Yeni Üyelik
7.
Bölüm

"6.Bölüm 1.Kisim" Aryunt Ve Islık Oku

@mmsyazar

Soğuğun hükümdarlığı yeni başlamıştı. Yakın dostları kar ve rüzgâr Orta kıtanın kuzey bölümünden güney bölümüne ilerliyordu. Gittikleri her yerde acı, keder ve yoğun bunalma hissini de peşlerinden götürüyorlardı. Kendilerine emir veren bulutlar aşağıdaki gördükleri her şeyi öldürüyorlardı. Bu durum gittikçe büyümeye ve Orta Kıtanın her yerine doğru adımlarını sıklaştırarak ilerliyordu. Güneşin artık fayda göstermediği yerlerde acımasız kar kendini hemen hükümdar ediyordu. Yılın bu zamanlarında Ötüken ormanı sadece kar ne derse onu yapar hale gelmişti.


Ağaçların üzerlerine yapışan karlar her zamanki gibi kendilerini oranın hâkimi olarak görmeye başlıyorlardı. Kendilerini rahatsız hisseden güneş ışınları bu durumdan şikâyet edercesine hiçbir şeyi ısıtmıyorlardı. Özgürlüğünü ilan eden her kar tanesi aşağıdaki yoldaşlarına kavuşuyorlardı. Bazı hayvanlar kendilerini saklamaya çalışsa da bu istilacı güçlerden kaçamıyorlardı. Dağ hanlığına giden büyük patikanın ucu bucağı görünmüyordu. Yolun sağında ve solunda kanatları donmuş ve bazıları ise ölmeye yaklaşmış onlarca iye yerde yatıyordu. Kar kendini artık doğanın katili ilan etmişti. Yaşayan güçsüz canlıların canını almayı çok iyi bilirdi. Bu bir katliamdı. Kendi aralarında kadim dille ilgili birkaç kelime duyuldu. Ama kar ve soğuk buna izin vermeyecek kadar acımasız ve cani bir katildi. Yaşayan bazı iyeler yerin titrediğini ve bu titremenin artarak devam ettiğini anladılar. Ses yaklaştıkça karları bir oyana bir buyana dağıtarak gelen atın toynağı olduğunu anladılar.


Gelen atın kim olduğunu hatırlayan bazı iyeler güç bela da olsa kanatlanmaya başladı. Ama bazıları bunu başarırken bazıları bunu yaparken diğer kanatlarından da oldular. Donmuş kanatları hareket ederken çatırdadı ve oracıkta öldü. Yukarıya doğru zor da olsa uçabilen bazı iyeler Asutay'ın gelmesini bekledi. İyice yaklaştı ve kendi isteğiyle yavaşladı. Alabörü ona asla emir vermezdi. O da zaten bundan hoşlanmazdı.


Yorulduğu an da yavaşlar ve asil yürüyüşünü kâinatın topraklarına hissettirirdi. Yürüyüşü iyice yavaşlayan Asutay biraz daha ilerledikten sonra durdu. Alabörü onun bu duruşuyla etrafına baktı. Sağ eliyle boynunu yavaş ve belirli aralıklarla okşadı. Bundan o kadar hoşlanırdı ki aralarında ki dostluk daha da perçinleşmiş olurdu." Sakin ol oğlum. Biliyorum yoruldun." Dedi okşamasını sürdürerek. Etrafındaki olan biten hayli canını sıkmıştı. Yerde onlarca ölü bir şekilde yatan iyeler ona bu soğukla olan savaşın yeni başladığını tekrar hatırlattı.


