Yeni Üyelik
9.
Bölüm

BÖLÜM DOKUZ

@monsoleil

Merhaba. Geçen hafta ülkemizde olan olaylardan dolayı hepimiz çok üzgünüz. Umarım en kısa sürede bir çözüm bulunur. Yoksa hiçbir şey azalmadan, aksine çoğalarak devam edecek. Daha çok eve ateş düşecek. Bugün dünya kız çocukları günü. Bütün çocukların ve kadınların mutlu olduğu, öldürülmediği bir dünya diliyorum hepimize💖 İyi okumalar 💖

 

Hayatım boyunca yoğun olarak hissettiğim tek duygu eksiklik duygusuydu. 27 yaşıma kadar bana dibine kadar hangi duyguyu yaşadın diye sorsalar, bunun cevabını verirdim. Ömrüm boyunca hep bir noktada eksik kalmıştım. Kendimi tamamlamak için çok uğraştım. Ama insan bazen elinde olmayan sebeplerden dolayı tamamlanamıyordu. Kariyer olarak istediğim yerdeydim, istediğim hayatı yaşıyordum. Ama hep bir yanım eksikti. Tamamlanmayan bir yarım vardı. Karşımda bana karşı bir şeyler hissettiğini söyleyen biri vardı. Ve ben onu ilk gördüğüm andan beri biliyordum ki, o benim hayatımda sıradan biri olmayacaktı. Benim de ona karşı hissettiğim duygular vardı. Buna ne isim verilirdi bilmiyordum. Bildiğim tek şey basit bir duygu değildi. Başlangıcı böyleyse, sonrasında sonumuzu getireceğini görebiliyordum. Zilin çalmasıyla bakışları dudaklarımda bana döndü.

''Birini mi bekliyordun?'' bilinçsizce başımı salladım. Sanki 27 yaşında değildim, sanki ilk defa biriyle öpüşecekmişim gibi karşısında kalakaldım. Kapı inatla çalmaya devam ediyordu. Kendini geri çekti. O an içinde bulunduğumuz durumun gerçekliğinin farkına vardım. İstemsiz ayaklandım. Elimi boynuma atıp, bakışlarımı ondan kaçırdım.

''Ben, ben kapıyı açayım.'' deyip kapıya doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan bir kıkırdama sesi duydum. İlk defa ona bakmadığım, o manzarayı görmediğim için kendime kızdım. Kimdi bu gelen? Neden tam şimdi gelmişti yani? Kapının kulpunu tutup açtığımda karşımda Şimal ve Selin'i görmeyi beklemiyordum.

''Selam komutanım!'' Bu selamlama tabi ki askeriyedeki gibi değil, aksine cıvıl cıvıldı.

''Bir şey mi oldu?'' dan diye böyle bir şey sorduğum için ikisinin de kaşları kalktı. Tam o sırada günlerdir aşina olduğum o kokuyu hissettim, yüzbaşı arkamdaydı. Kızların bakışları arkama kayınca bundan emin oldum.

''Biz yanlış zamanda geldik sanırım.'' Selin Şimal'i kolundan tutup merdivene yönlendirmek üzereyken onları durdurdum.

''Yok, ne yanlış zamanı geç içeri.'' bakışlarım arkamdaki yüzbaşına döndü.

''Yüzbaşım da çıkıyordu şimdi.'' dolaylı yoldan gitmesi gerektiğini söylemiştim. Sonuç olarak aramızda oturamayacağına göre, tabi ki gidecekti. Bakışları anlık yine dudaklarımı bulunca, kalbimin atışını boğazımda hissettim.

''İyi geceler Birce.'' kolunu hafiften omzuma temas ettirip, kızlara da iyi geceler deyip merdivenlere yöneldi. Kızlar yüzüme süt dökmüş kedi gibi bakıyordu.

''E hadi geçin içeri.'' dediğimde salona doğru ilerlediler. Neden geldiklerini sormadım, kapıma gelene neden geldin diye sormazdım. Çünkü bu kapıya birileri gelsin diye senelerce beklemiştim.

''Ne yapayım size? Çay, kahve?'' dediğimde hala yüzüme bakmaya devam ediyorlardı.

''Komutanım, size rahatsızlık verdik. Biz evde yalnızsınızdır diy-''

''Ay aman Şimal ne rahatsızlığı. Bana askeriye dışında adımla seslenebilirsiniz. O zaman kahve yapıp geliyorum.'' deyip ikisini salonda baş başa bıraktım. Anlık terlemiştim. Çok feci bir şekilde afakanlar basmıştı. Elimle yüzümü havalandırdığımda, içinde bulunduğum durumu hala adlandıramıyordum. O sırada bakışlarım mutfak masasındaki telefonuma kaydı. Mesaj gelmişti. Elime aldığımda ekrandaki ''Onat Aktan Kara'' yazısını görünce kalbimde yine bir çarpıntı oldu. Neden böyle oluyordum? Kendime anlam veremiyordum.

Onat Aktan Kara: Yarım kalan şeylerin tamamlanmasını isterim. Ne olursa olsun. :)

Birce Sağlam: Her yarım kalan şey tamamlanmıyor maalesef yüzbaşım.

Saniyeler sonra cevap geldi.

Onat Aktan Kara: Sen benim için her kategorisine giremeyecek kadar özelsin, Birce.

Derin bir nefes aldım. Kahve makinesinin tık sesiyle kendime geldim. Şu an liseli bir aşık gibi davranıyordum. Farkındaydım. Kahveleri fincanlara doldurduktan sonra içeri doğru adımladım.

''İkinize de sade yaptım.'' deyip fincanları kızlara uzattım.

''Teşekkür ederim komutanım.'' Bakışlarım Selin'e döndü.

''Komutanım yok demiştim. Hangi rüzgar attı sizi buraya?'' dediğimde bakışlarım bu sefer ikisinin arasında gezdi.

''Kız kıza vakit geçirelim diye düşündük. Kötü mü ettik?'' Şimal bazı anlarda çok masum bakıyordu. Bazı anlarda ise tam bir kadın gibi, bakışları etkileyiciydi. Yüzümde bir gülümseme belirdi.

''İyi ettiniz.'' Şimal'in içi içini yiyordu. Bakışlarından anlaşılıyordu.

''Sor hadi sor.'' yüzünde saklayamadığı gülümsemesiyle bana döndü.

''Komut- Ay Birce. Valla sormayayım sormayayım diye tuttum kendimi. Ama dayanamadım. Yüzbaşıyla aranızda bir şey mi var?'' bu soruya cevabım yoktu.

Omuzlarım bilmiyorum dercesine kalktı.

''İnan aramızda ne olduğunu bende bilmiyorum.'' Selin'in şaşkın sesiyle bakışlarım ona döndü.

''Nasıl bilmiyorsunuz yani bilmiyorsun?'' kaşları çatılmıştı. İç çektim.

''Başta sadece benimle itiştiğini sandım. Bilirsiniz bazı gereksiz rütbeliler kadının askerde işi yoktur gibi saçma sapan şeyler zırvalar. Onun gibi bir şey sandım. Sonra bana her bakışını gördüğümde fikrim değişti.'' konuşamıyordum.

