Yeni Üyelik
5.
Bölüm

"4.Bölüm 2.Kisim" Uluğ Böke Şaman

@mmsyazar

Kış tam anlamıyla Orta Kıta'daki hâkimiyetini kurmaya başladı. Uzun süredir yağan kar ağaçların üzerini kalın bir mont gibi kaplamış karizmatik hallerine bir anlam katıyordu. Bu yakışıklı ağaçların tek bir düşmanı vardı. O da rüzgardı. Ağaçlardaki bu havalı durumu bir anda tersine döndürmeyi başaran oydu. Bir anlığına kızgın bir boğa gibi esmeye başladı. Bu hareketlenme yukarıda ağaçların üzerinde keyif yapan kar kürelerini belli bir yeri olmayan yerlere gönderiyordu. Kar taneleri onun emrindeki beyaz askerler gibi hareket ediyorlardı.


Ötüken ormanının derinliklerinden bir ses gelmeye başladı. Bu ses tanıdık bir kurt sesinden farklılık taşıyordu. Büyük ve tok bir sesti bu. Sanki kurtların en yaşlı ve tecrübeli kurtlardan birini sesi gibi yankılanmaya devam etti. Karların sahipsiz insanlar gibi çaresizce yerlere kapanmalarında bu sesinde etkisi varmış gibi hissedilirdi. Sanki karlar sadece komutanları rüzgârdan değil de bu korkutucu ve hayranlık duyulan sesten de irkilmiş gibi hareket ediyorlardı. Bazı hayvanlar bu sesi işitir işitmez saklanacak ve sessizlik tiyatrosu oynamak için hareketsiz durmaya çalışacak durumlar sergiliyorlardı. Bu ses sadece Akçaçamların üzerlerinde gece gündüz bekçilik yapan baykuşlar korkmuyorlardı. Hepsi sadece bir yere odaklamış vaziyette bekliyor ve izliyorlardı. Büyük kurt uluması tekrar duyuldu.


Bu sefer bazı baykuşlar sesin geldiği yöne bakıp sonra ses kesilince tekrar aşağıdaki olan bitene bakıyorlardı. Gün ağarmaya ve Ötüken ormanındaki vahşeti göstermeye çalışır gibi ışıklar kanlarla dolu olayın olduğu bölümü aydınlatıyordu. Gün aydınlanmaya başladığında bu kötü ve dramatik durum zihinlere işlemeye başladı. Yerde uzanmış vaziyette duran Asutay, yanında ayaklarının üzerinde Aryunt 'un cesedini tutan, sırtından ağır bir şekilde yaralanan Mankurt vardı. Rüzgârın emriyle savaşmaya hazır kar taneleri yere doğru hızla inmeye başladılar. Bu durum biraz daha artarak devam edince Mankurt gözlerini açtı.


Gözlerinin ikisi de kanlar içinde yüzen biri dağı biri yüzeyi tasvir ediyor gibiydi. Farklı göz rengine sahip olsa da içindeki cehennem aynıydı. Bazı nefesleri sanki vücuduna saplanmışta çıkmıyor gibi geliyordu. Hafifçe yukarıya doğru kalkmaya çalıştı. Sağ eliyle yarasını kontrol etmek istedi. Uzattığı parmakları yaranın kalın bir kabuk bağladığını hemen anlamasına sebep oldu. Artık tamamen ayaktaydı. Etrafına baktı bir süre, halen daha yaşadıklarına anlam veremiyor kafasını bir sağa bir sola hafifçe sallıyordu. Yere doğru uzanmış eski dostu Ayaz'a uzun bir süre bakmak istedi. Kalktığı gibi onun önünde ağrıları hissede hissede diz çöktü.


Ağlamak daha kolay bir işti, fakat ağlayamamak o daha zordu. Gözlerinin içindeki birikmiş gözyaşları serbest kalmak için izin bekleyen mahkumlar gibi bekliyordu. Kafasını hüzünlü ve yenilmiş biri gibi aşşağı doğru eğdi. Tam o esnada sağ gözünün içindeki mahkûm yere düştü. Sol eliyle dolu gözlerini silmeye çalıştı. Her sildiği esnada hıçkırarak ağlamamak için kendini zihnine zincirlemiş gibi sakin tutmaya çalıştı. Kafasını yukarıya kaldırdı gözleri bir anlığına yerde yatan Asutay'ın ona baktığını gördü. "Zor bir geceydi değil mi oğlum" dedi. Bu sözler o kadar can sıkıcı bir şekilde çıkmıştı ki ağzından, yüreğinin içinde yanıp zamanında kül olan ateş, tekrardan alevlenmeye ve vücudunu yakmaya başlamıştı. Asutay yerinden kalktı, üzerinde yatılı okula gönderilmiş olan küçük çocuklar gibi uzanan karları bir çırpıda üzerinden silkmeyi başardı.


O da artık yerde yatan üzerinde kar küreleri oluşan Aryunt'a bakmaya başladı. Mankurt yerinden kalktı. O'nun üzerindeki karları elleriyle temizledi. Eliyle boynunun üzerini temizlediği esnada uzun Ruh Kılıcı'nın yarasını ortaya çıkardı. Kalın ve derin bir yaraydı. O'nu hayattan alan bu iz Mankurtun gözlerinden ve zihnindeki raflarda dolu kısa anılardan hiç eksilmeyecekti. İçi bir anda öfkeyle doldu, hızlı bir şekilde karları temizledikten sonra onu sırtına aldı. Kucakladığı Aryunt' u, Asutay'ın sırtına koydu. Bunu yaparken içindeki yanan ateşin dumanı burun deliklerinde bir çıkıyor gibiydi.


Hızlı hızlı aldığı nefesler bir anlığına yarasını unutturuyordu. Aryunt'u koyduktan sonra sırtındaki kabuk bağlamış yara ona bir acı vermeye ve yere yığılmasına sebep oldu. Asutay'ın yanında düşerken yere yığılmamak için elleriyle onun üzengisinden tuttu. Bir süre doğru bir şekilde nefes almaya çalıştı. Acısı bir müddet sonra geçen mankurt, üzengiden tutarak ayağa kalktı. Bu onun için en zor anlardan biriydi. Nefesleri ağır ağır çıkıyordu boğazından yukarıya. Üzerine doğru yağan bu kar taneleri yaşamından bir iz bırakan anlar gibi gözünün önünden yere düşüyordu. Yerdeki kılıcına doğru adımlar attı.


Artık daha zor yürüyordu, adımlarını yerdeki beyaz karlar engelliyordu. Karların altına gizlenen kılıcına doğru zor bela uzandı ve çıkardı karların içinden bir kere silkelemesiyle üzerindeki karlar bağımsızlığını ilan etti. Yukarıya kaldırdı arkasındaki yerine kınına soktu arkasını döndü Asutay ona bakıyor ama bu bakış diğerlerinden farklı geliyordu ona. İkisi İlerledi ve Asutay'ın üzerine bindi. Yularını elleriyle tutmak istedi ama yapamadı güçsüz düşmüştü. Düşünceleri ve vücudunun yorgunluğu altında ezilmişti. "Uluğ Böke Şaman. Asutay, evet ona doğru oğlum." Dedi.


Bu konuşmalar artık ona çok zor gelse de öfkesi hüznünden daha ağır basıyordu. Asutay adımlarını attı yürümesi sürdürdü. Nereye gittiğinin hiçbir önemi yoktu sadece ilerliyordu. Karlar artık daha sık bir şekilde sanki birbirleriyle yarış halindeymiş gibi yere hızla yağmasını sürdürdü. Yukarıda olup biten her şeyi izleyen baykuşlar Asutay'ı izliyordu. Bu savaş alanından çıkmaya çalıştı. Her yer karlar içinde soğuk hükümdar olmuştu Orta Kıta'nın Ötüken ormanında. Asutay üzerindeki yükün değil de o acının altında ezilmiş gibi ağır adımlarını sürdürdü.


Arkalarından bir ses duyuldu. Karların içinden bir şeyler hareket ediyor. Hareketlilik bir süre sürdü. Ve artık o ses duyulmuyordu. Mankurt, arkasını dönemedi ama Asutay hafif hafif ara sıra kesilen sesten şüphelenmiş olsa ki hemen arkasını döndü. Havada bekleyen karların altına saklanan, dün gecenin katili bekliyordu. Asutay adımlarını geriye atmaya çalıştı. Korkusu dün geceden tazeydi biliyordu ki karşısında hareketsiz bir şekilde bekleyen şey bir Ruh kılıcıydı.


