Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@mmusedd

Güneş okul bahçesini aydınlatmaya başladığında, herkesin bir yerlere yetişme telaşı içindeydi. Lise 3. sınıfın ilk haftasıydı, ama ben hâlâ okulun devasa binasına ve bitmek bilmeyen koridorlarına alışamamıştım. Herkesin bir grubu, bir amacı vardı sanki, ama ben kalabalığın içinde kaybolmuş hissediyordum.

Zil çalmadan önce biraz hava almak için durdum. Bahçenin kenarındaki uzun ağaçlara baktım, sonra gözüm üst katlardaki geniş pencerelere takıldı. O anda, hızlı adımlarla geçen biri dikkatimi çekti. Yürüyüşü farklıydı; sanki buraya ait değilmiş gibiydi. O çocuğu daha önce hiç görmemiştim. Yüzü net değildi ama kıyafetlerinden ve hareketlerinden yeni biri olduğu belliydi.

"Kim bu?" diye mırıldandım kendi kendime.

Aramızda birkaç metre mesafe vardı ama o kısa an, sanki zamana yayıldı. Yabancı biri... Okulun sıkıcı rutinine yeni bir hareket katacak bir şeydi belki de. Onun kim olduğunu merak ederken, arkadan Zeynep’in sesini duydum.

"Ela! Seni nereye kayboldun? Derse geç kalacağız!"

Zeynep’in sesine dönüp baktım ve ona doğru yürümeye başladım. İçimde garip bir merak dalgası kabarmıştı. Okula yeni gelen o çocuk... Kimdi? Ve bu yıl gerçekten farklı olacak mıydı?

Zeynep’le sınıfa doğru yürürken, aklım hâlâ o çocuktaydı. Yeni gelen biri... Lise gibi herkesin birbirini tanıdığı bir yerde, bu pek sık yaşanmazdı. Zeynep bir şeyler anlatıyordu, ama söylediklerine pek dikkat etmiyordum. Sanki başka bir frekansta gibiydim, adımlarım otomatik, düşüncelerim dağınık.

Koridorlardan geçip sınıfın kapısına ulaştığımızda, içeri adım attığım an dikkatimi çeken ilk şey onun orada olmasıydı. Ege... Adını henüz bilmiyordum, ama işte oradaydı, sınıfın arka sıralarından birinde oturuyordu. Yanındaki boş sıraya sırtını yaslamış, pencereye bakıyordu. Sınıfta birkaç kişi onu süzüyordu ama o farkında değil gibiydi. Sessizdi, sakin... Sanki burada olmak onun için bir zorunlulukmuş gibi.

Zeynep yanıma yaklaştı, "Yeni çocuk, fark ettin mi?" diye fısıldadı heyecanla.

"Fark etmemek mümkün mü?" dedim, gözlerim hâlâ ondaydı.

"Adı Ege'ymiş," diye ekledi Zeynep, "Başka bir şehirden gelmiş, sanırım babasının işi yüzünden buraya taşınmışlar."

Yeni gelen biriyle ilgili bilgiler ne çabuk yayılıyordu. Lisenin en bilindik özelliklerinden biri buydu işte; bir an ortalık sessizdir, bir bakarsın, herkes her şeyi öğrenmiş. Yine de Ege hakkında duyduğum bu yeni bilgiler, onu daha da merak etmeme neden oldu. Hangi şehirden gelmişti? Buraya alışabilecek miydi? Ya da… o alışmak bile istemiyor muydu?

Ders başladığında bile onu düşünmeye devam ediyordum. Sınıfın arka sıralarına kaçamak bakışlar atarken, birkaç kez göz göze geldik. İlkinde kısa bir an sürdü, ama ikinci seferde bakışları sanki bana bir şeyler anlatıyordu. Bir şey saklıyor gibiydi; bir sır mı, yoksa sadece buraya yabancı olmanın verdiği bir tedirginlik mi?

Dersler su gibi akıp gitmedi, zaman yavaş ilerliyordu. Ege'nin varlığı, sınıfın havasını bile değiştiriyor gibiydi. Onunla ilgili bir şeyler öğrenmem gerekiyordu, ama nereden başlayacağımı bilmiyordum. Teneffüs zili çaldığında, herkes dışarı çıkmaya hazırlanırken, bir an Ege'nin sırasının önünden geçerken durakladım. Ona bir gülümseme gönderdiğimde bana sadece boş bakışlarla bakmıştı.