Aşağı inmek için sol ayağını yukarıya kaldırdı. Kendini direk yere bıraktı. Sırtındaki yara iyileşmiş olsa da kara büyünün tesiri her an hissedilir gibi olurdu. Yerde yatan iyelere doğru gitti. Bazıları Asutay'ın kafasında uçup onu gördükleri için mutlu şekilde dönüp duruyorlardı. Eline aldığı iye halen daha sıcaktı. Yeni ölenlerden biriydi ama nasıl olurda bu kadar çok iye aynı yerde ölmüştü. "Sanki bir şey onların tamamını yere doğru saplamış ve yerde kalakalmışlar. Nasıl olur bu?" diye kafasını arkasına çevirerek Alabörü. Ayağa kaktı elindeki iyeyi yere hafifçe koydu. Asutay'a doğru gittiği esnada Asutay kişnemeye ve heyecanlanmaya başladı. İki ön ayaklarını yere doğru vurup vurup kaldırdı. Önündeki iyeler ise bu durumdan kormuş olacaklar ki uçup kaçtılar.


"Sakin, sakin oğlum. Neler oluyor sakinleş." Dedi endişeli ve meraklı bir şekilde mankurt. Yere her vurduğunda kalın ve tok bir ses Ötüken Ormanında yankılanıyordu. Ağır ve diğer atlardan daha büyük olduğu için çıkardığı her toynak sesi de güçlü bir ritim oluştuyordu. Yularını yakaladı iki eliyle her zamanki gibi kafasını kendi kafasına yakınlaştırdı. Hiçbir şey demeden Asutay'ı sakinleştirdi. Ne olduğunu anlamaya çalıştığı sırada arkasından ulu bir atın kişnemesi duyuldu. Mankurt duyar duymaz arkasını döndü sağ eliyle sırtındaki kılıcının kabzasını tuttu.


Bu kişnemeye Asutay'da cevap verdi. Organize şekilde karşılıklı birkaç kez kişnediler. Arkasını dönen mankurt büyük patikanın yukarı taraflarından kanatlarını açmış vaziyette aşağı doğru inen bir Tulparı gördü. At o kadar iyi bir şekilde süzülüyordu ki Akçaçamların üzerinde bekleyen baykuşlar heyecanla izliyordu. Tulpar yukarıdayken bir kez daha kanatlarını çırptı. Bu kanat çırpması yerdeki yığınla biriken karları kaldırıp savurmaya yetti. Yere doğru inen Tulpar kanatlarını bir nizam içinde kendine doğru kapattı. Sapsarı ve saçları beyaz olan büyük bir Tulpar Ötüken Ormanına inmişti.


Mankurt gördüklerine inanamadı uzun süre baktı ve bu durumun yaşanacağını biliyormuş gibi hafifçe gülümsedi. Mankurt bu olağanüstü ziyareti önüne doğru eğilerek gösterdi. Asutay ön ayaklarını kırarak kafasını aşağı doğru çekti ve Alabörü gibi o da eğildi. "Hoş geldiniz Tengrim. Sizi görmek bir lütuftur efendim." Dedi kafasını kaldırmadan yere bakarak heyecanlanan mankurt. Bir anlığına sessizlik oldu. Bu sessizlik yerini iyice yoktan bir sessizliğe bıraktı.


"İyi görünüyorsun Alabörü." Dedi Tengri Ürüng Ayığ Toyon bu ses yankılandığı her canlının başını döndürecek kadar kuvvetli bir tesire sahipti. Sesi işiten mankurt kendine gelemedi. Tüyleri diken diken olmuştu. Kafasındaki runik harfler parıldamasıyla yazarına selam veriyor gibiydi. İlk kez karşılaşmıştı hem mankurt hem de Asutay. Elleri kendiliğinden titremeye ve bu durum giderek artmaya başladı. Kendini durduramıyordu. Kalbi yerinde çıkıp asla bir daha geri dönmeyecek şekilde gitmek istiyordu.


