Yeni Üyelik
4.
Bölüm

BÖLÜM DÖRT

@monsoleil

Bu kitaptaki tüm karakterler ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamen hayal ürünüdür.

Biri size çocukluğunuzla ilgili ne hatırlıyorsun diye sorduğunda, belki sayabileceğiniz onlarca anınız vardı

Biri size çocukluğunuzla ilgili ne hatırlıyorsun diye sorduğunda, belki sayabileceğiniz onlarca anınız vardı. Benim zihnimde çocukluğumdaki anılardan oluşan kısım kapkaranlık bir odadan ibaretti. Yetimhanenin soğuk odalarında, her gece sabah olsun diye dua ettiğim anılardan ibaretti. O zamanları düşündüğüm zaman içinden çıkamadığım o duyguları tekrar yaşıyordum. Elimde değildi, bazen insan her şeyi aşamıyordu. Kaldığımız çocuk esirgeme yurdunun hemen yanında erkekler için de bir çocuk esirgeme yurdu bulunuyordu. Ben 14 yaşlarındayken, o yurtta kalan benden 3 yaş büyük biri bana aşık olmuştu. Asla bana yüzünü göstermiyor, sürekli mektuplar yolluyordu. Sadece yaşını biliyordum. İsmini bile bana söylemiyordu. Yolladığı her mektupta bana uğur böceği diye hitap ediyordu. Karşıma her çıktığında tıpkı bu zaman olduğu gibi o zaman da yüzünde bir maske oluyordu. Ses tonu çok değişmişti, büyümüştü. O zaman hayatımın en kötü dönemlerini bana yaşatmıştı. Herkesin bakışlarını üzerimde hissediyordum.

''Sen bu adamı tanıyor musun?'' İlk soru yüzbaşından geldi.

''Birce, kızım neler oluyor?'' Akabinde albayın sorusu onu takip etti.

Şoka girmiş bir şekilde ekrana bakıyordum. Bu kadar yıl sonra karşıma çıkması yine olabilirdi ama karşıma bir terör örgütü kurucusu olarak çıkması beklediğim en son şey bile değildi.

''Pek tanıdığım söylenemez.'' Dediğimde yüzbaşı kötü durumda olduğumu anlamış olacak ki:

''Toplantı odasına geçelim albayım.'' Dediğinde albay başıyla onu onayladı.

''Bu şerefsiz ne olacak yüzbaşım.'' Oğuzhan'ın sorusuyla yüzbaşının bakışları tekrardan ona dönmüştü.

''Beklesin biraz.'' Dediğinde bütün timin toplantı odasına doğru ilerlemesi bir oldu.

Odaya girdiğimiz zaman herkes masanın etrafındaki sandalyelere oturdu. Albayın sesiyle bakışlarım ona döndü.

''Seni dinliyoruz Birce üsteğmenim.'' Derin bir nefes aldım. Bu kadar kişinin önünde geçmişten bahsetmek beni çok geriyordu. Bana asla zararları dokunmayacak insanlar olduklarını biliyordum ama yine de çekinmekten kendimi alıkoyamıyordum.

''Bildiğiniz gibi yetimhanede büyüdüm.'' İstemsiz duruşum dikleşti. Kendimi ne zaman mutsuz hissetsem, ruh halimin aksine duruşum dikleşirdi. Albayın ve yüzbaşının yetimhanede büyüdüğümden haberi vardı. Bu timi oluştururken herkesin sicili en ince ayrıntısına kadar inceleniyordu. Timdekiler için bu bilgi sürpriz olmuştu.

''14-15 yaşlarındayken beni taciz eden biri vardı. O da bizim çocuk esirgeme yurdunun erkek bölümünde kalıyordu.'' Yutkundum.

''Belli bir süre bu devam etti. Ama bu kişi bana hiç yüzünü göstermedi. Birkaç kere karşıma çıktı sadece onda da yine yüzünde maske vardı. Onun dışında hep telefonla, mektup tarzı şeylerle beni rahatsız etti. En son bir olay oldu, o olaydan sonra bir daha onu hiç görmedim.'' O olayı anlatmayacaktım. Onlarda bakışlarımdan bunu anlamış olacak ki sorgulamadılar.

''Mektuplarında ya da telefonda bana hep uğur böceğim derdi. Oradan tanıdım.'' Dediğimde yüzbaşının ellerinin yumruk olduğunu görmüştüm. Oğuzhan yüzünü sıvazlıyordu, diğer yandan Aybars'ın sıkıntılı bir nefes aldığını duymuştum.