Bu durum beni gersede çok da üstünde durmadan sınıftan çıktım. Zeynep kantinde her zaman ki köşemizde oturuyordu. Yanına adımladım ve aynı sakinlikte oturdum. "Kızım Canerden bahsediyoruz dimi, farklı biri değil." masadakiler her zamanki gibi erkek muhabbeti yapıyordu. Caner okulun en çapkın tiplerindendi ve Gül ona resmen takıktı.

Arlarında bir şey olmayacağı gün gibi ortada olsa da Gül bir şekilde onu istiyordu. "Ay evet Zeynep, resmen bana gülümsedi, şaka gibi.."

Gül’ün heyecanlı sesi kantinin gürültüsü içinde yankılanırken, bir yandan onun hevesine gülümseyerek bakıyor, diğer yandan kafam hâlâ Ege’ye takılıyordu. Caner’in Gül’e gülümsemesi gerçekten bir şey ifade etmiyordu, bunu hepimiz biliyorduk, ama Gül her seferinde umutlanıyordu. O anda Gül’ün bu hayalleri için üzülmem mi, yoksa onun saf mutluluğuna sevinmem mi gerektiğini kestiremiyordum. Caner’in çapkınlığı ve kimseyle ciddi bir şey yaşamayacağını bilmek, Gül’ün bu heyecanını daha da anlamsız kılıyordu.

"Caner işte, Gül... Fazla kaptırma kendini," diye mırıldandım istemsizce. Ses tonum yeterince nazikti, ama içimde bir koruma hissi belirmişti. Gül’ün hevesinin bir gün hayal kırıklığına dönüşeceğini bilmek istemiyordum. Zeynep bana doğru dönüp kaşlarını kaldırdı, yüzünde her zamanki alaycı ifadeyle.

"Ela, sen de bir gün aşka düşeceksin ve işte o zaman bu kadar mantıklı konuşamayacaksın," dedi, hafif bir kahkaha atarak.

"O gün geldiğinde göreceğiz."

Gülün yüzünde bir gülümseme oluştuğunda gözlerim onun baktığı yöne kaydı. Caner ve ekibi bütün havalı halleri ile kantine giriş yapmıştı.

Caner, okulun en dikkat çeken tiplerinden biriydi. Uzun boyu ve fit vücudu, atletik yapısına vurgu yapıyordu. Kumral, hafif dalgalı saçları her zaman düzgünce taranmış olurdu, ama aynı zamanda doğal bir dağınıklıkla da karizmatik görünürdü. Gözleri koyu kahverengiydi; derin bakışları birçok kişinin dikkatini çekerdi, ama bu bakışlarda da bir oyunbazlık vardı. Sürekli bir gülümseme yüzüne yayılır, bu da onun rahat ve umursamaz tavrını tamamlıyordu.

Caner, özgüven patlaması yaşayan biriydi. Zekiydi, ama çalışkan sayılmazdı. Derslere gösterdiği ilgi pek yoktu; genellikle ilgisini çeken konular daha sosyal alanlarda olurdu. Herkesle arkadaş olabilen, her ortama ayak uydurabilen o çocuktu. Çapkınlığıyla ünlüydü; flörtöz konuşmaları, göz kırpmaları ve yüzünde hiç eksik olmayan hafif muzip bir gülümseme, birçok kızın ilgisini çekerdi. Ancak bu ilişkiler derinlikten yoksundu, çünkü Caner kimseyle uzun süreli bağ kurmazdı.

Kıyafetlerine özen gösterir, genellikle şık ama rahat giyinirdi. Jean pantolonları, tişörtleri ve üzerinde sık sık gördüğümüz deri ceketiyle her zaman cool bir görünüm sergilerdi. Sanki her zaman her şeyin kontrolündeymiş gibi bir havası vardı. Ancak bu dışarıdan görünen güvenin altında ne yatıyordu, kimse tam olarak bilemezdi.

Diğerlerinin de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Okulun nerdeyse tüm yakışıklı tipleri onunla takılırdı. Hep beraber futbol yada basketbol oynarlardı. Birkaç saniye sonra Ege de kantine girdiğin pür dikkat ona baktım.

Uzun boyluydu, güçlü omuzları ve atletik yapısı onun fiziksel olarak dikkat çekmesini sağlıyordu. Siyah saçları, hafif dalgalı ve dağınık bir şekilde alnına düşüyordu, sanki saçlarını önemsemeden bırakmış ama bu bile ona doğal bir cazibe katıyordu. Yüz hatları keskin, belirgin elmacık kemikleri ve köşeli çenesi vardı. Ancak onu asıl ilginç kılan gözleriydi. Gözleri, durgun ve dikkatli bakışlar taşıyan açık ela renkteydi, derin düşüncelerini saklar gibi sessizdi ama aynı zamanda her şeyi gözlemliyormuş hissi veriyordu.

