Yeni Üyelik
6.
Bölüm

BÖLÜM ALTI

@monsoleil

Merhabalar! Bir hafta aradan sonra kavuştuk 💖Bu bölüm için tepkilerinizi merak ediyorum. Beni lütfen oy ve yorumlarınızdan mahrum bırakmayın 🥹 Bir yazarı motive eden en önemli şeyler sizin yorumlarınız💖 Umarım beğenirsiniz. Haydi, başlayalım! 💖🫧

Bu kitaptaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.

 

Hayat, hissettiklerimiz kadardı. Yaşadıklarımızdan ziyade onları yaşarken ne hissediyorsak, o kadardık. Duygular olmasa, o anda kalabilir miydik? Yıllar sonra o an aklımıza geldiğinde bile bir şeyler hissediyorsak, bu bizim insan olduğumuzu göstermez miydi? İnsan olmak, hissetmekten ibaretti. Ben her zaman duygularını doruklarda yaşayan bir insan olmuştum. Bundan çok pişman olduğum zamanlar da olmuştu. Ama çoğu zaman kendimle barışık olmayı tercih etmiştim. Herkes kendi gibi olmayacaksa diğer kişilerden ne farkımız kalırdı ki?

İki gündür evde olduğum için kendimle yüzleşme imkanım fazlasıyla olmuştu. Operasyonda yaptığım şey bir yandan bakınca bencilceydi. Diğer silah arkadaşlarımı riske atmıştım. Ama bir yandan da bunu yapmasaydım kendi çocukluğuma ihanet edecekmişim gibi hissediyordum. İki gün boyunca bu düşünceler beynimde bir çark misali döndü durdu. Sabah uyandığımda sonunda karargaha döndüğüm için mutluydum. Evde durmak beni fazlasıyla sıkmıştı. Operasyonla ilgili son gelişmeleri de oldukça merak ediyordum. WhatsApp üzerinden bizimkilerle iletişim kursamda dinlenmem gerektiğini söyleyip bana çok fazla şey söylememişlerdi.

Kamuflajlarımı giyip ayağıma da botlarımı giydikten sonra karargaha doğru ilerlemeye başlamıştım. Evlerimiz ayarlanırken karargaha olan mesafe de hesap edilmişti ve o yüzden en yakın yerlerden ayarlanmıştı. Yaklaşık 5 dakika sonra karargahtan içeri girdiğimde kapıdaki askerlerin selamıyla karşılaştım. Hepsine başımla selam verdikten sonra direkt toplantı salonuna doğru ilerlemiştim. Sabah telefonuma gelen mesajla bugün toplantı yapıp operasyon hakkında bilgilendirme yapılacağını öğrenmiştim. İçeri girdiğim zaman yüzbaşı hariç herkesin içeride olduğunu görmüştüm. Aybars komutana selam verdikten sonra, diğerlerini de başımla selamlamıştım.

''Hoş geldiniz komutanım.'' Selin'in yüzü gülüyordu. Ona gülen yüzle karşılık vermiştim.

''Hoş buldum Selin. Mutlu gördüm seni.'' dediğimde yüzündeki gülümseme genişledi ama bana cevap vermedi. Diğer herkeste hoş geldin dileklerini ilettikten sonra içeriye yüzbaşı girdi. İçeri girmesiyle odanın aurası bile değişmişti. Ayağa kalkıp asker selamına geçmiştik. ''Otur asker.'' dediğinde hepimiz yerlerimize geri oturmuştuk. Bakışlarımız birleştiğinde kalbimin atışında hafif bir değişim olmuştu.

''Hoş geldin.'' Dediğinde ''Sağ ol.'' Diye karşılık vermem bir olmuştu.

Bu adam insanın kafasını karıştırır, döndürür dolaştırır yine kendine getirirdi. Öyle bir havası öyle bir aurası vardı.

''Operasyon sekteye uğradı. Başarısız diyemeyiz. Şahısın fiziksel özellikleriyle ilgili bilgi sahibiyiz. Onu almaya gelen arabanın plakasını sorgulattık. Araba çalıntı.'' dediğinde şaşırmamıştım.

''Süreç nasıl ilerleyecek komutanım?'' Bakışları sorduğum soruyla birlikte tekrardan bana dönmüştü.

''Albayın bir planı var.'' devam etmesi için bekledim.

''Yetimhaneye gidip, kimliklerini öğreneceğiz.'' dünya birkaç saniyeliğine durdu. Ne dediğini anlamadım.

''Anlamadım?'' derin bir nefes aldım.

''Sen ve ben Birce. Tek başına değil. Beraber o yetimhaneye gideceğiz ve hangi aileye evlatlık verildiğini, kimliklerini öğreneceğiz.'' Tek başıma olmadığımı vurgulamak istiyordu. Tabi ki bencillik yapıp görevi riske atmayacaktım.

''Ne zaman gidiyoruz?'' diye sorduğumda yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Ama çok kısa süreliydi.

''Bu gece yola çıkacağız.'' Oğuzhan'ın sesiyle bakışlarımı yüzbaşından alıp onun olduğu tarafa çevirdim.

''Biz ne yapacağız?'' Bu çocuk hiç olmadık yerlerde, olmayacak sorular soruyordu. Anlaması güç bir insandı. Komik miydi? Yoksa zekasal olarak sıkıntılı mıydı bazen anlamıyordum.

Yüzbaşının derin bir iç çektiğini gördüm. Sanırım küfür seansı geliyordu.

''Sen ben gelene kadar odamı temizleyeceksin.'' Alperen'in ağzından patlamalı bir gülüş çıktı. Oğuzhan ise ağzı açık bir şekilde yüzbaşına bakıyordu.

''Anlamadım komutanım?'' Yüzbaşı olduğu yerde dikleşti.

''Neyi anlamadın tam olarak asker?'' Oğuzhan da aynı zamanda oturduğu yerde dikleşti.

''Odanızı bal dök yala yapacağımı çok iyi anladım komutanım. Foşur foşur her yeri sileceğimden yana şüpheniz olmasın.'' Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Yüzbaşının bakışları bana dönünce yüzümdeki gülümseme yavaşça kayboldu.

''Şimdi hepiniz odalarınıza. Bir ton evrak işi var. Kastamonu dönüşü de gidişata göre tekrardan göreve çıkacağız.'' Herkes yerinden kalktı. Tam çıkmak için kapıya yaklaşmıştım ki yüzbaşının sesiyle tekrardan durdum

''Sen kal Birce.'' Sanırım yolculuk hakkında konuşacaktık.

''Buyrun komutanım.'' Eliyle tam karşısındaki sandalyeyi işaret etti.

''Ayakta kalma otur.'' Gösterdiği yere oturmuştum.

''Uçak sabaha karşı 05.00'de.'' Başımı sallayarak onu onayladım.

