@monsoleil
|
Merhabalar. Bir hafta sonra beraberiiiz💖 Bu bölüm sevdiğim bölümler arasında yer alıyor. Umarım siz de beğenirsiniz🤍 Şöyle küçük bir şey söylemek istiyorum. Önümüzdeki hafta küçük bir operasyon geçireceğim için bölümü yayımlayamayacağım, anlayışla karşılayacağınızı düşünüyorum.💖 Ondan sonraki haftalarda, yine her hafta beraberiz. Hepinize iyi okumalar.
İnsanoğlu yaşamadığı bazı duyguları anlayamaz diye düşünürdüm. Empati duygusunun bir yere kadar olduğuna inanırdım. Bu mesleğe başladığımda, bütün bu önyargılarım yerle yeksan olmuştu. Kendimi 10 yaşında tacize uğrayan bir çocuğun yerine koydum, o gece hiç sabah olmayacakmış gibi hissettiğim için uyuyamadım. Kendimi eşinden çocuklarının önünde dayak yiyen bir annenin yerine koydum, o mahcubiyet ve üzüntü beni mahvetti. İnsan asker olunca sadece dağa taşa tırmanmıyordu, yurdunun insanının her anında yanında oluyordu. Her anına şahit oluyordu. Ekin'in anlattığı şeyler çok zordu. Aile kavramıyla, bir ailenin içinde büyümediğim için onu tam anlamıyla anlamam çok zordu. Ama en azından ne kadar zor olduğunun farkındaydım. Hayatta tek varlığı olan öz kardeşi, onu belki doğurmamış ama büyütmüş, üzerinde büyük emeği olan birini öldürmekle tehdit ediyordu. Bunun ağırlığını anlayabiliyordum. Özellikle karşındaki hastaysa ve ilaçlarını kullanmıyorsa elinden gelen hiçbir şey yoktu. Onunla ayrıldıktan sonra Onatla eve gelmiştik. Onat tam anlamıyla Ekin'e güvenmeden albaya bu durumdan bahsetme taraftarı değildi. Ama yine de Ekin'in güvenliği için peşine birilerini takmıştı. Bu durumdan sadece ikimizin haberi olacaktı. Kendi evime gitmek istediğimi söylediğimde Onat dün gece benim için yaptığı tatlıyı hatırlatmıştı. Eve gidip hızlıca üstümü değiştirdikten sonra kendimi yine onun kapısında buldum. Kapıyı çaldığımda karşımda Onat'ı beklerken Oya'yı bulmak bana da sürpriz olmuştu. ''Hoş geldin!'' onu özlemiştim. Sanırım artık tamamen buraya yerleşmişti. Çok konuşma fırsatımız olmamıştı. ''Hoş buldum Oya.'' bana sıkıca sarıldığında ben de ona aynı samimiyetle karşılık verdim. Ayrıldıktan sonra içeriye doğru ilerlemeye başladım. ''Ben sizi yalnız bırakayım. Çıkıyordum zaten. Bir şey almaya gelmiştim.'' dediğinde ona doğru döndüm. ''Hayır, olur mu öyle şey? Seni özledim. Gel oturalım.'' yüzünde Onat'ın gülümsemesinin aynısı belirdi. Onu belki de bu kadar benimsememin en büyük sebeplerinden biri gülüşlerinin Onatla resmen aynı olmasıydı. ''Ay hadi çok ısrar ettin.'' dediğinde gülmeme engel olamadım. Her ne kadar Onatla fiziksel olarak benzeseler de karakter olarak alakaları yoktu. Gözüm balkonun kapısını açıp içeriden çıkan Onat'a kaydı. Beni görünce yüzüne büyük bir gülümseme yayılmıştı. ''Hoş geldin. Oya da şimdi gidiyordu. Dimi Oya?'' hayret dolu bakışlarla ona baktım. ''Hayır Oya da tam bizimle beraber tatlı yiyecekti.'' Onat tek kaşını kaldırıp bana bakmaya devam etti. ''Kusura bakma kardeşim. Bu gece ben Birce'nin misafiriyim.'' dediğinde Onat aynı bakışlarla ona da karşılık verdi. ''Haydi o zaman. Siz abla kardeş balkona gidin ben tatlıları koyup geleyim.'' dediğimde Onat'ın itiraz edeceğini anlamıştım. Elimle onu susturduğumda hala şaşkın bir surat ifadesiyle bana bakıyordu. ''Ben bu evde misafir olmadığımı düşünüyorum. Eğer tatlıları koymama müsaade etmezsen, kendimi misafir olarak görmeye başlarım.'' ellerini teslim olurmuşçasına kaldırıp Oya'nın peşinden balkona çıktı. Hızlı bir şekilde mozaik pastayı tabaklara servis ettim. Görünüşü bile çok güzeldi. Tadının da öyle olduğundan yana şüphem yoktu. Onat ben gelmeden çayları da demlediği için onları da koymuştum. Büyük bir tepsiye hepsini koyduğumda balkona doğru ilerledim. Onat camdan beni gördüğünde elimdeki tepsiyi almak için kalktı. Israr etmeyip tepsiyi ona doğru uzattım. Onat'ın yanındaki boş berjere oturduğumda, tatlıları yemeye başlamıştık. ''Alışabildin mi Oya?'' Oya çayından bir yudum aldıktan sonra bakışları beni buldu. ''Alıştım sayılır. Buranın yerli halkı çok candan ama bazen ters insanlara da denk gelebiliyoruz. Yine de sabrediyorum. Ama şu an her şey çok güzel.'' dediğinde yüzümde engelleyemediğim bir tebessüm belirdi. ''Sevindim senin adına. Mesleğine saygım büyük, çok kutsal bir iş yapıyorsun.'' Tatlıdan bir parça aldıktan sonra bakışları Onat'a döndü. ''Benim de sizin mesleğinize saygım büyük ama Onat sanki aşçı olsa daha mı iyi olurmuş? Bu nasıl tatlı, ne kadar güzel olmuş.'' dediğinde bakışlarım Onat'ın yüzüne kaydı. Kendinden emin gülümsemesi suratında asılı duruyordu. ''Afiyet olsun.'' bakışları bana kaydığında yüzündeki gülümseme derinleşti. ''Çok güzel olmuş. Alışırsam sürekli isterim ama.'' dediğimde bakışları saniyelik dudaklarıma kaydı. ''Sen iste, benim için emirdir biliyorsun.'' utandığım için bakışlarımı ondan çekip Oya'ya çevirdim. ''E Oya, senin hayatında biri var mı?'' Onat ağzındaki çayı püskürtmüştü. Evet, bayağı çayı püskürtüp öksürmeye başladı. Elimle sırtına vurdum. ''Helal, helal.'' dediğimde bakışları direkt Oya'yı buldu. Oya sinir olduğunu belli eden bir ifadeyle önce Onat'a, sonra bana baktı. ''Yok canım. Benim başımda bir tane zeballah var, hemen yanında oturuyor. Pek bir karışır hayatıma. Biri olsa bile, onu görünce kaçar.'' şaşkın bakışlarımı Onat'a çevirdim. ''Ciddi misin?'' dediğimde omzunu silkti. Hiçbir şey olmamış gibi tatlı yemeye devam ediyordu, şu an küçük bir çocuğa benziyordu. ''Etrafta şerefsiz doluysa, benim suçum ne?'' Oya gözlerini devirdi. ''Bırak da kimin şerefsiz olup olmadığına ben karar vereyim. Malum neredeyse 30 yaşındayım ya.'' Onat sanki bunlar kendisine denmiyormuş gibi birden bana döndü. ''Sanki sosu fazla mı olmuş bunun?'' inanılmazdı. Resmen Oya'yı şu an duymazdan geliyordu. ''İnanılmaz birisin.'' şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. O ise yüzünde bir gülümsemeyle tatlısını yemeye devam etti. ''Pat diye evleneceğim, hayatının şokunu yaşatacağım sana.'' Onat Oya'ya o kadar ters baktı ki yüzündeki gülümseme saniyesinde soldu. Ablasını kıskandığını düşünmüyordum. Babasından dolayı sanırım, ablasının karşısına düzgün birilerinin çıkmasını istiyordu. Bir yandan haklıydı. ''Onat'ın