@monsoleil
|
Bu kitaptaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür. Ne uğruna ölmek isterdin deseler tek bir cevabım vardı, vatan. İnsan yaşadığı bayrak uğruna ölmeyecekse neden yaşardı ki? Hayatta en büyük gayem buydu. Arkamda ne bekleyenim vardı ne yolumu gözleyenim. Ölüm konusunda hiç çekincem yoktu. Bu yüzden akademiden bir komutanım gözümün kara olduğunu, bir gün bunun başıma bela olacağını söylerdi. Gözlerimi alan beyaz ışıkla hastanede olduğumu anlamıştım. Sanırım komutanıma hak verdiğim nadir yerlerdendi. Tepemdeki ışık da bunu doğrular nitelikte gözüme gözüme vuruyordu. En son hatırladığım şey etrafın toz duman olduğuydu. Etrafımdan gelen uğultulu sesleri duyabiliyordum ama kime ait olduğunu çıkaramıyordum. Ayağımda hafif bir sızı hissediyordum. Ağır yaralanmadığımın farkındaydım ama orospu çocuğundan güzel dayak yemiştim. Gözümü araladığımda ışık hüzmesi daha çok gözümü aldı ve elimi gözümü kapatmak için kaldırdığımda birinin elimi tuttuğunu hissettim. Gözlerim tamamen açıldığında karşımda 6 tane maskeli, asker üniformalı kişiler görmeyi beklemiyordum. Gözüm hızlı bir şekilde elimi tutana kaydığında, maskenin açık kalan kısmından görünen gözlerinden yüzbaşı olduğunu anlamıştım. Anlık refleksle kendimi kalkmak için zorladığımda yüzbaşı avucumda duran elimi hafifçe sıkıp bana engel oldu. ''Kalkmana gerek yok Birce. Yeni uyandın, dinlenmelisin.'' Demesiyle elini elimden çekmesi bir oldu. ''Bu güzelim ela gözleri bir daha göremeyeceğiz diye kalbimiz hop hop hopladı komutanım.'' Diyen Oğuzhan'a kaydı bakışlarım. Yanındaki Alperen'in kafasına vurmasıyla bakışları önüne döndü. ''Zevzek. Geçmiş olsun komutanım. Korkuttunuz bizi.'' Bakışlarım hepsinde tek tek gezdi. Gözlerinden endişeli oldukları anlaşılıyordu. ''Korkacak bir şey yok. İyiyim şükür.'' Dediğimde sıradan herkes geçmiş olsun dileklerini iletip dışarı çıktı. Hepsinin yüzünde maske olmasını anlıyordum. Timin yüzü her ne olursa olsun ifşa olmamalıydı. Yüzbaşının yanımda durduğunun farkındaydım ama ne o tek kelime ediyordu ne de ben. Bir süre aramızdaki sessiz artarak katlanmaya devam etti. ''Ölmek mi istiyorsun?'' diye bir soruyu gözümün içine bakarak sormasını tabi ki beklemiyordum. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadım. Bu nereye kadar gidecekti bilmiyordum ama bu aramızdaki siktiğimin etkileşiminin oldukça farkındayım. ''Belki.'' Dediğimde göz bebeklerinin karardığına bizzat şahit oldum. Ne bekliyordu ki? Her Türk askeri şehit olmak isterdi. Yanımdaki sandalyeye oturup sandalyeyi yatağa yaklaştırıp bana doğru eğildi. ''Benim timimde görev başındayken, yüzbaşın olarak sana ölmeyi yasaklıyorum.'' dediğinde nefesinden gelen o ferah kokuyu hissetmiştim. ''Ölüm birinin yasaklamasıyla engellenebilecek bir şey mi yüzbaşım?'' dediğimde başını yana eğip bana çok güzel bir gülüş bahşetti. ''Birinin hayır, ama benim senin için engelleyebileceğim bir şey.'' Karnıma hafif bir sancı girdi. Yüzümde mimik oynamadı. ''Düşünmeniz yeter yüzbaşım. Ama kaderimde şehit olmak varsa, bu benim çekineceğim bir şey değil.'' Bakışları yüzümde sabit bir şekilde duruyordu. ''Kendini tehlikeye atıp bir bok uğruna ölmen benim çekineceğim bir şey.'' dediğinde kendimi tutamadım. ''Neden?'' diye sordum. Gözlerinin parladığına yine