@monroeselle_
|
Göğün karartısı bulutların ışıl ışıl yanan güneşe, gökyüzünün o mavimsi rengine hiçbir zaman kavuşmayacakmış gibi, sonsuzca devam ediyordu. Işıkların öldüğü vakitler heybetli ağaçların gölgeleri kaybolmuştu. Karanlığın sessizliğini cırcırların, kuşların sesleri bastırmaya çalışıyordu. Fakat nafileydi, sesler damarlardan akmayı bırakacak kanların yavaşça süzülüşünü hatırlıyordu. Sessizlik ebediyen sürecek kadar istikrarlıydı. Sürgülü kapı o sessizliğe itaat edercesine ağır ağır açıldı. Çatlaklardan sular sızdı. Odanın eşiğine atılan kısa adımlar uzunlaşmaya başladı. Adımları odanın ortasına geldiğinde duraksadı yabancı, etrafına bakındı, gözleriyle taradığı bu odada aradığı kişiyi bulamıyordu. Dizlerinin üstüne oturdu, beklemeye başladı. Cecilia, gelen kişiye kendini gösterdi, yabancının silüetine hızla arkadan yaklaştı. Biraz öncesinde saçlarının arasından çıkardığı çubuğun keskin tarafını yabancının boynunun yan tarafına yaklaştırdı. Takındığı mutlu ifadeyi hiç bozmadan davetsiz misafire sesleniverdi. "Kimsiniz?" Ansızın, hiç beklenilmeyen bir anda saldırmak hiç şüphesiz, bir misafiri ağırlamak için doğru bir yöntem değildi. Fakat Cecilia'nın gecenin bir yarısında odasına girmiş, üstelik hiç tanımadığı bir gölgeye karşı olumlu ve zararsız düşünceler üretmek gibi bir seçeneği yoktu. Gözlerinin ilk defa tanık olduğu silüetin sahibinden hiçbir cevap gelmedi. Kulaklarının ucuna sızan sesin geldiği tarafa, arkaya bakmak için başını kaldırma zahmetinde bile bulunmadı. En sonunda yabancı, bir ses belirtisi göstermek yerine bel bölgesine yerleştirilmiş katanayı kınından çıkardı. Ustaca bir hareketle, arkasına dahi bakma ihtiyacı duymadan kılıcını genç kızın boynuna doğrulttu. Boynuna doğrultulmuş, neredeyse derisini kesecek yakınlıkta olan katanayı göz ucuyla inceledi Cecilia. Kılıcın kesici tarafı kömür karası rengindeydi, diğer tarafı ise kızıla boyanmıştı, ve de birbiri ardına dizilmiş çeşitli göz simgeleri vardı. Bu gördükleri üzerine genç kızın çehresinde hiçbir korku, hiçbir tedirginlik baş göstermedi. "Duraksıyorsunuz, bu demek oluyor ki, yaptığınız eylemin aksine beni öldürmeye niyetli değilsiniz." "Saldırıyı başlatan sensin, gardını korumakla niyetimin ne olduğunun ilgisi ne?" Soğuk tavırlarına durdurulamaz bir gözü karalık karıştı. Yabancı, sanki alınması imkansız bir kaleyi fethetmek isteyen bir komutanın askerlerine coşkuyla ileri atılmalarını emretmesi kadar içtenlikle haykırdı. "Beni incitemedin, bana en küçük bir kuvvet uygulayamadın. Şimdi, hemen şimdi başlattığın savaşın hakkını ver!" "Pes ettiğimi kim söyledi zaten?" Ani bir hareketle, diğer eliyle beyaz kimonosunun içinden saç çubukları çıkardı Cecilia. Uç kısımları bir kıymık kadar sivri görünen saç çubukları parmaklarının arasına hizalanmıştı. Genç kız boynuna kılıcını dayayan yabancıya gülümsedi. "Bana kim olduğunuzu söylemezseniz, boynumu kesseniz de, bunları size mutlaka saplayacağım." İblis hızla kılıcını Cecilia'dan uzaklaştırdı. Aynı süratle genç kızı