"Teşekkür ederim Tengrim." Dedi hafifçe ve sesi pek çıkmadan söylemişti Alabörü. Tengri atından yere doğru indi. Onun inmesiyle birlikte yerde ölü olarak yatan bütün iyeler canlanmaya başladı. Canlanan her iye yeniden dirilişi kutlar gibi yukarıya doğru ışık saçarak uçmaya başladılar. Mankurt gelen sesin bu kadar heybetli olacağını asla kestirmedi. Eğik vaziyette kendini geriye doğru ilerlerken buldu." Kaldır kafanı Alabörü." Dedi sesinin desibeli Orta Kıtadaki hiçbir canlının ulaşamayacağı büyüklükteydi.


Kafasını yerdeki karların olduğu bölümden hafifçe kaldırdı. Kaldırdığı her anı her karesini saniyeler içinde kaydediyor gibi farklı renkte olan gözleri parıldıyordu. Ön ayaklarını eğik halden dik hale getirmeye başladı. Mankurt'un doğrulması onun da rahatlatmıştı. Ama içinde kopan fırtınalar gözlerinin içindeki aydınlıkla birleşince bir garip bakıyordu Asutay. Tulpar ırkının yaratıcısının karşısında olması onda bir daha unutmayacağı olayın tesirini yüklemişti. "Efendim bu gelişinizi neye borçluyum." Dedi bunu derken asla gözlerine bakamıyordu Alabörü.


- "Seni Dağ hanlığında bir yere gönderecekler. Ve sen de oraya gideceksin. Eğer gitmezsen yazgın seni bulamaz. Onun seni senin onu bulman lazım Alabörü. Yoksa..." dedi ve o büyük ve kulağa armağan şeklinde çıkan ses duraksadı. Ve sözlerine tekrar başladı." Her şeyin yazgısı buna bağlı Alabörü." Dedi Tengri Toyon. İki buçuk metre boyunda başında güneşin sembolize edilmiş tacı saçları ise beyaz ve uzundu. Baştan ayağa giyindiği göz alıcı elbisesi yere kadar ulaşıyordu.


Büklümlü ve yeşil beyaz tonlarında elinde yere kadar uzanan başında sağa sola iki yuvarlak mavi taş olan asasını tutuyordu." Tengrim nasıl herkesin yazgısı..." Dedi ve çok yakından bir kurt ulumaya başladı. Bu kurdun sesi çok yüksek ve tok bir sesti. Gözlerini bir anda açtı açar açmaz. "Nasıl yani rüya mıydı? Hayır, hayır kurttttt!" dedi sinirlenmişti Alabörü. Aniden kalmak istedi fakat sırtındaki yara yine nüksetti. Eliyle yaraya dokundu. Yaranın yüzeyi eskisi gibi tahriş olmuştu. Kafasını çevirdi. Uzun ve geniş bir masa on sandalye olduğu gibi duruyordu.


Sobanın sıcaklığı onu terletecek kadar yüksekti. Yavaş yavaş doğruldu. Alabörü ulumasını yine yaptı. Etrafta kimsenin olmayışı onu biraz daha rahatlatıyordu. Bir mankurtun böyle görünmesinin bir eksiklik ibaresi olduğuna inanırdı. Ayağa kalktı üzerinde yeni bir mankurt elbisesi vardı. Her mankurtun kıyafetlerinden atlarında birkaç tane bulunurdu. Büyük kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açmaya çalıştı. Ama kapı açılmadı yine zorladı fakat açılmadı. Ne olduğuna anlam veremiyordu. "Bu da rüya.


Hadi canım oradan" dedi saçmalar vaziyette Alabörü. "Bir kez daha denedi bu sefer açmıştı. Kapıyı açar açmaz dışarıdan gelen soğuk keskin oklar gibi vücuduna saplandı. Vücudu bir anlığına bile olsa soğuktan titredi. Asutay ayakta gördüğü Alabörü 'ye kafa sallamaya başladı. Birkaç kere art arda kişnedi. Onu böyle görünce sevincini saklayamadı. Patikanın hemen ucunda Alabörü patika doğru bakarak uluyordu. Onun bu halinden şüphelenir gibi oldu. Kurda doğru adımlarını attığı sırada kurt dönüp Alabörü 'ye bakmaya başladı.