şahit olmuştum. ''Benim kurmuş olduğum timin bir parçasısın bu yeterli değil mi Birce?'' dediğinde ''Hayır, yeterli değil.'' Dememek için resmen dilimi ısırmıştım. Sorusuna cevap vermek istemedim. Kendimi oldukça fazla yorgun hissediyordum. Şu an onunla bir tartışma içine girmek istediğim bir şey değildi. ''Beni korkuttun.'' Dediğinde önümde olan bakışlarım ışık hızıyla ona döndü. ''Neden korktunuz yüzbaşım?'' Korkmaması gerekiyordu. Ben bu işin eğitimini almış işinde uzman bir askerdim. Bunu o da biliyordu. Ama anlamlandıramadığım bir şekilde benimle diğerlerinden daha fazla iletişim kuruyordu. ''Orada benim için işini yapan bir asker yoktu Birce.'' Kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Ne demek istediğini anlamıştım ama yine de sormak istedim. ''Bu ne demek?'' Bakışları ilk defa ellerime kaydı. Yüzüme bakmıyordu. ''Orada geçmişiyle yüzleşmek isteyen bir kız çocuğu vardı. Ben de ona engel olmadım.'' Kalbimin sıkıştığını hissettim. ''Sen geçmişinle en çok da kendinle yüzleş diye bu göreve onay verdim.'' Bunu beklemiyordum. Hayır, bu beklediğim en son şey bile sayılmazdı. Ellerinde olan bakışları yüzümü buldu. ''Buna gerek yoktu.'' Diyecek çok şeyim vardı. Ama resmen dilim tutulmuş bir şekilde yüzbaşına bakakalmıştım. Böyle bir görevin içinde neden beni düşünüp hareket etmişti? ''En çok buna gerek vardı Birce. İnsan ne kadar kendisiyle, geçmişiyle yüzleşemezse geleceğine yön vermesi o kadar zor oluyor. Geçmiş geçmek bilmeyen kanser hücresi gibi bir şey. Sürekli kendini tekrarlıyor. Senin o hücreyi tekrarlamadan içinden atmaya ihtiyacın vardı.'' Bu sefer benim bakışlarım ondaydı. İlk defa birinin beni düşünmesi gerçeğinin altında ezilmenin yanı sıra söylediği doğruların altında da eziliyordum. ''Geçmişle yüzleşmem için böyle bir operasyonu riske atmamıza gerek yoktu yüzbaşım. Benim acıyla yüzleşme şeklim gördüğünüz gibi.'' Vücudumdaki ezikleri işaret edip histerik bir şekilde güldüm. ''Biraz farklı olabiliyor.'' ''Herkesin acıyla baş etme yöntemi farklı.'' Dediğinde onu onayladım. Aramızda derin bir sessizlik oluştuğunda bu konuşmanın burada bittiğini ikimiz de anlamıştık. Yerinden kalkıp çıkmak için kapıya yöneldiği sırada: ''Evde istirahat et. Yorma kendini. Dikkat et.'' Deyip arkasını döndüğü zaman ona seslendim. ''Teşekkür ederim. Her şey için.'' Dediğimde yüzünü göremiyordum. Ama başını hafifçe salladığını görmüştüm. Yüzbaşı odadan çıktıktan saniyeler sonra kapanan gözlerime direnememiştim. Hastaneden çıktıktan sonra timdekilerin hepsi karargaha geçmişti. Aybars beni eve bırakıp onların yanına geri dönmüştü. Bundan çok daha kötü zamanlar geçirdiğim günler olmuştu. Kaç gece kalkıp susuzluktan ölüp su bile almaya gidemediğim hallerim olmuştu. Bu benim için birkaç ezik ve morluktan ibaretti. Aybars bana yemek de bırakmıştı. İlk görevden böyle bir şey yaşayıp, timden ayrı düşmek ne yalan söyleyeyim beni üzmüştü. Birbirimiz hakkında hiçbir şey bilmiyorduk belki ama bu memlekette birbirimizden başka güvenebileceğimiz kimsemiz yoktu. Yani onlara güvenmekten başka çarem yoktu. Evde oturduğum dakikalar boyunca çok sıkılmıştım. Muhtemelen bu izine yarın kendim son verecektim. Telefonda bir şeylerle uğraşırken kapının çalmasıyla bakışlarım kapıya döndü. Beklediğim biri yoktu. Burada evimi