Mankurt ona bakmayı sürdürdü. Sağ eliyle kınına soktuğu kılıcının kabzasını sıkı sıkı tutmak için sakin bir şekilde kabzaya yakınlaştırdı. Arkasındaki yara onu tamamen ele geçiyor gözlerinin içindeki cehennemi ortaya çıkarıyordu. Nefes almasını zorlaştırsa da önündeki bu katil kılıca önlemini almak istiyordu. Asutay'ın daha fazla arkaya doğru hareketini bir dokunuşla durdurmuştu. Kılıç dünkünden farklı görünüyordu. Üzerindeki parlak kan yerine beyaz ve göz alıcı bir kan dolaşıyordu içinde. "Ne istiyorsun!" dedi Mankurt kararlı ve sert bir soruydu bu. Ruh kılıcı ona doğru gelmek için harekete geçti.


Havada süzülüşü sakin ve kararlıydı. İyice yaklaşmıştı Mankurt'a doğru. Asutay kendini bir kez daha geriye doğru adımlarını attı. Kılıç tam Asutay'ın önünde tekrar durdu. Mankurt dünden sonra ilk kez onu bu kadar sakin ve zararsız olarak gördü. Ruh kılıcı biraz daha yaklaştı, kendi kabzasını Mankurt'un önüne doğru getirdi. Hareket etmeden öylece durdu. Mankurt, bunun ne demek olduğunu biliyordu, ama yapmak istemedi eli halen kendi kılıcının kabzasını tutuyordu.


Ruh kılıcının üzerine karlar yağmaya devam etti. Elini kendi kabzasından çekti, ileriye doğru kolunu uzattı ve elleriyle Ruh kılıcının kabzasını tuttu. Tuttuğu gibi kılıç hareket etmeye başladı. Kılıç sadece tutuyordu. Ama onu hareket ettiren şey kılıcının ta kendisiydi. Ruh kılıcı mankurtun sırtına doğru gitmeye başladı. Mankurt bu olan bitenin ne anlama geldiğini anlayamadı. Kılıç ilerlemesini sürdürdü. Aklından geçenler kınına kendisini bırakmak olduğunu düşündü.


Ama kılıç kabuk bağlayan yaraya doğru yaklaştı. Ruh kılıcı kabuk bağlayan yaraya kendisini yanaştırdı. Soğuk çeliğin vücuda değmesiyle anlık bir irkilme geldi Mankurt'a. Ama ne elini çekebiliyordu ne de kılıcı kontrol edebiliyordu. Kılıç orada kaldı. İçinde akan beyaz parlak kanı yaranın kapanan yerine bırakmaya başladı. Kan yaraya nüfuz ediyordu. Kap kara olmuş ve vücudunun belli yerlerine karanlık götüren zehiri yok etmeye başladı. Kabuk bağlanan yer sihirli bir Şamanın dokunuşu gibi ortadan kalkıyordu.


Mankurt sırtındaki bu değişimi iliklerine kadar hissetti. Gözlerinin içindeki bu sönmek bilmeyen yangın yerini uçsuz bucaksız engin denizlere bırakıyordu. Yaranın görünen yerleri artık iyileşmişti. Zehirin ilacı zehir olmuştu. Katil öldürdüğü bedeni canlandırmıştı. Ona karşı olan borcunu ödemişti. Karanlık beyazlığın içinde yok olmuştu artık. Mankurt kılıcı kontrol edebiliyordu. Kılıcı arkasından önüne doğru getirdi.


Şaşkınlıklar içinde kılıcın içinde akıp giden parlak beyaz kana bakıyor hayretle izlemeyi sürdürüyordu. "Ben seni sen beni kurtardın Ruh kılıcı." dedi Mankurt, artık daha iyi konuşabiliyor ve içindeki zehri hissetse bile az da olsa iyileştiğini hissediyordu. Asutay'ın üzerindeki eyere onu soktu. Asutay'ın bundan hoşlanmadığı gün gibi ortadaydı. Huysuzlanmaya başladı. Kızgınlığını anlıyordu ama artık konuşmaktansa Uluğ Böke Şaman'a doğru gitmek istedi. Aryunt'u ona teslim edip içini az da olsa rahatlatmak istiyordu.


Ormanın içine girdi. Bir patika bulmak için Akçaçamların yanlarından geçmeye çalıştı. Biraz ilerledikten sonra atı durdurdu. Geriye doğru o açık alanda her şeyin başladığı yere geri atı sürdü. Kilin'i gömdüğü yere baktı. Bu bakışma içindeki yıldırımı ortaya çıkarmıştı. Yere yağan karlar kümeler halinde işlenmiş cinayetleri kapatmaya yetiyordu. Her kötü durumu böyle yavaş yavaş kapatan bir şeyler bulunurdu. Şimdi ise bu görevi karlar üstleniyordu. Şimdi gitme zamanı diye düşündü. Patikaya doğru ilerledi. Yoğun bir şekilde yağmasını sürdüren kar mankurtun önünü görmesini zorlaştırıyordu.


Kış, bütün elindeki kozları kullanıp buranın tek hakimiyim diyerek top koşturuyordu Orta Kıta'da. Patikanın üzerine yağan karlar üstünden geçen bir keşif ordusunun yarattığı izlerle doluydu. Yere doğru bakan mankurt bir sürü at toynağının izleri arasında Asutay gibi Tulpar atının da izlerini gördü. Bu izler çok tazeydi. Aralıksız yağan karlar üstünü fazla örtememişti. Dağ hanlığına doğru giden bu izler mankurt' u ve Asutay'ı meraklandırmıştı. Asutay ufak çaplı da olsa kişnemesi kendi ırkından olan bu atı sezgilemesini gösteriyordu. "Ötüken Ormanın 'da bir mankurt daha var anlaşılan Asutay." dedi mankurt.


Yol boyu onları izleyen baykuşlar bir ağaçtan başka bir ağaca geçiyorlardı. Baykuşların bazılarının dikkatini çeken bir şey oldu. Yine koca bir kurtun uluması duyuldu. Birkaç kere daha uluduktan sonra yerini yine bir sessizlik aldı. Patikadaki izler karın yağmasıyla yerini işgalci tanelere bırakıyordu. Patikanın sonundan çok şiddetli ve gürültülü şekilde toynak sesleri duyuldu. Koşarak geldiği anlaşılıyordu. Mankurt, kendisine doğru gelen bir karaltının büyüyerek yaklaştığını gördü. Yavaşladı ve ona gelen şeyin bir başka mankurt olduğunu seslerinin şiddetinden anlıyordu. Yüzünde bir anlığına gülümseme oluştu.


Sesler artık daha belirgin hale geldi. Mesafe azaldıktan sonra gelen atlı durdu. Simsiyah bir Tulpar Mankurt'un karşısındaydı. Üzerindeki ise bir mankurt olduğu apaçık ortadaydı." Seni tanıyor gibiyim Mankurt!" dedi yabancı. "Ne arıyorsun burada Alaçebi." dedi Mankurt. Bir büyük Alasığın öldürdüğü ve yetenekli olduğu için ona Alaçebi denilirdi. Sol parmaklarından serçe parmak ve yüzük parmağını öldürmeye gittiği Gökbörü tarafından ısırılmış ve kopmuştu. Yüzünde ve vücudunda ona ait izler hemen dikkat çekiyordu. Siyah gözleri ve sert bakışlarını atının siyahlığından alıyor gibiydi. Atı, iyice öne doğru getirdi. Birbirlerini daha net görmeye başladılar. Bir süre bakışmanın ardından Alabörü 'nün dikkatini Siyah atın arkasına yerleştirdiği ve üzerini örttüğü yüke çevirdi.


"Vayyy bakın kimler varmış burada. Meşhur Mankurt Alabörü. Asıl sen ne arıyorsun burada." dedi Alaçebi." Bilmezmiş gibi konuşma Mankurtlar bir şey aramazlar sükuneti sağlarlar. Ama dikkatimi çeken bir şey oldu. Sana beş yüzüğünü birden kullandıracak neyle karşılaştın Alaçebi." dedi bir şeylerden şüphelenir gibi ses tonuyla Alabörü. Bir anlığına duraksadı, bir şeyler saklar gibi kafasını ve mimiklerini oynatmaya başladı. Kafasını arkaya çevirerek bir şeyler anlatmaya çalışır gibi yaptı.