''Bu adamın yüzünü hiç görmemiştin dimi?'' Cevabım gecikmedi.

''Hayır, görmedim.''

''Gözlerini görsen tanır mısın?'' Bakışlarım onun yüzünde geziyordu.

''Onun gözlerini nerde görsem tanırım yüzbaşım.'' Başını yavaşça sallayarak bana karşılık vermişti.

''Önce gidip yetimhaneden kimliklerini öğreneceğiz. Sonra hangi aileye verildiklerini. Seninle gitmemin sebebi, senin onu tespit edecek olman.'' dediğinde oraya gitmenin bana iyi gelmeyeceğini biliyordum ama başka çarem yoktu. Benim hayatım boyunca nazlanacağım kimse olmamıştı. Vatan uğruna böyle bir şey söz konusu bile değildi.

''Tamam komutanım.'' İtiraz edeceğimi düşünmüş olacak ki:

''Bu kadar mı?'' diye sordu.

''Olması gereken bu. Benim isteğimden önemli olan bu.'' Başını usulca salladı.

''Sabah seni arabayla almaya geleceğim. Eve yaklaşınca ararım.'' dediğinde asker selamına geçtim. ''Emredersiniz komutanım.'' dediğimde ''Çıkabilirsin.'' demişti. Toplantı odasından çıkıp kendi odama doğru ilerlerken beynimin içine hücum eden düşünceleri görmezden gelmek istiyordum. Odama girip masaya oturdum. Yüzbaşının dediği gibi önüme yüzer sayfalık evraklar sermişlerdi. Bugün belli ki bunlarla geçecekti. Tam da tahmin ettiğim gibi saatlerce evraklarla uğraştıktan sonra karargahtan çıkmak için dış kapıya geldiğim sırada yapışık ikizlere denk geldim.

''Çıkıyor musunuz komutanım?'' Soruyu soran Oğuzhan'dı.

''Evet.'' dediğimde bu sefer Alperen'in sesini duydum. Bakışlarım ona kaydı.

''Kendinize dikkat edin. Bir şey olursa yüzbaşımın sizi hulk misali koruyacağından hiç şüphem yok.'' dediğinde tek kaşımı kaldırıp tamamen ona döndüm.

''Oradan bakınca birinin korumasına ihtiyaç duyan birine mi benziyorum asker?'' dediğimde ikisinin de duruşları dikleşmişti.

''Estağfurullah komutanım. Black Woman'ın Türk versiyonu olsaydı o siz olurdunuz.'' dediğinde saçmaladığının farkına varmıştı.

''İyi dilekleriniz için sağ olun. İyi akşamlar.'' deyip karargahtan çıkmıştım. Aramızda duvarlar olmasını istemezdim ama samimiyetin de bir dozu olması gerektiğini savunuyordum. Kısa sürede eve vardığım zaman kendimi hemen bir duşa atmıştım. Akşam birkaç saat uyumam gerekiyordu. Yarın benim için uykusuz bir gün olacaktı. Duştan çıktıktan sonra pijamalarımı üstüme geçirdim. Saçlarım uzamıştı. Genelde evde kendim keserdim. Ama bu ara buna bile vaktim olmamıştı. Kısa sürede kendime bir sırt çantası hazırlamıştım. Kastamonu'da ne kadar kalacağımızı bilmiyordum. Muhtemelen iki günü geçmezdi. Onun için yanıma çok eşya almamıştım. Çantamı yatağın kenarına bıraktığımda yüzbaşının beni alacağı saate kadar uyumak için yatağa girmiştim.

 

 

Zihnimin derinliklerinde bir odaya çekildiğimi fark ettim. Yurdun karşısındaki parkta yine tek başıma oturuyordum. Kimsenin uğramadığı bu parkın müdavimi bendim. Hava aydınlıktı. Saniyeler sonra kapkaranlık oldu. Korku dolu bakışlarla etrafa bakıyordum. Ne oluyordu? Bir ses duydum.

''Uğur böceği.'' Yine buradaydı. Peşimi bırakmayan bu kötü adam yine peşimdeydi. Ondan ömrüm boyunca kurtulamayacakmışım gibi hissediyordum. Ne yapsam, bir şekilde karşıma çıkıp beni buluyordu. Kulaklarımı kapattım. Onu daha fazla duymak istemedim. Artık sesini unutmak istiyordum.

''Benden kaçamayacağını artık öğrenmen gerekiyor.'' Hayır. Benim hayatım ondan ibaret olmayacaktı. Buna asla izin vermeyecektim. Omzumda bir nefes hissettim. Kilometrelerce öteden duyduğum sesin sahibi buradaydı. O'ydu biliyordum. O geldiği zamanki içimde oluşan huzursuzluğu ömür boyu unutamayacaktım.

''Sen ne kadar benden kaçarsan kaç, ben hep senin birkaç adım gerinde olacağım.''

Çalan telefonun sesiyle irkilerek uyanmıştım. Kabustu. Yıllardır görmediğim kabusum, tekrardan kendini hatırlatmıştı. Telefonun ekranına bakınca ''Onat Yüzbaşı'' ismini görmemle telefonu açmam bir olmuştu.

''Aşağıdayım.'' Sesini duymam içimdeki bütün endişeyi söküp atmıştı. Neden böyle oluyordu? Sadece adını bildiğim, toplasanız on kere yan yana gelmediğim bir insan bana neden böyle hissettiriyordu?

'' 2 dakikaya iniyorum komutanım.'' dedikten sonra çantamı kaptığım gibi kapıya yöneldim. Bu evden çıkan kişiyle, bu eve tekrar giren kişinin aynı kişi olmayacağını biliyordum. Çok şey öğrenecektim, geçmiş yüzüme tekrardan bir kezzap misali çarpacaktı. O derece canımı yakacaktı. Ama vatana karşı boynum kıldan inceydi. Arabanın önüne geldiğimde kapıyı açıp ön koltuğa binmiştim.

''İyi geceler.'' deyip yüzbaşının yüzüne bakınca gözlerinin kıpkırmızı olduğunu gördüm. Arabanın tepesindeki ışık yanıyordu. Gözlerindeki kırmızılık daha çok belli oluyordu.

''İyi misiniz komutanım?'' dediğinde bakışlarını önüne çevirdi.

''İyiyim.'' değildi. Belli oluyordu. Ama irdelemek istemedim. Haddime değildi.

''İsterseniz aracı ben kullanabilirim, siz havaalanına kadar uyuyabilirsiniz.'' bakışları saniyelik beni buldu. Sonra tekrar yola döndü.

''Buna gerek yok. Sen uyumak istersen uyuyabilirsin. Geldiğimizde uyandırırım.'' durumun bir tık ciddi olduğunu ses tonundan anlamıştım.

''Operasyonla ilgili mi bir durum var?'' direkt soramasamda şansımı denemek istedim.