benimle aslında yıllar önce tanıştığını biliyor muydun Oya?'' dediğimde ikisi de yüzüme baktı. ''Öğrendin demek ki.'' tek kaşımı kaldırdım. ''Sen nereden biliyorsun?'' dediğimde bakışları Onat'a kaymıştı. Onay vermiş olacak ki anlatmaya başladı. ''Onat en başından beri anlatıyor seni. Bilmemek mümkün mü?'' bakışlarım direkt Onat'a kaydı. ''Ne anlatıyor?'' Onun da bakışları bendeydi. Bana bu kadar güzel bakması her seferinde beni dumura uğratıyordu. Oya'nın sesiyle bakışlarım tekrardan ona döndü. ''Görevde beraber olduğunuzu, senin belli bir süre hafıza kaybı yaşadığını, sonrasında ise yollarınızın ayrıldığını biliyorum.'' aslında her şeyi biliyordu. Ama ona burada anlatması için ısrar etmeyecektim. Usulca başımı salladım. ''Tatlın da bitiyor bakıyorum Oya. Makineye çamaşır attım demiştin, çoktan çıkmıştır onlar.'' kadını resmen evden kovuyordu. Sehpanın altından bacağını çimdiklediğimde o kadar sakin bir şekilde bakışlarını bana döndürmüştü ki, gören sanki okşadım sanacaktı. Oya ayaklandığında ben de onunla beraber ayağa kalktım. ''Kalsaydın biraz daha.'' bakışları arkamdaki Onat'a kaydı. ''Az daha burada kalırsam muhtemelen azar yiyeceğim.'' Onat Oya'yı kapıya kadar geçirdiğinde bende tatlı boşlarını makineye yerleştirmiştim. Onat ve Oyayla beraber vakit geçirmek hoşuma gidiyordu. Kendimi Onat'ın hayatına daha çok dahil olmuşum gibi hissetmemi sağlıyordu. ''Güzelim bekleseydin beraber hallederdik.'' Sesiyle vücudumu ona döndürdü. Hemen önümde dikiliyordu. Omuz silktim. ''Sen tatlıyı yaptın, bulaşıklar da benden olsun.'' boyu uzun olduğu için her seferinde ona bakmak için bir tık kafamı kaldırmam gerekiyordu. O da bu durumdan çok memnundu. ''Gel hadi, içeri geçelim.'' dediğinde elini uzattı, tuttum. Odaya doğru ilerlemiştik. Koltuğa oturduğunda beni de çektiği için ben de onunla birlikte oturmuştum. ''Seninle bir oyun oynayalım mı?'' arkamda olduğu için kafamı döndürüp ona baktım. ''Ne oyunu?'' olduğum yerde doğrulduğumda artık vücutlarımız yan yanaydı. Gözümün önüne gelen saçımı ben çekecekken o benden önce davrandı. Elleri saçımdayken konuşmaya devam etti. ''Birbirimizle alakalı öğrenmek istediğimiz her şeyi birbirimize soralım? Aklımızda hiçbir şüphe kalmasın.'' elleri saçlarımdayken mayışmadan konuşmak çok zordu. ''Her şeyi mi?'' dediğimde başını usulca salladı. ''Kim başlayacak o zaman?'' dediğimde oturduğu yerde dikleşti. İkimiz şu an yüz yüzeydik. ''Başla bakalım.'' dediğinde başta ne soracağımı bilemedim. Hiç aklıma bir şey gelmiyordu. Ama bir kadar da aklımda çok soru vardı. Duraksadığımı görünce konuşmaya başladı. ''İstediğini sorabilirsin biricik. Benden çekinmene gerek yok.'' başımı salladıktan sonra ilk sorumu yönelttim. ''Bana eğer o günden sonra gelip kendini hatırlatsaydın, hayatında ne değişirdi?'' düşünmedi. Hatta o kadar hızlı cevap verdi ki cevabı ve hızı karşısında kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırmama engel olamadım. ''Muhtemelen şu an senin ikinci defa reddetmenin acısıyla bütün kadınlardan nefret ediyor olurdum.'' bu konuyla ilgili soracak çok sorum vardı. Ama sıra onda olduğu için susmuştum. ''Sıra sende.'' bakışlarını asla benden kaçırmıyordu. ''Neden o zamanlar kimsenin seni sevmeyeceğini düşünüyordun?'' böyle bir soru bekliyordum açıkçası. ''Yurtta büyümemin bunda etkisi çok. O zaman da göreve yeni başladığım, şehit olma aşkıyla yanıp tutuştuğum bir dönemdi ki hala öyle. Kimsenin beni yanında istemeyeceğini, sürekli bir bahane bulacağına, mesleğimi bahane edeceğini falan düşünüyordum. Daha doğrusu kendimi sevmediğim bir dönemdi. Kendimle barışmayı öğrendim.'' usulca başını salladı. Cevaplarımıza çok yorum yapmıyorduk. Belki de birbirimizi çok sıkmak istemiyorduk. ''Elif komutanla nereden tanışıyorsunuz?'' uzun zamandır sormak istediğim ama bir türlü fırsatını bulamadığım bir soruydu. Madem kartlar açık oynanıyordu, şimdi tam zamanıydı. Bakışları değişmedi. Herhangi bir rahatsızlık duymadı. ''Bir dönem onun timinin başındaydım. Oradan tanışıyoruz. Senin bir tane soru hakkın var ama ben senin yerine ikinci soruyu da cevaplayayım bana adımla seslenecek kadar aramızda bir samimiyet yok. O gün yaptığı tamamen hadsizlikti.'' ilk defa yorum yapmadan duramadım. ''Senden hoşlandığı bariz belli oluyordu.'' eli tekrardan gözümün önüne gelen saçıma geldi. Usulca saçımı kulağımın arkasına sakladı. Eli oradan elmacık kemiğime geldi, usulca onu da okşadı. ''Benden hoşlananların çetelesini tutmuyorum. İnan bir kişi dışında hiç kimse de ilgimi çekmiyor.'' elmacık kemiğimde olan elini, elimin içine alıp yanağıma yasladım. Bu yaptığım onu güldürmüştü. Ben de istemsiz gülümsedim. O yanımda güldüğü sürece, ben de ona istemsiz eşlik ediyordum. Sıra ondaydı. Bir şey söylemeyeceğimi anladığında soruyu sordu. '' Hayatında hiç biri olmadı demiştin. Ama o gün hep beraber Aybars'ın terasta oturduğumuzda Sinem sanki ağzından birini kaçırır gibi oldu.'' unutmamıştı. Oturuşumu dikleştirdiğimde, istemsiz onunla temasım da kesilmişti. ''Hayatımda hiç biri olmadı demedim. Hayatımda duygularımı üst seviye de yaşayacak biri olmadı dedim. Ve evet olmadı. Eğer o kişiyi soruyorsan eğer, akademiden sonra birkaç ay görüştüğüm biriydi sadece.'' madem bu konulara girmişti. Ben de derinleştirmekten çekinmezdim. ''Peki senin? Hayatında gerçekten biri olmadı mı?'' onunla aramdaki mesafe hoşuna gitmemiş olacak ki elleri ellerimi buldu. ''Olmadı. Duygusal olarak kimseyle bir birlikteliğim olmadı.'' Diğer türlü olmuştu yani. Ne bekliyordun ki Birce? Adam 30 yaşındaydı, rahip gibi bir hayat mı sürecekti? ''Nedense çok inanasım gelmiyor.'' yüzünde yine bir mimik oynamadı. Usulca saçlarımı okşamaya devam etti. ''Sana hayatımın her anında dürüst olacağım. Tıp ki şu an olduğu gibi. Bana inanmaman için sebebin ne?'' pat diye söyledim. ''Çok yakışıklısın ve ilgi çekmemek gibi bir ihtimalin yok. Yani birileriyle bir şeyler yaşamamak için hiçbir engelin yok.'' yüzü güldü. Başından beri ciddiydi ama şu an yüzünü güldürmüştüm. ''Kimsenin ilgisini çekmediğimi iddia etmiyorum ki. Kimse benim ilgimi çekmedi.'' sessiz kaldığımda konuşmaya devam etti. ''Ben