Yeni Üyelik
15.
Bölüm

BÖLÜM ON BEŞ

@monsoleil

Merhabalar! Yorumlarınız ve oylarınız benim için çok kıymetli. Tepkilerinizi merak ediyorum. Her hafta sizin için buralarda olmaya çalışıyorum, siz de buradaysanız bana kendinizi belli edin.🤍

İYİ OKUMALAAAR!! ❤️‍🩹❤️‍🩹

 

İnsanın birine güvenmesi, bazen dünyanın en zor şeyidir. Karşısındakine koşulsuz güvenen insan, sırtını da koşulsuz ona yaslar. Benim için bir insana güvenmek, o insanı tam anlamıyla hayatıma kabul etmekti.

Onatla tanışalı çok uzun zaman olmamıştı -ya da ben öyle sanmıştım- ama onun yanında kendimi güvende hissetmeme engel olamıyordum. O yanımdayken uyku problemim olmuyor, aksine hemen mayışıyordum. O yanımdayken her şeyi başaracakmışım gibi hissediyordum. Onun bana olan bakışlarında gördüğüm o tanıdıklık hissini bugün tam anlamıyla anlamıştım. Bunu böyle mi öğrenmem gerekirdi? Arkamda duran Erkin'e bakmadan dışarı çıktım. Beni kapıda gören Oğuzhan ve Alperen bir sorun olduğunu anlamıştı.

"Komutanım iyi misiniz?" başımı salladım.

"Erkin'i içeriden alın. Ben sizi aşağıda bekliyorum." tam yanlarından geçecekken Oğuzhan kolumdan tuttu. Bakışların önce kolumu tutan eline, sonra yüzüne kaydı.

"Size bir şey mi yaptı?" endişelenmişti ama şu an sırası değildi.

"Hayır. İçeri geçin ve onu alın." Kolumu elinden kurtarıp merdivenlere doğru ilerledim. Şu an Onat'ı görmek istemiyordum. Onu görsem ne hissedeceğimi bilmiyordum. Hızlı bir şekilde merdivenleri indiğimde telsizden gelen sesle olduğum yerde kaldım.

"Kaçmış komutanım." Erkin gitmişti. Onat'ın beni odadan çıkarması başlı başına bir fiyaskoydu. Son iki basamağı da indiğimde Onat karşıma çıktı. Yüzümde nasıl bir ifade gördü bilmiyorum ama beni görünce gözlerine oturan hüznü görebiliyordum.

"Birce bak-" elimi kaldırdığımda sustu. Şu an çok daha önemli bir konu vardı.

"Erkin ortada yok. Şu an konuşmamız gereken şey bu. Başka bir şey değil yüzbaşım." gözlerime aynı ifadeyle bakmaya devam etti. Tam bir şey diyeceği sırada arkadan gelen Alperen'in sesini duydum.

"Komutanım, muhtemelen borulardan aşağıya indi ve direkt araçla aldılar. Güvenlik kameralarından aracın plakasına ulaşacağız." Onat asla bakışlarını üstümden çekmiyordu. Karşısında ona duvar gibi bakan bir Birce görmekten zevk alıyorsa, istediği kadar bakabilirdi.

"Kaçması plan dahilindeydi. Onu paket etmek önceliğimizdi ama önemli bilgiler edindik. Dönüyoruz." hiçbirimiz böyle bir şey beklemiyorduk. Ama oturup onunla bunu tartışacak halim olmadığı için salonun çıkışına yöneldim. Çocuklarında arkamdan geldiğini duyuyordum. Hepimiz araca geldiğimizde bakışlarım direkt Selin'i buldu.

"Şimalden bir haber var mı? Nasıl?" ona sormama şaşırmıştı. Önce Onat'a sonra bana baktı.

"Aybars komutanımla beraberler. Ayağını sıyırmış kurşun, bir sorun yok komutanım. Az sonra karargaha gelecekler." usulca başımı salladığımda bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Ankara'nın ıssız sokaklarında ilerliyorduk. Kimseden ses çıkmıyordu. Şu an zihnimde birden fazla şey dönüyordu. Operasyonun başarısız olması, Onat'ın bana söylediği yalanlar, Erkin'in bahsettiği silah. Bunlar sadece aklıma gelenlerdi. Arka planda, Onat'ın yaptığı şeyi hazmetmek benim için zordu. Benden bunu saklaması için mantıklı bir sebep yoktu. Bir yanım onu dinlemek istiyordu, diğer yanım ise beni bu zamana kadar salak yerine koyduğu için ona çok kızgındı.

Ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama karargaha geldiğimizi önünde dalgalanan Türk bayrağından anlamıştım. Herkes araçtan indiğinde ben de onları takip ettim. Onat konuşmak için beni bir daha darlamamıştı. Bu benim için iyi bir şeydi. İçeride bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Kafamı o yöne doğru çevirdiğimde sebebinin Şimal olduğunu anlamıştım. Aybars'ın kolunun altına girmiş, seke seke yürüyordu. Hemen ona doğru ilerlemeye başladım.

"Şimal, iyi misin?" içimde tutamadığım anaç güdüyle ona sarıldım. Onun için çok endişelenmiştim.

"İyiyim komutanım. Sağ olun." kendimi geri çekip ona baktığımda, durgun olduğunu gördüm. Bakışlarım Aybars'a kaydığında gözlerini kırpıp bir sorun olmadığını belli etmişti. Şimal'i daha fazla ayakta tutmamak için geçmeleri için kenara çekildim.

"Odaya geç, ben de geliyorum." ikisi de başını salladıktan sonra önce değerlendirme için toplantı odasına gideceğimizi bildiğimden, oraya doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde herkesin orada olduğunu gördüm.

"Şimal'in yanındaydım. Kusura bakmayın." önüme gelen herhangi bir koltuğa oturdum. Kafamı kaldırıp Onatla göz göze gelmek istemiyordum. Şu an bana baktığının farkındaydım. Caner yüzbaşının sesini duyunca bakışlarımı ona çevirdim.

"İyi iş çıkardınız. Hedefe ulaşamamış olsanız da ne beklediklerinin farkındayız en azından." anladığım kadarıyla operasyonda Erkin'i yakalamaktan önemli olan şey ne aradıklarını öğrenmekti. Onat bize bunu muhtemelen bilerek söylememişti. Bazen böyle stratejik durumlar olabiliyordu.

"İyi iş çıkardınız. Tebrik ederim." Onat'ın sesiyle elimde olmadan bakışlarımı ona çevirdim. Hep beraber "Sağ ol." dediğimizde onun bakışları sadece bendeydi.

"Normalde gece dönecektik ama Şimal'in durumu belli. Yarın sabah döneceğiz. Gidip dinlenebilirsiniz." hepimiz ayaklandığında Onat'ın sesiyle olduğum yerde kaldım.

"Birce, sen bekle." bu durumdan nefret ediyordum. Herkes çıktığında baş başa kaldık. Yüzümde bozmadığım ifademle ona döndüm.

"Buyrun komutanım." derin bir nefes aldı.

"Rütbeye gerek yok. Konuşalım mı?" istemiyordum. Şu an konuşursam kalbini kırardım. Dilim sivriydi, kendimi tutamazdım.

"Şu an bir şey konuşmak istemiyorum." tam çıkacağım sıra da kolumdan tutunca derin bir nefes aldım.

"Kaçacak mısın?" Histerik bir şekilde güldüm. Kolumu ondan çektiğimde vücudumu tamamen ona döndürdüm.

"Kaçan ben miyim yoksa sen mi? Söylesene gerçeklerden kaçmadıysan bunca zamandır neden söylemedin?" haklıydım. O da bunun farkındaydı.

"Bunları konuşacağız." yine kendimi gülmekten alıkoyamadım.

"Aynen. Her şey senin istediğin gibi olacak zaten." tam beni tutacaktı ki müsaade etmeden kendimi kapının dışına atmıştım. Bugün yeterince gerçeklerle yüzleşmiştim. O yüzden bir an önce eve gitmek istiyordum. Orada bulunan askerlere lojmanların nerede olduğunu sorduktan sonra kendi kalacağım yeri de öğrenip ilerlemeye başlamıştım. Muhtemelen kızlarla bize bir oda tahsis etmişlerdi. Kapının önüne geldiğimde 2 tane bot görmekse bu düşüncemi doğruladı. Zile bastım. Saniyeler sonra Selin kapıyı açtı.