"İnanır mısın yaşlı bir Yelbeğen'le karşılaştım. Ama nasıl büyük var ya Alabörü, inanılmaz. Ama benden kaçar mı?" dedi zafer kazanmış gibi Alaçebi. "Arkandaki o yük Yelbeğen için pek ufak. " dedi Mankurt. Gözlerini kaşlarıyla aynı hizaya getirdi. Uzun ve tek bir doğru gibi bakan kaşları ona sinir yüklü sözcükleri söyletmeye yetmişti.


"Ne oluyor mankurt kendine gel! Sana hesap vermek zorunda mıyım?" dedi Alaçebi. Kendinden emin ve kızgın bir ifadeyle.


"Ne saklıyorsun arkanda lan bir daha sormayacağım Alaçebi." Dedi Alabörü.


"Çekil önümden. Hemen!" dedi Alaçebi bu kez sesinin tonu bir hayli fazla çıkmıştı.


" Sana ne saklıyorsun dedim lan." Bağırmaya başlayan Alabörü'yü duyan Ruh kılıcı yerinden çıktı. Hava da beklemeye başladı. Bunu gören Alaçebi kılıcını çıkardı. Ve atını bir iki adım geriye attı. Gözleri büyümüş ve nefesi alış verişi hızlanmıştı.


"Neler oluyor lan burada. Yoksa sen! hayır bunu yapmış olamazsın! Sen manyak mısın lan ne yaptın sen!" dedi hem korkmuş hem endişeli bir tavırla Alaçebi.


"Yerine gir kılıç!" diye bağırdı. Bu keskin ve net bir emirdi. Ruh kılıcı bu sesi duyar duymaz eyere girdi.

"Sen tam bir aptalsın. Duydun mu beni? Bir Kara Şaman öldürmek nelere mal olur? hayır bana yapmadım de?" dedi Alaçebi.


"Ne gerekiyorsa onu yaptım." dedi kendinden emin tavırlarını hiç eksik etmiyordu Alabörü. Kılıcını yerine koyan Alaçebi iki ellerini yüzüne doğru götürdü. Kafasını aşağı doğru eğdi. Gördüklerini görmek istemiyor ve olacaklardan ürperiyordu. Ellerini bir süre yüzünde tuttu. Hafifçe ovaladıktan sonra yere indirdi. "Önümden çekil bir daha söylemeyeceğim." Dedi Alaçebi.


"Sakladığın her neyse kokusu çıkacak. Şimdi git gideceğin yer neresiyse ama şunu unutma, eğer bize aykırı şeyler yapmıyorsan seni bulurum Alaçebi. Ve bulduğumda ihanetin bedelini ağır öder..." Dedi sözünü kesen şey yine uluma sesleriydi. Bu sefer oldukça yakından gelmişti. Atının yularını tuttuğu gibi birkaç kere vurdu. Hızlanarak geçen atı ve Alaçebi'yi gözleriyle süzdü. Uzaklaşmaya başlayan Kara Tulpar'ın arkasında bir kar kümelerinin tozlaşmasını izledi.


Asutay'ın yularını elinde tutan Mankurt ilerlemesini ve koşmasını sağlayan hareketleri canını acıtmayacak şekilde vurdu. Hızlanan Asutay bu durumdan oldukça zevk alıyordu. Bu hızda ne zaman giderse gitsin sanki Orta Kıta'daki en mutlu at o idi. Hızını yavaşlatmaya başladı. Mankurt hiçbir zaman Asutay'a emir vermezdi Asutay o kadar akıllı bir tulpardı ki insandan farkı yok gibiydi. Hızlı giden ayakları artık yavaş adımlarla monoton hale almayı başladı. Onu ürküten bir şeyler olduğunda her zaman böyle yapardı. Toynak sesleri artık hiç duyulmaz ölçüde yavaşladı. Karın üzerine öyle bir dokunuyordu ki sanki yukarıdan taze kar diğer karların üzerine dokunuyor gibi sessizdi.


"Dur!" dedi Mankurt, o kadar sessiz ve etkili bir sesti. Asutay durdu, baktığı yerde olanlar bir gece olanlardan daha korkunçtu. Her zaman yaptığı gibi geri adımlamak istedi. Arka ayaklarını geriye doğru sadece bir kez adımlamıştı ki Mankurt onu durdurdu. Atından aşağı indi. İçindeki zehiri bir kez daha hissetti. Yaranın dışını iyileştirmiş olsa da içini iyileştiremedi Ruh Kılıcı. Sağ eliyle yaranın olduğu yere tutarak ilerliyordu. İçindeki intikam ateşi harlanarak katlandı. Gördükleri karşısında bir sonuca varamadığı gibi anlamlandıramıyordu.


İyice yaklaştı yerde yatan yedi tane Aryunt öldürülmüş şekilde yatıyordu. Bazılarının üzerine karlar yağmış ve belli ölçüde kapatmaya yetmişti. Fakat bazılarının üstünde karlar çok yeni gibiydi. "Bu daha başlangıç değil mi mankurt" dedi kendi kendine hüzünle kaplı acı sözleri söyledi mankurt. Yerde öldürülmüş olan yedi Aryunt iğrenç bir kokuyu da beraberinde getirmişti. Hepsini kontrol etmek için adımlarını sıklaştırdı.


Hepsinin üzerinde boynundan aşağı doğru yaralar açılmıştı. Nefes alan yada yaşayan hiçbir Aryunt yoktu. Her tarafa yayılmış kanlar damlalar halinde beyaz görüntüyü al beyaz halinde süslemiş gibiydi. Bunun bir Kara Şaman olmadığı gün gibi ortadaydı. Ama neyin buna sebep olacağı hakkında bir fikride yoktu.


"Bakıyoruuum da Ötükeeen ormanındaaaaan hiç çıkmıyorsuuuun mankuuurt" dedi Akçaçam ağaçların yanından buraya bakan birisi. Hemen ayağa kalktı bu sesi hatırlıyor gibiydi. Karşısında ayakta duran şey bir Akçura'ydı. Ufak adımlarla mankurtta doğru yürümeye başladı. Yürüyüşü arkasında üç ayak izi bırakıyor ve yere bir sürü yılan kafasından ise kuşlar çıkıyordu." Yazgıııınıııı takiiip etmeeeenn güzeeellll" dedi Arçura." Ne arıyorsun burada? gördün mü kim yaptı bunu?" diye sordu öfkeli bir biçimde Mankurt.

"Ne demişler; Uğursuzluk Mankurt 'la gelir. Değil mi?" dedi yürüyüşüne devam ederken Arçura. " Ne yani bunların sorumlusu ben miyim?" " Hayııırrrrr ama biraaaazzzz sanki ufaktaaaan ilgiiin vaaarrr gibiii hahaha." Dedi Arçura kötü ve kalın gülüşünü de sona saklayarak. Bu konuşma onu oldukça çileden çıkarmaya yetti, kılıcını çıkardı ona doğru gitmeye başladı. Mankurttun kendisine geldiğini gördüğü gibi geriye doğru hızlı adımlarla koşmaya başladı. Koşarken o kadar hızlı hareket ederdi ki yetişmek ve peşinden koşmak mankurt için bile fazla bir deneyimdi. Bunu göze alamazdı. Ormanın sık örtüsüne girmeden önce konuşmasının sonunu getirdi.


" Yaaazzgııınnnn mankurttt yazgııınnnn." Dedi ve uzaklaştı. Koşarak kaçtığını gören mankurt, kılıcını yerine koyup yerde yatan Aryuntlara baktı. Arçuraya yetişmek için giderken tam ortalarına gelmişti. Yerde ucuna kadar karlar yağmış olan bir boynuz gördü. Boynuzun ucu göz alıcı şekilde parlıyordu. Eğilirken zehirin etkisiyle bir kez olsun inledi. Yüzünde ki hafif değişimler canının yandığının kanıtı gibiydi. Eliyle yerde saklanmış boynuzu çıkardı. " Hayır olamaz bir tane daha mı ya ? Ne oluyor lan burada bir Kilin daha mı ? Hayırrrrr " dedi mankurt. Sesi o kadar yüksek çıkmıştı ki yolun başından beri onları takib eden baykuşlardan bazıları uçup kaçımıştı.


" Peki cesedi nerede ?" dedi kuşkulu bir biçimde. Yere doğru eğildi elleriyle yerde birikmiş karları sağa sola itmeye temizlemeye çalıştı. Karları iyiyce kaldırdıktan sonra cesedinin yerinde hiçbir şey yoktu. Parlak kana benzer bir kan da görmüyordu." Yoksa mankurt, Alaçebi sen mi ? Bunu yapmış olamazsın değil mi? bir mankurt olarak kilin öldüremezsin ne yapıyorsun lan!" dedi ve öfkesinin şiddeti Asutay'ı bir ikim adım geriye gitmesine sebep olmuştu. Asutay'a doğru baktı, kaşlarındaki ciddiyet gözlerinin içinde ki alevi daha da harlamasına sebep olmuştu. Adımlarını atmaya ve koşar biçimde hareket etmeye başladı.