sertçe kolundan tutarak yere serdi. Daha fazla kıpırdayamaması için, biraz öncesinde genç kızın incecik kolunda beliren, onu az öncesinde sıkıca tutan el artık boğaz kıvrımlarına baskı uyguluyordu. Cecilia boynunu sıkıca kavrayan parmaklara baktı, yavaşça ellerini boyun tarafına, iblisin bileğinin üstüne yerleştirdi. Kadife ses tonuyla fısıldadı. "Kaçırdığınız şeyler var." Yabancı, göz ucuyla çevresine dahi bakınmadan kılıcını havaya kaldırdı. Onu yere sermeden birkaç saniye öncesinde atılmış, hedefini vurmak için yaydan çıkan okları andıran saç çubukları büyük bir hızla, iblisin arkasına doğru ilerliyorlardı. Onların hangi yönlere hareket hâlinde gittiklerini kavrayabilmesi için gözlere ihtiyaç yoktu, kulaklar yeterliydi. Gelişlerinde bıraktığı sesleri takip etti. Keskin çubuklara kılıcıyla ıskalamaksızın teker teker vurdu, bir bıçak ucu kadar kalıcı izler bırakacak çubuklar ters yöne savruldu, birbiriyle yarışırcasına art arda bahçe kapısının duvar kâğıdına saplandılar. Ardından gözlerini boynundaki parmaklardan, o öldürücü baskıdan kurtulmaya çalışan genç kızın gözlerine dikti. Göz bebeklerine yine ne bir ürkeklik, ne de bir endişe hapsolmuştu. Yeşillerinin her zerresi korkusuzdu, ancak narin sureti onu oldukça zayıf gösteriyordu. Altı gözünün de algıladığı güçsüzlük belirtileriyle Kokushibou söylendi kendi kendine; "Hızı fena değil, fakat sahip olduğu bu bedenle çevikliği her zaman geride kalacak. Ortada sadece cesareti, düşmanlarına korkusuzca meydan okuma yetisi var. Neden bu kızı özellikle seçtiniz? Ne planlıyorsunuz Lort Muzan?" Mantıklı, en azından aklının bir köşesinde geçerliliğini koruyacak bir sonuca ulaşamadı. Temiz zihnini karıştıran düşüncelerle genç kızın boğazını sıkmakta olan elini yavaş yavaş çekti. İçindeki birtakım çatışmalarla ayağa kalktı, tek bir hamleyle kılıcını kınının içerisine yerleştirdi. Nefes nefese kalmış, kızarmış boyun kıvrımlarını nahif parmaklarıyla okşayan Cecilia'yı inceledi. Kaşlarını çattı, gözlerinde bir eğitmenin öfkesi vardı. "Bu yaptığım sadece bir denemeydi. Bunları bir başkası yapmış olsaydı, yine zayıflığını esirgemeden, o seni boğazlarken kararını değiştirmesini mi bekleyecektin?" "Düşmanım olmadığınızı biliyordum," Soluk alıp verdi, soluk alıp verdi. Düzensizleşen nefes alışverişlerine karşı derin derin soluklandı. Kendini toparladıktan sonra dağılmış bakışları yabancının kor gibi yanan bakışlarına kadar gitti. "Denemeniz bittiyse, bana artık kim olduğunuzu söyleyin." "Michikatsu Tsugikuni, Kokushibou." Mekanik sesini dışarıya vurduğunda kollarını birbiriyle kovuşturdu, Cecilia'nın yakınına birkaç adım attı. "Ama sen, sana kılıç ustası olma yolunu gösterdiğim süre zarfı boyunca bana Usta diyeceksin." Cecilia, Kokushibou'ya gözlerini dikip uzun uzun baktı. Onu şaşkınca açılan gözlerinin ardında bıraktığı merakla inceledi. Ustası kara upuzun saçlarını şekillendirmek adına at kuyruğu yapmıştı, toplanan saç tellerinin uçları bordo rengindeydi. İrisleri akşamüstü kalede yanan ışıklar kadar