Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11: ŞAHOĞLU YEMİNİ

@monafesa

Okuduğunuz için çok çok teşekkür ederim! Yorumlarınızı okumak için sabırsızlanıyorum desem yalan olmaz. Lütfen oy vermeyi unutmayın. 🥺

 

  𓄅

 

Tatlı tatlı sallanan ağaçlar, rüzgarla yaptıkları serenada kuşların ezgisini de katıyordu. Neredeyse bir saat olmuştu; peşimden sürüklenen soğukla birlikte, kollarımı kendime sarmış yürüyordum. Issızlığın ensesinde harcadığım uzun dakikaların sonunda, ormanın çıkışını ancak bulabilmiştim; resmen tüm gücüm çekilmişti. Çenem durmadan birbirine çarpıyordu ve beni bu içler acısı gürültüyü dinlemeye mecbur bırakıyordu.

 

Ormanın kasvetinden sıyrılabilmek için gücümün son kırıntılarını koşmaya harcadım; sonunda golf sahasına adımımı atabildiğimde neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Döndüm, karanlığın tortu gibi içine çöktüğü ağaçlara baktım. Nasıl bir yerde dolandığımın bilinci tekrar beni afallatırken, tüylerim ürperdi. Hızla önüme döndüm, koşmaya başladım.

 

Beni düşürdüğü durumdan ötürü Merih'e sövüyor, bir yandan da kendime kızıyordum. Nasıl böyle bir adama güvenebilmiştim? Nasıl beni alıp bir yerlere götürmesine müsaade edebilmiştim? Kendime karşı öfke doluydum.

 

Onların gözünde basit bir temizlikçisin sen.

 

İçimde bir şeyler devriliyordu. Beni yaralamak için söyledikleri zihnime döküldükçe, kızgınlığım körükleniyordu. Buraya geldiğim günden beri binbir çeşit insanla uğraşıyordum; sanki hepsi yoluma taş koymaya yemin etmişti. Yürüdüğüm yoldan bu taşları çekmekle uğraşmak tüm vaktimi telef ediyordu. Üstelik hiçbir iz bulamamış olmam da cabasıydı; cesaretimi kırıyordu.

 

Yarım saatin sonunda golf sahasından çıkarak, yokuşu tırmanmaya başladım. Yorulmuş, susamış ve acıkmıştım; neredeyse düşüp bayılacaktım. Ayaklarım soğuktan donmuş, vücudum kaskatı kesilmişti. Yüzümdeki ve parmaklarımdaki hissiyatı büsbütün kaybetmiştim. Daha fazla devam edemeyeceğimi düşünerek bir süre yere çöktüm ve kendimi ısıtmaya çalıştım. Ama dışarda geçirdiğim her saniye resmen bir zulüm gibiydi; bu yüzden tekrar ayaklandım.

 

Ahırın önünden geçtiğim esnada yeşilliklerin arasından çıkarak yanıma sokulan Kabza, bir anlık tekleme yaşattı bana. Ancak neyse ki beni tanımıştı. Eve girene kadar da kara bir gölge gibi peşimden gelmişti.

 

Merih'in evinin önünden geçerken açık havaya rağmen daraldığımı hissettim. Neredeyse tüm ışıkları yanıyordu. Yerden kaptığım taşı camına fırlatmamak için kendimi zor tutmuştum. Sesli sesli söverek önüme döndüm. Güvenlik kulübesinin önünde birileri dikiliyordu; sigara dumanı geceye karışmaktaydı. Karartıları fark eden Kabza, koşarak yanımdan uzaklaştı.

 

Onun aksine ben sola saptım ve bir an önce sıcak yatağıma kavuşabilmenin arzusuyla eve koştum. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ve beni neyin beklediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Endişeyle üstümü düzelterek saçlarımı yatıştırdım. Birden gözüme çoraplarım ilişti; berbat bir hâldeydim. Hiçbir kurtuluşum yoktu. Buram buram tezek kokuyordum.

 

Derin bir soluk alarak zile uzandım. Tam basacakken arkamdan yükselen sesle irkildim. Artık sinirlerim o kadar yıpranmıştı ki beklenmedik her gürültü yüreğimi sıkıştırmaya yetiyordu.

 

"Demre, sen misin?" Patikayı koşarak gelen Sinem, iki elle omuzlarımı kavradı. Endişeyle yüzümü kolaçan ediyor, üstümü süzüyordu. "Neredeydin? Saatlerce seni aradık! Sudeler mutfakta, hâlâ seni bekliyorlar."

 

"Sinem," Omzumdaki elini tutup hafifçe sıktım. Eve varmanın rehavetiyle iyice kendimi salmıştım; baştan aşağı titriyordum artık. Sesim bile ben konuştukça dalgalanıyordu. "Ben iyiyim merak etmeyin. Biraz hava almak istedim ama şu anda çok üşüyorum. Beni sessizce eve sokabilir misin, lütfen?"

 

Başka soru sormadı ve hızlıca başını sallayarak evin kapısını açtı. Önden girmiş, etrafı kolaçan ettikten sonra beni içeriye almıştı. Sıcaklığa kavuştuğum an uzuvlarımın hepsi sızladı.

 

Merdivenleri göstererek, "Herkes yatıyordur, odana çıkabilirsin. Ben mutfağa gidip kızlara haber vereyim," diye fısıldamıştı. Yavaşça başımı salladım. Henüz ilk basamağı çıkmışken birden kolumu tutarak beni durdurdu. Yüzü yoğun bir endişe ve kaygıya bulanmıştı.

 

"İyi olduğuna eminsin, değil mi Demre?"

 

Kolumdaki eli tutup nazikçe sıktım. Gülümseyerek başımı sallamıştım. "Merak etme, sadece üşüdüm."

 

Aceleyle merdivenleri tırmandım ve kendimi karanlık odaya attım. Sırtımı kapıya yaslayarak, bir müddet sıcağın koynunda soluklandım. Neler yaşıyordum ben? Her şey o kadar hızlıydı ki yetişebilmek imkansızdı. Sanki savruluyordum.

 

Üstümdeki paçavralardan kurtulup kenara bıraktım, ardından yatağımın ucunda duran Sude'nin pijamalarını giydim. Kendimi yorganın altına sokunca ancak rahatlayabilmiştim. Sude birazdan içeri girecekti, biliyordum. Ama kendimde bir şeyleri anlatacak gücü bulamıyordum; bu yüzden yüzümü duvara döndüm ve tek kaçış yolum olan uykunun kollarına sığındım.

 

𓄅                       

 

Kasvetli bir rüyanın elinde ufalanırken, koluma sürtünen sıcaklıkla birden irkildim. Yavaşça ağaran tanın çelimsiz aydınlığı odanın içine nüfuz etmişti. Yanı başımda bir karartı duruyordu.

 

"Demre?"

 

Dirseğimin üstünde yükselerek yüzüme düşen saçları itekledim. Tonlarca yük taşımışım gibi bir ağrı vardı sırtımda. Uyumuş olmama rağmen çok daha bitkin kalkmıştım.

 

"Saat kaç?" diye sordum, mahmur bir sesle. Kendimi daha fazla taşıyamayarak, geri uzandım. Gözlerimi ovuştururken sessizce beni izledi. Yatağımın kenarındaydı, yere eğilmişti.

 

"Yedi oldu. Meral abla seni bekliyor," Göz göze geldik. Pencereden dışarıya bakıp, havayı kolaçan etti. Ardından tekrar bana döndü. "Çalışma odasındadır şimdi. Oraya gelmeni söyledi."

 

"Kızgın mıydı?" Sesimdeki yorgunluk hiç olmadığı kadar yüzeye çıkmıştı. Sude de bunu fark etmiş gibi, hüzünle gülümsedi. Gözleri endişeyle gölgelenmişti.