"Buyrun komutanım." ona gülümsedikten sonra ayakkabılarımı çıkarıp bende içeri geçtim. Lojmanlar genelde çok büyük olmazdı. Burası da öyleydi. Küçük holden geçtikten sonra karşıdaki oturma odasını gördüm. Şimal orada yatıyordu.

"Nasıl oldun?" beni görünce olduğu yerde doğrulmak istedi. Yanına oturduğumda ona engel oldum.

"Ne yapıyorsun güzelim? Yat uzan. Nasıl oldun? Bir şeye ihtiyacın var mı?" yüzü gülüyordu.

"İyiyim komutanım. Sağ olun." yüzü yine de solgun görünüyordu.

"Kaç gün üstüne basmayacaksın?" sorumu duyunca huzursuz oldu.

"2 hafta dinlen dedi doktor. Ama ben 2 hafta duramam evde." onu anlayabiliyordum. Bizim gibi insanlara bir yerden sonra rahat batıyordu.

"Durman gerek. Zor biliyorum ama ayağın iyileşmezse bu süreç daha çok uzar biliyorsun." biliyordu ama canını sıkmaktan kendini alıkoyamıyordu. Usulca başını salladı.

"Ben odaya geçiyorum. Bir şey olursa seslenirsiniz." tam kapının eşiğine gelince Selin'in sesiyle bakışlarım arkama döndü.

"İyi misin?" bu rütbeyi bırakıp bana samimi olduğu tek an sayılabilirdi.

"İyiyim. Teşekkür ederim." inanmamıştı. Ama şu an bunu düşünecek kafada değildim. Odaya gittiğimde üstümü değiştirip hızlı bir duş aldım. Başımı yastığa koyduğumda uzun zamandır içimde baş gösteren huzursuzluk, bugün tamamen gün yüzüne çıkmıştı. Bunun en büyük sebebi tabi ki Onattı. Telefonun titrediğini hissettiğimde sanki kalbim bunu bekliyormuş gibi hızlı atmaya başladı. Onattan bir mesaj gelmişti.

''Şu an uyuyamadığını biliyorum. Seni görmek istiyorum.''

İlk defa ben istemiyordum. Belki bazı insanlar çok abarttığımı düşünebilirdi ama aksine benim için güven bu hayattaki en önemli şeydi. O yüzden kolay kolay sindirebileceğim bir durum değildi. Mesajı görmemezlikten gelip kendimi uykuya zorladım. O gece ara ara uyanıp telefona bakma ihtiyacı duydum. Ama Onat'ın bir daha mesaj atmaması içimde bir sızıya sebep oldu. Bir tarafım deli gibi konuşmak istiyordu diğer tarafım ise en azından bir süre görüşmek istemiyordu. Gerçi aynı timde olduğumuz sürece bu çok mümkün değildi.

Bütün gece beynimdeki düşüncelerin beni bırakmadığı, ara ara uyandığım birkaç saat geçirdim. Sabah gün ışığının yüzüme vurmasıyla uyanmıştım. Saate baktığımda yediye geliyordu. Sekiz civarında özel bir helikopterle Hakkari'ye uçacaktık. İçeriden gelen tıkırtı sesleriyle kızların çoktan uyandığını anlamıştım. Hemen üzerimi değiştirdikten sonra içeriye doğru ilerledim. Şimal'in pek bir seçeneği olmadığı için yatıyordu. Selin'in ise kahvaltı hazırladığını görmüştüm.

''Günaydın.'' Şimal yerinden doğrulmaya çalıştığında ona elimi kaldırarak engel oldum.

''Kızlar, askeriye dışında bana herhangi bir saygı duymanızı beklemiyorum. Rütbe, askeriyeden içeri girince geçerli benim için. Anlaştık mı?'' alışkanlık olacak ki ''Emredersiniz.'' Diye cevap verdiklerinde kendimi tutamadım ve güldüm. Onlar da yaptığı bu gafı farkına varmış ve gülmüştü.

''Ellerine sağlık Selin.'' masayı Şimal'in koltuğuna yakın bir şekilde çektikten sonra Selin birlikte Şima'in tam karşısına oturup yemeğe başladık.

''Kendimi çok suçlu hissediyorum.'' Şimal'in sözleriyle bakışlarım önümdeki tabaktan onu buldu.

''Neden?'' nedenini aslında tahmin edebiliyordum. Ama böyle bir sebepten kendini suçlu hissetmesini istemiyordum.

''Benim yüzümden operasyon mahvolmuş gibi hissediyorum.'' tam da tahmin ettiğim gibiydi. Olduğum yerde dikleştim.

''Ben de o odadan çıkmasaydım Erkin yakalanacaktı. Herkesin hatalı olduğu yerler olabiliyor. Bunu şahsi algılama. Ne kadar askersek bir o kadar çokta insanız. Bunu hiçbir zaman unutma.'' bu söylediklerim ona etki etmeyecekti. Biliyordum. Çünkü her ne dersek diyelim, operasyon söz konusu olunca, sonuç size dokunuyorsa mantıklı düşünemiyordunuz.

Başını usulca salladıktan sonra yemeğini yemeğe devam etti. İçimden konuşmak gelmiyordu. Normalde sessiz kalmaz, konuşurdum. Ama bugün o kişi ben değildim. Kızlarında çok keyfi yoktu ki çok konuşmadan masadan kalkmıştık. O sırada gruba Onattan gelen mesajla bir saat sonra yola çıkacağımızı öğrenmiştim. Kızlarla hazırlandıktan sonra zaten yarım saat geçmişti.

''Sen bu şekilde zorlanacaksan, iyileşene kadar burada kalmanı talep edebiliriz.'' Şimal'in ağrısı olduğunu yüzünden anlayabiliyordum.

''Yok komutanım. Ayağımı yüksekte tuttuğum sürece sorun yok. Zaten helikopterle gidiyoruz. Rahat hareket ederim.'' özel bir helikopterle gidecektik. Uçak bileti yeteri kadar olmadığı için, albay tarafından helikopter ayarlanmıştı. Melih'in kazıya başlayacağını öğrenmiştik. O yüzden kısa sürede orada olmalıydık. Melih ve ekibi hazırdı. Gerekirse bütün Hakkari'yi kazacaklardı.

Aramızda geçirdiğimiz kısa bir sohbet sonrası gelen telefonla hareketlendik. Selinle beraber Şimal'in koluna girip beraber inmiştik. Aşağıda bir minibüs vardı. İçerisinde Onat olduğunu bilmek bile beni geriyordu. Aybars Şimal'i kendi kolunun altına aldı ve oturdular. Peşinden biz de oturmuştuk. Arabadaki herkesle selamlaştım. Bakışlarımı Onat'a çevirmemeye gayret ediyordum.

''Daha iyi misin Şimal?'' ben ne kadar ondan kaçsam da aynı ortamda olduğumuz sürece bu pek mümkün değildi. Sesini duyduğumda ona bakmak yerine bakışlarımı Şimal'e çevirdim.

''İyiyim komutanım. Doktor 1 haftaya toplayacağımı söyledi.'' Şimal'e cevap vermemişti. Arabada ara ara dönen muhabbetler dışında hiçbir şeye dahil olmamıştım. Oğuzhan nasıl olduğumu sormuş, onu da geçiştirmiştim. Kimseyle konuşmak istemiyordum. O kadar hızlı bir sürede helikoptere binip, Hakkariye gelmiştik ki sanki uyumuş ve uyanmıştım. Onat indikten sonra hepimizin evlere dağılabileceğini söyledi. Arkama bile bakmadan eve doğru adımladım.

