@monsoleil
|
Merhabalar! Bölümü bir geçiş bölümü olarak düşünebilirsiniz. Bu bölümden sonra aramıza yeni karakterler katılıyor. 🔥 Her hafta elimden geldiğince bölüm atmaya çalışıyorum. Bunun için bile bir yorum ve oyu hak ettiğimi düşünüyorum. 💖 Okuyan herkes oy verse, bir de yorumlarını benimle paylaşsa emin olun bu benim için teşvik edici bir şey olur. 🙏🏻 Şimdiden iyi okumalar.💖
İçimde adlandıramadığım bu duygunun adı neydi bilmiyordum. Onat'ı gördüğüm andan itibaren hoşuma gittiği kaçınılmaz bir gerçekti. Ama onunla zaman geçirdikçe, onu tanımaya başladıkça her şey daha başka bir hal almıştı. Yanında olduğum her an sanki küçük bir kız çocuğu gibi oluyor, bana temas ettiğinde ise içimdeki arzuyu durduramıyordum. Bunun adı her neyse adlandıramıyordum. Dudaklarımız birbirini bulmuş, sanki yarınımız yokmuşçasına beni öpüyordu. Ona karşılık verdikçe, öpüşünün şiddeti artıyordu. Kapının çalmasıyla kendimi o kadar hızlı geri çekmiştim ki, Onat'ın kaşları çatılmıştı. Bakışları gözlerimde oyalandıktan sonra derin bir nefes aldı ve ''Gel.'' demesiyle içeri erlerden biri girdi. ''Yüzbaşım, albayım sizi odasına çağırıyor.'' Onat başını sallayıp ere çıkabileceğini söyledikten sonra tekrardan bana döndü. ''Güvenlik önlemlerini arttıracak.'' başımı salladım. Anlayabiliyordum. Ben olsam muhtemelen ben de aynısını yapardım. Hiçbir zaman ''bana bir şey olmaz, ben çok iyiyim.'' triplerine giren bir insan olmamıştım. Çünkü yersiz özgüven insana her zaman hata yaptırırdı. Bunu çok acı bir şekilde tecrübelemiştim. ''Çıkalım.'' deyip önünden ilerlemeye başladığımda derin bir nefes aldım. Kendi ölümümden çok etrafımdakilere bir şey olmasından korkuyordum. Benim arkamdan ağlayacak kimsem yoktu ama diğerleri benim aksime şanslıydı. Albayın odasına geldiğimizi Onat'ın belimdeki hafif dokunuşuyla hissetmiştim. ''Sonuç her ne olursa olsun buradayım Birce. Artık yalnız değilsin.'' göz bebekleri bile bunu desteklercesine bana bakıyordu. Bir insan söylemeden yanında olduğunu nasıl hissettirir deseler, hiç düşünmeden Onat'ı gösterirdim. Başımı salladım ve derin bir nefes alıp albayın kapısını çaldım. İçeriden yüksek bir sesle ''Gel'' dediğini duyduğumuzda Onat önden, ben ise arkasından odaya girdik. ''Gelin çocuklar. Oturun.'' karşısındaki ikili koltuğa oturduğumuzda bakışları Onat'ı buldu. ''İçeride olan biteni kameradan izledim. Neden soğukkanlı davranmadın?'' sorusuyla birlikte olduğum yerde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Haklıydı. Askeriyede sorguda en büyük kurallardan biri, karşındaki seni ne kadar tahrik ederse etsin son noktaya kadar şiddet uygulamamaktı. Biz askerdik. Kimseyi dövemez, eşit durumda olmadığımız kimseye şiddet gösteremezdik. ''Soğukkanlı olduğumu düşünüyorum komutanım.'' albayın kaşları alayla havalandı. ''Bu senin soğukkanlı halin mi Onat? Seni tanımasam buna inanacağım.'' Onat'ın kendine güvenen duruşu ve bakışları bir gram bozulmadı. ''Karşımda askerimi tehdit eden biri varken sakin kalamadıysam bunun yanlış olduğunu düşünmüyorum komutanım.'' albay kollarını masaya koydu. Eğildi ve ikimizi de dumura uğratacak o cümleyi kurdu. ''Askerini mi Birceyi mi?'' anlamıştı. Bakışlarım albayın suratından bir salise bile ayrılmadı. O an Onat'a bakmam işleri daha da sarpa sarabilirdi. ''Sizin için kim