Egenin Caner ve diğerlerine selam verip onların yanına oturması beni şaşırtmııştı. Kızlara döndüğümde onlar da şaşkın bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı.

Ege'nin Caner ve grubuna katılması gerçekten şaşırtıcıydı. Sınıfta tek başına oturan, gözlerinden yalnızlık akan birinin bu kadar çabuk bu popüler grubun içine dahil olması beklenmedik bir şeydi. Zeynep, şaşkınlığını gizleyemeyerek hafifçe güldü, "Şimdi işler ilginçleşmeye başladı," dedi, gözlerini Ege ve Caner’e dikerek.

Gül ise bu durumu hemen bir fırsat olarak görmüş gibiydi. "Ege de mi onlarla takılıyor? Belki Caner’le daha çok vakit geçirebilirim," dedi heyecanla. Gözleri ışıldıyordu. Ege’nin varlığı, Gül’ün Caner’e ulaşmak için yeni bir yol gibi görünüyordu.

Ama benim aklım farklı bir yerdeydi. Ege'nin bu kadar hızlı bir şekilde Caner'in grubuna dahil olması, onun göründüğünden daha fazlası olduğunu düşündürüyordu. İlk izlenimimde sakin, mesafeli ve yalnız gibi görünmüştü, ama belki de bu, dışarıya gösterdiği bir maske miydi? Belki Caner ve arkadaşlarıyla zaman geçirmek, onun gerçek yüzünü görebilmemiz için bir fırsat olurdu. Ancak bu ani yakınlık beni de tedirgin ediyordu.

Caner grubuyla her zamanki gibi gülüp şakalaşıyordu, ama Ege, onların arasındayken bile sessizliğini koruyordu. Gözlerini ara sıra kantinde gezdiriyor, kimseye odaklanmadan, dikkatini bir şeye veriyormuş gibi görünmüyordu. Yine de oradaydı, bir şekilde bu grubun içinde, ama hâlâ onlardan bir parça değilmiş gibi duruyordu.

Zeynep, dikkatimi dağıtarak omzuma hafifçe vurdu. "Ela, farkında mısın? O çocuk buraya pek uymuyor gibi, değil mi?"

"Fark ettim," dedim, gözlerimi Ege'den ayırmadan. "Ama neden bu kadar hızlı bir şekilde Caner’le takılmaya başladığını anlamıyorum. Onun tarzına hiç benzemiyor."

"Belki de Caner'in grubu ona bir tür kalkan görevi görüyor," dedi Zeynep düşünceli bir şekilde. "Yeni bir ortamda kimse yalnız kalmak istemez sonuçta."

Bu sözler bir anlamda mantıklıydı, genede aralarında bir bağ olduğunu düşünüyordum. Kızlar kendi aralarında konuşmaya devam ederken istemsizce onların olduğu tarafa baktım. Göz göze geldiğimizde kalbimin hızlanmasıyla bi anlık ne yapacağımı şaşırmıştım. Hızla önüme döndüğümde yanaklarımdan alevler çıkmaya başlamıştı. Zilin çalma sesini duyduğum an hışımla kalktım.

Kızlar bana tuhaf bakışlar atsada onları umursamadan kantinin çıkışına ilerledim. Birine çapmamla yere düşmem bir olduğunda. Başımı kaldırdığımda bana kızgın gözlerle bakan Caneri gördüm. "Önüne baksana." demişti sert bir sesle Ege onu geri iterek konuştu. "Sakin ol." dedi düz bir sesle bana elini uzattığında ne yapacağımı şaşırmıştım. Hızla toparlanıp elini görmezden geldim ve ayağa kalkıp sınıfımın katına çıktım.

Sınıfa doğru yürürken kalbim sanki yerinden çıkacak gibi atıyordu. Sınıfa girdiğim gibi sırama oturdum, herkes yavaş yavaş sınıfa girerken Ege de onlaral birlikte girmişti. Sakin adımlarla yanımdan geçip sırasına oturdu. 'Ona bakma Ela.' kendi kendime söylediğim şeye sadık kalmaya çalışıyordum. Zeynep yanıma gelip oturduğunda soran gözlerle bana bakıyordu.

