@monsoleil
|
Bir insanın en temel özelliği hissetmesiydi. İnsan duyguları sayesinde vardı. Bir insanı diğer bütün canlılardan ayıran özelliği, duygularıydı. Ben ilk sevgi duygusunu hissettiğimde çok küçüktüm. Yurttaki ablalara karşı, karşılık beklemeden sevgi besliyorduk. Hiç unutamadığım anılarımdan biri ben yedi yaşındayken yurda bir kız gelmişti. Ama o kadar ürkekti ki, dokunsak ağlayacak bir ceylana benziyordu. Yurttaki herkes birbirini tanıdığı için dışardan gelen çok net anlaşılıyordu. Kız bizim odaya geldiği zaman diğerlerinin aksine ben yanına gitmiştim. Buraya bırakıldığımda hiçbir şeyi hatırlamayacak yaşta olduğum için, alışma sürecim olmamıştı. Ama 7-8 yaşlarında bir kızın buraya bırakılmasının, onun açısından zor olabileceğini düşünebilecek empati duygusuna o zaman da sahiptim. Yanına gittiğim zaman kesinlikle benimle konuşmamıştı. Sadece ablalardan adının Sinem olduğunu öğrenmiştim. Her gittiğim yere onu çağırsam da çabam sonuç vermiyor, kimseyle iletişim kurmuyordu. Bir gün bizden birkaç yaş büyük kızların okulda onu sıkıştırdığını gördüğümde bir saniye bile düşünmeden yanına gitmiştim. Ufacık boyumla kendimden kaç yaş büyük kızlara diklenmiş, bir abla misali onu arkama almıştım. Hocaların gelip bizi fark etmesi sonucu itme kakma falan olmamıştı. Ama o gün Sinemle bizim arkadaşlığımızın başlamasının miladı olmuştu. Toplam 20 senedir arkadaştık. Ve o Şırnakta görev yapıyordu. Yazılım mühendisiydi. Çok iyi bir şirket tarafından, sadece bir senelik Şırnak da görev yapması üzerine teklif gelmişti. O da bunu kabul etmişti. Yaklaşık 6 aydır ise oradaydı. Hatta bu hafta sonu boşa çıkabilseydim, yanıma gelecekti. Erkin'in onu hatırlamasına şaşırmadım. Çünkü sürekli beraberdik. Eğer üniversitede ben yurtta kalmasaydım, muhtemelen onunla eve çıkacaktık. Ama yine de aynı şehirde okumuştuk. Her hafta sonu beraberdik. Kime sorsanız Birce'nin yanında bonus olarak Sinem'i söylerdi. Beni şaşırtan onu nereden bulduğuydu. Çünkü bildiğim kadarıyla Sinem'in çalıştığı şirket, ,iş ve güvenlik açısından bütün bilgilerini dışarıya karşı saklıyordu. Sinem'in Şırnak da görev yaptığını bilen sadece birkaç kişi vardı. Bu demek oluyordu ki şirkette güvenlik açığı vardı. Karşımda Sinemle beni tehdit edeceğini bildiğim biri vardı ve bu kişi sıradan biri değildi. Sakin olmalıydım, elimden geldiğince ona koz vermemeliydim. ''Sinem kim?'' Onu tanımıyormuş gibi yapmak, belki bu tehlikeden onu uzak tutardı. ''Yapma uğur böceği. Yurttaki kime Birce desem yanına da ekstra Sinem derdi. Ne çabuk unutmuşsun arkadaşını. Özellikle arkadaşlığın hala devam ederken.'' başımdan aşağı kaynar su dökülmüyordu, aksine vücudumdan soğuk terler akıyordu. ''Biz Sinemle en son yurtta görüştük, o zamandan beri görmüyorum.'' telefondan bir hışırtı geldi. ''Sen beni aptal mı sandın? Sizin yaptığınız bu oyun işe yarar mı sandın he Birce? Dostumu tutuklamışsınız, dostuma dostun olmaz mı sandın?'' Boris'i tutuklamışlardı. Ama onun Erkin için bu kadar önem teşkil ettiğini kimse bilmiyordu. O zaman doğru yoldaydık. Ama şu an aklımı bulandıran, elimi ayağıma dolandıran bir nokta vardı. Sinem. Ben bu yola kaybedecek kimsem yok diye çıkmıştım. Ama gün geçtikçe iş sarpa sarıyor, bambaşka bir hal alıyordu. Bana öğretileni yaptım. Soğukkanlılığımı korudum. ''Ne yapacaktık, terörist birini serbest mi bırakacaktık? Sen sonun ne olacak sanıyorsun Erkin? O delikten kaçabileceğini sanıyor musun? Sen hangi hakla beni tehdit ediyorsun?'' O an telefonuma bir bildirim düştü. Ama hatta olduğum için bakamadım. ''Sana bir fotoğraf attım. Hangi hakla sana karıştığımı hatırlatır belki. Bir günün var Birce. Boris'i o delikten çıkarıp, bana vermeniz için sadece bir gününüz var. Yoksa bundan sonrası, senin de yanındakilerin de eceli.'' telefon suratıma kapanmıştı. Mesaja baktığımda beynimden vurulmuşa döndüm. Sinem, yeni evinin önünde gülerek telefonla konuşuyordu. Biri yakın mesafeden fotoğrafını çekmişti. Bütün algılarımı kaybettim. Bana verilen bütün dersleri unuttum. Çünkü işin içine hisler girince, mantık devre dışı kalıyordu. O an aklıma gelen tek kişi vardı. Onat. Gelmiş miydi bilmiyordum. Ama adımlarım çoktan odadan çıkıp, onun odasına koşar adım gitmeye başlamıştı bile. İçeriden bir askerin çıktığını gördüğümde, geldiğini anlamıştım. Kapıyı çalmadan dan diye içeri girince, bakışları önündeki evraklardan bana kaydı. Telaşımı anlamıştı. Ama her ne olursa olsun askeriyedeydik ve arkamda bizi gözleyen bir asker vardı. ''Kapıyı çalmadan girmenin sebebi nedir asker?'' dediğinde bunun arkamdaki bizi duymasın diye kapıyı kapat demek olduğunu biliyordum. Kapıyı o kadar hızlı kapattım ki onun da aynı hızla yanıma gelip, beni göğsüne çekmesi oldu. Bana sarılıyordu. Başka zaman olsa içimi pırpır edecek bu eylem şu an aklımda kargaşadan dolayı sadece zaman kaybı gibi geliyordu. Kendimi o kadar hızlı geri çektim ki bu hareketimle kaşları çatıldı. ''Ne oluyor Birce?'' o kadar hızlı konuşmaya başlamıştım ki beni anladığından bile şüpheliydim. ''Onat, Erkin aradı ve Sinem'in bana fotoğrafını attı. Şu an kaldığı evi biliyor. Yarına kadar Boris'i bırakmazsak, Sinem'i öldüreceğini söyledi. Ne yapacağız? Sinem'e bir şey olursa ben yaşayamam.'' elleri omuzlarımı tuttu. Beni koltuğa doğru ilerletti ve oturttu. ''Sakin ol Birce. Öncelikle Sinem kim?'' dediğinde bu detayı atladığımı anlamıştım. Sinemden hiç bahsetmemiştim. Bahsettiysem bile unutması muhtemeldi. ''Kız kardeşim.'' kaşları şaşkınlıkla havalandı. ''Kız kardeşine ulaştın ve onunla görüşüyor musun?'' başımı o kadar hızlı hayır dercesine sallamıştım