 

"O hep kızgın, sana özel bir şey değil,"

 

Avuntusunu duymayarak, içime doğru mırıldandım. "Her şeyi berbat ettim. Kesin kovulduğumu söylemek için çağırıyor beni."

 

"Demre," Uzandı, yorganın üstünden omzumu tuttu. Beni silkelemek ister gibi, sımsıkı kavramıştı. "Emin ol kimse onu benim kadar tanımıyordur. Kızgındır şu an evet, ama bunun asıl sebebi endişelendiği için. Bir anda ortadan kayboldun, dört uzun saatin ardından geri geldin," Konuştukça kendisi de harlanmıştı. Sesi gitgide alevleniyordu. "Hem o kadar saat nereye gittin sen? Ayağında terlik bile yokmuş geldiğinde, üstün başın kir içindeymiş."

 

Daha fazla dayanamayarak doğruldum, yorganı üstümden attım. Duvar kenarına atılmış kirli kıyafetler gözüme ilişince, dün yaşanılanlar zihnime doluştu. "Anlatsam da inanmazsın," Fısıltımı duyabilmek için bana doğru sokulunca, konuyu değiştirdim. "Üniformam kirlendi, o şekilde giyemem. Ne yapacağım?"

 

Yerden kalkıp, yanıma oturdu. Yatak hafifçe sallanmış, yaylardan nahoş bir gürültü yükselmişti. "Anlatacak mısın neler olduğunu?" Bana doğru dönerek, gözlerini yüzüme dikti. "Neden üniforman kirlendi?"

 

"Bir şey olmadı," Derin bir nefes alarak başımı eğdim. Pijamanın kenarından çıkmış iple oynuyordum. "Biraz hava almak istedim. Sonra Kabza'yla karşılaştım. Kim olduğumu anlayamadı, saldırdı bana," Birden gülünce, ters bir bakış fırlattım. "O yüzden kaçtım, koşarken de terliklerim çıktı."

 

Toparlanarak ciddiyetine geri büründü. "Ne yaptın peki, nasıl kurtuldun Kabza'dan?"

 

"Ahıra girdim, siyah bir atın yanına. Köpek gidene kadar orada bekledim, sonra da eve döndüm."

 

Şaşkınlık kokan bir gülüş daha taştı dudaklarından. Hayretle bakıyordu. "Nasıl yani, dört saat boyunca ahırda mı oturdun?"

 

Başımı salladığımı görünce tiz kahkahalarıyla birlikte ayağa kalktı. Dolaba doğru yürürken, muzip tınılarla süslediği sesiyle, "Meral abla bunu duyduktan sonra sana kızmaz, merak etme," dedi. Çıkardığı siyah kumaş pantolonu ve bordo kazağı bana doğru fırlatmıştı. Havada yakalayarak, kaşlarımı kaldırdım. "Bu yedek pantolonum, seninkiler yıkanana kadar giyebilirsin. Yedek gömleğim kirlide, o yüzden kazak verdim."

 

Üzerinde hiçbir desen olmayan kazağı havaya kaldırmış, inceliyordum. "Ama başka bir kıyafet giymek yasak değil mi?"

 

"Bir günden bir şey olmaz, o kadar katı uygulanmıyor kurallar," Kendi üniformasını çıkardıktan sonra dolabın kapaklarını kapattı. Ardından hızlıca hazırlanmaya başladı. "Sen de elini çabuk tut, yarım saate orada ol."

 

Uyarısı üzerine yataktan kalkıp, yorganımı düzelttim. Hava artık iyice aydınlanmıştı; güneş kalın bulutların arasında kendisine bir yer açmaya çalışıyordu. "İki dakika duşa girebilirim, değil mi?"

 

Kendimi o kadar kirli hissediyordum ki hâlâ saçlarımın arasında samanların gezdiğine emindim. Tenimin üstüne sinmiş olan tezek kokusu, ara sıra yaptığım hızlı manevralarla burnuma geliyor ve birdenbire midemi kaldırıyordu.

 

Sanki bu koku suratına çarpmış gibi bakan Sude, abartılı bir tasdikle, "Evet evet, bence kesinlikle girmelisin," dedi. Üzerine geçirdiği gömleğin düğmelerini ters iliklediğini fark etmişti, geri çözmekle uğraşıyordu.

 

Duşa girmek için hazırlanırken birden duraksadım. Bozguna uğrayarak yatağın ucuna oturunca, bana baktı. "Şimdi fark ettim, yanımda hiç iç çamaşırı yok. Hatta hiçbir şeyim yok."

 

İliklediği gömleği pantolonunun içine sokarken yatağının yanındaki komodine yaklaştı. Açtığı çekmecenin içinden aldığı siyah külodu kucağıma fırlattı. "Yeni almıştım bunu, hiç kullanmadım. Senin olabilir. Ayrıca banyoda temiz havlu var, şampuanı da kullanabilirsin. Birkaç gün sabret, hafta sonu gider eşyalarını alırız zaten."

 

Ona hafta sonu temelli dönebileceğimi söylemedim; yalnızca teşekkür ettim ve duş almak için aceleyle odadan ayrıldım. Sıcak suyun altından kendime gelerek çıktığımda, evdeki herkesin gitmiş olduğunu fark ettim; hiçbir yaşam belirtisi yoktu. İyice aydınlanmış olan odaya geri döndüğümde, biraz da olsa rahatlamıştım. Ancak telefonu elime alıp ekrandaki mesajları gördüğüm an tekrar kaygılara bulandım. Dün gece ve az önce olmak üzere, Uraz'dan gelen iki mesaj vardı.

 

Kendi kendime mırıldandım. "Önemli bir şey olmasa seni rahatsız etmezdim. Ama sana haber verecek başka kimse yoktu. Mustafa abi mirasının bir kısmını sana bırakmış Demre," Yaşadığım şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. "Bir saat bile olsa seninle görüşmek çok isterim. Bu konu hakkında konuşuruz hem. Ayrıca Şahoğlu ailesiyle ilgili bazı bilgiler edindim, bilmek istersin diye düşünüyorum," Gözlerim yazılanların üstünde kayarken içimdeki sıkıntılar da iyice harlanıyordu. Sabaha karşı saat beşte gönderdiği diğer mesajı okuyunca, iyice huzursuzlaştım. "Demre, belki bana kızacaksın tekrar yazdığım için ama kendimi tutamadım. Dün gece Mustafa abi hakkında hiç bilmediğim şeyler öğrendim. Uzun zamandır bir örgüte üyeymiş. Anlatacak çok şey var, lütfen yüz yüze konuşalım. Etrafımda bu bilgileri paylaşabileceğim kimse yok."

 

İki mesajı da defalarca kez baştan okudum. Her okuyuşumda biraz daha geriliyordum; en nihayetinde konuşmayı silip, telefonu yastığımın altına koydum. Mustafa abi bana miras bırakmış olamazdı. Bir yanlışlık vardı.

 

Yalnızca iki haftadır tanıdığı birisiydim.

 

Aklım öylesine dolmuştu ki; Uraz'la akşam eve dönünce ilgilenmeye karar vererek mesajları zihnimin bir köşesine itekledim. Yoksa geç kalacaktım. Daha fazla kötü bir izlenim uyandırmak istemiyordum; bu yüzden hızlıca Sude'nin bana verdiği kıyafetleri üstüme geçirdim, saçımı kurulayıp sıkıca topladıktan sonra evden ayrıldım.

 

Kendimi hasta ve bitkin hissediyordum; sanki vücudum sadece oradan oraya taşıdığım bir yükten ibaretti. Geldiğim günden beri kapının kenarında duran eski terlikleri giymiştim; benimkileri bulmak zor olacaktı. Zaten son üç günüm kalmıştı. Kendime yeni bir terlik edinmek istememiştim; çünkü gideceğime emindim.