hayatımdaki insanın geçmişini sadece bir kere konuşmak isterim Birce. Onun da sebebi yarın bir gün önüme çıkarsa, ben zaten haberdardım demek için. Ne yargılarım ne neden böyle yaptın derim. Sadece bilmek isterim.'' bakışlarımızı birbirimizden kaçırmıyorduk. ''Ben de bilmek istiyorum.'' dudaklarını yaladı. Bunu bilerek yapmadığını biliyordum ama içimin kıpır kıpır olası da bile isteye yaptığım bir şey değildi. Başını usulca salladıktan sonra konuşmaya başladı. ''Hayatımda duygusal anlamda var diyebileceğim kimse olmadı. Sadece bir dönem denedim.'' kaşlarım havalandı. Biliyordum, belki onun gözünde çok bir şey değildi ama bir şeyler olduğunu hissetmiştim. Bu halime gülümsedi ve elleriyle kaşlarımı düzeltmeye uğraştı. Ben de gülerek kendimi geri çekmiştim. Derin bir nefes alıp anlatmaya başladı. ''Bundan 4 sene önce Ağrı'da görevdeyken bir yüzbaşıyla tanıştım. Aynı karargahtaydık. İyi bir insandı. Ona karşı hiçbir zaman flört ya da sevgili gözüyle yaklaşmadım. Ama o bir süre sonra duygularına engel olamadı. Gelip açık açık bana söyledi. Ben başta kesinlikle böyle bir şey istemediğimi belirttim. Ama o yılmadı. Aksine uğraştı. Bazen ilgisi hoşuma gidiyordu ama o kadar. Hiçbir zaman ona karşı yüksek duygular besleyemedim. Sadece iyi bir insandı.'' Usulca başımı salladım. İçimde o kadar iğrenç bir huzursuzluk belirmişti ki bunun sebebini tahmin edebiliyordum. Asla hakkım ya da haddim değildi ama Onat'ın geçmişindeki bir dişi sinek bile midemi bulandırıyor, beni bu hale getiriyordu. ''Adı neydi?'' o sırada göğsüne uzandım. Saçlarımı öyle okşamaya devam etti. ''Mercan.'' hiçbir şey söylemedim. Saçımı okşuyordu. Soru sırası ondaydı, onu bekledim. ''Aileni bulmak ister miydin?'' bakışlarım sehpadaydı. Sorusuna cevabım yıllardır aynıydı. ''Hayır.'' dediğimde o da hemen ''Neden?'' diye sordu. Omzumu silktim. ''Ben şu an bile sevgi beslediğim kimseyi yarı yolda bırakmam. Onlar evlatlarını bırakmış, bir daha da dönüp bakmamışlar. Her şeyi affederim ama vefasızlığı asla.'' bu konuda yıllardır tavrım netti. Niyesi nasılı beni ilgilendirmezdi. Kimler ne şartlarda çocuk büyütüyordu. ''Biraz katı düşünmüyor musun bu konuda?'' başımı göğsünden çekip arkama dönüp gözlerine baktım. ''Hayır. Ve her ne olursa olsun düşüncem değişmeyecek.'' bana karşı gelmedi. Gelmezdi de zaten. Kendimi toparladıktan sonra koltukta oturur pozisyona geldim. ''Başka zaman devam edelim mi? Ben aşağıya insem iyi olacak.'' o da doğrulmuştu. ''Burada kalabilirsin.'' gülümsedim. ''Biliyorum ve teşekkür ederim. Ama Sinem'i evde yalnız bırakmak istemiyorum.'' ''Peki.'' dediğinde ikimizde koltuktan kalkmıştık. Benimle kapıya kadar geldiğinde ikimiz de kapının önünde birbirimize döndük. ''Dikkat et kendine.'' bana doğru uzandığında ben de ona aynı hamlede bulundum. Sarıldık. O sırada boynuma çok küçük bir öpücük kondurmuştu. ''Sen de.'' dedikten sonra asansöre doğru ilerlemeye başladım. Ben asansöre binene kadar kapıdan ayrılmadı. Arkamdan yüzünde bir gülümsemeyle bana bakmaya devam ediyordu. Asansörün kapıları kapanınca yüzü de gözümün önünden gitmişti. Derin bir nefes aldım. Aynada kendime baktığımda tipimin yerinde olduğunu görmüştüm. Asansörün geldiğini belli eden sesiyle adımlarımı evin kapısına doğru ilerlettim. Zili çaldığımda saniyeler sonra kapı açılmıştı. ''Hoş geldiniz efendim. Siz evin yolunu bilir miydiniz?'' Sinem'in tatlı sitemiyle ona sarılmada edememiştim. O da aynı içtenlikle sarılmama karşılık verdi. ''Özledin mi beni?'' ayakkabılarımı çıkarıp içeri geçmiştim bile. O da peşimden geliyordu. ''Özledim çiçeğim. Ama Onatla vakit geçirmek istiyorsan ben tek kalabilirim. Sorun değil biliyorsun.'' sorun etmeyeceğini biliyordum ama içim el vermiyordu. ''Olur mu öyle şey? İki gündür onunlayım zaten. Biraz da seninle vakit geçirelim.'' çoktan yemeği yemişti. Aç olup olmadığımı sorduğunda aç olmadığımı söylemiştim. Salona geçtiğimizde ikimiz de karşılıklı koltuklara oturduk. ''İşler nasıl gidiyor? Alışabildin mi?'' elinde çekirdek vardı. Bana Sinemle ilgili vazgeçemeyeceği üç şey say deseler, biri kesinlikle çekirdekti. ''Alıştım ya. Düzen farklı biraz ama askeriye olacak o kadar. Turgay da iyi çocuk sağ olsun yardımcı oluyor bana.'' Sinem'in zorlanacağını en başından beri zaten düşünmüyordum. Girdiği her ortama çabucak uyum sağlayan biriydi. ''Sevindim senin adına canik.'' dediğimde telefonuna bir mesaj geldi. Ve telefon hemen önümde olduğu için ekrana düşen ''Sefa'' ismini görmüştüm. ''Ne alaka?'' diye sormaktan kendimi alamadım. Sinem eline telefonu aldı, omzunu silkti. ''Arada sırada yazışıyoruz. Nasıl olduğunu merak ettim. O da aynı şekilde buraya alışıp alışmadığımı merak etmiş.'' Sinem'in yapısı flörtözdü. Çok garipsemezdim. Ama Sefa onun aksine hiç öyle birine benzemiyordu. Bu konunun üzerinde çok durmamıştım ama mesajlaşmaları bir tık düşünmemi sağladı. ''O kadar yani?'' Sinem ''Hadi ama'' dercesine bana baktı. ''Öyle bir şey olsa söylemez miyim? Ayrıca adam sürekli görevde, nerede olduğunu bile söylemiyor. Saygım sonsuz ama gelemem böyle şeylere, beni biliyorsun.'' Ne kadar flörtöz olsa da bir o kadar vurdumduymazdı. Mevzu Sinem olduğunda çoğu şeyi kestiremiyordum. Daha fazla üstüne düşmek istemedim. ''Siz ne yaptınız? Artık bir şeyler resmileşti sanırım.'' dediğinde son söylediğine gülmeden edemedim. ''Resmileşmek ne demek Sinem ya? Evlendik mi sanki?'' o da gülüşüme karşılık verip, omuz silkti. ''Kabullendiniz mi yani bazı şeyleri? Açıklaması ne oldu sana?'' Sinem'e bu konudan bahsetme fırsatım olmamıştı. ''Düşündüğümüz gibi görevde berabermişiz. O dönem ben buna hayatımda birini istemediğimi kesin bir dille belirtmişim. Ondan sonraki günde hafızamı kaybetmişim zaten. Her gün hastanedeymiş. Hayatımda biri olduğunu düşündüğü için ben hastaneden çıktıktan sonra vazgeçmiş. Beni time seçen de o değilmiş ayrıca, albaymış.'' Sinem ağzı açık dinliyordu. ''Vay be. Al sana film senaryosu. Yıllar sonra tekrar bir aradasınız.'' Omuz silktim. ''İnsan belki de kaderinden kaçamıyordur. Sadece bir süre bir şeyleri erteliyordur.'' usulca başını salladı. O gece salonda uzun zamandır etmediğimiz kadar sohbet ettik. Onunla bir şeyleri paylaşmak beni hep mutlu ediyordu. Her zaman da böyle olacağından emindim.
