@monroeselle_
|
Göğün gümüş rengi, inci tanesine benzeyen bulutlar kaybolmuştu. İkindi sonrası akşama kara bulutlar eşlik ediyordu. Sabahları esen ılık yaz rüzgârı şimdiyse kasvetli, her canlının yüreğini donduracak biçimde esiyordu.
İblis kadın yapım aşamasındaki ilaçları inceliyordu. Birbiriyle yarış hâlinde koyulaşmış kırmızı sıvılar küçük kazanında kaynamaya, tıpkı bir gül yaprağını anımsatan kırmızılar pembeleşmeye dönmüştü.
Pembeliğin daha kolay yayılması adına kazandaki sıvıyı karıştırmaya başladı. Ancak birkaç dakikanın sonrasında, kazanın dış kısmında çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Tamayo çatlakların büyüklüğüyle birlikte sersemledi. Kazan neredeyse kırılmaya yakındı. Her zamanki derecede kaynatmıştı, içine her zamanki şifa otlarını koymuştu. Ansızın oluşan bu çatlaklara sebep olan da neydi?
İçinde yaklaşan bir felaketi hatırlatacak kadar kötü, yüreğini kemirecek türden bir his gezindi. Kaynamakta olan kazanın altını söndüremeyecek kadar halsizleşti, bacakları ister istemez titremeye başladı. Şayet şu zamanda iyi olması gerekiyordu, fakat bunu yapamayacak kadar kendini güçsüz hissetmeye başlamıştı.
"Uzun zaman oldu." Kapıya açılan karanlık koridordan gelen sesi duyduğunda içindeki çığlığı susturmaya çabaladı. İç sesiyle zihnine yanlış duyduğunu fısıldamaya, kendini o sesin sahibinin burada olmadığına inandırmaya çalıştı.
Kıvrımlı siyah saçların, erik kırmızısı gözlerin sahibi türlü ilaçların yetiştiği odanın ucuna birkaç adım attı. Ellerini bej rengindeki takım elbisesinin ceplerine sokmuş durumda, kahve paltosunu omuzlarına sarmıştı. Parlayan, tehlike saçan gözlerini odada gezdirdi. Dudaklarında tiksinmeye yakın bir tebessüm oluşmuştu.
"Bunca zamandır burada mı saklanıyordun Tamayo?"
Tamayo karanlıktan çıkan o çehreyi, o bedeni tekrar gördüğüne sessizce türlü lanetler savurmaya başladı. Genç adamın silüeti hiç değişmemişti, bedeninde aynı günahları timsal ediyordu. Aurası hâlâ epey karanlıktı, iblis kadın içindeki kötü hisse şimdi anlam verebilmişti. Göz bebeklerine inen sinir dalgaları dişlerini sıkmasına yol açmıştı.
"Sen... sen burayı nasıl buldun?"
Muzan, iblis kadının yakınına geldi. Sinirle çatılan ince kaşlarına ve gözlerinin uçlarından yayılmaya başlayan gözyaşlarına baktı. Onu bu durumda görmek kendisini keyiflendirmişti, dudaklarını aynı keyifle araladı. "Hiçbir değişim yok. Hâlâ aynı acınası görünüşe, hâlâ aynı zayıflığa sahipsin. Bu zamana kadar saklanmayı becermiş olman yalnızca şans eseriymiş."
"Seni katil!" Tamayo aklından bir nebze olsun silemediği hatıralarla tırnaklarını çıkardı. Gittikçe uzayan, keskin tırnaklarını Muzan'ın boynuna doğrulttu.
"Çocuklarım, ailem, hepsi senin yüzünden öldü!"
Kibutsuji göz ucuyla boynuna değmesine birkaç santim kalmış tırnakları inceledi. Gözlerindeki mutluluk hiç solmamıştı, o gözlerde okunan mutluluk Tamayo'nun midesini bulandırmaya yetiyordu. En sonunda soğukça bakan, bir ateş kadar yakıcı gözlerini iblis kadının ağlamaklı gözlerine dikti.
"Onları yiyen ben miydim? Bir koyun gibi boyun eğecek kadar iradesiz olan sendin, kendi çocuklarını sen yemedin mi?"
"Beni bu hâle sen getirdin!" İblis kadın hıçkırıklarını dudaklarına dolan nefretle harmanladı. Muzan'ın ses tonunu işitmek dahi genç kadına tarif edilemez bir öfke aşılıyordu. "Sen korkağın tekisin, sorumluluk almaktan kaçan kahrolası bir korkaksın!"
