Yeni Üyelik
11.
Bölüm

"7.BÖLÜM" Tigin Şenliği

@mmsyazar

Gökyüzü, Orta Kıta'ya tamamen küsmüştü. Bu durum aylardır kendini gösteriyordu. Kızgın mıydı? Yoksa üzgün mü? anlaşılmıyordu. Bazen yoğun bir şekilde beyaz arkadaşlarını gönderiyordu. Bazen ise asla sesi çıkmıyordu. Ama ne olursa olsun halen daha hakimiyet onun elindeydi. Yeryüzünün en belalı düşmanı her an aktif bir şekilde çalışıyordu. Kasvetli, haşin bulutlar güneşi gören veya hisseden olmasın diye gökyüzünü tamamını griye boyuyorlardı. Yeryüzüne de ayna tutmayı biliyordu. Orta Kıta'nın üst bölümü gökyüzü gibi griye çalıyordu. Her an bir yenisi aşağıya doğru emir almış vaziyette iniyordu. İndikleri yerde onlardan bir sürü vardı.

 

Üzerlerine düşen tek bir görev ise, yukarıdan aşağıya inip yaşayan her şeyi yok etmekti. Yine bir şeylere kızmış olacak ki sayısız kar taneleri yere hızlı bir şekilde iniyordu. Çağlayan bir ırmak gibi sonsuz bir şekilde katlanarak çoğalıyordu. Karların altına doğru gizlenen toprak ise bir hayli üzgündü. Yaşamın en önemli parçası artık üzerine kefenini giymiş ilkbaharda yeniden doğmayı planlıyordu. Ama Dağ Hanlığı kışa hiçbir zaman hasretlik duymazdı. Orta Kıta'nın en soğuk en kasvetli en bunaltıcı Hanlığıydı. Surlarının dibi yıllarca yağan ve asla erimeyen kar yumaklarından oluşmaktaydı. Yükseklikleri yerden on metreyi buluyordu. Duvarlarının bazılarında derin denilecek seviyede çatlaklıklar vardı. Üzerlerine yağan kar ise onların her an böyle yaşlı göründüğünün bir kanıtı gibiydi.

 

Surun büyük kapısının üzerinden aşağıya doğru sesler geliyordu. Bu sesleri aşağıdaki diğer askerlerde duydu. Kafalarını kaldırıp baktıklarında tek bir kişinin bağırdığını işittiler." Kalkkk uyannn.. kalksana lann kalkkkk" diye yanındaki uyuyan davulcu askeri uyandırmaya çalışıyordu. Ona bağırmayı sürdürürken bir yandan da aşağıya doğru bakmak için kafasını kaldırdı. Yanlış görmemişti, bu onu daha da telaşlandırdı. Kafasını geriye çektikten sonra tekrar yanındaki askeri kaldırmaya çalıştı." Uyansana lannn kalk da şu davulu çalll!" diye arkadaşına çıkıştı. Kollarını çapraz bir şekilde karnına götürmüş bileklerini de içeriye sokmuş bir vaziyette yatıyordu. Son bağırmasından sonra gözlerinin birini açtı diğeri halen kapalı açık arasında bir şeydi. Bir iki kere öksürdü.

 

Bu öksürmesi boğazından dışarıya doğru gri renkte daire biçiminde bir buhar çıkmasıyla sonuçlandı. Vücudunun kast katı kesilmesi onu bir hayli sinirlendirmişti. Kollarını açan asker ellerini bir araya getirip birkaç kere sıvazladı. Sonra ikisini de yan yana getirip içine üfledi. Ellerini boğazından çektikten sonra başında dikilen arkadaşına doğru baktı. Sinirliydi ama bunun tek sebebi onu kaldırması değil bir de dayanılmaz soğuktu. "Bu soğuktan da senden de bıktım be!" dedi gözlerini avalarken asker. Biraz sitemli bir konuşmaydı. Diğeri bu laflarına aldırmıyor arada aşağıya doğru bakıp tekrar ona doğru dönüyordu. Telaşlı hareketler sergilemesi yeni uyanan askerinde dikkatini çekti." Hey sana diyorum. Heheeeyy kime diyorsammm... Beni niye kaldırdın be adam." Dedi tekrardan bu sefer daha da kızmıştı.

 

- "Uyan artık be uyan çal şu davulu" dedi yerdeki askerin kolundan kaldırarak davulcu asker.

 

- "Ya sen delirdin mi? Ya da unuttun mu? Ben tehlike davulu çalan bir askerim. Sanki ne var da?" dedi ayağa kalkarak bakan davulcu asker. Kafasını aşağıya doğru götürdü. Surun altında bir şey görünmüyordu. İyice doğruldu ve aşağıya doğru baktı. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi oldu. Tüyleri diken diken olan asker davulun yanındaki tokmağı alırken düşürdü. Gözlerinin içindeki parlaklık onun ne kadar heyecanlandığının bir göstergesiydi. Birkaç kelime konuşmak istedi fakat sözcükler korkusuna karışır yok oldu. "Bu bir mankurt. Çabuk üç kere vur!" dedi önceden gören bekçi. İkisi de aşağıda atın üzerinde duran mankurta bakıp kan dolaşımlarını alt üst ediyorlardı. Tokmağı kaldırdı. Elleri ve bacakları bu kez kardan dolayı titremiyordu. Yukarıya kaldırdığı büyük tokmağı bir kez vurdu. Davulun üzerine yağan kar taneleri vurmanın etkisiyle sıçrayıp tekrar davulunun üzerine düştüler.

 

Bu ses uzun yıllardır duyulmuyordu. Dağ hanlığının şenlikli mutlu gülüşmeli havası tamamen yok olmuştu. Bir kere daha kakıdır sert bir şekilde vurdu. Bu ses hanlığının içinde yankılanmaya devam ediyordu. Az da gelen sesler yerini ufak ufak sessizliğe bıraktı. Son kez kaldırdı ve bu daha sert ve etkili bir vuruştu. Aşağıdaki kapı bekçileri birbirlerine bakıp soğuktan kızaran yüzlerinde bir anlam aramaya başladılar. Bir süre bakışma devam etti. Arkalarına doğru bakan bekçiler halkın işini gücünü bırakıp kafalarını büyük kapıdan girecek olana doğru çevirmişlerdi. Bazı çocuklar mahalle arasından koşarak geldiler. Gelen çocuklar büyük saray yolunun yanında kapıya bakıyorlardı. Kımız hanenin kapısı açıldı. Kapıdan bir çok dağ hanlığı esnafı ve sakinleri ellerinde kımızlarla çıktılar.

 

En son asasını yere naif bir şekilde vurarak ağır ağır adımlarla Taptuk Ata çıktı. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme görünüyordu. İyice kalabalığı açıp yolun ortasına doğru geldi. Kafasını çevirdiğinde sarayın balkonundan Vezir Baymünke'nin de oraya baktığını gördü. Askerlerin başında duran eski sayılacak ak saçlı asker;" Açın kapıyı!" dedi bu ses onlara biraz güven de verse dışarıda kinin ne olduğunu biliyorlardı. Kapının yanına doğru geldiler. İkisi birden olağanca güçleriyle açmaya çalıştılar. Önüne yığılan karlar açılmasını iyice zorlaştırıyordu. Zor da olsa kapı açıldı. Açan askerlerden birisi nabzının çok yüksek attığını hissetti. İkisinin de elleri ve vücudu titriyordu. Büyük kapı artık açılmıştı. Kapının açık hali hiçbir şeyin olmadığı beyaz bir resim gibi görünüyordu.