''Öyle bir durum olsa seni bilgilendiririm Birce.'' Evet, ağzının payını almıştın Birce. Bu sus demek oluyordu. Havaalanına kadar aramızda hiçbir diyalog geçmemişti. Arabayı o kadar hızlı sürüyordu ki ağzımı açıp bir şey demeye de çekinmiştim.

Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuğun ardından havaalanına girmiştik. Arabadan indiğini gördüğümde ben de onu takip ettim. Karşıdan biri geliyordu. Sivildi ama yüzbaşını görünce asker selamına geçtiğinde asker olduğunu anlamıştım.

''Araba sana emanet Onur. Gelmeden önce arayacağım seni. Burada buluşuruz.'' deyince Onur ''Emredersiniz komutanım.'' demişti.

Havaalanının içine doğru ilerlemeye başladık. Saate baktığımda uçak saatinin yaklaştığını görmüştüm. Uçağa doğru ilerlediğimizde hala aramızda bir iletişim yoktu. Ara sıra göz göze geliyorduk o kadar. Uçağın içine girince direkt önden ilerleyip oturacağımız sıranın önüne gelmişti. Bana eliyle geçmemi gösterince cam kenarına geçeceğimi anlamıştım. Koltuğa geçtikten saniyeler sonra hemen yanıma oturdu.

Uçağın kalkacağına, kemerlerimizi takmamıza dair anons yapılıyordu. Kemerlerimizi aynı anda bağladık. Bakışlarım ondan tarafa dönmüyordu. Konuşmak istemediği etrafa yaydığı havadan bile belli oluyordu. O yüzden zorlamak istemiyordum. Uçak havalanmaya başladığında telefonla ilgilendiğini görmüştüm. Birine bir şeyler yazıyordu. Oldukça hızlı yazıyordu. Acaba kız arkadaşı mı vardı? Ona mı sinirlenmişti de böyleydi? Kendime bu düşüncelere girdiğim için kızdım. Hissettiğim saçma sapan duygulara bir an önce son vermeliydim. Karşımdaki benim okuldan arkadaşım değil, yüzbaşımdı. Üstelik kaç ay belki kaç yıl aynı timde görev alacaktık. Bir an önce bu hislerden kurtulmalıydım. Bakışlarımı cama çevirdiğimde karadan git gide uzaklaştığımızı görebiliyordum. Gökyüzü çoğu insana olduğu gibi bana da özgür hissettiriyordu.

''Yüksekten korkar mısın?'' Sesini duyduğumda hafif irkilsem de belli etmedim. Bakışlarım ona döndü.

''Korkmam.'' Kaşları havalandı.

''Neden hava harp seçmedin o zaman?'' dediğinde buna verecek cevabım yoktu. Ne kadar kendimi gökyüzünde özgür hissetsem de benim için savaş hep karadaydı.

''Kendimi karada daha iyi ifade edeceğimi düşündüm. Hoş ülkenin her yerinde görevimi gururla yapardım. Ama kara benim için daha uygundu.'' Gözlerindeki kırmızılık biraz da olsa geçmişti.

''Siz asker olmasaydınız ne olurdunuz?'' dediğimde bakışları sertleşti.

''Kenarda köşede geberip giderdim.'' Böyle bir cevap beklemiyordum.

''Başka bir meslek düşünmüyor muydunuz?''

''Sen düşünüyor muydun ki?'' dediğinde haklıydı. Çocukluğumdan beri aklımda sadece bu vardı. İkinci seçenek olarak başka bir şey düşünmemiştim bile.

''Düşünmedin. Çünkü böyledir. Bu sevda insanın içine bir kere düşünce, ötesi olmaz. Seçenek diye bir şey olmaz, çünkü tek seçenek budur.''

''Haklısınız.'' Telefonuna bildirim gelince bende olan bakışları telefonuna kaymıştı. Sohbetin burada bittiğini anlayınca bakışlarımı camdan tarafa çevirip gözlerimi kapattım. Takır tukur gelen seslerle gözümü açtığımda uçağın inişe geçtiğini anlamıştım. Bakışlarımı yanıma çevirdiğimde yüzbaşı gözlerini kırpmadan karşısına bakıyordu. Gözlerini bana döndürmeden,

''Dinlendin mi?'' diye sordu. Ardından bakışları tekrardan bana döndü. Gözlerinde gördüğüm boşluk içimde huzursuzluk yaratmıştı. Her ne oluyorsa, hoşuma gitmemişti.

''Dinlendim.'' dediğimde başını sallayarak önüne döndü. Uçak tamamen durduğunda insanlar koltuklarından kalkmıştı. Yüzbaşı oturduğu için ben de kalkmamıştım. Herkes indikten sonra ayaklandı, ben de peşinden onu takip ediyordum. Telefondan saatime baktığımda 07:37'ydi. Pistten havaalanının içine doğru ilerlerken yüzbaşının sesiyle bakışlarım ona döndü.

''Karnımızı doyuralım. Ondan sonra yurda geçelim.'' dediğinde:

''Tamam komutanım.'' dedim. Kastamonu havaalanı küçüktü. Günde sadece 1 ya da 2 sefer oluyordu. O yüzden çok kalabalık olmazdı. Şehrin dışında olduğu için merkeze ya arabanızla ya da havaşlarla gitmeniz gerekiyordu. Kapının önüne çıkınca bizi bir asker karşıladı. Asker selamına geçip tekmil verdi.

'Ziya Koç, Burdur. Emret komutanım.'' dediğinde yüzbaşı başıyla selamladı.

''Rahat asker. Araba nerede?'' diye sorduğunda çocuk hemen yolun kenarındaki aracı gösterdi.

''Şuradaki araç komutanım. Anahtar içinde.'' dediğinde yüzbaşı hiçbir şey demeden araca ilerledi. Ben de onu takip ediyordum. Araca bindikten sonra.

''Bildiğin bir yer var mı? Kahvaltıyı düzgün etmezsem günün geri kalan saatlerinde mutlaka 2 kişinin burnunu kırıyorum.'' Bunu derken oldukça ciddiydi onun aksine benim ağzımdan bir kıkırtı kaçtı. Bakışları o kadar hızlı bir şekilde gülüşüme kaymıştı ki dudağımda yarım bir gülüşle ona bakıyordum.

''Yani çok seçenek yok ama bildiğim bir yer var. Tabi hala lezzet olarak aynı mıdır bilemem.'' dediğimde arabayı çalıştırdı.

''Denemeden bilemeyiz.'' Arabayı sürmeye başlamıştı. Yolları hatırladığım kadarıyla ona tarif ediyordum. Seneler değişmişti ama bu memlekette hiçbir şey değişmemişti. Hala aynıydı. Kafenin önüne geldiğimizde arabadan önce ben indim. 10 sene geçmişti. Buraya en son lisedeyken arkadaşlarımla gelir, harçlığımızın yettiği kadarıyla bir şeyler yerdik. Mekanın iç dizaynını bayağı değiştirmişlerdi. O zamanlar daha sıcacıktı. Belki de sadece o zamanlara özel öyleydi.