sarıydı. Simasında alev şeklinde izler taşıyordu. Asker çevikliğine sahip duruşuyla ve bel hizasında gezdirdiği siyah katanasıyla gerçek bir samurayı hatırlatıyordu. Genç adam gözlerini hiç aralamadan, Cecilia'yı izlediği saniyeler boyunca bakışlarında hiçbir değişiklik göstermeden arkasını döndü. Kendinden emin adımlarla bahçe kapısına doğru ilerlemeyi sürdürdü. "Beni takip et." Parmak uçlarını al al renge bulanmış teninden ayırdı. Kokushibou'nun peşinden gitmek için usulca doğrularak yerden kalktı. Onun bahçeye açılan, koşarcasına attığı adımları takip ettiğinde zihni karardı. Düşünceleri kafasının içinde bir çark gibi döndü, iç sesinin dalgalandırdığı seslerle boğuşamadı, kendisini savunan her ses oracıkta boğuldu. Bir kılıç ustası nasıl olacaktı ki? Hayatında hiç eline bir kılıç almış mıydı, yüreğinde hiçbir tereddütte yer vermeden peşinden gittiği kişi kadar beceri sahibi miydi? Hayır, hiçbir zaman, hiçbir yerde kurguladığı bu tasarılarla dahi boy ölçüşemezdi. Yine de bastığı adımları durdurmadı, bir anlığına düşünme yetisini kaybettiği sanrılarla gerilemedi. Kendisiyle olan iç konuşmalarının verdiği o kötü, o dayanılamaz etkiye rağmen inancını terk etmedi. Bülbüller şakıdı, kalenin bahçesine ayak bastılar. Bir yıldız kaydı, gece yuvasından ansızın düşen yıldıza bir ağıt yaktı. Kokushibou tekrar kılıcını kınından çıkardı. İki eliyle sapından tuttuğu katanayı sertçe yere, kuru toprağa sapladı. "Biz iblislerin zayıf noktası boyunlarımızdır. Lakin sıradan bir kılıçla bir iblisin boynunu asla kesemezsin." Sağ elini katananın keskin tarafında gezdirdi. "Nichirin Kılıç. Elimde gördüğün kılıç. İblis Avcıları bu kılıcı kullanarak iblisleri öldürüyor." Bakışlarını kılıçtan ayırdı, kendisini büyük bir dikkatle dinlemekte olan genç kıza döndü. "Şimdi sana onların kullandığı tekniği öğreteceğim. Konsantre Nefes Alış." Kuru toprağa saplanan katanayı çekip çıkardı. Gözlerini kalenin bahçesine dikilmiş heybetli ağaçların birisine çevirdi. Derin derin nefesler aldı, tüm canlıların muhtaç kaldığı oksijenin tamamını bir çekişinde ciğerlerinin her bir köşesine doldurdu sanki. Saniyeler sonra kılıcını altı gözünün de kilitlendiği ağaca doğru savurdu. Ağaç tek bir savruluşunda devrildi, öylesine güçlü bir savrulmaydı ki kök saldığı tonlarca yeşillikler zarar gördü. Ağacın gövdesi önce ikiye ayrıldı, şiddetli savrulmanın sonrasında gövdesinden kalanlar kırık dökük cam kırıntıları kadar küçülmüş, neredeyse görünmeyecek kıvamdaki taneleri yere düşüvermişti. Cecilia, Ustanın gücüyle bütünleşmiş manzaraya hayranlıkla, gözlerini bir an bile kırpmadan bakakaldı. Aniden sol göğsüne yaşam veren kalbi farklı bir ritimle çarptı, içindeki özleri canlı canlı kemiren dürtülerle dudaklarını istemsizce birbirine bastırdı. Hayatında böylesine bir gücü yakından tanımış mıydı, avuçlarında hiç hissetmiş miydi? Asla, bu gücün, kuvvetten bihaber olan göz bebeklerine hayranlık uyandıran bu gücün parmak uçlarına değmesi bile söz konusu olamazdı. Ancak neydi bu nefes tekniği, kimin