olduğunun bir önemi var mı albayım?'' Onat'ın bu denli karşı çıkması beni şoka uğrattı. Ben askerim deyip, işin içinden sıyrılmayı tercih eder diye düşünürken tam tersi bir şeyleri gizlemedi. ''Benim için bir önemi yok. Ama sen yüzbaşı kimliğinle buradaysan ve duygularına hakim olamayacaksan o saatten sonra ikimiz içinde önemi olur asker.'' düpedüz Onat'ı tehdit ediyordu. ''Kimin ne yaşadığı beni ilgilendirmez. Ama bu operasyonu olumsuz yönde etkilerse bir saniye düşünmem ikinizi de görevden alırım.'' diyecek bir şey bulamadım. Böyle bir şey düşünmesi normaldi. Sonuçta bu işler çocuk oyuncağı değildi. ''Herhangi bir şekilde etkilemeyeceğinin garantisini veriyorum. Sorumluluk bana ait.'' bakışlarım şaşkınlıkla ona döndü. Bütün sorumluluğu üstüne almakta neyin nesiydi? Albay'a dönüp tam ağzımı açıp bir şey diyeceğim sırada bariton sesiyle beni susturdu. ''Her neyse. Birce senin güvenliğin şu an en önemli konumuz. Timden birileriyle aynı apartmanda oturmanı istiyordum. Bir araştırdım bir de ne göreyim kaderin cilvesi bir tek Onat'ın apartmanında boş daire var. O da iki kat altında ama olsun sonuç olarak sana 10 saniyede ulaşabileceği bir yerde.'' bugün şaşırmaktan çenem yere düşecekmiş gibi hissediyordum. Artık neye şaşıracağıma şaşırmıştım. ''Oraya taşınmamı mı istiyorsunuz?'' kaşları sorgularcasına havalandı. ''Sen istemiyor musun?'' dediğinde bir an ne diyeceğimi şaşırdım. Tabi ki isterdim ama bunu albaya söylemem ne kadar doğruydu. ''Siz nasıl uygun gördüyseniz tabi.'' dediğimde memnun olmuş bir şekilde gülümsedi. Bakışları saate kaydıktan sonra bana döndü. ''Nakliyeci çocuklar şu an evin önünde bekliyorlar. Bugün işlerini hallet. İzinlisin.'' dediğinde ayaklandım. Önce albaya sonra yüzbaşına selam verdikten sonra odadan çıkmıştım. Bir şerefsiz yüzünden hayatımın bu denli değişmesi bazen gururuma dokunuyordu. Ama bunun böyle olması gerektiğinin de farkındaydım. Kabinlerde üstümü değiştirdikten sonra hızlı bir şekilde karargahtan çıkış yaptım. Çok eşyam olmadığı için taşınma işinin maksimumum bir gün süreceğinin farkındaydım. Evin önüne geldiğimde kırmızı bir kamyonet ve onun içinde telefonla oynayan iki adamı gördüm. Cam yarıya kadar açıktı. Elimi cama koydum. "Selamın aleyküm beyler." bin tane erkeğin arasında ergenlik çağlarını geçirince, karşı cinse nasıl davranman gerektiğini biliyordun. Sesimi duyunca ikisi de irkildi ve bakışları telefondan bana döndü. "Aleyküm selam abla. Biz de seni bekliyorduk." başta insanlar bana burada abla dediğinde çok garipsemiştim. Çünkü karşımdaki bu adamlar benden yaşça büyüklerdi. Sonra bu olayın saygı için yapıldığını fark ettiğimden beri çok sesimi çıkarmıyordum. Kendimi geri çektiğimde ikisi de arabadan indi. "Buyurun geçin." diyerek evin demir kapısını gösterince ikisi de ellerini önünde bağladı. "Estağfurullah ablam. Önden bayanlar." dediğinde bayanlar kelimesine takılsamda pek üstünde durmadım. "Peki." oldum olası asansöre binmeyi seven biri değildim. Akademideyken de kendimce bunun ufak çaplı bir antrenman olduğunu düşünür, her zaman merdiven kullanırdım. Asansörün önünde durduklarında merdivenlere yöneldim. "5. kat. Yukarda sizi bekliyor olacağım." merdivenlere yöneldiğimde 5 katı çıkmak 40 saniyemi almamıştı. Asansörün ise 4. katta olduğunu gördüğümde