Bu ani hızlanma vücüdünda halen daha dolaşmakta olan zehri delirtmişti. Acının verdiği sancılar onu yavaşlatmaya yetti. Biraz durdu elinin yaranın oluştuğu bölgeye götürdü. Can çekişir vaziyette bir süre öylece kaldı. Kafasına yağan taze karın verdiği hissiyat onu az da olsa diri tutuyordu. Dizlerinin üzerinde bir süre kaldıktan sonra ayağa kalktı. Asutay onun bu halini gördükten sonra yanına geldi. Eyerinden tutunarak kalktı." Alaçebi'yi bulmaya gidiyoruz oğlum hadi." Üzerine doğru zor bela oturdu. Asutay'ın yönünü değiştirdi. Adımlarını atmaya başlayan Asutay birkaç adım ilerledikten sonra o şiddetli ve ulu bir ses yeniden duyuldu. Sesi işiten Asutay yürüyüşünü aksatmadan ilerlemesini sürdürdü. "Dur ve kurdu takip et Alabörü!" diye bir ses duyuldu.


Bu ses bir önceki seslerden farklıydı. Sesi sadece Alabörü duymuştu. Ruhuna doğru yapılan bir konuşmaydı. Bu konuşma biçimini kendisine doğru gelen ruhuna seslenen bu sesi daha önce de işitmişti. Ötüken ormanında gençken hem Gökbörü hem de Alasığını Uluğ Böke Şaman'a götürmesi emrini aldıktan sonra da buna benzer bir ruh konuşmasını hatırladı. Bunu sadece Uluğ Böke Şaman yapabiliyordu. Sesi işittikten sonra atı durdurdu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi etrafında döndü ve tersi yolunda ilerlemeye başladı. Kurdun uluması bir öncekilerden daha sık bir şekilde çıkıyordu. Sese doğru yönelen Asutay adımlarını sıklaştırdı. Hızlı bir şekilde sık orman ağaçlarının içerisinden çıktılar.


Patikanın olduğu yere gelince yol boyu yoğun kar şiddetini daha da artıyordu. Toynak sesleri yerde kas katı kesilmiş karlara değdikçe tok seslerini yol boyunca işitilmesini sağlıyordu. Büyük kurt ulumasını takip ederek dört nala Asutay'ı sürüyordu. Arkasında oluşturduğu yoğun kar sisinin arkasından çoklu at sürüsüne benzer toynak seslerini duydu. Sesler yaklaşmaya başlayınca Alabörü eyeri kendine doğru çekti. Asutay heyecanlı ve gururlu koşuşunu yarıda kesmek zorunda kaldı. Asutay'ın yol boyunca karları bir yukarı bir aşağı kaldırması gelen misafirleri gizlemeye yetti fakat seslerini saklayamadı. Asutay iyice durmuştu. Etrafında bir tur dönerek yüzünü seslerin olduğu tarafa doğru çevirdi.


Geniş patikanın ortasında bekliyorlardı. Meraklı gözlerle biraz sonra burada olacak bir çok atlının olduğu tarafa doğru bakıyordu. İçinde halen gezen zehir bu sefer sol gözünün içine kadar nüfuz etmişti. Nefes alış vermesi o kadar zorlaşmıştı ki bir kez aldığını biraz bekleyerek dışarıya veriyordu. Atlı askerler görünmeye başladı, önde 4 asker ellerinde siyah zemin üzerine işlenmiş kartal şekilli bayrakları taşıyorlardı. Bu onların birer Ay Han 'lığının askerleri olduğuna işaretti.


Aralarındaki mesafe iyice azaldı. Tamamen durdular ve dört askerin tam ortasında duran asker;" Durun!" diyerek hızla gelen orduyu durdurdu. Karşılarında bir mankurtu görmeleri onlardan bazılarını şaşırtmış olmalı ki içlerinden biri;" Bir mankurt daha" dedi. Bu konuşması Alabörü'ydü de şaşırtmıştı. Ortalarında duran asker atını biraz ileriye doğru mankurta yaklaştırdı. Tam söze girecekken öndeki askerlerin arkasında duran büyük at arabasının içinden çok boğuk ve tok sesli bir ifade duyuldu.


" Neden durduk komutan!" dedi ve keskin ifadesi diğer atların üzerinde duran askerleri dahi korkutmaya yetiyordu. "Bir mankurtla daha karşılaştık Kağanım." Dedi komutan alaylı bir şekilde. Bu konuşma atlı arabanın içinde yolculuk yapan gruptan birini heyecanlandırmış olacak ki kapısı aralandı. İçinden ellili yaşlarda güzel giyinimli yeşil gözlü, hafif kirli sakallı ve yuvarlak gözlüklü biri indi. Sağ elinde büyük topuzu olan bastonu vardı fakat pek de sakat birine benzemiyordu. Mankurt yoğun bir şekilde acelesi varmış gibi yağan kardan olacak ki ancak yakınına geldiğinde tanıyabildi." Vezir Kunanbay" dedi saygı göstergesi olarak naif bir şekilde selamladı Mankurt.


Asutay'ın yanına kadar geldi, iki eliyle birlikte bastonu kavradı kafasını yukarıya doğru kaldırdı. Üzerinde yeşil renkli bir cübbe vardı. Bu cübbenin kafasını örten şapkasını sol eliyle açıp tekrardan bastonun topuzuna koydu. Orta Kıta'nın en tehlikeli ve zeki veziriyle karşı karşıyaydı. Bu onu heyecanlandırdığı gibi meraklandırıyordu. "Mankurt sol gözün kanlar içinde kalmış, bir sorun mu var?" dedi çok tiz bir sesti. "Hayır efendim halledilmeyecek bir şey değil." Dedi mankurt kendinden emin bir şekilde.


- "Bir şey sorabilir miyim? Efendim." Dedi mankurt.


- "Tabi ki Mankurt." Dedi tiz sesinin sürdürerek. Vezir Kunanbay.


- "Benden önce bir Mankurt 'la mı karşılaştınız?"


- "Evet, ama o senin aksine ölüydü."


- "Nasıl anlamadım? Siz ne dediğinizin farkında mısınız?" dedi mankurt kızgın bir ifade kaplamıştı suratını.


- "Onu bulduğumuz da Adak Ormanın 'da

öldürülmüş ve eşyaları çalınmış bir vaziyetteydi. Korkunçtu gerçekten. Sen de biliyorsun Adak Ormanı Abası yaratıklarıyla doludur. Ve adak vermezsen ölürsün." Dedi mankurtun gözlerinin içine bakarak Vezir Kunanbay.


- "Sizde bilirsiniz ki bir Mankurt, on Gün Han askerine denktir. Bu Abasıların işi değil."


- "Ne yani sana yalan mı söylüyorum!" dedi Vezir Kunanbay sinirli yüz ifadesiyle.


- "Hayır öyle demiyorum ama."


- "Ne aması mankurt. Olan bu ister inan ister inanma!"


- "Peki neden uçarak geçmedi. Sonuçta her Mankurt'un bir tulparı vardır."

"Evet ben de şaşırdım ama Tulpar'a bakınca sol kanadından ve sağ kanadından birkaç kere Aryunt oku yediğini gördüm. Yani yaralanmıştı." Hemen aklına aryuntların öldürüldüğü an geldi . Artık resim oturmuştu. Zihnindeki savaş son bulmuştu ama utancından bir şey diyemedi. Bu sözler onu çok incitmişti. Bir süre kafasını aşağıya eğdi bu kabullenme biçimi gibi bir şeydi. Vezir Kunanbay onun bu durumundan şüphelenerek sorusunu sordu; "Yoksa sen bir şey mi biliyorsun?" dedi Vezir Kunanbay.


- "Hayır efendim. Bir şey bilmiyorum sadece meraklandırdı beni." Dedi aklındakini söyleyemedi. Bir Mankurt'un birçok Aryunt öldürdüğünü ikrar edemedi.


- "Son bir soru soracağım Vezir Kunanbay? Peki yanlarında bir şey var mıydı? Yük, av, hayvan gibi."