ki şu an endişeden dolayı normal bir insan gibi davranamıyordum bile. ''Hayır. Yurtta beraber büyüdüğüm, hayatta tek ailem dediğim kız kardeşim.'' başını anlayışla salladı. ''Nerede yaşıyor?'' beynim durdu. O an nerede yaşadığını bile unuttum. Elleri yüzüme değip, beni sakinleştirmek için okşamaya başladığında kaskatı vücudumun biraz da olsa gevşediğini hissettim. ''Şırnak.'' başını sallayarak telefonunu çıkarttı. ''Tamam, sorun yok. Benim de kardeşim olarak gördüğüm bir dostum Şırnakta görev yapıyor. Sen şu an çaktırmadan, Sinem'i telaşlandırmadan onun buraya gelmesi gerektiğini söyleyip adresini alıyorsun. Bende Sefa'ya söylüyorum onu buraya getiriyor.'' başımı hızlıca sallayıp direkt Sinem'i aramıştım. Ona bunu belli etmeden nasıl yapacağımı bilmiyordum. Her şeyden nem kapan ve hisleri çok kuvvetli biriydi. Operasyonu tehlikeye atmadan bunu halletmem gerekiyordu. ''Canııım!'' telefonda o hayat dolu sesini duyunca içimdeki endişe daha da büyüdü. O bana göre her zaman yaşamı daha çok seviyordu ve bunu hak ediyordu. Derin bir nefes aldım. ''Nasılsın bebek?'' Onat'ın bakışları şaşkınlıkla bana kaydı. Evet, Sinem'e karşı oldukça cana yakındım. Kimseye sevgi sözcükleri kullanmaz ama onun bütün sevgi sözcüklerini önüne yığardım. Çünkü hak ediyordu. Vücudum o kadar kasılmıştı ki Onat'ın bu tavrına karşılık bile veremedim. Telefon hoparlördeydi. ''İyiyim canım, sen nasılsın?'' şimdi tam zamanıydı. ''Ben aslında çok iyi değilim.'' telaşlandığını buradan bile hissetmiştim. Sesi de bunu destekliyordu. ''Noldu cancan? Neyin var?'' gözlerimi yumup konuşmaya devam ettim. Ona yalan söylemek beni üzüyordu. ''Yanıma gelebilir misin birkaç gün?'' bu isteğimi garipseyecekti. Çünkü ondan bu zaman kadar hiç böyle bir şey istememiştim. Hatta ben bütün tatillerimi onun işine gücüne göre ayarlardım. O da öyleydi. İkimizde pat diye birbirimizi arayıp hadi gel demezdik. ''Bir şey olmuş.'' bakışlarım Onat'a kaydı. Gözlerini kapatıp açtığında derin bir nefes aldım. Tam konuşacakken Sinem tekrar konuşmaya başladı. ''O Onat denen yüzbaşı mı bir şey yaptı?'' şu an söylememesi gereken bir şeyi söylemişti. Bakışlarım Onat'ın yüzüne kaydığında yüzümdeki telaşı gördü. Ama yüzünde bir tebessüm belirdiğinde, içimdeki endişe son buldu. ''Sorun yok.'' diyerek sessizce mırıldandığında sonunda konuşmaya başladım. ''Hayır. Hatta Onat'ın bir arkadaşı gelecekmiş Hakkari'ye. Bu akşam onunla gelmek ister misin?'' ''Onat yüzbaşıdan Onat'a döndüğümüze göre var bir şeyler. Evden çalışıyorum 3 gündür gelirim ama Onat'ın arkadaşıyla gelmeme gerek var mı? Kendim gelebilirim.'' ne diyeceğimi bilemedim, saniyeler sonra konuşmaya başladım. ''Cancan, buraların yolları pek güvenli değil biliyorsun. Bu arada iyice sapıttı şerefsizler, o yüzden güvenli bir şekilde gelmeni istiyorum.'' bir süre sessiz kaldı. ''Tamam bebek. Ben sana evimin adresini atacağım, sende bana Onat'ın arkadaşının iletişim için numarasını at.'' telefonu kapattıktan sonra yerdeki bakışlarım Onat'a döndü. ''Sefa gerçekten güvendiğin biri mi?'' yavaş yavaş başını salladı. ''En az senin Sinem'e güvendiğin kadar.'' İçim bir nebze de olsa rahatlamıştı. Telefonunu aldı. Sefa'yı arayıp hoparlöre aldı. Sefa yaklaşık 15 saniye sonra telefonu açmıştı. ''Hayırdır yüzbaşı?'' Onat Sefa'nın sesini duyunca gülümsedi. ''Nasılsın kardeşim?'' Onat'ı ilk defa biriyle bu kadar samimi konuşurken görüyordum. ''İyiyim babacan, seni sormalı?'' dediğinde Onat sanki Sefa onu görüyormuşçasına başını salladı. ''Bende iyiyim. Senden bir emaneti sağ salim buraya getirmeni istiyorum.'' "Görev diyorsun?" Sefa'ya söylemesinde bir sakınca yoktu ki söyledi. "Evet. Adresi atacağım sana. Sinem numaranı aldı arayacaktır seni. Haberleşin." "Sinem. Tamamdır babacan, haberleşiriz." telefon kapandıktan sonra Onat koltuktan kalkıp yanıma geldi. Önüme eğildi ve tekrardan yüzümü avuçladı. "Sefadan başkasına bu konuda güvenemezdim. Endişelenme. Sağ salim gelecekler. Ama bizim bunu albaya söylememiz lazım. Hadi gel." yüzlerimiz çok yakın olduğu için dudaklarına usulca bir öpücük bırakıp geri çekildim. "Teşekkür ederim." gözleri gözlerimde bir süre oyalandı. Ayağa kalkıp başımın üstünden öptüğünde kalkmam için vaktin geldiğini anlamıştım. Onat önümde, ben arkasında albayın odasına doğru ilerledik. Kapıyı çaldığımızda içeriden gelen "Gel" sesiyle içeri girdik. Albayın ikimizi görünce kaşları havalandı. "Hayırdır inşallah?" Onat derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Albayım, yaklaşık yarım saat önce Erkin Birce'yi aradı. Eğer Boris'i yarına kadar serbest bırakmazsak, arkadaşını öldüreceğini söylüyor. Ve arkadaşının evinin konumunu biliyor, kızın anlık fotoğrafını attı. Sinem yani arkadaşı Şırnak da, bende Sefa'ya onu alıp gelmesini söyledim. Takriben akşama doğru burada olurlar." Albayın bakışları bana döndü. "Hayatında başka değer verdiğin biri var mı?" düşünmeme gerek bile yoktu. "Yanımda olmayan sadece Sinem var komutanım." yok dersem, buradakilere haksızlık etmiş olurdum. Albayın yüzünde saklamadığı bir gülümseme oldu. "Tamam. O zaman arkadaşının görev bitene kadar senin yanında kalması doğru olur. Birce, görevin ana kahramanı sensin ve bu kansız her şeyi senin üzerinden yapmak istiyor. O yüzden sana yara açabileceği ne varsa engel olmalıyız." Albay haklıydı ama Sinem'e öylece her şeyi bırak yanıma gel diyemezdim ki. Kendisine gelecek inşa etmek için çok uğraşmıştı. Albay yüzümdeki bu kargaşanın sebebini anlamış olacak ki sordu. "Arkadaşın ne iş yapıyor?" "Yazılım mühendisi komutanım. Bu şirkete girmek için çok çabaladı. Hatta