bilen çok kimse de yoktu. Ayağa kalktığımda topuğumun hafif sızlamasıyla olduğum yerde zıplamıştım. Kapı inatla çalmaya devam ediyordu. Elim portmantodaki silahıma gitmişti ki kapının deliğinden baktığımda bütün timi karşımda görünce silahı aldığım yere koydum. Yüzümde şaşkın ama bir o kadar da yarım bir gülüşle kapıyı açmıştım. ''Ta ta ta dam. Pençe timi emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım.'' Diyen Şimalle bakışlarım ona döndü. Hepsi gelmişti. Gözlerim yüzbaşını aradığında onu göremediğim için içimde hafif bir burukluk hissettim. ''Geçin içeri.'' Deyip yana kaydığımda bu anı bekliyorlarmış gibi sırayla içeri girdiler. Tabi ki Alperenle Oğuzhan her zaman ki gibi aralarında didişiyorlardı. Muhtemelen hayatımda ilk defa evimde bu kadar çok misafir ağırlıyordum. Bunun farkındalığı içime cuk diye oturmuştu. Derin bir nefes alıp arkalarından salona doğru ilerledim. ''İsterdim ki size masalar hazırlayayım.'' Ayağımı gösterip konuşmaya devam ettim. ''Ama durum malum.'' Deyip boş olan tek yere, Selin'in yanına oturmuştum. ''Siz hiçbir şeye zahmet etmeyin komutanım. Biz size pastalar da yaparız börekler de. Siz yeter ki iyileşin.'' diyen Alperen'e döndü bakışlarım. ''Nasıl pasta yaparsın anlatsana bana biraz?'' Oğuzhan yine sataşmadan duramamıştı. Bu kısa sürede nasıl bu kadar kaynaşmışlardı bilmiyordum ama bu durumu artık ben de garipsemiyordum. Aybars'ın ikisine de ters ters baktığını fark ettikleri zaman susmuşlardı. ''Nasıl oldun Birce?'' Benim de bakışlarım bu sefer ona kaydı. ''İyiyim komutanım. Hafif ağrım sızım var ama bunlar bizim için hiçbir şey biliyorsunuz.'' Dediğimde başını salladı. ''Ama ne güzel haşladınız o şerefsizi komutanım. Elimde çekirdek olsa Cheki Chen filmi izliyor gibi izlerdim valla.'' Şimal'in sesini duyduğumda gülümsedim. ''Bu dayağı uzun zamandır hak ediyordu. Hak ettiğini vermek yeni nasip oldu diyelim.'' Dediğimde hepsinin yüzünde bir gülümseme oluştu. ''Bir süre operasyondan uzak durmanız sizin için iyi olacak sanırım.'' Bakışlarım bir ok gibi Selin'e yöneldi. ''Böyle bir şey kesinlikle istemiyorum. Muhtemelen yarın da karargaha geleceğim. Bugün dinlensem yeter.'' Dediğimde Aybars yerinde hareketlendi. ''Birce, Onat yüzbaşı da evde kalıp dinlenmeni doğru buluyor.'' ''Biliyorsunuz ki bu kararı verecek olan benim. Bütün mesuliyet de tamamen bana ait. Şimdi kalkıp, getirdiğiniz yiyecekleri tabaklara koyabilirsiniz. Malum yarına kadar ayaklanmam gerekiyor.'' Deyip sinir bozucu bir şekilde güldüm. Hepsi şaşkın bir ifadeyle suratıma bakıyordu. Alperen'in dönüp Oğuzhan'ın kulağına fısıldadı. Hatta fısıldadığını sanıyor olmalıydı ki ne dediğini bütün oda duymuştu. ''Kanka bu gidişle bizde dayak yiyeceğiz. Kalk, çay demleyelim kalk.'' Deyip mutfağa doğru ilerlediler. Şimal de onlarla birlikte gitmişti. ''Yüzbaşı bana kızgın sanırım?'' diye bir soru attım ortaya. Neden gelmediğini merak ediyordum. Aslında bananeydi? Ama bu içimde beni yiyip bitiren merak, dilime vurmuştu. ''Çok konuşma fırsatımız olmadı. Ama tabi ki bu kadar dayak yiyene kadar neden düğmeye basmadığın konusunda hepimiz sana kızgın olabiliriz.'' Haklılardı. Gözümün önünde timden bir arkadaşım dayak yiyecek kıvama gelse ve imkanı varken benden yardım istemese muhtemelen bende sorgular ve