"Ne oldu sana Ela?" ona gülümseyip başımı olumsuzca salladım. "Hiç bir an midem bulandı." ona yalan söylemmek istemezdim ama bazen mecbur kalıyordum. "Emin misin betin benzin atmış?" elimi koluna koyup konuştum. "İyiym gerçekten minik bir mide bulantısı sadece." bana bir süre bakmıştı sonunda ikna olmuş olacak ki odağını başka yöne çevirmişti.

Sonunda ders bittiğinde Zeyneple kantinde oturmak yerine dışarıya çıkma kararı almıştım. Geniş okul bahçesinde öğrencilerin oturması için ayrılan çimenliğe yöneldim. Sürekli oturduğum ağacın altı boştu, orada oturup biraz da olsa sakinleşebilirdim. Ağacın altına oturduğumda etrafı incelemeye başladım. Bir çok kişi dışarıda muhabbet ediyor, kahkahalar atıyordu. Sevgililer cilveleşiyor, benim gibi yanlızlar köşelerine çekilmiş kitap okuyordu.

Ama ben... Kitap okumak yerine sürekli etrafı gözlüyordum. Aklım Ege'deydi, ama bunu Zeynep'e bile itiraf edemezdim. Düşüncelerimden kurtulmaya çalışırken, uzaktan tanıdık bir silüet gözüme çarptı. Ege, bahçenin diğer ucunda tek başına duruyordu. Ne popüler grubun yanındaydı ne de başkalarıyla konuşuyordu. Sanki o da benim gibi kalabalıktan uzaklaşmak istemişti. Gözlerim bir an onunla buluştu. O an kalbim yine hızlandı.

Bir an için bana doğru yürüyeceğini düşündüm ama sonra yönünü değiştirdi ve okulun arka tarafına doğru ilerlemeye başladı. İçimde bir dürtüyle yerimden kalktım. Nedenini tam olarak bilmiyordum ama onu takip etmek istedim. Sanki peşinden gitmem gereken bir gizem vardı, beni çekiyordu. Ayaklarım beni farkında olmadan o yöne doğru sürüklüyordu.

Kendime, sadece biraz temiz hava almak için dolaşıyorum diye fısıldadım. Ama derinlerde, aslında Ege hakkında daha fazla şey öğrenmek istediğimi biliyordum.

Okulun arka tarafına geldiğimde, Ege'yi bir duvarın kenarına yaslanmış, sessizce uzaklara bakarken buldum. Kendini tamamen izole etmiş gibiydi. Adımlarımı yavaşlattım, ne yapacağımı bilmeden duraksadım. Onun yanında görünmek, aslında ne kadar garip bir şekilde ilgimi çektiğini açığa vurabilirdi.

Fakat geri dönmek de istemiyordum. Bir süre orada öylece durduk, birbirimizden habersiz, ya da belki o beni fark etmişti ama belli etmiyordu. Sessizliği bozmak için dudaklarımı araladım, ama tam o anda Ege, hafifçe başını çevirip gözlerini bana dikti.

Birbirimize sadece birkaç saniye baktık ama bu an bana saatler gibi geldi. Derin, anlamını çözemediğim bir bakıştı. Kafamda dönen soruların hiçbirini soramıyordum. "Merhaba," demek için cesaretimi topladım, ama kelimeler dudaklarımdan dökülmeden önce Ege hafifçe gülümsedi.

"Burada ne yapıyorsun?" diye sordu, sesi tahmin ettiğimden daha yumuşaktı. Gözlerinde hâlâ o çözemedigim derinlik vardı.

"Şey… Sadece biraz yürüyüş yapıyordum," dedim, cümlemi toparlamaya çalışarak. İçimdeki heyecanın beni ele vermemesini umuyordum.

Ege, yüzünde hafif bir merak ifadesiyle beni süzdü, sonra uzaklara tekrar baktı. "Bazen kalabalıktan uzaklaşmak iyi gelir, değil mi?"

Onunla konuşmak beni çok heyecanlandırsada olabildiğince sakin kalmaya çalışmıştım. "Evet, bazen iyi geliyor."

Bakışları bana döndüğünde yyüzümde oluştuğunu fark ettiğim gülümsemem solmuştu. Sanki yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hissetmiştim. "Ben.. gitsem iyi olacak." dedim ve hızla arkamı döndüm. Bir kaç adım atmıştım ki sesini duymamla durdum. "Adın ne?"

Yüzümde beliren gülümsemeyi görmediği için şanslıydım. İfademi düz bir hale getirerek ona döndüm. "Ela." bana bir kaç adım atığ elini uzattı.

"Ege."

 

Loading...
0%