- "Evet sorun da tam olarak buydu. Yanlarında taze denilebilecek bir Kilini ölü bulduk. Bir mankurt asla bir kilini öldürmez. Orta Kıta'da öldürülmesi yasak olan bir hayvanın Mankurt'un yanında ölü olması gerçekten şaşırtıcı." Dedi mankurtaları aşağılar bir şekilde Vezir Kunanbay.


- "Müsaade ederseniz Kiline bakmak isterim."


- "Neden bakmak istiyorsun mankurt? "Dedi meraklı gözlerle Vezir Kunanbay.


- "Eğer bir mankurt öldürdüyse ancak bir mankurt bunu anlayabilir. Sizin şüphelerinizi de gidermiş olurum."


- "Kilini getirin buraya hemen!" dedi Vezir Kunanbay. Bu emir üzerine konvoyun arka kısmında bir hareketlilik oldu. Bir yük at arabasının arkasına bırakılmış şekilde duran Kilin'i Ay Han 'lığından bir asker diğer bir atın üstüne koyarak getirdi. Kar o kadar şiddetli yağıyordu ki askerler kendilerini savaşta gibi hissedip yenileceklerini bildikleri halde yine de kara ve rüzgâra karşı durmak zorundalardı. Asker' de bunlardan biriydi, atı getirmekte zorlanıyordu. Sol eliyle kafasını kapatıp yerde biriken karların içinden zorlukla gelebildi. "Ya sen neyin peşindesin mankurt. Ne zannediyorsunuz siz kendinizi. Eskiden birer köleydiniz. Ama şimdi artık kilinleri de öldüren uğursuz yaratıksınız! hahaha" dedi Dört askerlerin ortasında duran komutan sinir bozucu bir gülümsemeyle.


- "Kes sesini Komutan Boyga!" dedi yüzünü çevirerek ona karşı Vezir Kunanbay. Hiç onu dinlemiyordu. Sadece atın üzerinde üstü beyaz bezle örtülmüş Kilin'e bakıyordu. Atından aşağı indi. İnerken sırtındaki ağrı onu dayanılmaz bir sızıyla rahatsız etmeye yetti. Canı ne kadar yansa da o bunu kimseye belli edemezdi. Ata doğru adımlarını attı. Bezi kaldırdı ve elleriyle üzerinden açılan yaralara baktı. Yaralar onu öldürmek için değil de yakalayabilmek için atın üzerinden yapıldığı gün gibi ortadaydı. Yaraların her Mankurt' ta olduğu gibi çift başlı kılıçlarının yaralarıydı. Artık tamamen Alaçebi'nin yaptığını anlamıştı. Canını sıkan sadece Kilin'in öldürülmüş olması değil bunun bir Mankurt tarafından boygayapılmış olmasıydı. Ama Vezir Kunanbay'a bu şekilde anlatamazdı.


Bir Kilin'in Mankurt tarafından öldürüldüğü duyulursa kimse mankurtlara güvenmezdi. Ama bu iş sadece böyle kalamazdı. İşin arkasında başka oyunlarında olduğunu sezdi." Hayır bir mankurt olamaz. Bakın yaralara bir mankurt Kilin öldürse tek hamlede yere serer. Ama burada daha fazla yara var. Bu başka bir şeyin işi gibi duruyor. Şöyle de olabilir. Adak Ormanı'nda bir Kilin'i öldürmeye çalışan Abasıları görüp bna pek te inanmasam da kurtarmak isterken hem kendi hem de Kilin öldürülmüş olabilir. Adak ormanında kötü ruhlu aryuntlarında olduğunu bilirsiniz Vezir Kunanbay."


- "Yalan söylüyor efendim. Bu saçma sapan yorumları ancak senin gibi bir aciz yaratık söyleyebilirdi." Dedi Komutan Boyga. Gözleriyle genç komutana doğru baktı. Ona doğru adımları attı sinirli tavırları onu daha tehlikeli birine dönüştürmeye yetiyordu. Atın üzerinde kendisine doğru gelen Mankurt'u görünce geriye doğru atı sürdü. "Bana bak evlat! Bir daha benimle bu üslupla konuşmaya devam edersen senin kim olduğun beni ilgilendirmez cezanı keserim." Dedi mankurt sözleri keskin bir bıçak gibi saplandı Komutan Boyga 'ya." Sakin ol Alabörü Kağan arabada kendine gel. Bakma sen ona geç atına bin!" dedi Vezir Kunanbay. Vezirin ona Alabörü demesiyle önünde duran her asker şaşkınlığını ve korkusunu gizleyemedi.

Komutanlarını tehdit eden Mankurt'a karşı kılıçlarının kabzasını tutan askerler Alabörü ismini duyunca ellerini çektiler." Alabörü mü? o sen misin? vay be demek o meşhur mankurt sensin." Dedi komutan Boyga korkar bir biçimde. Arkasını döndü Vezirin yanına doğru ilerledi. Hiç konuşmuyor ve yüzüne dahi bakmadan Asutay'ın sırtına bindi." Belki de öyle olmuştur Alabörü. Ama bence bunu yapan Alaçebi'ydi." Ben diyeceğimi dedim." Dedi mankurt. Büyük at arabasından yine o tok ses yükseldi;" Geç kalıyoruz Kunanbay acele et!" dedi Ay han." Emredersiniz Kağanım. Herkes atlara yola devam ediyoruz. Kilini yerine götür. Gidiyoruz." Dedi bağırarak Vezir Kunanbay." Dağ Han 'lığına neden gidiyorsunuz Vezir Kunanbay?" dedi Mankurt.


"Dağ Han'ın bir Tigin' i olmuş Şenliğe davetliyiz Alabörü." Dedi ve büyük arabaya doğru gitti. Asutay'ı kenara doğru getirdi. Büyük patikanın yanından konvoyun gitmesini bekledi. Atın üzerinden ona doğru bakan hepsi siyah giyinimli, kılıçlarının kabzalarının ortası kanatlarını açmış bir kartal simgesi tutan Ay Han 'lığı askerlerini izlemeye başladı. Öndeki dört asker ve onların ortalarında duran Komutan Boyga hareket etmeye başladılar. Gittikçe hızlarını arttırdılar. Büyük at arabası Mankurt'un önünden geçtiği sırada kafasını aşağı doğru eğdi. Arabanın içinde Orta Kıta'nın çift boynuzlu tacını takan Kağanı vardı.


Konvoy artık gözden kaybolmuştu. Soğuk ve kardeşi kar onları her daim cezalandırmayı bekleyen düşmanları rüzgâr halen yeryüzünde kavga peşindeydiler. Akçaçam ağaçlarının beyaz kılıfı onların artık tamamen kışa boyun eğdiğini göstermekteydi. Ağaçlardan yere hızla savrulan evsiz kar tanelerini bazı baykuşlarda yardımcı oluyordu. Rüzgâr asla hızını kesmiyordu. Bir mutluluk halinde yere yağmasını sürdüren karlar rüzgârın karışmasıyla sinirlenip sağa sola gidiyorlardı. Yol boyu onların tepelerinde mevzilenen askerler gibi bekleyen baykuşlarda bu anlamsız kargaşadan pek de hoşlanır gözükmüyorlardı. Toprak ana yaşlanmış gibi beyazlar içinde kalmaya ve hızla da yaşlanmaya devam ediyordu. Ötüken ormanında bu mevsimler bazı hayvanların ve yaratıkların hoşuna gitse de bazılarını mutsuz etmeye yetiyordu. Vezir Kunanbay'ın ne kadar tehlikeli bir Vezir olduğunu biliyordu.


" Neden Asutay'ın üzerindeki yükü sormadı ?" diye sesli bir şekilde kendine sordu. Gözünden hiçbir şey kaçmazdı, şüphesi onu çok temkinli ve zeki birine dönüştürüyordu. "Neyin peşinde be bu adam?" diye kendine ikinci bir cevabı kendisinde olmayan soruyu sordu. Ötüken ormanında geçekleşen bu durumlar onu oldukça dipsiz bir kuyunun içinde gibi hissettirmeye yetiyordu. Uluma seslerini yeniden işitti. Asutay'ı bu kez tekrardan oraya doğru gitmesi için iki ayaklarıyla ona emir verdi. Asutay her zamanki gibi dört nala koşmaya başladı ses patikanın sağ tarafından geliyordu. Ormanın iç kısmına doğru girdiler sık Akçaçam ağaçların yanında koşmasını sürdürdü. Kendilerini bir anlığına uzum bir patikanın içinde buldular. Patika sağında ve solunda uzun kayın ağaçlarından oluşuyordu.