''Beni yeterince tanımıyorsunuz ama en azından birine çabuk bir şekilde güvenmeyeceğimi anladığınızı umuyorum.'' ikisi de başını salladı.

''Birine karşı ilk defa o güvensizliği hissetmedim. Birinin yanında ilk defa güvende miyim diye düşünmedim. Bunu adlandıramıyorum. Sanki onu uzun zamandır tanıyormuş gibi hissediyorum.'' dediğimde Şimal çarpık bir şekilde gülümsedi.

'' Bunun bir adı var ama duymak ister misiniz bilmiyorum.'' dediğinde bakışlarım kahve fincanını buldu. Duymak ister miydim?

''Kendimi liseli aşıklar gibi hissediyorum. Ve ilk defa artık bir şeyi düşünmeden, sorgulamadan yapmak istiyorum. Sonu ne olacak diye merak etmiyorum. Ama bu yükü kaldırabilir miyim onu bilmiyorum.''

''Bunun yük olduğunu neden düşünüyorsun?'' bakışlarım kahve fincanından Selin'i buldu.

''Kimse beni ömür boyu sevmeyecek gibi geliyor. Buna psikoloji de ne isim verilir bilmiyorum, ilgilenmiyorum da. Ama bu hissi aşamıyorum.''

''Seni anlıyorum. Hep anladım. Keşke birbirimizi anlamak zorunda kalmasaydık Birce. Ama zaman geçince şunu da anladım. İnsanın kendini sevmesi, onu birinin sevmesi kötü bir şey değil. Aksine bu insanın başına gelebilecek en güzel şeylerden biri.''

''Bilmiyorum. Onat gibi adamların da nasıl sevebileceğini de az çok tahmin edebiliyorum. Böyle bir görevin içindeyken, böyle bir işe kalkışmak doğru mu onu da bilmiyorum. Ama en kötü şey, içimde hızlıca akıp giden bu duyguyu durduramıyorum.'' dediğimde Selin'in yüzünde bir gülümseme peydahlandı.

''Bazen bazı şeylere dur diyemeyiz. Her ne olursa olsun. Dur demek iyidir ama bazen dememek daha iyidir.'' dediğinde gözlerinin içine baktım. O da bir şeyler yaşamıştı. Bunu en başından beri biliyordum. Ama o gelip bana kendi anlatana kadar, ona hiçbir şey sormayacaktım. Yüzümde büyük bir gülümsemeyle kenarda oturan Şimal'e bakışlarımı döndürdüm.

''E sen anlat asıl doğal afet. Aybarsla aranızda ne var?'' dediğimde ağzı o şeklini aldı, şaşırdı.

''Nasıl anladın ya?'' deyip omzunu düşürdüğünde bir çocuk gibi tepki vermesine kahkahayla gülmüştüm.

''E kızım siz bayağı açık gidiyorsunuz. Yok paintball'da beraber vurulmalar. Yok arada birbirlerine laf sokmalar. Benden kaçar mı?'' dediğimde o da yüzünde gülümsemeyle derin bir nefes aldı.

''Valla konuşuyoruz evet. Şu an sadece flört aşaması. Benim bir erkeğe bağlanmam üç bin yıl falan sürdüğü için bekarlığım baki. O yüzden şimdiden yok bağlandım, yok ettim diye beylik laflar etmeyeceğim. Ortada hiçbir şey yok.'' dediğinde yandan Selin Şimal'i dürttü.

''Aynen yok ya, o yüzden telefona her baktığında yonca görmüş eşek gibi sırıtıyorsun.'' dediğinde kahkahamı tutamadım. Şimal Selin'e yandan bir bakış attı.

''Bana eşek deyip Aybars'a yonca demene mi şaşırayım, yoksa bu kadar ifşa olmamıza mı?'' dediğinde Selin gülerek omuz silkti. Aralarındaki bağ sağlam olmasa, birbirlerine karşı böyle espriler yapamazlardı. Onlar aralarında çoktan kaynaşmıştı. Bu gece buraya gelmelerinin en büyük sebebi beni de aralarına dahil etmekti.

''Böyle bir görevde yaptığımız akıl işi mi bilmiyorum ama düşünmekte istemiyorum. Bu yaşıma kadar hep düşündüm. Artık bir şeyleri düşünmeden yaşamak istiyorum.''

''Akışına bırakalım. En fazla ne olur ki? Siz yüzbaşıdan bir çocuk, ben Aybarstan bir çocuk. Ortada dolaşır dururlar işte.'' dediğinde gözlerimi büyütüp ona baktım. O da bu tepkime kahkaha atmıştı.

''Şaka yapıyorum. Her şey olacağına varır, biz ne kadar önüne geçsek de bir şeylere engel olamayız. Görev konusuna gelince hepimizin önceliği vatan olduğu için herhangi bir sorun olmayacaktır.''

Haklıydı. Yüzbaşı da bende görevi tehlikeye atacak insanlar değildik. O gece her ne kadar kızlarla saatlerce sohbet etsem de içimdeki bu sevilmeme hissi hep aklımın bir köşesinde duruyordu. O gece onları benim evde kalmaya ikna ettim. Uzun zaman sonra kızlarla kalmak bana eskiyi anımsatmıştı. Yurtta her akşam oturur, sabahlara kadar sohbet ederdik. Herkes hayallerini anlatır, kimileri ağlardı. Bu gece ağlamaktan çok, güldüğümüz bir gece olmuştu. Sabahın ilk ışıkları yüzüme vurduğunda uyandım. Saate baktığımda içtima saatine az bir vakit kaldığını gördüm. Salona doğru ilerlediğimde kızlar salondaki ikili koltukta uyumaya devam ediyordu.

''Koğuş kalk!'' aramızdaki resmiyet bu kadardı. İkisi de saliseler sonra ayaklanıp, askeri selama geçtiğinde yüzümde bir gülümseme belirdi.

''Bu kadarına gerek yoktu ya, akademide miyiz? . Ama siz yine de 10 dakikaya hazır olun.'' Odama girip hızlıca bir duş alıp kamuflajlarımı giydim. Salona çıktığımda kızların çoktan hazırlandığını görmüştüm. Askerlerin en sevdiğim huyu dakik olmalarıydı.

''Hadi çıkalım.'' Merdivenlerden inmeye başladığımızda beni nasıl bir günün bekleyeceğini bilmiyordum. Yüzbaşıyla dün ki olaydan sonra yüz yüze gelmek içimde ne duygular uyandıracaktı onu da bilmiyordum. Kızlarla kısa sohbetimizin ardından karargahın önündeydik. İçeri gireceğimiz sırada Selin'in bakışlarının sallanan bayrakta olduğunu gördüm. Derin bir iç çekti, bakışları benimle buluştu.

''Kurban olduğumun bayrağı ne güzel sallanıyor.'' yanına gittiğimde elimi sırtına koydum.