neredeyse bir yıla aşkın işin peşinden koştu. Sonra hiç ummadığı bir anda telefon geldi ama tek şart 6 ay Şırnak da görev yapmaktı. O da kabul etti." albay olduğu yerde öne doğru eğildi. Ellerini önünde topladı. "Sence de enteresan değil mi Birce?" enteresan olan neydi? "Ne komutanım?" Onat da durumun farkına varmış olacak ki sert bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. "Arkadaşın aylarca uğraşıyor, sonra bizim bu timi oluşturduğumuz zaman işe kabul alıyor. Hem de bu terör örgütünün diğer ayağı olan Şırnağa gelme şartıyla. " hassiktir. Beynimde şimşekler çakmıştı. Bakışlarım direkt Onat'ı buldu. "2-3 gün evde çalışacağını söyledi?" Onat usulca başını salladı. Taşlar yerine oturuyordu. Bu da oyunun bir parçasıydı. "Bu kansız bir yapboz gibi her şeyi planlamış. Uzun zamandır hayatında olduğu için, çevrende sana yara verecek tek kişiyi de elde tutmak istemiş." şu an önümde olsa, tek kurşunla alırdım canını. Nefes alamadığımı hissettim. Ama asla belli etmedim. "Sefa onu buraya sağ salim getirecektir. Geldiği zaman da Tugay'ın yanında çalışmaya başlayabilir. Zaten bir yazılımcı daha atanacaktı, onun yerine Sinem'i öneririz." Asker selamına geçtim. "Sağ olun komutanım." başıyla çıkabilirsiniz demişti. Dışarı çıktığım gibi bakışlarım Onat'a döndü. "Bu orospu çocuğunu öyle bir doğrayacağım ki, inim inim inleyecek." bakışları benimle aynıydı. "Beraber Birce'm, beraber." bir süre birbirimize baktıktan sonra sakinleştiğimi anladım. "Ben şimdi odaya geçeyim, 2 gündür evraklar birikmiş onu halledeyim. Sefa Sinem'i almaya gitmiştir. Yola çıktıklarında haber vereceğim sana." aklıma neredeyse 2 gündür benimle iletişim kurmadığı gelmişti. Sinem'e o kadar odaklanmıştım ki bu gerçek gözümden kaçmıştı. Tam arkasını döndüğü sırada etrafta kimsenin olmamasının da verdiği cesaretle sordum. "2 gündür telefona bakmak aklına gelmedi mi?" adımları durdu. Omzunun üstünden bana baktığında, saniyeler sonra yanıma geldi. "Hesap mı soruyorsun?" birden çekindim. Evet desem, "Ne hakla?" der miydi? Ama hayır desem, rahat uyuyamazdım. "Soramaz mıyım?" adımları biraz daha yaklaştı. Yakınlığımızdan dolayı etrafa bakma gereği duydum. Kendimi bir adım geri çektim. "Seni şuracıkta, hiçbir şeyi aldırmadan öpmemi mi istiyorsun?" böyle bir cevap tabi ki beklemiyordum. "Soruna cevabım evet olurdu ama soruma cevap vermediğin için hayır." kaşları alayla havalandı. "Şu evrak işlerini halletmem gerekiyor. Senin de halletmen gereken bir antrenmanın var, antrenman çıkışı yanıma gel. Hem o zamana belki Sinemle Sefa gelmiş olur." hızlıca arkasını döndükten sonra olduğum yerde kaldım. Telefonuma baktığımda Sinem'in Sefayla haberleştiğini ve 1 saat içerisinde yola çıkacaklarını görmüştüm. İçim rahatladıktan sonra hemen üstümü değiştirerek hemen salona giriş yaptım. Bütün tim buradaydı. Benden önce antrenmana başlamışlardı. İçeri girdiğimi ilk gören Aybars olmuştu. "Hoş geldin Birce." başımı eğerek ona selam verdim. "Sağ olun komutanım. Herkes beraber mi yapıyor, yoksa bireysel miyiz?" bakışlarım diğerlerini bulunca aslında bireysel olduğumuzu anlamıştım. "Bireysel. Ama sen gel konuşalım bir seninle." az ileride olan oturma alanına yerleştiğimde bakışları bana döndü. Saçları kızıldı ve çok dikkat çekiyordu. Muhtemelen sakalları da öyleydi ama malum uzatamadığı için hiç görmemiştim. "Yüzbaşım, görev için gelişme var dedi. Neler oluyor?" derin bir nefes alıp her şeyi anlatmaya başladım. Git gide değişen yüz ifadesin sinirlendiğini anlamamak pek mümkün değildi. "Bu meslek hayatımda daha ne görebilirim dedikçe, bu orospu çocukları her geçen gün beni şaşırtmaya devam ediyor." haklıydı. Bakışları bana döndü. "Bak Birce, ben senin komutanın olabilirim. Ama şu kapıdan çıktığımız gibi senin kardeşinim. Bu artık görevden ziyade benim kız kardeşime yapılan bir ırz düşmanlığı. O yüzden bir şey olduğu zaman, kapımı çalmaktan çekinme." yüzümdeki gülümsemeye engel olamamıştım. Başımı yavaşça salladım. "Teşekkür ederim Aybars." o da aynı gülümsemeyle bana karşılık verdi. Ayağa kalktı, bakışları bana döndü. "Oyalanma asker. Düşman beklemez. Hadi, hadi!" bende diğerlerinin yanına gidip bireysel antrenmanıma devam etmiştim. Aldığım son bilgilere göre Şimalle Aybars'ın arası git gide daha iyi bir hale geliyordu. Oğuzhan'ın kardeşiyle arası düzelmiş sayılırdı. Diğerleri ise stabil hayatlarına devam ediyordu. Gün geçtikçe hepsiyle aramız çok daha iyiye gidiyordu. Ve koordinasyonu sağladığımız eğitimlerde de belli oluyordu. Aradan geçen iki saatin sonunda hızlıca duş alıp Onat'ın odasına gitmek için koridora çıkmıştım. Telefona baktığımda Sinemden mesaj göremediğim için içimde yine o endişe belirmişti. Bu endişeyi körükleyen, Onat'ın odadan kulağında telefonla hızlı bir çıkışı oldu. Göz göze geldik. O an anlamıştım. Bir şey olmuştu. "Tamam, biz çıkıyoruz yola." saniyeler sonra telefonum çaldı. Arayanın Sinem olduğunu gördüğüm an nasıl açtığımı bile hatırlamıyordum. "Birce, Birce bir şey oldu." O iyiydi. En azından hayattaydı. Bakışlarım Onattaydı. O ne olduğunu biliyordu. "Ne oldu Sinem? Sakin ol. Ne oldu, anlat?" bir yere koşturduğunu duyabiliyordum. "Sefa, Sefa'yı vurdular. Aslında beni vuracaklardı ama benim üstüme kapandı. Birce çok fazla kan var. Hastanedeyiz ne yapacağım bilmiyorum." korktuğum başıma gelmişti. Onat ne duyduğumu anlamış olacak ki eliyle hadi dercesine kapıyı işaret etti. "Sakin ol ve hastaneden ayrılma. Başına birilerini yollayacağım. Onlar olmadan tuvalete bile gitme. 