''Birce bu orospu çocuğu takıntılı bir ruh hastası.'' Albayın ağzından ilk defa küfür duyuyordum. O sırada Alperen'in sesini duydum.

''Sizin onu görmediğini ama onun hep sizinle olduğunu söylüyor. Üsteğmenim, bu sizin için büyük bir güvenlik sorunu.'' Dediğinde bunun farkındayım. O kadar şok içindeydim ki ağzımı açıp tek kelim edemiyordum. Geçmişin karanlığı gelip üstüme bir gölge gibi çökmüştü.

''15 yaşındaki bir çocuğu takıntı haline getirip, nasıl bunca yıl sonra tekrar karşısına çıkabilirsin ki?'' diyen Şimal'i yüzbaşının kafasıyla onayladığını gördüm.

''Birce, adını hatırlıyor musun?'' Başımı iki yana olumsuz anlamda salladım.

''Hayır yüzbaşım. Bana hiçbir zaman adını söylemedi.'' Dediğimde düşünceli bir şekilde masaya baktığını gördüm.

''Olay gitgide değişik bir hal alıyor. Çocuk esirgeme yurdundaki kayıtlara baktıracağım. Bu olaydan yurttaki hocalarının haberi var mıydı Birce?'' Albay bu soruyu sorduğunda ona nasıl bir bakış attıysam gözlerinde bir hüznün belirdiğine şahit oldum. Bu benim konuşmak istediğim bir konu değildi. Konunun ucu vatanıma dayanıyordu farkındaydım, gerekirse bütün travmalarımı geri plana atabilirdim. Ama bu benim için çok kolay bir şey değildi.

''Tamam.'' Deyip bakışlarını yüzbaşına çevirdi.

''Onat, sen odama gel. Aybars ve Oğuzhan siz de şu adamları konuşturun. Muhtemelen flash belleği onlara direkt kendisi vermedi. Nereden ulaştı ellerine, onu öğrenin.'' Dediğinde bütün timin ''Emredersiniz.'' Demesi bir olmuştu. Herkesin odadan çıktığını duymuştum. Yine kendimle baş başaydım. Şu hayatta ne yapıyorsam, hep kendime yapıyordum. Hayattaki en büyük zararım kendimeydi. Böyle bir operasyonun içinde, karşıda yer alan kişinin bir zamanlar bana sapıklık derecesinde takıntılı olan biri olduğunu öğrenmek beni derinden sarsmıştı. Beni nasıl bulmuştu? Bu timin içinde olduğumu nereden biliyordu? Peki neden seneler sonra şimdi karşıma çıkmıştı? Kapının tıklatılmasıyla içinde olduğum düşüncelerden sıyrıldım. ''Gir'' dediğimde kapının hemen önünde Selin'i görmeyi beklemiyordum.

''Birce üsteğmenim, gelebilir miyim?'' Başımı salladığımda hemen karşımda bulunan sandalyeye oturdu.

''Ben insanların özel hayatına müdahale etmeyi seven biri değilim. Ama hayatta kalma becerisiyle kuşatılmış o yaralı kalpler, kardeşlerini hemen tanır.'' Göz göze geldik. O da yaşamıştı. O da yıllar boyu birinin tacizine uğramıştı.

''Böyle bir görevin içindeyken, geçmişle yüzleşmek çok zordur. Sizi belki birkaç gündür tanıyorum ama bunun üstesinden gelebileceğinizi biliyorum.'' Dediğinde yüzünde ilk defa bir gülümseme gördüm. Bana destek olmak istiyordu. Çünkü kendisi de bu yollardan geçmiş, geçmişin karanlığında boğulmuştu.

''Teşekkür ederim Selin. '' dediğimde bende ona buruk bir tebessümle karşılık vermiştim. Tam kalkacağı sırada:

''Umarım geçmiş senin için sadece geçmiştir.'' Dediğimde gözlerinde gördüğüm ifade de kendimi gördüm.

''Geçmiş geçmesine geçiyor da üsteğmenim, bıraktığı iz ağır.'' Dediğinde hiçbir şey demeden odadan çıktı.