 

Kapının tam önünde bu resmi bozan Alabörü ve Asutay birlikte bekliyordu. Asutay kapının açıldığının görüp yavaş ve o alımlı yürüyüşüyle içeriye doğru adımlarını attı. Her attığı adımda o tok nal sesleri sessizliğe gömülmüş Dağ Hanlığında yankılanıyordu. Bekçi askerlerin önünden geçerken ak saçlı asker;" Dur bakalım "dedi Asutay'a doğru giderek. Alabörü sol elini beline sağ eline ise yuları almış vaziyette ona doğru bakıyordu." Atını arayacağız in aşağıya!" dedi sanki karşısında suçlu varmış gibi. Bu hitabet şekli bile mankurtların sevilmediğinin bir göstergesiydi. Alabörü aşağıya doğru indi. Bekçi askerin yanına geldi. "Bana bak asker! Benim atımı arayamazsın duydun mu beni." Dedi sadece ak saçlıya değil diğerlerine bakarak da söylüyordu bunu.

 

Alabörünün aşağıya inmesiyle birlikte fısıltıların sesleri artmaya başladı. Pazar meydanındaki her insan yanındakine bir şeyler söylüyorlardı. "O zaman sen de içeriye giremezsin. Haydi geldiğin yere geri dön!" dedi bu sefer alaylı bir konuşmaydı. Alabörü bu cümleler karşısında gözlerini dikti ve asla ondan ayırmıyordu. Ona doğru iyice yaklaşmak için bir iki adım attı ki onu durduran Taptuk Ata'nın bağırmasıydı.

 

- "Mankurt'u aramayın çekilin bırakın gelsin." Dedi biraz kapıya doğru gittikten sonra.

 

- "Başka zaman beyler. Ama kimseye söz vermeyin. "Dedi oradaki bütün askerlere göz dağı vererek Alabörü. Askerin yanından geçti. Asutay onun yürüdüğü görüp o da arkasından yürümeye başladı. Alabörü Büyük Pazar meydanının ortasında yürüyerek Taptuk Ata'ya doğru yürümesini sürdürdü. Asutay hemen onun arkasından kafasını bir sağa bir sola çevirerek ortama alışmaya çalışıyordu.

 

Alabörü 'nün sağındaki kalabalık kendi içlerinde solundaki de kendi içlerinde fısıldaşıyorlardı. Hepsini duymasa da bazı sözcükleri duyuyordu." Gerçekten de bir mankurt!" dedi ayakta sekiz yaşındaki çocuklardan biri. "Baksana gözrengi farklı... Alabör..." dedi Pazar esnafı, son birkaç kelimeyi kısık konuştuğu için yanındaki eşi anlamadı. Sonra kendisi devam ettirince adının ne olduğunu hatırladı. Önündeki iki çocuğu ve eşini geriye doğru birkaç adım attırdı." Kalabalığın içinden sesler yükseldi. Ayakta duran Dağ Hanlığı ahalisi kendilerine dokunan birini hissettiler.

 

Birkaç kişiyi de geçtikten sonra yolun ortasına atıldı. Herkes bu seslerin kimin çıkardığını o an anladı. Belinde tahtadan bir kılıç takılı, esmer kara gözlü yüzünde gülümsemesiyle Mankurtta doğru koşan Bumin'di. Mankurt bir anlığına duraksadı ve kendine doğru gelen çocuğa baktı. Bumin ona doğru koştuğu esnada halkın içinden babası da peşine çıkageldi." Bumin hayırr uzak dur ondan!" dedi kızgın bir ifadeyle. Babasının bağırarak koştuğunu gören Taptuk ata ona doğru elini kaldırıp onun durmasını sağladı. Mankurt yere doğru eğildi, kollarını açarak gelen Bumin'i kucakladı ve yukarıya kaldırdı. Yüzü esmer olmasına rağmen pespembe kesilmişti. Burnu adeta bir çileğe benziyordu. Kömür gözlerinin içi madenler gibi yanıyor ve parlıyordu.

 

- "Aaaaa sen gerçeksinnn. Sen bir Mankurtsunn." dedi gülerken ve heyecanlı bir biçimde Bumin.

 

- "Evet ben bir mankurttum. Sen de Dağlı bir yiğit gibisin..." dedi ona karşı gülümseyerek Mankurt. Onlara meraklı gözlerle izleyen babasının yanında eşi de belirdi. Dağ hanlığının askerleri kalabalığının önüne doğru geçtiler. Hepsi birden kılıçlarının kabzalarını tutup bir emir bekliyorlardı.

 

- "Biliyor musun? Ben mankurt olmak istiyorum. Olabilir miyim?" dedi dudaklarını büzerek Bumin.

 

- "Kılıcın var mı ?"

 

- "Evet varr.. Bak yanımda hem de...Dur göstereyim."

 

-"Vayyy ne güzel bir kılıcın var. O zaman sen küçük bir mankurt olabilirsin." Dedi kafasından çıkan şapkayı örterek Alabörü.

 

- "Gerçekten miii? Yaşasınnnn. Bak baba senin dediğin kadar kötü değillermiş Mankurtlar." Dedi mankurtun kucağından inerken Bumin. Heyecanlı bir şekilde babasına doğru koştu. Mankurt'un örttüğü şapka tekrar açıldı. Babası eğildiği gibi onu yukarıya kaldırdı. Babasının kucağında ona hayranlıkla bakmasını sürdürdü. Mankurt adımlarını atacakken etrafındaki askerler mankurta doğru yürüdüler. Etrafında bir çember oluşturdular. Kılıçlarının kabzalarını tutuyor fakat çekmemişlerdi. Sarayın kapısının olduğu taraftan bir ses yükseldi. Bu sesi duyan halk kafalarını mankurtan alıp sesin geldiği tarafa çevirdiler.

 

- "Dağ hanlığında ne işin var mankurt?" dedi yürümesini sürdürerek Vezir Baymünke.

 

-"O benim misafirim vezir. Ben çağırdım." Dedi asasını ortasında tutarak Taptuk Ata.

 

- "Tabi ki sizin misafiriniz Taptuk Ata başka kimin olabilir. Ama merak ediyorum da yıllardır Dağ hanlığına bir tane bile mankurt gelmemişti. Nedenini merak ediyorum." Dedi askerleri geçerek Vezir.

 

- "Ne zamandan beri benim işlerimi merak eder oldun vezir." Dedi tok sesi ve biraz öfkesi birleşmiş halde Taptuk Ata.