Gece uzun zaman sonra derin bir uyku çekmiştim. Uyandığımda bütün vücudum zinde, kendimi oldukça iyi hissediyordum. Hemen duşa girip, kamuflajlarımı giymiştim. Bugün kazı yerine ben gidecektim. Muhtemelen Onat karargahta olacağı için görüşemeyecektik. Evden hızlıca çıktığımda Aybars'ın arabasının önümde durması beklediğim bir şey değildi. ''Günaydın. Bugün arazide beraberiz, atla gidelim.'' Aybars, ben, Alperen nöbetçiydik. Ön kapıyı açıp arabaya bindim. ''Günaydın. Nasılsınız komutanım?'' bakışlarım ona kaydı. Turuncu saçları vardı ve bu çok dikkat çekiyordu. Normalde turuncu saçlı insanlar bana tatlı gelirdi ama Aybarsta tatlılıktan ziyade bir çekicilik vardı. Kızların ilk andan ilgisini çekecek bir modeldi. ''İyiyim, seni sormalı?'' dediğinde bakışlarımı önüme çevirdim. ''İyiyim, teşekkür ederim.'' bakışlarım yoldaydı. Buralar oldukça dağlıktı. Bazen kendimi şehir merkezinden ziyade köydeymişim gibi hissediyordum. ''Bugün biraz yorucu geçecek.'' ''Neden?'' bildiğim kadarıyla sadece orada nöbet tutacaktık. Başka bir şey daha mı vardı? ''Ekip bir şey bulmuş. Ve sanırım kazmakta zorlanıyorlar. Buldukları şeyin çok önemli olduğunu söylediler. Destek amaçlı köyden kazı için birileri daha gelecek. Onat yüzbaşım da başımızda olacak.'' Başımı salladım. ''Sizce kazılarda bir şey çıkacak mı komutanım?'' omuzlarını silkti. ''Bilmiyorum. Harita, altın vs. böyle şeyler bir tık saçma geliyor. Koca bir devlete insan neden böyle şeyler için savaş açar ki?'' en başından beri ben de böyle düşünüyordum. İnsan neden böyle şeyler için başına böyle belalar alırdı? Aklım ermiyordu. ''Ben de aynı düşüncedeyim. Sanki bunların arkasından daha büyük bir şey çıkacakmış gibi hissediyorum.'' araç yavaşladığında kazı alanına geldiğimizi anlamıştım. ''Bekleyelim, görelim.'' araba tamamen durduğunda inmiştik. Alperen'in çoktan geldiğini görmüştüm. Kazı alanında ekiple sohbet ediyordu. Bizi görünce yanımıza doğru ilerlemeye başladı. ''Günaydın komutanım.'' bakışları ikimizin arasında gezindiğinde ben usulca başımı salladım. ''Günaydın Alperen. Kazı ne alemde? Köyden gelecek kazı ekibi geldi mi?'' ''Gelmek üzereler komutanım. Onat yüzbaşım o gelmeden başlamamalarını tembihledi. Onu bekliyoruz.'' demek ki Onat gelecekti. Hep beraber ekibin yanına doğru ilerlemeye başladık. ''Günaydın herkese.'' dediğimde hepsi aynı şekilde karşılık vermişti. Melih biraz ileride bilgisayardan bir şeylere bakıyordu. ''Bulduğunuz şey ne tam olarak?'' Aybars'ın sorusuyla Güneş'in bakışları onu buldu. ''Harita bulduk komutanım. Ama sorun şu ki o kadar derinde ki, bizim kendi aletlerimizle almamız mümkün değil. Onun için özel bir araç talep ettik.'' Aybars başını salladı. ''Pek bugün içinde çıkarabilir misiniz haritayı?'' Güneş'in bakışları hemen yanındaki Alpcan'a döndü. Bu sorunun muhatabı sanırım oydu. ''Normal bir derinlikte olsaydı çıkarabilirdik. Ama gereğinden fazla derinde olduğu için kesin bir şey söyleyemiyoruz komutanım.'' tam bir şey diyecekken herkesin bakışlarının arkamda olduğunu görüp, arkamı döndüm. Yiğidim, aslanım yine bütün heybetiyle geliyordu. Bu adamı görünce içimdeki 17 yaşındaki genç kızın salyalarını akıtmasına engel olamıyordum. Bakışları beni buldu, gözleri her beni bulduğunda sanki parıldıyordu. Hemen yanımıza geldiğinde diğer herkeste gezdirdi bakışlarını. ''Günaydın.'' dediğinde hepimiz hazır ola geçip ''Günaydın.'' Diye karşılık vermiştik. ''Nasılsınız?'' bakışları ekipteki çocuklarda gezindi. ''İyiyiz komutanım sağ olun. Sizler nasılsınız?'' Alpcan'ın sorusuyla bakışlarını ona sabitledi. Yan yana çok tatlı ve komik görünüyorlardı. Onat 1.90 boylarında iri yarı bir adamdı, Alpcan ise benimle aynı boyda yaklaşık 1.75 civarında cılız bir çocuktu. Koca ayı ve maşa gibilerdi. ''Sağ ol Alpcan, ben de iyiyim.'' ileriden gelen adım sesleriyle bakışlarım seslerin geldiği yöne döndü. Melih gelmişti. ''Hoş geldiniz hepiniz, günaydın. Yüzbaşım siz gelmeden başlamadık. Şu an başlayabiliriz sanırım.'' dediğinde sesinde biraz sitem vardı ama tabi ki Onat bunu duymamazlıktan geldi. ''Başlayabilirsiniz.'' Melih anlatmaya başladı. ''Köyden gelen araç varmak üzeredir. Bir harita bulduk. Ve bu kadar derinde olması normalde imkansız. Muhtemelen çok değerli ki bu kadar derine gömdüler. O yüzden sizden destek talebinde bulundum. Bizim elimizdekilerle ulaşılması zor.'' Onat da benim sorduğum soruyu sordu. ''Bugün içinde çıkarılabilir mi?'' Melih bir yandan bilgisayardan bir şeylerle uğraşıyordu. Onat'ın sorusuyla bakışları tekrar Onat'a döndü. ''Temennimiz o yönde. Ama bu gelen kişilerin yetkinliğine de bağlı.'' ''Peki. Siz gerekli hazırlıkları yapın o zaman. Biz buradayız.'' dediğinde ekiptekiler kendi arasında görev dağılımı yapmak için toplanmıştı. Biz de bizim için ayrılan kulübeye doğru ilerliyorduk. ''Yüzbaşım, bu ekibe ne kadar güvenebiliriz?'' hepimiz kulübedeki yerlerimize oturmuştuk. Alperen'in sorusuyla Onat'ın bakışları onu hedef aldı. ''Güvenemeyiz. Biz kimseye güvenemeyiz. Size burada nöbet tutturmamın en büyük sebebi bu. Sivil hayatı bizim için tabi ki değerli. Ama ihanet söz konusuysa, gereken yerlere ulaşmadan bizim önünü kesmemiz gerekir.'' bu şüpheci yaklaşımını anlayabiliyordum. Sonuçta her ne olursa olsun devlet tarafından görevlendirilseler de devletin içinden de çok sayıda hain çıkabiliyordu. ''Haklısınız komutanım.'' ileriden gelen kamyonlardan anladığım kadarıyla ekipte gelmişti. ''Bizim dahil olmamıza gerek var mı komutanım?'' Onat başını hayır dercesine salladı. ''Yönlendirmeyi onlar yapacaktır. Aksi bir durum için buradayız.'' Hepimiz traktör izleyen dayılar gibi yapılan kazıyı izliyorduk. Melih işinde oldukça iyiydi. Bu yadsınmaz bir gerçekti. ''İyi yönlendiriyor ekibini.'' dediğimde Onat'ın bakışları beni buldu. Gözlerinden geçen soğukluğa şahit oldum. ''Öyle mi dersin?'' bu bir meydan okumaydı. Neyi kıskanmıştı ki? Tek kaşımı kaldırdım. Diğerlerine baktığımda pür dikkat kazıyı izlediklerini görüyordum. Bizi duymuyorlardı. ''Evet.'' bakışlarını gözlerimden çekmedi. Ben