilal oluşturup koşmaya başladılar. Soldaki ve sağda ki diğerlerine göre daha önde koşuyorlardı.

Tigin Arıkan onların soluna doğru atını sürdü. Tigin Tuna ve oyuncuları arkada normal bir hilal oluşturmuş biçimde koşmaya başladılar. Ters hilalin içine doğru girdiler. Kendi sağlarından koşarak gelen Tigin Arıkan'a doğru on kişi koşarak geliyorlardı. Düzeni bozmadan önünde beş asker hafif sola doğru atlarını sürerek aralardan geçmelerine izin vermediler.

Solundaki bir askerin iyice yanına gelip sağ ayağındaki oğlağı ona verdi. Çok güçlü bir yapısı olduğu için eğildiğinde bile Oğlağı havada tutmayı başarıyordu. Kalktığında atının başını sağa doğru çevirdi. Oğlağı teslim ettiği oyuncunun arkasındaki oyuncuya bağırarak; "BENİ KORUUU" dedi ve hemen yanına geçerek yan yana sağa doğru koşmaya başladılar. Tigin Tuna, Tigin Arıkan'ın sağa doğru koştuğunu gördüğü gibi; "SOLA DOĞRU KOŞUNNN" diye bağırdı.

Tigin Tuna'nın sağında biriken beş askeri atlarının başlarını sola doğru çevirip Tigin Arıkan'ın önüne doğru koşmaya başladılar. Önü açılan Oğlağı taşıyan oyuncu hızla kara çembere doğru koşmaya başladı. En hızlı atı ona bilerek vermişti Tigin Arıkan. Son hamlesini ona dikkatlice anlatmıştı. Atının hızlanmasıyla birlikte koşarak gidiyordu. Bir Ay Hanlığı oyuncusu onun ayrılıp koştuğunu görünce;

- "TİGİNİMMMM" diye bağırıp kırbacı atına vurdu. Onun bağırmasıyla sağa doğru önünde bir oyuncusuyla koşan Tigin Arıkan yavaşlayarak durdu. Ellerini açıp son sayıyı heyecanlı bir şekilde izlemeye başladı. Tigin Tuna kendisine bağıran oyuncusuna bakmak için başını çevirdiğinde yine yanlış bir tercihte bulunduğunu anladı. Başındaki Kökpar başlığını çıkarıp yere attı. Kara derin çemberin arkasındaki Gök Hanlığı halkı ayaklanarak bağırmaya başladılar.

Hızla giden atını zorda olsa durduran Gök Hanlığının oyuncusu iki eliyle kavradığı Oğlağı derin çemberin içine attı. Arkasını döndüğünde geri kalan sekiz Gök Hanlığı oyuncusunun atlarında atlayarak Tigin Arıkan'ın yanına doğru koşmaya başladılar. Tigin Arıkan da atından inip bağırarak galibiyetin tadını çıkarmaya başladı. Ay Hanlığı oyuncuları yavaş yavaş başlarını yere eğmiş vaziyette içeriye doğru atlarını sürdüler. Arkalarından Tigin Tuna başını eğmiş vaziyette göründü.

- "Vezirim, damgayı sahibine verme vakti geldi." Dedi solunda oturan Vezir Kunanbay'a bakarak Kağan Ay Han. Kucağında maçı izleyen Tiginçe Beyge'yi annesinin kucağına bırakarak Kağan Ay Han'ın yanındaki kutuya doğru yürüdü. Kutuyu açıp içindeki altın şaha kalkmış at motifli damgayı aldı. Aşağıya doğru inmek için merdivenlere doğru yürüdü. Sinirli ve öfkeliydi. Kendi kendine bu siniri ve öfkeyi şuan kullanmanın ne yeri ne sırası diye geçirdi içinden. Son merdivenleri aştığında bütün seyircilerin tek bir ağızdan; "YİNE KAZANDI TİGİN ARIKAN.... YİNE KAZANDI TİGİN ARIKANN." Diye bağırmalarını sürdürdüler.

Önüne gelen dokuz Gök Hanlığı oyuncusu önlerindeki Tigin Arıkan'a saygıdan eğilerek biraz durdular. Sinirlendiği için bastonunu yukarıda unutan Vezir Kunanbay aklına geldiği gibi kendine kızıyordu. Karşısındaki Tigin Arıkan biraz daha adım atarak başındaki Kökpar başlığını çıkardı. Sol elinde ise Tigin Tuna'nın Kökpar başlığını tutuyordu. Vezir Kunanbay'ı karşısında gören Tigin Arıkan başını hafifçe eğdi. O da ona karşılık başını eğerek elindeki Altın şaha kalkmış vaziyette duran at damgasının iğnesini çıkardı. Tigin Arıkan'ın kalbinin üzerine kıyafetinin altından iğneyi geçirip damgayı taktı.

- "Aferim Tiginim. Çok zekice hamlelerdi." Dedi ufaktan gülümseyerek Vezir Kunanbay.

- "Sizin yanınızda zekâ ile ilgili konuşamayız Vezirim. Çünkü sizin zekâ deniziniz de bizimkisi sadece bir damladır." Dedi ve başını kaldırarak ayakta duran babası Gök Han'a doğru damgayı gösterip başını eğdi. Tekrardan Vezir Kunanbay'a bakarak;

- "Bu başlığı Tigin Tuna'ya verin Vezirim." Dedi ve arkasını dönüp kendi oyuncularıyla bu zaferi tekrardan kutlamaya başladı.

Loading...
0%