 

- "Burada mankurt istemiyoruz Taptuk Ata. Onlar uğursuzluk getirirler. Onun için kendi canını seviyorsan defol git bir daha da gelme!" dedi bu kesin ve net konuşması oradaki diğer askerlerin kılıçlarını yarıya getirmelerine sebebiyet vermişti. Etrafındaki kalabalık heyecanlı bir şekilde olacakları izliyorlardı. Mankurt kınından çıkan kılıçlarının seslerini işitti. Asutay arkasında onu izliyordu. Bir tehlike anında yine her zamanki gibi geriye doğru adımlarını attı. Heybenin içinden sesler ufak çaplı çıkmaya başladı. Taptuk Ata Asutay'a doğru baktı. Heybenin ağzında çıkmaya çalışan Ruh Kılıcının kabzasını gördü. Endişeli ve şüpheci bir bakış attı. (𐰽𐰀𐰴𐰃𐰣 𐰲𐰶𐰢𐰀) Sakın çıkma!" dedi Taptuk Ata.

 

Ruhsal bir konuşma olduğu için kimse duymamıştı. Ruhun diline yönelik yapılan bu konuşma onun dışarıya çıkmasını engellemişti. Ruh kılıcı çıktığı gibi yerine girdi. Herkes mankurta baktığı için onu görmemişlerdi. Vezir arkasını dönerek gitmeye başladı. Adımlarını yerde biriken karların üzerine sert bir şekilde basarak yürüdü. Mankurt ona doğru adım atmak isterken önündeki genç asker kılıcı sert bir şekilde çekti. Bu çekmesiyle oradaki insanlar bir anlığına telaşlandılar. Kılıcı çeken genç yeşil gözlü beyaz tenli hafif sakallı askerin elleri ve vücudu titriyordu. Alabörü 'ye nasıl kılıç çektiğini dahi anlamıyordu. Adımlarını ona değil de önünde tuttuğu kılıcıyla birlikte geriye doğru adımladı. Genç askerin önüne kadar geldi. Onun bu kadar korktuğunu hisseden mankurt adımlarını artık atmıyordu.

 

- "Senin nasıl vezir olduğunu bu halk biliyor mu Baymünke?" dedi bağırarak ve gözlerini üzerine dikerek. Bir anda durdu biraz bekledikten sonra arkasını döndü. Kaşlarını çatmış bir vaziyette ona doğru hızlı adımlarla geldi. Kılıcını çeken genç askerin yanından hızla onun önüne geldi.

 

- "Ne dedin sen?" dedi kızgın bir ifade bürümüştü Vezir Baymünke'nin yüzünü.

 

- "Ya her şeyi öğrenirler ya da sen sarayına geri dönersin." Dedi kendinden emin bir şekilde Alabörü.

 

- "Bu iş burada bitmedi mankurt. Bu iş burada bitmedi." Dedi biraz çekinerek Vezir Baymünke ve ekledi;" Dağılın herkes işinin başına. Sizde askerler geri çekilin." Dedi Baymünke arkasını dönüp hızlı adımlarla saraya doğru ilerledi. Askerler kılıçlarını kınlarına soktular ve geri çekildiler. Mankurtun önünde duran genç asker bir oh çekti ve kılıcını kınına soktu. Ama halen daha ürperiyordu gözleri büyümüştü. Diğer askerlerin yanına gitti. Mankurtun yanından geçerken mankurt;" Görevini yaptın evlat telaşlanma." Dedi gözlerinin içine bakarak Mankurt. Genç asker az da olsa rahatladı ve yanından geçerken başını salladı. Sağına doğru döndü mankurt karşısındaki Taptuk Ata'yı yıllardır görmüyordu.

 

 

- "Taptuk Ata'm" dedi gözlerinin içi dahi gülerken Alabörü.

 

- "Evlat. Hoş geldin "dedi bu kadar kısa konuşması bile Alabörü 'ye yetmişti. Hemen sarıldılar. Arkalarında halen daha dumanı tüten Kımız haneye doğru yürüdüler. Asutay arkalarından yavaş adımlarla diğer atların takılı olan ağacın yanına geldi ve durdu. Alabörü kımız haneye girdi arkasından asasını yere vurarak Taptuk Ata girdi. İçerisi yoğun bir şekilde kımız kokuyordu. On on beş masa ve yarısında Dağ hanlığının erkekleri oturuyordu. Gelen kişinin bir mankurt olması bazılarının içtiği kımız boğazlarından aşağıya gitmemesine sebep oldu.

 

Birkaç kişi onu tanıdı ve hızla dışarıya doğru yarısını bile bitirmediği kımızı bırakarak çıktı. Taptuk ata uzun masanın yanına doğru yürürken arakasını dönmeden;" Herkes dışarıya çıksın boşaltın burayı çocuklar." Dedi bu herkes tarafından olumlu karşılanarak;" Emredersiniz efendim" diyerek Kımız Haneyi boşaltılar. Taptuk Ata asasını uzun masanın arkasına geçtiğinde bıraktı. Asa hiç sallanmıyor ve hareket dahi etmiyordu. Bir yere yaslanmadan ayakta bekliyordu. Bir bardak dolusu kımızı doldurduktan sonra masaya oturan Alabörü' nün önüne bıraktı. Kendisi de bir bardak alıp karşısına oturdu.

 

- "Geciktin mankurt." Dedi Taptuk Ata sakallarını kaşıyarak.

 

- "Yolda gelirken birkaç sorunla uğraştım. Mankurtlar dakik değildir Ata'm" dedi hafif gülümseyerek Alabörü.

 

- "Neymiş seni bu kadar meşgul eden evlat."

 

- "Kara Şaman." Dedi çok sakin ve durgun bir ifadeyle Alabörü. Ve ekledi;" Şaşırmadınız. Her zamanki gibi biliyordunuz değil mi?"

 

- "Biliyordum evlat. Hem Gök Han buraya gelirken Ötüken ormanındaki kokudan rahatsız olup açık meydanda bir Ker ateş yılanını ölü bulmuş. Henüz kimse bilmiyor. Şenlikten sonra bir yere gitme Kağana her şeyi anlatmamız lazım.

 

- "Benim anlamadığım Kara Şamanlar Orta Kıta'ya nasıl çıktılar. Taş kapı Tengri Ülgen'in büyüsüyle kapatıldı. Bu imkânsız efendim"

 

- "Aslında Taş kapıyı koruyan sadece büyü değil." Der demez mankurt araya girdi.

 

- "Evet diğerini de biliyorum. Onu öldürmek imkansıza yakındır Taptuk Ata."

 

- "Kapıyı geçmeden dışarıya çıkamazlar. Ama bir yolunu bulmuşlar. O kapıyı dakikalarca açık tutacak kadim büyüler var. Ama kimse buna cesaret edemez. Kara kadim büyüler insandan bir şey almadan bir şeyler vermezler. Orta Kıta'da dört Kara şaman var mankurt. Onların varlığı Kapının açıldığı yönünde."

 

- "Peki kapı olmadan da yeryüzüne çıkamazlar mı?"