 

Uraz'la verdiğim zihnimdeki kavga, arka kapıdan mutfağa girdiğim anda son buldu. Masanın üstü kahvaltılıklarla doluydu ancak mutfakta kimse yoktu; ocakta kaynayan çaydanlığın gürültüsü içerdeki tek sesti. Kapı aralık bırakılmıştı. Dışardan birtakım uğultular geliyordu.

 

Merakla koridora çıkıp etrafa bakındım; sonuna kadar açık duran karşı kapının ucunda Dilara dikiliyordu. Ellerini önünde birleştirmiş, dümdüz yere bakıyordu. Tiz bir kadın sesi, koridora taşmaktaydı. Yavaşça ona doğru yürüdüğüm esnada gözleri beni buldu. Endişeyle kaşlarını kaldırıp, gizlice yanına gelmemi söyledi. Göremediğim bir yere kaygılı bakışlar fırlatıyordu.

 

Koşar adımlarla koridoru aştım ve geldiğimden beri ilk kez salona girdim. Ev öylesine büyüktü ki hâlâ girmediğim birçok oda vardı. Salon da onlardan birisiydi; yüksek tavanlı, ferah bir yerdi. Duvarlarda ihtişamlı tablolar asılıydı. Tepeden pırlantalı bir avize sarkıyordu; üzerine düşen güneş ışığıyla adeta etrafa göz kırpıyordu.

 

İçeri girer girmez gözleri beni bulan Meral Hanım, başını sinirli bir hamleyle oynatıp kızların dizildiği sırayı gösterdi. Azarlarcasına konuşan kadının tam karşısındaydı, tüm suratı kızarmıştı. Aceleyle kızların yanına geçerken hiçbiri başını kaldırıp bana bakmadı; içerde müthiş bir gerginlik vardı.

 

Belkıs Hanım odadaki rüzgarımı hissetmiş gibi birden sözünü yarıda kesti ve arkasını döndü. Gözleri toprak rengiydi; bakışlarında Zeren'e ait bir soğukluk vardı. Yuvarlak yüz hatlarına sahipti. İnce dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrılmıştı; sanki az önce kendisini tiksindiren bir şeye şahit olmuştu. Kısa saçları alev rengiydi, tırnaklarındaki ojeyle uyum içerisindeydi.

 

İlk defa görüyordum kendisini, bu yüzden ne yapacağını bilememenin gerginliğiyle dolmuştum. Zaten odadaki herkes öylesine suskun bir haldeydi ki rahat hissedebilmenin imkanı yoktu.

 

"Sen," Topuklularının üstüne bastı ve tek bir manevrayla tüm bedenini bana döndürdü. Elindeki kalemi bıçak gibi tutuyordu. "Saat kaç?"

 

Duvardaki saat gözüme ilişti. "Yediyi yirmi geçiyor, Belkıs Hanım."

 

Sinirli sinirli sordu. "Mesai kaçta başlıyor?"

 

Yanında duran Meral Hanım iyi halt ettin der gibi bakıyordu. Tıpkı diğer kızlar gibi başımı eğdim, ellerimi önümde birleştirdim. "Yedide."

 

"Bana bak, sen burayı oyun yeri mi sanıyorsun?" Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Tıpkı kızı gibiydi. Aynı baskınlık, aynı acımasızlık. Ama Zeren'inki, şahsiyetine sonradan ekilmiş bir acımasızlıktı. Belli ki annesiydi bu tohumları eken. "Şu hâle bak. Bir baltaya sap olamayan rezillerin bize hizmet etmesini bekliyoruz," Yanıma gelerek elindeki kalemi omzuma bastırdı. Sertçe geriye iteklerken, adeta zehirli bir yılan gibi tıslıyordu. "Kılıksız bir hâlde gelmiş bir de." Yanımda duran Dilara'ya yöneldi. Tek omzundan sarkan uzun örgüsünü sertçe çekiştirdi. "Atların kuyruğu kadar uzattığınız şu saçlarla tavana asacağım sizi, çok az kaldı," Yanındaki Ece'ye yönelmiş, yüzünü görebilmek için hafifçe eğilmişti. Birden uzandı, sımsıkı çenesini kavradı. "Ruj mu sürdün sen? Ne bu hâl böyle, podyuma mı hazırlanıyorsun? Konakta erkek bol tabii, şıllık seni!"

 

"Belkıs Hanım!"

 

Meral Hanım'ın bağırışı adeta salonu inletirken, içerdeki herkesi irkiltti. Şaşkınlığın verdiği yavaşlıkla ona dönen Belkıs, birkaç adım gerileyerek bizden uzaklaşmıştı. Çenesini havaya kaldırırken, büyüklenerek omuzlarını dikleştirmişti.

 

"Bilmiyorum sanki diğer müştemilatta yedikleri haltı!" Tam karşısına geçmişti. Çakmak çakmak yanan gözleri görünce, birden güldü. "Ne o, yoksa kızıma saldırdığın gibi bana da mı saldırcaksın Meral?" diye mırıldandı, kışkırtıcı bir tonla. Ama meydan okuyan duruşuyla asıl kendisi saldırcakmış gibi duruyordu.

 

Elinde tuttuğu gücü göstermekten çekinmeyen birisiyle karşı karşıya olmasına rağmen, duruşunu hiç bozmayan Meral Hanım zarif bir hamleyle ellerini arkasında birleştirdi. Duruşu dimdikti, başı hafifçe öne eğikti. Ama nasıl oluyorsa, bakışları karşısındaki kadından daha eziciydi.

 

"Görüyorum ki bazı yanlış anlaşılmalar olmuş. Farazi dedikleriniz doğru, o hâlde iki tarafın da yediği bir halt oluyor bu. Suçu sadece kız tarafına atmak ne kadar doğru?" Sesi resmen alev alevdi. Alçak konuşmasına rağmen karşısındakini susturabilecek güçteydi. "İkincisi, kızınıza saldırmadım, Belkıs Hanım. Kızıma saldıran kızınızı durdurmaya çalıştım."

 

İçime sıcak bir his yayıldı. Bu kadar sahiplenilmek, kendimi küçülüyormuş gibi hissetmeme neden olmuştu. Meral Hanım'ın sarsılmayan duruşunu hayranlıkla izlerken, tıpkı benim gibi kızların da nefesini tuttuğunu fark ettim.

 

"Ne malum onun da çürük çıkmayacağı?" Resmen suratına tükürürcesine sormuştu bunu. Odadaki gerilim elle tutulur kıvamdaydı artık. "İki gündür tanıdığın insana bile kızım diyebiliyorsun. Ne yapacağız sendeki bu yetim kız sevdasını Meral?"

 

Birden odadaki tüm denge altüst oldu. Beraberinde saygı ithamları da ortadan kalktı. "Terbiyesizlik yapma."

 

Şaşırarak Dilara'ya baktığımda, onun da aynı şaşkınlıkla kızlara baktığını gördüm. Ufak kımıldanmalar oldu ama kimseden çıt çıkmıyordu.

 

"Benim evimde," Bir adım öne çıkan Belkıs Hanım öfkeyle mırıldanıyor; elinde tuttuğu kalemi resmen parmaklarıyla eziyordu. "Benim krallığımda," Biraz daha yaklaştı. Yalnızca bir karış kalmıştı aralarında. "Bana emir mi veriyorsun? Sen yine kendini çok büyüttün, Meral'ciğim. Sana düzenli olarak hatırlatmak lazım herhalde. Odasına aldığı her kadına bir taht verseydi konağımız hareme dönerdi."