''Sen varsan, ben varsam, bizim gibiler varsa bu bayrak hep sallanmaya devam eder. Ama biraz daha kapıda durursak yüzbaşı bizi bayrağın direğinde sallandıracak.'' dediğimde Selin'in yüzünde nadir gördüğüm o güzel gülümsemesi peydahlandı. İkimizde içeri doğru ilerlediğimizde Şimal'in çoktan içtima sırasına geçtiğini hatta Aybarsla konuşmaya başladığını görmüştüm bile. Diğer gelen herkes birbirine günaydın dedikten sonra ileriden gelen yüzbaşını gördüm. Yine kalbim benden bağımsız tepinmeye başladı. Onun da bakışları o kadar kişi arasında direkt beni bulmuştu. Karargahtayken her zaman daha resmiydi. Yüzüne bakan bir insan, dün gece biz ne yaşadık ya diye sorgulardı. Kısa bir süre bakışları yüzümde oyalandıktan diğerlerine döndü.

''Günaydın asker.'' dedikten sonra hepimizin aynı anda ''Sağ ol.'' diye bağırması bir oldu.

''Bugün artık atağa geçiyoruz. Odaya geçin, konuşacaklarımız var.'' dediğinde hepimiz sıralı bir şekilde toplantı odasına doğru ilerlemeye başladık. Süreç nasıl ilerleyecekti bilmiyordum ama bildiğim tek şey sahaları çok boş bıraktığımızdı. Odaya girdikten sonra artık herkes kendi yeri olarak belirlediği yerlere oturdu. Projeksiyon ekranında Erkin ve Vural Koç'un fotoğrafı belirdi. Yüzbaşı ayağa kalkıp projeksiyonun önüne geçti.

''Artık kimlikler belli. Amaç belli. Bundan sonrasında kedinin dağ fareleriyle oynaması var.'' dediğinde bakışları saniyelik beni buldu.

''Bildiğimiz üzere köylü bunlara bir şekilde haber uçuruyor. Bizde bundan faydalanıp, köylü aracılığıyla bunlara yalan haber uçuracağız.''

''Fareyi kapana kıstırma vakti geldi.'' Oğuzhan'ın söylediğiyle yüzbaşı başını salladı.

''İçinizden birkaçınız köye inecek. Ve hazinenin yerinin bulunduğuna dair bir dedikodu yayacak. Türk askerinin hazinenin yerini bulduğunu ve 2 gün içinde hazineyi almaya gideceğini söyleyecek.''

''Bu şerefsizler de telaşa kapılıp, 2 gün içinde bu işin içinde kim varsa onunla iletişim kuracak.'' bakışlarım Aybars'a döndü.

''Aynen öyle. Erkin'in telefonu uzun süredir takipte. Henüz bunun farkına varmadı ki bu gidişle fark etmesi zor gibi duruyor. Çünkü Turgay işinde gerçekten iyi.'' yüzbaşının konuşması bittikten sonra bize döndü. Hatta bakışları direkt Oğuzhan ve Alperen'e döndü.

''Köye iniyorsunuz. Akşama kadar bu dedikodu yayılmış olsun. '' Oğuzhan ve Alperen hemen ayaklandı. Dışarı çıktıklarında bakışları bize döndü.

''Hepiniz antrenmanlara devam. Boş oturmak yok.'' bir şey olduğunu hissettim. Geldiğinden beri yüzüme pek bakmadığı için neler olduğunu kestiremiyordum. Hepimiz bireysel antrenmanlarımıza devam ediyorduk. Açıkçası dosya işleriyle ilgilenmektense fiziksel işler bana hep daha iyi geliyordu. Şu anlık bir şey olmasada yakın zamanda göreve gideceğimizi biliyordum. Yüzbaşı bizi buna hazırlıyordu. Aslında hepimiz sürekli formda olan insanlardık ama ekstra antrenmanın hiçbirimize zararı olmazdı. Bugün Onat'ı yeterince görememiştim. Neden bilmiyorum ama beni yanına çağırmasını beklemiştim. Daha şimdiden böyle beklentilere girmek beni korkutuyordu. Kum torbasına son bir yumruk attığımda salonun kapısının açıldığını duydum. Askerler kendi bölümlerine girmek için buradan geçiyordu, sıradan biridir diye düşündüğüm için kimin geldiğine bakma gereğinde bulunmadım. Saçlarımı toplamıştım ama çözülmüştü. Toplamak için tokayı ağzıma aldığımda arkamda bir hareketlilik hissettim. Hareketin geldiği yöne dönmeden onun sesini duydum.

''Saçların kendi rengin mi?'' bugün bu sesi oldukça az duyduğumu hatırladım. Bakışlarım arkama dönmedi. Gün boyunca yüzüme bakmayan insana ilk fırsatta yüzümü dönecek değildim.

''Evet.'' tokayı ağzımdan alıp hızlıca saçımı bir topuz yaptım. Nasıl göründüğümün bir önemi yoktu ama oldukça terlediğimin farkındaydım. Kum torbasına tekrar vurmak için hazırlandığımda tekrar sesini duydum.

''Yüzünü bana dönmeyecek misin?'' derin bir nefes alıp, arkama döndüm.

''Buyurun komutanım.'' yüzümdeki ciddiyeti koruyordum. Yüzünde yamuk bir gülümseme belirdi.

''Askeriyedeyiz diyorsun.'' bakışlarımı olduğumuz yerde gezdirip, elimle etrafı gösterdim.

''Yani evet.'' dediğimde bana bir adım yaklaştı. O benim aksime kamuflajın içinde oldukça yakışıklı görünüyordu. Ben ise şu an en paspal halimle karşısındaydım.

''Seninle baş başa olduğumuzda da bana komutanım demene gerek yok Birce.'' kendimi bir adım ondan uzaklaştırdım. Bakışları geri giden ayaklarıma takılıp sorgularcasına bana döndü.

''Askeriyede yüzüme bakma gereği duymayan birine, burada anca komutanım derim. Kusura bakmayın.'' dedikten sonra bakışları üstten beni buldu. Başını yana eğdi ve ondan uzaklaştığım mesafeyi bana doğru gelerek kapattı.

''Gözlerim üzerinden ayrılmasın istiyorsun değil mi Birce?'' dediğinde bende bakışlarımı ona diktim.

''Öyle olmasını mı isterdin?'' kafamı kaldırmış ona bakıyorken birden çenemi tutmasıyla afalladım. Bakışları anlık dudaklarıma kaydı. Ben gözlerimi gözlerinden çekmedim. Gözlerime baktığında, göz bebeklerinin karalığı içimin ürpermesine sebep oldu.

''Neler isteyeceğim hakkında fikrin yokken, bu kadar cesur olman beni etkiliyor.'' Etkilenenin tek kendi olmadığının farkındaydı.

''Sende bugün yüzüme bakacak kadar cesur olsaydın keşke.'' dediğimde çenemi elinden kurtarıp arkamı döndüm. Eşyalarımı toplamaya başladığımda hala arkamda olduğunu biliyordum.

''Oya geldi. Geldiği gibi kavgaya karışmış. Gerginim. Gözlerine baktıkça içimdeki gerginlik geçiyor. Ve Oya'yı görene kadar bunun geçmemesi gerekiyordu.'' derin bir nefes alıp beni kendine döndürdü. Gözlerimiz birbirine kenetlendi.