tavırlı olurdum. ''Bunu yapmak için bir sebebim vardı. Canım istediği için yapmadım.'' Dediğimde Aybars sadece başını sallamakla yetinmişti. Hepsi aslında farkındaydı. Ama sorup irdelemek istemiyorlardı. Benim işime gelirdi. Üstüne oturup konuşma kotamı yüzbaşıyla doldurmuştum. ''İnsanın bazen fırsatlar önüne gelir, bunu tepmemek gerekir. Siz şanslısınız komutanım, fırsat önünüze kadar geldi. Herkese nasip olsa keşke.'' Selin bakışları yerde bir şekilde bu cümleyi kurmuştu. Aybars'ın bakışları sorgularcasına bana kaymıştı. Ben de bilmediğimi belli etmek için dudağımı kıvırmıştım. Aslında biliyordum. Ben kendim gibi olanı, benimle aynı kaderi paylaşanı bir hüzünlü bakışından tanırdım. Onda en başından beri bunun farkındaydım. En başında sessizdi. Bir insan ya anlatacağı şeyler bittiği zaman sessizleşirdi ya da zorla sesi kesildiği zaman. O ikinci seçeneğe maruz kalmıştı. Oğuzhan, Alperen ve Şimal'in Ellerinde tabaklarla mutfaktan dönmeleriyle, bende daldığım düşüncelerden çıkmıştım. ''Gelin hanımlar, puanlama için tabakları getirdiler.'' Aybars'ın bu sözleriyle hafif bir kıkırtı çıkmıştı ağzımdan. Tabakları getiren üçlünün de bakışları ona kaymıştı. Alperen ve Oğuzhan rütbeden dolayı Aybars'a çok karşı gelemiyorlardı ama sanırım Şimal için bu geçerli değildi. ''Çok meraklısınız evlenmeye galiba komutanım.'' Aybars'ın bakışları otomatik olarak Şimal'e kaymıştı. Böyle bir cevap beklemiyor olacaktı ki kaşları havalandı. ''Kiminle evlendiğim önemli. Eğer sevdiğim biriyse, meraklıyım.'' Bu sözlerde hafif bir meydan okuma hissetmiştim. Belki de kafamda kurduğum bir düşünceydi bilmiyorum. ''Hanımcı olurum diyorsunuz yani komutanım?'' Oğuzhan yine kendini tutamamıştı. Aybars bakışları Şimaldeyken konuştu. ''Hanımcı da olurum, sevdiğim için canımı da veririm. Bu yakıştırmalardan kaçacak bir adam değilim.'' Evet şu an bu sözlerde bir meydan okuma olduğu benim tarafımdan tescillenmişti. Şimal'in yüzünün hafif kızardığını gördüm. Sarışın olduğu için, yanakları direkt kıpkırmızı oluyordu. Bakışları hemen yere düştü. Aybars ise bakışlarını ondan çekmişti. Ortamın hafif gerildiğini anlayan yapışık ikizlerden biri ortaya bir soru attı. Sorunun hedefi bendim. ''Birce komutanım, nerelisiniz?'' Nereliydim? Evlatlık verildiğim yurt Kastamonu'daydı. Ama ailem oralı mıydı? Annemin gençliği orada mı geçmişti? Hiç görmediğim babam, anneme orada mı aşık olmuştu? ''Askerin memleketi mi olur Alperen? Bu memleketin her toprağı bizim memleketimiz.'' Beni bu sorudan kurtaran yine Selin olmuştu. ''Orası öyle tabi de hepimizin doğup büyüdüğü bir yerler illa ki var. Onu sormak istemiştim.'' Selin'in ağzını açıp onu tersleyeceğini anladığımda elimle onu durdum. Yüzümde bir gülümsemeyle ona baktığımda, sorun olmadığını anlasın istedim. Bakışlarım tekrar Alperen'e döndü. ''Yetiştirme yurdum Kastamonu'daydı. Orada büyüdüm. Yurda verildiğimde çok küçük bir yaştaydım. Ailemin nereli olduğunu hatırlamıyorum.'' Alperen'in gözlerindeki pişmanlığı saniyesinde görmüştüm. ''Ben özür dilerim ko-'' Yüzümde gülümsemeyle onu durdurdum. ''Özür dilemene gerek yok. Birbirimizi yeni tanıyoruz bilmemen ya da hatırlamaman gayet normal.'' Dediğimde mahcup olmuş bir şekilde gülümsedi. ''Sen nerelisin?'' içindeki o mahcubiyet duygusundan çıkabilmesi için