@monafesa
|
Okuyan birileri varsa şayet, çok teşekkür ederim!
Yorumlarınızı görmek beni inanılmaz mutlu eder. *-*
𓄅
Birbiri üstüne devrilen saniyeler, adeta saatler kisvesindeydi. Sanki ufak bir kum saatinin ortasında asılı kalmış kum taneleriydik; aramızda beliren üçgenin, bana atılan bir darbeyi engellemekten ibaret olmadığı aşikardı. Tuhaf bir andı. Kadının suratındaki şaşkınlık, böyle bir başkaldırışı hiç beklemediğini gözler önüne seriyordu.
Yoğun nefeslerin arasından duyulan kelimeler, hayret doluydu. "Ne yapıyorsun, Merih? Büyük bir yasağı çiğnedi, farkındasın değil mi?"
"Farkındayım." Resmen sıkılı bir çeneden çıkıyordu sesi. Kadının kaşları çatıldı. Gözlerini bir an olsun Merih'ten ayırmıyordu. "Ama bu vurmanı gerektirmez, Zeren." İsmini söylerken resmen sesiyle çiğnemişti. "Sen Beren gibi acımasız değilsin, unuttun mu yoksa?"
Tıpkı kıyıya vuran bir dalga gibi kadının çehresindeki tüm duygular silindi; kaşları yavaşça gevşedi. Derin bir nefesle birlikte başını hafifçe geriye kaçıltırken, gözleri bir anlığına beni buldu. Merih'in baskın vurguları işe yaramıştı, tamamen durulmuştu. Yine de hâlâ kızgındı; dudakları aralık, alt çenesi dışa doğru çıkıktı. Yanağının içine sürtünerek tenini kabartan dili, konuşmak için can atan hiddetini bastırmakla uğraşıyordu.
Aniden omzunun üstünden benimle göz göze gelen Merih, sertçe, "Çık!" emrini savurdu.
Hiçbir karşılık vermeden, yere düştüğünü yeni fark ettiğim bezi hızla kaptım ve koşarak kütüphaneyi terk ettim. Kapıyı arkamdan çekerken içerden yükselen konuşmalar duydum; ancak anlayamadım. Nefes nefese birisini bulabilmek umuduyla boş koridorda göz gezdirdim. Ne yaşamıştım ben öyle? Tam merdivenden inecekken, arkadan bir kapı açıldı ve Sude'nin yorgun sureti eşikte belirdi.
Beni görür görmez seslendi. "Demre, neredeydin? Seni arıyordum. Gel, bugün yanımdan ayrılma."
Rüzgar gibi eserek yanına gittim. Ansızın arkamdan beliren Cemre, bastırmaya çalıştığı kıkırtılarıyla duvarın kenarına çekilirken, "Daha ilk günden işten atılacaksın abla, tebrikler," diye fısıldadı. Endişeyle Sude'nin koluna asıldım; Cemre'nin dikkatimi dağıtmasına müsaade edemezdim.
"Sude, ben büyük bir hata yaptım sanırım."
Şaşırarak bana baktığı esnada, apar topar çıktığım kütüphanenin kapısı savrularak açıldı; kadın, adeta kasırga gibi dışarıya çıkmıştı. Arkasından beliren Merih'in kızgın bir kor gibi yanan gözleri, direkt beni hedef aldı.
"Sude!"
İsminin bu denli bir öfkenin içinde dirilmesiyle irkilen Sude, bileğimden yakalayarak beni hizasına çekti. Başını hafifçe eğmiş, omuzlarını daraltmıştı. "Buyrun, Zeren Hanım?"
"Şu kıza nerede durup durmaması gerektiğini düzgünce öğretin," Eliyle beni işaret etmiş, bağırmıştı. Gözleri resmen karşısındakini çiğ çiğ yemek ister gibi bakıyordu. Çökük yanakları çenesine doğru darlaşıyor, kararmış göz altlarıyla bütünleşince sağlıksız bir görünüm doğuruyordu. "Meral şu işin nesini beceremiyor anlayamıyorum, bu kadar zor mu bir avuç kızı dize getirmek?" Hınçla ceketinin yakasını çekiştirerek, merdivenleri inmeye koyuldu. Attığı her adım, hâlâ süren azarıyla birlikte evin içinde yankılanıyordu. "O ahraz kızlar bile daha iyi anlıyor bunlardan."
Başından beri gözünü üstümden ayırmayan Merih, suratımdaki korkuyu izlerken sertçe nefesini üfledi. Verdiği nefesle omuzları yavaşça düşmüş, yüzündeki kızgınlık dağılmıştı.
"İyi misin?" diye sordu birden. İçine içine konuşmuştu; ne diyeceğini bilemiyor gibi çekingendi.
Başımı salladığımı görünce başka söze gerek duymadı. Gürültülü sessizliğini yanına alarak, hızla kadının peşine düştü. Onlar uzaklaşırken, kımıldamadan yanımda dikilen Sude hışımla koluma asılmıştı.
"Ne oldu? Ne yaptın?" Hatama bir başkası daha tanık olmasın diye fısıldayarak konuşuyordu. Ufak gözleri kocaman olmuştu. "Hadi yaptın, bir de Zeren Hanım'a mı yakalandın?" Gittikleri yöne ters ters baktı. "Bu kadına damardan papatya çayı bile versek sakinleşmez."
Hâlâ üzerimde tüten sersemlikle, "Kütüphaneye girmenin yasak olduğunu unutmuşum ama zaten Aylin söylediği için sorgulama gereği duymazdım," diye mırıldandım. Zeren'in yüzüme diktiği ürkütücü gözleri, karanlığı delen iki ışık huzmesi gibi hala zihnimdeydi.
"Aylin mi?" Hafifçe geriye kaçılan Sude, bitkin bir şekilde omuzlarını düşürdü. Koyu bir düş kırıklığı bulaşmıştı yüzüne. "Kızlar mı planladı yani bunu? Ben o şeytanlara ne yapacağımı biliyorum." Kendi kendini harladığı saniyelerin ardından, tekrar kaygısı yüzeye çıktı. Daha yumuşak bir şekilde koluma dokundu; merakla süzüyordu şimdi beni. "Bir şey yaptı mı sana?"
Başımı sallarken, "Hayır," diyerek içini rahatlattım. "Ama Merih olmasaydı yapacaktı. O durdurduğu için yapamadı."
"Abi, Demre," Ufak hatamı düzelttikten sonra dikkati çabuk dağıldı; keyifle gülerek parmaklarını şıklatmıştı. Gülümseyişi gururla doluydu. "Merih abime bak sen, Zeren'e bile kafa tutuyor. Adamın hası ya," Sonra silkelendi, yapılmayı bekleyen birçok iş olduğunu hatırladı. "Elimizi çabuk tutalım. Aylin şimdi arka odaları yapıyor. Biz de bu tarafı bitirelim. Akşam yemeğine az kaldı, sonra eve döneriz."
Koridorun ucundaki pencereye baktım; hava hâlâ aydınlıktı. "Ama mesai altıda bitmiyor muydu?"
Yerdeki temizlik malzemelerini kucağına alıp, birkaç tanesini de benim elime tutuştururken, "O kadar dikkat etmiyoruz, sen Meral ablanın öyle dediğine bakma. Yemek saati olduğu için Mutfak çalışmaya devam ediyor ama biz biraz daha rahatız," dedi.
Ardından, teker teker birbirinden büyük odalarda dolandığımız ve hummalı bir şekilde etrafı temizlediğimiz ileriki saatleri birlikte geçirdik; tekrar koridora çıktığımızda hava artık kararmış, gece adeta kalın bir yorgan gibi bahçenin üstüne örtülmüştü. Üst katta kimse yoktu; ancak aşağıdan birtakım sesler geliyordu.