"Birilerini suçlamak yerine neden kendi hayatın için endişelenmiyorsun?" Muzan hızla elini Tamayo'nun saçlarına götürdü. Genç kadının sözleriyle zerre ilgilenmediği bakışlarının hiçbir değişim göstermemesinden anlaşılıyordu. "Senin gibi bir zavallıyı iblis yapmamın tek sebebi kullanışlı olmandı, himayemden kaçtığın anda sonunun er ya da geç geleceğini bilmeliydin Tamayo."
Saç tellerini tutan elle birlikte başında büyük bir ağırlık hissetti. Lavanta rengindeki gözlerini o kızıllardan, o tüm hüzünle karışan silik anılarının sebebi olan korkunç irislerden ayıramıyordu. Buna rağmen direnç gösterdi. Onun yaptığı günahları, affedilemez suçları yanına bırakamazdı. "Bu akşam ölmeni sağlayacağım, bu benim son fırsatımsa bunu tepmeyeceğim."
"Senin son fırsatın güneşti," Kızılların parıltısı fırtınanın karartısıyla yanmaya başladı. Tamayo kulaklarının ucuna yerleşen ses tonuyla irkildi, çok geçmeden gözünde dehşetin izleri gezinmeye başlamıştı. Muzan, Tamayo'nun korkuyla duraksamasına aldırmadan devam etti. "Onu da kaybedeli çok oldu."
♚
Pazar meydanına yerleşen türlü kalabalıklar, tezgahtarların ve tüccarların sesleri şehrin meydanında toplanan insan topluluğuna karışmıştı. Sıradan bir çarşamba sabahı ellerinde kadife çiçeklerle koşan çocukların gülüşmeleri meydana neşe katıyordu.
Cecilia parmak uçlarını geçmesine birkaç santim kalan sarındığı pelerinden gözlerini ayırdı. Göz bebeklerini içine çeşitli meyve ve sebzelerin sırayla konulduğu tezgahlarda gezdirdi. Yeşil irislerini ilgisizlikle aralıyor, sonrasında bakışlarını sokağın ortasındaki saat kulesine götürüyor, buradan bir an önce gitmek için dakikalar sayıyordu.
Martha elleriyle meyvelerin taze olanlarını tezgahtara işaret ediyor, diğer bir yandan tüccarların satışa çıkardığı malları inceliyordu. "Yanına kirazları da paketleyin."
Hizmetkâr ağır paketleri kollarının arasına aldı. Başını düşünceli gözlerle saat kulesini izleyen leydisine doğru çevirdi, bir sabah Cecilia'yı dışarı çıkarmanın iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başlamıştı. "İstediğiniz herhangi bir şey var mı?"
Genç kız görüş açısını bozmadan kan kırmızısı dudaklarını kıpırdattı. Rüzgârın ılık sarsıntısı tenine çarptı. O anda, gözleri aniden parmaklarıyla sıkıca sardığı eskimiş mektuba ilişti.
"Hayır, ihtiyacımız kadarını al."
Düşünceli tavrına neden olan Muzan'dan başkası değildi. Onunla kanını paylaştığı gecenin ardından kendisini hiç görmemişti. Yalnızca bir mektup, avuçlarıyla sarındığı mektubu göndermişti. Mektupta Cecilia'yı Japonya'ya götüreceğine günler kaldığını belirtmişti, fakat Cecilia, Kibutsuji'den haftalardır haber alamıyordu. Günler su gibi akıp geçerken sadece beklemek, elin kolun bağlıymışçasına beklemek genç kıza bir azap gibi geliyordu.
Onun karanlığında kaybolmayı, kaybettiği uzun yolun ardından kızılların içinde boğulmayı özlemişti.
"Hava ne kadar da güzel..." Saçlarına dantel örtüyü geçirmiş, yüzü neredeyse görünmüyordu. Genç kız, tatlı bir kadın sesiyle zihnindeki düşünceleri kendinden uzaklaştırdı. Sesin geldiği tarafa döndüğünde karşısında duran silüet bir başkasına oldukça yabancı görünse de, kendisi için oldukça tanıdıktı. Saçına takılmış örtüye rağmen uzun saç tutamları görünüyor, arasına yeller vuruyordu. "Sizce de öyle, değil mi?"
"Madam güneşli havaları seviyor olmalı." dedi Cecilia dudaklarını yukarı doğru kıvırmaya çalışarak.
"Güneşli havalar kadar güzel yüzleri de severim, tatlım." Ellerine aynı siyah dantellerden bir eldiven takmıştı. Parmaklarının arasına yerleştirilmiş türlü parlak taşlardan yüzükler vardı. Sağ elini genç kızın yanaklarında gezdirdi. Cecilia'ysa hiçbir tepki vermedi, bunları daha önceden de yaşadığına yemin edebilirdi. Ancak bu tanınmaz simayı daha önce nerede gördüğüne dair hafızası silikti.