Derin bir nefes aldım. Bu kadar şok halinde olmam yeterdi. Benimle yüzleşmek mi istiyordu? Yüzleşirdim. Karşısında o sınırları delik deşik edilmiş, 14 yaşındaki Birce yoktu. Karşısında vatanı uğruna kendini bile feda edecek bir Birce duruyordu. O artık geçmişteki o gölgenin yanı sıra bir teröristti. Bu bile onu öldürmem için en büyük sebepti. Bir şeyler yapmalıydım. Kendimi yüzbaşının odasına giderken bulmuştum. Ona bir teklifte bulunacaktım. Odanın önüne geldiğimde derin bir nefes aldım ve kapıyı tıkladım. Saliseler sonra içeriden yüzbaşının bariton sesiyle ''Gel'' dediğini duydum. İçeri girdiğimde daha önce onun odasına hiç gelmediğimi fark etmiştim. Çok büyük bir odası yoktu. Ortada bir masa, arkasında sandalye, önünde ise iki tane koltuk vardı. Masanın hemen yanında bir pencere vardı ve açıktı. Karşısında durduğumda esas duruşa geçtim. ''Rahat'' dediğinde karşısında rahat pozisyonunda duruyordum.

''Dinliyorum Birce.'' Dediğinde derin bir nefes aldım. Derin nefes aldığımı fark etmiş olacak ki, kaşlarını kaldırdı.

''Yüzbaşım, nasıl bir durumun içinde olduğumu biliyorsunuz. Kendi üstümde büyük bir sorumluluk hissediyorum.''

''Neden?'' dediğinde gözlerinin içine baktım.

''Operasyonu mahvetmek istemiyorum. ''

''Bunu nereden çıkardın?'' dediğinde bakışlarımı kaçırma gereksiniminde bulundum.

''Bu takıntılı manyağın nasıl biri olduğunu biliyorum.'' Dediğimde masanın arkasından çıkıp bana doğru ilerledi. Tam önümde durduğunda boyunun uzunluğundan dolayı kafamı kaldırıp ona bakmak zorunda kaldım.

''Peki o seni biliyor mu Birce? Ne kadar gözü kara bir Türk askeri olduğundan haberi var mı?'' dediğinde içimde bir şeylerin akıp gittiğini hissettim. Elimde olmadan duruşum dikleşti.

''Hayır yüzbaşım.'' Dediğimde diliyle dudaklarını ıslatıp başını salladı.

''15 yaşında seni takıntı haline getirip, yıllar sonra da tekrar karşına çıkabilecek kadar haysiyetsiz birinin cezasını benim askerim çekmeyecek.'' Gözleri parlıyordu.

''Şimdi seni dinliyorum.'' Gözleri direkt üstümdeyken ve tam karşımdayken bazı şeyler bu kadar kolay değildi.

''Ben kendisiyle yüz yüze görüşmek istiyorum.'' Dediğimde gözlerinden bir karartı geçtiğine resmen şahit oldum.

''Kendini o orospu çocuğunun önüne mi atmak istiyorsun?'' dediğinde sinirlendiğini anlamıştım.

''Bu benim şahsi meselem.'' Histerik bir şekilde güldü.

''Sence bu durum şahsi meselelikten çıkmadı mı Birce?'' dediğinde başımı olumsuz anlamda iki yana salladım.

''Hayır yüzbaşım. Tamam kendisi terör örgüt kurucusu olabilir ama benim olduğum time kendince gözdağı veriyorsa bu mesele direkt benim şahsi meselemdir.'' Dediğimde adımları bana yaklaştı. Aramızdaki mesafe azalmıştı. Çok heybetliydi, 1.95'e yakın boyu vardı. Kalıplıydı.

''Askerimi, onun önüne yem diye atmayacağım.''

''Kurdun dişine kan değdiyse peki yüzbaşım?'' dediğinde bu sefer yine gözlerinin parladığına şahit olmuştum.

''Birce, bunu tek başına yapman seni tehlikeye sokar. Seninle birlikte operasyon da tehlikeye girer. Hiç ummadığımız sonuçlar doğabilir. Kendisiyle ilgili bir bilgiye bile sahip değiliz henüz.'' Kendince haklıydı. Askerini ve timini en önemlisi yürüttüğü operasyonu düşünmek zorundaydı.

''Bilgi edinmek için onunla görüşmeyi talep ediyorum.'' Kafasını iki yana sallayarak histerik bir şekilde güldü.

''Sana bilgi vereceğinden nasıl bu kadar eminsin?'' Bakışlarımı gözlerinden ayırmıyordum.

''Emin değilim. Ama şu an elimizde başka seçenek var mı yüzbaşım.'' Dediğimde o da gözlerini gözlerime sabitlemişti.

''Tek başına olmayacaksın.'' Kabul etmişti. Yüzümde bir zafer gülümsemesi belirdi.