''Daldın.'' Yüzbaşının sesiyle hafif irkildiğimde bunu görüp kaşlarını çatmıştı. Ama üstüne düşmedi.

''Geçelim komutanım.'' dediğimde önden ilerledim. İçeri girdiğim an ne kadar mekanın dizaynı değişsede kokusundan hiçbir şey kaybetmediğini anladım. Hala içeride taptaze ekmek kokuyordu. Ve mekanı işleten o çift hala oradaydı. Seçkin teyze, saçları kısacık ama kızıl, çok marjinal bir kadındı. Bunun yanı sıra çok anaç bir kadındı. Bizim yurtta olduğumuzu bilir, biz ne zaman gelsek bizden para almak istemezdi. Beni gördüğünde elindeki tabak düştü. Hatırlamasını beklemiyordum. Yüzümde kocaman bir gülümseme oldu.

''Hih! Birce!'' deyip koşup boynuma sarıldı. Onun bu sıcacık sarılmasına bende aynı şekilde karşılık verdim.

''Seçkin teyzem. Unutmamışsın beni.'' dediğimde kendini geri çekip beni süzdü.

''Kız ben seni unutur muyum? Unutabilir miyim?'' dediğinde tekrardan bana sıkı sıkı sarıldı. En sonunda kendini geriye çektiğinde arkamda duran yüzbaşı dikkatini çekmiş olacak ki,

''Bu delikanlı kim bakalım?'' dediğinde tam ağzımı açıp ''Yüzbaşım.'' diyecekken yüzbaşı beni dumura uğratacak bir şey yaptı.

''Nişanlısıyım efendim. Onat ben, tanıştığıma memnun oldum.'' deyip Seçkin teyzenin elini sıktı. Bakışlarım ona kaydı. Beni uyarırcasına gülüyordu. Kimliğimi ifşa etmemi istemiyordu.

''Şükür kendine dağ gibi birini bulmuşsun Birce'm. Gerçi sen kendine dağ olur kendine yaslanırsın ama iyi bir eş her zaman hayat kurtarır.'' dediğinde ne diyeceğimi bilemeden gülümsedim. Şaşırmıştım, ne yapacağımı bilemedim.

''Biz oturalım hayatım, Seçkin hanımları işinden etmeyelim.'' Dediğinde sırtındaki eliyle beni masaya doğru yönlendirdi.

''Doğru. İşin bitince mutlaka uğra Seçkin teyze.'' Dediğimde gülümsedi.

''Tabi ki. 10 dakikaya yanınızdayım.'' dediğinde köşede duran masaya doğru ilerledik. Karşılıklı oturduktan sonra yüzbaşının gözlerine baktım.

''Neden böyle bir şey yaptınız?'' dediğimde omzunu silkti.

''Asker olduğunu bilmemeliydi.'' Kaşlarım çatıldı.

''Neden?'' Bana doğru eğildiğinde bende ona doğru eğilme ihtiyacı duydum.

''Sen sanıyor musun ki o adam şu an bizi takip ettirmiyor?'' dediğinde içimde bir ürperti hissettim.

''Şüpheli biri mi var?'' dediğimde başını salladı.

''O zaman sorun ne yüzbaşı?'' dediğimde yüzünde donuk bir ifade vardı.

''Şu an takip ettirmiyor olması , bunun olmayacağı anlamına gelmez.'' gözleriyle Seçkin teyzeyi işaret etti.

''Unutma Birce. Bir insan ne kadar az şey bilirse o kadar güvendedir.'' dediğinde başımı salladım. Haklıydı. Hayatımda anısı olan çok az insan vardı. Onlardan biri Seçkin teyzeydi ve açıkçası ona bir şey olması beni çok üzerdi. İleriden geldiğini gördüğüm zaman yüzümde bir gülümseme oluştu. Yüzünde benimkinin aynısı olan gülümsemeyle yanıma oturdu.

''Eee Birce'm anlat bakalım. Nerelerdesin? Hangi rüzgar attı seni buraya?'' dediğinde o kadar hızlı bir şekilde yalan söylemiştim ki yüzbaşının bile bu performansıma bıyık altından güldüğünü görmüştüm.

''Ne olsun Seçkin teyze. Öğretmen oldum. Şimdi İstanbul'da görev yapıyorum.'' dediğimde bana sımsıkı sarıldı.

''Biliyordum kız. Senin vatana millete faydalı biri olacağını biliyordum. Damat beyimiz ne iş yapıyor?'' dediğinde bu sefer bakışları yüzbaşına dönmüştü.

''Ben de öğretmenim Seçkin hanım. Aynı okulda görev yapıyoruz, öyle tanıştık.'' dediğinde bakışlarım Seçkin teyzeye kaydı. Onun da bakışları aynı anda bana dönmüştü.

''Sizin kızlar gelip gider buraya her sene. Ama seni sorduğumda kimsenin haberi yok senden. Ortadan bir kayboldun, kayboluş o kayboluş. Bir ara Sinem uğradı. Dedim bu deli kız bilir, onun arası çok iyiydi Birceyle. Yok anam, onun da bir şey bildiği yok. Aranız mı bozuldu?'' Sinem benim can dostumdu. Kastamonu'nun bana kattığı tek iyi şey oydu. Onun ne iş yaptığımdan, göreve çıktığımdan haberi vardı. Çünkü mutlaka iki günde bir konuşurduk. Ama muhtemelen benim de rahatsız olacağımı düşündüğü için mesleğimi söylememişti.

''Onunla benim aram bozulur mu Seçkin teyze? Bir ara aramızda iletişimsizlik oldu. Sen o döneme denk gelmişsindir. O ara herkesle iletişimi kestim. İnzivaya çekildim diyelim. Ondan ulaşamamışsındır. Ama ben sana numaramı bırakayım. Bundan sonra sık sık konuşuruz.'' dedikten sonra numaramı ona verdim. Kahvaltımızı ettikten sonra Seçkin teyze ve Hasan amcayla vedalaşmıştık. Artık biraz gerçeklerle yüzleşme vaktiydi. Yüzbaşı ileride duran arabaya doğru yöneldiğinde onu takip ettim. Aynı anda arabaya bindiğimizde bakışları bana döndü.

''Buraya çok yakın yurt, konum öyle gösteriyor.'' Başımı salladım. Ne diyeceğimi bilememiştim.

''Erkek yurdu da sizinkinin hemen yanında sanırım. İnternette çok net gösterilmiyor.'' dediğinde sonunda kendimde konuşacak güç bulmuştum.