2 saate yanındayım." telefonu kapatıp Onatla nasıl arabaya bindiğimi bile hatırlamıyordum. "Sefa'nın durumu nasıl?" araba hızlı bir şekilde öne atıldığında Onat'ın bakışları yoldaydı. "Durumu iyi. Üstünde Allahtan çelik yelek varmış. Koluna gelmiş sadece. Sinem muhtemelen panikten dolayı biraz abarttı." başımı sanki bana bakıyormuş gibi hızlıca salladım. "Bu yaptığı iyiliği ömür boyu unutmayacağım." Onat'ın yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. "Onun işi bu Birce. O da özel kuvvetlerde bir asker. Bizim için sivilin hayatı hep daha önemlidir, bilirsin." haklıydı ama yine de vicdan azabı çekiyordum. Derin bir nefes alıp bakışlarımı önüme çevirdim. "Ankara'da halletmem gereken işler vardı. Annem yeni vefat ettiği için hala uğraşmam gereken işler olabiliyor." o konuyu açmasaydı, benim aklımdan çıkmıştı bile. Annesiyle daha doğrusu Oya hariç ailesiyle ilgili hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. "Özel olmazsa, annen neden vefat etti?" belki de sormamam gerekirdi, bilmiyordum. Ama artık aramızda bir şeyler yaşanacaksa birbirimize karşı şeffaf olalım istiyordum. "Babam öldürdü." o an yer yarılsın istedim. Arabanın tavanı üstüme düşmüş gibi hissettim. İçimde öyle bir his belirdi ki, beni bu hale getiren hissi onun yaşadığını düşününce içim burkulmaya devam etti. "Onat ben özü-" elini elime almasıyla sözüm kesildi. Elimi öptükten sonra, bırakmadı. "Sen neden özür diliyorsun güzelim? Birbirimizi tanıyacaksak tabi ki bunları bilmen gerekiyor. Sadece zamanlama yanlış oldu. Ben zaten sana anlatacaktım." bakışlarımı ondan çekemiyordum. Bu duygunun altında ezilmeden duramıyordum. "Şu an anlatmak zorunda değilsin." bakışları yoldan bana saniyelik döndüğünde, benim bakışlarım zaten ondaydı. "Yolumuz uzun. Zaten bir gün öğreneceksin." bu sefer elini destek olmak için ben sıktım. Tekrardan elimi öptükten sonra anlatmaya başladı. "Kendimi bildim bileli babam alkolikti. Hayatımın hiçbir evresinde onu bir gece olsun ayık görmedim. Ve maalesef ki alkolün sürekli girdiği eve, şiddette giriyor." derin bir nefes aldı. "Yeri geliyor annemi dövüyor, yeri geliyor Oya'ya şiddet uyguluyordu. Bu tabi ben büyüyene kadar devam etti. Annemin kimsesi yoktu Birce. Ne baba tarafı ne anne tarafı. Çocuklarını alıp gidebileceği kimsesi yoktu." içim daha çok acıdı. "Benim büyüyüp babama gücüm yetmeye başladığı dönemlerde, bu şiddet psikolojik şiddete dönmeye başladı. Ne Oya'ya ne anneme vurmasına izin vermiyordum. Anneme kaç kere yalvardım. Boşan, bu adam bizim ecelimiz olacak. Ben size güller gibi bakarım dedim, boşanmadı. Garip bir şekilde babama beslediği sevgi de bitmiyordu. Bu olay uzun bir süre devam etti. Hiçbir zaman onlara vurmasına müsaade etmedim. Ama bir yerden sonra benim de hayatıma devam etmem gerekiyordu Birce. Harp okuluna gittikten bir sene sonra da Oya tıp kazandı. İkimizin de okulu Ankara da olduğu için ben hafta sonları eve geliyordum, Oya hep evdeydi." bir süre sustu. Belki anlattıkları ya da bundan sonra anlatacakları ağır geldiği için sustu. Ellerimiz hala birbirine kenetliydi. "3. sınıftayken bir hafta sonu evci iznine çıktım. Evin önüne geldim, kapıyı çaldım kimse açmıyor. Halbuki gelmeden yarım saat önce annemi aradım, evdeyim dedi. Bir yere gitse haber verirdi. İçimdeki o korkuyu ömrüm boyunca unutmayacağım. Kapıyı kırdım. İçeri girdim. Birce, babam annemin üstünde, annemi boğuyordu. Annemin yüzü mosmordu. Eğer birkaç saniye daha geciksem ölecekti." sussun istedim. Daha fazla anlatmasın istedim. Derin bir nefes alıp anlatmaya devam etti. "O ana dair çok bir şey hatırladığım söylenemez. Babamı annemin üstünden savurdum. Tuttum annemin kolundan çıkardım o evden. Yalvardı yakardı dinlemedim. Aradım komutanımı anlattım durumu. Dedi size ev ayarlayana kadar annen lojmanda kalsın. Allah razı olsun destek oldular. Mezun olmadığım halde böyle bir imkan tanıdılar. O günden sonra babamı annemin öldüğü güne kadar görmedik. Zaten Oya mezun oldu, annemle direkt ayrı eve çıktılar. Ben doğu görevine gittiğim için çok yanlarında duramadım. Her neyse, babam bizim evi buluyor. Oya nöbetteyken geliyor." tekrardan derin bir nefes aldığında araya girme ihtiyacı duydum. "Gerisini anlatmak zorunda değilsin Onat." devam etti, biliyordum ki bu duyduklarımdan sonra içimin sızlaması bir ömür geçmeyecekti. "Annemi o gün öldürüyor Birce. Ve vahşi bir şekilde. Annemi 9 yerinden bıçaklıyor. Bu yetmiyor, vücudunu parçalara ayırıyor." susmalıydı. "Tamam Onat. Kendine bunu hatırlatma, lütfen." dediğimde bakışları bana döndü. "Sen ben bunu ömür boyu unutabilecek miyim sanıyorsun?" haklıydı. O kadar kötü hissediyordum ki ne denir bilmiyordum. Her ne söylesem onu daha fazla incitir miyim diye düşünüyordum. "O adam müebbet aldı. Ama sana yemin ederim Birce, mesleğine aşık biri olmasaydım onu öldürürdüm." bakışlarım son söylediğiyle ona döndü. "Böyle insanlar bir saniye nefes almayı bile hak etmiyor." başını salladı. "Oya nasıl peki şu an?" Oya'nın adını duyunca derin bir nefes aldı. "O hala atlatamadı. Üzerinden bir sene geçti. Ama hala geceleri uyuyamadığını biliyorum. Bana yansıtmak istemiyor aklım kalmasın diye ama farkındayım. Hakkariye gelmesini de biraz bu yüzden istedim. Bu süreçte çok yanında olamadım. Bir hafta izin alabildim. Sonra göreve çıktım." görev beklemezdi. Her ne olursa olsun askeriyede geçerli olan nadir kurallardandı. Ama ilk defa bir kuralı değiştirmek istedim. Elimde olsun ve iki kardeş o bir sene boyunca ayrılmasın istedim. "Sen ve Oya hayatımda gördüğüm en güçlü insanlarsınız. Ve eminim anneniz şu an sizinle gurur duyuyor. " bakışları bana döndüğünde gözlerindeki o parlamaya şahit olmak beni üzdü. "Eğer