''Albay'a danışacağım. Sonra timi toplayıp plan üzerine konuşuruz.'' Tekrardan esas duruşa geçtiğimde çıkmak için arkamı döndüğümde sesini duydum.

''Birce.'' Dediğinde arkamı dönüp ona baktım.

''Güvenliğin için elimden ne geliyorsa yapacağım, şüphen olmasın.'' Dediğinde vücudumu tekrardan ona döndürdüm.

''Şanlı bir Türk askerinin beni koruyacağından şüphem yoktur. Ama ben de kolay lokma sayılmam yüzbaşım.'' Dediğimde kafasını yana çevirip bana güzel bir gülüş bahşetti.

''Ona ne şüphe Birce üsteğmenim.'' Dediğinde bende ona aynı gülümsemeyle karşılık verdim. Bakışları gülüşüme kaydığında, direkt arkamı dönüp odadan çıktım. Aramızda bazen böyle anlamsız etkileşimler olabiliyordu. Farkındaydım. Kendi odama geçtikten sonra birkaç saat evrak işleriyle uğraştım. Yeni geldiğim için imzalanması gereken bir ton şey vardı. Ama olaylar o kadar üst üste gelmişti ki hiçbir şeyle ilgilenememiştim. Kapı çaldı, gel diyerek içeriye kapıdakini davet ettiğimde gelenin askerlerden biri olduğunu gördüm.

''Komutanım, Onat Yüzbaşım hepinizi toplantı odasına çağırıyor.''

Asker çıktıktan sonra masamı toplayıp, odadan çıktım. Koridora doğru ilerlediğim sırada dışarda eğitimde olan timle denk geldim. Oğuzhan'ın sözleriyle bakışlarım ona döndü.

''İleriden bir ışık hüzmesi geliyor. Bu nedir yarabbim.'' Dediğinde tek kaşımı kaldırarak ona bakıyordum.

''Birce üsteğmenimmiş.'' Tam önümde durduğunda bakışlarımı diğerlerine döndürdüm.

''Bugün yemekte yürek vardı herhalde.'' Dediğimde Alperen'in gülüşünü tutmak için kendini zorladığını gördüm. Henüz kendileriyle çok fazla konuşma fırsatımız olmasa da, insan kiminle yakın olacağını anlayabiliyordu. Onlarla bir aile gibi olacağımızdan şüphem yoktu. Normal şartlarda başka bir asker bana karşı böyle laubali konuşamazdı. Ama Oğuzhan'ın nasıl bir niyeti olduğunu bildiğim için bunu sorun etmiyordum. Aybars üsteğmen önde, biz arkasında odaya girmiştik. Herkesin yeri artık belliydi. Bizden yaklaşık iki dakika sonra yüzbaşı içeri girdiğinde klasik ayağa kalkış, sonra oturuş pozisyonumuzu gerçekleştirmiştik. Bütün timin bakışları ondaydı.

''Sabahki mevzudan sonra konuşamadık.'' Dediğinde bakışları hepimizin yüzünde gezindi.

''Birce, yanıma gelip videodaki adamla görüşmek istediğini söyledi.''

''Tek başına mı?''

''Olmaz öyle şey yüzbaşım.''

''Ya bir şey olursa?'' Timdeki herkesten birer ses çıkıyordu. Yüzbaşı kalın sesiyle hepsini susturdu.

''Bunun tek başına mümkün olmadığını ben de söyledim. Böyle bir şeye müsaade etmem.'' Dediğinde bakışları tekrar bana döndü.

''Albayla tim halinde bir operasyon düzenlememiz gerektiğini konuştum. O da bunun olabileceğine karar verdi.''

''Göreve mi gidiyoruz?'' Aybars bunu sorduğunda yüzbaşı başını sallayarak onu onayladı. Oğuzhan ve Alperen ayağa kalkıp birbirlerine çak işareti yaptı. Çocuk gibi mutlu olmuşlardı. Yüzbaşı dik dik onlara bakıyordu.

''Bitti mi?'' dediğinde Alperen ve Oğuzhan yüzünde gizleyemedikleri mutlulukla yerlerine oturdular.

''Adamlar konuştu mu?'' bakışları Aybars'a kaymıştı. Cevap bekliyordu.

''Komutanım adamlar bir tek Birce üsteğmenle konuşacaklarını söylüyorlar.'' Bunlar çok fazla oluyorlardı. Yüzbaşı zihnimden geçeni okumuş gibi konuşmaya başladılar.