Sinemle konuşmaya ihtiyacım vardı. Hafızamı kaybettiğim dönemde yanımda olan tek insan oydu. Ve hastane sürecimde de yanımda hep o vardı. Onda aradığım soruların cevabının olduğunu biliyordum. Hızlı bir şekilde eve geldiğimde duşa girdim. Sinem daha gelmemişti. Çalışıyordu. Zihnimin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bunun farkındaydım. Benim zihnimi dinlendirme yöntemim de meşgul olmaktan geçiyordu. Mutfağa gittiğimde yemek hazırlamaya başladım. Sinem yemek ayırt eden biri değildi. Ne yapsam yerdi. Benim de çok ayırt ettiğim söylenemezdi. Sadece pırasa yemeğine ne yaparsam yapayım ısınamıyordum. İki çeşit yemek çıkardıktan sonra dış kapının açılma sesiyle Sinem'in geldiğini duydum.

''Eve girer girmez yemek kokularıyla karşılanmak ne güzelmiş. Hoş geldin komutanım.'' dediğinde yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Yanıma geldi ve bana sarıldı. Ben de ona aynı içtenlikle karşılık vermiştim. Üstünü değiştirdikten sonra sofrayı hazırlamama yardım etti ve yemeğe oturmuştuk.

''Sinem sana bir şey soracağım ama dürüst olmanı istiyorum.'' bakışları önündeki tabaktan kalkıp beni buldu.

''Ne oldu?'' Nasıl soracağımı bilmiyordum. Onun Onat'ı tanıdığını düşünmüyordum. Böyle bir durum olsa bana söylerdi.

''Ben hafızamı kaybettiğim dönem, Onat'ı gördün mü hiç?'' Kaşları çatıldı.

''O ne demek? Neden böyle bir şey soruyorsun?'' şaşırmıştı.

''Dün bir şey öğrendim. Erkin'i tam alacağım sırada bana bir şey söyledi. Onat'ın hafızamı kaybettiğim dönemde sürekli yanımda olduğundan bahsetti.'' Sinem'in lokması boğazına takıldı. Öksürmeye başladı. Yanında duran suyu içtikten sonra konuşmaya başladı.

''Böyle bir şey mümkün değil. Onat'ı görsem hatırlardım.'' benim de kafamı karıştıran nokta buydu. Sinem insanları iyi analiz eden biriydi. Her şeyden önce Onat sürekli yanımda olsa, Sinem'in bu durumdan haberdar olmama ihtimali yoktu.

''Ben de anlamıyorum. Erkin yalan söylüyor desem, Onat bunu yalanlayacak hiçbir davranışta bulunmadı. Konuşmak istiyor benimle ama şu an hazır değilim buna.'' Sinem bir şey hatırlamış gibi kaşlarını çatarak bakışlarını benimle buluşturdu.

''Bir dakika Birce. Sen hafızanı kaybettiğin zamanda yaralandığın anı ve o görevi hatırlamıyorsun değil mi?'' hatırlamıyordum. Hala bir şeyler kesik kesikti. Büyük bir ölüm tehlikesi atlatmıştım. O yüzden doktor travmaya bağlı bir hafıza kaybı olduğunu, kaza anı ve öncesinin kalıcı bir hafıza kaybına sebep olabileceğini söylemişti. Çok şükür ki her şeyi hatırlamıştım ama eksik olan sadece görev ve görev esnasında yaşadıklarımdı. Bunun olabileceğini doktor önceden söylemişti.

''Evet, hatırlamıyorum.'' Sinem bir şey bulmuş gibi başını hızlıca salladı.

''Ya gittiğiniz o görevde Onatla karşılaştıysanız?'' böyle bir şey olabilir miydi?

''Böyle bir şey olabilir mi?'' Sinem omuzlarını bilmem dercesine kaldırdı.

''Başka mantıklı bir açıklaması var mı? Ayrıca askeri hastanede yattığın için milyon tane asker görüyordum. Ve her zaman beni içeri almıyorlardı biliyorsun. Onat oraya geldiyse bile onu hatırlamam pek olası olmayabilir.'' haklıydı.

''Bunu öğrenmenin tek yolu sanırım Onattan geçiyor.'' maalesef ki bunda da haklıydı. Derin bir nefes aldım.

''Bana neden yalan söyledi? Sinem biliyorsun, benim hayatımda güven çok önemli.'' Anlayışlı bir şekilde başını salladı. Konuşmaya devam ettim.

''Bana karşıma gelip anlatsaydı ne olacaktı ki? Ne değişecekti? Saklayınca eline ne geçti anlamıyorum.''

''Belki de çekindi. Üzerinden uzun zaman geçti Birce biliyorsun. Tabi bu yaptığını haklı çıkarmaz ama onun tarafından da dinlemekte fayda var.'' elime telefonu aldım ve evde olup olmadığına dair bir mesaj attım.

''Bilmiyorum. Her ne olursa olsun yalan söylememeliydi. Bana her baktığında onu tanıyormuşum gibi hissetmemin sebebini böyle öğrenmemeliydim.'' Sinem usulca başını salladı. O sırada Onat evde olduğunu söyleyen bir mesajla geri dönmüştü.

''Hadi git ve gerçeklerle yüzleş. Onat mantıklı bir adama benziyor. Umarım mantıklı bir açıklaması da vardır.''

''Umarım.'' dedikten sonra içeride üzerime bir sweat ve eşofman altı giyip evden çıktım. Şu an nasıl göründüğüm en son ilgilendiğim şeylerden biriydi açıkçası. Zihnim doluyken böyle şeylerle ilgilenemiyordum. Dairenin önüne gelip zili çaldığımda sanki zaman bir türlü geçmiyordu. Kapı açıldığında Onat'ı gördüm. Ondan uzak kalmak, içimde ona karşı olan özlemi arttırmıştı. Neden bilmiyorum ama sanki uzun zamandır onu görmüyormuş gibi hissettim. Oysa ki saatler önce beraberdik.

''Hoş geldin.'' bakışlarım ona kaydığında yeni duştan çıktığını anlayabiliyordum. Saçları henüz ıslaktı. Ve üzerinden gelen şampuan kokusu buram buramdı.

''Hoş buldum.'' yanından geçerek oturma odasına doğru ilerledim. Onun da arkamdan geldiğini duyabiliyordum. Koltuğa oturduğumda özlediğime emin olduğum sesini duydum.

''Kahve içer misin?'' sanırım bu konuşma öncesi bir kahveye ihtiyacım olacaktı.

''Olur.'' dediğimde mutfağa doğru ilerledi. Bu eve her geldiğimde kokusunu buram buram solumak beni mutlu ediyordu. Dakikalar sonra elinde kahveyle içeri girdi. Normalde yanıma otururdu. Ama şu an böyle oturması benim de işime gelmişti. Gerçekleri gözlerimin içine bakarak söylemesini istiyordum.

''Nasılsın?'' sorduğu soruya histerik bir şekilde güldüm.

''Sence nasıl olmalıyım?'' bakışları bir süre gülüşümde oyalandı. Sonra bakışlarını dumanı tüten fincana çevirdi.

''Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Ne kadarını hatırlıyorsun bilmiyorum.'' hiçbir şey hatırlamıyordum.

''Seni hatırlamıyorum Onat.'' söylediğim cümle bir bıçak misali ortamıza düştü. Bakışları beni buldu. Söylediğim şeye alınmış mıydı bilmiyorum ama içimde baş gösteren öfkeye karşı koyamadım.

''Peki. Doktorun o dönem görev ve öncesini hatırlamamanın normal olduğunu söylemişti.'' doktorumla sürekli konuşacak kadar benimleydi.

''Görevde beraber miydik?'' usulca başını salladı. Onu hatırlamamak, ilk tanıştığımız anı anımsamamak beni çok üzdü.

''Bunu neden benden sakladın Onat?'' gözleri mahcup bir şekilde bana bakıyordu.

''Sen yaralanmadan önce, bana hayatında birini istemediğini söyledin. O yüzden bu sefer en azından hayatına girmemem gerektiğini düşündüm.'' Yalan söylüyordu.

''Madem öyle, beni neden time seçtin?'' başını hızlıca iki yana salladı.

''Seni ben seçmedim Birce. Sen Umut albay tarafından özellikle seçildin. Seni gördüğüm an timin başından ayrılmak bile istedim.'' son söylediğiyle göz bebeklerim büyüdü, ona şaşkın bir şekilde baktım.