Zihnimden geçenleri duymuş gibi, "Yemek saati başlamak üzere, herkes salona gidiyordur şimdi," diyerek açıklamıştı. Tüm temizlik malzemelerini koridorun en ucunda kalan ufak bir kilere bırakmıştık. Yorgun argın merdivenleri iniyorduk. "Bu arada sana üniforma ayarlayalım," Siyah gömleğinin kolunu sıyırmış, saatine bakmıştı.
Doğru hatırladığımdan şüphe duyarak, "Meral abla saat takmanın yasak olduğunu söylemişti sanki," dedim. Tırabzanda elini kaydırırken başını kaldırıp bana baktı. Yanakları hafifçe pembeleşmiş, sıkıca toplanmış saçından birkaç tutam alnına dökülmüştü. Attığı adımlar yorgunluğun yükünü taşıyordu.
"Kendi saatini takman yasak. Bize verilenleri takabiliyoruz," Tekrar bileğini kaldırıp, daha iyi anlamam için uğraşır gibi saatini gösterdi. Çalıştığı ortam hakkındaki bildiklerini anlatmaktan keyif aldığı apaçıktı; bitkin olmasına rağmen sorularımı hevesli hevesli yanıtlıyordu.
Merakımın onu daraltmadığını bilmenin rahatlığıyla, aklıma takılan her detayı soruyordum. Her detayı eşelemem gerekiyordu; Şahoğlu ailesi ve hayatları hakkında her şeyi öğrenmek zorundaydım. Henüz yolun çok başındaydım ama bu eve yıllarımı vermek için de gelmemiştim; en kısa zamanda aradığımı bulmalıydım. "Neden bu konuda böyle katılar? Telefon dahi sokamıyoruz eve."
Beni mutfağa yönlendirirken, konuşmaya devam etti. Sıcak aş kokusu neredeyse bütün koridora sızmıştı. "Güvenlik için böyle davranıyorlar. Biz sokamıyoruz ama herkes böyle değil. Mesela Mercan en kıdemlimiz, on senedir burada çalışıyor, ona böyle yasaklar yok," Çocuksu bir gıptayla dudaklarını büzmüştü. "Meral Hanım'ın sağ kolu gibidir kendisi."
Sıcak yemeklerin içeriyi ısıttığı mutfağa girince, hararetli bir çalışma ortamı bulduk. Sinem, ocağın başına geçmişti; bir elini beline koymuş, hızlı hızlı tencereyi karıştırıyordu. Onun hemen solundaki tezgahta sebze doğrayan Dilara, dün gece olan depremden hayıflanıyordu. Her gün aynı manevraları yapan parmakları, ustalıklı bir hızla sebzeleri bıçaktan geçirmekteydi. Mutfağın sağ tarafına dayanmış büyük camlı dolaptan tabak çıkaran Ece, içeriye girdiğimizi fark eden ilk kişi oldu.
Sude'ye doğru gülerek, "Sinem yine o özel çorbasından yapıyor," dedi. Ortadaki mutfak adasına oturmuş elma yiyen Aylin'e doğru yürüyen Sude, Ece'ye yalnızca, "Mis gibi kokmuş zaten," demekle yetinmişti.
Bir anlık bana dokunan Aylin'in gözleri, mahcup bir hızla başka yöne kaydı. İki büyük adımda yanında biten Sude'nin aniden ensesine inen eliyle, başı mermer tezgaha doğru savruldu fakat çabuk toparlandı; hınçla ona dönerken koluna vurmaya çalıştı. Ama Sude çoktan geriye çekilmiş, bu darbeden sıyrılmıştı. "Geri zekâlı daha ilk günden kızın başını yakacaktın."
Yüzünü buruşturarak başını ovalayan Aylin, haksızlığa uğramış birisi gibi, "Bana da ilk geldiğimde aynısı yapılmıştı," diyerek söylendi. Aramızda geçen vukuatın farkındaymışçasına gülen Sinem'e, Dilara da katılmıştı. İkisi, işlerinin arasında sessizce fısıldaşarak kıkırdıyorlardı.
Tekrar vurmak için elini kaldırarak kızı ürküten Sude, kendisini zar zor durduran biri gibi geriye kaçıldı. Dilini üç kez damağına vurmuştu. "Zaten sana yapıldığı için daha iyi anlaman gerekiyordu. Zeren'le karşılaşmış kütüphanede, kıza vuracakmış neredeyse."
Elindeki tabakları tezgaha bırakan Ece, bir şaşkınlık nidası attı. Dilara'nın elinde tuttuğu bıçak duraksamış, başı bana dönmüştü. Tek omzuna aldığı sarı örgü, bu ani hareketle sırtına devrilmişti. "Vurdu mu peki?" diye sorarken, sesinde ince bir merak vardı. Çorbayı karıştırmayı sürdüren Sinem, sessizliğini koruyordu.
"Vuracaktı," Adaya yaklaşıp, sırtlığı olmayan yüksek sandalyelerden birisine oturdum. Tüm eller duraksamış, gözler üzerime çevrilmişti. "Ama Merih durdurdu onu."
Henüz kimse bir tepki veremeden arka kapıdan giren Meral abla, "Askerlik arkadaşın herhalde Merih?" diyerek, aniden beliren varlığıyla herkesi tutup silkeledi.
Peşinden uzun boylu, alımlı bir kız girmişti; aralarındaki farklı simayı hemen algılamış gibi, ufak gözleri direkt beni buldu. Ama üzerimde fazla oyalanmadan önüne dönmüş, dolaptan aldığı bardağa su doldurmaya koyulmuştu. Sessiz ve tepkisizdi; benimle tanışma gereksinimi duymamıştı. Kıvırcık saçları sımsıkı toplanarak yatıştırılmıştı; ensesinde kısa tutam kahverengi bir yumağı andırıyordu. Sude'nin Mercan diye bahsettiği kızın bu olduğu belliydi; gerçekten de hareketlerinden ağırbaşlılık akıyordu.
Bu iki kıdemlinin gelişiyle eller tekrar eski meşguliyetlerine dönmüş, başlar öne çevrilmişti. Bir anlığına tekleyen hararet, aynı hızına kavuşmuştu.
Sude bana yandan, anlamlı bir bakış fırlatırken, "Merih abi demek istedim," diyerek hızlıca hatamı düzelttim. Meral abla bahçenin kapısını örtmüş, üzerindeki ceketi yandaki askılığa bırakmıştı. Mutfakta gezinen gözleri, Aylin'in başını ovan elinde bir süre oyalandı; didişmenin izlerini fark etmiş olmasına rağmen, sözünü etmeyerek ocağa yöneldi.
"Çorba olmadı mı hâlâ?" Sinem'in yanına sokulmuş, kepçeyi elinden alarak kıvamını kontrol etmişti. Bardakları adaya dizen Ece'ye dönerken, "Tabakları götür hadi, oyalanma," dedi. Birden bana çevrilen gözleri, hızlıca üzerimi turladı; az önceki muhabbetin kalıntılarını bulmaya çalışıyordu sanki. Nitekim hiçbir ize rastlayamadı ve uğraşmak yerine apaçık sormayı yeğledi.
"Merih Bey neyi durdurmuş?" Kaşları hafifçe çatılmış, göz kapakları yarıya kadar düşmüştü. Çenesi öne çıkıktı; kendisinden saklanan mevzuların kokusunu alabildiğini gösterir gibiydi.
Sözlerime ne kadar yalan bulaştırmam gerektiğini düşünürken, yanımda oturan Sude, "Önemli bir şey değil, Meral abla," diyerek tezgahın altından bacağıma vurdu. Bu kadar uzun süre sessiz kalarak kendimi daha çok ele verdiğimi söylemeye çalışıyordu. Ama bunun pek bir etkisi olmadı. Daha çok işkillenen Meral abla, "Bırak da önemli olup olmadığına ben karar vereyim, Sude," diyerek lafı ağzına tıkmıştı. Tekrar bana dönen gözleri, benden söz alana kadar yüzümde bekleyecek gibiydi.