nesiydi? Çocukluktan kalma anılarını düşündü. Babası, Grandük yüksek bir unvana sahip olmasının yanı sıra büyük bir kılıç ustasıydı. Ama onun çalışma alanını uzaktan izlediği sıralarda böylesine bir tekniğe tanık olmamıştı. Leo'yu düşündü. O her zaman aldığı eğitimleri, kılıç derslerini yakından izlemesine izin vermişti. Lakin her geriye döndüğünde gözlemleri aynıydı, nefes tekniğine dair en küçük bir anısı yoktu. "Sıra sende," Kokushibou ağırbaşlılıkla elini sırt bölgesine götürdü. Orada kendi elleriyle yaptığı, özenle şekillendirdiği tahta bir kılıç vardı. Sırtına yerleşmiş, parmaklarıyla sıkıca kavrayarak göğe kaldırdığı kılıcı uzağa, genç kıza doğru attı. "Sadece dene." Genç kız bakışlarını yere dikti, eğilerek ayaklarının ucunda duran, tahtadan yapılma kılıcı ellerinin arasına aldı. Kan kırmızısı dudakları düz bir çizgide takılı kalmıştı. Ne içinde filizlenen güçsüzlüğe üzüntü duyabiliyor, ne de yapabileceğine dair inancını arttırıp gülümsemeye çalışıyordu. "Yaptığınız nefes tekniğini anladığımdan emin değilim. Açıklayın lütfen, üstün gücünüzü benim için daha anlaşılır kılın." İblis sessizce katanayı kınına koydu. Kararlılıkla yanan gözlerini genç kızın tereddüt içindeki gözlerine kenetledi. Parmaklarını kendi bedeninin gövdesinde gezdirerek akciğerlerinin bulunduğu tarafı işaret etti. "Akciğerlerinin kapasitesini arttır. Kan akışını sokabileceğin tüm oksijeni içine çek. Kan akışın hızlandığında kemiklerin ve kasların panikleyecek. Kanın ısınacak, her zamankinden daha güçlü olacaksın." Sonrasında haykırdı. Ses tonu dudaklarının arasından yine içten çıkmıştı, bir binbaşının düşmanlarına savunma yapmaktan korkan çaylaklarını azarlayışı kadar coşkuluydu. "Hedefine odaklan!" Başını olumlu anlamda iki yana salladı Cecilia. Hedef olarak bahçeden bir ağaç seçerek ağır ağır gözlerini araladı. Ustasının söylediklerinin tek bir kelimesini anlayamasa da, önünde söylemleri gerçeğe dökmekten başka bir çaresi yoktu. O çok yabancı kaldığı güç kavramına karşı vazgeçmedi. Damarlarını, içten içe derisini karıncalandıran ürkekliği ve tereddüttü bir kenara bıraktı. Kokushibou'nun hareketlerini tümüyle zihnine kazıdı, söyleyişlerinin tekrar tekrar kulaklarında yankılanmasına izin verdi. Ahşap kılıcı ustaca görünmeye çalışan bir hareketle, hedefine doğru yatay bir şekilde tuttu. Uygulamayı kafasının içinde daha iyi canlandırmak adına kapattı gözlerini. Kalbinin böbürlenişine kulak verdi, zihnine bir toz bulutu gibi yayılan kesitleri tekrar etti. Ustasının yaptığı gibi derin derin nefesler aldı, havadaki tüm oksijeni vücudunun içine doldurmaya koyuldu. Başarısız değildi, tam tersine sanki başından beri vücudu bu tekniğe yatkındı. Her nefes alışında daha da zorlanması gerekirken içinin derinlikleri şikayet etmeden, göz yumarak havayı bütünüyle kabul ediyordu. İçinde ne olup bittiğinden habersizse de, kanının şiddetli derecede ısındığını, azar azar kaynadığını hissedebiliyordu. En nihayetinde kılıcını hızla, seçtiği portakal ağacına doğru savurdu. O anda genç