 

-"Hayır evlat Ker diyarına açılan tek kapı orası. Birini öldürdün keşke öldürmeseydin ama öldürdün. Şimdi diğer üçü senin peşine düşecek evlat. Ve bununla da kalmayacaklar. Eğer dediğimiz gibiyse yani Taş Kapı açıldıysa ve o onu korumuyorsa çok başka kadim ker yaratıkları gelebilir. Ve bu başka bir savaşın yolda olduğunu gösterir."

 

- "Öldürmek zorunda kaldım. Kilini öldürmüştü. Ve karşılaştığımızda yapacak bir şey yoktu. Ya o ya bendim Taptuk Ata." Dedi ve ekledi Alabörü.

 

- "Peki neden geldiler. Neden T. S'den yüz yıl sonra ortaya çıktılar. Ve neden Kilin?" diye sordu meraklı bir şekilde Alabörü.

 

- "Onları Orta Kıta'da hayatta tutan şey Kilin kanıdır. Onların biraz daha yaşayıp domuz donuna girmelerini geciktirir. Ama başka bir şey daha var Alabörü. O da Kilinlerin Gök diyarda yaşadıkları zamanlarda Ürüng Ayığ Toyon onların kalplerini yada taşıyla yaratır. Ve eğer kalplerini çıkarırlarsa yada taşlarının en büyüğü olan üçgen biçimli Tengri Erlig'in asasını bulabilirler. Çünkü her yada taşı efendilerinin yerini gösterir. Kara şamanlar bunu yapamazlar. Bunu ancak bir şaman yapabilir. Yani Alabörü yine Orta Kıta'da onlara yardım eden biri var. Bir hainimiz var. Ve hepsi birlikte Asayı arıyorlar. Tengri Erliğ asası olmadan Orta Kıta'da ruhu yaşamaz. Onu yaşatan yada taşıydı."

 

- "Kim buna cesaret edebilir Taptuk Ata?" dedi Alabörü sinirli tavırlarıyla.

 

- "Bilmiyorum. Alabörü." Dedi kafasını aşağıya doğru eğerek Taptuk Ata.

 

- "Uluğ Böke Şaman şey demişti. Ay Hanlığın da baykuş avına çıkılmış ve onun bütün baykuşlarını avlamışlar."

 

- "Vezir Kunanbay' mı? Hayır evlat o çok zekidir, sinsidir ama ihanet etmez."

 

- "Herkes, zaman gibi değişir demez miydiniz efendim."

 

- "Evet değişirler. Ama onu çok iyi tanıyorum. Bunu yapacak kadar aptal olamaz." Dedi Taptuk ata son yudumunu da içmişti. Mankurt elindeki bardağı bıraktığı anda dışarıdaki davulcu askerlin sağ taraftaki üç kere davula vurduğu duyuldu. Taptuk Ata ve mankurt birbirlerine baktılar." Deniz Hanlığı geldi Alabörü." Dedi ayakta duran asasını alıp Taptuk Ata. İkisi de Kımız hanenin kapısına doğru gittiler. Dışarıda inanılmaz derece kalabalık ve gürültü Pazar yolunda hakimdi. Kapıyı açıp dışarıya doğru baktılar. Büyük kapının açılmasıyla birlikte mavi savaş kıyafetleri ve yeşilimsi börk giyinen altı öncü birlik içeriye doğru girdiler.

 

İçeriye giren her atın sesleri birbirlerine karışıyordu. Üzerlerine yağan kar ve fırtına onların karizmasının katlanmasına sebep oldu. Altı askerlerin beşinin elinde mavi deniz üzerine işlemiş çakır kuşu ongunu bayraklar bulunmaktaydı. Bayrakların bazılarının bir yüzü tamamen karlarla mücadele etmekten bembeyaz olmuştu. Ortalarında beyaz atına binmiş komutan dik duruşuyla kendini hissettiriyordu. Sakallarının beyazlığı kardan değil de yaşlı olmasından kaynaklanıyordu. Yüzünün yarısı ise yanmıştı. Üzerinde çelikten bir giysi ve ayakkabılarının üzeri deri kaplıydı. Dağ hanlığı ahalisi onları karşılamayı da ihmal etmemişti. Bazıları Deniz Han diye bağırıyorlardı. Altı askerin ilerlemesi Taptuk Ata'nın önüne doğru geldiklerinde durmalarına sebep olmuştu.

 

Yüzü yanmış yaşlı komutan atından indi. Uzun ve iri yarı bir adamdı. Pazar halkının bazı çocukları onun bu halinden korkup geriye doğru saklandılar. Yürümesini sürdürdü. Ayağından çıkan sesler bir atın çıkardığı sesle aynıydı. Korkutucu hali onun yürüyüşüne bir değer katıyordu.

 

- "Sizleri gören gözlerim artık ölümsüzdür efendim." Dedi hafiften eğilerek. Onun eğildiğini görmek dahi onu uzun göstermeye yeterdi. Çok boğuk ve katı bir şekilde konuşuyordu. Biraz bekledikten sonra aynı pozisyonda geri kalktı.

 

" Hoş geldiniz Komutan Arat." Dedi Taptuk Ata kafasını biraz öne eğerek saygıdan. "Kapıyı açın!" dedi bu ses tonu dahi oradaki halkın yüreğine korku salmaya yeterdi. Atın üzerinde bayrak tutan askerlerden biri sesi işitir işitmez hemen atından indi. Elindeki bayrağı atının yanında delik şeklindeki yerine soktu. Hızla büyük arabanın kapısına ilerledi. Kapıyı çekerken bir an da yere düştü. Kafasındaki börk yere düştü. Halktan bazı çocuklar bu duruma kahkahalarla yanıt verdiler. Gülen çocukları gören asker bir anda kalkarak kapıya doğru tekrardan ilerledi. Kapıyı bu sefer açmıştı. Kafasını aşağıya doğru eğerek Vezir Timuçin indi.

 

Kısa boylu, hafif kirli sakallı gözleri kahverengi, kıvırcık saçları dağılmış vaziyette kapıyı açan yere doğru mahcubiyetini gösteren askerin yüzünü okşadı." Olur böyle şeyler oğlum hadi yerden börkünü al hemen" dedi ve gülümseyerek Taptuk Ata'nın yanına kadar geldi. Siyah yere kadar uzanan elbisesinin üzerinde Tengri Ülgen'in motifleriyle doluydu. Yüzüğü Çakır kuşunun sembolize edilmiş şekilde takılıydı. Kılıç asla kullanmazdı. Okçulukta en uzağa atma rekoru onun elindeydi. Orta Kıta'da ondan daha iyi ok kullanan bir vezir yoktu." Saygılarımla birlikte canım size feda olsun efendim" dedi başını aşağıya doğru eğerek Vezir Timuçin. Sesi oldukça naif ve kibar bir tavrı da beraberinde getirirdi. Beyaz tenli olması bu soğukta yanaklarının ve kulaklarının allığıyla daha da belirgin hale geliyordu.