''Ama gözlerini daha fazla görmeden yapamayacağımı anladım. Kendimi yine senin yanında buldum.'' dediğinde içimde bir şeylerin yumuşadığını hissettim. Ben de böyleydim. Birine çabuk kırılır bir o kadar çabuk da gönlüm alınırdı. Bunu o bilmiyordu ama zamanla öğrenecekti.

''Oya iyi mi?'' dediğimde gözlerinin parladığına şahit oldum. Kolunu kolumdan çekmişti.

''İyi ama beni sinir etme konusunda daha iyi.'' dediğinde bakışlarımı ondan çekmedim. O da benden çekmiyordu.

''Senin gibi bir kardeşi olduğu için çok şanslı.'' gülümsedi.

''Öyle mi dersin?'' yanağımı okşadı. İstemsiz yüzümde bir gülümseme oluştu. Kapının açılmasıyla ellerini yanağımdan çekti.

''Yüzbaşım.'' deyip selam veren ere döndü bakışlarım. O da bakışlarını ona döndürdüğünde sinirlendiğini anladım.

''Bu siktiğimin evreninde birileri hep bizi rahatsız mı edecek?'' ağzının içinde söylemişti ama ben duymuştum. Yüzümde gizleyemediğim bir gülümseme döndü.

''Ne oldu Recai?'' Sanki Recaiye sövmüş gibiydi. Elleri yüzümden ayrılsa da bana oldukça yakın duruyordu. Ne o bu yakınlığı uzaklaştırdı ne ben. Recai kıpkırmızı oldu.

''Komutanım, albayım sizi çağırıyor.'' yüzbaşı konuşmayınca çocuk bön bön bakmaya devam etti.

''Ne bakıyon? Git.'' çocuk koşar adımlarla çıkışa ilerledi. Bakışları bana döner dönmez yumuşadı. Bu içimi sıcacık etmişti.

''Şimdi gidiyorum.'' Başımı salladım. Gözlerim inatla gözlerinden ayrılmıyordu.

''Ama sen bana böyle bakarken gitmek ne kadar zor keşke bilsen.'' Kendimi tutamadım.

''Umarım hiç bilmem.'' gözleri o kadar çok parladı ki. Bu kadar yakınında olmasam değişimi göremezdim. Bir adım geriye gitti.

''Biraz daha burada kalırsam hiç gidemeyeceğim.'' arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. Bir süre bakışlarım arkasından ayrılmadı. Uzundu ama bir o kadar da yapılıydı. Kendisine iyi baktığı belliydi. Her şeyden önce kitapsız çok yakışıklıydı. Arkamdan gelen sesle irkildim.

''Tren diyorum gitti gitti. Arkasından bakacağına trenin binseydin sırtına.'' arkamı döndüğümde Şimal'in bana sırıtarak baktığını gördüm.

''Ne treni be? Senin ne işin var burada asker.'' dediğimde araya resmiyeti koyduğum için gülmüştü.

''Albay hepimizi toplantı odasına bekliyor komutanım. Sizi çağırmak da bana düştü.'' başımı hızlıca salladım.

''Tamam hemen duşa girip geliyorum, sen geç.'' dediğimde Onat'ın çıktığı kapıdan çıktı. Hızlıca salonun banyosunda duş aldıktan sonra kamuflajlarımı üstüme geçirdim. Koridora doğru çıkıp toplantı odasına yürümeye başladım. Ayağımdaki botlardan dolayı zeminde tok bir ses çıkıyordu. İçeri girdiğimde herkesin masanın başında oturduğunu gördüm. Yüzbaşı albayın yanında oturuyordu. Bakışları bana dönmemişti, ben de ona saniyelik bakmıştım.

Yerime oturduktan sonra albay konuşmaya başladı.

''Oğuzhan ve Alperen geldi. Dedikodu sandığımızdan hızlı yayılmış. Erkin'in telefonunda hareketlenmeler başladı.'' Albay'ın bakışları Turgay'a döndüğünde Turgay bilgisayardan bir şeyler yaptı. Ekranda bir ses kaydı belirdi. Ses Erkan'a aitti.

''Köyde bir dedikodu dolanıyor. Doğruluğundan emin değilim ama asker galiba hazinenin yerini bulmuş.'' karşıdan bir hışırtı geldi. Kalın bir erkek sesi duyuldu.

''Emin olmadığın şeyi neden bana söylüyorsun Erkin? Sana beni gündelik şeyler için meşgul etme demiştim.'' bir süre sessizlik oldu.

''Güvenilir birinden duymasam, seni aramazdım baba. Duyan kişi birebir askerin ağzından duymuş ama bu tuzak da olabilir.'' dediğinde karşısındaki kişinin aradığımız asıl adam Vural Koç olduğunu anlamıştım. Yüzbaşının bakışları da saniyesinde Umut albayı bulmuştu.

''Bizim bir hazine aradığımızı bilmiyorlar. Tuzağa çekmeleri için bir sebep yok. Yine de Boris'i arayacağım. Duruma göre haber veririm.'' deyip Erkin'in konuşmasına müsaade etmeden telefonu kapattı. Ses kaydı da burada bitiyordu. Umut albayın sözleriyle bakışlarım ona döndü.

''Boris denen adamı araştıracağız. Tam düşündüğümüz gibi olay yurt dışına kadar uzanıyor. Tolgay direkt Erkin'in telefonuna erişmek için uğraşacak. Aramaları dinlemek sıkıntı değil ama telefona direkt erişim sağlamak uğraştırabilir.''

''Evin önündeki askerler bir hareketlilik olduğunu, sürekli birilerinin eve girip çıktığını söylüyor.'' Yüzbaşının sesiyle bakışlarımız ona döndü.

''Bu adam kim ve neden bu kadar hazırlık yapıyorlar. Önce bunu öğreneceğiz.''

''Turgay bu geceye kadar vakit. Bir şey ihtiyacın olursa ara söyle, yapalım. Şu adamın telefonuna ulaşıp yarın bu adamın kim olduğunu öğreniyoruz.'' Turgay yerinden kalktıktan sonra kendi odasına gitmek için odadan çıktı.

''Yarında itibaren yeni bir döneme giriyoruz. Durum düşündüğümüzden daha derin olabilir. Bu gece Turgay'ın vereceği haberden sonra çağırabilirim sizi. Yüzbaşı haber verir.'' dediğinde yüzbaşıyla birlikte arka arkaya çıktılar.

''Kendini bazen bir kitabın içindeymiş gibi hisseden var mı?'' bakışlarım Selin'e döndü.

''Kitaptan ziyade bu aralar film gibi hayat yaşıyoruz. Bir hazine aramadığımız kalmıştı.'' Aybars'a hak veriyordum. Meslek hayatımın en garip ama bir o kadar da manevi olarak en zor görevinin içindeydim. Trajik bir kitapta sanki ana karaktermişim gibi hissediyordum.

''Onlardan önce hazineyi bulamazsak ne olacak?'' Oğuzhan'ın dalgın bakışları parkedeydi.

