Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1: ŞAHSİYET

@monafesa

 

 

MERİH KARAHAN

 

 

21 Ocak 2023

 

 

Alsancak, İzmir

 

 

 

Kesif bir soğuk kokusu vardı. İçe çekilen her soluk, boğaz yakıyordu. Günün son ışıkları, tortu gibi şehre çökmeye hazırlanan gecenin altında ezilmişti; ufuk çizgisinde göz kamaştırıcı bir cümbüş vardı.

 

Paketteki son tütünü dişlerimin arasına kıstırırken, ceplerimi kurcalıyordum. Başımda ince bir ağrı vardı; şakaklarıma aksediyordu. Pantolonumun arkasında bulduğum gazı bitmiş çakmağı üçüncü denemenin sonunda yakmayı başarıp, yabani otların arasına fırlattım. Saklandığı inine gelen bu beklenmedik saldırıyla kaldırıma zıplayan kara bir kedi, irkilmeme sebep olmuştu. Son sigaram neredeyse bu sıçrayışa kurban gidip elimden devrilecekken, kendi kendime sövdüm.

 

Fakat uzun sürmedi; ceketimden ses yükselince hızlıca telefonu çıkarıp kulağıma tuttum. Karşı kaldırımdaki ihtiyar kitabevinin tabelasındaydı gözüm. Vitrinin arkasında gezinen genç kızın silueti, bu mesafeden dahi kolaylıkla seçilebiliyordu.

 

"Olağandışı bir durum var mı?"

 

Soruyu yanıtlamadan önce bekledim. Şüphe uyandırıcı bir hareket yakalayabilmek için dükkanın içinde gezinen kızı izliyordum. İlerde umulmadık bir pürüz doğurmasına ve itibarımı zedelemesine göz yumamazdım. "Şimdilik temiz ama nabız ölçmek gerek."

 

Telefonun ucundan sıkıntılı bir nefes üflendi. "Yüzüğü biliyor oluşu çok şüpheli bir durum. Daha önce nerede görmüş olabilir? Yoldaşlar'dan birisini tanıması da imkansız. Başka derdimiz yokmuş gibi bir de soyu sopu belirsiz veletlerle uğraşıyoruz. Ne bu kızın olayı, derhal öğren. Tehdit sezdiğin an gerekeni yap. Güveniyorum sana."

 

Bir lahza sessizliğe el sürmeyerek, bu kısa anın tadını çıkardım. Son cümleyi bu sesten duyabilmek için adeta yıllarımı vermiş, gençliğimin bir kıyısını feda etmiştim. Yalnızca bununla da kalmayıp, şahsiyetime yamalanmış bir karakteri senelerce taşımıştım. O kadar uzun zamandır bu kişiydim ki büsbütün ufalanmış, kendimden azalmıştım.

 

Yaşadığım buruk zafer dilime gereğinden fazla ket vurunca, telefonun ucundaki adam yersiz bir telaşa kapılıverdi.

 

"Orada mısın? Sesim geliyor mu?"

 

Renksiz bir düşten uyanırcasına, silkelendim. Göğsümde yeşeren yoğun alayı bastırmak için üstün bir çaba sarf etmem gerekmişti. "Geliyor, efendim, sizi duyuyorum. Gözüm kızın üstünde, bir an olsun ayırmıyorum."

 

Ansızın yeryüzüne doğru raks eden beyaz taneler, bir anlığına dikkatimi dağıttı. Ayakkabıma çarpan ince kar taneleri hızlıca eriyor, suya evrilerek dağılıyordu. Birden dükkanın kapısı aralandı; sokakta tiz bir zil sesi çınladı. Genç kız elini aralıktan uzatmış, buruk bir tebessümle avucuna devrilen taneleri seyretmeye başlamıştı. Başı bir yük gibi pervaza yaslı; uzun saçları koyu bir perde gibi yüzüne çekiliydi. "İrdeleyeceğime emin olabilirsiniz. Bir tehdit sezersem eğer, verdiğiniz emri tereddütsüz yerine getireceğim."

