Yeni Üyelik
7.
Bölüm

05: Bir Leke Olarak Öl ya da Etrafını Arındırarak Yaşa

@monroeselle_

Fötr şapkasını siyah, kıvrımlı saçlarının üzerine geçirdi. Siyah gömleği, grinin en koyu tonuna sahip takım elbisesine ahenk veriyordu. Cecilia'nın gözleri iblis lorduna her gittiğinde, Muzan'ı kirpiklerine kadar incelediğinde kendini çirkin ve uyumsuz bulmaya başlıyordu.

 

Tertemiz tenine, tek bir kırışıklığa bile uğramamış cildine ilk kez dokunuşunu hatırladığında yanaklarının ucunda hafif bir kızarma hissetti genç kız. Kendisini oldukça kusurlu hissetmesine sebep olan bu kusursuz yüz hatları, yıllarca insan etiyle beslenişinden kaynaklanan bir pürüzsüzlük müydü, yoksa yaradılışından kalan bir miras mıydı?

 

O ruhen çok yaşlıydı, ancak gerçeği bilmeseydi kendisiyle yaşıt olduğuna dair türlü yeminler edebilirdi Cecilia.

 

Onun siyah saçlarındaki kıvrımlar kendisinin uzun, kahve saçlarının uçlarına özenle yapılan buklelerden çok daha fevkaladeydi. O eskimiş, özensiz bir kumaştan yapılan bir smokini giyse dahi hâlâ göz alıcı görünebilirdi. O anda Muzan'ın sureti gözlerine hapsolan belki de en güzel esirdi. Kendisini denek yerine koyan bir iblise böylesine kapılmak Cecilia'nın tüm benliğine olan en büyük yenilgisiydi belki de.

 

Altın işlemeli, antika koltuktan kalktı. Avucunda sertçe tuttuğu gazeteyi şömine ateşine doğru hızlıca attı. Gazete kâğıdı çok geçmeden yanan alevlerle buluşmuş, kül olmaya hazırlanıyordu. "Gidelim."

 

Cecilia esen rüzgârdan, belki de buz kütlelerinden daha soğuk sesi duyduğunda uzun elbisesinin eteklerini tutarak kalktı. Adımlarını Muzan'ın hızlı adımlarına yöneltti, arkasından ona yetişmek amacıyla daha büyük adımlar atmaya başladı. Mavi halılarla kaplanmış merdiven basamaklarından çıkış kapısına kadar zaman böyle sürüp gitmişti.

 

Molla leydisi dışarının soğuğunu teninde hissettiğinde, serin hava elmacık kemiklerine hafifçe değdiğinde içinin huzur, bir parça mutlulukla dolduğunda tebessümlerini serbest bıraktı. Karanlık odasında, yalnızca terasa çıkabildiği berbat zamanların ardından küçük bir gezinme kendisine iyi gelmişti. Yüksek topuklularının yeşilliklere her dokunuşunda, temiz havayı her içine çekişinde ruhsal anlamda ferahlıyordu.

 

En sonunda köşkün bahçesinden çıkıp kentin sokağına yol aldıklarında içinde biriken kaygının sesleri zihnine sürüklendi. Cecilia hayatında hiç kentin sokaklarında dolaşmamıştı, Molla bahçesinden ötesine tek bir adım dahi atmamıştı. Buna ne kadar hazır olduğunu bilemezken insan kalabalığına karışmak korkutucuydu, ürkünçtü.

 

Ancak önünde, kendisine yetişmeye çabaladığı iblis lordunu her aklına getirdiğinde bütün korkuları, kaygıları ölüyordu.

 

Meyhanelerden gelen kahkahalar, son derece rahatsız edici müzik sesleriyle kaşlarını çattı Cecilia. Teker teker omuzlarına değerek geçen insanlardan sıyrılmaya çalışırken, bu tür huzur bozan seslerin var oluşu dudaklarını aşağı bükmesine sebebiyet veriyordu. Aniden uzun eteğinin kumaşını birisinin çekiştirdiğini hissettiğinde duraksamış, bakışlarını arkaya çevirmişti.