Derin bir nefes alarak, az sonra yiyeceğim azara kendimi hazırladım. "Kütüphaneye girdiğim için Zeren Hanım biraz öfkelendi. Merih abinin durdurduğu kişi oydu," Hızla içine çektiği soluğun gürültüsü, adeta içinde yükselen kızgınlığı betimliyordu. Hızla kendimi aklamaya çalıştım. "Aylin kütüphaneyi temizlememi söylediği için oraya girdim."
Kendisine de pay düşmemesi için söze girmekten çekinen Sude, yalnızca başını sallıyordu. Gülünç bir hâli vardı. Suçun üstüne atılmasıyla başını eğen Aylin kendisini savunmaya bile kalkışmadı; zaten kızgın gözler buna pek müsaade etmiyordu.
"Aylin'in kendince oynadığı bu çocuksu oyunu esefle kınıyorum ama," Tekrar bana döndü. Hareketleri sakin, duruşu ihtiyatlıydı. Neredeyse mırıldanırcasına konuşuyordu ancak bir şekilde, sesi tüm odayı baskılıyordu. "Sana kütüphaneye girmenin katiyen yasak olduğunu zaten belirtmiştim. Anlattıklarıma kulak asmamışsın belli ki. Onun yaptığı düşüncesiz bir hataysa, seninki de dikkatsiz bir hata. Yani al birini vur ötekine."
Kelimeleri resmen mermi gibi çıkıyordu dışarıya. Hayal kırıklığıyla renklenen gözleri üzerimizde dolandı.
"İkiniz de cezalısınız. Aylin yarın sabah odaları tek başına süpüreceksin, öğleden sonra da kümesleri temizleyeceksin," Çetin bir zafer kazanmışçasına aniden kahkaha atan Sude'ye, Dilara da eşlik etti. Meral Hanım elini sinek savuşturur gibi sallayarak onları susturana kadar, Sinem de bu gülüşmelere dahil olmuştu. Aylin'in itirazalarını bu yaygaranın içinde duyabilmek adeta olanaksızdı. Gülmeyen tek kişiyse, sessizce kenarda dikilen Mercan'dı; dolgun dudaklarının çizgisi aşağı doğru sarkmıştı. Kendisine bir örnek bulmayı amaçlarcasına, pür dikkat Meral ablayı dinliyordu.
"Demre, yarın müştemilatları tek başına temizleyeceksin." Yüzünde az önceki neşenin izlerini taşıyan Sude, cümlenin sonu kendisiyle noktalanınca büsbütün bozguna uğradı. "Sude sen de Aylin'e vurduğun için cezalısın. Sabah Demre'ye bizim evi temizlemesinde yardım edersin; diğer müştemilatla tek başına ilgilenecek, görelim bakalım nasıl çekip çeviriyor evi. Sen de öğleden sonra ahırı temizlersin."
Gülme sırası Aylin'e geldiğinde, Sude dirseğiyle kolunu itekleyerek onu susturmaya çalıştı. Bir yandan da Meral Hanım'a söyleniyordu; coşkun duygularla tüm saygı ithamlarını unutmuştu. "Burada değildin bile, nasıl anladın vurduğumu? Cinli falansın bence." Sonra birden sakinleşti, sesini inceltti. "Sen önce bir papatya çayı iç sonra tekrar düşünelim abla, ne dersin?"
Onu duymazdan gelen Meral Hanım, "Yeter artık, gürültü patırtı yapmayın." diyerek tüm şamatayı tek bir ikazla yatıştırdı. İlgisini tekrar mutfaktaki işlere yöneltmişti. Pişen yemekler porselen kaselere aktarılırken, hâlâ uğradığı haksızlığı dile getirmeyi sürdüren Sude kendisine ve bana tabak hazırlamaya koyuldu.
Meral Hanım bir süre sonra Mercan'la birlikte yemek odasını kontrol etmeye gitti; Dilara da büyük kaselere konulmuş salataları alarak gölge gibi arkalarına düşmüştü. Sude, Sinem'in bizim için koyduğu sıcacık çorbayı önüme bırakırken, "Yemekten sonra kilere gidelim, şu kıyafeti ayarlayalım sana," dedi.
Diğer kızlar ev halkına hizmet etmeyi sürdürürken; Aylin, Sude ve ben oturup akşam yemeğimizi yemiştik. Az önceki hararetli tartışma sanki hiç yaşanmamıştı; bir saat boyunca süren sohbet havası biz masadan kalktığımızda bile devam ediyordu. Yeni insanlara ve yeni muhabbetlere alışmak sandığım kadar zor olmayacak gibiydi. Her ne kadar bu eve bir amaç için girmiş olsam da sonuçta etrafımdaki insanlarla birlikte yaşayacaktım.
Mutfağın arka kapısından bahçeye çıktığımızda, Sude basamakların üzerinden uzanıp tekrar koluma girmişti.
"Biz Demre'yle kilere uğrayacağız, sen önden git." Aylin bizimle vedalaşıp duvarın dibinden sağa saptı. İnsanı ürperten, yakıcı bir soğuk vardı. Etrafta kimsenin olmadığını zannederken, ilerde parlayan ufak alevleri fark ettim; sabah Meral ablayla girdiğimiz patika yolun kenarında sigara içen iki uzun karartı vardı.
Henüz onları görmeyen Sude, sol taraftaki birkaç metre ötemizde duran kapıyı göstererek, "Temizlik malzemelerinin konulduğu depo burası, anahtar hep üstünde olur," diye açıklıyordu. Basamakları atlayarak inip toprak zeminle buluştuğumuzda, mutfak kapısı hışımla tekrar açıldı ve üzerimize sarı bir ışık huzmesi döküldü.
"Sude?" Eşikte beliren Mercan'ın keskin gözleri, bizden önce arkadaki karartılara dokunmuştu; sanki orada olduklarını zaten biliyordu. Ancak istifini hiç bozmadı, tekrar Sude'ye döndü. "Bugün Zeren Hanım'ın odasını sen mi temizledin, yoksa Aylin mi?"
Sude sorulan sorunun şaşkınlığıyla, attığı birkaç adımı geri gelerek kapıya yaklaşmıştı. "Ben temizledim, ne oldu ki?"
"Masanın üstündeki defterini bulamıyormuş, seni çağırıyor."
Bıkkın bakışlarını bana çevirdi, "Sen buralarda oyalan Demre, benim karnım daha doymadı biraz da azar yiyip geleceğim," diyerek, Mercan'la birlikte geri mutfağa girdi. Defteri masaya koyduğunu açıklayan sesinin uzaklaşmasını dinlerken, kapı kayarak üstüme örtüldü ve beni karanlıkla gölgeledi.
Ortasında kaldığım taş basamağı atlayarak tekrar toprağa indim. Köşede dikilen karartıları kolaçan edince içlerinden birinin Merih olduğunu fark etmiştim; gecenin ensesinde bile parlayabilen mavi gözü görememek resmen olanaksızdı. Onun da beni tanıdığı belliydi; yanındaki yabancı adam bir şeyler anlatıyor olmasına rağmen ilgisi onda değildi, gözleri benim üstüme çivilenmişti.
Huzursuzca önüme dönerek, Sude'nin gösterdiği kapıya doğru yürüdüm. Sabahki ayazlar dinmişti. Oradan oraya savrulamayan soğuk adeta bir tortu gibi zemine çökmüştü; bu da içinden geçerek yürümeyi mecbur kılıyordu.
Tıpkı Sude'nin dediği gibi üstünde bulduğum anahtarı çevirerek, kapıyı aralamaya çalıştım; ancak yapamadım. Üşüyen parmaklarımı hızlıca açıp kapattım, ardından yine asıldım. Birkaç sefer aynı şekilde tekrarladım. Ancak olmuyordu; bir milim bile kımıldamıyordu.
Verdiğim gürültülü mücadeleyi duyan adamın, gür sesiyle, "Bunlar kapı bile açamayan güçle nasıl koca evi temizliyor, aklım almıyor," dediğini işittim.