 

Adam, böyle birisini kendisine ram etmenin verdiği pür bir keyifle kesik kesik güldü. Kız, üşüyerek içeri girince çanın sesi yeniden duyuldu. Camın ardında kaybolmuştu. "Sendeki o tek göz herkesi sollar. Canavar gibi çocuksun."

 

Çelimsiz bir gülüş bahşedip telefonu kapattım. Zar zor kendisine bir yer edinmiş olan dudaklarımdaki gülümseme hoşnutsuzlukla gölgelenmişti. Ama sabretmeliydim; çok yaklaşmıştım, artık resmen varmak üzereydim. Yüzeye çıkabilmek için çırpınan özümü bastırmak zorundaydım; çünkü altı sene önce olduğu gibi beni gafil avlayabilecek bir vicdan saklıydı onda.

 

Ama kendi sesime sağır kalamazdım. Duyabiliyordum; yine aynı vicdan, kızın masum olmasını arzuluyordu.

 

Kendi sonunu getiren tütünden bir soluk daha içime çekip ayağımla ezdim, yaslandığım kaportadan uzaklaştım. Kız görüş açımdan çıkmış, dükkanın içinde bir yerlere çekilmişti.

 

Tam üşüyen ellerimi pantolonuma sıkıştırmış, yolun karşısına geçecekken, ceketimin içinden yayılan kesik bir titreşimle geriye kaçıldım. Dalları çıplak bir dut ağacının kıyısına yanaştım; sakince etrafı kolaçan ettim. Civarda benden başka kimse yoktu. Eski telefonu ceketimin içinden sıyırarak mesajı hızlıca okudum. Birkaç saniye sonra ellerim tekrar cebimde, sokağı aşmış karşıya geçiyordum.

 

Zilin kısa notası, yanımda taşıdığım sivri bir soğukla kitabevine nüfuz etti. İçerde hiçbir hareketlilik yoktu. Başımı kaldırıp tepemde sallanan yaldızlı çana baktım. Bu iç tırmalayıcı gürültüyü susturmam yalnızca bir saniyemi alırdı; ancak yapmadım, geri önüme döndüm.

 

Raflar dolusu kitabın doğurduğu yaprak kokusuyla, pencere dibine sıralanmış menekşelerin verdiği güçlü rekabet, içeriye atılan ilk adımda seziliyordu. Bunaltıcıydı. Birçok kitap yerleştirilmek üzere kenarlara istiflenmişti; kasanın çevresindeyse bu kargaşaya tezat düşecek bir düzen mevcuttu.

 

Gözüme tuhaf bir ayrıntı takılınca, kaşlarım çatıldı. Kasanın arkasında, ufak bir kek tutan ince bilekli eller vardı. Tek kişilik kekin üzerine dikilmiş olan mum, cılız nefes darbeleriyle sağa sola sarsılmaktaydı. Gerçekten de soluklarını duymak mümkündü.

 

Gelişigüzel raftan kaptığım bir kitapla ağır ağır kasaya sokuldum. İşte oradaydı, oturuyordu. Elinde tuttuğu küçük keki seyrediyor, sığ nefesleriyle de alevi dalgalandırıyordu. Alçak bir taburenin üstündeydi. Omuzları çökük; iki adım ötesindeki adamı fark edemeyecek kadar da dalgındı.

 

Fırsattan istifade ederek, her detayını inceledim. Dalgalı saçları bakımsız bir incelikle beline uzanıyordu; kömür karasıydı. Solgun teni, kendisini iyi besleyemeyen birisini andırıyordu. Renksiz ve kansızdı. Sindiği bu kuytuda, kendisiyle çetin bir kavga veriyor gibiydi.

 

Tembel tembel inceledikten sonra, merakla söze girdim. "Doğum gününüz mü?"