Hızla gitmekte olan Asutay artık patikanın sonuna geldi. Patikanın sonuna çok az kaldı ki son bir kez çok kuvvetli bir uluma sesi duyuldu. Bu çok yakından gelmişti. Asutay adımlarını yavaşlattı. Geçtikleri her ağacın tepesinde birkaç tane baykuş vardı. Son ağaca doğru gelen mankurt kafasını kaldırdığı anda hepsi yukarıya doğru uçup gittiler. Artık patika bitmişti. Yoğun ve sık ağaçlar yerini geniş ve tam ortasında bir ev bulunan yere bırakmıştı. Asutay geniş yere geldikten sonra artık daha da ileriye gitmek istemedi. Mankurt onun bu haline alıştığı için etrafa bakmaya başladı. Büyük ve her tarafını karlar sarmış eve baktı. Dumanı tütüyordu.


Asutay'a doğru onun birkaç adım atması yönünde hareketler yapsda Asutay olduğu yerde kaldı. Evin arkasından sesler Mankurt'a doğru gelmeye başladı. Dört ayaklı bir varlığın sesiydi bu, hızlı ve kaba bir ses bırakarak gelmesini sürdürdü. Koşarak evin önüne doğru geldi. Evin önünde durmuş ve sadece atın üzerinde duran Mnakurt'a bakıyordu. Mankurt karşısındakini görünce bir anlığına şaşıırdı. O büyük ulumanın müsebbibini karşısında görüyordu. Normal bir at boyutunda kızıl yeleli al gözlü bir Alabörü'ydü. Bir tehdit olduğunda her zaman yaptığını tekrar yapmaya başladı, kendini geriye doğru birkaç adım atmak isterken onu yine mankurt durdurdu. Karşısında ki canlıyı hiçbir zaman görmemişti. Orta Kıta'da nesli tükenen bir yaratıktı Alabörü. Kurt'un nefes alış vermesiyle oluşan dumanlar onun karizmasına anlam yüklüyor gibiydi.


İlk kez bu kadar büyük bir kurtla karşılaştığı için kendini şanslı ve heyacanlı görüyordu. Ayak bileklerinin üzeri tamemen karla kaplıydı. Kırmızı tüylerinin üzerine kar yağıyordu. Mankurt attan zor belada olsa indi. Ona karşı hafif adımlarla yürümeye başladı. Kurt kendisine gelen mankurttu görünce ona karşı durarak kulaklarını dikti. Yaklaşınca kurdun gözlerinde ki cehennemi andıran görüntü onu mest etmeye yetti. Asutay geriye doğru ilerledi geldiği patikanın girişine kadar geriledi. Aralarında çok az mesafe kalmıştı. Mnakurt durdu onun hareketsiz ve sadece ona bakan gözlerinin içine baktı.


Birkaç adım attıktan sonra onu durduran şey kurdun ağzını açıp ona karşı hırıldamışıydı. Kurt bir anlığına mankurta doğru adımlarını hafifçe ve orantılı attı. Mankurt kendisine doğru gelen kurda karşı bir şey yapmıyordu. Sol gözü tamemen kapanmıştı siyah parlak zehir gözünün her tarafına nüfuz etmişti. Artık nefes almasını yerine getiremeyen mankurt öksürmeye başladı. Öksürdüğü her an bembeyaz olan karların üzerine siyah noktalar halinde kan tükürüyordu. Birkaç kere daha öksürdükten sonra dizlerinin üzerine çöktü.


Mecali kalmamıştı kafasını hafifçe kaldırdığında karşısında ki kurdun heybetine tekrar mest olup hafifçe gülümsedi. Zehire karşı artık yapabilecek bir şeyi kalmamıştı. Kurt hırıldamısnı keserek adımlarını sıklaştırdı. Mankurttun tam önüne geldi. Kurdun Nefes alış verişini duyabiliyordu. Asutay , mankukrttun yere düştüğünü gördüğü anda ileriye doğru adımladı. Mnakurttun tam arkassında durdu. Korkaması ve çekingenliği bu anlarda geri planda kalıyordu.Gözlerini kendisine doğru gelen asutay'a çevirdi. Derin ve içten bir uludu. Bu ses Ötüken ormanında ki en heybetli kurdun uluma sesiydi.


Asutay bu sesten çok korktuğu halde mankurtun önünden gitmedi. Kafasını aşağı doğru tekrardan mankurtun kafasına yaklaştı. Yukarıdan Ötüken dağından bir güçlü kartal sesi duyuldu. Ses gittikçe yakınlaşıyordu. Kurd bu sesle birlikte evin kapısına doğru geriye ilerledi. Ses mankurta yabancı gelmedi. Hem kurdun dşbşnde uluması hem kartal sesi onun da kendine gelmesine yardımcı oldu. Asutay yanına doğru geldi. Elleriyle Asutay'dan güç alarak kalkabildi. Tek gözüyle görebildiğini o an anladı. Zehir diğer gözünü tamamen yok etmişti. Bir fırtına oldu evin etrafındaki ağaçların üzerinde pusuya yatan kar kümelerini etrafa dağılmaya başladı. Mankurt kafasını kaldırarak yukarıya bakınca pek bir şey göremiyordu.


Ama kuvvetli bir rüzgârın birden bire ortaya çıkmayacağını da biliyordu. Havalara dağılan kar taneleri yere düştükçe yoğun kar bulutunun dağıldığını ve içinden büyük beyaz gagalı bir kartalın kanatlarını süzerek geldiğini görebildi. Evin tam önündeki boşluğa gelince yukarıda biraz bekledi. Çatının hemen üzerinde havada kanatlarını fazla çırpmadan bekliyordu. Bu bekleyiş yerini aşağı doğru hızla süzülerek son buldu. Süzüldüğü esnada yere değmeden hemen toz bulutu içinde don değiştirdi. Tek gözü kapanan mankurt karşısında Uluğ Böke Şaman'ı görünce gülümsemesini gizleyemedi. Asutay'a yaslanarak duruyordu.


Üç metre boyunda beyaz sakallı ve diğer şamanlara nazaran ellerinde tokmak ve davulu yoktu. Üzerinde yeşil aşağıya kadar uzanan cüppe ve göğsünde demirden bir boyunluk takıyordu. Boyunluğunun içinde Çoğunluğu Tengri Ülgen motifleri vardı. Kafasını tamamen örten şapkasının üzerinde kartal tüylerinden dört tane yukarıya doğru kalkmıştı. Siyah gözlerinin verdiği karanlık bakışlarıyla Mankurt'a doğru baktı. Arkasında bekleyen Alabörü yavaş adımlarla Uluğ Böke Şaman'ın yanına doğru geldi. "Sakin ol kızım o da senden biri." dedi mankurta bakarak Şaman.


- "Hangi rüzgâr getirdi seni Ötüken ormanına?" dedi gülümseyerek şaman.


- "Bilmiyormuş gibi davranmasan daha iyi anlaşabilir seninle Uluğ Şaman."


- "Bilmiyorum desem yalan olur ama bildiğim tek bir şey var sen artık bir şaman avcısısın." dedi arkasını dönmüştü yürüyerek eve doğru adımladı şaman.


- "Sana yaşlılık yaramış gibi." dedi sözlerini yarım yamalak çıkarabiliyordu mankurt.


- "Berbat görünüyorsun mankurt" dedi Uluğ Böke Şaman evin kapısını açmış bekliyorken sözlerine devam etti;" Hadi içeri gel de yarana bakalım bir Kara Şaman öldürmek pahalıya patlamış demek ki dedi. Asutay'ın göğsüne doğru hafifçe vurdu. İleriye doğru adımlarını atmaya başladı mankurt ona tutunarak yürümesini sürdürdü. Ara ara olan öksürük nöbetleri onun içindeki arızayı dışarıya vurmasını kolaylaştırıyor gibiydi. "Yine her zamanki gibi çok yardım seversin!" dedi biraz tepki gösterir bir şekilde mankurt. Kapının eşiğine doğru gelince tahta duvardan tutundu. Açık olan ve üç metreden biraz daha fazla olan kapının içinden geçti. Kendisini içeriye attığın da eskiden geldiğinde nasıl kokuyorsa aynı kokuyu hatırladı. Çok büyük bir yapısı ve iki kattan oluşan bir evdi.


İçeride ortada uzun bir masa hemen solunda bir mutfak vardı. Sağ tarafta iki büyük koltuk ve ortalarında bir soba halen daha yanıyor ve odayı ısıtıyordu. Kapıyı kapattı yemek masasının hemen arkasında bulunan yatağa doğru adımlarını masaya tutunarak gitmeye çalıştı. "Aryunt" dedi bir anlığına duraksadı, konuştuğu zaman sözler onun katili olacakmış gibi hissetti. "Biliyorum mankurt. Ayaz iyi bir koruyucuydu ama her koruyucu bazen kendini koruyamaz değil mi?" dedi mutfakta kaynayan kazanın başında durarak Uluğ Böke Şaman.