''Öyle bir seçenek yok. Türk askeri bir şeyi isterse, alır. İster bir gün sonra ister bir yıl sonra.'' dediğimde hepsinin bakışları bendeydi. Aybars'ın sesiyle bakışlarım tekrardan ona döndü.

''Eve gidip dinlenmek için son günler belki son saatler. Haydi, gidelim.'' Hepimiz ayaklanıp kapıya doğru ilerlemeye başladık. Hakkari'ye çabuk ısınmıştım. Neden bilmiyordum ama kendimi yabancı hissetmediğim nadir yerlerdendi. Normalde gittiğim her yerde kendimi oranın bir emanetiymiş gibi hissederdim. Düşünceler içerisinde eve giriş yapmıştım. Askerlik dönemimin en pasif dönemini geçiriyordum ama zihinsel olarak da bir o kadar yoğun bir dönemdeydim. Eve gelip üstümü değiştirdikten sonra kendimi koltuğa atmıştım. Telefonumu elime aldığımda uzun zamandır Instagrama girmediğimi fark etmişti. Bir hesabım vardı, yıllar önce Sinem'in zoruyla açmıştım. Ama aktif kullanmıyordum. Hesaba girdiğimde gelen isteklere baktım. Bütün tim beni eklemişti. Baktığımda da hepsi birbiriyle takipleşmişti. Tabi ki bir kişi dışında. Arama kısmına Onat Aktan Kara yazdığımda tek bir profil çıktı. Profili açıktı ama çok az takipçisi vardı. En son attığı postun tarihine baktığımda onun da çok aktif kullanmadığını görmüştüm. En son postu bir yıl önce atılmıştı. Tek başına sahilde oturuyordu. Kameraya o kadar içten gülümsemişti ki fotoğrafı çeken kişi olmak istedim. Askeriyede hep erkeklerin arasında olduğum için çok yakışıklı erkek görme imkanım olmuştu. Ama Onat'ın farklı bir aurası vardı. Bu neydi bilmiyordum ama bakanın bir değil bin kere bakası geliyordu. Ya da benim öyleydi. O an bir şey oldu. Postu aşağıya kaydıracakken yanlışlıkla beğendim. Kalbim o kadar hızlı attı ki o hıza parmaklarımda eşlik ederek beğeniyi geri çektim. Telefon elinde değilse görmesinin imkanı yoktu. Ama yine de gerildim. Saniyeler sonra yukarıdan bir bildirim düştü. Yüzbaşının adını gördüğüm an beğeniyi geri çekmek için çok geç kaldığımı anlamıştım.

Onat Aktan Kara: Profilimde gezeceğini bilseydim, bütün fotoğraflarımı yeniden düzenlerdim :)

Yakalanmıştım. İnkar edemezdim. İnkar etmekle elime ne geçerdi ki?

Birce Sağlam: Düzenlemeye çok gerek yok sanki.

Adama düpedüz iltifat etmiştim.

Onat Aktan Kara: Öyle mi? Senin profilin açık olsaydı eminim ben de aynı yorumu yapardım.

Saniyesinde profili açtım. İnstagramı ilk açtığımdan beri kapalı olan profilimi, şimdi tak diye açmıştım. Bunu fark eder miydi? Bir daha profilime girer bakar mıydı bilmiyorum ama bunu isteyerek yazmadım. Aradan beş dakika geçince ekranıma bir bildirim düştü.

Onat Aktan Kara: Sandığımdan çok daha güzel.

Birce Sağlam: Güzel olan ne?

Onat Aktan Kara: Sana ait olan saçma sapan bir instagram profili bile, seninle ilgili her şey.

Şu an sanki lisedeydim ve sıranın altında sevdiğim çocukla flörtleşiyordum. Dışarıdan bakan yüzümdeki gülümsemeden öyle bir şey olduğunu zannederdi.

Birce Sağlam: Sen kimsin ve benim yüzbaşıma ne yaptın?

Onat Aktan Kara: Ne yani normalde böyle bir adam değil miyim?

Yüzümdeki aptal sırıtışa ne yapsam engel olamıyordum. Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu.

Birce Sağlam: Normal hayatta çok göremediğim için, yorum yapamayacağım.

Onat Aktan Kara: Sen beni ne zaman görmek istersen, ben orada olurum.

Olurdu. Nerden biliyordum bilmiyordum. Onu o kadar iyi de tanımıyordum. Ama o ilk gördüğüm günden beri bana o güveni veriyordu. Fazlasıyla.

Birce Sağlam: Buna şüphem yok, neden bilmiyorum.

Duygularını hiçbir zaman gizli yaşayan biri olmamıştım. Söyledikten sonra belki utanırdım evet ama söylemekten de çekinmezdim. Çünkü hayatın bu kadar uzun olmadığının farkındaydım. Bir şeyleri erteleyerek pişman olmaktansa, utanmak bana daha cazip geliyordu.

Onat Aktan Kara: Ben seni ne zaman görmek istesem gelebilir miyim peki?

Ne kadar despot bir görüntüsü olsa da bana karşı bir o kadar da nazikti.

Birce Sağlam: İstediğin zaman.

Bu mesajıma cevap vermedi. Uyuyakaldığını düşündüm, çünkü saat oldukça geç olmuştu. Albay Turgay'dan haber gelirse bizi çağıracağını söylemişti, bu saate kadar haber gelmediyse daha gelmez diye düşündüğüm için yatmaya karar verdim. Pijamalarımı giydikten saniyeler sonra kapı çaldı. Bu saatte kimseyi beklemiyordum. Tedirginlikle kapıya ilerlerken portmantodaki silahı ne olur ne olmaz elime aldım. Kapının deliğinden baktığımda, yüzbaşını görmek içimdeki bütün gerginliği almış aksine dinginlik bırakmıştı. Silahı yerine koyduktan sonra, üstümdeki saten pijamaları umursamadan kapıyı açtım.

''Ne zaman istersen gel deyince, kendimi burada buldum.'' Şok olmuştum. Evet, ciddi manada şok olmuştum. Çünkü gecenin bu saatinde, ellerinde çiçeklerle biri ilk defa kapıma geliyordu.

''Zahmet etmeseydin.'' deyip uzattığı çiçekleri aldım. Kapının yanından çekildiğimde içeri geçmesi için gözlerine baktım, o sırada o da bana bakıyordu. İçeri adımladığında salona doğru ilerledi, koltuğa oturdu.

''Uyuyacak mıydın?'' dediğinde bakışları üstümdeki pijamada gezindi. O an saten pijamalarla karşında durduğum gerçeği dank etti. Elim ayağıma dolandı.

''Kahve? Ben sana kahve yapayım.'' deyip arkamı döndüğüm sırada sesiyle adımlarım duraksadı.

''Buraya yüzünü görmeye geldim Birce, biraz otur da o güzel yüzünü göreyim.''

Kalbimin yine ağzında attığı o anlardan birindeydim. Yavaşça arkamı döndüğümde, bakışları yüzümdeydi. Tam karşısına oturdum. Bakışları direkt yüzümdeyken konuşmak zordu.

''Turgay'dan bir haber var mı?'' dediğimde iç çekti.

