@monroeselle_
|
Bir iblis tarafından kurtarılmak Cecilia için beklenmedik gerçeklerden yalnızca bir tanesiydi. Özellikle iblislerin en karanlığına tüm bağlılığını gösterecek bir yemin etmek, tüm yanlışların karması olabilirdi.
Fakat biliyordu ki, karşı çıkmak sadece ölüm saatini getirirdi.
Ve söz konusu doğrular ve yanlışlar olduğunda kapılıp gideceğin tek yer yanılsamalardı. Çünkü hiçbir şey kendiliğinden doğru değildi. Senin doğru olarak gördüğün yalnızca senin karar verdiğin bir seçiminden ibaretti.
Ellerinin bağlandığı zincirlerden kurtulan Cecilia, yatağından kalkarak Muzan'ın önünde eğildi. Yaşadığı cehennem hayatından kurtuluşun bedelini ödemeye hazırdı. Bir iblise ödeyeceği kefaretin sonucu ne olursa olsun, katlanacaktı.
"Ben Cecilia Katharina Molla. Annemin soysuzluğu yüzünden kanı bozuk ismiyle tanınan Molla'ların tek kızı. Burada sizi, iblis lordunu selamlıyorum."
Kibutsuji ona elini uzattı. Cecilia tereddüt etmeden iblisin elini tuttu. O buz kırağını andıran dondurucu eli parmak uçlarında hissettiğinde hakikat eklemlerini dondurmaya yetmişti.
"Kendimi size adayacağıma, emirlerinizi harfiyen uygulayacağıma, yasaklarınızı asla çiğnemeyeceğime yemin ediyorum."
Yavaş yavaş dizlerinin üstüne çöktü. Genç kız o anda kendini ateşin içine attığından bihaberdi. Küçük kıvılcımların getirdiği yakıcı alevlerin kanını kaynatacağının bilincinde değildi. " Ayrıyeten size borçlu olduğumu asla unutmayacağıma, size ait olduğumu bir saniye olsun aklımdan çıkarmayacağıma, ve sizi asla sorgulamayacağıma yemin ediyorum."
Buz kırağını andıran eli tenine yaklaştırmaya koyuldu. İblis lordunun parmaklarını yavaşça dudaklarına değdirdi. Cecilia sanki dudaklarına kar tanelerinin konduğunu hissetmişti. Molla ve batılı birçok soylu ailede bağlılık yemini edeceğin kişinin parmaklarını dudaklarına değdirmek, ona tüm sadakatini vermek anlamı geliyordu.
Muzan'ın elini hızlıca bıraktı. Ardından gözlerini hafifçe erik kırmızısı gözlere değdirdi. Parlayan kızılların ne kadar soğuk, hissiz baktığı göğüs kafesindeki yüreğine etki etmişti. Lakin içlerde bir yerlerde keyif, tatmin etmenin verdiği ışığın yattığını da sezmişti.
"Yakında buradan ayrılacağız, asıl himayem altına gireceğin yer Japonya olacak. Şimdilik özgürlüğünün keyfini çıkar, orada öğrenmen gereken çok şey var."
Cecilia gözlerini anlamamazlıkla araladı. Utanç kaynağı olarak adlandırıldığından köşkünden neredeyse hiç dışarı çıkamamışken Japonya'ya gitmek korkutucu, kaygı verici görünüyordu. Üstelik Japon dili, kültürü hakkında tamamıyla bilgisizdi, oraya nasıl alışabileceği hakkında en küçük fikri dahi yoktu.
"Ve," Kibutsuji paltosunun arka yüzünden küçük bir şişe çıkardı. Şişenin içinde küçük kırmızı toplar vardı. Şişeyi Cecilia'ya doğru uzattı, Cecilia bakışlarını şişeye çevirdiğinde dudakları kasılıvermişti. "Bedenin berbat görünüyordu, bununla yıkansan iyi edersin."
Kasılan dudakların yerini üzüntülü bir gülümseme doldurmuştu. Yara izleri onun kusurlarıydı, kusurlarını örtmek için daima uzun kollu elbiseler giymişti. Oysa o gece tümüyle zayıflığını göstermişti. "Görmüş olmamanı dilerdim."