ben ona aynı soruyu yönelttim. ''Ben de Sinopluyum komutanım.'' Dediğinde başımı yavaş yavaş salladım. ''Annen baban sağ mı?'' sohbeti uzatmamı beklemiyordu ki ona soru sormama şaşırdı. ''Çok şükür.'' Dediğinde ''Allah uzun ömür versin ikisine de.'' Dememle Bütün tim hep bir ağızdan ''Amin'' demişti. Bu sefer soru başka bir yerden, başka birine yöneltilmişti. ''Sen nerelisin Oğuzhan?'' Soruyu soran Aybarstı. ''Ben bu topraklara çok yabancı sayılmam komutanım. Diyarbakırlıyım.'' Dediğinde şaşırmamıştım. Yerli halkla konuştuğu zaman şivesinin nasıl değiştiğine şahit olmuştum. Oradan anlamıştım. Şu an timi tanımak için Aybars'ın da benim de sorular sorduğumuzun farkındaydım. Bu oyunu devam ettirmek istedim. ''Nasıl karar verdin asker olmaya?'' Oğuzhan'ın yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. ''Babamı şehit düşürdüklerinde.'' Dediğinde hepimiz bir ağızdan ''Başın sağ olsun.'' Dedik. ''Vatan sağ olsun.'' Olduğu yerde rahatsızca kıpırdanmıştı. ''Anlatmak zorunda değilsin Oğuzhan.'' Dediğimde başını iki yana sallayarak konuşmaya devam etti. ''Biz burada aile gibi olacaksak, ailemi bilmenizi isterim komutanım. Biz Diyarbakır'ın ilçesinde yaşıyorduk. O dönemler terör oldukça yaygındı. Köyden de çok dağa çıkan olmuştu. Hatta köy de tek terörü desteklemeyen aile bizim aileydi. Babam askerdi. Köy halkı bundan çok rahatsızdı. İstese başka yerlere de tahini çıkabiliyordu. Ama her zaman ne olacaksa, memleketimde olacak. Bir tane askerin bile varlığı bu itleri korkutuyor, bu korkuyla ölmelerini göreceğim derdi. Öyle de oldu. Bir gün babamı köy halkı pusuya düşürüyor. Orada şehit düşüyor. Uzun zaman geçti çok hatırlamıyorum. Ama herkesin ''Vatan sağ olsun'' dediğini hatırlıyorum. O günden sonra babam bu vatan için sağ olamadı, ben sağ olacağım diye yemin ettim. O gün bugündür askeriyenin içindeyim.'' Elimle omzunu sıktım. Bakışları bana döndü. ''Baban ve baban gibi şanlı Türk askerleri bu vatan için hep sağ. Seneler geçse de, herkes göçüp gidecek geriye bu vatan uğruna savaşan şanlı askerler hatırlanacak. Ne mutlu sana baban ömür boyu hafızalarda olacak.'' Dediğimde ''Sağ olun komutanım.'' dedi. ''O zaman içilsin çaylar, anlatılsın hayatlar. Aybars komutanım siz nerelisiniz? Asker olmaya nasıl karar verdiniz?'' Şimal yine hiç ummadığım anda konuya girmişti. Aybars da bu söylediğine hafif bir şekilde gülmüştü. ''Ben Manisalıyım. Çocukluk hayalimdi asker olmak. Mahallede bir tane yüzbaşı amcamız vardı. Sürekli askerlik anılarını anlatırdı, o soktu aklıma. Sonra dedim kendime bu bayrak uğruna savaşmayacaksam neden yaşıyorum ki? Devamında da kendimi buralarda buldum.'' Şimal ilgiyle onu dinliyordu. ''Peki sen nasıl karar verdin?'' Açıkcası bende merak ediyordum. Şimal'in önüne eminim ki çok başka sektörlerde de iş imkanı çıkmıştı. Ama neden buradaydı? ''Öncelikle ben de İzmirliyim. Bu mesleği seçmemdeki en büyük sebep babam.'' Histerik bir şekilde güldü. ''Ama yanlış anlaşılmasın benim babam asker falan değil. Bayağı ünlü bir iş adamı kendisi. Ve hayır o beni bu mesleğe seçmemde yardımcı olmadı. Aksine bana köstek oldu, ben de bana köstek olursa beni bir daha göremeyeceğini ona acı bir şekilde kanıtlamış oldum.'' ''Ne iş yapmanı istiyordu ki de asker olmanı istemedi?'' Merakıma engel olamamıştım. ''Tipik