''Seninle bir anlaşma yapalım mı?'' kaşlarım havalandı. İki elimi göğüs hizamda bağladım.

''Dinliyorum.'' Yüzündeki bakış ciddileşti.

''Seninle baş başayken Erkin'e dair bir şeyler konuşmak yok. Anlaştık mı?'' dediğinde tek kaşımı kaldırarak yüzüne bakmaya devam ettim.

''Neden peki?'' oturduğu yerden kalktı, tam yanıma oturdu. Kalbimin atışlarını diyecek diye korktum. O kadar hızlı ve ağzımda atıyordu. Yönünü bana doğru çevirdi.

''Seninleyken, seni üzecek tedirgin şeyler konuşmak beni geriyor. Ve ben böyle gergin bir adam olmak istemiyorum.'' dediğinde istemsiz kıkırdadım. Elim gülüşümü gizlemek için ağzımı bulduğunda, onun da eli elimin üstünü buldu.

''Sana bu güzel gülüşünden beri mahrum etme dememiş miydim?'' dediğinde içten içe kızardığımı hissediyordum.

''Sizi üniformayla görmesem ne kadar gergin bir insan olmadığınıza inanacağım.'' yüzünde yamuk bir gülümseme peydahlandı.

''Üstümde üniformayla gergin olmam işime yarıyor. Sinir beni dinç tutuyor. Ama senin yanında rahat olmak istiyorum.'' boyu uzun olduğu için ona kafamı kaldırıp bakıyordum.

''Bazen bana 10 yaşındaki bir kız çocuğu gibi bakıyorsun. Gözlerin ışıl ışıl parlıyor.'' önüme gelen saçımın tutamını kulağımın arkasına aldı. Ellerini ordan çekmedi.

''Bazen de çok etkileyici, ne istediğini bilen bir kadın gibi dikiliyorsun karşımda.'' dediğinde duruşum istemsiz yine dikleşti. Aramızdaki mesafe yakındı. Nefesini yüzümde hissediyordum.

''İçimdeki kız çocuğuna da, ne istediğini bilen Birce'ye de engel olamıyorum.'' bakışlarımız birbirindeydi.

''Engel olma, engel olan kim varsa da buna müsaade etme.'' dediğinde uysal bir kız çocuğu gibi başımı salladım. Karşısında dilim tutuluyordu, ne diyeceğimi bilmiyordum.

''Eğer beni durdurmazsan çıkmaz bir yola gireceğiz biliyorsun değil mi Birce?'' dediğinde git gide bana yaklaştığının farkındaydım. Bakışlarım dudaklarına kaydı. Dudakları dolgundu. Üst dudağı alt dudağına göre daha dolgundu. Bakışlarım gözlerini buldu.

''Beraber gireceksek, sorun yok.'' dediğimde gözlerinden bir karartı geçtiğine şahit oldum. Saniyeler sonra dudakları dudaklarımı buldu. İlk öpüşmem değildi. Ama ilkmiş gibi çok heyecanlanmıştım. Üst dudağı alt dudağımı emmeye başlayınca neredeyse inleyeceğimi sanmıştım. Kendimi ilk defa bu kadar iradesiz hissediyordum. Bir yandan çok yavaş öpüyordu ama bir yandan da gidecekmişim gibi aceleydi. Titreşim sesi duyunca bütün odağım dağıldı. Telefonu çalıyordu, duyuyordu ama duymazlıktan geliyordu. Kendimi istemeyerek de olsa geriye çektiğimde gözlerim gözlerini buldu.

''Önemli olabilir.'' dediğimde iç çekti.

''Senden daha önemli tek şey var o da muhtemelen şimdi bizi arayıp oraya çağıracak.'' Dediğinde aklıma birden albay gelmişti. Bakışlarını gözlerimden ayırdıktan sonra telefonu açtı.

''Emredin komutanım.'' Albay bir şeyler söyledi. Muhtemelen gelmemizi bekliyordu.

''Tamamdır. Yarım saate herkes karargahta.'' Telefonu kapatıp bakışlarını bana döndürdü.

''Emir büyük yerden.'' Dediğinde tam ayaklanacağım sırada elimden tuttu. Bakışlarım ona döndü.

''Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biliyorsun değil mi?'' dediğinde neyi kast ettiğini biliyordum. Bir fitilin ucunu ateşlemiştik. Birimiz bir tarafta birimiz diğer tarafta yanıyorduk.

''Biliyorum.'' deyip başımı salladım. Ayağa kalktı. Dudağıma sert bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi. Eli yanağımdaydı. Büyük avucu neredeyse yüzümü kaplıyordu.

''Karargahta görüşürüz.'' dediğinde sadece başımı salladım. Dut yutmuş bülbül gibi kalmıştım. O kadar kalbim ağzımda atıyordu ki ne diyeceğimi bilemedim. Saniyeler sonra gittiğinde, üstümü değiştirmek için bende yatak odasına geçtim. Gardrobun yanında duran boy aynasından kendime baktım. Normal bir kadına göre yapılıydım. Çok uzun sayılmazdım. 1.72 civarı boyum vardı. Ama mesleki deformasyon olarak o dik duruşum hiç eksilmiyordu. Hep benimleydi. Bakışlarım dudaklarıma kaydığında, yüzbaşıyla dakikalar önce yaşadığımız şeyi hatırladım. Kendime engel olamıyordum. Ona karşı olan bu çekime engel olamıyordum.

Hızlı bir şekilde üniformamı giydikten sonra, kapının önüne gelip ayağıma postallarımı da geçirdim. Yüzbaşı herkesi aramıştı muhtemelen. Karargaha varmam yaklaşık 5 dakika sürmüştü. Saatten dolayı içerisi bayağı sessizdi. Sadece nöbetçi askerler, nöbet kulübesindeydi. Hızlıca onların selamını aldıktan sonra toplantı odasına ilerledim. İçeri girdiğimde Şimal, Aybars ve Oğuzhan vardı.

''Diğerleri gelmedi mi?'' diye sorduğumda Oğuzhan esneyerek cevap verdi.

''Onlar göreve gitmiş komutanım.'' dediğinde kaşlarım çatıldı. Bakışlarım Aybars'a döndü.

''Ne görevi komutanım?''

''Yüzbaşı bilgilendirecek. Benim de detaylardan haberim yok.'' gergindi. Neden bilmiyorum ama net bir şekilde hissediliyordu. Onun aksine Şimal ise sessizdi. Saniyeler sonra içeri yüzbaşı girdi. Onu tekrardan görmek, sanki ilk defa görüyormuşum gibi kalbimin atmasına sebep olmuştu. Saatler önce yan yanayken, şu an burada iki yabancı gibi davranmak zorundaydık. Odaya girer girmez gözleri beni buldu. Yüzünde bir gülümseme olmasa da gözlerinin içi gülüyordu. Bunu anlamıştım. Hepimiz ayağa kalktık. Eliyle oturmamızı işaret etti.

''Albayın akşam söylediği gibi Turgay bir şeyler bulmuş.'' projeksiyon açıldı. Ekranda bir adam belirdi. Adamın etrafında bir sürü koruması vardı. Uzun boylu, sarışın bir adamdı.