annemi koruyabilseydim, o zaman benimle gurur duyardı." içimdeki ateş alev aldı. Kendini suçluyordu. Bu yapması gereken son şey bile değildi. Tam bir şey demek üzere ağzımı açacaktım ki konuşmaya başladı. "Kendimi suçlamamam gerektiğini, benim elimde olmadığını söyleyeceksin biliyorum Birce. Bugünlük bu konu yeter. Başka zaman, başka ortamda uzun uzun konuşuruz. Olur mu?" başka bir konu olsa asla susmazdım. Ama şu an susmam gereken yerde olduğumun farkındaydım. Usulca başımı salladım. Kafamı yola çevirdiğimde Şırnak tabelasını gördüm. Bugünü hayatımın en kötü günleri arasına rahatlıkla alabilirdim. Sinem'in başına gelenler, Onatla ilgili öğrendiklerim ve daha nice hissettiğim şeyler. Onat'ın arabayı bir kavşaktan döndürmesiyle karşımızda kalan hastaneyi gördüm. Yaklaşık iki dakika sonra hastanenin önündeydik. Arabadan indiğimizde bütün bakışlar üstümüze döndü. Karargahtan çıkıp geldiğimiz için kamuflajlıydık ve oldukça fazla dikkat çekiyorduk. Hızlıca hastaneye giriş yaptığımızda kapıda duran askerler hangi katta olduklarını söylemişti. 2. kata geldiğimizde bekleme yerinde hüngür hüngür ağlayan Sinem'i görmem, ayak bağımın çözülmesine neden oldu. "Sinem!" Bakışları o kadar hızlı bana döndü ki kalkıp bana sarılması bir oldu. "Birce, ben çok özür dilerim." hiçbir şeyden haberi yoktu ama yine de özür diliyordu. Bu belaya onu bulaştırdığı için aslında özür dilemesi gereken kişi bendim. Saçını okşadıktan sonra kendimi ondan uzaklaştırıp yüzüne baktım. "Özür dilemesi gereken sen değilsin, benim. İyi misin? Bir yerinde bir şey var mı?" o kadar çok ağlıyordu ki yeşil gözleri kan çanağına dönmüştü. "Şş Sinem. Tamam bak Sefa iyiymiş, sen de iyisin. Ben buradayım, iyiyiz." bakışları beni bulduğunda tekrardan sarıldı. Birkaç dakika öyle kaldıktan sonra Onat'ın sesini duydum. "Sefa'yı ziyaret edebiliriz." Sinem Onat'ın sesini duyunca başını omzumdan çekti. Bakışları Onat'a döndü. Onat elini uzattığında bu sefer bakışları uzattığı elindeydi. "Yüzbaşı Onat Aktan Kara." saniyelik bakışları bana döndü, o da Onat'a elini uzattı ve tokalaştılar. "Sinem Arslan." Tekrardan bakışları bana döndü. Çok güzeldi. Benim kara saçlarımın aksine onun turuncu saçları vardı. Bembeyaz yüzü ve yeşil gözleriyle oldukça saf bir güzelliği vardı. "Hadi gidelim bebek." dediğimde başıyla beni onayladı. Onat önden odaya ilerlemeye başladığında Sinem'in beni cimciklemesiyle ona döndüm. "Kız bu adam Zeus mu? Bu ne?!" Böyle bir tepki vereceğini biliyordum. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. Beni rahatlatmak için bunu söylediğini biliyordum. Bir odanın önüne geldiğimizde Onat kapıyı çaldı ve içeri girdi. Sefa içeride yatıyordu. Kolu sarılıydı ve onun dışında pek bir şeyi yok gibi duruyordu. Onat'ı görünce yerinden doğrulmak istedi ama Onat eliyle dur işareti yapınca kendini zorlamadı. "Nasıl oldun babacan?" Onat'a baktığımda gülüyordu. Bu onların arasında sanırım bir anlaşma şekliydi. Bakışlarım Sefa'ya kaydığında yattığı yerden bile boyunun uzun olduğunu anlamıştım. Sinem'in arkamda durduğunu hissediyordum. ''Geçmiş olsun Sefa.'' bakışları bana döndüğü zaman gülümsedi. ''Teşekkür ederim komutanım.'' Sinem'in arkamdan çıkıp bir adım önüme geçtiğini gördüm. ''Ben çok özür dilerim Sefa. Gerçekten çok mahcup hissediyorum kendimi.'' Sefa'nın olduğu yerden doğrulduğunu ve bakışlarını Sinem'e sabitlediğini gördüm. ''Ben bir askerim. Ve görevim seni korumak. Lütfen artık ağlama ve benden özür dileme.'' Muhtemelen Sinem olay anından beri ağladığı ve sürekli özür dilediği için böyle bir şey söyleme gereksiniminde bulunmuştu. ''Sefa kolay lokma değildir Sinem. Baksana şuna, turp gibi maşallah. Yarına ayaklanır hiçbir şeyi kalmaz.'' Gülümsedim. Öyleydi. Eğer öyle biri olmasaydı, Onat Sinem'i emanet etmezdi. Kapı açıldığında içeri gireni doktor diye tahmin ediyordum. Onat kapıya baktığı zaman birkaç saniye bakakaldı. ''Onat?'' Arkamı döndüğümde gördüğüm kadınla kaşlarım havalandı. Kim olduğunu bilmiyordum ama şu an Şırnakta ve hastanede olduğumuza göre Onat'ı tanıyan tek bir doktor vardı. Onat ise onu tanımıyormuş gibi yaptı. ''Buyrun?'' İçimdeki sevince engel olamadım. Kadının bakışları benim ve Sinem'in üzerinde gezdi. Sonra tekrardan Onat'a döndü. ''Dilek ben. Ankara'dan.'' Onat hala dümdüz bir surat ifadesiyle ona bakıyordu. ''Çıkaramadım kusura bakma.'' Oysaki daha 2 gün önce konusu geçmişti. Hatırlamaması imkansızdı. Dilek bozulmuştu. Suratından o kadar çok anlaşılıyordu ki bu durum bana zevk verdi. ''Karşı karşıya oturuyorduk. Selman teyzenin cenazesinde hep yanınızdaydım.'' annesinin adının Selman olduğunu bu şekilde öğrenmek istemezdim. Onat da annesinin adını duyunca bakışları Dileği buldu. Sinirlenmişti. ''Sağ ol. Ama şu an Sefa'nın tedavisi beni tanımandan daha mühim bir konu. Siz konuşun, biz dışarıda bekliyoruz.'' Bakışları beni buldu. ''Hadi güzelim.'' dediğinde kalbim yerinden çıkacak sanmıştım. Bakışlarım Dileği bulmadı ama onun bana baktığının gayet farkındaydım. Onat elimden tuttuğunda Sinem'e döndüm. ''Kapıda bekliyorum canım.'' başını salladı. Kapının önüne çıktığımda kendimi tutamadım. ''Hadsiz.'' Onat'ın bakışları beni buldu. Konuşmaya devam ettim. ''Hiç bakma öyle. Sana kendince zor gününde yanında imajıyım vermeye çalışıyor. İnsanların acıları öyle ulu orta her yerde konuşulacak şeyler mi?'' dediğimde yanıma yaklaştı. Elleriyle saçlarımı düzeltti. ''Haklısın. Beni o ilgilendirmiyor. İlgimi çeken tek şey karşımda.'' söylediği şeyler bile içimi soğutmamıştı. Dileğe o kadar kurulmuştum ki şu an ona odaklanamıyordum. İnsanların