"Güne iyi başlamamış görünüyorsunuz. Şayet yüzünüzün solgunluğu dün gece uykunu iyi alamadığınızın bir sonucu olabilir. Cilt güzelliği önemlidir leydim, hiçbir şeyin uykularınızı kaçırmasına izin vermemelisiniz."
"Bu size daha iyi gelecek." Yüz hatlarını derinden incelemeyi bırakarak koluna taktığı sepetin içini karıştırdı. Sepetin içinden söğüt dallarından yapılma, iç yüzü ağlarla sarılmış bir kapan çıkardı. Kısaca bir teşekkürün ardından Cecilia, genç kadın tarafından uzatılan düş kapanını eline aldı, fakat bir yabancı tarafından verilen bir hediyeyi kabul etmenin ne kadar doğru olduğunu bilmiyordu.
Fevkalade bir hediye alışının getirdiği tuhaf his içini kaplamış, daha önce hiç görmediği bu eşyaya bakmaktan kendini alamamıştı. Lakin düş kapanına kazınmış 'W' harfini gördüğünde hatıralar gözlerinin önünden yavaşça süzüldü. Dili tutulmuşçasına zihninde beliren ismi sessizce tekrar etti. "Bayan Winona, bayan Winona..."
İrislerini hızla karşıya çevirdiğinde dantellerle kaplanmış şamanın suretinden hiçbir iz bulamamıştı. Onu şans eseri bulmuşken sorular sormadan, geleceği hakkında herhangi bir bilgi almadan kaybetmek istemiyordu. Cecilia koşar adımlarla meydanın kalabalığına karıştı, insanların çehrelerinde Winona'yı aradı. Ancak o kaybolmuştu, aniden yayılan bir sis gibi havaya karışmıştı.
Dokunduğu omuzların hiçbirinde şamana rastlayamadığında, şamanın görünüşüne benzer hiçbir silüet göremediğinde adımlarını daha fazla ileriye götürmedi. Kalbi boşlukta ölümüne çarpıyordu sanki. Nasıl da tanıyamamıştı onu, nasıl da ilk görüşte ismini söyleyememişti. Çocukluğunu geçirdiği şamana yabancı gözlerle bakmıştı. Umutsuzluk içinde kendine, en çok da kafasının içindeki belleğe hayret etti.
"Hanımım, ne yapıyorsunuz?" Martha nefes nefese kalarak genç kızın peşinden gitmiş, yorgun bakışlarıyla bu garip davranışı için Cecilia'dan bir açıklama bekliyordu. "O peşinden koştuğunuz yabancı bir tanıdığınız mıydı?"
Cecilia ileriye bakan gözlerini arkaya, Martha'ya doğru götürdü. İçinde kaybolmuş anılarının silik parçaları vardı. "Annemin şamanıydı. Geleceğim hakkında bir şeyler öğrenmek için peşinden gitmiştim. Ama ne yazık ki, onu kaybettim."
"Madam Veronica'nın şamanı mı?" Hizmetkârın söylenenleri ilk defa duymuşçasına gözleri irileşti, en nihayetinde irileşen gözlerini genç kızın ellerinde, kapanın uç kısmında esen rüzgârla sallanan süslerde gezdirdi. "Size düş kapanını o mu verdi?"
Başını olumlu anlamda salladı Cecilia. Bayan Winona'yı kaybedişinden kaynaklanan üzgünlüğünü sakladı, hüzünlenen gözlerine sahte bir perde örttü. Belirsizliklerle geçirdiği yaşamına alışmalıydı, zaten yaşam dediğin tahmin edilmesi güç bir kavramdı. Şu zamandan sonrasında başından neler geçeceğini bilseydi, nefes alışverişleri aynı olur muydu ki?
Hiç sanmıyordu, fakat gözüne Muzan'dan haber alana kadar çaresizce beklemek yerine, bir şamana başvurmak daha iyi görünmüştü.
"Düş kapanının kötü rüyaları öldürmek adına kullanıldığını duymuştum. Ancak size bunu armağan eden bir şamansa, farklı bir amaçla verme olasılığı da var."
"Winona'nın bunu kötü bir amaçla verdiğini düşünmüyorum Martha. Kapanı saklayacağım, belki bundan sonra rüyalarım gerçekten iyiye gider."