 

Bu beklenmedik darbe, kelimesizlikle örselenmiş sessizliği sarsmıştı.

 

Korkuyla sıçrayınca elindeki kek yere devrildi. Mum, zeminde yuvarlanmış, sönmüştü. Apar topar kalkınca ayağı takıldı; tabure ters döndü. Bu rahatsız edici ses furyasına bir de kızın utanç dolu söylenmeleri de eklenince, yanağımın seğirdiğini hissettim. Ensemdeki ağrı ince ince sızlamıştı.

 

"Kusura bakmayın, geldiğinizi duymadım," Yadırgayan bir sessizlikle karşılaşınca, mahcubiyeti daha da kabardı. Hiçbir yanıt alamadığını görüp, telaşla ekledi. "Dalmışım, hiç duymadım."

 

Yersiz bir anilikle ayağının ucundaki keke uzandı; hızlıca kasanın altına bıraktı. Sonra telaşıyla örtbas ederek kendisine sunduğu bu kısa zaman cesaretini toplamasına yardımcı olmuş gibi doğruldu, direkt suratıma baktı. Yalnızca bir saniyeliğine sol gözümde oyalanan bakışları, yavaşça sağ gözüme kaymıştı.

 

Bakışları çok uzaktı. Siyah irisi, zihninin önüne kazılmış derin bir hendek gibiydi; içeriye girilmesini engelliyordu. "Tekrar kusura bakmayın. Nasıl yardımcı olabilirim?"

 

Dirseğimi tezgaha dayayıp, rahat bir pozisyon aldım. "Bir soru sordum."

 

Ne demek istediğimi anlamaya çalışan kaşları, hızlıca çatılıp gevşedi. Biraz düşününce, kendisini korkutarak tüm bu kargaşaya sebep olan o soruyu anımsamıştı. Hızla gözlerini kaçırdı.

 

"Benim değil, kardeşimin doğum günü," Kasanın önündeki birtakım fişle ilgilenmeye başlamıştı. "Nasıl yardımcı olabilirim size?"

 

Aniden sesine devrilen gölgeler ilgimi çekse de telaşsızca sohbeti sürdürdüm. Elimdeki kitabı hafifçe sallıyor; zihnimi dolduran müziğe ayak uydururcasına ritim tutuyordum. "Ne güzel, kaç yaşına girdi?"

 

Bu ilgili sorunun böylesine ilgisiz bir seste betimlenmesi, kızı afallattı. Üstelik sorduğum sorudan sonra bariz bir şekilde huzursuzlaşmıştı. Düşecek gibi, sımsıkı tezgahın kenarına tutunmuştu. Sonra birden tuhaf bir şey yaptı. Yanındaki boşluğa ızdırap dolu bir bakış atmıştı. Hemen ardından başını hafifçe silkeledi ve tekrar bana döndü. Saçından bir tutam, bu silkelenişle birlikte solgun tenine devrilmişti.

 

"Aradığınız bir kitap var mı?" Sorumu yanıtsız bırakmıştı. Arkadaki yayıntıyı gösterip mahcupça ekledi. "Bugün biraz yoğunuz. Eğer aradığınız bir kitap varsa söyleyin, hemen bakayım."

 

Ancak ben kızı duymuyordum. Arabanın bagajında duran halatın uzunluğunu hesaplamaya çalışıyordum. Kitaplıkların hepsi duvarlara monteliydi. Kızın ağırlığıysa, en fazla elliydi; zayıf ve çelimsizdi. İçime dar bir sıkıntı yayıldı.

 

"Ben aradığımı çoktan buldum," dedim, elimde tuttuğum kitabı ona uzatırken. Bir an kapağına takıldı gözüm. Şansımı öpeyim.

 

İktidarsızlık Neden Olur?