Muzan, Cecilia'nın üzüntülü haline hiçbir tepki, sima belirtisi göstermedi. Genç kız ise fazla zaman kaybetmeden, titreyerek şişeyi parmak uçlarıyla hafifçe tuttu. İçindekilerin bir çeşit banyo köpüğü olduğuna karar kılmıştı.
"Teşekkür ederim, hemen deneyeceğim."
İblis lordu sessizliğini bozmadan oturduğu yataktan kalktı. Hızlı adımlarla odadan ayrılmaya koyuldu. Cecilia'nın gülümseme çabaları, kırılganlığı onu çileden çıkarsa da konuşmamayı tercih etti. Fakat kesinlikle amacına uygun bir kişiliğe sahipti, kendisinde bir köşkte kapalı tutulmasına rağmen sönük ve parlamaya hazır bir cevher sahibi görebiliyordu.
Muzan odadan çıktıktan sonra Cecilia şişeye bakınmak amacıyla tıpayı açtı. Şişeyi burnuna doğru tuttu, garipti, hiçbir koku alamıyordu. İçinde ne olduğunu anlayamadan şişeyi kullanmak içine sinmiyordu.
Lakin merakına yenik düşmüştü. Hafif adımlarla banyoya doğru yol aldı, küvet musluğunu sonuna kadar açtı. Küvete akan suyun çoğalmasını izledi. Ardından şişenin birkaç damlasını küvete boşalttı. Çok geçmeden köpükler çıkmaya, suyun renksizliği gittikçe yakut rengini almaya başlamıştı.
Geceliğini çıkardıktan sonra tereddüt edercesine, yavaşça küvete girdi. Yakut rengindeki sular yara içindeki vücudunu kaplamaya, kızıl köpüklerin tenine bulaşmasına izin verdi. Parlayan suyun içinde gezmek dahi Cecilia'yı rahatlatmıştı. Belki de yanılıyordu, Muzan Kibutsuji'ye kuşkulu yaklaşmakta hata ediyordu belki de.
Dağılan kahve saçları ıslandıkça ipeksi, yumuşacık bir hâl alıyordu. Köpükleri omuzlarına, tenine biraz daha değdirdiğinde yara izlerinin, morlukların gittikçe kaybolduğunu gördü. Cildi bebek teni kıvamını almıştı, tıpkı saçları gibi ipeksi ve zarifti. Kızıl dalgaların yüzüne çarpması hiç bu denli rahatlatıcı olmamıştı.
İçinde dolup taşan sisler, lekeler kayboluyordu, çehresinde göğe yeni yükselmekte olan ışıklar vardı. Ruhsal anlamda kendini yeni doğmuş gibi hissediyordu. Utandığı tüm kusurları bir nebze de kayboluvermişti. Teninde beliren yaraların kayboluşu, Anka kuşunun küllerinden doğması kadar mucizeviydi.
Kendini iyice temizledikten, duruladıktan sonra küvetten çıktı. Üzerine havluyu sardıktan sonra tıpayı çekerek yakut rengindeki suyu akıttı. Banyodan çıkarak giysi dolabına doğru ağır adımlar attı. Dolaba ulaştığında kapağını hızla açtı, bakışlarını içindeki elbiselere, geceliklere, ayakkabılara doğru dikti. Gerçekten tüm ihtiyaçlarını giderebileceği bir odaya yerleştirilmişti.
Muzan'ın bu kadar derin düşünmesine şaşırmadan edememişti. Şu anda yaşadığı hayata bir çeşit rehin hayatı demekte zorlanıyordu. Sanki özgürlüğüne kavuşmuştu, kendini kanatlarını istediği gibi açıp süzülen bir kuş kadar özgür hissediyordu. Fakat kuşların bir çoğu da yalnızca kafese kapatılmanın verdiği kederle günlerini geçiriyorlardı, kimse tam anlamıyla özgür değildi.