kızın buklelerine esintiler dokundu, portakal ağacı şiddetli bir fırtınaya tutulmuşçasına sallandı. Meyvesini henüz vermemiş dalları kırıldı, portakal çiçeklerinin taç yaprakları etrafta uçuşarak serin havaya karıştı. Çok geçmeden dallarını ve meyvelerini yitiren ağaç tutunamadı hayata, köklerinden koptu, yere yığılıverdi. Yıkılıştan kalan seslerle açtı gözlerini Cecilia. Karşısını, dimdik duran ağacın yerdeki manzarasını incelediğinde büyüdü tebessümü. Devirmişti, onu gerçekten devirmişti. Belki Ustası gibi ikiye bölecek, küçük parçalara ayıracak kadar harikulade bir biçimde tekniği öğrenememişti. Ama yapabildiği şeyler vardı, tam anlamıyla güçsüz değildi. Mutluluğunu göstermek istercesine Kokushibou'ya döndü. Ustasına sevecenlikle dolu bir ses tonuyla seslendi. "Başardım." Kokushibou'nun bakışları kökünden ayrılan portakal ağacına mühürlenmişti. Genç kızın seslerine kulak kesilmedi, gizlediği şaşkınlığı başka bir kimseyi duyamayacağı kadar gürültülüydü. Cecilia'nın o ağacı kıpırdatabileceğini bile düşünmemişti. Oysa o incecik, çelimsiz bedeniyle bir kılıç ustası olmak için epey çalışması gerektiğine çoktan karar vermişti. Yanılmış mıydı, onun hakkında vardığı sonuçlar koskoca bir yanlıştan mı ibaretti? Zihninde birkaç dakika öncesinde ürettiği düşünceler, belleğine sığdırdığı kararlar bir girdabın akıntısına kapıldı. Silik silik hatırladığı anılar, kardeşi gözlerinin önünde belirdi. Yeni yeni farkına vardığı doğrularla kendine öfke duydu. İdrak edememişti, geç kalmıştı. Cecilia'nın kılıç kullanımında doğuştan gelen bir yeteneği vardı, ve o bunu görememişti. O sırada iblis lordunun monoton sesi kulaklarına girdi; "O sizin açamadığını kapıları açabilecek bir anahtar. O benim gizlenmiş en büyük silahım olacak, bu yüzden ona bildiğin her şeyi aşıla." Kokushibou pişmanlık belirtileriyle gözlerini cansız ağaçtan ayırdı, Ay'ın yavaşça alçaldığı, karanlık gökyüzüne çevirdiği irislerini kalenin en üst katında gezdirdi. "Geç kaldım Lort Muzan, ne demek istediğinizi anlamakta çok geç kaldım." "Size söylüyorum, beni duyuyor musunuz?" Bakışları kendisinden bir cevap, belki de bir övgü sözcüğü beklemekte olan Cecilia'ya gitti. Kollarını birbirine sararak mırıldandı. "Bugün sana öğreteceklerim bu kadardı." Genç kız arkasını dönerek büyük adımlarla ilerleyen Ustasının peşinden gitti. Onun kendinden emin, aynı zamanda oldukça hızlı adımlarına ayak uyduramayacağını anladığında sesleniverdi. "Bekleyin, bir saniye olsun durun. Bana İblis Avcıları hakkında daha fazla bilgi verin. Onları yenmek istiyorum, bunu onun için yapmak istiyorum." Genç kızın seslenişleriyle iblis duraksadı. Son bir kereliğine mekanik sesini tekrar dışarıya vurdu. "Ancak yeteneğini kullanmayı öğrenirsen bildiğim her şeyi seninle paylaşırım." O adımlarını yinelemeye başladı, o kayboluyordu. Cecilia onun kayboluşunu izledi sessizce, saç tellerine ışıklar yansıdı ardından. Hissettiği sıcaklıkla başını yukarı kaldırdı, ilk ışıklar karanlığı öldürüyordu. Güneş yükseldi, gün doğdu. |
0% |