de ona bakıyordum. ''Seni burada saatlerce öpmek istiyorum.'' telaşla bakışlarım arkasındakileri buldu. Onu duymaları imkansızdı. Çok ses vardı ve o kadar kısık sesle konuşmuştu ki ama içimdeki telaşa engele olamadım. Madem kartları açık oynuyorduk, kendisi bilirdi. ''Yapamayacağın şeyleri isteme.'' bu sefer gözlerinden geçen kesinlikle soğukluk değildi. Göz bebekleri sanki anlık alev alevdi. Birden ayağa kalktı. ''Birce albay imzalaman için bir evrak yollamıştı. İçeride sanırım, bir gelir misin benimle?'' böyle bir şey olmadığını biliyordum. İçim kıpır kıpır oldu. ''Tabi yüzbaşım.'' dediğimde arkasından kulübeye girdim ve kapıyı kapatmamla dudaklarımı öpmeye başlaması bir oldu. Bu duygunun tarifi yoktu. Onunla her temas ettiğimde, içimde bir şeyler resmen alev alıyordu. Bu asla tarif edebileceğim bir şey değildi. ''Beni kışkırtmaman gerektiğini hala öğrenmedin mi?'' konuştukça dudakları dudaklarıma temas ediyordu. Alttan bakan gözlerim, gözlerini buldu. ''Belki de öğrenmek istemiyorumdur?'' bu sefer onu kendime çeken bendim. Ensesinden tutup kendime çektiğimde resmen dişlerimiz birbirine değmişti, o sesi duymuştum. İçimdeki bu ilkel duygular bir tek onunlayken ortaya çıkıyordu. Bunu seviyordum. Sanırım ona dair her şeyi seviyordum. Kapının çalınmasıyla o kadar hızlı ondan ayrılmıştım ki, resmen adamı itmiştim. ''Yüzbaşım bir bakabilir misiniz?'' gözlerini kapattı, bir süre bekledi. ''Geliyorum.'' gözlerini tekrardan açıp bakışlarımızı birleştirdiğinde söylediği şeyle kasıklarımın sızladığını hissettim. ''Bir gün ikimiz baş başa bir odada kalacağız ve bunu durduracak kimse olmayacak. Seni istediğin her yerinden öpeceğim. Sözüm olsun.'' dedikten sonra bir daha gözlerime bakmadan kulübeden çıkmıştı. Sanki kilometrelerce koşmuşum gibi nefes nefeseydim. Bu adamın üstümdeki etkisini belki çok hafife alıyordum. Telefonu açıp kameradan kendime baktığımda dudaklarımın kızardığını gördüm. Hassas bir cilde sahip olduğum için ufak bir temasta bile vücudum kızarıyordu. Bir süre içeride oyalandıktan sonra ben de kulübeden çıktım. Çok şükür etrafta kimse yoktu. Birilerinin bakışlarını üstümde hissetmek beni gererdi. Hepsinin ileride kazı alanının başında olduğunu gördüğümde bende oraya doğru ilerledim. Alperen'in bakışları beni bulduğunda tek kaşı kalktı. Yüzünde bir gülümseme belirdi. Ona gözlerimi devirdikten sonra konuşulanları dinlemeye başladım. ''Eğer tahmin ettiğimiz şeyse büyük bir şey bulduk.'' Hilal'in sözleriyle bakışlarım ona kaydı. İlk tanıştığımızda oldukça utangaçtı. Şu an bir o kadar heyecanlı ve mutlu görünüyordu. Ona baktığımı hissetmiş olacak ki bakışları bana döndü. Yüzüne yine o utangaç gülümsemesini takındı. Ben de ona gülümseyerek karşılık verdim. ''Tahmin ettiğiniz şey ne?'' Onat'ın sorusuna Melih cevap verdi. ''O kadar uzun zamandır buralarda bir harita olduğu söylentisi dolanıyor ki. Bu o harita mı bilmiyoruz. Eğer oysa, herkesin gözü üzerimize dönecek.'' bakışlarında çekingenlik vardı. Onun bakışlarının aksine Onat gayet soğukkanlı bir şekilde ona bakıyordu. ''Biz de bunun için burada değil miyiz zaten? Dikkatlerini çeksin ve buraya gelsinler.'' o sırada Güneş'in ince sesini duydum. ''Ya biz buradayken gelirlerse?'' nedense söylediği çok komik ve tatlı gelmişti. Endişelenmesi normaldi. Muhtemelen hayatında çatışmayı bırak, doğru dürüst bir silah bile görmemişti. Onat da yüzündeki gülümsemeyi gizlemekle uğraşıyordu. ''Siz buradayken gelirlerse, biz de sizi korumak için buradayız ya?'' Alperen gayet kendinden emin bir şekilde soruyu cevaplamıştı. Güneş ise başıyla onu onayladıktan sonra kızaran yanaklarıyla bilgisayar başına döndü. Neredeyse üç dört saattir oradaydık ve kazı çalışmasının yarısına bile gelinmemişti. Muhtemelen bugün bitmeyecekti. ''Albay akşam ekibi yemeğe davet ediyor.'' bunu biz de bilmiyorduk. Albay yeni gelen herkese hoş geldin yemeği veriyordu. ''Bizi mi?'' Ogün'ün sorusuyla onun burada olduğunu bile unutmuştum. Geldiğimden beri sesini ilk defa duyuyordum. Onat başını salladı. ''Sizi ve bizim timi. Bunu bir hoş geldin geleneği olarak düşünün. Malum beraber yolumuz uzun gibi duruyor.'' ''Tamamdır yüzbaşı. Sen zaman ve konumu WhatsApptan iletirsin.'' Onat kulübeye doğru ilerlediğinde biz de peşinden ilerledik. ''Ben karargaha geçiyorum. Siz birkaç saat daha buralarda durun. Sonra zaten evlere geçersiniz. Akşam bizim yemek yediğimiz yerde buluşacağız. 20.00 gibi orada olursunuz.'' Aybars ve Alperen onayladıktan sonra gitmek üzereyken bana döndü. ''Biz seninle beraber gideriz. Dikkat et kendine.'' deyip ilerlemeye başladı. Diğerlerinin duyup duymaması çok umurunda da değildi. Bunu anlamıştım. Onat gittikten sonra zaman daha çabuk geçmişti. Kazının neredeyse sonuna gelinmişti ama hava kararmaya yakın olduğu için yarın devam edilecekti. Aybars'ın emriyle kazının başına ona yakın asker dikilmişti. Onat'ın da kesin emriydi. Ekipten başka sivil hiç kimse yaklaşmayacaktı. Aybars beni eve bıraktığında saatin altıya geldiğini gördüm. Hazırlanmam için iki saatim vardı. Bugün nedense güzel olmak istiyordum. Yani normalin dışında bir şeyler giymek istiyordum. Onattan aldığım iltifalar çok hoşuma gidiyordu. Sinem yine yemeği hazırlamıştı. Yemek yedikten sonra hızlı bir şekilde duşa girdim. O sırada Sinem'i bana kombin yapması için tembihlemiştim. Sonuç ne olacaktı bilmiyordum ama bu sefer onu dinleyecektim. O bana nazaran her zaman daha şık giyinirdi. Hızlıca duş aldıktan sonra odama geçtiğimde yatağın üzerinde gördüğüm kıyafetlerle, Sinem'e güvenmekte haklı olduğumu görüyordum. Basenden dar paçalara doğru bol giden, krem bol paça bir kumaş pantolon, onun üstüne de hafif göğüs dekoltesi olan bir gömlek koymuştu. Askeriyede başka dışarıda başkaydım. Benim için ne giydiğim ve tırnaklarım oldukça önemli bir kraterdi. Ne kadar elim silah tutsa, bazen nasırlansa da bu rutin el ve tırnak bakımlarıma engel değildi. Pantolonu giydiğimde belimin ince, basenlerimin de bir o kadar geniş olduğu gerçeği yüzüme çarptı. Bu durumdan şikayetçi değildim, aksine hoşuma gidiyordu. Göğüslerim için çok dolgun diyemezdim ama küçükte sayılmazdı. Fiziğim