''Evet dip dibeler.'' Araba yurda doğru yaklaştıkça kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Yüzbaşı bunu anlamış gibi bakışları bana döndü.

''İyi misin?'' dediğinde camı açıp biraz hava almak istedim. Birkaç dakika sonra ona döndüğümde onun da yolda olan bakışları bana döndü.

''İyiyim. İleride durabiliriz.'' dediğimde arabayı birden istop ettirdi. Bunu beklemiyordum. Bakışlarımı ona döndürdüm.

''Birce, istersen tek başıma girebilirim.'' Dediğinde inkar mekanizmam o kadar hızlı çalıştı ki, ağzımdan çıkanları ben kontrol edememiştim.

''Hayır yüzbaşım. Bu işi şimdi hallediyoruz.'' dememle arabadan inmem bir olmuştu. ''Kastamonu Çocuk Esirgeme Kurumu''. Önümde koca bir bina duruyordu. Binanın üstündeki tabelada ise 4 kelimeden oluşan bir yazı vardı. Kimileri buradan geçerken bu yazıyı okur, öylesine geçerdi. Kimilerinin ise bu yazıyı okurken ki gözlerindeki acıma hissini görürdüm. Biz kimse tarafından istenmemiştik. Buradaki bütün çocukların olayı buydu. Hepimiz aileyiz, biz hep seninleyiz gibi mavallar okutarak burada ömrün bir yarısı geçirilirdi. Oysa burada birbirini anlayan tek kişiler, birbirinden başkası olmayan kimsesiz çocuklardı.

Omuzlarımı dikleştirdim. Buradaydım. Evet, seneler sonra hayatıma başladığım yere, hayatımın tam ortasında geri dönmüştüm. Ama artık bahçede sessizce ağlayan, birinin onu alması için her gelenin gözüne çaresizce bakan o kız çocuğu yoktu. Ben şanlı bir Türk askeri olarak buradaydım.

''Önce erkek yurduna girelim.'' Yüzbaşının sözleriyle emire uyan asker gibi ayaklarım da bu emire uydu. Yan yana içeri doğru ilerlemeye başladık. Hala her yer yemyeşildi ama hala yuva gibi hissettirmiyordu. Erkeklerin olduğu tarafa hiç gelmemiştim. Hep kapısının önünden geçip giderdim. Bir gün geçmişimi bana zehir eden o adam yüzünden buraya geleceğimi kim bilebilirdi ki? Kapıdaki güvenlik görevlisi bizi görünce kulübeden çıktı.

''Buyurun, ne için gelmiştiniz?'' Yüzbaşı kimliğini çıkardı.

''Yüzbaşı Onat Aktan Kara.'' dediğinde bende aynı şekilde görevliye kimliğimi göstermiştim. Hemen duruşu dikleşmiş, bize saygı duyduğunu duruşundan bile belli eder hale gelmişti.

''Buyurun komutanım. Kiminle görüşmek istiyorsunuz?'' diye sorunca yüzbaşı aynı bariton sesiyle cevap verdi.

''Müdür.'' Kısa ve net cevaplar veriyordu. Hep böyleydi. Ben hariç biriyle uzun cümleler kurarak konuştuğuna hiç şahit olmamıştım.

''Tabii. Geçin böyle. '' diyerek önümüzden ilerlemeye başladı. Bahçede yürüyorduk. Etrafa olabildiğince bakmamaya çalışıyordum. Binadan içeri girdiğimizde müdürün kapısının önüne kadar ilerledik. Kapının önüne geldiğimizde güvenlik görevlisi kulübesine geri dönmüştü. Yüzbaşı kapıyı tıkladı ve içeriden ''gel'' sesi gelmemesine rağmen içeri girdi. Birtakım öküzlükleri vardı. İçeride gözlüklü ve hafif göbekli bir adam oturuyordu. Bizi görünce ayağa kalktı.

''Hoş geldiniz.'' Güvenlik içeri girerken telsiziyle müdüre geleceğimizin haberini vermişti.

''Hoş bulduk.'' Müdürün bakışları bana kaydığında hafif bir şekilde gülümsedi. Ona karşılık vermek içimden gelmemişti. Sadece başımı eğerek selam verdim.

''Oturun komutanım, ayakta kalmayın.'' Yüzbaşı bunu duymayı bekliyormuş gibi hemen masanın önündeki tekli koltuklardan birine oturdu. Ben de hemen karşısındaki tekli koltuğa oturmuştum.

''Birini arıyoruz.'' Pat diye konuya girmesini beklemiyordum.

''Yardımım dokunursa size, ne mutlu bana. Aradığınız kişiyle ilgili herhangi bir bilgiye sahip misiniz komutanım?'' Yüzbaşının bakışları bana kaydı. Şu an bu ortamda huzurlu olmadığımı biliyordu.

''Sadece gözlerini biliyoruz.'' deyince müdürün şaşırdığını gördüm.

''Gözlerini mi?'' diye sordu. Bu sefer yüzbaşının kapkara gözleri müdürü buldu. Çok sert bakıyordu, insanlara böyle bakmaması gerektiğini öğrenmiş olması gerekiyordu. Adamı tersleyeceğini anladığım için konuşmasına izin vermeden lafa girdim.

''Evet, ben teşhis edeceğim. 2007-2008 yılları arasında yurtta olan, 16-17 yaş aralığındaki bütün çocukların resmini istiyorum.'' dediğimde adama ikinci bir şok dalgası gelmişti.

''Ta-tabi komutanım. Ama birkaç saat bekleteceğim sizi. Malum liste kabarık. '' dediğinde tam cevap verecekken bu sefer de yüzbaşı benden önce davrandı. Saatine baktı ve konuşmaya başladı.

''Saat 10:35. Siz öğle arasına girecekken biz gelir, bakmaya başlarız. Sizin içinde uygundur diye düşünüyorum?'' dediğinde adama uygun değildir deme şansı bırakmamış gibiydi. Adamın ten renginin bir ton attığına şahit oldum.

''Uygun tabi komutanım. Siz 12:30 gibi burada olursunuz.'' Yüzbaşı adama sadece başıyla selam verip çıktığında ben en azından ayıp olmasın diye müdüre dönüp ''Kolay gelsin'' dileklerimi iletmiştim.

Yüzbaşının binanın dışına çıkar çıkmaz bir sigara yaktığını görmüştüm. Yanına geldiğimde gözlerimin içine bakarak sigara dumanını üfledi. Bu normalde beni rahatsız ederdi. Ama lanet olsun ki bu adamla ilgili hiçbir şey beni rahatsız etmiyordu.

''Gerildiniz.'' Normalde benim gergin olmam gerekiyordu. Ama o benim bütün gerginliğimi üstüne almış gibiydi.

''O orospu çocuğunun bu koridorlarda gezindiğini düşündükçe bile deliriyorum.'' dediğinde ona hak veriyordum.