 

"Elbiseniz çok güzel, tıpkı prenseslere benziyorsunuz." Küçük, kötü giyimli bir kız çocuğu uzun eteğiyle oynuyordu. Cecilia'nın zarif elbisesini çok sevdiği parlayan gözlerinden, pespembe yanaklarından anlaşılıyordu. Genç kız, küçük çocuğun hayranlıkla dolu övgü sözcükleriyle birlikte aşağı doğru büktüğü kan kırmızısı dudakları yukarı kıvrılmaya başlamıştı.

 

Ona yaklaşmak istedi ancak bakışları yanlarına gelen kadına döndüğünde avucunu göğsüne, hızla atmakta olan kalbine dayadı. Annesi hızlıca çocuğunu kollarının arasına almaya, kendisinden uzaklaştırmaya çalıştı. Kız çocuğu annesinin kollarına girmemekte ısrar ediyor, Molla leydisinin eteklerine daha fazla yapışıyordu. Genç kadın, Cecilia'nın suretini gördüğünde dehşetle gözleri açıldı.

 

"Lütfen, yalvarırım onu affedin!" Korkuya kapılmış genç kadın, Cecilia'nın önünde diz çöktü. Molla leydisi bu yapılan eyleme şaşırmadı, soyluların alt tabakaya olan eziyetlerini doğduğu haneden biliyordu. Belki de burada kendisinden başka biri olsaydı, kız çocuğu ve annesinin ellerinin kesilmesine kadar türlü eziyetlerden bahsederdi.

 

Hiçbir soruna yol açmadıklarını söylemek üzere dudaklarını kıpırdatmaya hazırlanıyordu ki, sağ kolunu sıkıca tutan, buz kırağını andıran eli hissettiğinde sersemledi. Kulaklarına gelen fısıltı tüm bedenini sarmıştı. "Neden oyalanıyorsun?"

 

Ardından erik kırmızısı gözlerini Cecilia'nın eteğinden ayrılmayan kız çocuğuna, önlerinde diz çöken annesinde gezdirdi. Genç kadının korku dolu gözlerine, titreyişlerine tanık olduğunda kararlılıkla dudaklarını araladı. Muzan'ın ses tonunun ağırlığı genç kızın kaldıramayacağı bir boyuttaydı. "Onları cezalandırmak istersen buna izin veririm."

 

"Hayır, bunu yapmayacağım." Boğuk çıkan sesle beraber iblis lordu kaşlarını çattı. Cecilia, Muzan'ın gözlerinin içindeki köpüklere karışmış, öfke dalgalarının gelişini izledi. Ancak buz kırağını anımsatan parmak uçları kolunu sarmalamayı aniden bıraktı, kulaklarına giren ses serin havaya karışmıştı. "Unutma, seni iyilik yapasın diye yetiştirmiyorum."

 

Cecilia başını onaylarcasına salladıktan sonra kız çocuğuna döndü. Kir içinde kalmış, yumuşak saçlarına dokundu. Böylesine masumiyet timsali olan çocukların bakımsızlığını görmek genç kızı üzmüştü. Lakin irislerini ne tarafa gezdirse dilencilerden, meyhanede eğlenen bozgunculardan, yoksul bir halktan fazlasını göremiyordu. Dudaklarına sahte bir gülümseme takınmaya, kız çocuğunun gözlerindeki parıltılara nezaketle cevap vermeye çalıştı. "Annenin yanına dön, eminim sen büyüdüğünde prenseslerden daha güzel olacaksın."

 

Göz bebeklerini dehşetle titreyen, yakarışlar içindeki genç kadına çevirdi. Ellerini birleştirmiş vaziyette, Cecilia'nın kendisini cezalandırmasını bekliyordu. Fakat Cecilia onu cezalandırmayı bir saniye olsun aklından geçirmemişti. "Siz de diz çökmeyin bırakın, Grandükün kızı olarak sizi cezalandırmayacağım."