''Bu kadar mı benimle aynı ortamda olmak istemedin?'' yine hayır dercesine başını salladı.

''Beni hatırlar ve sanki bilerek bu göreve seni seçtiğimi düşünürsün diye istemedim. Seni rahatsız etmek şu hayatta istediğim en son şey.'' kendince onu istemeyen bir kadına bir daha rahatsızlık vermek istememişti.

''Onat senin böyle bir adam olmadığını ben zaten biliyorum. Karşına alıp beni anlatsaydın, böyle böyle deseydin daha iyi olmaz mıydı? Sence şu an böyle öğrenmem daha mı hoş oldu?'' sustu. Çünkü haklı olduğumu biliyordu.

''Ben anlamıyorum. Seninle aramızda ne tür bir yakınlaşma oldu?'' bir şeyleri hatırlamamak beni kahrediyordu. Bu olay açıkçası normal şartlarda üstünde durmak istemediğim, benim için kötü olaylardan biriydi. Ama yıllar sonra böyle karşıma çıkması beni şaşırtmıştı.

''Aramızda herhangi bir yakınlaşma olmadı. Sadece 1 ay boyunca kampta beraber vakit geçirdik. Ve her gece oturup seninle sohbet ettik. Tam görevin bitmesine yakın ben seninle dışarıda da vakit geçirmek istediğimi söyledim. Ama sen bunu istemediğini, aramızdaki ilişkinin burada kalmasını ısrarla dile getirdin.'' o dönem kendimi her açıdan yetersiz hissettiğim bir dönemdi. Hayatımda olan, olacak kimsenin sevgisini hak etmediğimi düşünüyor, kendimi buna layık görmüyordum. Kendimle barışmam çok uzun zaman almıştı. Onat'ı hayatıma dahil etmememin muhtemelen en büyük sebebi oydu.

''Evvelsi gün zaten kaza geçirdin. Ben yine her gün hastaneye geldim. Hatta doktorlarla birebir iletişime de geçtim. Ama ne zaman senin iyi olduğuna inandım, o zaman seni bir daha görmemek üzere göreve gittim.'' içimdeki öfke büyümüştü. Eğer bunu bana en başında söyleseydi her şey daha başka olabilirdi.

''Seni ilk gördüğüm andan beri yıllardır tanıyormuş gibi hissettim. Meğerse sebebi buymuş.'' yüzünde bu sefer buruk bir gülümseme belirdi.

''Seni yıllar sonra gördüğümde içimde o zaman sönen ateş tekrar alevlenmez sanmıştım. Yanılmışım.'' Aslında uzun zamandır tanışıyorduk. O benimle ilgili uzun zamandır çoğu şeyi biliyordu. Ama ben sadece birkaç aydır onun anlattığı kadarına hakimdim. Bu söylediğine cevap vermedim. O da susmadı.

''O zaman beni reddetmenin sebebi neydi?'' derin bir nefes aldım.

''Kendimi iyi hissetmediğim ve çevremde kimseye iyi geldiğimi düşünmediğim bir dönemdeydim. Muhtemelen hayatının bir yerinde sana yük olacakmış gibi hissettiğim için böyle söyledim.'' bu cümlemden sonra karşımdan kalkıp yanıma oturdu. Dizlerimin üzerinde olan elimi avuçlarının içine aldı.

''Bana eğer böyle söyleseydin, o zaman hiç peşini bırakmazdım. Hayatında birinin olduğunu bile düşündüm.'' düşünmesi normaldi. Omzumu silktim.

''Sana şu an bunu kolayca söyleyebiliyor olmam o zaman da söyleyebileceğim anlamına gelmiyor. Maalesef zor bir dönemdi. Ayrıca tekrar söylüyorum hayatımda biri olsa 2 metre yakınıma bir erkek sinek bile yaklaştırmam.'' son söylediğim onu güldürdü. Eliyle önüme gözümün önüne gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

''Seninle yan yana geçirmediğimiz her seneyi dolu dolu telafi edeceğiz Birce.'' bu bana verdiği ilk söz değildi. Ama gerçek olmasını istediğim, hatta canı gönülden istediğim bir sözdü. Bakışlarım onu buldu. Ne kadar yakın olduğumuzu şimdi anlamıştım.

''Söz verip tutmama gibi bir huyun varsa şimdiden söyle, beni alıştırma.'' Yüzümde muzip bir gülümseme oluştu. O da yüzündeki aynı gülümsemeyle bana karşılık verdi.

''Sen beni varlığına alıştırdın bile Birce. Artık çok geç. Bu olayla ilgili uzun uzun konuşacağız. Gözlerinden anlıyorum, şu an iyi hissetmiyorsun. Yeri geldiğinde konuşacağız.'' haklıydı. Aklımda Erkinle ve görevle alakalı o kadar fazla soru işareti vardı ki, bu sorunun cevabı bana şu anlık yeterdi. Ama yeri geldiğinde uzun uzun konuşmak ikimiz için farzdı.

Yavaş bir şekilde dudaklarıma doğru yaklaştı. Bu sefer onun beni öpmesini beklemedim, ben onu öptüm. İçimdeki ona karşı olan bu sinir belki onu öperek geçer saldım. Yanıldım. Bu duygu sinirden bir yangına dönüştü. İçimde bir alev filizlendi, büyük bir alev topuna dönüştü. Onat sırtını yasladığında koltuğa yatar vaziyete gelmişti bile. Ama bu sürede bile dudaklarımız ayrılmadı. Bütün hıncımı çıkarmak ister gibi onu öpüyordum. O da bunun farkındaydı ve oyunuma karşılık veriyordu. Bir süre sonra elleri yüzümden belime kaydı ve beni kendine daha çok çekti. İnlememe engel olamadım. Şu an içinde bulunduğum duyguyu anlamlandırmakta en başından beri güçlük çekiyordum. Meğerse yıllardır aradığım birini, yıllar sonra aradığımı bile bilmeden karşımda bulmuştum. Ona özlem duyuyordum.

Elleri belimde, kalçamda geziniyordu. Ben de istemsiz bazen saçlarını çekiyordum. İnledi. Bütün iplerin koptuğunu hissettim. Hızlı bir şekilde beni altına aldığında bir noktada durmamız gerektiğinin farkındaydım. Ona olan bu hislerim doruktaydı farkındaydım. Onu her anlamda istiyordum, bunu da inkar edemezdim. Ama ona olan güven sorunum kendini açıklamasıyla son bulmamıştı. Ve bu sorun ortadan kalkmadan onunla herhangi bir münasebete gerek yoktu.

''Yine de bana yalan söylemen güvenimi son derece zedeledi. Ve açıkçası benim güvenimi kazanmakta kolay bir şey değildir yüzbaşım.'' dediğimde gülerek kendini üstümden çekti.

''Güvenini kazanmak için elimden geleni yapacağımdan, hatta çok daha fazlasını yapacağımdan şüphen olmasın üsteğmenim.'' yüzümde gülümsemeyle koltuktan kalktım. Ona inanmak istiyordum.

''Şimdi Onat şefin spesiyalinden bir tatlı yemek ister misiniz?'' kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

''Tatlı mı yaptın?'' yüzünde serseri bir gülümseme belirdi. Koltuktan kalktığında üstündeki tişörtü düzeltti.

''Yapmadım ama senin için yapacağım.'' mutfağa doğru ilerlemeye başladığında ben de peşinden ilerledim.

''Zahmet etmeseydin.'' mutfak dolabına uzandı.

''Senin için yaptığım hiçbir şey bana zahmet vermez güzelim. Ama yardım etmek istersen dolaptan yumurta çıkarabilirsin.'' buzdolabına doğru yöneldiğimde dolabı açtım. Doluydu. Oysa Onat'ı evde yemek yerine dışarıdan yemek yer diye düşünmüştüm. İki tane yumurta alıp ona uzattım.

''Yemekle aran iyi mi?'' eli hızlıydı. Açıkçası şu an beni şaşırtıyordu. Bir insan hem mutfakta hem işinde iyi olabilir miydi? Acaba başka nerelerde iyiydi diye düşünürken sesiyle kendime geldim.