gülümsedim. Nedense bazen böyle saçma sapan yarışlara girer, kendimi mutlu ederdim. Asansörün kapıları açıldığında adamlar beni görmeyi beklemiyor olacak ki şaşırdı. " Abla maşallah tazı gibisin." bu dediğine gülümsemeden edemedim. Buranın insanı sıcakkanlıydı. Sözünü esirgemiyordu ama o sözde kötü niyet olmadığını anlıyordun. Evin kapısını açıp onlara döndüğümde konuşmaya başladım. "Çok eşyam yok zaten. Muhtemelen birkaç saate bitecek işimiz. Siz ağır eşyaları indirirken ben de kırılacak ıvır zıvırları paketleyeyim." "Tamamdır ablam." Yaklaşık 4-5 saatlik bir işin sonunda bütün eşyalar kamyona yüklenmişti. Her ne kadar siz önden gidin ben taksiyle gelin ısrarlarıma rağmen dinlememişler, beni de kamyonun önüne oturtmuşlardı. Hatip ve Katip abi. İkisinin de 10 yaşlarında çocukları vardı. Kardeşlerdi ve doğma büyüme buralılardı. Yaklaşık 5 dakikalık bir mesafeden sonra yeni evimin önüne gelmiştik bile. "Bu siteler pahalı olur diyorlardı geçen kahvede. Sorması ayıp kirası ne kadardır ablam?" Bakışlarım ona döndü. "Kira kısmıyla ben ilgilenmiyorum." şaşırdılar. Haklıydılar ama onlara ben askerim ve kiram karşılanıyor diyemezdim. Olabildiğince asker kimliğimi gizlemek burada bana artı katardı. "He evli misin abla?" kendince eşinin ödediğimi düşünmüştü. "Öyle bir şey diyelim." böyle bilmeleri daha doğru olurdu. "3.kat ve yük asansörü var sanırım. Kendinizi yormayın yükleyin asansöre." hızlı bir şekilde eşyaları indirmeye başladıklarında bende ufak tefek eşyaları çıkartıyordum. Her ne kadar bana kendimi yormamamı söyleseler de içim rahat etmiyordu. Dairenin önünde dikilirken asansörden biri indi. Ben nakliyeci abileri beklerken bir kadın sesiyle irkildim. "Selam." bakışlarım karşımda duran kadına kaydı. Çok güzeldi. Gözleri bir yerden çok tanıdık geliyordu. "Merhaba." asansörden çıkıp yanıma doğru yürüdü. "Yeni mi taşınıyorsunuz?" Kime benziyordu? "Evet." o kadar sıcakkanlıydı ki gülümsemesine karşılık vermeden duramadım. "Bende 4.kata yeni taşındım. Adım Oya. Memnun oldum." Elini uzattığında bende elimi uzatarak ona karşılık verdim. Adının Oya olduğunu söylediğinde taşlar yerine oturmuştu. Onat'ın bahsettiği ablasıydı. Kime benzettiğimi şimdi anlamıştım. "Birce. Ben de memnun oldum." "Yardım edecek bir şey var mı?" o sırada nakliyeciler eşyaları içeri taşımaya devam ediyordu. "Yok teşekkür ederim sağ olun. " Merdivenden gelen sesle yukarı çıkan biri olduğunu fark ettim. İkimizin de bakışları merdivene döndü. Onu gördüğüm sırada daha sabah görmemişim gibi kalbim tekrardan son derece hızla atmaya başladı. Onat ikimizi yan yana görünce kaşlarını kaldırdı. "Erken bir tanışma olmuş." bu sefer şaşırma sırası Oyadaydı. Bir bana bir Onat'a bakıp eliyle ikimizi işaret etti. "Siz tanışıyor musunuz?" diye sorunca başımı sallamakla yetindim. Ama Onat yanıma gelip beni yanağımdan öpüp, kulağıma fısıldayınca içim o kadar çok ürperdi ki bunu belli etmemek için ekstra uğraş verdim. "O telefona neden bakmıyorsun Birce? Beni meraklandırdın." telefonum çantamdaydı. Çantam da muhtemelen içerideki kolilerin içindeydi. Bende fısıltıyla ona karşılık verdim. "Çantamın içinde kalmış." kendini geri çektiğinde Oya'nın şaşkınlığı beşe katlanmış bir şekilde bana bakıyordu. Onat'ın bakışları benden ona döndü. "Birceyle aynı timdeyiz." "Çok güzel. " Oya'nın