 

Kız çocuğunun annesinin gözleri şaşkınlıkla açılmış, ağzından hiçbir kelime çıkmaz olmuştu. Hayatında ilk defa kibirden uzak, alt tabakayı cezasız bırakan bir leydi görmüştü. Genç kadının şaşkınlığı geçmeden Molla leydisi onları yalnız bırakmış, hızla kalabalığın içine karışmak adına adımlarını ileriye uzatmıştı. Avuçlarıyla uzun eteğinin kumaşını sıkarak Kibutsuji'ye doğru koştu, onu kaybetmek kendisi için bir felakete yol açabilirdi. İblis lordunun suretine her yaklaştığında Muzan daha fazla hızlanıyor, sanki cezalandırmak istercesine Cecilia'yı geride bırakıyordu.

 

Uzun dakikaların sonunda opera binası görünmüştü. Eğlence hayatından soyutlaşmış Cecilia için binanın tasviri dahi hayranlık uyandırıcıydı. Gözleriyle incelediği her bir zerreyi aklında tutmaya çabalıyor, salonun girişine ayak bastıkları anda çevresindeki her şeye bakınmadan edemiyordu. Locaların dört bir yanını saran zarafet içindeki soyluların silüetleri, sahneyi aydınlatan avizeler ve kırmızı perdeler, kulaklarına dolan genç kadınların söyleyişleri...

 

Yeşil irislerine görünen bu denli manzara yanaklarında kızıllık oluşmasına sebebiyet veriyordu.

 

Kibutsuji locaların henüz kalabalığa karışmadığı bir taraf seçti, Cecilia oturuşunun ardından kırmızı kumaşı teninde hissettiğinde kalbi heyecanla çarptı. Buradan sahne daha ışıltılı, daha parıltılı görünüyordu. Sahnede narin görünümlü genç kadının opera şarkısı kulaklarına etki ettiğinde kalbi tekrar hızla çarptı. Her şey hayallerinden de öteydi, sanki hiç uyanamayacağı güzel bir rüyanın içine hapsedilmişti.

 

Petunya, Petunya, Petunya

 

Tüm benliğim senin ellerinde,

 

Yapayalnızım Petunya.

 

Benim diyebileceğim,

 

Adını haykırabileceğim,

 

Gözyaşlarımla ne bir çehre, ne de bir kıyafet

 

Islatabileceğim kimseler yok.

 

Eflatun yapraklar kızıla çalarken,

 

Düşlerim kâbuslara dönerken,

 

Ellerini ver bana Petunya.

 

Dudakların al al olurken,

 

Kahkahalar hıçkırıklara dönüşürken,

 

Bağışla beni Petunya.

 

Konuştuğum duvarlar,

 

Ve benim tek bildiğim,

 

Ölümün kollarına seninle sarılmak!

 

Cecilia sözlerin can yakıcılığıyla Muzan'a dikti gözlerini. Cansız gözlerle, hiçbir duygu belirtisi göstermeden sahneyi izliyordu. Bir anlığına iblis lordunun buraya sadece kendisini ödüllendirmek için geldiğini unutmuştu. Onun gözlerinin içinden, hafifçe aralayışından bir anlam arayacak kadar hafızasını yitirmişti.

 

Arka locada yanan kibritin sesi pipo dumanlarını armağan etmişti. Ciğerlerine dolan duman kokusuyla Cecilia'nın gözleri karardı. İçinde kötü bir his vardı, dumanların kokusu oldukça tanıdıktı.

 

Duman kokusundan tiksinen bakışlar belli olmaya, insanlar seslerini çıkarmaya başlamıştı. "Burada pipo içmeyin, insanları rahatsız ediyorsunuz Bay Fante."

 

Bay Fante hafif bir kahkaha attı. Piposundan çıkan dumanı etrafa yayarak omuzlarından aşağı inen kürkünü düzeltti. "Diğerleri kadeh kadeh şampanyalar içerken burada rahatsız edici olan tek şey pipom mu?"

 

Fante...

 

Genç kız o tiksinç sesi duyduğunda kendine hakim olmak için direndi. Ancak o rezalet, alçakça ses kulaklarına yankı yapmıştı. Nerede duysa hatırlardı, bir zamanlar öz babası onu Fante'ye satmak için çok çaba göstermişti. Olanları zihninde canlandırmak dahi ruhuna dikenler batmasına neden oluyordu. Cecilia o günleri unutmak için her şeyini verirdi, ama ne yazık ki iyi bir belleğe sahipti.