''Bugün onu bulacağız.'' Dediğimde ilerideki banka doğru ilerlemeye başlamıştık.

''Aklıma takılan bir şey var.'' Dediğimde aynı anda banka oturduk.

''Dinliyorum.'' Elindeki sigarayı yere atıp ayakkabısının tabanıyla ezmişti. Bu da askeriyeden kalan bir alışkanlıktı muhtemelen.

''Bunların eli kolu uzun belli. Ya kayıtlarını buradan sildirmişlerse?'' dediğimde bakışları tamamen bana döndü.

''Size yetimhaneden çıkarken söylemediler mi Birce?'' dediğinde kaşlarımı çatıp ona baktım.

''Neyi?'' dediğimde bakışları tam arkamda duran binaya kaydı.

''Buradan çıktığında kaydın tabi ki siliniyor. Ama seni evlatlık alan ailenin belgeleri yurtta durmak zorunda. Yoksa ihraç ediliyorsun. Çünkü devlet böyle günler için bunu şart koşuyor. Bizim bu orospu çocuğunu ya da onun gibileri bulabilmemiz için bu şart.'' dediğinde şaşırmıştım.

''Aklıma müdür yardımcısının söyledikleri geldi. Siz buradan istediğiniz kadar kaçın, hayatınızda bir şey olduğunda yine buraya döneceksiniz derdi.'' Başını salladı.

''Tesadüflere inanır mısınız komutanım?'' dediğimde yerde olan bakışları bana kaymıştı.

''Güzelliğine bağlı.'' Dediğinde ne dediğini anlamamıştım. Vücudumu ona döndürdüm.

''Nasıl yani?'' diye sorduğumda o da kendini bana döndürmüştü.

''Tesadüf hayatıma güzellikler katıyorsa, benim için bir anlamı vardır. Ama tam tersi hayatımda kötü bir etkisi varsa inanmam.'' dediğinde dudaklarımın arasından histerik bir gülüş çıktı. Bakışları saniyelik dudaklarıma kaymıştı. Gözlerini kaçırıp derin bir nefes aldı.

''Sizinki biraz işime nasıl gelirse modu oluyor o zaman.'' Dediğimde onun da dudaklarında küçük bir tebessüm belirdi.

''Öyle de denebilir.'' Dediğinde aramızda uzun bir süre sessizlik hakim oldu. Bu sessizlik o kadar uzun sürmüştü ki saatin geldiğini anlamamıştım bile. Yüzbaşının sesiyle bakışlarım ona döndü.

''Geçelim içeri.'' Dediğinde geçmem için bana müsaade etmişti. İçeri tekrardan girdiğimizde müdüründe odadan çıktığını gördüm.

''Ben de tam size seslenecektim.'' Dediğinde önümüzden odaya girmişti.

''2007-2008 yıllarında, dediğiniz yaş aralığındaki bütün çocukların fotoğrafları burada komutanım. Buyrun.'' Dediğinde yüzbaşı bana koltuğu işaret etti.

''Otur Birce.'' Dediğinde lafını ikiletmeden bilgisayar başına geçmiştim.

''Zor olmasın diye kahverengi ve renkli gözlüleri ayırdım.'' Dediğinde içimdeki gülme isteğini bastırdım. Komutan müdürün gözünü korkutmuştu.

''Sağ olun.'' dediğimde direkt kahverengi gözlüleri ayırmıştım. O mavi gözleri nerede görsem tanırdım. Yavaş bir şekilde ilerledikçe daha çok geriliyordum. Göz şekli bademdi. Gözünün mavisi ise çok koyuydu. Hatta o kadar koyuydu ki literatür de lacivert göz rengi diye bir şey olsa lacivert derdim. Tam bir satır daha aşağı ineceğim sırada gözüme çarptı. Gözünün altındaki dikiş izinden tanımıştım. Bu oydu. Maskeden dolayı gözünün altındaki iz çok görünmezdi. Ama bir kere izi kaşıdığı zaman orada bir iz olduğunu görmüştüm.

''Bu o.'' dediğimde yüzbaşının hemen başımın hizasına eğildiğini gördüm. İçimdeki gerginlik dağılmıyordu. Aksine yüzbaşı bana yaklaştıkça daha da artıyordu.

''Tipini siktiğimin muşmulası.'' Yüzbaşının küfürüyle yüzünü inceleme fırsatım olmuştu. Gözleri o kadar benim için rahatsız ediciydi ki bütün yüzünü incelemek aklımın ucundan bile geçmemişti.

Bembeyaz bir teni vardı. Teninin aksine saçları ise kapkaraydı. Pürüzsüz bir yüzü vardı. Bu fotoğraf muhtemelen 10 senelik falandı ama bakışları hala aynıydı. Yüz hatlarının da çok değiştiğini düşünmüyordum.

''Erkin Koç.'' Müdürün sesiyle bakışlarımız ona döndü. Yüzbaşı eğildiği yerden doğrulmuştu.

''Oldum olası sorunlu bir öğrenciydi.'' dediğinde oturduğum koltuktan kalktım. Yüzbaşıyla birlikte müdürün önündeki masaya oturduk.

''Kime evlatlık verildiğini öğrenebilir miyiz?'' Öğrenme zamanı gelmişti.

''Tabi komutanım. Bir saniye hemen bakıyorum.'' Müdür önündeki bilgisayardan birkaç tuşa bastıktan sonra ekranı bize döndürdü.

''Vural Koç. Ülkenin ileri gelen arkeologlarından birisidir kendisi.'' deyince yüzbaşının bakışlarının sertleştiğine şahit oldum. Onunla beraber müdürün yüzündeki ifade de değişmişti.

''Yalnız Erkin'in bir kız kardeşi varmış.'' dediğinde benim de kaşlarım saniyesinde çatılmıştı.

''Nasıl?'' yüzbaşı benim yerime bu soruyu yöneltti.

''Kız kardeşi de kız yurdundaymış.''

''Adı ne?'' Belki tanırdım. Tanımam zordu, kendi arkadaşlarımdan başka kimseyle takılmazdım. Ama yine de bir ihtimaldi.

''Ekin.'' dediğinde hafızamı yokladım. Hiç Ekin adında biriyle tanışmamıştım.

''Onun da fotoğrafını bulabilir miyiz?'' Bugün konuşma yetimi tamamen kaybettiğim için yüzbaşı aklımdan geçenleri soruyordu.

''Kızların arşivi bizde yok. Ama hemen müdüre hanımı arayayım bana iletsin.'' dediğinde bir bekleyişe girmiştik. Bugün dediğim gibi hayatımda hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bunu daha buraya gelirken farkındaydım. Yaklaşık 5 dakika sonra kızın da fotoğrafı geldiğinde o gün içeri son ses müzikle girip, Erkin'i oradan çıkaran kızın bu olduğunu bakışlarından anlamıştım. Yüzbaşı bir şeyleri fark ettiğimi anlamıştı ki bakışları bana döndü.