Mankurt duraksadı ve ne zaman onu görse aynı duyguları yaşayacağını hisseder gibi oldu. Soyu tükenen ve çok nadir görünen bir Orta Kıta yaratığı karşısındaydı. Mankurta doğru adımlarını atarak geldi. Kendisine gelen kurda karşı tek yaptığı önünde diz çökerek onun gelmesini beklemek oldu. Önüne kadar gelen kurt mankurt kafasına doğru yaklaştı. Asutay'a yapıp onu sakinleştirdiği gibi Alabörünün kafasını tuttu. Kıpkızıl kıllarını tuttuğu esnada içindeki kelebekler heyecanlanmaya başladı. Kafasına doğru yakınlaştırdı. Alabörü alışık olmadığı için bir anlığına bile olsa hırladı ve dişlerini gösterdi. Mankurt bu olaya sessiz kalarak durdu. Evin arkasından bir bağırma duyuldu.


" Alabörüü arkaya gel "diye ses mankurta ulaştı. Ses onun hep duyduğunda sevindiği kişinin Uluğ Böke Şaman'ın sesiydi. Ayağa kalkarak evin arkasına doğru ilerlemeye başladı. Asutay'ın yanından geçerken eliyle onu da okşadı. Asutay onun bu okşamasından dolayı kendini ondan çekti. Kfasını da çevirmişti. Mankurta bakmak istemiyor onu Alabrüden kıskanmıştı." Hey bana bak oğlum. Sen ben de ayrısın dostum. Üzme beni " dedi mankurt gülümseyerek ve tatlı bir tonda. Evin tam arkasına doğru yaklaştığında. Sıralı halde elliye yakın yüzeylerinde farklı sembollerle dolu balbal taşlarını gördü.


İlk kez burayı görmüştü. Şşakınkığı ve hüznü bir araya karışmıştı. Ne hissettiğini anlayamadı. İiyce yaklaştığında ise daha çok balbal taşı gördü. Ayakta ona doğru bakan Uluğ şaman ve yanında bir elli boylarında balbal ustası duruyordu. İkisi de daha yeni kazılmış olan mezarın önünde duruyorlardı. Balbal ustası üzerine işlediği sembollerin son dokunuşlarını yapıyordu." Buraya gel mankurt" dedi Uluğ şaman. İlerlemesini sürdürürken bu kadar mezarın çokluğuna anlam vermedi. İyice yaklaştı usta yaptığı balbalı mezarın başına dikti.


-"Bitti Uluğ Şaman. Benden başka bir şey istiyor musunuz efendim." Dedi iki elinde de aletlerini tutarak usta.


-"Hayır sen gidebilirsin artık." Dedi ve avucuna 20 akçe bıraktı. Olanları şaşkınlıkla izleyen mankurt bir anlığına olanların ne anlama geldiğini anladı. Yüreğinin içindeki közleşmiş ateş yeniden yandı. Onun canını yakmaya ve hüznünü katlamaya başladı.


- "Burada yatanların hepsi Aryunt değil mi?" diye sordu soruların cevaplarını bildiği halde mankurt.


- "Evet evlat burada yatanların hepsi Aryunt." Dedi ve ekledi; "Buda..." der demez mankurt araya girdi.


- "Biliyorum şaman biliyorum Ayaz..." dedi ve bu sözler onun bir daha asla unutamayacağı şekilde yaralamıştı. Dizlerinin üzerine çöktü mezarın ucunda bekliyordu. Eliyle yeni kazılmış mezarın toprağını aldı. Ve elinde sıkarak yere bıraktı." Özür dilerim kardeşim. Özür dilerim... seni koruyamadım. Buna ben sebep oldum. Hepsi benim yüzümden old..." dedi son birkaç kelimeyi konuşamadı. Yüreğindeki yangın gözlerindeki yaşların yansıması oluşmuştu adeta. Uluğ şaman eğilerek omzuna dokundu." Kalk evlat kalk." Dedi kesik kesik çıkmıştı onun da sözleri. Ayağa kalkan mankurt ilk kez bu kadar acı bir duygu içinde kalmıştı.