Neden bu konaktaki insanlar birbirini ezmekten bu kadar zevk alıyordu?
Kendi kendime sinirli bir şekilde güldüm; adama aksi bir karşılık vermemek için yanağımın içini dişliyordum. Hor görülen bir mesleğe sahip olduğumun farkındaydım ancak seneler geçmesine rağmen küçümsenmeyi hâlâ kanıksayamamıştım.
"Kendine doğru çekmen gerek." Merih, adama bir karşılık vermek yerine, karanlığın ucundan bana seslendi. Duyduğumu belli etmesem de tavsiyesine uymuş, kapıyı kendime çekmiştim. Ama yine de açmayı beceremedim.
Adamın kinayelerle süslü sözleri hâlâ duyuluyordu. "İddiaya varım, on kızın şu evde yaptığı işleri erkek olarak tek başıma yaparım ben."
Yoğun bir alayla, "Erkek Oğuz, sen tek başına bir iş yapabiliyor muydun ya?" diye soran Merih adamın gururunu zedelemiş, "Siktir oradan," karşılığını almıştı. Farkında olmadan gülümsedim.
Toprağı çiğneyen adımların sesiyle kapıyı sarsmayı bırakıp, arkamı döndüm. Merih eli cebinde, tasasızca karanlığı yarıyordu. Diğer elindeki sigaradan çıkan ince duman onunla birlikte peşinden sürükleniyordu. Yanımda durunca, rüzgarıyla birlikte tütün kokusu da suratıma esti. Dudaklarında ufak bir tebessüm vardı.
"İzninle, kitapçı kız," diyerek, kapıya uzanmak için benden müsaade istedi. Yana doğru kaçılarak bekledim.
Ufalan sigarayı dudaklarının arasına kıstırıp kapının kolunu kavradı; diğer eliyle de çevirmek için anahtarı tutmuştu. Tek bir hamlede sertçe kendine çekince kapı itirazsız aralandı; tütünün ucunda birikmiş olan kül bu ani hareketiyle kopmuş, kolunun üstüne dökülmüştü. İçgüdüsel bir tepkiyle hızla öne eğilerek üfledim.
"Ah, yandı güzelim kazak," Ne olduğunu anlamaya çalışırken duraksadı, sessizce beni izledi. Elimle kazağındaki külleri silkelerken, üzerime çökmüş bakışların ağırlığıyla birden kendime geldim. Utanarak geriye kaçıldım.
Ne alaka şimdi bu anaç tavır Demre?
Sigaradan son bir nefes daha çekip yere bıraktı, ayağıyla ezdi. Başını geriye atarak dumanı tepemize üflerken gözlerini üzerimden ayırmamıştı. Tek tük kirli sakalın örttüğü adem elması, hafifçe havaya kalkıp indi.
"Sağolasın," dedi, belli belirsiz gülen bir sesle. Hoşuna mı gitmişti yoksa benimle alay mı ediyordu pek anlayamamıştım. Çenesiyle deponun içini işaret etti. "Işık sol tarafta, biraz ilerde."
"Teşekkürler." Bir an önce uzaklaşmaya yeltenirken tekrar söze girerek beni durdurdu.
"Kitapçıdan ayrılmışsın," Bir soru sormamış olmasına rağmen yanıt beklediği aşikardı. Ellerini cebine sokmuş, dimdik tuttuğu başıyla bana tepeden bir bakış atmıştı. Boyu çok uzundu. Tıpkı o gün kitabevinde yaptığı gibi yine baskın konuşuyordu. Dudaklarında hâlâ o tatlı tebessüm vardı.
Üşüyerek kollarımı kendime sardım. "Evet, maaşı daha iyi olan bir yerde çalışmak istedim," Kısmen doğruydu; böyle bir yerde iyi bir birikim yapacağımı da hesaba katmıştım. Ancak yine de durduk yere buraya gelişimin insanlarda şüphe uyandırmasına mani olabilmek için daha geçerli bir sebep sundum. Çünkü söylediğim sözlere kolayca itimat edecek gibi durmuyordu hiç; parlak gözleri, sergilemekten çekinmediği sorgularla doluydu. "Hem yatılı bir iş, senelerce yurtlarda yaşadım. Zorlandığım için, böyle bir yer daha rahat olur diye düşündüm. Hem kardeşim," Aniden duraksadım; kardeşim olmadığına dair söylediğim yalanı anımsamıştım. Tekleyişim hemen dikkatini çekti; hafifçe kısılan gözleriyle ve bozmadığı sessizliğiyle içten içe paniklememe neden olmuştu. "Arkadaşım, yakın arkadaşım da yurtlarda kalmamı pek istemezdi."
Fakat Merih bariz şeyleri gözardı edecek birisi gibi durmuyordu. İnsanı baş etmekte zorlayan, kıvrak bir zekaya sahipti. Cesurca verdiğim açığı yakalayarak, "Kardeşin vardı, doğru. O gün doğum gününü kutlamıyor muydun?" diye sordu.
Hatırlamasına şaşırmıştım. Her ne kadar bana yardım etmiş olsa da bunun aramızda bir güven bağı oluşturmayacağı kesindi; tıpkı benim gibi, onun da bana kuşkuyla yaklaştığı belliydi. Üstelik kelimelerimin arasındaki mesafeleri dahi fark edebiliyordu. Bu yüzden yalanı daha fazla uzatmaktan çekindim. "Evet, buradaki herkes gibi benim de bir ailem var. Ama eskidendi, hepsi öldü."
Gözlerindeki şüphe giderken, kaşları hafifçe havalandı; şaşırmıştı. Ancak beni avutmak gibi bir tasası yoktu; üzüntüsünü yalnızca dudaklarını birbirine bastırarak belli etti. Sonra beni afallatan bir şey söyledi. "Henüz tanışma fırsatınız olmamış herhalde. Diğer kızların da ailesi yok. Zaten bu yüzden buradalar."
Ne diyeceğimi bilememiştim; beni esir alan şaşkınlığı izlerken o da hiçbir şey söylemedi. Gecenin serinliğinde birbirimizle bakışırken, Oğuz'un gür sesiyle ona dönmek zorunda kaldık. Kendimi tatlı bir rüyanın içinden çekilip alınmış gibi hulyalı hissettim; karşımdaki gözlerin tuhaf bir derinliği vardı.
"Ne anlatıyorsun kıza on saattir, Merih? Oradan sana ekmek çıkmaz." İmalı gülüşü duyuldu.
Adamın pişkin tavrını karşılıksız bırakmaktan gocunmayan Merih, tekrar ilgisini bana çevirdi; içine baktığı geceyi emmiş gibi kararmıştı gözleri. Onun da Oğuz'un sataşmalarından hazzetmediği barizdi. Başıyla hafifçe selam verip gitmek için döndü; ama beklemediği bir anda koluna uzanınca durmak zorunda kaldı.
"Merih," Önce kolunu tutan elime, ardından gözlerime baktı. Şaşkınlığını görünce geri çekildim. Tamamen içgüdüsel bir davranıştı yaptığım fakat yine de kendime kızdım. Üstelik o kadar uyarılmasına rağmen, kendisine ismiyle hitap etmiştim. "Kusura bakma, genç durduğun için abi demeyi unutuyorum. Kızlar çok uyardı dikkat etmem için ama..."
Omuzlarını silkti. "Sorun değil, abi demek zorunda değilsin." Neden onu durdurduğumu sorgularcasına kaşlarını kaldırmıştı. İlgiyle bakıyordu.
"Bugün kütüphanede yardımcı olduğun için teşekkür etmek istedim," İstifini hiç bozmadığını görünce kendimi söze devam etmek zorunda gibi hissettim. Keyifsiz bir gülüş çıktı dudaklarımdan. "Kızlar ufak bir hoş geldin hediyesi vermek istemişler bana."
"Kitabevindeki huzura daha çok yakışıyordun, burada yorarlar seni, huzurunu kaçırırlar. Bu eve girmen büyük bir hataydı." dedi, kısık bir sesle.