yüzündeki gülümseme o kadar artmıştı ki şu an çocuğunu evlendirmek isteyen teyzeler gibi bana bakıyordu. "Birce akşam bize yemeğe gelmek ister misin?" bakışlarım Onat'a kaydı. Gözünü kırptığında onunda bunu istediğini görmüştüm. "Size zahmet vermeyeyim. Zaten nakliye işi bitecek, dışarıdan söylerim." Oya eliyle omzumu sıvazlayıp, başını da kendi omzuna yaslayarak tebessüm etti. "Zahmet ne demek? Sonuçta taşınma hengamesindesin bir de yemekle uğraşma. Evimde şanlı Türk askerini ağırlamak benim için bir onurdur ayrıca." dediğinde bende bu sefer yüzümdeki gülümsemeye engel olamamıştım. "İki saniyede benim pabucumu dama atamazsın Oya." Onat'ın sitemkar sesiyle bakışlarım ona dönmüştü. Şaka yaptığı yüzünden de anlaşılıyordu. Oya yüzündeki yapay bir gülümsemeyle bakışlarını Onat'a döndürdü. "Senin pabucunu Birce'yi gördüğüm an dama attım canım." Onat gözlerini devirerek bana döndü. "Sen istersen Oyayla direkt yukarı çık. Buradaki iş bitmiş sayılır, ben ilgilenirim." "Uğraştırmayayım seni. Ben hallederim." beni kendine doğru çekip başımın üstünden öpünce içimde bir süreliğine duran o hissiyat tekrar ortaya çıktı. İnsan içinde aniden bunu yapması kalp sağlığıma iyi gelmiyordu. "Hadi çık güzelim. Geliyorum." yavru bir kedi misali mayıştığım için diyecek bir şey bulamadım ve bakışlarım Oya'ya kaydı. "Hadi gidelim ve yemekleri ısıtalım!" garip bir şekilde ona kanım ısınmıştı. Normalde ilk tanıştığım insanlara karşı elimde olmadan önyargıyla yaklaşıyordum. Ama ona istemsiz ısınmıştım. Oya önde ben arkada bir kat çıktıktan sonra dairenin önüne gelmiştik. Evin içine girdiğimde Onat'ın evine benzer ama ona göre bir tık daha renkli bir ev tarzıyla karşılaştım. Onun evinde her şey daha stabilken Oya'nın evinde her köşeden farklı bir renk çıkıyordu. "Montunu asabilirsin. Lavabo hemen portmantonun yanındaki kapı." bunları söyledikten sonra hızlı bir şekilde mutfak olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledi. Ben de montumu astıktan sonra ellerimi yıkayıp mutfağa yanına geçtim. Buradaki bütün daireler standart ölçüdeydi. Benim ilk tuttuğum evden biraz daha büyüktü ama çok büyük sayılmazdı. "Aslında dün tam anlamıyla yerleştim. Bir haftadır bu işlerle uğraşıyorum ve yerleşir yerleşmez Onat'ın en sevdiği yemeği yaptım. Karnıyarık. Umarım sende seversin." bana döndüğü zaman söylediği şeye tebessüm ederek karşılık verdim. "Ben yemek seçmem. Her şeyi yerim." "Çok iyi. Sen içeri geç otur, ben yemekleri ısıtıp geliyorum." "Ben de masayı hazırlayayım. Tabakların yeri nerede?" ellerini pes edercesine kaldırıp güldü. "Tamam, pes. Hemen üst dolapta." Hızlı bir şekilde tabakları alıp masaya yerleştirdim. Ben bunları yaparken ne ara yaptığını bilmediğim bir süre zarfında Oya salata da yapmıştı. Eli çok hızlıydı. Ben de mutfakta iyiydim ama çok çeşitliliğim yoktu. İstersem yapabilirdim ama çok uğraşan biri değildim. Masanın tam hazır olmasıyla birlikte kapı çaldı. "Geldi bizim deli dana." bu tabiri duyunca birden kahkaha attım. Bakışları gülüşümü duyunca bana döndü. "Ona neden öyle dediğimi anlatacağım. Ama önce kapıyı açayım." iyi anlaşıyorlardı. Aralarında bir yaş olduğu için beraber büyümüşlerdi. Ve birbirlerine olan sevgileri uzaktan da olsa hissediliyordu. Onat içeri girdikten sonra bakışları önce bana, sonra