''Boris Anrep. Adam Rusya da bürokrat.'' dediğinde bakışları üzerimizde gezindi.

''Bu demek oluyor ki, bu olay kişisel bir meselenin çok dışında.'' Aybars haklıydı. Olayın benden bağımsız başka bir tarafı daha vardı.

''En başından beri belliydi. Tipini siktiğimin çocuğu Erkin, Birce'yi takıntı haline getirdiği için onu bahane etti.'' saatine baktı. Onat derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.

''Boris şu an Türkiye'ye iniş yaptı. Selin ve Alperen onu almaya gittiler. Erkin babasıyla konuştuktan sonra Turgay telefona erişti. WhatsApp üzerinden Erkin Boris'e bugün yayılan dedikoyu anlatıyor. Yani işi babasına bırakmak istemiyor. Borisle de araları bayağı iyi. '' Ekrandaki fotoğrafı değiştirdi. Erkin'in yüzünü bu kadar çok görmek beni huzursuz ediyordu ama elimden gelen pek bir şey yoktu. Fotoğrafta Borisle birlikte bir masaya oturmuşlardı. Pub gibi bir yerdeydiler ve muhtemelen burası Türkiye değildi.

''Evlerine yakın bir bölgede, kendilerine helikopter pisti yapmışlar. Kendilerince at koşturuyorlar. Bizden önce denetim çok sıkı olmadığı için sıkıntı çıkmamış ama evi gözetleyen askerler direkt fark etti.'' elindeki telefona baktı ve gülümsedi.

''Ve an itibariyle Boris Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinde.'' Dediğinde Oğuzhan'ın yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.

''TSK gururla sunaar.'' yüzbaşı Oğuzhan'ın dediğine güldükten sonra ayağa kalktı.

''Yaklaşık 15 dakika sonra burada olurlar. Boris'i sorgu odasına çekeceğiz.'' bana döndü.

''Senin görünmeni istemiyorum. Dışardan izleyeceksin.'' dediğinde kaşlarımı çattım.

''Neden komutanım?'' kaşları kalktı.

''Emre itaatsizlik yapıp sorguluyor musun asker?'' sinir olmuştum. Bakışlarımdan da bunu anlayabiliyordu. Üstüm olması ona kafa göz dalma isteğimi durdurmama engel olmuyordu. Bunu düşünerek ne hedefliyordu ki? Nereye kadar beni saklayacaktı?

''Emredersiniz komutanım.'' dedikten sonra o duvar gibi suratıyla arkasını döndü ve odadan çıktı.

''Böylesi belki daha iyidir komutanım.'' Şimal'in sesiyle arkama döndüm.

''Bu soruşturma da olmayı en çok hak eden insanlardan biri benim.''

''Orası öyle ama yüzbaşı askerinin can güvenliğini de düşünmek zorunda.'' bir yerde Aybars haklıydı. Tek benim için değil, timde bu durumda olan kim olsa Onat aynısını yapardı. Derin bir nefes aldım.

''Olay devlet meselesi haline geliyor git gide.'' Oğuzhan yanımdan geçerken arkasını bana dönerek yürümeye başladı.

''Bizim işimiz de devlet meselesi çözmek değil mi komutanım? Gidelim de şu Rus ruleti ne işler karıştırıyormuş öğrenelim.'' dediğinde yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Oğuzhan önüne doğru dönüp yürümeye başladığında ona yetiştim.

''Evde durumlar nasıl?'' sorumla beraber bakışları bana döndü.

''Kardeşimle görüştük komutanım. Onun yanında olacağımı, bir şey olursa ilk bana gelmesi gerektiğini söyledim.'' yüzüme bir gülümseme yayıldı.

''Eminim böylesi ikiniz içinde daha iyi olmuştur.'' durdu. Onunla beraber benim de adımlarım durdu. Aybarsla Şimal çoktan sorgu odasına geçmişti bile.

''O gün size düzgün teşekkür edemedim. Benimle oturup dertleşmek zorunda değildiniz, teşekkür ederim komutanım.'' çok iyi bir çocuktu. Elimle omzunu sıvazladım.

''Teşekküre gerek yok. Benim bir kız kardeşim olsa böyle yapardım. Bunu söylemek istedim sadece.'' dediğinde başını sallayarak o da gülümsedi. Elimi omzundan çektikten sonra sorgu odasına doğru ilerlemeye başladık. Bütün tim buradaydı. Alperen ve Selin de gelmişti. Beni görünce ikisi de selam verince onlara karşılık verdim. Sorgu tarafına doğru bakınca Boris'in orda oturduğunu gördüm. Şu an diğer tarafta olduğumuz, arada cam olduğu için bizi göremiyordu.

''Benimle birlikte Aybars sen geliyorsun. Diğerleri burada bekliyor. Birce dışarı gel.'' dediğinde kapıdan çıktı ben de peşinden ilerledim. Köşede kimsenin olmadığına emin olduğu bir yere gelince durdu. Benim de adımlarım durdu.

''İçeri seni almamamı yanlış anlamıyorsun değil mi?'' yine tam gözlerimin içine bakıyordu.

''Hayır, anlamıyorum.'' adımları yaklaştı. Etrafta biri bizi görecek diye tedirgin olmuştum, bakışlarımın etrafta dolaşmasından o da bunu anlamıştı.

''Bizi burada kimse göremez, rahat ol.'' dediğinde bunu düşünmüş olup buraya geldiğini anlamıştım.

''Rahatım.'' dediğimde yüzünde yarım bir gülümseme oluştu. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi kaşları çatılmıştı.

''Her şeyden önce ben senin güvenliğinden sorumluyum Birce. Sen bu operasyonda kilit bir noktasın. Seni öylece kimsenin önüne atamam. Beni anla.'' dediğinde bakışlarımız buluştu.

''Anlıyorum.'' dediğimde ise yüzündeki ciddi ifadeyi bozmadan, şapkamdan firar edip gözümün önüne gelen saçımı kulağımın arkasına almaya devam etti.

''Ve ayrıca, elin piç tohumunun senin gözlerinin içine bakmasını kaldırabileceğimi sanmıyorum.'' kızardığımı biliyordum. Ne diyeceğimi de bilemiyordum. O da bunu fark etmiş olacak ki benden uzaklaştı.

''Sorgu odasına geçiyorum. Aybars'ı da yolla.'' dediğinde hızla başımı salladım.

''Emredersiniz komutanım.'' dediğimde hızlı bir şekilde odaya doğru ilerlemeye başladı. Ben de hemen yandaki odaya girdiğimde timdekilerin bakışı beni buldu. Camdan Onat'ın diğer odaya girdiğini gördüm.

''Aybars komutanım, yüzbaşım sizi bekliyor.'' dediğimde Aybars başını sallayarak odadan çıkıp, yan odaya geçti. Hepimiz camın önüne dizildiğimizde yüzbaşı konuşmaya başladı.

''Ülkemize kaçak yollardan girmeye çalışmasaydın seni daha iyi ağırlayabilirdik. Ama sen ve senin gibi dağ fareleri kaçak yolları tercih ettiğiniz için şu an buradasın.'' Boris mavi gözleriyle yüzbaşını süzdü. Yüzünde sinir bozucu bir gülümseme belirdi.