''Bu şerefsizler çok olmaya başladılar. Burası neresi, her istediğini yapma yeri mi? Ne münasebet?'' dediğinde haklıydı.

''Ona ulaşmak istiyorsam adamlarla konuşmam gerekebilir yüzbaşım.'' Ona ulaşmamızın tek yolu o adamlardı.

''Farkındayım. Ve bu benim sinirlerimi çok bozuyor.'' Telefonum odaya girdiğimden beri titriyordu. Cebimden çıkarıp bakma gereksiniminde bile bulunmamıştım ama beni arayacak kişi sayısı sınırlı olduğu için inatla titremesi dikkatimi çekmişti. Cebimden çıkarıp, masanın altından arayan kişiye baktığımda kaşlarım çatıldı.

''Arayan numara yok'' yazıyordu. Beni gizli numaradan kim bu kadar ısrarla arardı? Yüzbaşının sesiyle irkildim.

''Neye bakıyorsun Birce?'' dediğinde susmayan telefonumu kaldırıp gösterdim.

''Biri sürekli özel numaran arıyor da yüzbaşım. Kusura bakmayın.'' Deyip telefonu cebime koyacakken.

''Aç'' dediğini duydum. Bakışlarımı ona çevirdim.

''Efendim?'' Dediğimde oturduğu yerde dikleşti.

''Şu an olduğumuz durumun içerisinde seni art arda kim özel numaradan arayabilir? '' dediğinde kafamda şimşekler çaktı. Telefonu masanın üstüne alıp, hoparlöre almam 2 saniye sürdü.

''Beni neden bu kadar bekletiyorsun uğur böceği?'' dediğinde içimin ürperdiğini hissettim.

''Ne istiyorsun?'' dediğimde sessizce güldüğünü hissettim.

''Ne istediğim belli değil mi sence uğur böceği?'' dediğinde içimden akan siniri durduramıyordum. Orospu çocuğu, bulduğum yerde nefesini kesecektim. Dizlerimin titrediğini, yüzbaşının elinin dizimin üstüne temas etmesiyle anladım. Bakışlarım ona kaydığında dudaklarını oynatarak ''Sakin ol.'' Dediğini görmüştüm. Derin bir nefes aldım.

''Son kez soruyorum, ne istiyorsun?''

''Benimle görüşeceksin.''

''Dağın başında, mağaranın içinde bana emir vermek senin ne haddine leş herif?'' dediğimde diğerleri de sinirlenmişti. Odadaki gergin havayı hissedebiliyordum.

''Peki şöyle yapalım. Timdeki bütün arkadaşlarının ölmesini istemiyorsan, benimle görüşebilir misin uğur böceği?'' Beynimden vurulmuşa döndüm. Dağ faresi beni yol arkadaşlarımla tehdit ediyordu. Histerik bir şekilde güldüm.

''Daha yüzünü bile göstermekten çekinen bir dağ faresi için fazla iddialı sözler değil mi bunlar?'' dediğimde telefondan bir hışırtı geldi. Bakışlarım yüzbaşına kaydığında devam et dercesine telefonu işaret etti.

''15 yaşındaki o Birce'den eser yok anlaşılan.'' Dediğinde daha çok sinirlendiğimi hissettim.

''Karşında o ürkek kız çocuğu yok, şanlı bir Türk askeri var. Ve ben senin ayağına gelmeyeceğim dağ faresi, sen geleceksin.'' Dediğimde telefondan beğeni dolu bir mırıltı geldiğini duydum. Midem bulandı, ayağımın titremesi ekstra arttı. Yüzbaşı en son avucunu tamamen diz kapağıma bastırınca, vücudumdan bir elektrik geçtiğini hissettim.

''Hay hay. Sen nerede istersen, ben oradayım uğur böceği.''

Bu alanın analizini yapmıştık. Karargaha 5 km uzakta boş bir arazi vardı. Aklıma orası geldiğinde hızlı bir şekilde kağıda yazdığımda, yüzbaşı başıyla onayladı.

''Kırıklı yolunda boş bir fabrika var. Akşam saat 20.00'da orda olacağım. ''

''Tam 20.00'da orada olacağımdan şüphen olmasın. Bu arada tek gelirsen sevinirim uğur böceği, geçmişten kalan anıları yad ederiz.'' Dediğinde ''Siktir git, götlek.'' Deyip suratına telefonu kapatmam bir oldu.

''Küfür için özür dilerim yüzbaşım.'' Dediğinde dizimde olan elini çekmişti. Sorun yok dercesine başını salladı.