 

Sude öfkeyle bir adım öne çıktı; Ece ve Buket iki yandan koluna asılmıştı. Dilara korkuyla elimi tuttu; hafif hafif titriyordu. Tam bu esnada arkadan gür bir ses yükseldi. Odadaki sessizliğin içine adeta bir gülle gibi düşmüştü.

 

"Belkıs!"

 

Hışımla yere vurulan baston tüm evi inletti. Tan Bey kapının eşiğinde dikiliyordu; hemen arkasındaysa Merih vardı. İçeriyi tarayan gözleri beni bulunca birden parladı ve beni endişeye boğacak bir şey yaptı; alenen göz kırptı. Birisi görecek diye korkarak önüme döndüm ama herkes öylesine gergindi ki kimsenin böyle bir detayı fark edecek hâli yoktu.

 

Meral Hanım hızla birkaç adım geriledi, arkasındaki ellerini önünde kavuşturmuştu. Duruşu değişmişti; resmen yüzündeki tüm kan çekilmişti. Yavaşça içeriye giren Tan Bey'in suratı müthiş bir hiddet doluydu. Gözleri kopkoyuydu. Bastonu çarpa çarpa tam karşımızda durdu. Gölge gibi arkasından gelen Merih, onun aksine çok rahattı. Keyifli denebilecek bir ifadeyle önündeki kargaşayı izliyordu.

 

"Rezillik istemiyorum bu evde." Sesi o kadar ağırdı ki sanki derin bir yerlerden çıkıp geliyordu. Gri gözleri bir Belkıs Hanım'a, bir Meral Hanım'a dokunuyordu.

 

Yavaşça ona dönen Belkıs Hanım, artık yumuşak bir tonla konuşuyordu; öfkesi sis gibi dağılmıştı. "Çalışanları terbiye ediyorum,"

 

Sertçe bastonu yere vurunca irkildim. "Terbiyenle terbiye et."

 

Kadın sustu, hiçbir karşılık vermedi. Bozaran suratına tuhaf bir kibir yayılmıştı. Tıpkı Meral Hanım gibi birkaç adım gerilemişti; sanki bu onun yenilgiyi kabulleniş şekliydi.

 

Derin bir nefes alan Tan Bey, başını dahi kımıldatmadan tüm yüzlerin üstünde gezindi. Beni bulan gözleri bir süre takılı kalmış ancak hemen sonra karşısındaki kadına çevrilmişti. "Meral yirmi yıldır bizimle. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayacak tecrübede, bırakalım işini yapsın."

 

"İşini yapıyor olsaydı müştemilat genelevine dönmezdi," Homurdanarak söyledikleri kızları şaşkına çevirdi; panikle birbirlerine bakıyorlardı. Hâlâ elimi tutan Dilara, hızla sıktı. Demek bahsettikleri meseleye buydu. Merih'in beni görünce neden yanlış oda dediği artık aşikârdı. "Eğer işini yapıyor olsaydı kızım şu şıllık yüzünden kriz geçirmezdi. Sen işe al, besle ama olana bak. İyilikten maraz doğar diye boşuna dememişler."

 

İyilikten maraz doğar.

 

Amcamın sesi kulaklarımda çınladı. Elim hızla karnıma gitti; tuhaf bir ağrı saplanmıştı içime. Birden kendimi hasta gibi hissettim. Üzerime çullanan ilginin altında eziliyordum.

 

"Belkıs Hanım," Aniden söze giren Merih tüm gözleri üstüne çevirdi. Tasasız duruşuna rağmen suratı kaskatı olmuştu. Gözlerinde ürpertici bir ikaz dirilmişti. "Lütfen onur zedelemeden halledin meselenizi. Kimseyi zan altında bırakmaya gerek yok."

 

Kadın kollarını göğsünde bağladı, ona doğru döndü. "Doğru ya, konu seni de ilgilendiriyor Merih'çiğim. İki gün önce senin evinden çıkıyordu sanki bu kız."

 

Birden dizlerimin bağı çözüldü, öne doğru sendeledim. Dilara hızla beni kendisine çekti. "Hayır, öyle değil..."

 

"Sana bir şey sorulmadıkça konuşma!" Suratıma doğru çemkiren kadın tüm lafları hoyratça ağzıma tıktı. Kolumu tutan Dilara uyarırcasına sıkmıştı.

 

Meral Hanım çabucak söze girerek, "Kendisini ben görevlendirdim, cezalı olduğu için oradaydı." dedi. Ancak bunun pek bir faydası olmadı. Belkıs Hanım sinirli sinirli gülmüştü.

 

"Daha ilk gününden ceza yedi demek," İki karadeliği andıran gözlerini yüzüme çiviledi. Dudağının kenarı yine aşağıya kıvrılmıştı. "Başımızı ağrıtacak desenize."

 

Merih'in alaylı gülüşü duyuldu birden. "Bu kadar sinir baş ağrıtmaya yeter zaten. Kızların özel bir papatya çayı tarifi var, düzenli yapsınlar size Belkıs Hanım," Tan Bey'in gözlerine gülümseme yayıldı; ama dudakları hâlâ düz bir çizgi hâlindeydi. Belkıs Hanım'ın yüzünü buruşturduğunu gören Merih ciddileşti, sert bir tonla sözüne devam etti. Artık alay etmiyordu. "Mevzuya dönersek, Meral ablanın dediği gibi kendisi temizlik için evimdeydi. Ben geldiğimde işi zaten bitmişti. Kimden şüphe edeceğinizi şaşırdınız herhalde."

 

Kadın suçsuz biri gibi omuzlarını silkti. "Ondan bahsetmiyordum. Sana güveniyorum tabii ki Merih'çiğim..."

 

"Öyleyse sözüme itimat edin," diyerek, cesurca kadının sözünü kesti. Önündeki adamdan ne denli güç aldığı bakışlarından bile anlaşılıyordu. Hayranlık uyandıran bir cesareti ve öz güveni vardı. Üstelik kibarca savurduğu tehditkâr sözler bile zekasını açığa vuruyordu; resmen kelimelerle cambazlık yapıyordu. "Emin olmadan kimseyi suçlamayın. Hele ki işe yeni başlamış bir çalışanın şevkini kırmak hiç istemeyiz, değil mi?" Birden bana baktı ve hınzırca göz kırptı.

 

Huzursuzca kımıldandım. Ne yapmaya çalışıyordu? Daha dün buraya ait olmadığımı söyleyen kendisi değil miydi? Üzerimden oynadığı oyunuyla anlamsız kuşkular yaratıyordu. Derin bir nefes alarak sakin kalmaya çalıştım. Bacaklarım titriyor, vücuduma yakıcı bir sıcaklık dolanıyordu. Kolumu alnıma sürttüm; oluk oluk terliyordum.

 

"Yeter bu kadar, herkes işinin başına dönsün," diyerek konuşmayı sonlandıran Tan Bey, kelimelerini vurgulamak ister gibi bastonuyla birkaç sefer yeri dövdü. "Meral çalışanları daha sıkı denetle, Belkıs sen de bırak işlerini yapsınlar. Tekrar söylüyorum, bu evde böyle rezillikler istemiyorum. Hele ki toplantı günlerinde. Anlaşıldı mı?" Tüm başların sallandığını görüp geriye çekildi. Merih'le birlikte çıkışa doğru yürürken sesi koridorda yankılanıyordu. "Yeni çalışan kütüphaneye gelsin."

 

Belkıs Hanım arkasından uzaklaşırken topuklularının sesi tüm evde aksediyordu. Sıradan ayrılan kızlar bana dönmüştü; hepsinin suratındaki kan çekilmiş gibiydi.

 

Meral Hanım yanıma gelerek, elini sırtıma koydu. "Demre, kütüphaneye git ve Tan Bey'in gelmesini bekle."

 

"Neden oraya çağırıyor Demre'yi?" Araya giren Sude hâlâ az önceki tartışmanın gerginliğini taşıyordu. İnce ince titriyordu sesi.