 

" Sizi görmekte çok onurlu bir şey Vezir Timuçin." Dedi tekrardan kafasını eğerek Taptuk Ata. Kafasını kaldırdığında arkadaki bazı ahalinin başlarının hepsinin eğildiğini gördü. En arkadan onu gören herkes başlarını eğiyordu. Sıralı şekilde duran atların üzerindeki askerler halen daha bayrakları tutarak asla kımıldamıyorlardı. Yanlarından geçen Deniz Han'ı görünce başlarını eğdiler fakat bayrağı halen tutuyorlardı. Komutan Arat'tan daha uzun ve iri yapılıydı. Uzun sarı saçları ve ela gözlüydü. Sakalları uzun ve kızıla çalan bir renkteydi. Sırtında asılı uzun ve büyük bir yay takılıydı.

 

Yanında ise içinde onlarca ucu demirden oklar duruyordu. Üst tarafında önünde demirden bir zırh ve içinde kışlık üzeri deri işlemeli kıyafet giymiş vaziyette yürüyordu. Onun geldiğini gören Taptuk Ata belinin hizasından aşağıya doğru eğildi. "Hoş geldiniz Deniz Han'ım yüceliğinize toz değmesin efendim" dedi kafasını kaldırmadan. Çıt dahi çıkmıyordu herkes sustu ve olan biteni sadece duyuyorlardı." Hoş bulduk Orta Kıta'nın ulu veziri" dedi Deniz Han. Hafifçe eğildiği gibi kalktı." Uzun bir yoldan geldiniz efendim." Dedi zarif bir şekilde saygısını diri tutarak Taptuk Ata." Tatbiki yorulduk Taptuk Ata." Dedi bu ses onunkinden daha zarif bir şekilde çıkmıştı. Deniz Han'ın arkasından doğru çıktı. Onu son anda fark etti ilk başta görememişti. Etrafında toplanan kalabalık ona hayranlıkla bakıyordu.

 

Beyaz saçları ve güneş sarısı gözleri herkesi büyüleyecek kadar güzeldi. Beyaz teni ve güzelliği onun uzun boyuyla mükemmelliğine anlam yüklüyordu. Biraz daha yürüyerek Taptuk Ata'nın yanına kadar gelen Deniz Han'ın eşi Selenge Hatun'idi. Tengri savaşlarında yarısı kaybolan yarısı ise ölen Yukarı Dünya'nın Asar halkındandı. Taptuk Ata onu her gördüğünde şaşkınlığını ve heyecanını saklayamıyordu." Parlak bir güneş gibi bu soğuk Hanlığa ışık saçıyorsunuz Selenge Hatun" dedi heyecanlı bir şekilde gülerek çıkmıştı sözleri ağzından. "Teşekkür ederim Taptuk Ata." Dedi naif ve zarifliğini sürdürerek Selenge Hatun. Deniz Han arkasını döndü ve büyük arabanın olduğu tarafa doğru bağırdı." Haydi çocuklar" dedi bu sesi yine hayranlık duyulacak kadar gürültülü çıkmıştı. Arabadan bembeyaz kıyafeti yere doğru inen Şaman Tankutay indi. Kafası diğer Ak Şamanlardan farklı şekilde keldi.

 

Yuvarlak beyaz bir yüzü vardı. Sakalları veya bıyığı yoktu. Hiçbir Ak şaman sakal bıyık bırakmazdı. Kıyafetinin uzunluğu ayakkabıları dahi gizliyordu. Sağ elinin baş parmağında beyaz bir yüzük takıyordu. Davulunu ve tokmağını çağırmaya yarıyordu. Aşağıya doğru inen Şaman Tankutay kapıyı tuttu. İçeriden en büyükleri olan Tigin Saruca indi. Sarı saçlı ve ela gözleriyle Deniz Hanlığından olduğu apaçık ortadaydı. Babası gibi uzun ve sert bir mizaca sahipti. Yüzündeki beyazlığı ise Annesinden almıştı. Yirmi yaşına bu yıl girmişti. Alımlı bir şekilde yürüyordu. Arkasında uzun ucuna doğru kıvrımlı hale gelen kılıcı takmıştı.

 

Onun arkasından ise ilk inen on sekiz yaşlarında Tiginçe Beliz indi. Abisinin aksine beyaz saçlı ve güneş sarısı gözlüydü. Uzun boyu güzelliğiyle birleşince annesi gibi oluyordu. Saçlarının bir kısmını bağlamış vaziyette aşağıya doğru indi. Halkın gözlerinin tamamı Tiginçe Beliz'in üzerine çevrildi. Hayranlıkla dolu bakışları üzerinde hisseden Beliz utanarak abisinin yanına ilerledi. Son inen ise on yaşında Tiginçe Ece olmuştu." Heyyyy benn geldimm yok mu bir hoş geldin canım." Diye aşağıya indi. Sarışın fakat güneş sarısı gözleri onun farklılığı göze çarpıyordu. Abisinin ve ablasının yanından koşarak Annesinin yanına doğru koştu.

 

Onun yanına geldiğinde karşısında Taptuk Ata ona bakıyordu. "Tiginçem." Dedi başını eğerek Taptuk Ata. Bu selam vermesi Tiginçe Ece'nin çok hoşuna gitmişti." Ayyyy bu kibar beyefendi de kim?" dedi hafif cilveci tavırla Tiginçe Ece. Bu konuşma biçimi oradaki herkesi güldürmeye yetti. Ama Komutan Arat buna bile gülmüyordu. Ciddiyetini asla bırakmaması onu daha tehlikeli birine dönüştürüyordu." Ben Taptuk Ata Tiginçem." Dedi gülmesiyle karışık Taptuk Ata. "Hımm Babam senden bahsetmişti. Hikayelerin çok iyiymiş." Dedi biraz daha ona yaklaşarak Tiginçe Ece. Her konuştuğunda orada bulanan herkes hafifçe ve zarif bir şekilde gülüyorlardı." Evet hanımefendi size de bir gün anlatmak isterim." Dedi tavrını değiştirmeden Taptuk Ata. Gülerek başını salladı ve arkadaki büyük üzerinde Uçkuş motifli kapıya doğru koştu.

 

Taptuk Ata'nın arkasından biri bağırdı." Hoş geldiniz Deniz Han'ım" dedi sarayın hizmetlisinden biri. Ve devam etti sözlerine;" Buyurun efendim Şenliğin başlamasına çok az kaldı." Deniz han ve eşi önden yürümeye başladılar. Arkalarından Tigin Saruca ve Tiginçe Beliz onların arkasından ise Şaman Tankutay geliyordu. Taptuk Ata'nın yanından geçen her biri kafalarını aşağıya doğru eğerek saygılı bir şekilde Deniz Han'ı takip ettiler. Arkadaki hizmetli Taptuk Ata'nın yanına gelerek;" Efendim, Yanınızdaki Mankurt da şenliğimize davetli Dağ Han onun da gelmesini istedi." Dedi ve arkasını dönerek içeriye girdi. Mankurt bir anlığına duraksadı. "Benim şenlikte olmama gerek yok efendim yada taşımız azalıyor.