-"Bu ayazın bilekliği. Onu yıllar önce sana vasiyet etmişti. Onu kurtardığın o gün gelmişti yanıma. Eğer ben bir gün ölürsem bu bilekliği ona ver artık onundur. Benim ruhumu taşısın." Diyerek anlattı ağır ağır bu sözleri. Kafasını kaldırdı gözlerinin içi yaşarmıştı. Ağlayamamak daha zordu onun için. Vücudunun her zerresini yasta gibi hissediyordu. Acısını unutturmuştu bu acı, bu daha kuvvetliydi.


-"Eğer bileklik seni seçerse senindir mankurt. Eğer bileğinden düşerse o seni istemiyordur demektir." Dedi ve elindeki açık yeşil tonlarda sıvı akan büyülü bilekliği mankurtun sağ eline taktı. İkisi de bu olayın nasıl sonuçlanacağını merakla beklemeye başladı. Bileklik derinin altına doğru girmeye başladı. Bilekliğin rengi mankurtun kolunun rengini almıştı. Biraz canını yaksa da bu olay en can yakıcı şeydi.


-"Artık ıslık oku senindir mankurt. Onun ruhu senin ellerinde yaşamaya devam edecek." Dedi onu tutarak evin önüne kadar getirdi. Asutay'ın yanına geldiğinde kılıcının içeride olduğu hatırladı. İçeriye doğru adımlamaya başlayan mankurtu Uluğ şaman durdurdu." Asutay'da kılıcın mankurt" dedi şaman. Mankurt kılıcı alıp arkasına yerleştirdi. Üzerine doğru atladı. Asutay Mankurtta ne kadar yakın olursa o kadar mutlu oluyordu. Şaman büyük kapının önünde durarak;" Dağ hanlığına gidince dikkatli ol. Ve Vezir Kunanbay'dan uzak dur. Ve benden selam söyle hem Taptuk Ata'ya Hem de Dağ Han'a.


Ha unutuyordum o ruh kılıcını kimseye gösterme. Şimdilik gizli kalması iyidir." Dedi Uluğ şaman. Kafası yerde Asutay'ın boynuna bakarak dinliyordu bunları. Kafasını kaldırdığında gözlerinin farklı renkte olması gibi duyguların da farklı tonlarda yaşadığı görünüyordu. Asutay'ı çevirdi ve Asutay kendiliğinden her zamanki gibi hızlanmaya ve patikayı geçmeye başladı. Dörtnala bir şekilde kıvrımlı olan patikayı geçti. Büyük patikanın önüne geldi.


Sağa doğru yönünü göstermeden dönen Asutay hızını tekrardan arttırmaya başladı. Mankurt artık geçmişi geçmişte bırakmasını ve önüne doğru bakarak yada taşını aramaya koyulacağını kendine birkaç kez içinden tekrarladı. Her adım attığında yer çatırdıyor gibi oluyordu. Asutay koştuğu sırada ordunun ayak sesleri gibi gürültülü çıkıyordu. Patikanın sonuna doğru dörtnala gelen Asutay giderek hızını düşürmeye çalıştı.


Hızı giderek azaldı ve artık normal şekilde yürüyordu. Mankurt onun yorulduğunu anladığı gibi geriye doğru hafifçe geriledi. Koşarken onu rahatsız etmesin diye tuttuğu yuları bıraktı. Bu şekilde giderken sabah gördüğü rüya aklına geldi. Sağına soluna doğru baktı ama ölmüş iyeler yoktu. Hiçlikten başka hiçbir şey görünmüyordu. Patikanın solundan bir an da boynuzları Kayın Ağacını andıran büyük sarı renkte bir Alasığın yola fırladı. Aralarında on metre var yoktu ki Asutay durdu.