 

Kız kendisine uzatılan kitabı almış; hızlıca barkodunu okutmuştu. Kasanın altından küçük bir poşet çıkarırken, "Bu konuda daha kapsamlı ve meşhur bir kitap var. İsterseniz onu da getireyim, inceleyin," dedi. Devam etmek için onay almayı bekliyordu. Kara gözlerinde kinayeli bir gülümseme vardı. Adeta alay ediyordu benimle.

 

Krizi fırsata çevirerek, "Merak ettim doğrusu," diye mırıldandım, kendimden hiç duymadığım kibirli bir tonla. Sesim öylesine renk ve heyecandan yoksundu ki hiçbir merak duymadığım barizdi. Fakat kız bu nüansı fark edemedi ve kasanın ardından ayrılarak, raflardan oluşan dar bir dehlizin içinde kayboldu. İnce sesi, kendisiyle birlikte uzaklaşmaktaydı. "Buralarda bir yerde görmüştüm sanki."

 

Yeterince derinlere gittiğine emin olunca, kasanın kenarındaki faturaları kendime çevirdim. Teker teker hepsine göz attım; sıralanışlarında bir amacın izi vardı. Henüz birkaçına bakabilmişken arkalardan yükselen sevinçli sesle geriye çekilmek zorunda kaldım.

 

"Evet, işte buldum. Gerçekten de son bir tane kalmış."

 

Şevkli adımlarla yanıma gelip, üzerinde yalnızca İktidarsızlık yazan ince kitabı bana uzattı. Kalın dudakları hafifçe kıvrılmıştı, gülümsüyordu; ama bu sefer kinayeden yoksundu. Kitabı elinden alıp, savuştururcasına kasaya bıraktım. Kolunun altına kıstırdığı başka bir kitapta takılı kalmıştı gözüm.

 

Sembolleri anlatan bir kitap.

 

Kalbim, varlığını bana hatırlatır gibi kasıldı; göğsümdeki darlık gitgide genişliyordu. Düşüncelerimde yanılmak istedim o an.

 

"İlginç bir kitaba benziyor," dedim, nazik bir edayla. Çenemle kitabı işaret ettiğimi görünce, önemsiz bir parçaymış gibi kaldırıp hafifçe salladı. Dudaklarını büzmüş, omuzlarını silkmişti. "Simgeleri anlatan öylesine bir kitap."

 

Kasanın arkasına geçeceği esnada kitabın içinden süzülen ufak kağıt, aniden bastığım zemine sıkıştı. Bir lahza duraksama oldu. Acemice kağıda çizilmiş geyikleri görünce ağır bir küfür dilimin ucuna ilişti, zar zor tuttum; müthiş bir öfkeyle dolmuştum. Çünkü bunun göz ardı edilemeyecek kadar bariz bir kanıt olduğunun farkındaydım.

 

Ne yaşandığını yeni idrak eden kız, telaşla önüme eğildi. İnce parmakları kağıdı umutla çekiştirmiş ama ayağımın altından alamamıştı. Başını kaldırıp, kaygıyla suratıma baktı. Dalgalı saçları, yaşadığı paniğin sığlaştırdığı bu kısacık anda sırtına saçılmıştı. Kalbin inine doğru budaklanan koyu bir damar ağını andırıyordu. Eli hâlâ yüzükteki simgenin karalandığı o ufak kağıttaydı.

 

Yavaşça tek dizimin üstüne çöktüm. Kendisine yaklaşmış olmamdan ötürü rahatsızlık duyarak geriye kaçıldı ama fazla uzağa gidemedi; çünkü inatçı parmakları kağıdın ucunu bir türlü bırakmıyordu.

 

"Geyiklere özel bir ilginiz mi var?" Çenemle kağıdı gösterdim. Tıpkı bana bu kadar yakından tanık olan herkes gibi; hiçbir duygunun uğrayamadığı kör gözümle, her detayı görebilen sağ gözüm arasında ürkekçe mekik dokuyordu.