masaya kaydı. "Oya yine yaptı yapacağını dimi." başımı sallayıp gülümsedim. "Öyle denebilir." Oya kapıda durmuş bizi izliyorken Onat bu sefer ona döndü. "Kızım biz askeriz. Bizim formumuzu korumamız gerekiyor. Sen böyle şimdiden alıştırırsan bizi, işimiz zor." Oya masaya doğru ilerlemeye başlayıp baştaki koltuğa oturdu. "Can boğazdan gelir. Oturun hadi." Onatla karşılıklı oturduğumuzda yemeğe başladık. "Sen ne iş yapıyordun Oya?" aslında Onat söylemişti. Doktor olduğunu biliyordum ama sırf muhabbet olsun diye sormuştum. "Doktorum ben. Doğu görevi için bir yer seçmem gerekiyordu, bende kardeşimden yeterince uzak kaldığımı düşünerek burayı seçtim. " bakışları Onat'a kaydı. "Onat da beni çok özledi, kıyamadım ona." gülüştük. "Özledim tabi. Bir de bela olmasan başıma, başımın üstünde yerin var." Oya Onat'ın masada duran elini sıktıktan sonra bana döndü. "Sen nerelisin?" derin bir nefes aldım. Her tanışmada sorulan fiks sorulardı bunlar. Artık alışmıştım. "Kastamonu'da büyüdüm." Yüzündeki gülümseme büyüdü. "Aa bize yakınsın. Biz de Ankaralıyız. Birkaç kere gelmiştim Kastamonu'ya. Sessiz, sakin bir yer." Başımı salladım. "Ailen de orada mı?" Onat'ın bakışları direkt Oyayı buldu. "Oya-" bu konunun beni üzeceğini düşündüğü için sormasına engel olmak istiyordu. "Sorun yok Onat." Yüzümdeki gülümseme sönmeden Oya'ya döndüm. Endişelenmişti. Bakışlarından anlaşılıyordu. "Yetiştirme yurdunda büyüdüm. Ailemi tanımıyorum ve hayır kendini bunu sorduğun için suçlu hissetme çünkü bilmiyordun." "Özür dilerim. Densizlik ettim. Ailen hayatta da olmayabilirdi, pat diye sormamam gerekirdi." bu sefer masanın üstünde duran ellerini ben tuttum. "Özür dilenecek bir şey yok Oya. Bununla yüzleşeli çok oldu. " elimi sıkarak bana karşılık verdiğinde Onat'ın sesiyle ona döndüm. "Yine bu karnıyarığı bu kadar güzel yapmayı nasıl becerdin be kızım?" "E anneme çekmeseymişim." Oya bunu dedikten sonra ortamın bir anda sakinleştiğini hissettim. Anneleriyle alakalı bir durum vardı ama ben sormak istemiyordum. "Hadi ben masayı toplayayım. Siz geçin." Onat'ın bu denli iş bölümü yapması çok hoşuma gidiyordu. Bazı erkekler ataerkil sisteme çok alışık oldukları için ev işi yapmayı kendilerine yediremiyordu. Saçma sapan triplere girip, bu işi sadece kadının yapması gerektiğini düşünüyor beni delirtiyordu. "Size bir kahve yapayım. Ve sen Birce artık oturup misafir olmanın tadını çıkarır mısın?" bu sefer ben teslim olur gibi ellerimi kaldırıp koltuğa oturmuştum. Koltuğa oturduktan sonra Onat'ın getirdiği çantamdan telefona baktım. Telefon kullanma alışkanlığım neredeyse sıfır olduğu için sadece çaldığı zaman elime alıyordum. Baktığımda Onat'ın iki kere aradığını görmüştüm. "Al bakalım." Onat'ın elindeki fincanı bana doğru uzatmasıyla bakışlarım ona döndü. Elimde olmadan kocaman gülümsedim ve fincanı aldım. Bana öyle güzel bakmıştı ki içimin tekrardan gittiğini hissettim. "Balkona çıkalım mı? Şu lanet kahve sigarasız içilmiyor. Sadece bunun yanında tüketiyorum tabi ki onun dışında yeşilaycıyım komutanım." Onat'a sataşmayı seviyordu. "Sen bir şeylerin zararını benden daha iyi biliyorsun Oyacığım, kendin için yap ne yapıyorsan." önümüzde yürüdüğü için Oya'nın arkasından onu taklit ettiğini görmemişti. "Bir gün taklidimi yaparken çarpılacaksın Oya." Balkondaki