''Aradığımız isimler kesinlikle bunlar komutanım.'' Başıyla beni onayladığı zaman direkt müdüre döndü.

''Müdür bey, buraya geldiğimizden kimsenin haberi olmayacak.'' Müdür hemen başını salladı. Onat yüzbaşı biraz daha konuşsa müdür muhtemelen altına bırakırdı.

''Her ne olursa olsun, bu olayla ilgili buraya biri görüşmeye gelirse beni arıyorsunuz.'' deyip müdüre numarasını vermişti. Hızlı bir şekilde odadan ayrıldığımızda kapının önündeki araca doğru ilerliyorduk. Yüzbaşının yanındaki yerimi aldıktan sonra ona döndüm.

''Vural Koç'u nereden tanıyorsunuz yüzbaşım?'' dediğimde bakışlarını yoldan ayırmadan arabayı çalıştırdı.

''Müdürün de söylediği gibi dünyaca ünlü bir arkeolog. Zamanında Hakkari'ye kazıya gelmişlerdi. Orada kendisiyle ufak bir tartışmamız oldu.'' Nedense tartışmanın ufak olmadığını hissettim. Ama sorgulamadım. Telefonunu eline alıp birkaç tuşa bastıktan sonra kulağına getirmişti.

''Aybars. Erkin ve Ekin Koç. Bunları araştır. Hakkariye de en yakın uçak biletini alıp bana at. Bekliyorum.'' deyip çat diye telefonu kapattı.

''Yüzleri hiçbir zaman ifşa olmadığı için kimliklerine ulaşılamamıştı. Bir de şimdi yancısı olduğunu öğrendik, süper.'' dediğinde kendi kendine konuşuyordu.

''Sizce babaları böyle zenginken neden böyle bir işin içine girdiler?'' dediğimde bakışları ok gibi bana saplandı.

''En büyük sebebi biliyoruz.'' O gün oradayken bana bunu söylemişti. Sana yakın olmak için yaptım, sen neredeysen ben hep oradayım demişti. Tüylerimin ürperdiğini hissettim.

''Hadi bu ruh hastası sosyopat. Kız kardeşi de ne yapıyorsun sen hiç demiyor mu ya? Ne bu böyle takılmışlar el ele savaşa mı gidiyorlar?'' dediğimde histerik bir şekilde güldü.

''Dertleri başka. Yakın zamanda öğreneceğiz.'' dediğinde arabada yine uzun bir sessizlik oluştu. Aybars 1 saat sonraki uçağa bilet aldığını söylediği için direkt havaalanına geçmiştik. Yüzbaşı kimliğini gösterdiği için hiçbir kontrolden geçmeden direkt uçağa binmiştik.

Çok yorucu bir gün olmuştu. Bir an önce gidip uyumak istiyordum. Fiziksel yorgunluk hiçbir zaman önemli değildi. Ama mental olarak şu sıralar çok yorulmuştum. Bu kadar olayın bir araya gelmesi ne kadar belli etmesemde beni yormuştu. Bu düşüncelere dalmışken hemen ön koltukta çaprazımızda oturan birini fark ettim. Telaşlıydı. Alnından akan terleri siliyordu. Uçaktan korkuyor diye düşünürken gömleği sıyrıldı ve düzeneği gördüm. Beynimde şimşekler çaktı. Canlı bombaydı. Bakışlarım yüzbaşına kaydığında telefondan birine mesaj attığını gördüm.

''Yüzbaşım saat 3 yönünde canlı bomba.'' dediğimde dediğim yöne baktı. Adamın hal ve hareketleri bile belli ediyordu. Ama muhtemelen mimik okuyamayan kimse bunu anlayamazdı.

''İçeri geç. Pilotu uyar Birce. Kalkış yapılmayacak.'' dediğinde direkt kalktığım gibi kokpite doğru ilerlemeye başladım. Önüme çıkan hostes yüzünde gülümsemeyle bana bakıyordu. Kimse görmeden kimliğimi gösterdim ve kulağına doğru eğildim.

''İçeride canlı bomba var. Sakin olun. Beni pilota götürün.'' dediğimde yüzündeki gülümseme aniden solmuştu. Önümden ilerlediğinde ufak bir kapıdan geçtik ve pilotu gördüm. Bakışları önce bana sonra arkamda duran hostese kaydı.

''Eda ne oluyor?'' Hostesten önce davranıp kimliğimi gösterdim.

''Üsteğmen Birce Sağlam. Şu an içinde bulunduğumuz uçakta bir canlı bomba mevcut. İmha etmeden kalkış yapamayız.'' dediğimde adam olduğu yerden resmen zıpladı. Hayır mecazi falan değil, resmen zıpladı. Ve avazı çıktığı kadar bağırdı.

''Ne canlı bomba mı?'' bağırmasıyla elimi dudaklarının üstüne kapatmam bir oldu.

''Böyle yaparak destek olmuyorsunuz yalnız. Kaç yaşında adamsınız pilot olmuşsunuz, kriz yönetimini biz mi öğretelim size?'' dediğimde başını sallayarak onayladı.

''Şimdi uçakta arıza olduğunu, kalkışı bir süre ertelediğinizi anons edin. İçeride yüzbaşım var, onunla gerekeni yapıp canlı bombayı imha edeceğiz.'' dediğimde gözlerinin dolduğunu gördüğüm hostes konuşmaya başladı.

''Herkesi dışarı çıkarsak daha güvenli olmaz mı?'' dediğinde başımı salladım.

''Bu canlı bombada şüphe uyandırır. Onu daha çabuk harekete geçirir. Lütfen sakin kalın, dediklerimi yapın.'' kokpitten çıkıp yüzbaşına doğru ilerlediğimde şüphelinin yanındaki boş yere geçtiğini görmüştüm. Ne yapacağını bilmiyordum ama ona ayak uyduracaktım. Tam yerime oturduğum esnada pilotun sesi yankılandı.

''Yolcularımızın dikkatine. Uçakta oluşan arızadan dolayı uçuşumuz yarım saat rötar yapmıştır. Kimsenin uçaktan dışarı çıkmaması, düzeni bozmaması rica olunur.'' bakışlarım şüpheliye kaydığında elinin ayağının resmen birbirine girdiğini gördüm. Yüzbaşının ona laf atmasıyla bakışları ona dönmüştü. Yakın mesafede olduğumuz için onları duyuyordum.

''İyi misiniz?'' adam bön bön yüzbaşının suratına bakıyordu.

''Beyefendi, iyi görünmüyorsunuz hostese söylememi ister misiniz?'' adama ters psikoloji uyguluyordu.

''İyiyim, iyiyim.'' Bunu söylerken bile kekeliyordu.