 

Meral Hanım yalnızca, "Ben de bilmiyorum." demekle yetinmişti. Başı ağrıyor gibi elini alnına koymuş, gözlerini yummuştu. Bir süre sonra çevresini sarmış olan kızlara baktı. Kafes gibi etrafını kuşatan endişeyi sezmiş, gülümsemeye çalışmıştı. Ama pek başarılı olamamıştı. "Olur böyle tatsızlıklar, nerede yaşadığımızı unuttunuz herhalde? Artık alışın." Kimseden çıt çıkmıyordu. Tüm suratlar asıktı. "Hadi işinizin başına. Demre seninle daha sonra konuşacağız, yaptığın kabahati unuttum sanma. Ama önce kütüphaneye git."

 

Sesindeki ikazı sindirmeye çalışarak, başımı salladım. Mutfağa yürüyen kızların arasından sıyrılmış ve merdivene yönelmiştim. Kalbim resmen göğüs kafesimi yumrukluyordu. Ağır adımlarla basamakları tırmanırken elimdeki teri üstüme sildim. Neden beni yasak bir yere çağırıyordu? Ne konuşacaktı benimle? Yoksa tanımış mıydı beni? Anafor gibi zihnimde dönen düşüncelere kapılmış bir hâlde kütüphanenin önüne vardım; kapı aralık bırakılmıştı. İçeriden birtakım sesler geliyordu.

 

Yavaşça ittim ve içeriye süzüldüm. İlk gördüğüm kişi Merih oldu. Çalışma masasının kıyısına yaslanmış, üstündeki bibloyla oynuyordu. Gözleri beni bulunca çenesiyle masanın önünü işaret etti. Tan Bey onun hemen arkasında, geyiğin tam altındaydı; sırtı bana dönüktü. Kendi kendine söylenerek raflarda kitap arıyordu.

 

Ağır adımlarla Merih'in gösterdiği yere yürüdüm ve tam karşısında durdum. Elindeki bibloyu masaya geri bırakıp parmaklarını birbirine kenetledi. Başını doğrultmuş, gözlerini üstüme dikmişti; sakin sakin izliyordu. Agresif bir şekilde gözlerimi kaçırdım ve ondan başka her şeyle ilgilenmeye başladım. Hâlâ ona karşı olan kızgınlığım yatışmış değildi; üstelik umursamaz tavırlarını gördükçe daha da harlanıyordu. Sanki gecenin bir vakti beni ormanın derinliklerinde bırakıp giden kendisi değilmiş gibi tasasız ve sorumsuzdu.

 

Tan Bey'in mırıltıları eşliğinde kütüphanenin ortasında dikilirken, sessizce etrafı incelemeye başladım. Günün ilk ışıkları pencereden içeriye süzülüyor, zemini sarıya boyuyordu. Pencere kenarına dizilmiş olan menekşelerin cılız kokusunu arada bir hissetmek mümkündü. Tan Bey'in tepesinde duran geyik, üzerine vuran gün ışığıyla aydınlanmıştı. Ama bir farklılık vardı. Birden kaşlarım çatıldı. Bu o geyik değildi; başka bir geyik duruyordu duvarda. Boynuzlarındaki kıvrımlar bile farklıydı. Öncekinin aksine, açık renkli tüyleri beyaz beneklerle doluydu. Nasıl mümkün olabilirdi bu? Üstelik duvara monte edilen bir şeydi. Altındaki tahtaya çakılmış olan çiviler buradan dahi görülebiliyordu.

 

Geyiği incelediğimi fark eden Merih oturduğu yerde hafifçe kımıldandı. Suratıma diktiği ağır bakışlara daha fazla direnemeyerek, gözlerimi ona kaydırdım. İlk yakaladığım duygu şaşkınlık ve merak oldu. Neye şaşırıyordu? Yoksa geyikteki değişikliği fark ettiğimi anlamış mıydı? Kaşlarımı kaldırınca, o da aynı şekilde kaldırdı. Neye bakıyorsun dercesine başımı salladım; o da başını salladı. Gülümsemesi iyice yayılmıştı suratına. Kör gözüne bile neşe bulaşmıştı.

 

Tam bu esnada elinde tuttuğu kitapla bize dönen Tan Bey aramızdaki sessiz kavgayı böldü. Ellerimi önümde kavuşturarak duruşumu düzelttim. Gözlerimi Merih'ten ayırmış, tüm ilgimi karşımdaki yaşlı adama vermiştim. Ama onun ilgisi sadece elinde tuttuğu ince kitaptaydı. Sayfalarını karıştırırken benden tarafa hiç bakmıyordu. Altın geyikli bastonu masanın kenarına yaslanmıştı. Serçe parmağındaki yüzük o hareket ettikçe parlıyordu.

 

Sanki yine kitabevindeydim; zilin sesi bile kulaklarımdaydı. Müşteri olarak gelen bu yaşlı adamı karşılamaya hazırlanıyordum. Hevesliydim, ilk defa çalıştığım bir yeri bu kadar benimsemiştim. Her sabah yataktan heyecanla kalkıyordum. Ama hepsi geride kaldı. Kitabevi Mustafa abiyle birlikte ölmüş, pencere kenarındaki menekşeler de onunla birlikte solmuştu.

 

Peki ama nasıl bu kadar benzerlik olabilirdi? Göz ucuyla, pencerenin kenarına dizilmiş olan menekşelere baktım; ardından geyiğin altına kazınmış olan o cümleye. Ve son olarak, altı sene önce zihnime alazlanan o yüzüğe. Tüm bu benzerlikler tesadüf olamazdı. Hayat bu kadar tesadüfü içinde barındıramazdı. Nasıl oluyordu bilmiyordum ama hissedebiliyordum; karşımdaki adamın yaşanan olaylarda bir izi vardı.

 

Birden kesif bir korku çöktü içime. Merih'le bakışırken azalan gerginliğim yavaş yavaş yeniden kanıma nüks ediyordu. Derin bir soluk alarak sakinleşmeye çalıştım. Gözlerim tekrar Merih'i buldu; içinde bulunduğumuz gergin ânı sarsacak şekilde, hâlâ gülümsüyordu. Kasvetli bir odayı aydınlatan ufak bir huzme gibiydi.

 

"Duydum ki," Tan Bey'in derin sesiyle dikkatim dağıldı. Tıpkı Merih gibi o da beni izliyordu; elindeki kitabı masaya bırakmıştı. Ağır ağır sandalyesine yerleşti. "Kızımla ufak bir münakaşa yaşamışsınız. Kendisi adına senden özür diliyorum, umarım anlayışla karşılarsın. Her insan bazen taşkın davranışlar sergiler."

 

Merih tekrar kımıldandı; dudağındaki tebessüm hafifçe titremişti. Arkasında oturan adama hiç bakmıyordu; yalnızca benim üstümdeydi gözü. Sessizliğin içinde dikilirken, ne söylemem gerektiğini şaşırmıştım. Birisinin benden özür dilemesi duymayı beklediğim son şeydi.

 

Sessizliğimi duymazdan gelerek, "Nasıl, alışabildin mi bari konağa?" diye sordu, ezgili bir sesle. Hatırlıyor beni. Suratında mağrur bir ifade vardı. İnine giren yabancılara karşı her an güç gösterisi yapmaya hazır biri gibi duruyordu.

 

"Evet efendim, alıştım," dedim, gülümseyerek. Rahat gözükmeye çalışıyordum ama resmen titriyordum. "Buraya gelmeden önce zaten çok seveceğimi biliyordum."