kayıpları, ulu orta konuşulacak şeyler değildi. Kaç yaşına gelmiş ve bunu öğrenememişse durum vasattı. Kapının açılmasıyla bakışlarım oraya döndü. Dilek içeriden çıktı. Bakışları tabi ki Onattaydı. "Hasta iyi durumda. Kurşunu kendisi orada çıkardığı için doku zedelenmesi mevcut. Onun dışında durum iyi. Yarın taburcu olabilir." Onat başını salladı. Cevap vermeyeceğini ben bile anlamıştım ama 6 senelik tıp bitirme zekasına nail olan Dilek anlamamıştı. Onat içeri girmek için hareketlendiğinde bakışları kolundan tutan Dileğe döndü. "Onat, beni tanımamış olamazsın." çok az kalmıştı. Ama benim sabrım çoktan taşmıştı. Bakışlarım Onat'ın kolundaki elinden, yüzüne döndü. Onat'ın kendini çekmesiyle eli boşa düşmüştü. Tam ağzını açacağı sırada belki yapmamam gereken bir şeyi yaptım. "Onat, canım sen geç içeri. Sefayla vedalaşalım. burada kaybedecek bir dakikamız bile yok." Dileğin bakışları delici bir şekilde beni bulmuştu. Onat içeri girdi tam peşinden gireceğim zaman bu sefer kolundan tutulan ben olmuştum. Bu kızın kol tutmaya zaafı vardı. Onat'ın bakışları bana döndü. Sinirlendiğini görmüştüm. Sorun yok dercesine ona gülümsediğimde içeri girdi. Kolumu o kadar hızlı çekmiştim ki Dileğin canının acıdığını tahmin edebiliyordum. "Sen kimsin?" pat diye sorduğu soruyla yüzüne alaycı bir gülümsemeyle baktım. "Kolumdan pat diye çekebileceğin biri değilim." o da kendince yüzüne alaycı bir ifade kondurdu. "Askerime saygım sonsuz. Üstündeki üniformadan dolayı sana da ama Onat benim çok eski arkadaşım. Onunla arama kimsenin girmesine izin veremem." tek kaşım havalandı, bir adım ona yaklaştım. Ayağımdaki postallardan dolayı tok bir ses çıkmıştı. Bakışları önce ayağıma sonra tekrar bana kaydı. "Askerine saygı duyan her Türk vatandaşına benim saygım daha büyüktür. Ama Onat onu umursamadığı halde, dibine giren birine yeterince saygı ve sabır gösterebileceğimi sanmıyorum. Sefayla ilgilendiğiniz için teşekkürler doktor hanım. Kolay gelsin." arkamı dönüp, odaya girdim. Bana sen kimsin deme haddini gösteren birine az bile cevap vermiştim. İçeri girdiğimde herkesin yüzü gülüyordu. İstemsiz benim de yüzüm gülümsedi. "Nerede kaldın bebek?" yanına oturduğumda Onat'ın bakışları bendeydi. Saçma bir şekilde ona da sinir olmuştum. Sadece cenazede gördüğü, başka hiçbir şekilde muhatap olmadığı biri ondan hesap sorma hakkını nerede buluyordu. "Birkaç parazit. " Onat'a döndüm. "Hasta ziyaretinin kısası makbuldür. Kalkalım mı?" bunu dememi bekliyormuş gibi ayaklandık. "Her şey için sağ ol Sefa. Toparlandığın zaman seni Hakkariye bekliyoruz." Güldü. Bakışları Onat ve benim aramda geçti. "Çok kısa zamanda gelecek gibi duruyorum zaten. Dikkat edin kendinize." Onat ve Sinemle de vedalaştıktan sonra hastane odasından çıktık. Onat'ın sesiyle bakışlarım tekrardan ona döndü. "Sinem'in eşyalarını toplayalım. Sonra oyalanmadan geçelim." Tabi Sinem'in temelli geleceğinden haberi olmadığı için, dan diye böyle bir şey söyleyince, idrak edemedi. "Eşyalarımı toplamaya gerek yok. Benim yanımda el valizim vardı. Zaten birkaç gün kalabileceğim. Sonra iş için geri dönmem gerek." derin bir nefes aldım. Ona döndüğümde çoktan bir şeylerin olduğunu anlamıştı. "Ne oldu?" diye sormasıyla da bunu teyit etmiş bulundu. "Durum ciddi. Seni Hakkari'ye transfer edebiliriz." en yumuşak nasıl söylenirdi bilmiyordum ama bu söylediğimle bile kaşları çatılmıştı. "O ne demek?" Sinem'in ne kadar çabaladığını bildiğim için, bundan onu istemek bencillik geliyordu. Ama işin ucunda can olunca, her şeyi bir kenara atabiliyorduk. "Hanımlar burada durdukça dikkat çekiyoruz. İstiyorsanız yolda konuşalım." Onat haklıydı. Hızlı bir şekilde hastaneden çıktıktan sonra arabaya bindik. Ön koltuğa Onat'ın yanına oturduktan sonra tam konuşmaya başlayacaktım ki Onat'ın bana olan bakışlarıyla ona döndüm. "Durumu izah edeyim." operasyonu açık etmemi istemiyor olabilirdi. O yüzden onun açıklaması daha doğruydu. Gözlerimi kırpıp onu onayladıktan sonra konuşmaya başladı. "Sinem, çalıştığın şirket terörle bağlantılı." Hayatında terörü yaşamamış birine pat diye bunu söylersen, sıradan bir asker gibi tepki almayı bekleyemezdin. Haliyle Sinem de tepki veremedi. Dikiz aynasından ona baktığımda, ağzının ciddi anlamda açık olduğunu ve şoka uğradığını görüyordum. "Operasyonumuzla alakalı bir durum olduğu için seni Hakkariye götürmemiz gerekiyor. Orada da mesleğine devam edebileceksin. Biliyorum, böyle bir şeyi duymayı beklemiyordun ama burada kalman sakıncalı." Sinem'in tepki vermemesinden dolayı artık konuşmam gerektiğinin farkındaydım. Dikiz aynasından ona baktığımda göz göze geldik. "Sinem biliyorum şu an ne oluyor diyorsun. Ama bana güvenmen gerekiyor. Ben senin kötülüğünü isteyecek hiçbir şey yapmam. Bunu biliyorsun." başını usulca salladı. "Şimdi kıyafetlerini al. Benim evime yerleşeceksin. Diğer eşyalarını almak için başkalarını yollarız." "Başın belada mı Birce?" Ne söylemem gerekiyordu? Erkin'i biliyordu. Onun varlığından bahsetsem, huzursuz olacaktı. İlla ki öğrenecekti ama şu an zamanı değildi. Bu sefer arka koltuğa döndüğümde yüz yüze geldik. Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. "Ben bir askerim Sinem. Bela benim göbek adım." onun yüzünde mimik dahi oynamamıştı. Çünkü işin ciddiyetini farkına varmıştı. Her ne kadar ona yansıtmak istemesem de hisleri o kadar kuvvetliydi ki hissetmişti. "Her neyse. Gidelim ve şu işi halledelim. Senin evine gidince uzun uzun konuşuruz." çok uzatmadan önüme döndüm. Şu an gerçekleri sindirmeye ihtiyacı vardı. Sinem'in evi tarif etmesi sonucu gelmiştik. Onat arabadan inmemişti. Eve girip hızlıca evi topladık. Sinemden pek ses çıkmıyordu. Ben de pek üstüne gitmek istemiyordum ama bu hayra alamet değildi. Yaklaşık on dakika da işlerimizi halledip arabaya geçtikten sonra Hakkari'ye doğru yola çıktık. Arabada sessizlik hakimdi. İçinde bulunduğumuz durumdan dolayı ne konuşacağımızı bilmiyordum. Onat düşüncelerimi okumuş gibi Sinem'e bir soru yöneltti. ''Hangi okuldan mezunsun Sinem?'' Sinem'in normalde ne kadar muhabbet etmeyi seven biri olduğunu biliyordum ama şu an şartlar normal olmadığı için ne tepki vereceğini çıkartamıyordum. ''Gazi.'' Onat başını salladı. ''Birceyle hiç ayrılmadınız o zaman.'' dikiz aynasından baktığımda Sinem'in yüzünde bir gülümseme gördüm. ''Ayrılmadık. Bu gidişle pek ayrılacak gibi de durmuyoruz baksana.'' dediğinde tek kaşımı kaldırıp ona döndüm. ''Şikayetçisin herhalde bu durumdan.'' her zaman yaptığı asla yadırgamayacağım ama Onat'ın yanında yapmaması gereken bir şeyi yaptı. Yanaklarımı küçük bir çocukmuşum gibi sıktı. ''Ya Sinem!'' dediğimde ise kahkaha attı. Kendimi zorla kurtarıp, önüme dönmüştüm. ''Üstündeki üniforma yanaklarını sıkmama engel değil cancan.'' Onat yandan güldü bu dediğine. Bu sefer ona sataşmadan duramadım. Ona sinirliydim ama şu an bunun için doğru yer de olmadığının farkındaydım. Yine de kendimi tutamadım. ''Ne o komiğine mi gitti yüzbaşı?'' dediğimde arkadan Sinem'in ''Ups.'' dediğini duydum. Sinirlendiğimi anlamıştı. Onat ise tek kaşını kaldırarak bana döndü. ''Komiğime gitti evet.'' gülmeye devam ediyordu. Bir yanım gülüşünden öpmekle ağzına vurmak arasında gidip geliyordu. Bakışlarımı onun üstünden çekmiyordum. O ise sırıtarak yola bakmaya devam ediyordu. ''Dileğe de gülseydin böyle. Çok bir meraklıydı gülümsemene.'' gülüşü daha da büyüdü. ''Devam et.'' Benimle dalga geçiyordu. ''Neye devam edeyim?'' Araba fren yaptı ve bana döndü. ''Seni burada arkadaşının gözü önünde öpmemi istiyorsan biricik, beni kıskanmaya devam et.'' Sinem'in arkadan güldüğünü işittim. Yine domatese dönmüştüm. ''Ben inebilirim arabadan, hiç sorun değil.'' Bakışlarım Sinem'e öyle bir hızla döndü ki onun da kafasını cama döndürüp kahkahayı basması bir oldu. Onat arabayı çalıştırdığında hala sırıtıyordu. Sinem utanacağım biri değildi ama henüz Onatla aramda ne olduğunu doğru düzgün bilmediği için birden böyle bir cümle duyması onu da beni de şaşırtmıştı. Ama hanımefendi şaşırmaktan çok, eğlenmişe benziyordu. Yaklaşık bir saatlik yolculuğumuz genelde Onat ve Sinem'in sohbetiyle geçmişti. Onat'ın da yazılıma ilgisi olduğunu, eğer asker olmasaydı o dalda ilerleyeceğini öğrenmiştim. Evin önüne geldiğimizde arabadan aynı anda indik. ''Seni de zahmete soktuk Onat. Sen de evine geç dinlen istersen.'' Sinem'in söyledikleriyle Onat'ın bakışları bana döndü. Tabi ki Sinem Onatla aynı apartmanda kaldığımı henüz bilmiyordu. ''Aynı apartmanda oturuyoruz.'' Sinem'in bakışları bana öyle bir döndü ki bu ''dedikodu dolu ama sen bana hiçbir bok anlatmamışsın'' bakışıydı. Bunu Onat bile fark etmiş olacak ki: ''Daha taşınalı birkaç gün oldu.'' Onat'ın beni koruma çabası çok tatlı gelmişti. Utanmasam koca adamın yanaklarını sıkacaktım. ''Hadi geçelim eve.'' hızlıca eve giriş yapmıştık. Onat kapının önüne kadar bizimle gelmişti. ''Her şey için tekrardan teşekkür ederim Onat.'' Onat Sinem'e sadece başını sallayarak karşılık verdi. Çünkü biliyorduk ki bu teşekkürlük bir durum değildi. Kim olsa bunu yapacaktık. İçeri geçtikten sonra bakışlarım Onat'a döndü. ''Yanımda olduğun için teşekkür ederim.'' gözleri parıldıyordu. Hayır, yanılmıyordum. Bana bakarken gözleri parıldırıyordu. Buna birkaç kez daha denk gelmiştim. ''Sen izin verdiğin müddetçe, her zaman biricik.'' İkidir bana biricik diyordu. İçim o kadar hoş oluyordu ki, boynuna sarılasım geliyordu. Ve yaptım. Kendimi durdurmadım. Sarıldım. O kadar güzel kokuyordu ki, kendine has bir kokusu vardı. Kolları belimi sarınca o da burnunu boynuma gömdü. Keşke zaman tam şu an dursaydı. Bir kum saati olsaydı ve tam şu an dursaydı. Asansörün açılan kapısıyla bunun mümkün olmadığını hayat bir kere daha pat diye yüzümüze vurdu. ''Ov. Özür dilerim.'' Oya'nın sesiyle birbirimizden ayrılmıştık. ''Ben yanlışlıkla bu katta inmişim. Hemen biniyorum geriye. Siz şey yapmayın. Özlettin kendini Birce, uğra bir ara.'' benim konuşmama fırsat vermeden asansöre bindi. Güldüm. ''Hep heyecanlı mıdır böyle?'' bakışlarım Onat'a döndüğünde onun zaten çoktan bana baktığını görmüştüm bile. ''Beni evlendirmek için heyecanlı.'' kaşlarım alayla kalktı. Bir adım ona yaklaştığımda aramızdaki mesafe neredeyse sıfıra indi. Bakışlarımı yüzüne diktim. Yüzlerimiz yakındı ama aradaki boy farkı burada gün yüzüne çıkıyordu. ''Sizle evlenmek için kızlar kapıda sırada komutanım. Size kendini hatırlatmak isteyen mi dersiniz, onu unutmak istemem diyen mi dersiniz.'' göz bebekleri büyüdü. Etkilenmişti. Başını bana eğdiğinde dudaklarımız da birbirine sürtündü. ''Sen o kapıyı kırıp geçeli çok oldu.'' tam dudağıma doğru eğilmişti ki kendimi geri çektim. Tabi ki hala sinirliydim. Ve beni karşısına alıp doğru düzgün anlatmadığı sürece geçmeyecekti. ''İyi geceler komutanım.'' içeri girip kapıyı kapatmamla dumura uğradığını hissetmiştim. Yüzümdeki aptal sırıtışa engel olamıyordum. Bunu hak etmişti. İçeri doğru gittiğimde Sinem koltuktan kalkıp üstüme yürümeye başladı. ''Ne zaman anlatmayı planlıyordun he? Düğün davetiyesi mi yollayacaktın şak diye yoksa? Kızım sen bu adama gıcık olmuyor muydun? Bıraksak iki tane çocuk yapacak hale gelmişsiniz.'' tam önüme geldiğinde onu kolumun altına aldım. Benden