güzeldi. Bunda sürekli yaptığım antrenmanların tabi ki etkisi vardı. Üstümü giyindikten sonra saçlarımın uçlarını da maşaladım. Sıra makyaja gelmişti. Oldum olası makyajla çok aram olmadığı için aşırı derecede yapmıyordum. Suratıma bir şey sürmekten hoşlanmıyordum. O yüzden gözlerime hafif bir far, göz pınarlarıma beyaz kalem ve bir rimel sürdüm. Göz makyajım bu kadardı. Dudaklarıma da bordo bir ruj sürdükten sonra tamamdım. Kapı çaldığında ''Gelebilirsin.'' dediğimde Sinem içeri girdi. Beni süzdükten sonra ıslık çaldı. ''Kızım bazen diyorum asker olarak bu fiziğe yazık mı ettin?'' gözlerimi devirdim. ''Abart.'' dediğimde ikimizde gülümsedik. ''Çok güzel olmuşsun. Onat gözlerini senden alamayacak.'' ''Teşekkür ederim canim.'' saate baktığımda sekize geldiğini görmüştüm. Hemen ayaklanıp köşede duran trençkotu üzerime geçirdim. Altıma da ince topuklu botlarımı giymiştim. Onat aşağıda olduğunu söyleyen bir mesaj atmıştı bile. ''Çıktım ben. Görüşürüz.'' Sinemle vedalaştıktan hemen sonra asansöre bindim. Kendime asansörün aynasından son bir kez baktığımda güzel olduğumun farkındaydım. Dış kapıyı açtığımda Onat'ın arabanın başında telefonla oynadığını görmüştüm. Ayakkabının topuğundan dolayı çıkan sesi duyduğunda bakışlarını telefondan bana çevirdi. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Önce gözlerime baktı, sonra vücudumu süzdü. Bakışları tekrar gözlerimi bulunca, gözlerindeki beğeniyi anlamamak mümkün değildi. Yanına yaklaştığımda elimi tuttu. ''Şu an galiba evrenin en güzel kadını karşımda duruyor.'' iltifatıyla yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. O da oldukça yakışıklı duruyordu. Üzerinde bej rengi bir gömlek vardı. Sanki anlaşmışız gibi oldukça uyumlu duruyorduk. ''Ben de aynısını senin için söyleyebilirim. Çok iyi görünüyorsun.'' dediğimde sarılmak için beni kendine çekti, kollarım çoktan onu sarmalamıştı bile. Parfümü neydi bilmiyordum ama çok güzel kokuyordu. Burnunu boynumda hissettiğimde içim yine kıpır kıpır oldu. Bir süre öyle durduktan sonra geri çekildik. ''Keşke şu an baş başa bir yemeğe gidiyor olsaydık.'' bu söylediğiyle ona hak verdiğimi fark ettim. Şu an onunla baş başa olmayı ben de çok isterdim. ''Keşke.'' derin bir nefes aldım. Bakışlarımız tekrardan birleştiğinde aramızdaki bu çekimin bizi alıkoyduğunun farkındaydım. Sanki yemeğe gitmeyecekte her an eve çıkacak gibiydik. ''Hadi gidelim.'' dediğimde yüzünde bir tebessüm belirdi. ''Gidelim.'' deyip sürücü koltuğuna doğru ilerlemeye başladı. Ben de hemen ön koltuğa binmiştim. Aracı çalıştırdığında bakışları beni bulmuştu. ''Aklım sendeyken yola nasıl odaklanacağım bilmiyorum.'' güldü. Gayet yola odaklanabilirdi. Şu an bana iltifat etmek için böyle söylüyordu. ''Ne etkiledi seni tam olarak?'' hadi ama der gibi bana baktı. ''Evden çıkarken aynaya bakmadın sanırım hiç.'' bakmıştım ve gayet etkilenmesi için böyle giyinmiştim. Tabi onun bunu bilmesine pek gerek yoktu. Söylediği şeye sadece gülerek karşılık verdim. Şu an ona verdiğim cevaplarla ortamdaki etkileşimi arttırmak ikimiz içinde iyi olmayabilirdi. Kısa bir süre sonra restoranın önündeydik. Buraya ilk geldiğimde tek başımaydım. Şu an yanımda Onat vardı. Bu bile bana garip geliyordu. Arabadan indiğimde o da yanıma gelmişti. ''Gönlüm istiyor şuraya elini tutarak girmeyi ama albayın bizi azarlamasını da istemiyorum.'' Yüzümde munzur bir gülümsemeyle suratına baktım. ''Neden azarlasın ki?'' bakışları dudaklarıma kaydı. Bir süre orada oyalandıktan sonra tekrardan gözlerimi buldu. ''Önce çıkıp böyle böyle diye açıklamak gerekir. Pat diye timin ve diğerlerinin karşısına çıkmak onlarda ufak bir kalp ritim bozukluğu yaşatabilir.'' dediğinde kahkahama engel olamadım. Onun da yüzünde eğlendiğini gösteren bir gülümseme vardı. ''Haklısın. Hadi geçelim.'' içeriye doğru ilerledik. Burası güzel ve şık bir restorandı. Bildiğim kadarıyla askeriyenin ve emniyetin çoğu yemeği burada veriliyordu. O yüzden güvenliydi de. Restoranın cam kapıları açıldığında, içerisinin bu sefer dolu olduğunu gördüm. Geçen sefer albayın emriyle boşaltılmıştı. Ama bu sefer sanırım dikkat çekmemek adına böyle bir şey yapmamıştı. Masada albayı görünce adımlarım oraya doğru ilerledi, Onatta hemen yanımdaydı. Herkes gelmişti. ''İyi akşamlar.'' bakışlarımı masada gezdirdiğimde herkesin ne kadar şık olduğunu görmüştüm. Eve gidince Sinem'e kombin seçiminden dolayı teşekkür etmeyi aklımın bir köşesine not ettim. ''Şimdi tam olduk. Oturun bakalım çocuklar.'' albayın emriyle boş olan yere bakışlarım kaydı. Sadece Melih'in yanındaki iki koltuk boştu. Onat benden önce davranıp Melih'in yanına oturdu. Yan yana oturmamıza fırsat vermedi. İçten içe ona teşekkür ettim. Ben de hemen yanına kurulduğumda Melih'in bakışlarının bende olduğunu hissettim. Kafamı kaldırıp baktığımda ise yanılmadığımı görmüştüm. Ufak bir baş selamı verdikten sonra bakışlarımı albaya çevirdim. ''Öncelikle hepiniz tekrardan hoş geldiniz.'' herkes yüzünde tebessümle dinliyordu. ''Ben sıcak bir yemek masasının bütün herkesi birleştirdiğini düşünenlerdenim. O yüzden başında durduğum bütün timleri önce bir yemek masasına otururum ki birlikleri daim olsun. Siz de artık bizden sayılırsınız. Bu yol oldukça uzun bir yola benziyor. Ve Allah izin verdikçe bu yolda beraberiz. Hepiniz devlet tarafından seçilmiş, başarılı arkeologlarsınız. Umuyorum ki işiniz layığıyla yapacaksınız. Bu masada bu kadehler önce Ata'ma:'' kadehini masanın yanındaki Atatürk heykeline doğru kaldırdı. ''Sonra ise size kalkar.'' dediğinde hepimiz önce Ata'ma sonra ortaya doğru kaldırdık. Herkes bardağını tokuşturduktan sonra Onat hemen yanımdan bardağını bana doğru uzattı, ben de onun bardağıyla tokuşturdum. İkimiz de aynı anda bardağı kafamıza diktiğimizde içimin başta yandığını hissettim. Ama rakıyı ne zaman içsem başta böyle oluyordu. Muhtemelen birkaç yudum daha içince alışacaktım. ''Biz de böyle bir görevde yer aldığımız için çok gururluyuz albayım. Hepimiz için eminim ki inanılmaz bir deneyim olacak. Elimizden geldiğince size destek olacağımızdan şüpheniz olmasın. Sonuçta her şey vatan için.'' Melih'in söyledikleriyle albayın