koltuklara oturduk. "Bu askerlerin arkasından da hiçbir şey yapılmıyor. Her yerde gözünüz var maşallah." Çok hızlı konuşuyor ve odak noktası çabuk değişiyordu. Hiperaktif biri olduğu belli oluyordu. Birden bana dönen bakışlarıyla bana bir soru yönelteceğini anlamıştım. "Sen nasıl asker olmaya karar verdin Birce?" Anlatmayı en sevdiğim hikayelerden biriydi. "Çocukluktan beri gelen bir şey. Yani yurttaki herkes öğretmen, doktor olacağım derken benim aklımda hep askerlik vardı. Bunun için belli başlı bir şey olmadı ama üniformalı insanlara hep gıpta ederdim. Liseden sonra üniversite sınavına girdim ve derece yaptım. Sonrası malum." Oya yüzünde sakin bir gülümsemeyle beni izliyordu. Onat'a döndüğünde konuşmaya başladı. "Onat her zaman inatçı bir çocuk olmuştur. Kendi bildiği doğruydu, şaşmazdı. Asker olacağım dediği zaman dedim ki sen çok dayak yersin. " Onat yere bakarak güldü. Muhtemelen aklına o zamanlar gelmişti. "Yedim de. Çok da azar yedim. Ama hiçbir zaman pişman olmadım. Bin kere olsa yine yerim o dayağı." kendimi tutamadım. "Bu meslek sana çok yakışıyor." Yerde olan bakışları bana dönmüştü. Gözlerinin içinin güldüğüne şahit oldum. "En az senin kadar." yüzümdeki gülümseme büyüdü. ''Timdeki diğer kişilerle de tanışmak için sabırsızlanıyorum.'' Oya'nın sözleriyle bakışlarımız birbirimizden ayrıldı. ''Hepsi çok iyi eğitilmiş askerler.'' Onat'ın bizim hakkındaki düşüncelerine çok hakim değildim açıkçası. ''Başta hiç ekibi dağıtmayı düşündün mü?'' başını salladı. ''Asla. Ben bu ekibi bir ayda kurmadım Birce. Aylardır hepinizi araştırıyordum. İçinizdeki cevheri ortaya çıkarmam gerekiyordu sadece. Ki hala daha tam anlamıyla çıkarmış değilim. Her ne olursa olsun, sonuna kadar arkanızdayım.'' ''Bende sizin ekibe katılabilir miyim komutanım? Beni hastanedeki hocalarımdan da korur musunuz?'' Onat gözlerini devirerek Oyaya baktı. "Mümkünse senin başına uzun bir süre bir şey gelmesin." Oya derin bir nefes aldı. "Ama ben haklıydım Onat, biliyorsun." Onat yandan bir bakış attı. "Haklı olman her yerde kıyamet koparacağın anlamına gelmiyor Oya." bu sefer Oya'nın bakışları bana döndü. "Bak anlatayım Birce." Gülümsedim. "Dinliyorum." Derin bir nefes alıp anlatmaya başladı. "Benim doğu görevim zaten zorunlu gibi bir şeydi. Zorunlu olmasa bile ben bu taraflara gelmeyi çok istiyordum. Her neyse Ankara'da görev yaptığım hastanede Onatla ortak bir tanıdığımız var. Çocukluk komşumuz gibi bir şey. Kız Onat'a senelerdir yanık." kaşlarım havalandı. Bakışlarımı Oya'dan çekmedim. "Doğu görevi yapacak 2 doktor vardı biri o biri ben. Her neyse görev yerleri açıklandı. Bana Hakkari'nin çıktığını gördü. Kendisi Onattan dolayı burayı istiyordu. Baş hekimin yanına çıktı ve benim burada yapamayacağımı söyledi." histerik bir şekilde gülüp konuşmaya devam etti. "Asıl komik olan ise baş hekim neden böyle düşündüğünü sorunca benim bu kültüre alışık olmadığımı söylemiş." bu sefer ben de histerik bir şekilde güldüm. İçimde ister istemez bir kıvılcım olduğunu, beni içten içe yaktığını hissettim. "O nereliymiş de böyle söylüyor?" Onat'ın sözleriyle bakışlarım ona döndü. "Konuşmaya bile değmeyecek biri. Neden şu an bu ortamda muhabbeti dönüyor ki?" Oya gözlerini kısarak bakıyordu Onat'a. "Birce'nin bilmek hakkı diye düşündüm. Neyse karışma sen