''İyidir. Yemek yemeyi de yapmayı da çok severim. Genelde hep tek yaşadığım için elim de oldukça hızlıdır.'' onu anlayabiliyordum. Yaklaşık 10 dakika içinde mozaiği hazırlamıştı. Buzluğa koyduk. Elimden tuttu.

''Mozaik donana kadar biz seninle bir şeyler izleyelim.'' İçeri doğru ilerlediğimizde odada televizyon yerine, projeksiyon olduğunu daha yeni fark etmiştim. Ona hesap sormak için gelmiştim ama şu an film izleyecektik. Bu bir yerde canımı sıktı ama sonra bu hesaplaşmaya hazır olmadığıma karar verdim. Onat, ben hayatına ikinci kez girdiğimden beri bana yalan söylememişti. Bir daha da söylemezdi değil mi?

''Harry Potter mi Yüzüklerin Efendisi mi?'' cümlesiyle daldığım düşüncelerden çıktım. Bakışlarım ona döndü. İçimden gelen kıkırtıya engel olamadım. Beni tanısa böyle bir soru sormazdı.

''Tabi ki Harry Potter.'' Kendimi koltuğa attığımda o da yanıma kuruldu.

''Bu konuda ayrıştık işte. Harry Potter da bir efsanedir. Ama bana göre Yüzüklerin Efendisi vazgeçilmezdir.'' kumandayla birkaç tuşa bastıktan sonra Netflix açıldı.

''Ama tabi ki senin istediğini açacağız. Harry Potter'ın hangi serisini açmamı istersin?'' bakışlarım ona döndü. Şu an sanki 18 yaşındaydık ve birbirimizi yeni tanıyorduk. Yüzümde engelleyemediğim gülümsememle ona döndüm. İç çekti.

''Ateş kadehi.'' başını usulca salladığında ekranda Harry Potter yazısı belirdi. İçimde yine 12 yaşında ilk izlediğim andaki heyecan belirdi. Onat kolunu koltuğun sırt kısmına attı. Ben de başımı onun omzuna yaslamıştım. Harry Potter'ın klasik müzikleri çalmaya başladı ve film başladı.

 

 

Belimin ağrısıyla olduğum yerde kıpırdandım. Gözümü açtığımda anlık nerede olduğumu sorgulamıştım. Projeksiyonda Harry'i görünce Onat'ın evinde olduğum aklıma geldi. Onat'ın saçlarımda gezinen ellerini hissedebiliyordum. Vücudum tamamen onun vücudunun üzerine yığılmıştı.

''Uyuyacaksan odaya geçelim güzelim.'' uyandığımı anlamıştı. Uykulu mahur gözlerle başımı ona çevirdim.

''Tatlı yemeyecek miydik?'' o kadar güzel güldü ki içimden onu öpmek geldi. Ama yapamadım.

''Tatlıyı yarın yeriz. Hem iyice kıvama gelmiş olur. Ama şu an uyumalıyız bence.'' usulca başımı salladım. Alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Elimden tutup beni kaldırdığında kolunun altına çekti. Güzel bir gece geçirmiştim. Buraya geldiğimde içim endişe doluydu. Şu an ise huzurluydum. Bir yanım hala Onat'a kırgındı ama diğer bir yanım ise onun yanında olmak için yanıp tutuşuyordu. Üstümde zaten eşofmanlarım olduğu için direkt yatağa yattım. O da üstündeki tişörtü çıkarıp altındaki şortla kalmıştı. Vücudu çok güzeldi. Düzenli olarak spor yapmanın ekmeğini yiyordu.

''Ne oldu hoşuna mı gitti?'' bakışlarımı ondan kaçırmadım.

''Hoşuma gitmesini mi isterdin?'' tek kaşını kaldırdı. Dizini yatağa yaslayıp bana eğildiğinde burun buruna geldik.

''Neler isteyeceğimi bilsen, bana böyle cüretkar cümleler kurmazdın.'' yüzümde muzip bir gülümseme belirdi. Burnumu onun burnuna sürttüm.

''Belki de tahmin edebiliyor ve ben de senin istediklerini istiyorumdur. Hı, olamaz mı?'' dudağıma doğru yöneldiğinde kendimi geri çekip yatağa yattım.

''Ee hadi uyku vakti yüzbaşı.'' olduğu yerde kalmıştı. Bakışları beni buldu.

''Çok kötü birisin Birce.'' kahkaha attım. O da yanıma uzandığında beni kolunun altına çekmesi saniyeleri bulmadı.

''Yine de her ne olursa olsun sen kolumun altına girdiğin sürece dünya daha yaşanılabilir bir yer oluyor.'' Cevap vermedim. Ama ona sarılmamla bir şeyleri ifade ettiğimi düşünüyordum. Onun yanında uykuya dalmam saniyeleri bulmuyordu. O saçlarımla oynamaya devam ederken kendimi uykunun kollarına teslim ettim.

Gözlerime gelen gün ışığıyla kaşlarım çatıldı. Burnumu acı bir çikolata kokusu sardı. O sırada Onat'ın çenesini başıma dayamış, uyuyor vaziyette olduğunu anlamıştım. Alarm çalmadığına göre saat henüz 06.00 olmamıştı. Ama gün doğduğuna göre de az kalmıştı. Alarm çalana kadar yataktan çıkmak istemedim. Onat'ın kokusunu daha iyi alabilmek için kendimi ondan tarafa çevirip burnumu boyun girintisine soktum. Yoğun çikolata kokusu şimdi benimleydi.

''Yerinden memnunsun sanırım.'' sabah uyanır uyanmaz ses tonu, bambaşka bir mevzuydu.

''Memnunum.'' başıma küçük bir öpücük kondurdu. Yataktan hızlı bir şekilde kalktığında ben de onu takip ettim.

''Bugün yoğun bir gün bizi bekliyor.'' ne olacaktı bilmiyordum. Albay bu olanlara ne tepki verecekti kestiremiyordum.

''Büyük azar yiyeceğiz biliyorsun değil mi?'' üstünü giyinmeye başlamıştı.

''Hayır. Bizim amacımız Erkin'i yakalamak değildi Birce. Biz alacağımızı aldık. Bugün Melih ekibiyle birlikte kazıya başlayacak. Onlara eskortluk etmemiz gerekiyor.'' yakın zamanda olacağını biliyordum ama bugün olacağını şimdi öğrenmiştim.

''Başlıyor mu sonunda kazı?'' dediğimde usulca başını salladı. Kamuflajın pantolonunu giyeceğini anladığımda artık benim de eve gidip hazırlanmam gerektiğinin farkındaydım.

''Ben ineyim. 15 dakikaya hazır olurum.'' tam yanından geçeceğim sırada kolumdan tutup beni durdurdu.

''Akşam tatlıyı yemeyi dört gözle bekliyorum.'' anlık bakışları dudağıma kaydığında yaptığı ima beni utandırdı. Omzuna vurdum.

''Pislik.'' gülerek arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim. Onun da güldüğün biliyordum. Hızlı bir şekilde aşağıya indiğimde eve girdim. Sinem tuvalet için kalkmıştı.

''Günaydın cancan. Sorunlar çözüldü herhalde?'' yanağına sulu bir öpücük bıraktım. Bunu oldum olası hiç sevmezdi. Yüzünü ekşitti.

''Çözülmüş belli. Hadi naş naş.'' tuvalete girdi. Yüzümde engelleyemediğim bir gülümsemeyle kamuflajlarımı giymeye başladım. Sabah uyanınca dudaklarım çok şişiyordu. Bunun sebebini bilmiyordum. Aynaya baktığımda bu halime güldüm. Üstümü hızlıca giydikten sonra apartmanın önüne inmiştim. Onat beni bekliyordu.

''Ne güzel olmuşsun.'' aslında her zamanki halimdi. Kamuflaj giymekten başka alternatifim yoktu. Gerçi halimden oldukça memnundum.

''Teşekkür ederim ama bana iltifat etmek için yer arıyormuşsun gibi hissettim.'' yürümeye başlamıştık. Yüzünde bir gülümseme belirdi.