yüzü güldü. Ben bakışlarımı olabildiğince o tarafa çevirmemeye çalışıyordum. O adamda beni iten bir şeyler vardı. Neden bilmiyorum ama varlığı beni huzursuz ediyordu. Onat da aynı şekilde bakışlarını asla o tarafa çevirmiyordu. Aradan dakikalar geçti. Herkes kendi arasında sohbet ediyordu. Masada Şimal yoktu ve yokluğu hissediliyordu. Onu özlediğimi hissetmiştim. Bakışlarım köşede sessizce duran Selin'e kaydı. O da ona baktığımı hissedip bakışlarını masadan bana döndürmüştü. ''Nasılsın?'' yüzünde sakin bir tebessüm belirdi. ''İyiyim komutanım, siz nasılsınız?'' aramızda çok mesafe yoktu ama sesi sanki uzaktan geliyordu. Karşı çaprazımda oturuyordu. Onu daha iyi duyabilmek için masaya doğru eğildim. O sırada Melih'in bakışları bana kaydı. Aynı anda Onat'ın kolunu resmen göğsümün önüne siper etmesi dikkatimi çekmişti. Ona baktığımda ters bir şekilde Melih'e baktı ama Melih bakışlarını çoktan kaçırmıştı. Hafif bir şekilde dekoltemin açıldığını o an fark ettim. Kendimi hemen toparladığımda hiçbir şey yokmuş gibi Selinle konuşmaya devam ettim. ''Ben de iyiyim sağ ol. Şimal nasıl oldu? Yarın bir ziyarete geleyim onu.'' ''Yavaş yavaş üstüne basmaya başladı. O da sizi sormuştu geçen. Hepinizi çok özledi ve zorla evde duruyor.'' Güldüm. Görev için yanıp tutuşan askeri evde tutmak tabi ki zordu. ''Az kaldı. O iyileşsin de gerisi kolay. Yarın uğrayacağım.'' dediğimde başını sallamakla yetindi. Konuşmayı bu kadar sevmemesi bazen beni üzüyordu. Birden bacağımda hissettiğim elle vücudumdaki ısı yükseldi. Onat hemen karşısındaki Aybarsla sohbet ediyor, bir yandan da eli bacağımdaydı. Ve işin tuhaf kısmı Melih bunu görüyordu. Bilerek yaptığını düşünmüyordum. Ama ben de ona ayak uydurdum. Bir elime rakı bardağını alıp dikerken, diğer elimi masanın altından onun elinin üstüne koydum. Bunu gören Melih kaşlarını kaldırıp önüne döndü. Şaşırmıştı. Çokta sikimdeydi. Onat elinin üzerinde elimin varlığını hissedince bakışlarını saniyelik bana çevirdi. O kısacık saniyede bile, göz bebeklerindeki alevi gördüm. Tekrar Aybars'a döndüğümde elimin üstündeki eli parmaklarını okşamaya başladı. Kendimi bundan alıkoyamıyordum. Kanıma karışan alkol, içimdeki bazı şeyleri alevlendirmişti. Asla bozuntuya vermedi. Ben de aynı şekilde bakışlarımı etrafta gezdirdim. O sırada sadece bacağımın üzerinde duran eli, bacağımı okşamaya başladı. O anlık hararetle rakı bardağını kafama dikmiştim. Sanki içtiğim rakı değil benzindi. İçimi o denli yakmıştı. ''Birce komutanım, siz nereliydiniz?'' Alpcan'ın sorusuyla dikkatim dağıldı. Bakışlarım ona döndü. ''Kastamonu. Sen?'' acaba nereli olduğunu söylemiş miydi? Şu an dikkatim sadece Onatta hatta Onat'ın elinde olduğu için hiçbir şeye odaklanamamıştım. Onat sanki halime acır gibi elini çekti. Bir yanım boşluğa düşmüş gibi hissetse de diğer bir yanım rahatlamıştı. ''Ben de Erzurumluyum.'' gülümsedim. ''Ya ne güzel.'' yani şu an kimin nereli olduğu çok ilgimi çekmiyordu ama sohbetin devamında Hilal'in Muğlalı, Güneş'in Antalyalı, Ogün'ün Bolulu hatta Melih'in Kırıkkaleli olduğunu öğrenmiştim. Albay bizden müsaade isteyip kalkmıştı. Kendince gençleri baş başa bırakması gerektiğini söylemişti. Oğuzhan'ı elinde bardağa kaşıkla vururken görmek bana da sürpriz olmuştu. Herkesin bakışları ona kaydı. ''Öncelikle çok özür dilerim yüzbaşım ama bir şey söylemek istiyorum.'' Alperen paçasından tutup onu çekmeye çalıştı. ''Lan salak, rezil ettin bizi. Otursana.'' dediğinde Oğuzhan ayağıyla onu itekledi. ''Git şurdan artık, götle don gibi olduk senden bıktım.'' gülümsememe engel olamadım. Ama en çok Alperen'in yüz ifadesi sayesinde kahkahamı tutamamıştım. ''Bunu bana yapmayacaktın.'' o kadar saf bir şekilde Alperen'e bakıyordu ki, sanki kırk yıllık sevgilisi aldatmış gibi davranıyordu. Oturdu ve kollarını birbirine bağladı, bir daha hiç konuşmadı. Oğuzhan ona gözlerini devirdikten sonra konuşmaya devam etti. ''Ben aslında şu an burada ne diyecek-'' arka planda birden Ebru Gündeş- Yaparım Bilirsin çalmaya başladı. Oğuzhan ne diyeceğini bile unuttu. ''Yakarım, Romayı'da yakarım!'' Peşinden Güneş kalktı. ''Ben bulurum, seni yine bulurum! Olurum, yine senin olurum!'' Onat'a baktığımda hayretler içerisinde ikisini izliyordu. Resmen sandalyelerin üzerinde dans ediyorlardı. İşin garip yanı ben, Selin ve Onat dışında herkes onlara şarkıyı söyleyerek eşlik ediyordu. ''Ne oldu? Şaşırmış gibisin.'' Onat'ın bakışları masanın üzerindeki Oğuzhan'dan bana döndü. ''Dağda bayırda terörist ağlatan adam, çıkmış sandalye üstüne kıvırtıyor. Bu bana da sürpriz oldu tabi ki.'' güldüm. ''Eğleniyorlar işte.'' sandalyesini bana doğru döndürdüğünde odağı artık bendeydi. ''Sen eğleniyor musun peki?'' soruyu öyle bir ses tonuyla sormuştu ki tek kaşımı kaldırıp ona baktım. ''Yani. Kafam dağıldı diyelim.'' sandalyemi tutup beni kendine doğru çektiğinde dengemi sağlayamadım ve ona doğru savruldum. O kadar şiddetli çekmişti ki anın etkisiyle dengemi sağlayamamıştım. Ellerim dizlerini buldu. Kendimi öyle durdurdum. ''Keşke baş başa olacağımız bir yerde kafanı dağıtabilseydim.'' tam ona neden insan içinde böyle yaptığını söyleyecektim ki söylediği şeyle yine nutkum tutulur gibi oldu. Kendimi düzelttikten sonra bakışlarımı tekrar ona çevirdim. ''Buradan çıkışta baş başa olabiliriz.'' gözleri yine alevlendi, gördüm. Birden ayaklanmasını beklemiyordum. O ayağa kalkınca diğer herkesin bakışları da ona döndü. ''Ben, yani biz kalkıyoruz. Birce'yi de eve bırakayım. Aynı apartmandayız malum. İyi eğlenceler size.'' timdeki kimse buna inanmamıştı. Hatta Aybars tek kaşını kaldırmış ''Hadi oradan'' dercesine bize bakıyordu. Ben de daha fazla rezil olmamak için ayağa kalktım. ''Evet, benim de migrenim tutmuştu. Gideyim artık. İyi geceler.'' dediğimde herkes iyi geceler dileklerini iletti. Onatla beraber çıkışa doğru ilerliyorduk. ''Bu kadar yalnız kalmak istediğini bilseydim, daha önce kalkardık.'' arabanın önüne gelmiştik. Şoför koltuğunun oraya geçti, binmeden önce ellerini arabanın üstüne koydu. ''Bana kalsa seni apartmanın önünde gördüğümde, direkt yukarı çıkmamız gerekirdi.'' cümlesini bitirir bitirmez arabanın