''Orospu çocuğu nasıl gülüyor, bir koyacaksın ağzına kendini Rusya'nın soğuk sularında bulacak.'' Alperen haklıydı. Keşke ağzını yüzünü kırabilseydik. Bozuk Türkçesiyle konuşmaya başladı.

''Benim kaçtığım falan yok yüzbaşı.'' Onat masada ona doğru eğildiğinde, kendini geri çekti.

''O zaman anlat. Arkadaşın Erkin ile bu siktiğimin yerinde ne işler çeviriyorsunuz?'' yüzündeki sinir bozucu gülümseme gitmiyordu.

''Erkin kim?'' dediğinde bu soru yüzbaşının sabrını taşıran son damla oldu. Masaya o kadar şiddetli vurdu ki Boris belli etmese de irkilmişti.

''Seni buraya gömerim. Kim olduğunu sorduğun o Erkin kemiklerini bile bulamaz. Son kez soruyorum, bu topraklarda ne arıyorsunuz?'' Boris'in bakışları birden camın olduğu tarafa döndü. Hatta bir ara gözleri direkt beni bulmuştu. Yüzbaşı bu tarafa baktığını görünce kendini tutamadı. Boris'i başını önündeki masaya geçirdi.

''İşte başlıyoruz.'' Oğuzhan'ın sesiyle bakışlarım anlık onu buldu. Sonra tekrardan cama dönmüştüm.

''Gözün benden başkasına bakar, başka birini ararsa o gözünü oymaktan da çekinmem.'' Boris'in burnu kanıyordu. Muhtemelen hasar almıştı ama bu kimin umurundaydı? Orospu çocuğu burnundan akan kana rağmen sinir bozucu o gülümsemesini yüzüne takındı.

''Birce komutan nerede?'' yüzbaşı o kadar hızlı bir şekilde Boris'e döndü ki bunu gören Boris'in gülümsemesi biraz daha büyüdü.

''Sen Birce'yi nereden tanıyorsun?'' Kaşlarım havalanmıştı. Şaşırmıştım açıkçası. Timdeki birkaç kişinin bakışlarını üstümde hissediyordum ama soğukkanlılıkla Boris'e bakmaya devam ettim.

''İnsan arkadaşının aşık olduğu kişiyi bilmez mi yüzbaşı?'' dediğinde yüzbaşının omuzlarından tutup onu kaldırması bir oldu. Boris zayıf bir adam değildi ama yüzbaşı hiç zorlanmamıştı. Aybars'ın yüzbaşının yanına gelmesi bir oldu.

''Senin arkadaşını da sikerim o yayvan ağzını da. Kimse benim askerim hakkında böyle gevşek gevşek konuşamaz.'' dediğinde Boris acı çekiyordu ama ona rağmen tahrik edici konuşmalarına son vermiyordu.

''Sadece arkadaşın mı?'' demesiyle yüzbaşının ona kafa atması bir oldu. Boris'in yüzü git gide dağılıyordu.

''Komutanım, sakin olun.'' Aybars kolundan tuttu. Boris'i yere atar gibi bırakmıştı. Dengesini sağlayamayıp yere düştü. Boris ilk defa bu kadar ciddi bir şekilde yüzbaşına baktı. Geldiğinden beri yüzünde olan gülümsemesi soldu.

''Hepinizi öldürecek. Önce senden başlayacak.'' bakışları yanındaki Aybars'a döndü.

''Sonra sen, ve diğer timdekiler.'' Bakışları aynanın arkasından beni görüyormuş gibi gözlerimi bulduğunda konuşmaya devam etti.

''En sona Birce kalacak. Ona dokunmamamız için bizi özellikle tembih etti.'' gülümsemesi yüzüne tekrar yerleşti. Yüzbaşı yere doğru eğildi. Kulağına yaklaşıp bir şey söylediğinde Boris'in gülen yüzü tamamen solmuş, yüzü bembeyaz olmuştu. Onat Aybars'a dönüp:

''Çıkar şu siktiğimin piçini buradan. Ne ekmek ver ne su. Aklı başına gelip bir şey anlatana kadar hiçbir şey yok.'' Aybars başını sallayıp onay verdiğinde yüzbaşı odadan çıktı. Derin bir nefes aldım. Hedef timdeki silah arkadaşlarımdı. Bu benim için her şeyden daha değerliydi. Şu an Onat'ın küplere bindiğini bildiğim için bende odadan çıkıp, onun odasına doğru ilerlemeye başladım. Ne diyecektim bilmiyordum. Ama ben böyle bir durumda olsam yanımda olmasını isterdim. Kapıyı tıklattığımda içeriden ses gelmeyince girdim. İçeride volta attığı için muhtemelen kapının çaldığını bile duymamıştı. Bana bakmadan nasıl benim geldiğimi anladı, anlamadım.

''Birce şimdi değil, çık dışarı.'' dediğinde onu dinlemedim. Yanına doğru ilerlediğimde elini kaldırarak beni durdurdu.

''Şimdi değil dedim.'' Yine onu dinlemedim. Kaldırdığı elini tuttum. Gözleri gözlerimi buldu. Gözünü beyaz yeri kıpkırmızı olmuştu. Derin bir nefes aldı.

''Bu kadar sinirlenme.'' dediğimde bakışlarıyla beni öldürecek sandım. Elleri ise buz gibiydi.

'O orospu çocuğunun neler dediğini duydun değil mi Birce?'' Başımı yana eğip ona bakmaya devam ettim.

''Gelmiş bana neler anlatıyor.'' Elini elimden çekip saçlarına geçirdi.

''Onu öldüreceğim. Onu öyle bir öldüreceğim ki diğer tarafta ruhu bile rahat etmeyecek.'' çenesinden tutup bana bakmasını sağladım. Bakışlarımız birleşti.

''Ne bana ne time hiçbir şey yapamayacak.'' aldığı nefesler yüzüme çarpıyordu.

''Sen bizim başımızdayken, biz kendimize güveniyorken bize kimse zarar veremeyecek.'' dediğimde gözlerindeki alev dinmedi. Beni o kadar hızlı kendine çekip sarıldı ki, bir an idrak edemedim. Ellerimi sırtına koyup bende bu sarılmaya karşılık verdim.

''Seni benden hiç kimse alamaz. Duydun mu?'' başımı salladım. Başıma hafif bir öpücükten sonra beni kendinden uzaklaştırdı.

''Bir askerimin canı uğruna yapamayacağım hiçbir şey yok Birce. Ama senin uğruna, bütün her şeyi yakarım.'' deyip dudaklarımı öpmeye başlaması bir oldu. Koca bir yangının içindeydik. Bu yangında ya harlanıp, önümüze çıkan her şeyi yakacaktık. Ya da beraber kül olacaktık. Bizim için başka bir yol yoktu.

 

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz buraya yazabilirsiniz. 💖

 

Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz.

Instagram: monsoleil777

Twitter:monsoleil777

Tiktok:monsloeil777

 

Loading...
0%