Sözlerine kaldığı yerden devam ederek; "Bence senin artık başka konuları dert etmen gerekiyor. Mesela bir Kara Şaman öldürmek nelere sebebiyet verir." Eline aldığı bir kapta mavimsi bir iksiri diğer elinde bir beziyle yatağa uzanmış mankurtun yanına gitti. Sırt üstü yatan mankurt tamamen hareketsiz bir şekilde duruyordu. Yanına geldi arka masadan bir sandalye alarak yanına oturdu. Kıyafetinin sırtındaki bir bölümü tamamen yırtılmıştı. Kıyafetini iyice yukarıya doğru sıyırdı. Yara kabuk bağlamıştı. Şaman bir anlığına duraksadı elleriyle yaranın etrafına baktı. Yüzeyi tahriş olmuş bir deri gibi kabarmış gibiydi. "Bir misafirimiz olduğunu söylemedin mankurt." dedi şaşkınlıkla çıktı sözleri. "Ne misafiri Şaman?" diye sordu mankurt zor da olsa konuşabiliyordu. "Ruh Kılıcı buraya gel!"


dedi bu emir ve gereklilik bildiren bir konuşmaydı. Büyük kapı aniden açılıp arkasındaki duvara hızla çarptı. Kapının üzerindeki beyaz tozlar çarpmanın etkisiyle dağıldı. Asutay'ın yanından çıkarak süzüle süzüle odanın içine kadar geldi. Uluğ böke şaman ayağa kalktı ellindeki malzemeleri masanın üzerine bıraktı. "Senin buraya kadar gelmene bu sebep oldu.


Siyah parlak iksir Orta Kıta'daki en tehlikeli ve ölümcül sihirdir. Hem seni yaraladı hem de seni kurtardı. Vefa borcu gibi gördü çünkü. Sen onu Kara Şaman'ın elinden kurtardın o da seni kendinden." Kafasını bir anlığına bu olaydan sonra salladı. Duygularını anlık yaşayan biri olarak bu kez ne yaşadığını bilemiyordu. "Yaranın dışı temizlendiğine göre içindeki zehiri çıkarmanın tek yolu kaldı. Hazır mısın?" dedi Uluğ Böke Şaman "Neye hazır mıyım Şaman?" dedi kafasını dahi kaldıramadan mankurt. "Hazır olmana sevindim. Birazdan yapacaklarımı anlatayım. Yaranın bir süreliğine kapalı kalması seni yaşatabilir ama sonunda seni öldürür.


Yarayı tekrardan açıp onu dışarıya çıkartmamız gerekiyor. Yoksa içinde kaldığı sürece seni ufak ufak parçalar halinde yiyerek çürütecek mankurt." Şimdi derin bir nefes al!" diyerek sözlerini bitirdi Uluğ Böke Şaman. Arkasında havada bekleyen Ruh Kılıcına doğru arkasını dönmeden;" Buraya gel Ruh Kılıcı" dedi Uluğ Böke Şaman. Kılıç yanına geldi havada bekliyordu." Açtığın bu yarayı tekrar açmanı istiyorum!" dedi, komutanların sevmediği askerlere verdiği emir gibi çıktı ağzından Şaman'ın. "Sen delirdin mi be adam?" diye sordu sözcüklerin bazısını yutarak mankurt.


Kafasını yukarıda hareketsiz bir şekilde bekleyen Ruh kılıcına doğru baktı. Gözlerinde kızgın bakış tekrar sözlerine yansıdı." Hadi bekleyecek zaman yok yap şunu!" dedi ve mankurtun yattığı yatağın altından kutuya benzer bir şey çıkardı. Kutunun ağzını açtığında içinde Ötüken Ormanın 'da yakaladığı ker örümceği duruyordu. Sağ elinin baş parmağıyla orta parmağını şıklattığında sağ elinde ucunda yeşil bir taş olan tahta saplı bir tokmak belirdi. Tokmağın ucunu kutunun içinde hareketsiz duran ker örümceğine çevirdi. "𐰯𐰀𐰠𐰃 𐰴𐰀𐰠𐰀 (Fali hale) dedi. Kadim dille ilgili şaman büyülerinden biriydi.

Bu büyü kutudaki ker örümceğini havaya kaldırmaya yetti. Örümceği yaranın olduğu yere getirdi. Yukarıda bekleyen Ruh kılıcı hareketsiz durmasını sürdürdü."! 𐰽𐰀𐰣𐰀 𐰀𐰢𐰼𐰀𐰓𐰃𐰖𐰆𐰺𐰢" (Sana emrediyorum!) dedi bu sesli bir ifade değildi. Ruh kılıcının ruhuna yapılan bir konuşmaydı. Sadece Uluğ Böke Şaman ve ruh kılıcı arasında geçen bir konuşmaydı. Kadim dille emir vermesiyle yaranın üzerine yaklaştı. Önceden açtığın yaranın aynısını istiyordu. Mankurt'un üzerinde az da olsa bekledi.


Dikey bir pozisyonda bir önceki derinliğe inene kadar vücuduna girdi. Çok yüksek olmasa da bir anlığına bağırdı. İçindeki zehir o kadar kuvvetliydi ki yaranın etrafındaki hisleri dahi yok etmeye mankurtun çok az acıyı hissetmesine sebep olmuştu. Kılıç geriye doğru çıktığında yarısına kadar siyah parlak bir kana bulanmıştı. Mankurtun üzerine doğru belli belirsiz damlamaya başladı. Bir anlığına zaman durmuş gibiydi. Sesler belirsizliğini koruyordu. Dışarıdaki havanın sesi borcunu almaya gelen bir insan gibi evin yanından bağırarak geçiyordu. Fırtına kuvvetine kuvvet katmaya karlar yeryüzünün efendileri gibi istediklerini yapmaya çalışıyorlardı.


Bir anlığına mankurtun içindeki siyah parlak kan dışarıya doğru gelmeye başladı. Tengri Erliğin yarattığı bu kan canlıydı. Ve önüne gelen canlının içine girecek kadar katil bir büyüydü. Havada duran ker örümceğine yaklaştı ve tek gözünün içinden vücuduna doğru nüfuz etmeye başladı. Can çekişmesi ona ağır gelmişti. Havada süzülen kan tamamen mankurtun içinden çıkana kadar gelmeye devam ediyordu. Mankurt kendini iyi hissetmeye ve gözünün tamamını kaplayan siyahlık az da olsa gidiyordu. Örümcek zehirlendikçe kızıl gözü kapkara olmuştu. Tokmağının yardımıyla yerde duran kutusuna geriye koydu ve üzerini örttü. Mankurt bayılmıştı gözleri tamamen kapandı. "Ruh kılıcı, nasıl onu iyileştirdiysen tekrar aynısını yap!" dedi Uluğ Böke Şaman bu sefer kadim dil kullanmasına gerek kalmamıştı. Kılıcın içindeki ruh artık beyaz parlak kan akıtıyordu.


İçindeki sıvı özgür bir ruhun yeniden dirilişiydi. Kılıç mankurtun açılan yarasını kapattı. Üzerinde yaranın izi halen duruyordu. Geriye doğru çekildi havada duruyordu Uluğ Böke Şaman'la biraz bakıştıktan sonra kapıya yöneldi. Kapı yine hızlı bir şekilde açıldı. Asutay ayakta meraklı gözlerle içeriye bakıyordu. Kendisine doğru gelen Ruh Kılıcını gördü. Havada süzülerek eyerin içine girdi. Kapı tekrardan kapandı. İçerideki yoğun koku sobanın etrafa yaydığı sıcaklıkla birleşince dayanılmaz oluyordu.


Uluğ Böke Şaman ayağa kalktı onun ayakta olması uzun boyunun Orta Kıta'daki en uzun şaman olduğu gerçeğini bir daha hatırlatır gibiydi. Mutfakta kaynayan kazanın içindeki sıvıyı bir tabağa koydu. Yüzündeki ifade kararsızlığının yansıması gibiydi. Tabağı mankurtun yattığı yatağının yanına getirdi. Az da olsa kendine gelen mankurt yüzükoyun pozisyonundan sırt üstü hale geldi. Sırtındaki dayanılmaz acı onun yüzündeki kaslarıda ağrıtır gibi buruşturmasına sebep oldu. "Daha iyi olacaksın evlat." dedi şaman kısık ve net bir şekilde çıktı ağzından.