çevreden duyduğu şeylerle çok güzel olduğumu, bunu dağlarda heba etmemem gerektiğini, oyuncu, manken vs. bu tarz sektörlerde ilerlememi istiyordu.'' Aybars'ın sesiyle hepimizin bakışları ona döndü. ''Hiç keşke babamı dinleseydim dediğin bir vakit oldu mu?'' Şimal bir saniye bile düşünmeden cevap verdi. ''Asla. Bu iş ne rütbe ne maaş için yapılacak bir iş. Ben vatanıma canı gönülden bağlıyım. Babamdan bile çok. O yüzden şu an burada sizinleyim.'' Dediğinde Şimalden böyle bir geçmiş beklemiyordum. ''Ne mutlu bizde şu an seninleyiz.'' Dediğimde yüzünde çok güzel bir gülümseme oluştu. Umarım bahtı da yüzü gibi güzel olurdu. ''Ee Selin?'' ''Ben Ankaralıyım. Anlatmaya değecek bir hayatım olduğunu düşünmüyorum. Asker olmaya da annemin gençlik hayalini gerçekleştirmek için karar verdim. Kesinlikle buna isteyerek karar verdim bu arada. Tek annem istedi diye değil. Ama annem ölmeden beni üniformayla bir kere görsün istedim, olmadı.'' Dediğinde içimde bir şeylerin sızladığını hissettim. Bana neden kendini yakın hissettiğini git gide anlıyordum. İrdelemek istediğim ama haddim olmadığı için sustuğum bir sürü soru vardı. ''Başın sağ olsun.'' Dediğimde peşimden herkes bunu söylemişti. Selin'i çok zorlamak istemediğim için bakışlarım yere çevrildi. ''Ee artık herkes herkesle ilgili yeterince bilgiye sahipse, hasta ziyaretinin kısası makbuldür diyelim mi?'' Aybars'ın ayaklanmasıyla diğer herkes ayaklanmıştı. ''Teşekkür ederim geldiğiniz için. Yarın karargahta görüşürüz.'' Hepsi tekrardan geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra evden çıkmışlardı. Uzun zaman sonra birileriyle, bana ait bir evde sohbet etmek iyi gelmişti. Salona doğru ilerlediğimde artık biraz yatıp dinlenmem gerektiğinin farkındaydım. Tam uzanmış televizyonu açacakken kapının tekrar çalmasıyla şaşırdım. Sanırım biri bir şeyini unutmuş, geri dönmüşlerdi. Onların olduğuna emin olduğum için delikten bakma gereği bile duymadan kapıyı açmıştım. Karşımda çıkanlardan birini görmeyi beklerken yüzbaşını görmek büyük bir şoka uğramama sebep olmuştu. Ağzım yarı açık bir şekilde yüzbaşına baktığımı fark ettiğim an kendime çeki düzen verdim. ''Rahatsız etmiyorum ya?'' Ne rahatsızlığı, ben de seni bekliyordum zaten diyemedim. ''Yok yüzbaşım. Buyurun, geçin içeri.'' Deyip geçmesi için kapının önünden çekilmiştim. Yanımdan geçerken üstündeki parfümün kokusu burnuma gelmişti. Çok güzel kokuyordu. Sıradan erkek parfümleri gibi değil sanki daha çok ona has bir kokuydu. İçeri doğru ilerlerken onu takip ettim. Beraber salona girdiğimizde karşılıklı koltuklara oturmuştuk. Bir süre ne diyeceğini bilemez bir şekilde sağa sola bakmıştı. ''Nasıl oldun?'' Bunu söylemek için mi saniyelerdir susuyordu. ''Daha iyiyim yüzbaşım. Yarın karargaha gelmek istiyorum.'' Cümlemi bitirir bitirmez kaşlarını çatıp itiraz edeceğini anladım. ''Bismillah Birce. Bir dinlenseydin, ne acelen var?'' ''Ben dinlenmek istemiyorum. Kendimi iyi hissediyorum.'' Ellerini saçlarına geçirip saçlarını düzeltti. ''Sen iyi hissediyor olabilirsin ama doktorun dinlenmeni söylüyor.'' Bu konuda bana zorluk çıkaracağını biliyordum. ''Kendim mesuliyet kabul ediyorum.'' Dediğimde ofladığını gördüm. ''Kendine eziyet etmeyi neden bu kadar çok seviyorsun?'' dediğinde kaşlarımı istemsiz