Dudaklarımdaki gülümseme üstüme çöken şaşkınlıkla gölgelendi, kayboldu. Belki de haklıydı ama huzurum daha oradayken kaçmıştı.
Merih hatalarıma gereğinden fazla alaka gösterdiğini fark ederek bir süre sessizliğe sığındı; başımın üstünden etrafa attığı donuk bakışların sonunda düşüncelerini toparlayabilmişti. Sesinde ikaz vardı artık. "Kendi iyiliğin için evin tüm kurallarına uy. Birisine güvenecek kadar da aptal olma, kitapçı kız."
Yanıt almayı beklemeyerek döndü ve gecenin içine karıştı. Oğuz'la birlikte uzaklaşırlarken, bir süre arkalarından seyrettim. Ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Ama kuralların dışına çıkmazsam elimden hiçbir şey gelmezdi. Bunca zorluğa hiçbir şey yapmadan oturmak için katlanmamıştım.
İzbe kilerdeki dolapları kurcalayarak geçirdiğim yarım saatin sonunda kendime bir takım bulmuş, karanlık bahçenin içinden müştemilata doğru yürüyordum. Dış kapı açıktı. Eşikte duran kızların konuşmalarını duydum.
Sude'nin beni fark etmesiyle, "Demre, gel!" diye bağırması bir oldu; sesi bahçenin derinliklerine kadar aksetmişti.
"Kilere mi gittin? Ben de seni arıyordum," Yanlarına sokulunca elimde tuttuğum siyah takımı gördü. "Bulmuşsun bile, helal kız sana." Dilara kapıya yaslanmış, gülümsüyordu. Onun hemen arkasındaki Aylin, kapının yanındaki portmantoya oturmuştu; hala gözlerime bakacak cesareti bulamıyordu. Mahcubiyet dolu bakışları, durmadan başka yönlere kaçıyordu.
Sude koluma girerek, "Hadi, gel. Sana evi gezdirelim," dedi. Evin içine doğru çekiştirince, ayakkabımı zar zor çıkarabildim. Kısa bir koridorun uzandığı girişe sokmuştu beni. "Bak montun burada, güvenlikten aldık," Sessizce portmantoda oturan Aylin'i sinek savuşturur gibi kenara itekledi; hâlâ ona karşı kin güttüğünü belli etmekten çekinmiyordu.
Soğuğu dışarıya savurarak arkamızdan kapıyı örten Dilara, yavaşça yanımıza sokulmuştu. "Telefonun çantanın içindeymiş." Askıdaki çantamı alarak bana verdi.
Sude tekrar koluma asılarak beni peşinden sürükleyecekken, Dilara araya girdi. "Tekrar hoş geldin Demre," Saçındaki düğümü açmakla uğraşıyor, bir yandan da gülümsüyordu. Sol yanağında ufak bir çukur vardı. "Umarım en kısa zamanda bize ve eve alışırsın."
Aylin itilip kakılmanın hoşnutsuzluğuyla, "Daha kalıp kalmayacağı belli değil ki, deneme sürecinde," diyerek söze girdi. Dilara dirseğiyle onu dürtünce de omuzlarını silkti; ufak bir çocuk gibi dudaklarını büzmüştü.
"Kalma şansı senden bile daha fazla, tek nöron," diyen Sude, aniden arka kapıda beliren Sinem'i güldürmüştü. Gözlerimiz kesişince, başıyla selam vermekle yetindi.
Aylin'le Sude kendi aralarında haşince atışırken Dilara yanıma gelerek kolunu omzuma attı. Beni tartışmanın hararetinden çekmiş, Sinem'e döndürmüştü. "Salla onları, bizim Sin'le tanıştırayım seni," Bana doğru uzanan eli sıkarken, gülümsedim. Aramızdaki mesafeyi koruyor oluşu sessiz bakışlarıyla da birleşince, oldukça isteksiz duruyordu.
Tartışmaya son vererek yanımıza sokulan Sude, hınzırca güldü. "Sen umursamaz hallerine bakma Sin'in, en sevecenimiz odur. Bizim köpek Kabza gibi zamanla alışıyor. Alışınca da etrafında zıplamaya başlar," Gülüşmelerin arasından uzanarak Sude'ye vurmaya çalışan Sinem, kendi kendine söylendi. Ama yine de gülümsüyordu.
"Bak Demre, burada haftalık programımız yazıyor," Portmantonun yanına asılmış mantar panoyu gösteren Aylin, çekingence yüzüme bakıyordu. Zedelediği güveni, adımı katarak kurduğu ilgili cümlelerle onarmaya çalıştığı belliydi; ama benim için bir önemi yoktu. Tıpkı Merih'in dediği gibi, kimseye güvenmemek en doğrusuydu. Yine de herkesle aramı iyi tutmak zorundaydım; bana kötülük yapan birisiyle bile. Bu yüzden içtenlikle gülümsedim.
"Her hafta aynı programı mı uyguluyorsunuz?" Sorduğum soru birbiriyle didişen Sude ve Sinem'i yatıştırırken, Dilara hepsinden önce yanıtladı.
"Evet ama bazen ufak tefek değişiklikler oluyor," Alay kokan gülüşüyle önce Aylin'e, ardından Sude'ye baktı. "Mesela ceza yiyen kişi fazladan mesaiye kalıyor. Bu arada daha ilk gününden ceza yiyerek rekoru Hicran'ın elinden aldın be Demo."
Sinem unuttuğu bir anıyı anımsar gibi şaşkınca başını sallarken diğerleri dalgınlaşmış, durulmuştu. Tuhaf bir durgunluk başkaldırmıştı.
"Hicran kim?"
Uzaklara dalan gözler üzerime çevrildi. Ufak kımıldanmalar oldu. Kimsenin yanıtlamayacağını anlayan Sude, öne çıkarak, "Geçen sene burada çalışıyordu," dedi. Ardından eliyle savuşturur gibi aceleyle konuyu kapattı. Kolunu omzuma atmış, beni ileriye doğru çekiştirmişti. "Hadi sana evi gezdirelim Demo," Dilara gibi ismimi değiştirince, güldüm. "Bak burası oturma odası," Sinem çıktığı odaya geri girerek gözden kaybolurken, Dilara ve Aylin arkamızdan geliyordu. Sude'nin gösterdiği büyük odayı ilk kez görüyormuşçasına benimle birlikte inceliyorlardı. "Akşamları hep burada oturur günah çıkarırız. Bunların içinde ne şeytanlar var, tahmin edemezsin," Başıyla diğer kızları göstermişti. "Gerçi Aylin şeytanıyla bugün tanıştın. Neyse bugün ilk gecen, senin için de ufak bir kutlama yaparız. Ne dersin?"
Yanıt vermemi beklemedi. Sola kıvrılan koridorda ilerlerken, Aylin çıktığımız odanın kapısını örtüyordu. Geride kalmıştı ancak yine de sesini bize duyurabildi. "Bu akşam olmaz. Ahıra gideceğiz, unuttunuz mu?"
"Bu akşam ahıra gidemeyiz. Zaten ceza yediniz, dikkat çekeriz," Kollarını göğsüne dolayan Dilara, tepeden bir bakış fırlattı. Mimlendiğimiz için bizi kınadığı apaçıktı. "Hem kızı ilk gecesinden suça mı iteceksiniz? Yarın yaparız."
"Suç mu? Adam öldürüyoruz da haberim mi yok?" Alayla gülen Sude ona yandan bir bakış attı. Abartılı bir masumlukla sesini inceltmişti. "Alt tarafı ahıra uğrayacağız, hiçbir yere sapmadan dümdüz ilerleyeceğiz sonra golf sahasından koşup ormana varacağız."
"Ne bu deccalin konumu falan mı?" Dilini üç kez damağına vurup başını iki yana salladı. "Bize bok atıyorsun da asıl şeytan sensin."
Merakla araya girerek, "Neden ahıra gidiyorsunuz?" diye sordum.