Mankurt onu yine görmüştü. Gençken onu dondurarak avlamayı başarmıştı. Ona isminin ilkini veren kutsal canlı karşısındaydı. "Dağ Hanlığına eli boş mu gidelim Asutay." Dedi gözlerini Alasığın'dan almayarak mankurt. Alasığın bir süre bekledikten sonra sağa doğru ormanın içine girdi. Çok hızlı olduğu için bir anda oldu her şey." Hadi oğlum!" dedi mankurt bu çok sert ve kararlı bir emirdi. Asutay durduğu yerden sağa doğru girerek hızla sık ormanda bir sağa bir sola doğru koşmaya başladı. Alasığınların boynuzları güneş gibi parlardı.


Bu ışıltı onun nerede olduğunu gösterirdi. Sola doğru bakan mankurt sarı bir ışığın hızla Ötüken Dağına doğru gittiğini görüyordu. Asutay kendini sola doğru atarak ona yaklaşmaya başladı. İiyice yakalamışlardı. Işık hüzmesi gittikçe büyüyordu. Asutay durdu. Bunu daha öncede hatırlıyordu. Mnakurt hafifçe indi ve öne doğru eğilerek yürüdü. Sık Akçaçamların arasından ses yapmadan geçiyordu. Birkaç ağaç geçtikten sonra onu çok net görür hale geldi. O bakışma onun geçmişinde ki anılarını gözlerinin önüne gelmesine yardım ediyordu. Ayağa kalkmaya başladı. Alasığın bir açıklıkta duruyordu.


Kafasına gelen iyeleri uzaklaştırmak için boynuzlarını sallıyordu. Biraz daha yaklaşmak için sol ayağını öne doğru attı. Yaparken çok dikkatli davranıyordu. Ayaklarını yukarıdan düşen kar gibi hafif ve naif bir şekilde indiriyordu. Sağ elini avucunu yumru yaptı. Bu hareket sol elinde yay sağ elinde yeşil parlak bir ıslık oku meydana getirdi. Oku yaya taktı ve çekti. Ok iyice gerilmişti. Nefesini kontrol ederek nabzını yavaşlattı. Tam oku atacakken karşı taraftan başı 4 parçalı sivri gürz Alasığının karnına diğer başka gürz ise bacağına isabet etti. Bağıran ve yaralanan Alasığın sekerek kaçmaya çalıştı. Adımlarını her attığında yere kanlar fışkırıyordu. Mankurt Alasığın kaçmak üzereyken oku çekti ve bıraktığında dönerek ve ses çıkararak Alasığının kafasından girdi ve karşı akçaçama saplandı.


Ayakta biraz bekledikten sonra yere yığıldı. Mankurt ona doğru koşmaya başladı. Sağ eliyle bir kez daha yumru yaptığında ok ve yay kalboldu. Açık alana Alasığının yanına gittiğinde etrafına baktı. Bir anda yedisinin elinde başı 4 parçalı sivri gürz, en önde olanın ise elinde ucu gülle şekli ve üzerinde demirden sivri dikenleri olan gürzü ile on Erkenek bağırarak ağaçların yanlarından çıktılar. Mankurt hemen geriye çekilerek bekledi. Erkeneklerin en önünde duran uzun örgü sakallı , burnu büyük ve kemikli üzerinde demirden zırh giyinmiş olanı;" Durunnn!" diye bağırdı. Bu emir hepsini durdurmaya yetti. Hepsi de bir yetmiş boylarında, kalın parmakları ve elleri vücuduna oranla büyük bir şekilde görünen demirci olarak bilinen Erkenek halkındandı. Orta Kıta'da ki en iyi kılıçları zırhları onar yaparlardı. Namlarını bilmeyen yoktu.


-" Alabörüü kardeşimm ne arıyorsun burada?" diye sordu en başta ki Erkenek.