bir şekilde çatmıştım. Beni ne kadar tanıyordu ki böyle bir yorum yapabiliyordu? ''Bunu neye dayanarak söylediniz?'' Bakışları gözlerime mıhlanmış bir şekilde duruyordu. Karşısındakiyle konuşurken asla göz kontağını kesmiyordu. ''Bunu anlamak için seninle bir operasyona gitmem yeterli oldu Birce.'' Evet, beklediğim o konuşmaya gelmiştik. ''Komutanım operasyonu tehlikeye attığımın farkındayım-'' Sözümü bitirmeme izin vermedi. ''Sence mevzu operasyonu tehlikeye atman mı?'' Değildi. Ama bunu anlamamış gibi yapmak istedim. ''Mevzu ne?'' Yüzünde histerik bir gülümseme oluştu. Gözleri hala gözlerimdeydi. Ben ara sıra bakışlarımı kaçırsam da onun gözleri hep gözlerimdeydi. ''Benim askerimin canı.'' Diyecek bir şey bulamadım. Bir yüzbaşı olarak önceliği tabi ki timini korumaktı. ''Bak Birce, eğer istersen seni bu görevden alabilirim.'' Saniyelik kalbimin atışının durduğunu sandım. Yüzümdeki ifadeyi görmüş olacak ki konuşmaya devam etti. ''Geçmişinden biriyle yüzleşip önüne bakmanı istedim. Buna müsaade ettim. Ama sen canını hiçe sayıyorsun. Göz göre göre seni ölüme yollamamı mı istiyorsun?'' Sinirden gözlerimin dolduğunu hissettim. O kadar sinirliydim ki şu an karşımdakinin rütbesinin benim için zerre önemi yoktu. Oturduğu koltuğun önündeki sehpaya oturup, ona yaklaştım. Bu hareketim kaşlarını kaldırmasına sebep oldu. Aramızda oldukça yakın bir mesafe vardı. ''Bu konuşmayı yaparken aradaki bütün resmiyeti kaldırıyorum. Çünkü sen beni böyle anlayacaksın.'' Anlık bakışları dudağıma kaydı, sonra tekrardan en başından beri olduğu gibi gözlerimi bulmuştu. ''Dinliyorum.'' Dediğinde yakınlığımız dudağıma vuran nefesiyle tekrardan aklımı çelmişti. O kadar sinirliydim ki bu kadar yakın olmamız umurumda bile değildi. ''Bu orospu çocuğu benim hayatımdan çok şey çaldı. Gençliğe dair bütün kötü anılarım ona ait. Sen kalkmış bana diyorsun ki, seni bu görevden alayım.'' Sinirli bir şekilde güldüm. ''Öyle yapmayalım. Sen direkt gel kafama sık. Çünkü şu an benim için ikisi de eş değer.'' Dediğimde bakışlarının derinleştiğini gördüm. ''Neden böyle düşünüyorsun?'' ''Benim hayatımdan yeterince şey çaldı. Mesleğimi de çalmasına izin vermem. '' dediğimde yüzünde mimik oynamadı. ''Ben buralara gelmek için kendimden çok feda ettim. Sırf itin biri geçmişten gelip bana kendini hatırlatıyor diye feda ettiğim bunca şeyi de çöpe atamam yüzbaşı.'' Dediğinde aramızdaki yakınlığın farkına varıp, daha demin oturduğum koltuğa döndüm. ''Herhangi bir operasyonda bir daha sözümden dışarı çıkarsan, seni karşıma alıp böyle bir konuşma yapmam.'' Dediğinde bir sınırlarımı daha fazla zorlamamam gerektiğini biliyordum. O yüzden başımla onu onayladım. ''Karargaha yarın değil, yarından sonra geleceksin.'' Dediğinde tam ağzımı açmış itiraz etmek için hazırlanıyordum ki bakışlarının altında ezildiğim için susmak zorunda kaldım. ''Bir gün daha evde yatmak sana bir şey kaybettirmez.'' Dediğinde kendimi tutamadım. ''En azından orda otursaydım yüzbaşım.'' Başını yana eğerek sinir bozucu bir şekilde bana gülümseyerek cevap verdi. ''Anlamadım karargaha üç gün sonra mı dönmek istiyorsun?'' dediğinde ağzıma fermuar işareti yaparak susmuştum. Birkaç saniye geçtikten sonra mutfağa gitmek için ayaklandım. ''Nereye gidiyorsun?'' Şu an ayakta olduğum için ondan