Koridorun ucuna yürüyen Sude, benden çok kendini ikna etmeye çalışır gibi, "Cennet gibi yerde yaşıyoruz imkanlarından faydalanmayalım mı? Kısaca gündüzleri yapamadığımız şeyleri geceleri yapıyoruz," dedi. Etrafta bizden başka kimse olmamasına rağmen tedbiri elden bırakmamış, fısıldamıştı.
Sır saklamanın heyecanıyla gülerek sağdaki kapıyı aralayan Dilara, "Bak, burası Mercan'ın odası. Karşısı da Meral ablanın kaldığı yer," diye açıklamaya başladı ama arkamda beliren Aylin sözünü bölmüş, kendi cümlelerini önümüze sermeye başlamıştı.
"Bu evde anlaşması en zor kişi Mercan, kendini şimdiden hazırla derim," Sude memnuniyetsizce dudak kıvırırken, söylenilenleri onaylıyordu. "Kötü kız değildir. Ama Meral ablanın gözdesi olduğu için kendisini bizden üstün görüyor. Yirmi üç yaşında ama zorla abla dedirtiyor bize. Demiyoruz tabii ki."
Farkında olmadan gülünce, başlar bana çevrildi. "Benden küçük birine abla mı diyeceğim? Hiç sanmıyorum."
Bir süre sessizce birbirleriyle bakıştılar; böyle bir başkaldırış duymayı beklemedikleri açıktı. Keyfili keyifli gülen Sude ufak yumruğunu hafifçe omzuma geçirirken Dilara da ona katıldı. "Dişli biriyim diyorsun yani. Sevdim bak bunu."
Koridoru geri döndüğümüz sırada, "Lütfen bunu Mercan'a da söyle Demo. Yüzünün alacağı şekli görmek çok istiyorum," diyen Sude'yi omuzlarımı silkerek yanıtladım.
"Gerginlik çıkarmaya gerek yok ama beni zorlarsa susacak da değilim," Söylediklerimin Sude'yi galeyana getirdiğini fark ederek, konuyu değiştirmeye karar verdim. Kimseyi karşıma alma niyetim yoktu. "Sizin odalarınız üst katta mı?"
Az önce Sinem'in girdiği odayı gösteren Aylin, "Evet, bak burası da başka bir oda. Sinem ve Dilara kalıyor."
Sude kolumu dürtüp, başıyla arka tarafı işaret etti. "Bu arada mutfak koridorun sağ tarafındaki kapı. Karşısı da tuvalet. Hadi gel, yukarı çıkalım."
Dilara odasına girerken biz de ikinci kata çıktık. Tıpkı aşağıdaki gibi, kısa bir koridoru çevreleyen dört kapalı kapı vardı. Aylin, birisine evi gezdirmekten ne denli keyif aldığını belli edercesine, hevesle, "Sağdaki ilk oda Buket ve Aslı'nın. Sabah tanışmıştın onlarla, ikisi de sağır," Başımı sallayarak onayladığımı görünce sözüne devam etti. Bu sefer de ikinci kapının önüne geçmişti. "Burada da Ece'yle ben kalıyorum. Tam karşısı tuvalet, onun yanı da..."
"Bizim odamız," diyerek sözü devralan Sude, heyecanla atılarak kapıyı açtı. Karşılıklı iki duvara dayanmış yatakların bulunduğu uzun bir odanın içindeydik. Yataklardan biri çarşafsızdı; diğerine çiçekli bir nevresim takımı serilmişti. İçeride ince bir parfüm kokusu vardı. "Burası eskiden Hicran'ındı ama artık sen kalacaksın," Gülümseyerek boş yatağı işaret ediyordu. "Temiz bir nevresim alırız aşağıdan. Yanında hiç kıyafet getirmedin mi?"
Kendisini boş yatağa attı; hafifçe zıplayarak rahatlığını kontrol ediyordu. Sonunda durduğunda yaylardan çıkan kısık iniltiler de dindi.
"Yatılı kalacağımı bilmiyordum, o yüzden hiçbir eşya getirmedim," Şaşırmıştı ama sorgulamadı. Aylin de yanına oturmuştu.
"Biz sana temiz kıyafet veririz," dediğinde, Aylin hızla başını salladı. İkisi de ilgiyle beni süzüyordu; sanki hızlı akmış uzun bir günün sonunda evlerine gelen misafirin varlığını henüz yeni idrak etmişlerdi. "Hafta sonu Meral ablaya söyler, dışarıya çıkarız. Kıyafetlerini almaya gideriz. Otelde mi kalıyorum demiştin?"
"Hayır, eskidendi o. Karşıyaka'da yurtta kalıyorum."
Karşılarına geçerek yatağın ucuna iliştim. Sormak istediğim birçok soru vardı ama yoğun merakımın şüphe çekmesinden endişelendiğim için kendimi tutuyordum. Yalnızca bir haftam vardı; çünkü burada kalacağım meçhuldü. Bu yüzden Sude'nin bana karşı olan heyecanını, keza Aylin'in mahcubiyetini kullanmaktan başka çarem yoktu. "Bir şeyi merak ettim. Geceleri ahırda ne yapıyorsunuz?"
Sorduğum soru Aylin'i kıkırdattı. Onun aksine Sude'deki daha kurnaz bir sırıtıştı; gözlerinin içi parlamıştı. Öne doğru eğilip mırıldanmadan önce kısa bir an için kapıyı kolaçan etti. "Dediğim gibi, evin nimetlerinden faydalanıyoruz sadece. Bazı geceler ata biniyoruz, bazı geceler yüzüyoruz."
"Ata mı biniyorsunuz?"
"Evet, yarın sen de bizimle gelirsin. Çok eğlenceli oluyor." Tekrar geriye kaykılmış, elleriyle yatağa yaslanmıştı. Havaya kaldırdığı ayaklarını hafif hafif sallıyordu. Onunla birlikte Aylin de sarsılıyordu ancak pek farkında değildi; hâlâ beni inceliyordu. Nasıl birisi olduğumu anlama çabası içindeydi.
"Hiç yakalanmıyor musunuz?" diye sordum, merakla. "Güvenliğin bahçede gezdiğini söylemiştin."
Sallanmayı bırakan Sude, neşeyle omuzlarını silkti. "Yakalanıyoruz ama burada sözsüz bir kural vardır. Hiçbir çalışan başka bir çalışanı Şahoğlu'na şikayet etmez, edecekse gider Meral ablaya şikayet eder."
"Hicran dışında." Aylin'in sessizce söylediği bu cümle, Sude'nin ona ters bir bakış atmasına neden oldu.
Bu ani gerginliğin konuyu değiştirmesinden çekinerek hızla araya girdim. "Aranız kötü müydü?"
Sude'nin yüzündeki tüm neşe soldu. Bir süre sessizliğin içinde dirilmek için çabaladı. Bu konu hakkında konuşmaktan kaçınılması ilgimi daha çok çekmişti.
"Hicran," Derin bir soluk aldı, duraksadı. Ardından hiç umulmadık bir şekilde noktaladı. "Değişik bir kızdı."
Aşağıdan duyulan kapı sesiyle birlikte birden ayaklandı. Dudaklarına tekrar gülümseme otururken, ona has bir heyecanla, "Kızlar geldi, hadi yanlarına inelim. Arınma gecesi başlasın!" diyerek ellerini çırptı. Çantamdan çıkardığım telefonu cebime sıkıştırdıktan sonra arkalarından aşağıya indim.
Tüm kızların evde olduğunu anlatan gürültü, bizi karşılayan ilk şey olmuştu. Girişte denk geldiğimiz Buket ve Aslı yanımızdan geçerek yukarı çıkacakken Sude onları durdurdu.
Ellerini oynatırken, bir yandan da konuşuyordu. "Nereye kaçıyorsunuz? Demo'nun ilk gecesini kutlayacağız, oturma odasına gelin."