Onatcığım." bakışları tekrardan bana döndü, yüzünde bir gülümseme peydahlandı. "Kendisi de Siirtli ama Ankara'da doğup büyüdü. Yani memleketine hepi topu 1-2 kere gitmiştir. Amaç burada tamamen Onat'a yakın olmak." içimdeki kıvılcım git gide büyüyordu. "Her neyse ben buna müsaade eder miyim? Tabi ki etmedim. Gittim baş hekime anlattım. Dedim benim kardeşim asker ve ben yanına gitmek istiyorum. Adaptasyon da zorluk yaşayacağımı da düşünmüyorum vs. Allahtan Veli Hocanın askerlere zaafı vardı da oradan halloldu. Tabi durur muyum gittim Dileğin yanına. Kızın adı Dilek bu arada. Dedim senin amacın ne? Kız resmen yıllardır bunu bekliyormuş, soruyu sorduğum an üstüme atladı." bakışlarım bu sefer Onat'a kaydı. Bu olaydan rahatsız olduğu yüzünden bile okunuyordu. "Ben de ağzının payını verdim. En son hastane koridorunda ağlıyordu." kızı görmeden resmen aklımda suikast planları kurmuştum. "Kavga mı ettiniz kızla?" Oya özgüvenli bir şekilde gülümsedi. "Ben şiddete karşıyım Birce. Ama olduğum ortamda öyle bir laf söylerim ki ortamın havası gerilir. Lafımı esirgemem. Onun da farkında olduğu ama yüzleşemediği gerçekleri yüzüne vurdum diyelim." başından beri aklımda olan soruyu sordum. "O nerede görev yapıyor şu an?" Oya elindeki fincanın içine bakıyordu. Sorumla bakışları tekrardan bana döndü. "Çok uzak da sayılmaz. Şırnak." dediğinde tüylerimin ürperdiğini hissettim. Onat'a karşı hisleri olan birinin bu kadar yakında olması beni bu denli rahatsız ederken, onu düşünemedim. "Bu konudan sıkıldım. İçeride tatlı vardı, getiriyorum." Onat ayaklandığı sırada Oya onu durdurdu. "Sen otur, ben getiririm." sorduğum soru karşısında Onat'ın bana doğru gelen adımları durdu. "Dileği en son ne zaman gördün?" Yüzünde yamuk bir sırıtış oldu. " Uzun zaman oldu." yanıma geldiğinde dik dik ona bakmaya devam ediyordum. Çenemi yine tutamadım. "Niye gülüyorsun? Aklına onunla olan anıların mı geldi?" eliyle yanağımı okşamaya başlayınca içimdeki sinir geçecek sandım. Ama bir yanım buna engel oluyordu. "Tarifsiz bir hismiş." kaşlarım iyice çatıldı. "Tarifsiz olan ne?" bakışları yüzümde gezinirken birden gözlerimi buldu. "Senin tarafından kıskanılmak." yüzümün alev aldığını hissettim. Kıskanmadım diye inkar etsem, güpegündüz olan bir gerçeği saklamanın mantığı yoktu. Git gide kızardığımı hissediyordum. "Rahatsız oldum." bakışları yüzümde gezinmeye devam etti. "Rahatsız olmuş olabilirsin ama benim görevim senin içini rahatlatmak." dokunuşlarıyla zaten rahatladığımı tabi ki söylemeyecektim. Ne diyeceğini bekliyordum. Beklenti dolu bakışlarla yüzüne bakmaya devam ediyordum. "En son annemin cenazesinde gördüm. Orada da zaten kendimi bile görecek halim yoktu. Bana olan hislerini biraz hayranlığa bağlıyorum." kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Elleri yüzümde olduğu sürece konuşabileceğimi düşünmüyordum. "Elim yüzün düzgün. Ve iyi bir statü sahibiyim. Bunlar onun için yeterli sebepler." dilimin bağı sonunda çözülmüştü. Aksi gibi Oya'da içeriden gelmiyordu. "Onun hislerine bir şey diyemem. Önemli olan senin nasıl karşılık verdiğin. Yeterli tepkiyi koyduğunu düşünüyorsan benim için sorun yok." bana doğru eğilmeye başladı. Gözleri bakış açımdan çıkmıştı. Kalbim ise az sonra yerinden çıkacak buradan İstanbul'a koşmaya başlayacaktı. Dudaklarını