uzundum. Alttan doğru bakışlarıyla bana bakıyordu. ''Size kahve yapacaktım.'' Eliyle koltuğu işaret etti. ''Hasta ziyaretine geldik bir de hastaya bir şeyler mi hazırlatacağım. Otur sen, ben yaparım.'' Dediğinde hiç ısrar etmedim. Bugün beni sinir etme kotamı yeterince doldurmuştu. Ev küçük olduğu için mutfağın nerede olduğu anlaşılıyordu. Yaklaşık beş altı dakika sonra elinde iki fincanla gelmişti. ''Teşekkür ederim.'' Dediğimde cevap vermedi. Kalktığı koltuğa geri oturmuştu. Timdeki herkesi artık bir şekilde tanımıştım. Ama yüzbaşıyla ilgili hiçbir bilgiye sahip değildim. ''Sizden önce timdekiler buradaydı. Herkes hayatından, nereli olduğundan falan bahsetti. Alıştık galiba artık birbirimize.'' Dediğimde başını salladı. ''Alışmaktan başka çaremiz yok. Hepiniz uyumlu insanlarsınız, bir sorun olmayacağını en başından biliyordum.'' Merak ettiğim soruları bazen pat diye sorma özelliğimden nefret ediyordum. Yine çenemi tutamayıp bir soru yönelttim. ''Siz nereliydiniz?'' Kahvenin tüten dumanında olan bakışları beni buldu. Yanlış bir şey sormuş gibi hissettim. ''Söylemek zorunda değilsiniz tabi. Ben öyle-'' ''Ankara.'' Cevap vermesini beklemiyordum. Şaşırmıştım açıkçası. Diğerlerine sorduğum gibi asker olmaya nerden karar verdiğini falan soramıyordum. Aslında bir yanım deli gibi sormak istiyordu ama bir yanım da bana haddimi bildirircesine çekiniyordu. ''Hiç aileni bulmak istedin mi?'' Bu sefer de benim bakışlarım bir ok gibi ona saplanmıştı. Soru beklemediğim yerden gelmişti. ''Beni bırakan kimseyi ne ararım ne sorarım.'' Başını salladı. ''Anladım.'' O bana özel hayatımla ilgili sorular sorarken ben neden ona soramıyorum ki diye düşünüp aklımdaki soruyu ona yönelttim. ''Sizin aileniz hayatta mı?'' Bakışları ilk defa konuştuğum zaman gözlerimi bulmadı. Kahvenin tüten dumanında oyalanıyordu. ''Babam hayatta.'' Ne diyeceğimi bilemedim. Daha fazla irdelemek istemedim. ''Başınız sağ olsun.'' Dediğimde cevap vermedi. Sessizce kahvesini içti. Ayaklandığı zaman artık gideceğini anlamıştım. Onun kalkmasıyla beraber bende ayaklanmıştım. Kapıya kadar eşlik ettiğimde eşikte bana döndü. ''Aşağıda evi gözetleyen askerler var. Aksi bir durumda onlara ulaşabilirsin. İki gün sonra karargaha geldiğinde durumun gidişatına göre plan yaparız. Tekrardan geçmiş olsun.'' Dediğinde bildiğim tek şey normal bir yüzbaşına göre çok ilgili olduğuydu. Ben de ona kısaca teşekkür ettikten sonra çıkmıştı. İçimde anlam veremediğim bir huzursuzluk vardı. Onun yanındayken kendimi hem huzursuz ama bir o kadar da güvende hissediyordum. O benim yüzbaşımdı ona karşı hiçbir duygu beslememem gerekiyordu. Bu kendime sürekli hatırlattığım bir şeydi. Odama geldiğimde, gözlerimi kapatıp 2 günlük ev seyahati moduna geçiş yapmıştım. Merhabalar! 3 gün aranın ardından birlikteyiz. Bölümle ilgili yorum ve oylarınız benim için çok değerli. Beğendiğiniz yerlerde yorum yaparsanız beni çok mutlu edersiniz. Artık haftada bir bölüm atacağım. Ve ayrıca bölümler git gide uzuyor. 💖 Haftaya Cuma görüşmek üzere. Kendinize dikkat edin! 💖🫧 Instagram hesabım askıya alınmıştı, yeni hesap açtım. Tiktokta da sürekli alıntı paylaşıyorum. 🫧 Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz. Instagram: monsoleil777 Twitter:monsoleil777 Tiktok:monsloeil777 |
0% |