''Sana iltifat etmek için bir sebebe ihtiyacım yok. Gözüm her seni gördüğünde ağzım sana iltifat etmek istiyor.'' bu içimdeki saçma sapan heyecan ne zaman geçecek bilmiyordum. Ben cevap vermedim, o da bir şey söylemedi. Yaklaşık 10 dakika sonra karargaha vardığımızda peş peşe girdik. Bu birkaç kişinin dikkatini çekmiş olacak ki bakışlar bize döndü. Ben onlara döndüğümde ise hemen önlerine dönüyorlardı.

''Ben içerideyim. Albay çağıracak az sonra hepinizi. Görüşürüz.'' dediğinde ''Görüşürüz komutanım.'' deyip timin olduğu yere doğru ilerlemeye başladım.

''Günaydın.'' Şimal hariç herkes oradaydı. Herkesle selamlaştıktan sonra bakışlarım Selin'e kaydı. Bir süre Şimal'in yanında kalacağını biliyordum.

''Şimal nasıl oldu?''

''Daha iyi komutanım. Ağrıları oluyor tabi.'' usulca başımı salladım.

''Allah beterinden korudu. Bununla geçmiş olsun.'' dediğimde hepsi aynı anda geçmiş olsun demişti. Bakışlarım Aybars'a kaydığında durgun olduğunun farkındaydım. Şimalle ilgili olduğunu düşünüyordum ama sormak için doğru zaman değildi. Henüz aralarında tamamıyla ne olduğunu bile bilmiyordum. Karargahın girişinde bir kalabalık belirdi. İçlerinden tanıdığım bir sima dikkatimi çekti. Melih oradaydı. Muhtemelen Onat'ın bahsettiği ekip buydu. Üstleri arandıktan sonra albayın odasına doğru ilerlediler.

''Melih ekibi oluşturdu sanırım.'' Aybars bunu dedikten sonra karşıdan bir asker gelip albayın bizi toplantı odasına çağırdığını söylemişti. Hep beraber içeri doğru ilerledik. Toplantı odasına geldiğimizde kapı açıktı. İçerisi her zamankinden kalabalıktı. Albay bizi görünce yüzünde bir gülümseme belirdi.

''Geçin çocuklar.'' dediğinde boş olan sandalyelere doğru ilerledik. Melihle beraber toplam 5 kişilerdi. 3 erkek 2 kız.

''Sizinle ilgilenecek tim. Pençe.'' dediğinde bize gülümsediler.

''Bugün itibariyle Melih ve arkadaşları kazıya başlıyor. Sizden onların başında durmanızı istiyorum.'' bu durum muhtemelen timden kimsenin hoşuna gitmemişti. Albay bunu hissetmiş gibi konuşmaya devam etti.

''Hazineyle ilgili neler peşinde olduklarını biliyorsunuz. Bize bu konuda yardım edecek kişilerin can güvenliği her şeyden önemli.'' Haklıydı. Mevzu sivil olunca diyecek söz kalmıyordu.

''Bizim çocuklarla tanışın.'' Melih'in bakışları bize döndü. Günler sonra suratını görüyordum. Sanki zayıflamıştı. Yanındaki çocuk konuşmaya başladı. Maksimum yaşı 23-24 olmalıydı. Ve oldukça heyecanlıydı.

''Merhaba. Ben Alpcan. 24 yaşındayım ve sizinle çalışacağım için çok heyecanlı ve de mutluyum.'' evet bu oldukça anlaşılıyordu.

''Merhaba Alpcan. Biz de sizinle çalışacağımız için mutluyuz.'' Aybars bizim için sözcü olmuştu. Onat ise kenarda albayla konuşuyordu. Diğerleri kendini tanıtmaya başladı.

''Ben de Ogün. Yaşım 25. Umarım beraber iyi vakit geçiririz.'' çok uzun boylu biri değildi. Esmerdi. Ve gözleri kapkaraydı. Nedense birden Onat'ın gençliğini görür gibi hissetmiştim. Geriye 2 tane kız kalmıştı. Biri sıranın onlarda olduğunu anlayınca kıpkırmızı oldu. Gözüme çok tatlı gelmişti. Diğer kız ise onun utandığını anlayıp söze girdi.

''Merhaba. Ben Güneş. Sizin gibi şanlı Türk askeriyle aynı görev içinde yer almak bizim için büyük bir şeref.'' söylediğiyle hepimizin yüzü gülümsedi. Adı gibiydi. Çok güzeldi ve sarı saçlarıyla olduğu yerde adeta ben buradayım diye parlıyordu. Bakışları beni bulduğunda ona gülümsedim, benimkinin aynısı olan sıcak bir gülümsemeyle bana karşılık verdi. Hepimizin bakışları Güneş'in yanında duran kıza kaydı. Bizim ona olan bakışlarımızla esmer teni adeta bordoya döndü.

''Merhaba. Ben Hilal. Sizinle aynı işte bulunacağım için mutluyum.'' bakışları asla gözümüze değmiyordu. Çok utangaçtı ve fazlasıyla belli oluyordu.

''Tanışma faslı bittiyse, başlayalım mı?'' Onat'ın sesiyle bakışlarım ona döndü. Bütün heybetiyle yine orada dikiliyordu. Bakışları bana döndüğünde hayran hayran ona baktığımı görmüş olacak ki anlık dudağının kenarı kıvrıldı. Sonra ikimiz de bakışlarımızı başka tarafa çevirdik. Hep birlikte araziye gitmek için araçlara doğru ilerlemiştik. Onat Melihlerin olduğu araçla gidecekti.

''İşlerinde iyiler mi acaba? Çok küçükler sanki.'' Oğuzhan'ın cümleleriyle hepimiz ona dönmüştük.

''Albay en iyilerini getir demişti Melih'e. Böyle büyük bir görev için yeni yetme birilerini getireceğini sanmıyorum. Yaşlarının küçük olduğuna bakmamak lazım. Sonuçta başarı yaşta değil, baştadır.'' atasözünü biraz değiştirmişti ama neticede Alperen haklıydı.

''Akşam Şimal'i ziyarete mi gitsek? Moral olur hem.'' hazır bütün tim buradayken aklıma gelmişti ve söylemek istedim.

''Evet, güzel olur.'' Selin beni onayladı. Diğerleri de okeylemişti. Bugün açıkçası ne yapacağımızı çok kestirememiştim. Arazide ilk günden bir şey bulacak mıydık? Araç engebeli yollardan gittiği için biraz savrularak ilerliyorduk. Yaklaşık bir 20 dakikanın sonunda araziye gelmiştik. Hep birlikte araçtan indiğimizde Onatlar önümüzden ilerlemeye başlamıştı bile. Melih arkadaşlarına araziyi tanıtmaya başlamıştı. Elindeki kağıtları açmaya başladı. Kağıtta arazi çizimleri vardı ve onların üzerinden anlatıyordu. Arazi oldukça büyüktü. 5 kişi burayı kazmayı ne kadar sürede bitirirler bilmiyordum ama oldukça uzun süreceği belliydi.

''Tahminen kazı ne zaman biter?'' Onat yine düşüncelerime tercüman oldu. Melih'in bakışları Onat'ı buldu.

''Arazileri böleceğiz. Ekip gelmeden önce araştırmasını yaptım. Arazi 5'e bölünecek. O yüzden 5 kişi seçtim. Herkes bir parselin başında duracak. Bir yere toplanmaktansa bölünme yoluyla daha hızlı biteceğini düşündüm. Olası bir şey bulunduğunda hepimiz oraya gideceğiz. Mesafeler çok uzak değil. Tahminim 2 ya da 3 ayda biter.'' Uzun bir süreydi. Ama arazinin büyüklüğüne bakacak olursak normal bir süreydi.

''Göreve gitmediğimiz sürece sizinle olacağız. Göreve gidersek de başka bir ekip devam edecek.'' Melih Onat'ı başıyla onaylayıp arkadaşlarına anlatmaya devam etti. Onat da o sırada bize döndü.

''Arazi arası mesafeler çok uzak değil. Herkes birbirini görebilecek mesafede. O yüzden başında dikilmemizi gerektirecek bir durum yok. Ortak bir alan belirleyeceğiz. Ve dönüşümlü olarak her gün 3 kişi buraya gelip nöbet tutacak.'' Bu görevi neden bize verdiklerini anlamıyordum. Piyade erlerde burada nöbet tutabilirdi.