Buket ne olduğunu anlayamadığım hareketler yaparak başını salladı. Onlar yukarı çıkarken, biz de gürültülü konuşmaların yükseldiği oturma odasına yöneldik. Tam içeri girecekken koridorun ucunda Mercan'ı gören Sude, "Birlikte oturacağız, sen de gel istersen," diyerek onu da çağırdı. Ama Mercan ağzında bir şeyler geveledikten sonra odasına girmişti. Arkamızda beliren Dilara, Mercan'ın somurtkanlığını taklit edince herkesi güldürdü.
Üç büyük koltuğun doldurduğu odaya girdiğimizde Ece ile Sinem'i yerde oturmuş sohbet ederken bulduk. Üstlerindeki pijamalar ve salık saçlarla bambaşka duruyorlardı; mesai saatlerindeki ciddiyet ve titizlik artık yoktu.
Rüzgar gibi eserek yanlarına koşan Sude, "Eğlence başlasın o zaman," diye çığırınca birkaç kişinin yüzü buruştu. Aylin kendisini koltuğa bırakmıştı. Ben de yanına oturdum. Kızların birbirlerine olan tavırlarını gözlemliyor, karakterlerini anlamaya çalışıyordum.
"Sude şöyle bağırmasana, Meral abla gelecek şimdi," Ece henüz sözünü tamamlayamadan kapıda beliren Meral Hanım, başını içeriye uzatarak teker teker herkesi süzdü. Üzerini değiştirmemiş, saçlarını dahi açmamıştı.
"Geldim bile Ece," Yanımıza yaklaşarak çaprazımızdaki koltuğa oturdu. Bacak bacak üstüne atarak arkasına yaslanmıştı. Yüzüne irdeleyici bir ifade yerleşmişti. Sanki kendisinin haberi olmadan yapılan gizli bir şeyleri bulma amacı güdüyordu. "Bana bakın, geç yatmak yok. Sabah on saat sizi uyandırmaya çalışmaktan illallah ettim artık," Tam bu esnada içeriye giren Mercan, konuşmanın seyrine etki etti. "Yıllardır Mercan gibi olmayı beceremediniz, ben seslenmeden hazırlanmış oluyor kız."
"Mercan gibi olmak mı? Yedi tane Mercan ölüm gibi bir şey olurdu herhalde." Dilara'nın cesur yorumu herkesi güldürürken, Mercan'ın istifi dahi bozulmamıştı. Dimdik tuttuğu omuzlarıyla koltuğa doğru süzülmüş, tek kelime etmeden kurulmuştu. Oturduğu yere öylesine yerleşmişti ki her zaman o köşeye siniyormuş gibi bir hâli vardı.
"Artık sekiz kişiyiz, yedi değil," diyerek onu düzelten Ece, tüm ilginin bana çevrilmesine sebep oldu. "Tekrar aramıza hoş geldin, Demre. Umarım seversin burayı."
Meral Hanım'ın keskin bakışlarından rahatsız olarak oturduğum yerde kımıldandım; sanki kendisiyle göz göze gelsem zihnimden geçenleri ele verecekmiş izlenimine kapılmıştım. Şüphesiz benden kuşkulanıyor. Gülümseyerek, kızların muhabbetine ayak uydurmaya çalışıyordum. Bir süre sonra atıştırmalıklarla aramıza katılan Buket ve Aslı, odadaki tüm ellerin hareketlenmesine vesile olmuştu. Şimdi sohbete eklenen her cümleyle birlikte eller de kımıldıyordu.
Yediğimiz cezalar hakkında konuştuğumuz esnada cebimden yükselen ani sesle irkildim; afallayarak telefonumu çıkardım. Yabancı bir numaradan gelen kısa bir mesaj vardı ekranda.
Demre, benim Uraz. Numaranı Mustafa abinin telefonundan buldum. Eğer müsaitsen sesini duymak çok isterim.
Hızlıca mesajı ekrandan silerek telefonu geri kilitledim. Meral Hanım'ın üzerime diktiği bakışları görebiliyordum; söylediğim yalanların açığa çıkmasından korkuyordum. Kendi hayatım dışında kimseninkini tehlikeye atmayacağıma kendime söz vermiştim. Evdekilerin güvenini kazanabilmek için kuşku uyandıracak her türlü hareketten kaçınmak zorundaydım.
Ancak birkaç saniye sonra telefonumdan yükselen zil sesi, kendime olan tüm güvenimi sarstı. Panikleyerek aramayı meşgule attım. Hiçbir şey olmamış gibi davranırken, Meral Hanım'ın sesiyle baştan aşağı kasıldım. Sorusu resmen sohbetin içine devrilmişti.
"Bu saatte kim arıyor, Demre? Kimseyle iletişim kurmadığını belirtmiştin diye hatırlıyorum."
Herkes susup bana bakınca, kalbimin teklediğini hissettim. Başka çarem yoktu. Telefonumu alarak yavaşça ayağa kalktım. "Yurttan arıyorlar, bu gece gelmeyeceğimi haber vermemiştim. Merak ettiler herhalde, hemen konuşup geleyim."
Apar topar odadan çıkarak, merdivenlere yöneldim. Basamakları adeta koşarak tırmanmıştım; Sude'nin odasına girdim, kapıyı arkamdan yavaşça örttüm. Çarşafsız yatağın ucuna ilişerek, numarayı geri tuşladım. Henüz bir kez çalmışken açıldı.
"Alo? Demre, sen misin?"
Uraz'ın tanıdık endişesini duymak içime garip bir hissin yayılmasına neden olmuştu. Eski hayatıma ait bir anıya rast gelmek gibi bir duyguydu bu.
"Evet, benim."
Tereddütlü bir sessizlik oldu. "Görüşmeyeli iki hafta geçti. Merak ettim seni, sesini duymak istedim. Ne yapıyorsun, iyi misin?"
"İyiyim, teşekkürler. Merak edilecek bir şey yok," Dönüp kapıya baktım; kulak kesilmiş, aşağıdan gelen gülüşmeleri duyunca bir nebze de olsa rahatlamıştım.
"Girdin mi eve?" diye sordu, istemediği cevabı duymaktan korkarcasına.
"Girdim. Artık burada kalacağım,"
"Ne demek artık orada kalacağım?"
Sertçe nefesimi üfledim. Geçen her saniye gerginliğimi ikiye katlıyordu. Daha ilk günümden dikkatleri üstüme çekmek istemiyordum. Bu yüzden sesime soğuk bir renk katmaktan çekinmedim. "Duydun işte, artık burada kalıyorum. İyiyim, merak etme. Benim gibi çalışan bir sürü kız var, hepsi de çok iyi kızlar," Birisinin kalbini kırmaktan nefret ediyordum. "Lütfen bir daha arama Uraz, zor durumda bırakıyorsun beni. İyiyim ben, sen aramadıkça daha iyi olacağım."
"Demre..."
Telefonu kapatıp yatağın üstüne bıraktım. Dizlerime yaslanarak ellerimi yüzüme örttüm; bir süre hiç kımıldamadan öylece bekledim. Neden vicdan azabı çekiyorum? İyi bir insanı incitmek sandığımdan daha zordu. Ancak başka çarem yoktu. Yalnızca birkaç haftadır tanıdığım birisi yüzünden planlarımı tehlikeye atamazdım.
Yokluğumun daha fazla hissedilmemesi için derin bir nefes alarak doğruldum ve telefonumu arkamda bırakarak aşağıya indim. Kahkaha furyasının doldurduğu odaya girdiğimde Sude ve Ece'yi halının üstünde boğuşurken bulmuştum. Gülerek aralarına karıştım, koltuktaki eski yerime oturdum. Gürültülü alkışlar evin tüm duvarlarında yankılanıyordu. Meral Hanım keyifli keyifli Mercan'la sohbet ediyordu.