Cecilia'nın dudaklarında kısa bir gülümseme belirdiğinde hizmetkâr tebessüm etti. Onu mutlu görmeyi her şeyden çok seviyordu. "İyi niyetinizi seviyorum leydi Cecilia."
Güneş yavaş yavaş alçaldı, delici ışınlar turuncuya karışmaya, yok olmaya başladı. Molla leydisi meydandaki pazardan tüm ihtiyaçlarını giderdiği vakit faytona bindi. Hava neredeyse kararmak üzereydi, çiselerle başlayan yağmur kısa sürede sağanağa karıştı. Güneşle birlikte ılıyan yeller yağan yağmurla beraber buzdan farksızlaştı. En nihayetinde, Cecilia gözlerini faytonun camına sürüklemeyi bıraktığında araba durdu.
Genç kız, Martha'yı beklemeden at arabasından indi. Yağmur damlaları saç tellerine nüfuz ediyor, perçemine biriken ince yağmurlar tenine değiyordu. Sıcacık elleri köşkün kapısına gelene kadar soğumuş, kulaklarına kadar inen gök gürültüsü sesleriyle içeriye küçük adımlar atmaya başlamıştı.
Koridorlara açılan merdiven basamaklarını çıktı. Her adımında ahşap zemin acı çekiyormuşçasına sesler çıkarıyordu. Kolunu dayadığı tırabzanlardan doğru aşağıya bakmadan basamaklarını bitirdi. Odasına girdiği anda dudaklarına yerleşmiş o düz çizgi bozulmaya dönmüştü. Derin bir nefes alarak ıslanmış pelerinini çıkardı, âdeta yanaklarından süzülen yağmur taneleri sürdüğü pudrayı silmek için uğraşıyordu.
Düş kapanını masaya koyduktan sonra sandalyeye oturdu. Yavaşça çekmeceyi açtı, Apeiron kayıtlarını doldurduğu deri defter hâlâ oradaydı. Defteri çekmeceden çıkarıp masaya yerleştirmesinin ardından sayfaları karıştırdı. Ancak ilk sayfada, Latin harflerle yazılmış eskiyen sayfada duraksadı. Turuncu ojeyle süslenmiş, buz gibi damlaların süzüldüğü tırnaklarını harflerde gezdirdi.
İblis Avcılarını yok edin.
Kesinlikle mükemmel bir varlık, ölümsüz olun.
Sağlıklı ve sonsuz bir yaşam sürün.
Bu defterin Kibutsuji'ye ait olduğu yalnızca ilk sayfadan anlaşılıyordu. Cecilia ilk üç satırı okuduğu her zaman diliminde el yazısının güzelliğine hayran kalıyordu. Ayrıyeten onun tüm amaçlarını bu defterden öğrenmişti, onun yaşama isteğinin getirdiği çılgınca düşüncelerini yazılanlarla daha iyi anlayabilmişti.
Lakin defterde söz edilen iblis avcıları da neyin nesiydi?
Bunun üzerine birçok kez düşünmüştü. Şimdiye kadar emin olduğu tek bir şey vardı, o da onların bir an önce ortadan kaldırılmaları gerektiğiydi.
Açık sırtına esen rüzgâr, eklemlerine kadar hissettiği soğuk havayla kendine geldi. Yanağına tokat misali çarpan esintilerle üşüyordu. Yelle sallanan perdelerle titredi, daha çok titredi. Balkonun camlarının sonuna kadar açık olduğunu idrak ettiğinde başını yağmurun hareketlendiği yere, karşı tarafa çevirdi.
Onu gördü, bir çift gözün akşamın karanlığındaki parlaklığını yüreğinde hissettiği anda boğazında bir yumru oluştu. Balkonun demirliklerine oturmuş, bir bacağını diğerinin üstüne atmış, bakışlarında meydana gelen içerlenme Cecilia'nın kanını kaynatmaya yetiyordu.
Defterin sayfalarını hızla kapatıp tekrar çekmecenin içine koydu. Fark etmediğini umuyordu, fakat yaklaşık kaç dakikadır kendisini izlediğine dair en küçük bir fikri yokken, olumlu düşünmek onun için zordu.
"Ansızın yağan yağmura katlanmak istemiyorum," Esintilerle omuzlarına sardığı uzun palto dalgalanıyordu. Pürüzsüz boğazına yayılan su damlaları gömleğinin yakasına kadar gidiyordu. "Eğer yaşayan bir varlık olsaydı, onu da öldürürdüm."