 

Kaşlarını kaldırdı. "Öyle mi?" Başını hafifçe omzuna yatırmıştı, dikkatle bakıyordu suratıma. "Rahmetli bizden çok bahsetmiş olmalı. Halbuki pek konuşkan biri de değildi." Abartılı bir şüphe kuşanmıştı. "Gerçi hiç canına kıyacak birisine de benzemiyordu. Tebrik etmek gerek, iyi gizliyormuş kendisini."

 

"Pek iyi tanıyamamışsınız öyleyse," Duygularıma ket vuramıyordum. Birisinin ölümünden bu kadar tasasızca bahsedebilmesi çok can sıkıcıydı. "Mustafa abi çok sıcakkanlı ve konuşkandı aksine. Ayrıca hiç de canına kıyacak birisi değildi."

 

Merih'in gülümsemesi tamamen soldu. İçeriye girdiğimden beri ilk kez gözlerini üstümden ayırdı ve masadaki bibloyla ilgilenmeye başladı. Onun aksine, baygın bakan gri gözler adeta suratıma kilitlenmişti. Yılların kırıştırdığı yüzünde en ufacık bir duygu emaresi bile yoktu. Ne düşündüğünü anlamak resmen imkansızdı.

 

Nitekim sesi de duygusuzdu. "Sen çok iyi tanıyor gibisin merhumu."

 

İnatla adını anmıyor oluşu dikkatimden kaçmamıştı. Sanki uğursuz bir isimdi, ağza almaya bile değmezdi. "İntihar düşüncesi olan birinin nasıl gözüktüğünü bilemem ama nasıl gözükmediğini çok iyi biliyorum. Mustafa abi canına kıyacak biri değildi, efendim."

 

Merih, eğik başını kaldırmadan yüzüme baktı; gerilmiş ve sinirlenmişti. Gözlerinde yine o tanıdık ikazlar vardı. Ama görebiliyor olsam da kör kalacaktım bu ikazlara; bir amaç için buradaydım, sırf bu amaç uğruna da eşkıya kılıklı adamların arasındaydım. Hiçbir ikaz bana geri adım attıramazdı. Artık dönüşü olmayan bir sapağa girmiştim.

 

"Bu genç yaşında ciddi kayıplar vermiş gibi konuşuyorsun," dedi, beni düşüncelerden çekip alarak. Dudaklarını bükmüş, bariz bir çabayla da sesini hüzünlendirmişti. "Bunu duymak beni üzer, ben duygusal yaşlı bir adamım." Parmaklarını birbirine kenetleyince gözüm yüzükte takılı kaldı.

 

Boğazım kupkuru olmuş, kalbim çırpınmaktan yorulmuştu. Kaybetmenin ağır olacağı kuralsız bir oyuna girmiştim sanki; yaptığım her hamlenin bedelini en ağır şekilde ödeyecektim. Bu yüzden ağzımdan çıkacak olan her sözün sorumluluğu, sırtıma yükleniyordu.

 

"Burada çalışan her kız gibi, ben de bazı kayıplar verdim efendim," Ellerimi çözdüm, sonra tekrar birbirine kenetledim. Avuçlarımın içi terlemişti. "Kardeşim de aynı şekilde öldü."

 

Tan Bey'de hiçbir duygu kırıntısı yoktu. Masadaki bibloyla oynayan Merih'in eli duraksamıştı; dalgaların kumları süpürmesi gibi yüzündeki tüm duygular silinmişti. Yalnızca şaşkınlık kalmıştı geriye. Yavaşça masadan kalkıp pencereye doğru yürüdü ve yüzündeki bariz duyguların görülmesine mani oldu. Sırtını bize dönmüş, ellerini cebine sokmuştu.

 

Derin bir soluk alarak doğrulan Tan Bey, oturduğu sandalyeyi hafif hafif sallamaya başladı. Sessizce dışarıyı izleyen Merih'e kısa bir bakış fırlatmış, ardından bana dönmüştü.

 

"Kaybın için üzüldüm," Hayır, üzülmedin. "Ama şunu bilmek gerek, kaybetmek bir güçtür. Azalmak seni çoğaltır."

 

Birden gülünce, şaşırdı. "Naçizane fikrim, etrafınızda sadece bir şeyleri kaybetmekten korkan insanları tutmalısınız efendim. Yok olacak kadar azalan bir insan," Durdum, gözlerinin içine baktım. "Bence en tehlikelisi."

 

Merih yavaşça bize döndü; kaşları çatılmıştı. Sorgularcasına bakıyordu; sözlerimin onu şaşırttığı apaçıktı. Ancak yine de sessizliğini korudu. Tan Bey'in ani kahkahası odayı doldurana kadar, gerginliğin kıyısında benimle bakıştı. Tekrar yaşlı adama döndüm; irkilmiştim. Porselen gibi parlayan dişler, kaygılarımı kamçılamıştı. Daha önce hiç içinde bu kadar tehdit barındıran bir gülüş duymamıştım.

 

"Fikirleri olan bir kızsın, ona şüphe yok." Ondan hiç beklemediğim bir çeviklikle aniden ayağa kalktı. Bastonuna gereksinim dahi duymayarak yanıma sokuldu; Merih müdahale etmek istercesine birkaç tutuk adım atmış ama sonra durmuştu. Kaskatı bir suratla patronunu izliyordu.

 

Tam karşımdaydı; yerine hiç yakışmayan bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Gri gözleri korkunç bir parlaklıkla doluydu. Parfümünün ağır kokusu, ciğerlerime nüfuz ediyordu. "Demre kızım," diye fısıldadı, babacan sandığı bir tavırla. Tütün kokan ılık nefesi suratıma çarptı. "Etrafımdaki insanları düşünmek yerine bugün nereyi daha fazla silersem patronumu mutlu etmiş olurum diye düşün. Hem bak sonra," Parmaklarının tersiyle nazikçe yanağımı okşadı. Bu beklenmedik temasla irkilsem de geriye çekilemedim. Nefeslerim boğazıma dizilmişti. "Bir gün yok olacak kadar azalırsan eğer, başımız büyük derde girer. Maazallah, korkarım ben."

 

Tokat gibi suratıma çarpan kısık gülüşünü de alarak yavaşça masaya döndü, "İşinin başına." deyip, kaba bir emir savurdu.

 

Hiçbir karşılık veremedim, kendimi hızla kütüphaneden dışarıya attım. Kapıyı arkamdan örttüğüm gibi boğazımı tıkayan soluğu bıraktım. Nefes nefese kalmıştım. Merdivenlere vardığımda, kapı sertçe geri açıldı. Korkarak arkamı döndüm.

 

Kızgın çehresiyle, Merih'ti gelen; gözlerine yangınlar bulaşmıştı. Kapıyı sıkıca örtüp karşıma gelirken burnundan soluyordu. "Neydi o laflar öyle? Canına mı susadın kızım sen?" Gözleri bir yanıt bulmayı bekler gibi suratımı turluyordu. Kaşları birbirine değecek kadar çatılmıştı.

 

Ondaki alevler bana da sıçradı; birden kendi yangınlarımda kavruldum. Damarlarımdan sıcak bir öfke akmaya başlamıştı. "Evet, canıma susadım!"

 

"Şşşt!" Hızla elini ağzımın üstüne örttü. Panikle etrafı kolaçan etmişti. Geriye çekilmeye çalıştım ancak izin vermedi; nazikçe kenara itekleyerek duvarla arasına sıkıştırdı beni. Hışımla, hâlâ dudaklarımın üstünde duran parmaklara asıldım. Tutuşu sert değildi ama sağlamdı; o istemedikçe indiremeyeceğim bir güçteydi.

 

Diğer eliyle duvara yaslandı, hizama eğilerek gözlerimin içine baktı. Yalnızca bir karış ötemdeydi. "Rica ediyorum, sessiz ol," dedikten sonra elini yavaşça indirdi ama geriye kaçılmadı. Yangınları sürse de öfkesi dinmişti. Biraz ötemdeki gözlerde şimdi sadece endişe hâkimdi. "Neden tehlikeli sularda yüzmekte bu kadar ısrarcısın? Boğulmak ne demek hiç bilmez misin sen?"