"Haber vermedin diye kızdılar mı?" Yanıma gelerek kendini koltuğa atan Dilara, sesini bana duyurmak için yüksekçe konuşmuştu. Şamatanın içerisinde yüzeye çıkan bu soru, Meral Hanım'ın da kulağına çalınmayı başarmış, ilgisini çekmişti. Çekik gözleri hızla üzerime çevrildi; adeta nabzımı ölçüyordu. "Eşyalarını toplamaya birlikte gideriz. Zaten Meral abla tek çıkmana izin vermez."
Diğer tarafımda oturan Aylin, kulak misafiri olduğu konuşmaya müdahale etti. "Henüz sözleşmeyi imzalamadı ki. Kalacak mı belli değil sonuçta."
Şaşırarak Dilara'ya döndüm. "Ne sözleşmesi?"
"Şahoğlu soyadına sadakat sözleşmesi," Bana doğru eğilmişti. Koyu kahve gözleri irileşmiş, dudakları büzüşmüştü. Hiçbir kaçarı olmayan bir durumu kabullenmiş kimse gibi bakıyordu. "Konak'ta çalışan herkes zamanında bu sözleşmeyi imzaladı. Kulağa tuhaf geliyor farkındayım. Ama önlem için yapıyorlar. Ne kadar büyüksen o kadar çok düşmanın olur, kendilerini korumaları lazım sonuçta."
"Peki ne yazıyor bu sözleşmede?" Canını acıttığı için Sude'ye yakınan Ece'nin çığlığı, sorduğum soruyu adeta yutmuştu. Buna rağmen Dilara sesimi duyabildi ama yanıtlayamadı.
Aniden konuşmamızı bölen Meral Hanım, odadaki hengameyi dindirecek güçte bir cümle kurmuştu. Herkes durulurken gülüşlerin de ömrü kısaldı, büsbütün kesildi.
"Demre, sana burayı öneren kişi önerdiği yer hakkında hiç bilgi vermemiş belli ki," Oturuşunu dikleştirmiş, parmaklarını birbirine geçirerek koltuğun kenarına yaslanmıştı. Tasasız, kendinden emin bir duruşu vardı. Tüm detayları yakalamaya çalışan ufak gözleri, bir an olsun kırpılmıyordu. "Buraya girenin istediği gibi çıkamadığını sana belirtmeliydi, tanıdık birinin bu detayı bilmeme olasılığı çok düşük. Kimin referansıyla geldim demiştin?"
Aniden nüks eden korku, kalbimi tekletti. Odadaki tüm başlar yine bana çevrilmişti; merakla vereceğim yanıtı bekliyorlardı. Az önceki gürültünün ani yokluğu, sessizliği olduğundan daha kulak tırmalayıcı kılmıştı.
"Mustafa abi," Sesimin kısıklığı duyunca hızla boğazımı temizledim. "Mustafa Yağız."
Meral Hanım, tek kaşını hafifçe kaldırdı. Başını omzuna doğru yatırmış, düşünüyor gibi etrafa bakınmaya başlamıştı. Kendi kendine mırıldandı. Ancak herkes öylesine suskundu ki sesi adeta odayı dolduruyordu. "Mustafa Yağız..." Sonra birden gözleri tekrar beni buldu. Suratındaki karmaşa dinmişti. "Ne zamandır tanışıyorsun kendisiyle?"
Sorunun amacını anlamaya çalışırken, oturduğum yerde huzursuzca kımıldandım. Arafta kalmıştım; yalan söyleyip söylememekte kararsızdım.
Aniden, "Niye birden sorguya çekiyorsun kızı?" diyerek, üzerimdeki kesintisiz bakışları sekteye uğratan Sude, Meral Hanım'a bakıyordu. Sırtını yanındaki Buket'e yaslanmış, kollarını bacaklarına dolamıştı. Karşısında oturan Aslı kendisine ne konuştuklarını sorunca, hızlıca ona açıklama yapmaya koyuldu.
"Her şeye karışma Sude, iş görüşmesi yapıyormuşum gibi düşün," Meral Hanım kabaca onu tersleyerek tekrar ilgisini bana yöneltti. Bir yanıt duymayı bekler gibi kaşlarını kaldırmıştı.
Gerginliği bastırmak için söze girdim. "İstediğinizi sorabilirsiniz, işe alacağınız kişiyi tanımanız gerek sonuçta," Anlayışlı tavrım kendisini pek tatmin etmiş gibi durmuyordu. Kendimi ona kabul ettirmek belli ki sandığım kadar kolay olmayacaktı. "Bir ay önce yanında işe girmiştim, kendisi abim gibiydi."
"Neden geçmiş zamanla konuşuyorsun, artık abin gibi değil mi?" Tuhaf bir tonla sormuştu; sanki yanıtını zaten biliyordu.
"Maalesef iki hafta önce vefat etti."
Yanımda oturan Dilara'dan derin bir iç çekiş yükselirken, Ece uzanıp bacağımı okşadı. "Başın sağolsun." Hüzünlü gözlerle bana bakan Buket, işaret parmağını başına dokundurmuştu; sessiz kelimeler ince dudaklarını oynatıyordu.
"Başın sağolsun diyor," Buket'in hareketlerini takip eden Aylin, kulağıma doğru mırıldandı. Gülümseyerek, teşekkür ettim. Saatlerdir hiçbir duygu emaresi göstermeyen Mercan bile üzgün bakıyordu. Meral Hanım mevzuyu daha fazla didikleme gereksinimi duymadı; sessizce arkasına yaslanmıştı.
Sude uzanıp yerdeki atıştırmalıklardan kaparken, teselli barındıran bir tonla, "Merak etme, buradaki herkes sevdiği birisini kaybetti. Seni bizden daha iyi anlayacak kimse yoktur," dedi. Hüzünleri bastırmaya çalışan gülüşmeler oldu.
Kıkırdayarak söze giren Dilara, Meral Hanım'a kaçamak bir bakış fırlatmıştı. "Meral abla buraya giren zor çıkar diyor da zaten kimse çıkmak istemiyor. Burada aile gibi yaşıyoruz, çıkanın gidecek başka yeri ya da yanında yaşayacak bir ailesi yok. O yüzden kimse çıkmıyor."
Etrafımı saran yabancı simaların üstünde yavaşça gözlerimi gezdirdim. Ben buraya ait miydim gerçekten? Burada olmamın gerçek nedenini bilseler yine de beni bu kadar içten benimserler miydi? Hayatım boyunca birçok şey kaybetmiştim. Artık yitip gitmesinden korktuğum hiçbir şeyim yoktu. Yalnızca tek bir amaçla kalmıştım. Sırf bu amacı gerçekleştirmek için yoluma çıkan herkesi feda edebileceğimi bilselerdi, yine de benimle arkadaş olurlar mıydı? Sude haklıydı. Tıpkı onlarda olduğu gibi, benim de kendi şeytanlarım vardı.
Odadaki sohbetin koyulaştığı her saniye, korku sarmaşık misali tüm göğsümü sarmaladı. Hayatım boyunca hiç görmediğim bir sıcaklığı, yalnızca birkaç saatte bu evin içinde bulmuştum.
İnkar edemezdim. İçimdeki boşluğu bana sezdiren derin bir dolulukla tanışmıştım. Korkmuştum çünkü kendime olan güvenim sarsılmıştı; bir gün bu sıcaklığı terk etmekten vazgeçeceğimi anlamıştım.
𓄅
Umarım okuyan birileri vardır, bu beni çok mutlu eder. Çok emek vererek yazdığım bir kurgu oldu. Sayılara takılmayacağıma dair kendime söz vermiştim. 10 kişi bile okusa benim için yeter diyerek başladım bu yola, yani gözüm yükseklerde değil. 🥲 Ama okunması tabii ki mutluluktan bayılmama sebep olabilir. O yüzden vakit ayıranlara çok çok çok teşekkür ederim. Şu anda bunları 5 Nisan 2023 saat 21:35 sularında yazıyorum. Kim bilir ne zaman okunacak bu paragraf ya da hiç okunacak mı sdgsjhkj.
Her neyse, sağlıcakla kalın (kalp)
Fiysa |
0% |