'' Pençe, bugün ilk görevimize çıkıyoruz hazır mısınız?''

 

Her göreve gittiğimde, kendimi dönüşüm olamayacağına da ikna ederdim

Her göreve gittiğimde, kendimi dönüşüm olamayacağına da ikna ederdim. Bekleyenim yoktu, ölsem gömüleceğim şehrim bile yoktu. Bunu sorun etmeyeli bırakalı uzun zaman oluyordu. Ama insan bazen eve geldiğinde onu bekleyen bir sıcak nefese ihtiyaç duyuyordu. Yüzbaşı operasyon için bir plan yapmıştı. En başından beri direttiği gibi beni tek başıma kesinlikle yollamayacağını yine belirtmişti. Tek başıma geleceğimi düşünmesi için sivil giyinmiştim. Ben hariç herkes üniformaylaydı. Oğuzhan kırkıncı kez aynı şeyi tekrar etti.

''Yüzbaşım, ben girseydim en azından Birce üsteğmenin yanında. Böyle tek bıraktık onu sanki.'' Yüzbaşı başından beri susuyordu ama en sonunda o da dayanamadı.

''Oğuzhan, karşında senin eğitimsiz biri mi var? Birce üsteğmenine güvenmiyor musun sen oğlum? Ne bu endişen?'' dediğinde Oğuzhan gözlerini büyüterek bana baktı.

''Haşa o ne demek yüzbaşım. Benim üsteğmenime güvenim tam. O gölden 30 saniyede çıktı valla o dağ faresini de 30 salisede avlar.'' Dediğinde yüzümdeki gülümsemeyi gizledim.

''Zevzekliği bırakın şimdi son kontrolleri yapalım.'' Dediğinde Oğuzhan ciddi bir tavır takındı.

''Şimal ve Aybars siz çatıya konumlanıyorsunuz. En ufak ters bir durumda indiriyorsunuz adamı.'' İkisi de aynı anda başını salladı.

'' Oğuzhan ve Selin pencere kenarında, içeriyi gören en yakın açıdasınız.'' Bakışları Alperen'e döndü.

''Alperen sen de benimle birliktesin.'' Dediğinde herkes onu onaylamıştı. Son olarak bakışlar bana döndü.

''Birce, silahlar nerede?'' dediğinde botumun fermuarını açıp gösterdim. Bir de leğen kemiğimin oraya sıkıştırmıştım. Onu gösterecek halim yoku.

''Tamam.'' Elime bir düğme vermişti.

''İşlerin sarpa sardığını anladığın an bu düğmeye basıyorsun, anında içeri giriyoruz. Anlaşıldı mı?'' dediğinde:

''Anlaşıldı.'' Dediğimde herkes yüzüne maskesini geçirmişti. Fabrikaya varmak üzereydik.

''Her ne olursa olsun maskeleri yüzünüzden çıkarmıyorsunuz. Kimliğimiz ifşalanmayacak.'' Dediğimde ben hariç herkes ''Emredersiniz.'' Diye bağırmıştı. Benim yüzümü zaten biliyordu. Hatta belki buradaki herkesten daha çok hakimdi. Arabadan inerken herkes dikkatli olmam gerektiğini sayamadığım çok kez söylemişti. Bunu bana söylemelerinin sebebinin göreve gittiğim için değil, yıllar sonra büyük bir yüzleşme yaşayacağım için olduğunu biliyordum.

İleride boş duran fabrikayı görebiliyordum. İlerlemeye başladığım zaman etrafı da kolaçan ediyordum. Aslında her zaman kaçtığım geçmişime, şimdi gitmek zorunda bırakılıyordum. Kulaklığımda yüzbaşının sesini duyunca hafif bir irkildim.

''Birce, ses iyi geliyor mu?'' dediğinde sanki beni görecekmiş gibi başımı salladım.

''Evet yüzbaşım.'' Dediğimde ilerlemeye devam ediyordum.

''Tamamdır. Kulaklık hep açık. Bir şey olursa sendeyiz.'' dediğinde:

''Tamamdır.'' deyip karşılık verdim.

Fabrikanın önüne gelmiş sayılırdım. Bomboş bir araziydi ve yıllar önce terk edilmiş bu arazi oldukça ıssızdı. Akşam karanlığı da çöktüğü için ekstra bir ürkütücü duruyordu. Ama bundan daha nice karanlık yerlerde bulunduğum için şu an hiçbir şey hissetmiyordum.