 

Sesler, fısıltılar kesilmiyordu. Maskeli genç bir kadının sesi duyuldu. Bir yandan beyaz, tüylü yelpazesiyle oynuyordu. "Bunu söylemek çok acı ama Grandükün ölümünü duydunuz mu Bay Fante?"

 

Fante, genç kadına doğru hınçla gülümsedi. İçinde biriken tüm kini gözler önüne sermek istercesine dişlerini sıktı. "Duymaz olur muyum hiç? Bana metresinin kızını satmaya çalışıyordu, ne alçaktı!"

 

Şampanya kadehini sallayan genç bir vâris söze karıştı. "Kızının güzel olduğunu duymuştum. Grandük o yüzden onu saklıyor olmalıydı, bu da onu ulaşılamaz yapıyordu."

 

Sinirle güldü Fante, lanetler etmeden önce çıkardığı dumanları soludu. "Aynı metrese çekmişti, Grandükle hiçbir benzerliği yoktu. O şerefsiz, kızına karşı koyamayacağımı biliyordu. Adımı bir kanı bozukla kirletmeye çalıştı, inanabiliyor musunuz? Neyse ki kızının gözlerinin içine hiç bakmadım, bir soysuz haneme büyük lanet getirirdi!"

 

Maskeli kadın kıkırdadı, tüylü yelpazesini dumanı kendinden uzaklaştırmak istercesine hızla salladı. "Dürüst olalım, hiç birimiz onun ölümüne şaşırmadık. Grandük bir sürtüğü metresi yaparak hanesini kendi elleriyle lanetledi. Büyük oğlunun ölümü yetmemiş gibi, kendi ölümüne de sebebiyet verdi."

 

Sözcüklerin, fısıltıların bozulmuşluğu midesini bulandırmaya yetiyordu. Nasıl olabiliyor da ölülerin arkasından bu kadar rahatça konuşabiliyorlardı, nasıl ruhları bu kadar kirlenmişti?

 

Öz babasını, Grandükü hiçbir zaman affetmese de bir ölünün arkasından lanetler yağdırmanın ne denli sefil bir hareket olduğunu bilirdi. Böylesine zavallı ruhlara sahip olduklarında kandan soylu olmanın hiçbir anlamı yoktu. Fakat bu berbat seslerden, alçak soylulardan rahatsız olan tek kişi Cecilia değildi.

 

Fante hemen önünde, sinirden titremekte olan genç kızı fark etmişti. O solgun ten, kızıla kaçan kahve saçlar, neredeyse kırılacakmış hissini veren zayıf bedenin sahibini unutmasına imkan yoktu. Parmak uçlarıyla tuttuğu pipoyu düşürmeye yakındı, kara gözlerini şampanya şişesine dikti. İçkinin yan etkisi olduğuna kanaat getirmeye çalıştı, fakat daha bir kadehi bile bitirmemişken nasıl hayal görmeye başlayabilirdi?

 

Tekrar bakışlarını ön localarda gezdirdi. Hayal görmüyordu, genç kız gerçekten önünde oturuyordu. Sağ elini kumral saçlarına değdirdi, saçlarını karıştırarak kesik kesik gülmeye başladı. "Ulu Tanrım! Bu nasıl olabilir?" diye söylenmeye başladı içinden. Maskeli kadın türlü fıkralar anlatmaya, genç adamın dikkatini kendine çekmeye çalıştı. Ancak Fante onu dinlemiyordu. Görüş alanında yalnızca Cecilia vardı.

 

En nihayetinde, gözlerinin gördüğü doğruluğa kapılarak oturduğu yerden kalktı. Şüpheli bakışlarla genç kıza yaklaştı, hayal gördüğüne, yanıldığına inanmak istiyordu. Cecilia, Fante'nin silüetini arkasında hissettiğinde simasını saklamaya çalıştı. Genç adam, Cecilia'nın saklanma çabasına karşı hınçla avuçlarını sıktı. Ardından sesini yükselterek, herkesin duyabileceği bir tonda genç kıza sesleniverdi.