''Komutanım yanlış anlaşılmazsa bir şey sorabilir miyim?'' muhtemelen aklımdaki soru Oğuzhan'dan gelecekti. Onat bekliyorum dercesine başını salladı.

''Erler neden nöbet tutmuyor?'' Onat bu soruyu bekliyormuş gibi histerik bir şekilde güldü.

''Buranın ne kadar önemli bir arazi olduğunun hala farkında değil misiniz?'' bakışları üzerimizde gezindi.

''O karargahın en eğitimli askerleri sizsiniz. Buraya bir baskın gerçekleşse sizden ala sivilleri koruyacak biri mi var?'' haklıydı.

''Haklısınız komutanım.'' bakışlarım araziye doğru ilerleyen ekibe kaydı.

''Bugün hep birlikte buradayız. Yarından itibaren 3'erli ayıracağım sizi. Şimdi kazı için gelecek operatörleri yönlendirin.'' tam yanından ayrılacakken telefonu çaldı. İstemsiz kulak misafiri oldum.

''Efendim.'' karşı tarafı dinledi.

''Ekin sen misin?'' adımlarım durdu. Vücudumu ona döndürdüm. Bakışlarımız kesişti. Ekin ne alakaydı? Gözleriyle bana gel demek istediğini anlamıştım. Adımlarım ona doğru ilerledi.

''Numaramı nereden buldun?'' Onat'ın şahsi numarasını nereden bulmuştu?

''Sana neden güveneyim?'' bakışlarımı ondan çekmiyordum.

''Tek başıma gelmeyeceğim.'' onun bakışları bu sefer beni buldu.

''Evet, Birce'yle.'' beni de yanında getirecekti.

''Hayır, tek başıma gelmeyeceğim. Kapatıyorum.'' telefonu kulağından çektiğinde Ekin'in bir şey dediğini duydu ve yüzünde gülümseme belirdi. Telefonu kulağına getirdi.

''İki saat sonra sana atacağım konuma gel.'' telefonu pat diye kapattı.

''Konuştuklarımızı duydun. Görüşmek istedi.'' başımı usulca salladım.

''Neden tek gitmedin?'' tek kaşını kaldırdı. Bir adım daha yaklaştık.

''Tek gitmemi mi isterdin?'' tabi ki istemezdim. Ekin her ne kadar saf değiştirmiş olsa da ona en başından beri ısınamamıştım. Ve yüksek ihtimal ısınamayacaktım da.

''Neden böyle bir şey sorduğumu biliyorsun Onat.'' bakışlarını asla gözlerimden çekmiyordu.

''Bu mesele doğrudan seninle alakalı. Ve sen her şeyden haberdar ol istiyorum.''

''Onunla nerede buluşacağız.'' kolundaki saate baktı.

''Herhangi bir kafe olmaz. Erkin'in onu takip ettirip ettirmediğini bilmiyoruz. Yani takip ettirmese de etraftaki kuşlar tarafından haber uçurulmaması gereken bir yer olması gerek.'' aklıma pek bir yer gelmiyordu. Malum Hakkari'de henüz gezecek pek bir fırsatım olmamıştı.

''Seyir tepesi var. Oraya çok gelen giden olmuyor. Orada görüşürüz. Sessiz sakin. Jandarma tarafından giriş çıkışlar kapalı. Sorun olmayacaktır.'' mantıklıydı. En azından dışarıdan birinin bizi görme ihtimali düşüktü.

''Dikkat çekmemek istiyorsak kamuflajları çıkarmamız gerekiyor. O yüzden şu an seninle ben eve gidip üstümüzü değiştiriyoruz. Sonra da tepeye çıkıyoruz.'' onu onayladıktan sonra timdekilere karargaha geçmemiz gerektiğini söyledi. Bugün onlar burada olacaklardı. İkimiz birlikte arabaya bindikten sonra ilerlemeye başladık.

''Onat sence Ekin'e güvenerek hata mı ediyoruz?'' bakışlarım ona kaydı. Kemikli yüzü oldukça ciddi bir şekilde yola bakmaya devam ediyordu.

''Ne kadar çaresiz olduğunu görebiliyorum. Annesini kaybetmekten korkan bir kız çocuğu var karşımızda. Ama bu tamamıyla ona güveneceğimiz anlamına tabi ki gelmez. Bugün daha da netleşecek her şey.'' haklıydı. Kendisinden ne kadar haz etmesem de çaresiz bir kadın gördüğüm zaman gözlerinden tanırdım. Onu da yardım etmeye geldiğinde anlamıştı. Kötülüğe karışmıştı, kötülük yapmıştı hatta suçluydu bile. Ama içinde her şeyi annesi için yapan küçük bir kız çocuğuna engel olamıyordu.

''Yaşayıp görmekte fayda var.'' eve varana kadar ne o konuştu ne ben. Evin önüne geldiğimizde yaklaşık 10 dakika sonra aşağıda buluşmaya karar verdik. Hızlı bir şekilde üstümü değiştirdim. Aynaya baktığımda zayıfladığımın farkına varmıştım. Bu kadar hengamenin içinde bazen yemek yemeği unuttuğum oluyordu. Derin bir nefes alıp, evin kapısını kilitledim.

Aşağıya indiğimde Onat'ın çoktan oraya geldiğini ve beni beklediğini görmüştüm. Bakışları telefonundan kalkıp beni buldu. Gülümsedi. Ama öyle güzel gülümsedi ki, gözlerinin parladığına şahit oldum.

''Her sabah bu manzaraya gözlerimi açmak için nelerimi feda edeceğim hakkında bir fikrin var mı?'' yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. Benim de gözlerim parlıyordu, biliyordum.

''Benim seninle olmam için hayatından bir şeyleri feda etmene gerek yok. Nefes aldığım sürece, hep yanında olacağım.'' bu da aramızda verdiğimiz sessiz yeminlerden biriydi. Yüzündeki gülümseme tebessüme döndü. Usulca beni kendine çekti ve başımın üstüne bir öpücük kondurdu.

''Hadi gidelim.'' dediğinde peşinden arabaya ilerlemiştim. Arabaya bindiğimde dışarının soğuk olduğunu anlamıştım. Yaz ayına girecektik ama nedense buralar ısınmıyordu. Konumu açtığında tepenin aslında çok uzak olmadığını görmüştüm. Zaten Hakkari abartı büyük bir yer olmadığı için, maksimum ne kadar uzak olabilirdi ki? Yaklaşık 15 dakika sonunda oradaydık. Ekin gelmişti. İçeriye sivilin girmesi yasak olduğu için Onat öncesinde nöbetçi jandarmayı arayıp, bilgilendirmişti. O yüzden içeri almışlardı. Yoksa muhtemelen bu kadar tepeye bile çıkamadan engel olurlardı. Küçük bir kulübe vardı. Anladığım kadarıyla askerler burada nöbet tutuyordu. Onat'ı gören iki asker direkt ayağa kalkıp asker selamına geçmişti bile.

''Kulübenin içine biz girene kadar kimse girmiyor. Kapıda bekleyin. Olası bir terslikte haber verin.'' ikisi de emri aldığını belli ettikten sonra Onat eliyle Ekin'e içeri ilerlemesi için işarette bulundu. Ekin içeri girdiğinde biz de onu takip etmiştik. Askerlere üstünün aranmasını tembihlemişti. O yüzden şu anda üstünde herhangi bir dinleme cihazı, silah vs. olmadığını biliyorduk. Kulübe çok küçüktü. İçinde bir tane elektrikli soba vardı ve onunla ısınıyorlardı. Taburelere oturduğumuzda istemsiz bir halka oluşturmuştuk. Alan küçük olduğu için başka çaremiz yoktu.

''Buluşmak için mükemmel bir yer.'' Ekin'in bakışları Onattaydı. Onat tek kaşını kaldırarak konuşmaya başladı.

''Sana özel yer mi ayarlasaydık Ekin? Minnet duyacağın yerde bir de isyan mı ediyorsun?'' haklıydı. Ekin gözlerini devirdi.

''Ne anlatacaksın?'' sorumla birlikte bakışları bana dönmüştü.