içine girdi. Derin bir nefes aldım. İçimde alev alev olan bu duyguya oldukça yabancıydım. Kendimi dizginlemem gerekiyordu. Ben de arabaya bindikten sonra eve doğru yol almıştık. Eve varana kadar hiç konuşmamıştık. Arabadan indiğimde yan yana ilerliyorduk. ''Daha bir şeyler içmek ister misin?'' İster miydim bilmiyordum. Yani şu an tam anlamıyla sarhoş sayılmazdım, çakırkeyiftim. Başka bir alkol içsem midem bulanabilirdi. Ama bir yanım da içmek istiyordu. Apartmandan içeri girdik. ''Şarap olsa fena olmazdı.'' asansöre bindik. Bana döndü. Bütün güzelliğiyle karşımdaydı. Çok etkileyici bir aurası vardı. ''Evde var.'' Yüzümde bir gülümseme belirdi. Asansörün kapıları açıldı. Gelmiştik. Evin kapısını açtığında elleriyle bana içeriyi işaret etti. Eğilmeden ellerimi ayağıma getirip, ayakkabıyı çıkarmaya çalıştım. Beceremedim. Tam eğileceğim sırada Onat'ın ellerini ayağımda hissettim. Önümde diz çökmüş, ayakkabımı çıkartıyordu. Elleri usulca ayakkabıma gitti, sakince çıkardı. Bakışları beni buldu. Bileğime ufak bir öpücük kondurduğunda tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Aynı hassasiyetle diğer ayakkabımı da çıkardığında ayağa kalktı. Şimdi yüz yüzeydik. ''Ben hallederdim.'' Sesim o kadar kısık çıktı ki muhtemelen bu kadar yakın olmasak beni duymazdı. Bakışları bulanıktı. Aramızdaki elektriklenmeyi hissediyordum. ''Sen içeri geç. Ben şarapları doldurup geliyorum.'' içeri doğru ilerlediğimde ayaklarımın sızlamasıyla, topuklu ayakkabı giymemenin dezavantajını yaşadığımı anlamıştım. Kendimi koltuğa bıraktığımda bir nebzede olsa rahatlamıştım. Sinem'e akşam burada kalacağımın haberini verdiğim bir mesaj yazdım. Dakikalar sonra Onat elinde iki şarap bardağıyla geldiğinde elimdeki telefonu bıraktım. Bardakları önümüzdeki masaya koyduğunda yanıma oturdu. ''Yorucu bir gün oldu.'' bakışları tavandaydı. '' Yorucu ama güzeldi.'' Sehpadan şarabı aldığımda, kanıma uzun zamandır bu kadar alkol girmediğinin farkındaydım. Bir yudum aldım, oldukça güzeldi. Midemi bulandırır diye endişelenirken aksine, tadı meyve suyu gibiydi. Onat da masada duran şarabından bir yudum aldı. ''Alkole karşı dayanıklı bir bünyen var.'' öyleydi. Ne kadar içersem içeyim hiçbir zaman kendimi dağıtmazdım. Kolumu koltuğun arkasına yasladığımda başımı da kolumun üzerin koydum. Bakışlarım ondaydı. Ne kadar sarhoş olmam desem de bakışlarımın bayıklaştığının farkındaydım. ''Öyle, evet.'' oturduğum pozisyondan dolayı saçlarım önüme gelmişti. Koltukta bana doğru yaklaştı. Önüme gelen saçımı, eliyle kulağımın arkasına sıkıştırdı. ''Bana böyle bayık bayık bakmanı sevdim.'' yüzümde bir gülümseme belirdi. Ben de kendimi tutmadım, elimi onun yanağına getirdim. Geniş bir şekilde gülümsediğinde sadece sol yanağında bir gamze beliriyordu. ''Gülsene.'' ikiletmedi. Gülümsedi. O gamze orada yerini aldı. ''Çok güzel.'' şarap kanıma karışmaya başlamıştı. Bunu hissedebiliyorum. Gamzesinde duran elimi ellerinin içine aldı. Avucumun içini öptü. Bakışları gözlerimdeydi. ''Senin olduğun bir yerde, senden güzel hiçbir şey olamaz Birce.'' iyice ona yaklaştım. Burnum boyun girintisine girmişti bile. Buradan bile mayıştığımı anlayabiliyordum. ''Öyle bir şey yok. Mesela şu an kokunu alabilseydin, dünyanın en güzel şeyinin senin kokun olduğunu anlardın.'' burnundan verdiği nefesten güldüğünü anlamıştım. Kafamı kaldırdığımda bakışlarım onu buldu. O da başını eğmiş bana bakıyordu. ''Seninle başımız büyük dertte.'' yüzümdeki gülümse büyüdü. ''Dert senden gelince, inan sorun değil.'' Söylediğim sanırım bardağı taşıran son damla olmuştu. Dudaklarıma o kadar hızlı bir şekilde kapandı ki bir an başımın daha fazla döndüğünü hissettim. Bir eliyle başımı sabitledi, diğer eli ise belimi okşuyordu. Bu duyguya her ne olursa olsun alışamayacaktım. Kalbimin üstünde biri raks ediyor gibiydi. Kalp atışlarımın bu kadar hızlı olmasının başka sebebi olmazdı. O an reflekslerime hakim olamadım, içimden geliyordu ve yapacaktım. Kendimi birden kucağında bulmam Onat'a da sürpriz olmuştu. Birden dudaklarımız birbirinden ayrıldı. ''Eğer alkolün etkisindeysen ve bir şeyler yaşamak için doğru zaman değilse seni anlar-'' onu susturan yine dudaklarım olmuştu. Hayır, kafam gayet yerindeydi. Ve onu hissetmeyi istiyordum. Kendimi geri çektiğimde gözlerim gözlerini buldu. ''Cevabını almışsındır umarım.'' dili dudaklarında gezindi. ''Aldım.'' beni öyle hızlı kendine çekmişti ki yine içimde bir şeyler titredi. Pantolonumun altından kot pantolonundaki sertliği hissedebiliyordum. Onun benim için bu hale gelmiş olması, henüz bana temas etmeden bile beni tahrik ediyordu. ''İçimde sana karşı durduramadığım bu his sonumuz olacak gibi hissediyorum.'' Nefesleri hızlıydı. Her gün düzenli antrenman yapan, kilometrelerce yürüyen adam bir öpüşümle bu hale geliyordu. Bu bile ben de inleme isteği oluşturuyordu. ''Ya yanacağız ya kül olacağız. Başka çare yok.'' başını usulca salladı. Kendimi istemsiz pantolonundan belli olan sertliğe bastırınca ismimi söyleyerek başını koltuğun sırtlık kısmına yasladı. O sırada boynu gözlerimin önüne serildi. Ona doğru eğildiğimde, boynuna ufak bir öpücük kondurdum. Yetmedi, o an daha fazlasını istedim. Öptüğüm yere dilimi değdirince Onat'ın beni kendinden uzaklaştırması bir oldu. ''Güzelim, bu anları kanında bir gram alkol yokken yaşamak istiyorum. Senin de her şeyin bilincinde ve farkında olmanı istiyorum. Ama biraz daha ileri gidersek kendimi tutamayacağım.'' yüzüm düşmüştü. O da bunu gördü. Üstünden kalkmak için hamle yaptığımda kalkmamı engelledi. Elleriyle yüzümü avuçladı. Beni düşündüğünün farkındaydım ama ben de lanet olası hormonlarıma engel olamıyordum. ''Yaşadığımız her anı, her saniyesini hatırla ve bilincinde ol istiyorum.'' usulca başımı salladım. Tam o sırada Onat'ın telefonu çaldı. İçimi bir huzursuzluk kapladı. Koltuğun üstünde duran telefonu açmıştı. ''Efendim Aybars.'' dediğinde yerinden doğrulmak istedi. Sırtımdan beni tuttuğunda kucağından kalkıp yanına oturdum. ''Ne?'' bakışları beni buldu. Bir şey olmuştu. ''Tamam geliyoruz.'' Telefonu kapattı. ''Ne oldu?'' derin bir nefes aldı. ''İstanbul'a gidiyoruz.''
|
0% |