 

Bir süre soluklandım; tuhaf bir şekilde benim de öfkem dinmişti. Üstelik beraberinde düşüncelerim de dağılmıştı. Karşımdaki gözler zihnime nüfuz edebilen tek olguydu. "Bilirim," dedim, tıpkı onun gibi mırıldanarak. "Boğulmak ne demek çok iyi bilirim. Altı yıldır boğularak yaşıyorum zaten." Hınçla söylediğim itiraf, kaşlarındaki çatıklığı gevşetti. "Sen hep boyunu aşmayan yerlerde mi yüzersin? Hiç mi boğulacağını bile bile bir suya girmedin?"

 

Birden güldü; burukluk kokan bir gülüştü bu. Gözleri kısılmış, dişleri görünmüştü. "Yanlış kişiye soruyorsun bu soruları, kitapçı kız," Sesine gölgeler devrilmişti. "Yürümeyi ayağımızın yere değmediği sularda öğrendik biz. Yaşandı güzelim, boğulmanın en kralı yaşandı."

 

Hüzünleriyle süslediği gülüşü içimi burktu. Şakaklarına uzanan beyaz yaradan körlüğüne kadar, usulca her detayını inceledim. Yakınlaştıkça büyüsü de güçlenmişti sanki; tıpkı bir anafor gibi insanı içine çekiyordu. Sessizce onu izlediğimi fark edince tekrar güldü, ardından geriye kaçıldı. Ben de duvardan uzaklaştım.

 

"Neden durmadan beni uyarıyorsun, anlayamıyorum," Kollarımı birbirine doladım. "Ama sırf sen uyardın diye bir şeyleri yapmaktan vazgeçmem ben. Ormanda bırakılmanın beni korkutup susturacağına inanman da büyük bir ahmaklık."

 

"Susturmak için oraya götürmedim seni," Ellerini cebine soktu. Sözüne devam etmeden önce kütüphaneyi kolaçan etmişti. "Anlatmak istediğim şeyi gerçekten de anlamamışsın, kimin ahmak olduğunu tartışmayalım istersen."

 

"Neyi anlayacakmışım, Merih? Beni nasıl ezmek istediğini mi? Avlanmayı bekleyen bir geyik olduğum imalarını falan mı?" Sinirli bir şekilde uzanarak yüzüne doğru çemkirdim. Sonra birden fazla yaklaştığımı fark ettim; tekrar yerime sindim. Dudaklarındaki gülümseme iyice genişlerken sessizce beni izlemeyi sürdürdü. Kendisini paylamamdan resmen keyif alıyordu. "Bir de sana abi dememi istiyorsun benden. Sadece hak edene saygı gösteririm ben, sen o saygıyı dün gece kaybettin."

 

Gülümsemesi yavaşça soldu, geride ufak bir tebessüm kalmıştı. Yoğun bir alayla, kendi kendine mırıldandı. "Saygısını kaybetmişim, sadece hak edene verirmiş," Usulca bir adım atarak, yaklaştı. Elleri hâlâ cebindeydi. "Sırf bana abi dememek için bahaneler üretiyorsun sanki. Neden ki?" Sırıtarak göz kırptı. "İlerde lazım olur diye mi?"

 

Hayretle, bir adım geriledim. Birileri tarafından duyulma korkusuyla etrafa bakınmıştım. Ne saçmalıyordu? Ne tepki vereceğimi şaşırmıştım; kınayarak, pişkin pişkin gülümseyen suratını süzdüm. Baştan aşağı kasılmış, tuhaf bir sıcaklıkla kuşanmıştım. Gerçekten böyle mi anlaşılıyordu? Yoğun utancımı öfkemle bastırmaya çalıştım. "Bir daha bana göz kırparsan oyacağım o gözünü, ona göre."

 

"Yaşamadığımız şey değil, onun da en kralını yaşadık çok şükür," dedi karanlık bir şekilde gülerek. Kör gözünü kırpmıştı. Aşağıdan gelen birtakım sesler birkaç adım geriletmişti onu. "Sıkıntı yok, diğer gözüm de senin olsun kitapçı kız."

 

Yanıt vermemi beklemedi; döndü ve kütüphaneye girdi. İçeriye girerken suratındaki gülümsemeyi bertaraf etmiş, ciddileşmişti. Bir süre ardında bıraktığı boşluğu seyrettim. Zihnimde resmen hengâme vardı. Ellerimi yüzüme örterek soluklandım. Odaklanmam gereken daha önemli mevzular varken bir de bu adamla uğraşıyordum. Kendime hava yaparak hararetimi savuşturmaya çalıştım. Ardından söylene söylene aşağıya, mutfağa indim.

 

"Demre," Tam mutfağa girecekken duraksadım. Sude, koridorun diğer ucundan bana doğru geliyordu. Elinde toz bezi vardı. "Ne oldu, konuştun mu Tan Bey'le?"

 

Başımı salladım. "Zeren'le olan vukuatımdan bahsetti sadece, onun adına özür diledi."

 

Beni mutfağın içine iteklerken arkasını kolaçan etti. Kelimeleri fısıltı düzeyine inmişti. "Özür mü diledi? Senden özür mü diledi?"

 

Tezgahı silen Dilara işini bıraktı ve bize döndü. Ondan başka kimse yoktu mutfakta. Kalçamı adaya yaslayarak kollarımı birbirine doladım. Sude'nin yüzünü boyayan şaşkınlığı izliyordum.

 

"Ben de hiç özür dilemesini beklemiyordum," Kaşlarımı çatmış, az önceki tuhaf konuşmayı tekrar zihnimden geçirmiştim. Başından beri kim olduğumu biliyordu ama buna rağmen beni evinin içinde bulmak onu şaşırtmamıştı. "Ama samimi gibi duruyordu." Yanağımı okşadığı ânı hatırlayınca ürperdim.

 

Hem de ne samimi.

 

"Bu dede her gün şaşırtıyor bizi." diye fısıldadı Dilara. Tek eliyle adaya yaslanmış, diğerini beline koymuştu. Karmaşık bir denklemi çözer gibi bakıyordu. "Gerçi kendi kızı hiç özür dileyecek bir durumda değil, orası ayrı."

 

"Nasıl yani?" deyince bana baktı. Ama onun yerine Sude yanıtladı.

 

"Zeren sık sık böyle krizler geçirir," O da fısıldayarak konuşuyordu. Kimse olmamasına rağmen bu kadar temkinli davranmaları istemsizce germişti beni. "Ne zaman böyle krizler geçirse üç dört gün aşağıya iner, ortalıktan yok olur. Geri döndüğünde de birkaç gün yataktan çıkamaz. Uyuşturulmuş biri gibi olur."

 

Yaslandığım yerden doğruldum. Duyduklarımın bende uyandırdığı hisler rahatsızlık vericiydi. "Aşağıya iner derken neyi kastediyorsun? Ayrıca niye uyuşturulmuş birine dönüyor ki?"

 

Dilara bana doğru sokulunca Sude de suratını yaklaştırdı. "Mahzen dediğimiz yerde ona ayrılmış bir tedavi odası var. Kriz geçirince Zeren'i oraya yatırıyorlar, doktor gözetiminde ağır ilaçlar veriyorlar."

 

Beklediğim yanıtı duymaktan korkarak, "Kim yatırıyor? Yoksa zorla mı yatırıyorlar?" diye sordum. Sesim resmen içime kaçmıştı.

 

Sude yavaşça geriye kaçıldı. "Başta zorlaydı ama artık kaderine boyun eğiyor. Ayrıca kimler olacak, kendi ailesi yatırıyor."