 

Mankurt Ata size gelmemi söyledi." Dedi ona doğru bakarak. "Biliyorum Alabörü. Yada Taşını bir tek sen aramıyorsun değil mi? Yada taşının nerelerde olduğuna dair bilgiler beni aşar. Ker Ormanında kadim zamanlarda dikili yazıtlarda yazabilir." Dedi ve arkasına baktı. Onu şüphelendiren bir şey olduğu belliydi. Asla konuştuğu zaman yarıda kesmezdi. Arkasına baktığında atların orada bir şey olmadığını gördü. "Belki de bir yanılgıdır" diye geçirdi içinden." Ama şimdilik şenliğe katıl sonra ben sana onu anlatırım." Dedi ve birlikte yürümeye başladılar.

 

Büyük kapıdan içeriye doğru ilerlediler. Kapı çok büyük ve altındandı. Önünde iki asker ellerinde uzun mızraklarla içeride nöbet tutuyorlardı. Uzun ve geniş ir alana açılıyordu. Altı yedi tane kolon sağında ve solunda dikili bir şekilde duruyordu. İçeride Dağ Hanlığının ahalisine ayrılmış masalarda oturuyorlardı. Uzun ve u şekildeki masa büyük salonun tam ortasındaydı. Bazı hanlıklar kendilerine gösterilen yere çocuklarıyla birlikte oturdular. Her şey hazırdı Dağ Hanının gelmesini bekliyorlardı. Salonun ortasında hem Hanlıkların hem de ev sakinlerinin çocukları oynuyorlardı.

 

Taptuk Ata ve Mankurt sol taraftaki boş bir masaya oturdular. İçeriye girmesiyle gözlerin bazıları Alabörü 'ye kitlenmiş şekilde duruyordu. Mankurt onlara doğru baktığı sırada karşı taraftan elinde bastonuyla birlikte Vezir Kunanbay geliyordu. İkisi birden saygı göstergesi olarak ayağa kalktılar. İyice yaklaştı ve bastonunu iki eline almadan önce gözlüğünü düzelti." Bakıyorum da gözündeki kanlanma geçmiş Alabörü." Dedi sakin bir şekilde Vezir Kunanbay. Hafif bir gülümsemeyle ona bakarak;" Evet Vezir Kunanbay geçti. Ama çok önemli bir şey değildi zaten." Dedi Alabörü.

 

- "Gerçi artık Mankurtlara güvenemiyorum. Malum olaydan ötürü." Dedi laflarının yarısında Taptuk Ata'ya da bakarak.

 

- "Daha önce de dediğim gibi Vezir Kunanbay bir mankurt asla öyle bir şey yapmaz." Dedi bu sefer sinirli tavır sergileyerek Alabörü.

 

- "Kızmana gerek yok Alabörü. Ama eğer ben haklıysam artık size güvenemeyiz. Ne yazık ki bu olay duyulursa size kimse güvenmez." Dedi net bir biçimde Vezir Kunanbay.

 

- "Merak ediyorum da siz neden kilini aldınız yanınıza hem ben onu gördükten kısa bir süre sonra sizde onu gördünüz. O kadar kısa sürede Ötüken Ormanını geçemez kaldı ki siz bana Adak Ormanında buldum dediniz." Dedi biraz daha kızgın bir ifadeyle.

 

- "Ne demek istiyorsun Alabörü. Yalan mı söylüyorum sana ne olduysa onu söylüyorum. Kiline gelince o hepimizin kutsalı onu orada bırakamazdım." Dedi sakin ve kararlı bir şekilde. Mankurt tam bir şey söyleyecekken salona Dağ Han ve Eşi girdi. Arkasında iki başlı bir balta takılı vaziyette yürüyordu. Her Han gibi o da uzun boyluydu. Kızıl saçları o kadar uzundu ki örgü biçimde örülmüştü. Kollarında demirden zırh bulunuyordu. Yürürken ki asaleti orada bulunan halkın ayağa kalkıp başının eğilmesine sebep oldu. Arkasından eşi İsenbike Hatun geliyordu. Siyah saçları kara gözleri esmer teniyle buluşunca alımlı bir Han eşi olduğunu göstermeye yeterdi. Üzerinde beyaz bir kıyafet yere kadar uzanıyordu. Küpelerinin uzunluğu boynunun uzunluğuyla eşitti. Yürüdüğü anda küpelerde sallanıyordu. Belinde takılı ince uzun hançerini düzelterek yürüdü.

 

Orada bulunan halkın bazıları onun gelişiyle büyülenmeye ve gözlerinin içinde i aydınlığı artırmaya çalışıyordu. Dağ Han'ın hemen yanında uzun boylu iki kılıcı arkasında kıyafeti tamamen siyah bir şekilde Deli Tigin yürüyordu. Kısa ve dalgalı kızıl saçları yüzündeki çiller onu diğerlerinden ayırıyor gibiydi. Hemen arkalarında onlara yetişmeye çalışan Tiginçe Bengi saçlarını düzeltmekle meşguldü. Annesinin arkasına doğru hızla geldi biraz hızlı yürüdüğü için kızıl saçları arkasından dalgalandı. Dağ Han'ın gelmesini bekleyen Vezir Baymünke o gelince koltuğunu çekti ve Dağ Han oturdu.

 

Yanına sırasıyla Eşi, Deli Tigin ve Tiginçe Bengi oturdu. Ortalarında duran koltuk boştu. Büyük kapı açıldı. İçeriye uzun ve kızıl saçlarının bazısı kar taneleriyle birlikte Tiginçe Asena girdi. Ayakkabılarının tamamı karlar içindeydi. Arkasından dört savaşçısı üzerlerinde bir büyük Alasığın tutuyorlardı. Arkasında takılı iki kılıcı da yerindeydi. Yürümesini sürdürdü ve uzun masanın sağ tarafında duran ailesinin yanına gitti. "Kızım geciktin." Dedi Dağ Han sert konuşmayı çok iyi başarıyordu." Biraz uzun sürdü ama yakaladım.

 

Benden kaçmaz baba." Dedi ve yerine oturdu Tiginçe Asena. Orada bulanan hizmetçilerin hepsi masalara yemek götürüyorlardı. Diğerleri ise kımız dağıtıyordu. Uzun U şeklindeki masaya kımızlar ve yemekler geldi. Vezir Kunanbay oturduğu yere gelen kımızı karşıda Taptuk Ata'nın yanındaki Alabörü 'ye doğru kaldırıp içti. Kafasını önce hafif bir şekilde yukarıya sonra ise aşağıya doğru indirdi.

 

-" Sen ona o sana kafayı takmış Alabörü" dedi Vezir Kunanbay'a doğru bakarak Taptuk Ata.

 

- "Bir şeyler saklıyor Taptuk Ata. Hem de çok kötü şeyler." Dedi gözleriyle Vezire bakarak Alabörü.

 

- "Biliyorsun ki o kilini Alaçebi öldürdü." Dedi bir anda çıkmıştı sözleri Taptuk Ata'nın hiç beklemiyordu Alabörü.

 

-" Nasıl efendim nasıl biliyorsunuz?" diye elindeki kımızı yere bırakarak Alabörü.