İçeri girdiğimde kimse yoktu. Kulaklıktan herkes yerlerine yerleştiğini söylüyordu.

''Dağ faresi, mağarandan çıkmamaya mı karar verdiiin? Neredesin?'' diye yüksek sesle bağırdığımda ses yoktu. Ama buradaydı biliyordum. O ve onun gibi adamlar işini şansa bırakmaz, tam söylenen saatte orada olurlardı. Arkamda çok hafif bir çıtırtı duydum. Algılarım şu an o kadar açıktı ki muhtemelen başkası olsa dikkatini bile çekmezdi. Arkama döndüğümde kapının girişinde onu gördüm. Yıllar sonra, bütün gençlik anılarımda bir kara leke gibi duran o adamı gördüm.

''Beni bu kadar beklediğini bilseydim, seneler önce gelirdim uğur böceği.'' Bana doğru ilerliyordu. Boyu hala çok uzundu. O zaman da çok uzundu. Ama cılız biriydi. Yüzünde yine o maskesi vardı. Git gide bana yaklaşıyordu. Ama şunu bilmiyordu ki karşısında sınırlarını delik deşik ettiği o kız çocuğu yoktu. Karşısında gerekirse bütün bedeninin delik deşik edecek bir Türk askeri duruyordu.

''Sen önce o yüzündeki maskeyi çıkart, öyle muhatap ol benimle.'' Dediğimde dudaklarının kıvrıldığını gördüm. O gülüyordu, ben burada onu öldürmemek için dişlerimi sıkıyordum. Kulaklıkta yüzbaşının sesini duydum.

''Sakin olup, ne istediğini sor Birce.'' Tam ağzımı açacaktım ki buna izin vermedi.

''Hala gözü karasın değil mi Birce?'' Başını sallayıp güldü.

''Ne yalan söyleyeyim, askerlik sana yakışmış. Türk askeri olmak değil ama.'' Dediğinde yüzüne yumruğu geçirmemek için tırnaklarımı avucuma batırdım.

''Türklük kelimesi senin gibi dağ farelerinin ağzına alamayacağı kadar yüce bir kelime. Karşıma geçip bana maval okuma. Ne istiyorsun onu söyle?'' dediğimde bana bir adım daha yaklaştı. Kaçmadım. Artık kaçmazdım. Yerimde sabit durduğumu görünce kaşları havalandı.

''Benden korkmuyorsun. Büyümüşsün Birce.'' Dediğinde histerik bir şekilde güldüm.

''Bu bayrağın altında yaşadığım sürece, sizin gibi şerefsizler korkacağım en son canlı varlık bile olamaz. Karşında 15 yaşındaki Birce yok senin.'' Dediğimde yüzünde bir sırıtış peydahlandı. Beni süzdüğünü gördüğünde kendimi tutamadım.

''O gözlerin, gözlerimden ayrılırsa seni geldiğin deliğe geri sokarım.'' Dediğimde kahkaha attı. Kulaklıkta yüzbaşının sesini duydum.

''Sakin olman gerekiyor Birce.'' Dediğinde derin bir nefes aldım.

''Bu iş sandığımdan daha zevkli olacak desene komutanım.'' Dediğinde bakışlarımdan nefret aktığını biliyordum. Eğer elimde olan bir şey olsaydı onu bir saniye düşünmeden öldüreceğimi o da biliyordu.

''Buraya seninle anlaşma yapmaya gelmediğimi biliyorsun değil mi?'' dediğimde yüzündeki gülümseme birden soldu. Mimikleri çok çabuk değişiyordu. Ve sürekli elleriyle oynuyordu.

''Buraya gelmemin tek sebebi seni görmek istemem Birce.'' Dediğinde gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Yüzbaşının sesini tekrar kulağımda duydum.

''Ona ne zamandır bu işin içinde olduğunu sor Birce.''

''Ne zamandır bu örgütün başındasın?'' dediğimde dümdüz bakışları bana bakmaya devam ediyordu. Gözünü bir saniye bile kırpmıyordu.

''Uzun zaman oldu Birce.'' Dediğinde gözlerimi ondan ayırmadım.

''Sen askeriyeye girdin, sana nasıl yakın olabilirim dedim. Türkleri sevmem, asker olamazdım. Ben de karşına gelmek istedim. Aynı saftayken seninle anlaşamazdık. Zıt kutuplar birbirini çeker hesabı.'' Gözlerini kırptı. Yalan söylüyordu.