 

Bir süre kimse konuşmadı. Tekrar söze giren Dilara, konuyu da değiştirmişti. "O değil de Tan dedenin daha önce hiç çalışanlardan özür dilediğini duymadım. Sevdi seni herhalde, Demo."

 

Keyifsizce güldüm. Benden hazzetmediği apaçıktı. "Belki de olay şiddete vardığı için böyle bir yol izlemiştir."

 

"Burada olay hep şiddete varır zaten."

 

Şaşırarak Sude'ye, ardından Dilara'ya baktım. Tatsız bir şaka yaptıklarına inanmak istemiştim fakat ikisi de gülmüyordu. Aksine, epey ciddilerdi. Daha ne kadar şaşıracaktım, bilmiyordum. "Çalışanlara hep şiddet mi uygulanıyor yani?"

 

Derin bir soluk alan Dilara, alçak bir sesle konuştu. "Sürekli değil tabii," Sude'yle arasında kasvetli bir bakışma yaşandı. "Nasıl açıklayabilirim bunu bilmiyorum ama Şahoğlu çok köklü bir aile. Gizliliklerine ve güvenliklerine çok önem veriyorlar, bu yüzden katı bir disiplin var evde. Düzen bozulursa, suçlanan ilk kişi çalışanlar oluyor."

 

"Suçlu değilse bile mi?" diye sordum. Bozguna uğramıştım.

 

Kinayeli bir şekilde gülen Sude, başka bir hazin gerçeği daha suratıma çarptı. "Demo sen suçluların cezalandırıldığı bir yerden geliyorsun sanırım. Anlatsana, nasıl bir yer orası?"

 

Üzüntü, tortu gibi içime çöktü. Avutmak anlamsızdı, sineye çekmekse imkansızdı. Haksız yere suçlanıyor, itekleniyor ve gücü olanın altında eziliyorduk. Bu kadar acımasız bir düzeni gerekli kılan neydi? Ne gizleniyordu bu kadar? Zeren'in vurduğu yerlere keskin bir sızı saplanınca yüzümü buruşturdum. Kollarımı çözdüm, karnıma tutundum. Onun hakkında duyduklarım da sarsmıştı beni; resmen kızgınlığımı dindirmişti.

 

Yüzümdeki acıya bakan Dilara, "Ağrın mı var?" diye sordu. Karşıdaki çekmeceyi açmış, biraz kurcaladıktan sonra ilaç çıkarmıştı. Bana doğru uzattı. "Ağrı kesici iç. Şu dudağındaki yaraya da merhem sürelim. Nasıl çizmiş yanağını öyle, şirret kadın."

 

Sude'nin hızlıca elime tutuşturduğu suyla hapı yutarken birden kapı açıldı. İçeriyi süzen Ece, benim üstümde takılı kaldı. Kapıyı arkasından aralık bırakarak adaya yanaştı. "Demre, Meral abla yan tarafta seni bekliyor." Kaseye dizilmiş olan elmalardan en üsttekini kaptı, sertçe ısırdı.

 

Sude ona bakarak, "Bize de kes biraz." dedi. Çıkardığı bıçağı adanın üstünden ona kaydırmıştı. Kapıya doğru yürüdüğümü görünce arkamdan seslendi. "Demo sen de bir parça al, öyle git. Bahçemizin elmaları bunlar, böylesini hiç yememişsindir."

 

Elinde tuttuğu kırmızı elmaya baktım. "Elma hiç sevmiyorum yiyemiyorum da zaten, ne zaman yesem kusuyorum," Üçü de şaşırmıştı. Gülümseyerek omuzlarımı silktim. "Belki bir gün vicdanım hafiflerse bahçemizin elmasından yerim."

 

Arkamda karışık zihinler bırakarak mutfaktan ayrıldım ve yandaki kapının önünde durdum. İki kez vurup, "Gel." emrini duyduktan sonra araladım. Yavaşça içeriye girdim. Masada oturan Meral Hanım beni görünce eliyle karşısındaki koltuğu gösterdi. Sesinde hâlâ sabahki tartışmanın durgunluğu vardı. Yüzü asıktı.

 

"Demre gel, otur," Gösterdiği yere oturup arkama yaslandım. Birbirine kenetlediğim parmaklarıma baktıktan sonra gözlerini yüzüme kaydırdı. Gerginliğimin farkındaydı. "Tan Bey'le görüşmen nasıl geçti? Umarım bir sıkıntı yoktur."

 

"Gayet iyi geçti, bir sıkıntı yok Meral Hanım," Ayrıntı duymak istediğini belirtir gibi tek kaşını kaldırdı. Kuruyan dudaklarımı ıslattım, boğazımı temizledim. Kovulduğumu duyacak olmanın stresini yaşıyordum. "Zeren Hanım'la yaşadığım tatsızlık için özür diledi." Tıpkı kızlar gibi Meral abla da duydukları karşısında şaşırmıştı. Kaşları çatılmıştı. "Sonra konağa alışıp alışmadığımı sordu. Bu kadar, başka bir şey söylemedi."

 

Başını salladı, doğruldu. Hareketleri temkinliydi. Kenardan aldığı kalın bir desteyi yavaşça önüme doğru itekledi. Okuyabileceğim şekilde ters çevirdi. "Demre Eroğlu," Gözlerini üstümden ayırmıyordu. Kalbim yerinden sökülüp atılmış gibi tekledi. "Şahoğlu Konağı'na hoş geldin, seni aramızda görmekten mutluluk duyuyoruz," Hiç mutlu durmuyordu. Aksine sesinde gizli vurgular, gözlerindeyse kaygılar vardı. "Bizimle çalışabilmen için geriye yalnızca bir adım kaldı. Sözleşmeyi imzalamak."

 

Önüme serdiği desteye baktım. İlk sayfadaki büyük başlığı görünce midem kasıldı. Terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürttüm. Üç kelimelik yazıyı defalarca kez baştan sona okudum.

 

Şahoğlu Gizlilik Sözleşmesi.

 

Kağıdın üstüne bıraktığı kalemi yavaşça aldım. İlk sayfayı çevirdim. Birbirine zımbalanmış neredeyse on sayfalık bir sözleşme vardı önümde. Alt alta birçok madde sıralanmıştı.

 

Ama hiçbirinin bir önemi yoktu. Bu sözleşme sadece Şahoğlu Konağı'na girebilmem için elime tutuşturulmuş bir anahtardan ibaretti. Kalbim boğazıma tırmanırken, kalemin kapağını açtım. En sondaki sayfayı çevirmiş, alttaki boşluğa uzanmıştım.

 

"İyi düşünmeni istiyorum Demre, iyi düşün," Birden söze girince başımı kaldırdım. Kalemle kağıt arasında yalnızca birkaç milim kalmıştı; hafif hafif titriyordu elim. "Önce okumanı tavsiye ederim. Neyi imzaladığını bilsen daha iyi olur."

 

Tekrar sözleşmeye baktım. Boğazım kupkuruydu; vücuduma tuhaf bir uyuşukluk yayılmıştı. "Teşekkür ederim Meral abla, ama ne yazdığını bilmem hiçbir şeyi değiştirmeyecek."

 

Ve kendi sonumu imzaladım.

 

𓄅

 

 

Bazı iyilerin kötü gözüktüğü, bazı kötülerin de iyi gözüktüğü bir bölüm bence bu jhdhfjdj. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı okumak beni çok mutlu eder, genel olarak nasıldı sizce? En sevdiğiniz karakter kim mesela? 🥺 Şimdiden çok teşekkür ederim! Cumartesi yeni bölümde görüşmek üzere, sağlıcakla kalın!

 

Fiysa 

 

25 Nisan 2023

Loading...
0%