Gözlerini bedenini, siyah saç tellerini kaplayan yağmur tanelerinden ayırdı, zerre sıcaklık görülmemiş bakışları tekrar Cecilia'ya döndü. Genç kıza parmaklarını uzatarak işaret verdi. "Bana gel Cecilia,"
Oturmakta olduğu sandalyeden kalktı. Balkona, türlü soğukların baş gösterdiği yere ağırca adımlar attı. Aklına delirtici şarabı kana kana içtiği gün geldi, o zamandaki cesaretine gülümsedi. O karanlık auraya her yaklaştığı anda tenine çarpan esintileri, iliklerine kadar titremeyi unutmuştu. Muzan'ın yakınına geldiğinde usulca diz çöktü, mavi etekleri buz gibi zemine dağılmıştı.
"Sizi bekliyordum Bay Kibutsuji. Görüşmeyeli haftalar oldu, gelmeyeceğinizden çok korktum."
"Birkaç işim vardı," Kulaklarının ucuna gelen ses tonuyla dudaklarını mühürledi. Onu göz ucuyla incelemeye başladı. Siyah kıvrımlı saçlarını ıslayan yağmura ne kadar öfkelense de, onun gözlerinin içi gülüyordu. Günler geçtikçe onun gelişinin hayalini kurmuştu. Muzan'ın her manzarası Cecilia'nın ister istemez hoşuna gidiyordu. "Eşyalarını topladın mı?"
"İstediğiniz gibi, her şey hazır." Öne eğdiği başını yukarı kaldırdı genç kız. İblis lordunun sureti balkonun demirliklerinden kaybolmuştu, telaşla onu arayan gözlerini arkaya çevirdi. Muzan'ın, makyaj masasına dizilmiş şapkaları incelediğini gördüğünde rahatladı. Tekrar konuşmaya, hislerini göstermeye devam etti. "Eğitimim için sabırsızlanmadan edemiyorum. Zira sizin asıl himayenizde olma düşüncesi bile beni heyecanlandırıyor."
Bir sessizlik oluştu. Kibutsuji, Cecilia'nın söylediklerini dinlemiyor gibiydi. Makyaj aynasının karşısına dikilmiş, donuk gözlerle kendi yansımasını izliyordu. Genç kız konuşmayı bırakıp bıkkınlıkla aydınlanan kızıllıkların paha biçilemez görüntüsünü seyretti. Ne kadar incelerse incelesin, onun hiçbir zerresinde tek bir kusur belirtisi bulamıyordu.
Bir canlının bu kadar kusursuz görünmesi ürkütücüydü, o esnada kalbinin korkuyla çarptığını hissetti Cecilia.
"Sana her genç kızın hayalini kurduğu lüks bir yaşam verdim. Seni şımarttım, vaktini bunların bedelini düşünmeden geçirmeni beklerdim. Fakat zamanını düşündüğümden daha farklı geçirmişsin."
"Ben sadece size kendimi adayacağıma dair ettiğim yemini gerçekleştiriyorum."
Muzan erik kırmızısı gözlerini yansımasından ayırıp Cecilia'ya döndü. Öne doğru birkaç adım attı, gözleri oldukça tehlikeli bir tona bürünmüştü. "Defterim sende kalabilir." dedi buz gibi bir ifadeyle.
Genç kız korkuya kapıldı. Görmüştü, her şeyi izlemişti. Ondan hiçbir şey saklayamayacağına dair inancı yavaş yavaş artmaya başlamıştı. En acısı o defteri iblis lordunun eşyalarına el sürülmesine karşı nasıl tepki vereceğini, bir başkasının izinsiz kullanımını nasıl karşılayacağını bilmeden kullanmıştı. O bitmek bilmeyen dakikaların arasına sıkışmışken onun hakkında çok az şey bildiğinin farkına vardı. Bu gerçek onu üzmüştü, oysa hep onun karanlığında boğulmak yerine ışık tutmayı dilerdi.
İncelediği şapkalardan bir tanesi ellerinin arasında kalmıştı. Sahte krizantem çiçekleriyle süslenmiş şapkayı Cecilia'nın saçlarının arasına geçirdi. Yeşil irisler kırmızıdan başka hiçbir renk göremez olmuştu. "Nasıl olsa oraya yazdıklarım seni de ilgilendiriyor."
Cecilia yapılan bu eyleme şaşırmıştı. Şaşkınlığını gizlemeye çalıştı, ancak gözlerinin büsbütün açılması, dolgun dudaklarının hafifçe kasılmasıyla kendisini yeteri kadar ele vermişti. Kahve saçlarına yerleştirilen şapkayla birlikte gülümsemeye çalıştı. Lakin gittikçe kulaklarına yaklaşan çehreyle kalbi yerinden fırlayacakmışçasına çarpmaya başlamıştı.
"Yolculuk vakti."
|
0% |