''Yani sen kendi isteğinle kanı bozuk biri olmayı tercih ettin.'' Dediğimde bana bir adım daha yaklaştı.

''Bana göre de sen kanı bozuksundur belki Birce?'' dediğinde bu bardağı taşıran son damla oldu. Aramızda 3-4 adım olduğu için ona kafa atmam zor olmadı. Yediği darbenin etkisiyle sarsıldı. Kafası yerdeyken elini burnuna götürdü ve bakışları bana döndü.

''Senden beklediğim performans bu işte. Göster hadi içindeki vahşi kediyi bana.'' Deyip ayağını karnıma geçirdi. O sırada iki büklüm olduğum için kulaklıktan gelen sesler uğultulu bir şekilde geliyordu kulağıma. Elimi ağzıma koyup kulaklığa konuştum.

''Lütfen ben düğmeye basana kadar karışmayın.'' Bu orospu çocuğunu benden sağlam bir dayak yemesi gerekiyordu. Karşısında 15 yaşındaki kız çocuğunun nefretiyle yanıp tutuşan ama şu an ki aklıyla onun hayatını kaydıracak kadın duruyordu. Kafamı kaldırdığımda gözlerine bakarak gülümsedim.

''Sana saklandığın dağda her şeyi öğretmişler de bir Türk askerine karşı hiç şansın olmadığını öğretmemişler dağ faresi.'' Dediğim an olduğum yerde dönerek yüzüne tekme atmam bir olmuştu. Yere serildi ama kalıbından çok daha güçlüydü. Dışardan gören çok zayıf biri sanırdı ama şu an bu darbeyle bile ayağa kalkması mucizeydi. Bana doğru koşarak geldiğinde olduğu yerde zıplayıp tam yumruk atacakken hızım sayesinde ondan kurtuldum. Ellerini yerde olacak şekilde, dizlerinin üstündeyken bakışları bana kaydı.

''Güzel hız komutan.'' Dediği saniye ayağımdan tutarak beni çekmişti. Beni alta aldığında söylediği cümleyle vücudumdaki kanın çekildiğini hissettim.

''Hep hayalimdeki gibi. Güzel pozisyon.'' Dizimle bacak arasına attığım tekme sayesinde acıyla inleyip, yana düştü.

''Seni orospu çocuğu. '' dediğimde yüzüne yumruk atmaya başladım. Kulağımdaki kulaklıktan uzun bir süre sonra ses geldi.

''Birce, yeter. İçeri gireceğiz.'' Diyen yüzbaşının sesini duyduğumda elimi kulağıma götürüp:

Dikkatimin dağılmasını fırsat bilip bu sefer o bana kafa attı. Olduğum yerde geri doğru sarsıldığımda arkamda duran taşa ayağım takıldı ve yere düştüm. Bunu fırsat bilerek bu sefer üstüme gelip o beni yumruklamaya başlamıştı. Yumrukları ölümcül değildi. Ama hasar bırakacaktı. Ağırlığını üstüme o kadar vermişti ki hiçbir şekilde altından kalkamıyordum. Ve gözü dönmüş bir şekilde yumruk atmaya devam ediyordu. Elimi cebime atıp tam düğmeye basacağım sırada içeriye bir müzik sesi doldu.

Sarhoşum ah düşünmekten
Öldüm ben ah hep sevmekten

Her akşam votka rakı ve şarap
İçtikçe delirir insan olur harap
Kurtar beni bundan ne olursun ya Rab
Bitsin artık bu korkunç serap serap

Yumruk atmayı bıraktığında sırıttığını gördüm.

''Geldi benimki.'' Dediğinde onu üstümden itmek için bütün gücümü kullandığımda hemen yanıma savruldu. O sırada içeri bir araç girdiğini ve aracın üstünde son ses müzikle, birinin elinde tüfekle içeri girdiğini gördüm. Sonra hiç ummadığım bir şey oldu. Yanımdaki adam koşarak arabaya atladı. Arabanın tepesindeki ise elinde tuttuğu bombanın pimini çekti.

Merhaba! 2 gün aranın ardından tekrar beraberiiz. 💖 5.bölüm Cuma günü sizinle. Bu bölümle ilgili fikirlerini yorum olarak yazarsanız çok mutlu olurum. Oylarınız ve yorumlarınız beni motive ediyor. Kendinize dikkat edin, görüşmek üzere. 💖

Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz.

Twitter:monsoleil777

Tiktok:monsloeil777

İnstagram:monsoleil777

 

 

Loading...
0%