 

- "Ötüken Ormanına girdiğin andan itibaren seni takip eden Arçura sayesinde Alabörü." Dedi son damlasını içtikten sonra Taptuk Ata. Ve ekledi;" Kilini öldürürken Aryuntlar gelip engel olmaya çalışmış fakat hepsini öldürmüş. Kendi Kara atına ise bir çok ıslık oku isabet etmiş. Ama sonrası hakkında bilgim yok. Bir de Uluğ Böke Şaman'ın evinde kalmışsın. Yaranı o iyileştirdi. Sabaha kadar evin orada beklemiş. Bazı baykuşlarını kör etmiş ama olsun onun çok baykuşu var Alabörü. Bir de söylemeyi unutuyordum Islık oku sana geçmiş hayırlı olsun evlat." Dedi o konuşurken Alabörü şaşkınlıkla izliyordu olan biteni. Gözlerini fal taşı gibi açmış anlam veremiyordu. Gözlerinin farklı renkte olması o an daha belirgin hale geliyordu.

 

- "Neden Taptuk Ata?" dedi gözlerini ona dikmiş vaziyette Alabörü. Tam konuşacakken salona başında çift boynuzlu ortasında güneş motifli büyük altın tacı takmış vaziyette gelen Ay han göründü. Sakalları bembeyazdı. Kapkara gözleri ve kaşları vardı. Üzerinde yere kadar uzanan Kağan elbisesi ve Tengri Ülgen ve dokuz oğlunun motifleri sıralanmış şekilde süslenmişti. Uzun boyu ve heybeti salondaki her bir kişiyi etkiler nitelikteydi. Salondaki karmaşa bir anlığına yerini sessizliğe bıraktı. Herkes elindeki işi bırakıp ayağa kalktılar. Ve hepsi birden eğildi. Bütün Hanlıklar ve çocukları eğildi. Arkasından eşi Alangoya Hatun girdi. Gün Han'ın eşi Irmak Hatun'un ablasıydı.

 

Kıvırcık saçlarını dağıtmış şekilde ve küçük bir tacı kafasında Kağanın yanında gidiyordu. Arkalarından dört çocuklarının geldiği göründü. Üç tigin ve bir Tiginçe çocukları vardı. En büyük olanları Tigin Tuna güzel giyinimli kara kıvırcık saçları vardı. Sakalları biraz uzundu. Yirmi beş yaşına daha bu yıl basmıştı. Solak olduğu için kılıcı sağ tarafında belinde asılı bir şekilde duruyordu. Hemen yanında on sekiz yaşında Tigin Tümer yürüyordu. Diğerlerine göre daha kısa ve hafif kilosu vardı. Yüzü ve yanakları şişkin bir şekilde yürüyordu. Onun yanında ise sekiz yaşında Tigin Yıldıray yaşına göre daha olgun bir yürüyüşünü vardı. Ciddi bir tavırla sanki büyük adam gibi yürüyordu.

 

Kağan Ay Han'ın tek kızı Tiginçe Beyge ise Vezir Kunanbay'ın kucağında geliyordu. Herkesin ayağı kalkıp ona selam vermesiyle yerine gelip Uzun masanın tam ortasına Dağ Han ve Yıldız Han'ın ortasına oturdu. Yıldız Han oturduğunda bile herkesten uzundu. Kağan AY Han bile onun yanında uzun sayılmazdı. Halk arasında ona Yelbegen'in kardeşi yakıştırmasını yaparlardı. Sakalları Deniz Han gibi kızıl çıkardı. Uzun ve örgülü bir şekle sahipti. Masmavi gözleri ve uzun arkadan bağlı kumral saçlarıyla Kağanı selamladıktan sonra eşi Bengilay Hatun'un yanına oturdu. Onun yanında ise Tigin Barlıbay ve Tiginçe Aşina oturuyorlardı. Dağ Han ayağa kalkarak konuşmaya başladı;

 

- "Başta Kağan Ay han olmak üzere diğer Hanlar hoş geldiniz. Yeni doğan Tigin Çakırtunga için düzenlediğimiz şenliğimize geldiğiniz için saygılarımı sunuyorum. Ve Dağ hanlığının asil halkı siz de hoş geldiniz. Şaman Aspar Tigin Çakırtunga'yı buraya getir." Dedi konuşmasını bitirip oturdu. İçeriye uzun Bolu ve sakalı bıyığı olmayan üzerinde beyaz kıyafetli sağ elinin baş parmağındaki beyaz yüzüğüyle dikkat çekiyordu. Dağ Hanlığının Şamanı Aspar kucağında Tiginle geldi. Oturan Dağ Hanlığı halkı ayaklanarak bu sevince ortak oldular. Tigini getirip İsenbike Hatunun kucağına bırakıp Dağ Han'ın arkasına geçti ve ayakta bekledi. Şaman Asparın yanında duran Vezir Baymünke içeriye doğru gitti.

 

Hızlı adımlarla yürümesini sürdürdü. Mutfağın içine doğru girdi. Mutfak uzun bir dikdörtgen şeklinde onlarca hizmetli çalışıyordu. Kımız kazanının yanına gitti. Tepsiye kımızları dizen görevli kızı kenara çekip;" Ben doldururum sen git çağırınca gel götür." Dedi Vezir Baymünke. Eline aldığı beş büyük bardağa da kımız doldurmaya başladı. İçlerinden sadece kırmızı rengiyle kristal bardak farklıydı. Önce ona doldurdu ve kemerinden çıkardığı şişeyi içine döktü. Diğerlerini de doldurduktan sonra kızı çağırdı. Gelen kıza;

 

" Bana bak Dağ Han en çok bu bardağı seviyor ona bunu ver anladın mı beni?" dedi Vezir Baymünke dikkatli bir şekilde. "Anladım efendim." Dedi ve tepsiyi alıp Han'ların olduğu salona doğru gitti. Hepsinin önüne kımız bardaklarını bıraktı. Han'ların sonradan gelen kımızları yeni sağılmış ve daha çok taze olması için sonradan getirilirdi. Dağ Han'ın arkasına doğru geldi ve kırmızı kristal renkli bardağı önüne bıraktı. Geriye dönüp gidecekken;" Bakıyorum da sizin bardağınız farklı Dağ Han. Sizin huzurunuzdayız diye mi?" dedi gülümseyerek Kağan Ay Han.

 

"Olur mu Kağanım buyurun siz alın sizinkinde ben alayım." dedi aynı saygıyı bozmayarak Dağ Han. Elinde tepsiyle dönen kızın koluna girerek;" Sana dediğim bardağı Dağ Han'a verdin değil mi?" dedi meraklı gözlerle Vezir Baymünke." Verdim efendim ama Kağan kıskandı ve kendine istedi o bardağı hahaha" dedi kahkaha atarak kız." Ne saçmalıyorsun sen ya beceriksiz." Dedi salona kadar koşarak gelen Vezir Baymünke. Geldi ve Kağan Ay Han'ın önünde duran kımıza dokunmadığını gördü. Bir süre sonra elini bardağa götürdü. Havaya kaldırdığı anda herkes susmuş onu izliyordu." Yeni doğan Tiginimiz kutlu olsun" dedi ve gülerek bardağı ağzına götürdü. Vezir Baymünke tam bir şey diyecekken dışarıdan sesler oldukça gürültülü bir şekilde geldiğini işitti.