 

"Leydim izin verin, yüzünüzü görmeme izin verin."

 

Seslenişlerle tüm opera izleyicilerinin gözleri sahneden ayrıldı, tüm soyluların gözleri ikisinde dolaşmaya başlamıştı. Fante, Cecilia'nın yol açtığı karmaşadan sıkıldığını belli edercesine genç kızın kolunu sıkıca tuttu, derisini o kadar sert kavramıştı ki Molla leydisi acıdan çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu.

 

"Ne dediğimi anlamadın mı, sağır mısın?"

 

Molla leydisi o kederli, o dehşet dakikalar da boğazı düğümlenmişti, kolunu kurtarmaya çalıştığı o süre zarfı boyunca Fante'nin ölümünü diledi. Lakin "Geber," fısıltısı kulaklarını sardığında, Fante'nin ensesine yediği darbeyle haykırmaya başladığında gözleri şok dalgasıyla aralandı. O tanınmaz bir hâle geliyordu, bir canavardan farksızlaşıyordu. Maskeli kadın, genç vâris korkuyla Fante'nin dönüşümünü izliyordu. Hiç kimse ne olup bittiğini anlayamamış görünüyordu. Cecilia acıyla bileğindeki kızıllığa dokundu, çiziklerden gelen kan damlalarının avuçlarına yayılışına tanık oldu.

 

İblis lordu gözlerini kargaşadan ayırarak Molla leydisine birkaç adım yaklaştı. Molla leydisinin sırtına parmak uçlarını koyarak öylece duran bedeni kendine çekti. Cecilia'nın çehresi buz tutmuştu, Muzan'ın kendisini omuzlarındaki paltoyla sardığını hissedemeyecek kadar tedirginleşmişti. En sonunda soğuk ve sıcağın arasındaki ince çizgiye takılmış, sadece kendisinin duyabileceği tonda oluşan fısıltıyı duyduğunda kendine geldi.

 

"Daha fazla titre, daha fazla korkuya kapıl."

 

Denileni uygulamaya koyuldu. İblis lordunun boynuna titremesine izin verdiği kollarını doladı. Maskeli kadının, genç vârisin kopardığı çığlıklar korkudan donakalmış bir kadının şekillenecek yüz ifadesine yardım ediyordu. Üstten gelen fısıltılar, salondan duyulan sesler Muzan'ı memnun etmeye yetiyordu.

 

"Bir leydiyi taciz etmeye çalışmanın yanı sıra dostlarına saldırıyor."

 

"Kont Fante hakkında söylenilenler yalnızca ucuz dedikodular değilmiş."

 

İşler onların lehine gelişiyordu. Cecilia, Fante'nin kendinden geçmiş, insanlığını yitirmiş hâlini göz ucuyla incelediğinde iblise dönüştüğünün farkına varmıştı. Kibutsuji'ye dehşetle baktı, zira bir çizikle iblise dönüştürdüğünü düşünmek kendisini ürkütmüştü. Buz kesmiş tenine sarılan paltoyu hissederek dudaklarını kıpırdattı. "Bunu yapmak zorunda değildin, dayanabilirdim."

 

Muzan çehresini Cecilia'nın kulağına yaklaştırdı. "Ben hiçbir şey yapmadım," dedi yakıcı ses tonunu konuşturarak. Genç kız parlayan gözlerin içine derince baktığında gözleri büsbütün açıldı. Onun bu olayı, bu felaketi iyi bir niyetle başlattığını düşünmek safça olurdu. "Onun ölmesini dileyen sendin, onu kin dolu bakışlarınla öldüren de sendin."

 

Cecilia'nın saçlarının ucundaki buklelere dokundu. Molla leydisinin kan kırmızısı dudakları zehirler dökülmüşçesine solmaya dönmüştü. Bu gece yaşanılan her şey bir ödülün aksine bir ceza gibiydi, ayak bastığı her şey savaş meydanından farksızdı.

 

"Beyaz siyaha karıştı, artık sen de birini öldürdün."

 

Loading...
0%