Hafif bir gülümsemeyle cevabını verdi. "Bundan bir yudum al kalk biraz doğrul." dedi şaman. Sol eliyle yatağın üst kısmından güç alarak biraz da olsa doğruldu. Tabağın içindeki çorbaya benzer yemeği birkaç kaşık yedirdi." Biliyor musun Gökmener' de senin gibi yaralı gelmişti. Tengri savaşlarında yaralanmış, çok korkmuş ve şaşırmış biri gibiydi. Ve yalnız da gelmemişti. Onu dışarıda senin gözlerinin içine bakan Alabörü getirmişti. "Dedi mankurta kaşık kaşık yemek yedirirken. Gözleri bin anlığına büyüdü, yemeği yerken zorlansa da yuttuğu anda hemen konuşmak istedi. Konuşurken bazı kelimeleri yutar gibi olup tekrardan cümlenin başına dönerek anlatmaya çalıştı şaşkınlığının kelimelerini. "Mankurt Ata bir ara bahsetmişti, Ona o ismi senin verdiğini de söyledi.


Mavi gözlü olduğu içinmiş. Peki nasıl oldu da Yada Taşının gücü onu öldürmedi ve şuan ki savaşçılara dönüştürdü bizi?" dedi mankurt. "Yani onu ben de anlamadım ama yanlış hatırlamıyorsan şöyle oldu." dedi ve duraksadı. Konuşmak istemiyor gibiydi. Dudaklarının birbirlerine deyip uzaklaştığını gördü. Gözlerinin içi gri bir renk almaya başladı. Gözlerindeki bu değişim giderek daha net bir hal alırken asla konuşmuyordu. Mankurt karşısındaki Uluğ Böke Şaman'ın bu değişimini ne anlama geldiğini biliyordu. Biraz daha doğruldu şamanın elindeki tabağı aldı. Pür dikkat karşısındaki şamanın hareketlerini izlemeye koyuldu. Gözlerinin içindeki birer yansımaydı. Havada uçup giden bir hayvanın gözlerindeki yansımaydı.


İçinde uzun ağaçlardan oluşan yerlerinin tamamen arla kaplı olduğu görünüyordu. Çok az kişinin bildiği bir gerçekti bu bunu bilenlerden biri de Alabörü'ydü. İki gözü birden yansıma yoluyla neler olup bittiğini şamana iletiyor gibiydi. "Korkarım ki mankurt Ker Ormanı'nda bir Kara Şaman var. Yerde yatan bir çok ölü set bekçisinin cesedi var. Cesetler çok fazla yağan karın altında yok olmaya ve görünmezlik pelerini takmaya başlıyorlar. Ve birkaç ağaç da yanmış, o ağaçlar tüm yıl karın içinde de olsa Ker Yılanları onları yakabiliyor." dedi gözlerindeki görüntüyü izleyen mankurta karşı Uluğ Böke Şaman. "Neler oluyor Uluğ Şaman? Neden Orta Kıtalar ve nasıl çıktılar dışarıya?" diye meraklı bakışlarla sordu. "Onları neyin serbest bıraktığını bilmiyorum. Ama hem kilinlerin öldürülmesi hem de onların yeryüzünde olması tesadüf değil sadece onu biliyorum. Ve son bir şey geri kalan üç Kara Şaman seni arıyorlar.


Bir Kara Şaman öldürdün, bunun bir bedeli olacak ve oldu da bir çok Set Bekçisi bu bedeli ödedi evlat." dedi halen dışarıda olan biteni izlerken şaman. "Olan oldu şaman." dedi kestirip atmak istedi olanları. Net bir cevap vererek aslında ileride olacakları görmezden gelmek istedi mankurt. "Ne olursa olsun mankurt. Şunu asla unutma artık barış yok hem de hiç yok sadece yakında büyük bir yıkım var savaş var!" dedi ve gözlerindeki şematik yansıma yerini kendi göz rengini alırken Uluğ Böke Şaman. Kafasını aşağıya doğru eğdi. Bu durum onun pişmanlığının bir göstergesi değildi şüphesiz. Sadece barışı korumak için verilen onca yıldan sonra bir felaketin fitilini yakmak onu biraz da olsa üzülmesine sebebiyet vermişti. Hiç kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı;


- "Buraya neden geldiği mi biliyorsun değil mi?" dedi Mankurt kısık bir sesle.


- "Yada Taşınız tükenmek üzere ve onu bulmaya geldin Mankurt."


- "Mankurt Ata beni Taptuk Ata'yı bulup ondan yardım istememi söyledi."


- "Taptuk Ata Orta Kıta'nın benden sonra en bilgili kişisidir." dedi ufaktan gülümsemesiyle Uluğ Şaman. Sözlerine devam etti; "Dağ hanlığına gittiğinde sakın Ruh Kılıcını gösterme sakın! Yoksa geri dönülmez bir yola girersin. Onu en çok da Ay Hanlığının veziri Kunanbay 'dan gizlemeye çalış. Onun bir işler çevirdiğinden şüpheleniyorum. Yakın zaman da Ay hanlığında baykuş avına çıkıldı. Ve bir çok baykuşum öldü mankurt. Bu tesadüf olamaz. Bir şeyler saklıyor ona çok dikkat et." dedi kararlı ve net bir konuşma yaparak Uluğ Böke Şaman.


- "Onun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum. Ama artık gitme zamanı geldi." dedi ve ayağa kalkmaya çalıştı. Vücudunun bir bölümünü hissedemiyordu. İçindeki gücün yarısını kaybediyor gibi hissetti. Kalktığı gibi yatağın içine bir daha oturdu." Yarın sabah gidersin mankurt, henüz tam iyileşemedin dinlenmen gerek yat" dedi ve üzerine bir örtü örterek yukarıdaki yatağının yolunu tuttu Uluğ Böke Şaman. Üst kattaki yatağına giden merdivenlerini çıkıyordu. Dışarıdaki büyük Alabörü kurdun derin bir uluma sesi işitildi. Ses onu gecenin bu saatinde meraklandırmıştı. İki basamak çıkmıştı ki tekrar geriye doğru indi. Kapıya doğru yavaş adımlarla ilerlemesini sürdürdü. Kurdun dışarıdan hırlama şeklinde seslerin geldiğini duyabiliyordu. Kapıyı açtı ve kızgın boğaların kırmızı bir nesneyi görünce gösterdikleri kızgınlık gibi içeriye karla karışık rüzgâr girdi.


Şaman elinin tersiyle bu savaştan galip geldi. Hemen önünde tüyleri parıldayan tamamı kızıl renkte olan Alabörü duruyordu. Tam karşısındaki ağaçların oraya bakıyor ve hırlıyordu. Kendini iyice dışarıya doğru attı uzun sakalları rüzgarla oyun oynar gibi dalgalanıp duruyordu. Etrafa biraz göz gezdirdikten sonra bu sefer adımlarını Alabörü 'nün yanına gelerek yürüyüşünü sonlandırdı. Sol eliyle sırtında bir yukarı ve aşağı onu okşamasını sürdürdü. Bu esnada etrafa bakınmayı da ihmal etmiyordu. "Sakinleş kızım" dedi kısık ve sadece Alabörünün anlayacağını bir seste Uluğ Böke Şaman. Hırlaması az da olsa durmuştu. Ama ters giden sadece bu değildi. Ağaçların üzerinde baykuşların olmasına rağmen halen daha onlarla iletişim kuramıyordu.


Sağ elini kaldırdı "𐰀𐰴𐰦𐰆𐰺𐰀" (Akandora) dedi ve orada bulanan bütün baykuşlar Uluğ Böke Şaman'a doğru gelmeye başladılar. Üzerinde o kadar çok baykuş vardı ki başka bir taraftan bakıldığında ağaç gibi görünüyordu. Aralarından bir tane baykuş onun sağ elinin avucuna geldi ve kondu. Kafasını çevirdiğinde ise onun kör olduğunu anladı. Kafasını kaldırdı diğer uçan baykuşlara da bakınca onların da kör olduğunu gördü. Sağ elinde duran baykuşu yukarıya doğru kaldırdı ve o da uçmaya başladı. Arkasını döndü eve doğru ilerledi. "Sorunlarını beraberinde getirdin mankurt." dedi içinden Uluğ Böke Şaman. Kapıyı kapattı ve yukarıya doğru yatmaya gitti.


Loading...
0%