Siyah geceliği üzerine giydi. Yatağının köşesindeki masada bulunan mumların bir tanesini eline aldı, yanan mum yüzünü aydınlatıyordu. Kahve saçları mum ışığında parıldıyor, ışık dudaklarından şakaklarına doğru uzanıyordu. Uyku vakti çoktan geçmiş olsa da kirpiklerinden tek bir uyku damlası bile akmıyordu. Bulunduğu köşkü merak ediyordu, daha önce hiçbir ev ziyaretine gitmediğinden gezinmenin sorun olmayacağını düşünmüştü.
Oldukça sessizce, topuklarına yavaşça basarak odadan ayrıldı. Adımlarını karanlık koridorlara doğru ağırca sürdürdü. Zifiri karanlığın ardını mum ışığıyla süslüyordu. Koridorları kaplayan kapıları göz ucuyla inceledi, ancak bir kapının açık olduğunu gördüğünde bakınmaktan çekinmedi.
İçeriye girdikten sonra birkaç adım daha attı. Bakışlarını nereye dikse her taraf kitaplarla çevriliydi, duvarlar sayısız raflarla döşenmişti. Eskimiş, tozlu sayfaların kokusu ciğerlerine doluyordu. Cecilia bulunduğu yerin kütüphane olduğunu anlaması kısa sürmüştü. Bir anlığına afalladı, kitapların görüntüsü zihnine kazınan anıları harekete geçirmişti. "Anne bunları da mı okumak zorundayım?"
Cecilia Katharina Molla henüz altı yaşlarındaydı. Küçük, kapalı bir kutuyu andıran odada annesinin getirdiği kitapları okumakla meşguldü. Fakat kitapların çokluğu kendisini korkutuyor, tüm çabasının yeterli olmadığını gösteriyordu. Ancak genç kadın, Cecilia'nın daha fazla okumasında kararlıydı.
"Hepsini, hepsini okuyacaksın Cecilia."
Cecilia üzüntülü bir biçimde dudaklarını araladı, zira kafeste tutulan bir kuştan farkı yoktu. "Ama dışarı bile çıkamıyorken sadece kitap okumak bana ne kazandıracak?"
"Dışarı çıkmayı aklından bile geçirme, anladın mı beni?"
"Ama neden?" Minik Cecilia içinde keder barındıran yeşil gözlerini annesinin yeşillerine dikti. Kutuyu andıran odada tutsak edilmekten sıkılmıştı, küçük penceresinden kendi yaşıtlarının neşeli seslerini duyabiliyordu. Ama onlara katılmanın verdiği hayalle yaşamını sürdürüyordu. "Üvey kardeşlerimin hepsi dışarıda eğlenirken ben sadece burada vakit öldürüyorum."
Genç kadın çocuğun gözlerine korkuyla baktı. Cecilia şimdiden yaşadığı yeri sorgulamaya, isyan etmeye başlamıştı. Büyük salondan gelen eğlence sesleri küçük çocuğu bilinçlendirmeye yetiyordu. Çünkü ne zaman bir konuk gelmiş olsa odada kilitli kalmak zorundaydılar, kız çocuğu kapının eşiğindeki çalgı sesleri kulaklarına doluştuğunda istenmeyenler olduklarının farkına varıyordu.
Onu ilk defa kandırmaya çalışmadı, çünkü Cecilia olup bitenleri apaçık görüyordu. Söylenenlerin kendi gözleriyle gördükleriyle çelişki içinde olduğunu anlayacaktı. Bu yüzden dürüst oldu, gerçeklerin ne kadar acı olduğunu düşünmeden konuştu.
"Biz Tanrı tarafından kutsananlar için dışarının ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsun. Seni kullanmak isteyenler olacak, onlara direnmen için güç sahibi olman gerekiyor. Ben sadece bir metresim Cecilia. Hayatının sonuna kadar metresin kızı olarak mı anılmak istiyorsun?"
"Hayır," Kız çocuğu okumakta olduğu kitaba odaklandı. Gördüklerinin ve duyduklarının doğruluğunu sindirdi. Bir metresin kızı olarak anılmak belki de en onursuzca, en aşağılayıcı isimlendirme olabilirdi.
"Yemin ederim ki, senin gibi olmayacağım." "Orada dikilmiş ne yapıyorsun?"