''Renginiz atmış, maazallah bir şey olmasın size.'' dediğinde adamın elleri de titremeye başlamıştı. Bu işi zorla yaptığı çok belliydi. Kim bilir nasıl bir tehdit altındaydı?

''Bana yardım edin.'' O kadar kısık sesle söylemişti ki muhtemelen ağzını okumasam anlayamazdım. Yüzbaşı yanında olduğu için rahat bir şekilde duymuştu.

''Sakin ol ve kokpite doğru ilerle.'' tam ayağa kalkacakken bir şey oldu, uçak havalandı. Yolcular da bunu beklemiyor olacak ki hep bir ağızdan uğultular yükseldi.

''Ne oluyor amına koyayım?'' Şartlar el verseydi muhtemelen bende aynı şeyi sorardım. Yüzbaşı yine iç sesime tercüman olmuştu.

''Sakince ilerle.'' yüzbaşı kendi sakinliğini yine de elinden bırakmıyordu. Kokpite girdiğimizde pilotun ağladığını gördüm.

''Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Bu uçak havalanmayacak demedik mi? Hemen iniş yapıyorsunuz, şimdi.'' yüzbaşı pilotun ağladığını görmediği için ne olduğunu anlamamıştı.

''Niye ağlıyorsunuz?'' sorumla birlikte onun da bakışları pilotu bulmuştu.

''Biri aradı. Kızım ve karımın yanındaydı. Eğer şu an uçağı uçurmazsam, onların kafasını uçuracağını söyledi. Mecburdum.'' neler oluyordu?

''Aynısını bana da söylediler. Ben güvenlik sırasındayken biri beni tuvalete çekti ve annemle tehdit etti. Eğer bu bombayı takıp patlatmazsam, annemin fotoğrafını gösterip onu öldüreceğini söyledi.''

Onun işiydi. Buraya geldiğimizi öğrenmişti.

''Ağlayıp zırlamayın. Sen geç otur şuraya. Sen de dikkatini dağıtma pilot, herkes sağ salim inecek bu uçaktan.'' dediğinde canlı bombayı taşıyan adam oturmuştu. Yüzbaşı hostese döndü:

''Bana hemen bir makas getirin.'' dediğinde hostes arkasında duran dolabı karıştırdı. Bulduğu makası yüzbaşıya uzattı.

''Sen nerden biliyorsun ya patlarsa. Siz kimsiniz size neden güveniyoruz?'' Şüpheli adam korkudan ne diyeceğini şaşırmış saçma sapan konuşuyordu.

''Askeriz biz. Sen sakin ol. Yüzbaşım halledecek.'' dediğimde adamın gözlerindeki endişe hala silinmemişti. Hostesin telaşlı sesiyle bakışlarım ona döndü.

''Pilot, pilota bir şeyler oluyor.'' siktir. Koca bir siktirdi.

''Otomatik pilotu devreye sokun.'' pilot zar zor konuştuktan sonra bayılmıştı. Hostes pilotun önündeki tuşlara basarken uçak sarsılmaya başladı. İçeriden yolcuların bağırış sesleri geliyordu. Yüzbaşı o kadar hızlı bir şekilde pilotun koltuğuna geçti ki ne olduğunu anlayamadım. Birkaç tuşa bastı ve saniyeler sonra uçağın dengesi sağlandı. O yetmedi anons için mikrofonu eline aldı.

''İkinci pilotunuz konuşuyor. Türbelansa girdik. Şu an çıkmış bulunmaktayız. Yolculuğunuza keyifli bir şekilde devam edebilirsiniz.'' şok olmuştum. Bir insan nasıl her işi yapabilirdi? Bakışları bana döndü.

''Havada eğitim aldım.'' sonra bakışları koltukta oturan, artık gerginlikten kalp krizi geçirecek adama döndü.

''Ama umarım sende bomba imha eğitimi almışsındır Birce. Ben buradan kalkamıyorum çünkü.'' dediğinde bütün bilgileri süzgecimden geçirdim. Bir dönem almıştım. Yüzbaşının yönlendirmesiyle yapabilirdim.

''Eğitim aldım yüzbaşım. Ama sizin yönlendirmenizle daha sağlıklı olabilir.'' dediğimde başıyla beni onayladı. Pilot yerde yatıyordu. Sanırım stresten bayılmıştı. Çünkü kronik bir rahatsızlığı olsa bu mesleği yapmasına müsaade etmezlerdi. Canlı bombanın başına oturduğumda adam gömleği sıyırdı. Düzenek önümdeydi.

''Kırmızı kablo var mı?'' gözlerim hızlıca düzeneği taradı. Vardı.

''Evet.'' dediğimde adamın daha çok titrediğine şahit oldum.

''Böyle bana yardımcı olmuyorsun. Anlıyorum, zor durumdasın. Ama karşında iki tane eğitimli asker duruyor. Sakin ol.'' Muhtemelen cümlelerim bir kulaktan girip bir kulaktan çıkıyordu ama yine de ayağının titremesini durdurarak bana yardımcı olmuştu.

''Son kablo hangi renk Birce?'' dediğinde sırayla kablolara bakmıştım.

''Beyaz yüzbaşım.'' dediğimde hızlı bir şekilde başını salladı.

''Kes.'' bakışlarım ona döndü. Gözlerinden bile kendine olan güvenini görebiliyordunuz. Bizde emir sorgulanmaz, direkt itaat edilirdi. Arkamdaki herkesin ve koltuktaki adamın nefesini tuttuğunu biliyordum. Derin bir nefes aldım ve kestim. Kesmemle birlikte düzeneğin üstündeki saat ibaresi sustu.

''Şükür. Allah'ım şükür.'' Koltuktaki adam neredeyse ağlayacaktı. O sırada yerde yatan pilot ayılıyordu.

''Oo paşam yokluğunda uçak uçurduk, bomba imha ettik. Günaydın.'' Yüzbaşının bu sözleriyle yüzüm gülmüştü.

''Gerisi sende artık.'' dedikten sonra pilot yerine oturdu.

''Uçak indikten sonra hiçbir yere ayrılmayın.'' Dedikten sonra sonunda kokpitten çıkıp koltuklarımıza doğru ilerledik. Önce ben peşimden de o oturmuştu.

''Bunu yapanın kim olduğunu ikimizde biliyoruz.'' dediğinde başımı salladım.

''Sana yemin ederim Birce. Bu uçaktan indikten sonra ilk işim onu bulup, soluk borusunu kesmek olacak.'' O kadar sert konuşmuştu ki söylediği sözlerin birer yemin olduğunun farkındaydım. Bu saatten sonra her şey yeni başlıyordu.

 

Normalde bölümü Cuma atacaktım ama şehir dışına çıkacağım için bir gün erken attım. Haftaya Cuma günü görüşmek üzere 💖

Loading...
0%