kulağımın arkasında hissedince içim ürperdi. Sıcak nefesini kulağıma verip konuşmaya devam etti. "Oya bahsetmese aklımda bile olmayan bir kişi için bu güzel anı mahvetmeyeceğim." kendini geri çektiğinde bakışları gözlerimdeydi. Tam bir şey söyleyeceği sırada Oya'nın sesiyle bakışlarım ona döndü. "Birce, sana ne kadar iyi fal baktığımdan bahsetmiş miydim?" kaşlarım şaşkınlıkla havalandı, bu şaşkınlık sesime de yansıdı. "Hayır." Onat karşıma oturduğunda Oya'da yanımdaki sandalyeye oturdu. "Sana bakmamı ister misin?" hayatımda hiç fal baktırmamıştım. Şahsen çok inanmıyordum. Ama lisedeyken arkadaşlarım kendi aralarında bakarken merak etmeden de duramıyordum. Ne zararı olabilir ki? "Olur." önümdeki fincanı alıp incelemeye başladığında bakışlarım Onat'a kaydı. Göz kırpmasıyla yüzümde bir gülümseme oluştu. Akademide yakışıklı erkeklerle aynı ortamda bulunmuştum. Ama onun gibisini ilk defa görüyordum. Gerek tip gerek aura olarak bambaşka bir havadaydı. "Uzunca bir süre buhranlı bir dönemden geçmişsin. Bu dönem senin hayatını çok etkilemiş." genel olarak güllük gülistanlık bir hayatım yoktu. Her zaman halime şükrederdim ama dört dörtlük de bir hayatım yoktu. Dinlemeye devam ettim. "Birce, kariyer olarak level atlayacağın bir dönemdesin. Yakın bir dönemde rütbe artışı gibi bir durum var mı?" kaşlarım çatıldı. "Şu anlık yok sanırım. Uzun bir süre de olacak gibi durmuyor." anlayışla başını salladı. "Şu bir sene içerisinde yüzbaşı olacaksın." bakışlarım Onat'a kaydı. Kaşlarını kaldırmış şaşkınla bana bakıyordu. "Rütbem elden gidiyor mu asker?" dediğinde dalga geçtiğini biliyordum. Yüzündeki gülümsemenin aynısını ona takdim etti. "Askeriye de rütbe paylaşılmaz komutanım." tebessümü sırıtışa döndüğünde bende yüzümdeki gülümsemeyle Oya'ya döndüm. "Hayatının aşkı çok yakında Birce. Seni çok seven birini, uğruna her şeyi yapabilecek birini bulmuşsun ya da bulacaksın." bakışlarımı Onat'a kaydırmamak için kendimi çok zor tuttum. "Çok zor şeyler yaşayacaksınız. " Fincana baktığında yüzü ekşidi. "Ne oldu?" Kafasını kaldırıp zoraki bir şekilde gülümseyince bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım. "Bu kadarlık yeter." söylemediği bir şey vardı. Oya'nın evine gittiğim günden bugüne 2 gün geçmişti. Değişen pek bir şey yoktu. Tim birbirine git gide daha çok alışıyordu. Her gün neredeyse 6 saate yakın antrenman yapıyorduk. Fiziksel olarak çok yoruluyordum ama mental olarak kendimi çok iyi hissettiğim dönemdeydim. Onat 2 günlüğüne şehir dışına çıkmıştı. Albay görevde olduğunu söylemişti. Aradığımda açmamış bir mesajla iyi olduğunu ve 2 gün sonra yani bugün geleceğini söyledi. Odamda otururken birden telefonumun çalmasıyla içimde garip bir his belirdi. Arayanın Onat olduğunu düşünmüştüm ki ekran yazan "Özel Numara" yazısıyla içimdeki his sıkıntıya evrildi. Bir yanım telefonu açmak istemiyordu ama bir yanım hep operasyonda olduğumu hatırlatıyordu. Sıkıntılı bir nefes verip telefonu açtım. "Neydi senin yurttaki şu yakın arkadaşının adı? Sinem mi?" beynimden vurulmuşa döndüm. Hayır, hayattaki tek varlığımla sınanamazdım.
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazabilirsiniz.💖 Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz. Instagram: monsoleil777 Twitter:monsoleil777 Tiktok:monsloeil777
|
0% |