Cecilia dalgın gözlerini sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Kafasında beliren anılar aniden silindi. Kulaklarına yankı oluşturan o acımasız sesle birlikte kendine gelmeyi başarmıştı. "Ah, burada mıydın?"
İçeride koyu kırmızı koltukların birine oturmuş, kitap sayfalarını karıştıran bir Kibutsuji görmeyi planlamıyordu. Kendisinin ıslak saçları ve yeni canlanmaya başlayan çehresinin aksine genç adam kusursuz görünüyordu. Gaz lambasının verdiği parıltı, ışıldama bedenine kadar uzanıyordu. "Gittiğini sanmıştım."
Muzan kendisine hiçbir cevap vermedi. Yalnızca bitişiğindeki boş koltuğu parmağıyla işaret etmekle yetindi. "Otur,"
Cecilia sessizce işaret ettiği koltuğa oturdu. Avucunda sıkıca tuttuğu mumu karşısındaki masaya koydu. Şimdiyse iblisin çehresini daha yakından izleyebiliyordu, gözlerini ayırmadan, hiçbir belirti göstermeden okuduğu kitaba bakındı genç kız.
"Günahkâr ve günah."
O eğitimli bir iblisti, insanları ne kadar katlederse katletsin, bilgiye açtı. O anda Cecilia, Muzan'ın insan rolünü profesyonel bir biçimde yaptığını düşündü, eğer o vahşeti görmeseydi kendisinde bir tuhaflık olduğunu anlayacağını hiç sanmıyordu. Ancak onun yanında durmaktan korkmuyordu, ölüm denilen korku Cecilia'da baş göstermemişti.
"Saçların ıslak olduğuna göre, kan banyosunu denemiş olmalısın."
Cecilia gözlerini şaşkınlıktan yoksunlukla kızıllara dikti. Zira ne kadar ikilemde kalırsa kalsın, içinden böyle bir sonuç çıkacağı zihnine yerleşmişti. Fakat mutlu hissediyordu, yara izlerini ne zaman görse acı verici anılar peşini bırakmamıştı. Kurtuluş onu rahatlatıyordu.
"O kandı demek, tahmin ediyordum."
"O banyo köpüğünü öldürdüğüm insanların kanlarını kullanarak yaptım. Tahmin ettiğin hâlde onu kullandın ve gözlerinde bana olan en küçük sinir belirtisi bile yok, öyle mi?"
Muzan, Cecilia'yı anlamakta her seferinde zorlanmıştı. Lakin şu zaman dilimi esnasında ilk defa kendisine kin dolu bakmasını isterdi. Çünkü çözülemez her şey onu sinirlendirirken yanındaki kadının verdiği aura kilitli bir kutuyu andırıyordu. Gözlerini kitaptan ayırmak zorunda kalmıştı.
Nasıl bir insan ırkını katleden birine karşı bu kadar sakin kalabilirdi?
Neden diğer sıkıcı insanlar gibi intikam almaktan bahsetmiyordu?
Her seferinde karşılaştığı simaların birini dahi Cecilia'da görememişti.
"İnsanlar size kötü, affedilemez şeyler yapmış olmalı, yaptıklarınızın elbet bir sebebi vardır. Zira insanlar, aynı okuduğunuz kitap gibi günahkârlar."
"Sen aptal mısın yoksa aptal numarası mı yapıyorsun?" dedi sakinliğini korumaya çalışarak Muzan. Oysa hiç kimse eylemlerin sebebini sormazdı, yalnızca sonuçlarına bakardı.
"Seni şimdi yemeye çalışsaydım..." Cecilia'nın suskun, sessizlik içindeki çehresini izledi. Aniden genç kızın yanağına elini götürdü, saçlarının ıslaklığının sebebiyet verdiği su damlaları yanaklarına etki etmişti. Cecilia kenetlendiği ürkütücü, belki de kan dondurucu gözlerin kızıl parlaklığını tadabiliyordu.
"Yine de bir neden arar mıydın?"
Şeytan, Tanrıça'ya bakındı.
Bağımlılığa, farklılıklara, değişimlere,
Tanrıça, Şeytan'a gülmekle yetindi.
Çünkü tüm sahip olduğu,
Ölü bir güneşten ibaretti.
|
0% |