 

"Kendi kendime bir şeyler çiziktiriyorum işte," Neden bırakmadığımı sorgularcasına, tekrar çekiştirdi. Konuşması artık asabiydi. "Önemsiz hepsi."

 

"Hiç gerçek bir geyik kafası gördünüz mü?"

 

Sorunun tuhaflığı onu şaşırttı. "Hayır, görmedim. Görmek isteyeceğimi de zannetmiyorum."

 

"Öyleyse," Derin, ihtiyatlı bir nefes aldım. "Görmek istemeyeceğiniz şeylerden uzak durun derim."

 

Hiçbir karşılık veremedi. Yalnızca ölümün ardından doğabilecek bir sessizlikle, suratıma bakıyordu. İçtenlikle gülerek üzerimize çöken kasveti dağıtmaya çalıştım. Aslında kendisini ele verdiği için kıza karşı hiddet doluydum. "Bence çok yeteneklisiniz, çizmeye devam etmelisiniz."

 

Hızla geriye çekilerek ayaklandım. Sonunda kağıdı aldığı için rahatladığını belli etmekten çekinmeyerek, aceleyle kitabın arasına sıkıştırdı. İltifatım üzerine biraz da olsa gevşemişti ancak hâlâ tedbirliydi.

 

Ceketimin ceplerini yoklarken, aradığını bulamayan birinin şaşkınlığıyla, "Cüzdanımı arabada unutmuşum, hemen alıp geliyorum." dedim ve bir yanıt beklemeden çıkışa yürüdüm. Zil sesi, az sonra geri döneceğimden habersizce beni uğurluyordu. Soğuğu yararak, sokağın karşısına geçtim.

 

Zihnime herhangi bir düşüncenin uğramasına müsaade etmiyordum; yalnızca yapılması gerekene odaklanmıştım. Tam arabanın bagajındaki el çantasını almışken, zil sesi yeniden sokağa yayıldı. Genç bir çocuk, elinde tuttuğu kitaplarla içeri giriyordu. Birbirlerini tanıdıkları belliydi. Kız gülümseyerek kasanın ardından çıkarken, elimdeki çantayı yavaşça geri bıraktım. Bagajın kapağını sertçe çarptım; güneşin usulca çekildiği karanlık sokağa baktım.

 

İşimi yarım bırakmayı sevmezdim. Kendi akıbetim bu gibi emirlere bağlıyken, erteleyecek lükse sahip değildim. Üstelik uzadıkça daha eziyet verici olacaktı; vicdanın sesi artacaktı. Sırf Oğuz'un beceriksizliği yüzünden burada olduğumu hatırlayınca, sessizce sövdüm. Halbuki böyle kirli emirlerden uzak durmanın huzuruna yeni yeni kavuşmuştum. Karanlığın kıyısında beklerken aniden çalan telefonla birlikte boğucu düşüncelerden sıyrıldım.

 

Açar açmaz lafları ağzında çiğneyerek konuştu. "Daha büyük bir sıkıntımız var. Boş ver kızı, hemen buraya gel."

 

Telefonu kapatıp, açık duran camdan içeriye, ön koltuğa fırlattım. Ellerimle arabaya yaslanarak, henüz yeni doğmuş körpe karanlığın içinde dikildim. Göğsüme ağır bir his oturmuştu. İlk defa oluyordu; senelerdir ilk defa, ağızdan çıkmış bir emre rağmen elim kan kokmayacaktı.

 

Genç kızın aydınlık gülüşünü seyrettim. Ardından arabanın camındaki kendi yansımama baktım. Karşımdaki şahsiyetten kaçamazdım. Zaman geçtikçe daha fazla ufalanıyordum; artık kendi özüme dönemeyecek kadar azalmıştım.

 

𓄅

 

İlk hikayeme hoş geldiniz!

 

Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Yorumlarınızı görmek beni çok mutlu eder.

 

Fiysa

 

16 Mart 2023

Loading...
0%