-" Asıl sen ne arıyorsun burada kardeşlerinle birlikte Çıngay." Dedi onları görünce gülümseyerek mankurt. İçlerinden biri koşarak ona doğru gelmeye başladı. Mankurt onun ellerini açarak gelmesini görünce eğildi ve o da ellerini açtı. Gelen genç bir erkenekti.


-" O Alabörü sensinn demekk abimin hayatını kurtaran." Dedi küçük olsada tok sesiyle birlikte.


-" O zaman sen de en küçükleri Ertuğ olmalısın." Dedi


-" Evet o benim. Abimi bir Albıstan korduğun için teşekkür ederim."dedi ve kendini geri çekerek diğerlerinin yanına gitti.


-" Uzun zaman oldu kardeşim seni görmeyeli. Sen olmasaydın bel kide ben şuan burada olmayacaktım."dedi Çıngay ve öne gelerek yanıan kadar geldi. Mankurt arkada bekleen bir Erkeneğin sırtında asılı kara tokmağı gördü.


-" Nereden buldunuz o tokmağı Çıngay" diye sordu mankurt.


-" Ötüken Ormanı eskisi kadar güvenli değil Alabörü. Hem de hiç güvenli değil. Bir karanlık sardı ormanı ve peşini asla bırakmayacak. O tokmağı yolda gelirken pis kokuyu takip ettiğimzde açık alanda bulduk. Ne olduğunu bilmiyoruz ama beyaz karların yerini kara bir büyüye bıraktığı yerde bulduk. Hiç iyi şeyler olmuyor Alabörü." Dedi meraklı gözlerle Çıngay.


-" Burada fazla gezmeyin. Direk köyünüze gidin . Seninde dediğin gibi artık Orta Kıta eskisi gibi değil. Alasığını da alın ve hemen buradan gidin." Dedi mankurt sözlerinde ciddiyet hakimdi. Son sözlerini söylemişti ki Ötüken dağından onlara doğru kırılan ağaç sesleri duyulmaya başlandı. Ses sadece gelmekle kalmadı yeri de sarsarak geliyordu. Akçaçamların kırılma sesini işiten mankurt ve Çıngay birbirlerine bakıp;" Başın, Alabörü parlıyor.


" Dedi ve tekrar sesin geldiği yöne baktılar." Hazır olun" diye bağırdı sesini işiten Erkenekler hepsi birden baltalarına sarıldılar. Mankurt gelenin ne olduğunu biliyordu. Ses iyice yaklaşmıştı yere düşen ağaçlar oldukça büyük ses çıkarıyorlardı. Son ağaç sağa doğru düştü. Ormanın içinden beş metre yüksekliğinde üç kafası olan bir Yelbeğen çıktı.


-"Hımmm bakın kardeşlerim burada kimler varmış. Bir mankurt bir de tadımlıklar." Dedi ortada duran baş.


-" Hey mankurt benim. Onların tadı çok güzel oluyor." Dedi sesleri oldukça rahatsız edici boyuttaydı. Mankurt sağ elinin baş parmağıyla orta parmağını şıklattı.


-" Ama kardeşim ben tadımlık sevmiyorum etleri pişmiyor. Mankurt beni..." dedi ve ona doğru gelen ıslık okunu kafasına yedi. Sözlerinin sonunu getiremeden sol gözünden giren ok arkadan çıktı. Mankurt diğer oku da hazırladı çekti ve attı. Ok hızla dönerek yelbeğene doğru gidiyordu. Yelbeğen bağırarak koşmaya başladı. Koştukça yer de sallanıyordu. Gelen oku başlarını eğerek kurtuldular. Sağ elinde tuttuğu büyük gürz Mankurta doğru savurmaya başladı. Erkenekler bu fırsattan ötürü ayaklarına doğru koşarak gürzle vurmaya çalışıyorlardı.