''Niyetim sana bir şey anlatmak değildi.'' histerik bir şekilde güldüm.

''Seçenek olarak beni beğenemedin mi?'' bakışları saniyelik Onat'a değip tekrar bana döndü. Yüzüne sinir bozucu bir ifade takındı.

''Daha iyi seçenekler de var tabi.'' beni sinir etmeye çalışıyordu. Gayet farkındaydım. Ama ona istediğini vermeyip dümdüz bir surat ifadesiyle bakmaya devam ettim.

''Buraya zırvalamaya mı geldin Ekin?'' Onat haklıydı.

''Peki. Öncelikle ben ikili ilişkilerde tamamen iki tarafında birbirine koşulsuz güvenmesi taraftarıyım.'' bakışları gereğinden fazla Onat'ın üstünde dolanıyordu. Bu durum sinir uçlarımla oynuyordu ama içim cayır cayırken yüzüm yine duvar gibiydi.

''Burada güvenmesi gereken tek bir taraf var, o da biziz.'' Onat yine haklıydı. Ona yardım eli uzatmıştık. Bir de bize olan güvenini mi sorguluyordu?

Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

"Erkin tarafından çok şiddete uğradım. Gerek psikolojik, gerek fiziksel. Bu zamana kadar çok ulaşmaya denedim. Beni kurtaracak birilerini bekledim. Ama Erkin çok dikkatliydi. Gereğinden fazla. Rahatsızlığının en belirgin özelliklerinden biri bu. Bir şeye takıyorsa eğer, onu sonuca uğraştırana kadar asla bırakmıyor. İyi ya da kötü sonuç vermesi önemli değil. Sonuç ölüm bile olsa uğraşıyor." bakışları ikimizin arasında geziniyordu. Bazen önüne bakıp tırnaklarıyla oynuyordu.

"Son zamanlarda dikkatini tamamen Birce'ye verdiği için etrafıyla ilgilenmeyi bıraktı. Bu yüzden sizinle iletişime geçebildim. Eğer en ufacık bir şeyi fark ederse tekrardan ev hapsine dönerim."

"Şu an neredesin diye biliyor?" Onat muhtemelen tam anlamıyla Ekin'e güvenene kadar sürekli ona sorular soracaktı.

''Şehir dışında. O yüzden rahat hareket ediyorum.'' ikimiz de sustuk. Anlatmaya devam etti.

''Evlatlık verildiğimizde 16 yaşındaydık. Erkin her zaman aykırı bir çocuk oldu. Çok zekiydi. Ama hep aykırıydı. Babamla annemi hiçbir zaman kabullenmedi. Hatta çoğu zaman yurda geri dönmek istediğini söylerdi. Haliyle hiçbir zaman onları benimsemedi.'' Derin bir nefes alıp anlatmaya devam etti. Bu onun için zor bir şeydi. Farkındaydım.

''Ama benim üzerimde onların emeği büyük. Ben Erkin'in aksine hiçbir zaman onlara karşı gelmedim. Gelmem de. Neyse yaşımız büyüdükçe anlaşamamaya başladık. Bir gün babamla konuşurken ikisini duydum. Babam ona bir iş olduğundan bahsediyordu. Çok duyamadım. Aradan aylar geçti. Erkin gelip babamın işlerini devraldığını söyledi. Başta anlayamadım. Çünkü biliyordum, bu işler onun uğraşacağı işler değildi.'' bakışları beni buldu.

''Senelerdir senden bahsederdi. Açıkçası başta çok ciddiye almamıştım. Ama bu işe sana yakın olmak için de okey dediğini öğrenince bir şeylerin ciddi olduğunu anladım. İşin ne olduğunu sorduğumda benim karışmamamı istediğini söyledi. Oradan da aslında bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım. Onu tek bırakmak istemiyordum. O benim hayattaki tek varlığım.'' Onat can alıcı bir soru sordu.

''Hayattaki tek varlığına ihanet etmek zor olmayacak mı?'' haklı bir soruydu. Ekin'in yüzünde buruk bir gülümseme belirdi.

''İnan bana komutan. Onun masum insanları öldürüp, sonra kendi canına kıymasındansa hapiste çürümesini tercih ederim. En azından yaşıyor olduğunu bilirim.'' kendince haklıydı. Hayatımda bir kardeşim olsaydı, ölmesindense dört duvar arasında yaşamasını ben de tercih ederdim. Onat başıyla devam et dercesine işaret yaptığında konuşmaya devam etti.

''Her neyse. Devlete karşı olacaklarını duyduğumda karşı çıktım. Ne kadar inanmasanız da devletini seven biriyim. En azından öyle olmaya çalışıyorum. Başta Erkin'in bu işi sadece babamın gözüne girmek için yaptığını düşündüm. İlk sene üstüne düşmedi. Sadece babama hukuki yollardan yardımcı oldu. Ama bu timin oluştuğunu ve işin içinde senin olduğunu öğrenince işler değişti.'' tekrardan derin bir nefes alma ihtiyacı hisseti. Aynı hissiyatı bana da doğmuştu. Sonunda olayın benimle ilgili olan kısımlarına gelmiştik.

''Ben Erkin'in psikolojik sorunları olduğunun hep farkındaydım. Bu sonuçta yeni baş gösteren bir şey değil. İlk belirtiler çıktığında konuştum. Dedim en başındayken gel en aza indirelim, engel olmaya çalışalım. Ama kendisi hep bir şey olmadığını inkar etti. Bu bile hastalığın bir belirtisiydi aslında. Ne zaman tamamen Hakkari'ye geldi, seninle iletişim kurmaya başladı ondan sonra her şey değişti.'' Onu tetikleyen benim varlığım mıydı?

''Ona bu yoldan dönmesi gerektiğini, yaptığı şeyin doğru olmadığını, gerekirse babamı beraber şikayet edebileceğimizi söyledim. Delirdi. Mecazi değil, ciddi anlamda delirdi. Ona eğer buna devam edersen elimdeki her şeyle şikayette bulunacağımı söylediğimde ise bütün her şey boka sardı. Annemi öldürmekle tehdit etti. Ve işin kötü yanı bunun sadece tehdit olmadığını biliyorum. Çünkü bu hastalık öyle bir şey ki bir şeyleri yapma uğruna kimi feda ettiğinin bir önemi yok. Artık onun gözünde kardeşi olmadığımın farkındayım. Sadece bir tehlikeyim onun için. Annemi kaybetmek istemiyorum. O benim şu hayatta en değer verdiğim insanlardan biri. Ama kardeşimi de yaşatmak istiyorum.'' kendimi onun yerine koyduğumda ne kadar çıkmazda olduğunun farkındaydım. Çok zor bir durumdu.

''Yaşadığın şeyler için üzgünüm. Bunun için biz elimizden geleni yapacağız. Ama sana öylece güvenmemizi beklemiyorsun değil mi Ekin?'' usulca başını salladı.

''Bekleyemezsiniz. Farkındayım. Ama çaresiz olan her kadına el uzatacağınızı bilecek kadar da askerimi tanıyorum.'' içimin burkulmasına engel olamadım. Nedense kendimi çok kötü hissetmiştim. Ona karşı olan içimdeki ön yargının kırılması zordu. Ama bir kadın olarak, bir hemcinsi olarak yaşadıklarının ağırlığını yüreğimin derinlerinde hissettim.

''Biz bizden yardım isteyen her insan evladına tüm yüreğimizle yardım ederiz. Sadece içinde vatan sevgisi olduğunu, merhamet olduğunu bilelim. He aksi bir durum olursa da kafana sıkmaktan inan hiç çekinmem.'' Onat söylediklerinde dibine kadar haklıydı.

''Bundan sonra siz ne derseniz o. Benim annemi ve kardeşimi kendinden kurtarmak için başka şansım yok.''

Çıktığımız bu yolda, daha nelerle karşılaşacaktık bilmiyordum. Bildiğim tek bir şey vardı, hayat bana sevdanın da ötesinde bir duygu yaşamayı öğretecekti.

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. 💖

Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz.

Instagram: monsoleil777

Twitter:monsoleil777

Tiktok:monsloeil777

 

Loading...
0%