 

Büyük kapı onun oturduğu yerin tam karşısındaydı. Kağan Ay Han ağzına götürdüğü bardağı sesleri işittikten sonra masaya bıraktı. Bütün herkes kımızlarını masaya bıraktı ve seslere doğru kulak kabartmaya başladılar. Büyük kapının önünde duran askerler geriye doğru çekildiler. Kapıya yaklaşan bağırma sesleri giderek artmaya başladı. Yoğun bir haykırış artık kapının hemen dibinden geliyordu." Kapıyı hemen açın!" dedi Kağan Ay Han bu kesin ve net bir emirdi." Evlat başındaki kadim dil parlıyor" dedi Taptuk Ata kuşkulu bir şekilde." Hissediyorum Taptuk Ata dedi meraklandı ve ayağa kalkarak. İki asker direk kapıyı olağanca güçle açtılar. Kapıyı açan askerlere doğru dikkatli gözlerle bakan ahali iyice heyecanlanmıştı. İçeriye doğru giren birini gördüler. Yavaş adımlarla öksürerek içeriye girdi. Yüzünün sağ tarafında dört tane pençe yarası ve gözü tamamen içinden çıkmıştı. Sağ kolundaki yara iyice genişlemiş ve derin kapkara kılcal damarlar halinde kendini gösteriyordu. Durmadan öksürerek içeriye doğru girdi.

 

Öksürdüğü her an yerdeki fayanslara noktalar halinde kara bir kan tükürüyordu. Eğilerek girdiği salonda yavaşça kafasını kaldırdı. Sol gözü maviydi ama beyaz olan yerlerin hepsi kapkara kesilmişti. Onun arkasından koşarak Komutan Altantuya girdi. Mızraklarını yerde yatan yaralı askere doğru tutan nöbetçi askerlere" Hayırr çekin o mızrakları çabukk size emrediyorum!" dedi bağırarak ve yalvarır bir biçimde Komutan Altantuya. Nöbetçi askerler kafalarını Kağan Ay Han'a doğru çevirdiler. Kafasını aşağıya doğru eğen Kağan onların mızraklarını kaldırmaya yetti." Kağanım bu Barlas av bekçisi. Yaralı ve şamanın hemen bakması lazım" dedi gözlerinin içindeki biriken sularla birlikte Komutan Altantuya.

 

Kağan ayağa kalktı arkasına döndüğünde ayakta bekleyen AY Han şamanı Toygara;" Hemen müdahale et!" dedi kızgın bir şekilde. Şaman hızla yaralı bir şekilde duran Barlas'a doğru adımlarını attı. Tam U masasını geçecekti ki. Barlas öfkeli bir biçimde bağırmaya başladı. O her bağırdığında vücudu büyüyordu, kolları irileşen Barlas bağırmasını sürdürdü. Ayakları da irileşiyordu. Üzerindeki paramparça olan kıyafetleri vücudu genişledikçe yırtılıp sağa sola düşüyordu. Artık bağırmıyordu. Boyu iki metreyi bulmuştu.

 

Vücudunun her yeri kara uzun kıllarla kaplandı. Elleri artık uzun ince ve sivri birer pençeye dönüştü. Kafasını kaldırdığında dişlerinin uzun olanları dışarıda kalmış vaziyette köpek başı olduğu göründü." İtbarak!" dedi Taptuk Ata ayağa kalkmıştı. Heyecanlandığı için bir şey demiyordu. Orada eğlenen Dağ Hanlığı halkından bazı çocuklar ağlamaya bazıları ise bayılmaya başladı. Kağanın yanındaki diğer Hanlar bir anda ayağa kalktılar. Herkesin şaşkınlıkları korkularına karışmıştı. Elindeki asasının hareket ettiğini hisseden Taptuk Ata onu sıkıca tuttu." Yakalayınnn!" dedi Kağan Ay Han bağırarak emir verdi.

 

Yanındaki iki mızraklı askerden biri mızrağı ona sokmak için saldırdı. Mızrağın ucunu tutan Barlas onu tek hamlede kırdı. Mızrağı tutan askeri kendine doğru çekti ve uzun pençeleriyle kafasını boynundan kopardı. Onun arkasındaki masaya ve oturanlara doğru fışkıran kan herkese bulaştı. Salonun içindeki bağrışmalar artarak devam etti. Sağda ve solda oturan Dağ Hanlığı halkı Dağ Han'ın olduğu tarafa doğru kaçtılar. Diğer yanında duran asker saldırmaya kalktığında üzerine doğru sıçrayıp kafasını kopardı. Ağzında tuttuğu kafasını yere doğru fırlattı. "Ak Şamanlarrrr!" diye bağırdı Kağan bu onların hepsinin birden parmaklarının şıklatmasıyla son buldu. Hepsinin de sağ elinde ucunda yeşil tonlarda taşı olan tokmağı ve sol ellerinde ise Tengri Ülgen motifli davulları ortaya çıktı. Kafasını Dağ Han'a doğru çeviren Taptuk Ata onayı aldı. Yanındaki Alabörü' ye doğru bakarak;" Haydi evlat!" dedi.

 

Kafasındaki bütün kadim dille yazılı runik harfler parlıyordu. Arkasındaki kılıcını çekerek koşmaya başladı. İtbarak koşarak Kağan'a doğru koşmaya başladı. Kağan yerinden kalktı arkasından baltasını alarak onun gelmesini bekledi. Sağ taraftan gelen Mankurtu görmedi. Alabörü sol kolundan ona doğru bıçak gibi keskin dört tane buz gönderdi. Kafasına doğru giden her buz ona değip yere düştü. Kafasına hiçbir şey yapmamıştı. İtbarak koşmasını durdurdu ve arkasında ayakta bekleyen Alabörü' ye doğru koşamaya başladı. Herkes artık susmuş ve bu savaşa bakmaya başlamıştı. Mankurt kendisine doğru gelen İtbarağa doğru koştu. Bir köpek gibi koşmaya başlayan İtbarak yerde inanılmaz derecede ses çıkarıyordu. Alabörü ona yaklaştığı anda sol kolundan çıkardığı buzu birer tırmanma rampası olarak dikti.

 

İtbarak ona doğru zıpladı ama bu rampanın ucunda kaldı. Rampaya çıkan Alabörü yukarıya zıplayıp ters döndü. Aşağıya doğru düşerken kılıcını iki eliyle tutarak ona doğru dönen İtbarağın başından beline kadar keserek zemine indi. İtbarağın durduğu yerdeki rampa kapkara kana bulandı. İkiye bölünen İtbarak sağa sola doğru düştü. Bütün iç organları simsiyah sıvıyla doluydu. Kanları simsiyah bir şekilde yerdeki beyaz fayansların üzerine döküldü. Yerden kalkan Mankurt arkasını döndü. Yüzünün belirli kısımları kan olmuştu. Eliyle temizlediği kandan sonra Kağana bakarak başını öne eğdi. Sol kolu halen daha parlıyordu. Kılıcının ortasındaki küçük yada taşı söndü. Kafasındaki runik harflerde artık parlamıyordu.

Loading...
0%