Gürz onun ayaklarını kesmiyordu. Ne kadar keskin olsada işlemiyordu. Büyük sağ ayağıyla birkaç Erkeneğe vurdu. Darbeyi alan erkenekler havada süzülüp karşı ağaçlara fırladılar. Çıngay , kardeşlerinin bu dumunu görüp hemen onların yanına koştu. Mankurt iki elinin de yumru yaparak bilekliği kapattı. Bir sağa bir sola yatarak gürzüden kaçmaya çalıştı. Kılıcını çekti ve gelen gürze doğru bir hamle yaptı.


Gürzün başında ki top şeklini ortadan iki ayırdı. Sol kolundan buzu çıkararak sol taraftaki kafaya ışın göndermeye çalıştı. Gürzün yarısı kaldırarak kendini savundu. Adımlarını attığı her an yerde o doğrultutda kayıyor gibiydi. Sağ taraftan süzülerek gelen Ruh Klıcı göründü. Yeleğen bunu beklemiyordu. Ortada ki kafa onu gördüğünde artık çok geçti. Ruh kılıcı ortada ki başın kellesini aldı. Ortadaki başını kaybeden Yelbeğen dizlerinin üzerine çöktü. Çökerken öyle bir güç ortaya çıktı ki mankurt bir zıplayıp zor ayakta kaldı. Dizlerinin önüne düşen yelbeğenin sool tarafta ki başı" Ne yaniii biz yenildik miii?"


dedi ve bu son sözleriydi. Mankurt kılıcıyla önüne doğru yüz üstü düşen son kelleyide kılıç darbesiyle aldı. Vücüdu yere serilen yelbegen son kelleside arkaya düştü. Ayakta bekleyen ve yere koyu kırmızı kan damlaları akan ruh kılıcına baktı ve;" Ben sana demedikçe çıkma! Şimdi kendini temizle ve asutayın yanına hemen!" dedi kızmıştı mankurt. Yerde ki kara kendini soktu ve kanını temizledi. Asutayın yanına giderek eyere girdi.


-" O gördüğüm şey hayır doğru bu mankurt?" dedi Çıngay korkmakla meraklı arasında kalarak.


-"Doğru gördün kardeşim o bir Ruh Kılıcı." Dedi ona dönerek.


-"Tabi yaa bunlarda Kara Şaman'ın tokmağı. Dur bir dakika sen bir Kara Şaman mı öldürdün." Dedi Çıngay ve gözleri inanılmaz derecede büyümüştü.


-" Bu aptallık bu delilik sen ne yaptın hayır kardeşim Kara Şaman öldürmek uğursuzluk getirir. Savaş getirir. Tengri Erlig bunu öğrediğinde neler olur düşündün mü ?" dedi biraz fazla çıkmıştı sesi.


-" Bana bak Çıngay bu seni ilgilendirez şimdi başka bir Yelbeğen gelmeden defolun gidin. Ruh kılıcından kimseye bahsetmeyin. Duydunuz mu beni" dedi bu öfkeli ve sert sözleri onları korkutmaya yeterdi. Çıngay kafasını salladı ve bunun çok kötü sonuçları olacak diye geçirdi içinden. " Asutay" dedi bu sesi işitir işitmez direk koşmaya başladı. Kokudan halen daha titriyordu. Mankurt üzerine oturdu onu geniş patikanın olduğu yere doğru sürdü. Asutay hızlanamaya ve dörtnala gitmeye başladı.


Geniş patikaya çıktığında hızını iyice artırdı. "Ne zamandır kanat çırpmıyoruz Asutay." Dedi siniri geçmiş ve kulağına eğilerek Alabörü. Asutay koşarken bu konuşması korkusunun yerini delice sevinmesine bıraktı. Koşarken bembeyaz kanatlarını açtı. Yolun tamamını kaplıyordu. Hızını iyice artıran Asutay kanatalrını çırpmaya başladı. Artık havadalardı. Çırpa çırpa Akçaçam ağaçlarını geçtiler yükselerek Dağ Hanlığına doğru gidiyorlardı.

Loading...
0%