kısa olduğu için sürekli bunu yapar onu sinir ederdim. ''Hele bir soluklan cancan ya. Bu ne acele?'' karnıma attığı çimdikle kendimi nasıl geri çektiğimi bilemedim. ''Sıçarım senin bacağına. Köpek, bana anlatmayıp kime anlatacaksın? Otur şuraya. Geç.'' beni resmen koltuğa doğru itmişti. O an ondan kaçışım olmadığını anlamıştım. Onunla oturup dertleşmeyi çok özlemiştim. Güldüm. ''Ne öğrenmek istiyorsun?'' tam karşımdaki koltuğa oturdu. Ellerini bağlayıp, tam mahalle ablaları gibi beni sorgulamaya hazırdı. ''Sen bu adama ayar olmuyor muydun kızım? Ne ara öpüşmeli durumlara geldiniz?'' derin bir nefes aldım. ''Aslında ayar olmak denmez. Baştan beri bana olan ilgisinin farkındaydım ama çok kondurmak istemedim. Bir de askeriyede gönül işleri pek hoş karşılanmaz bilirsin.'' gözlerimin içine öyle bir baktı ki, beni okuduğunun farkındaydım. ''Karşında senin kandırabileceğin biri yok farkındasın değil mi Birce?'' tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. ''Ee kandırmıyorum ki zaten.'' kendimi evlilik programında teyzeler tarafından sorguya çekilmiş gibi hissediyordum. ''Bu ilgi tek taraflı değilmiş ki adamla öpüşecek raddeye gelmişsiniz.'' ayaklarımı koltuğun kolçağına doğru uzatıp, ona dümdüz bakmaya devam ettim. ''Öyle evet. Ondan hoşlandığımı inkar edemem.'' yüzünde bir gülümseme oluştu. Mevzu gönül işi olunca zaten Sinem oldukça gevşerdi. ''Kız adam dalyan gibi. Farkındasın dimi, talih kuşu kondu başına.'' bu sefer ben tek kaşımı kaldırıp ona bakmaya başladım. ''Pardon da ben de filinta gibiyim. Asıl onun başına kondu talih kuşu. Aman dikkat etsin de uçmasın.'' yonca görmüş eşek gibi sırıtarak bana bakmaya devam ediyordu. ''E öyle tabi. Senin gibisini yedi cihan bir araya gelse bulamaz. Öncelikle olaylar nasıl ilerledi soracağım ama bu Dilek ne iş?'' soru beklediğim yerden gelmişti. Açıkçası eve girer girmez bunu sorar diye düşünmüştüm ama iyi bile sabretmişti. Koltukta oturur pozisyona geldim. ''Onat'a aşık biri. Aşık olduğu bana direkt söylenmedi ama gözlemlerim öyle söylüyor.'' yüzünde tiksinir gibi bir ifade oluştu. ''Utanmasa ''Beni neden hatırlamadın?'' diye masanın üstüne çıkıp ağlayacaktı.'' başımı salladım. ''Onat'ın kardeşi var, Oya. O da doktor. Tayini buraya çıkmış. Dilekle aynı hastanedeymiş. Ya Dilek buraya gelecekmiş ya Oya. Dilek bayağı uğraşmış buraya gelmek için. Tek sebep ise Onat. Yani anlayacağın daha başından takıntılı bir aşığımız oldu.'' ''Onat'ın tavrı çok netti bu arada. Kızın yüzüne bile bakmadı Birce.'' orası öyleydi ama Dileğin bu kadar yüzsüz olmasını anlayamıyordum. ''Her neyse. Sende yok mu bir şeyler?'' dediğimde omuz silkti. ''Beni bilirsin, bugün var yarın yok. Bugün yok, yarın çok.'' gülümsememe engel olamadım. Bakışları gülüşümde takıldı. ''Hep mutlu ol Birce'm. Bunu en çok sen hak ediyorsun.'' hemen karşı koltuğa geçip, ona kocaman sarıldım. Beni bu denli düşünmesi, içimdeki vicdan azabını arttırıyordu. Bugün Sefa olmasaydı, belki şu an burada olmayacaktı. ''Hep beraber mutlu olalım cancan.'' sarılmama karşılık verip, kendini geri çekti. ''Onat iyi birine benziyor. Ve böyle adamlar genelde gözü karadır, vatanına düşkündür Birce. Unutma önce vatana hizmet, sonra karısına.'' dediğinde yüzümdeki gülümseye engel olamadım. ''İyi biri olduğuna inancım tam. Ayrıca yanındayken kendimi çok güvende ve huzurlu hissediyorum. Tabi operasyondan dolayı çok dışarda vakit geçirme imkanımız olmadı ama yanında olduğum her saniye hissettim bunu.'' kucağına doğru yattığım için saçlarımla oynuyordu. Ve bunu ne zaman yapsa, mayışıyordum. ''Yanındayken mutlu olduğun çok belli oluyor. Rütbe konusuna gelince de çok takılmaman gerektiğini düşünüyorum. İş işte, seks evde.'' kafamı kaldırıp, bacağına çimdik atmamla kahkaha atması bir oldu. Beni sinir etmeyi seviyordu. ''Ne yalan mı kızım? Ne yapacaktınız, uslu uslu evde oturup film mi izleyecektiniz?'' ters ters bakmaya devam ettim. ''Her şeyin bir zamanı var.'' beni tekrardan kucağına yatırıp, saçlarımla oynamaya devam etti. ''Herhalde. Sen doğru olanı zaten bilirsin.'' Birkaç dakika sessiz kaldık. Şu an olacaklardan bahsetmeli miydim bilmiyordum. Onunda beni darlamamak için sormadığını biliyordum. Ama bir yerden başlamam gerekiyordu. Kucağından kalkıp, tam karşısındaki koltuğa oturdum. ''Neden buraya geldiğini, ne olduğunu merak ediyorsun. Normalde bunu sana benim anlatmama gerekiyor ama muhtemelen yarın albay anlatacağı için önce benden duy istedim.'' Başını sallayıp, beni dinlemeye başladı. ''Diyarbakır'da görevdeyken arayıp beni buraya çağırdıklarını biliyorsun. Hakkari'de büyük bir terör örgütü var. Gerçi Şırnakta da bu tarz olaylar oluyor, aşinasın biraz.'' derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim. ''Biz yurttayken beni rahatsız eden bir çocuk vardı, hatırlıyor musun?'' Usulca başını salladı. ''Buradaki terör örgütünün başındaki kişi o.'' gözleri irileşti. ''Hassiktir. Şaka mı yapıyorsun?'' bakışlarım ellerime düştü, kafamı salladım. Keşke şaka yapsaydım. ''Birce bu ne demek farkında mısın? O olduğunu nasıl anladınız?'' bakışlarımı ona çevirdim. ''Bana bir video yolladı. Yüzündeki maske de, bana hitap şekli de aynıydı.'' llereiyle yüzünü sıvazladı. Şu an çok şaşırmıştı. Benim Erkin'den ne çektiğimi en iyi o biliyordu. ''Bunu üstlerin biliyor mu peki?'' başımı salladım. ''Bu senin mesleğin için bir sorun teşkil eder mi Birce? Şu an inanamıyorum.'' ''Başta tabi ki benimle ne alakası olduğunu anlamadılar. Ben bile idrak edemedim. Özel bir göreve seçiliyorum, karşımdaki düşman yıllarca beni taciz eden adam. Benimle görüşmek istedi, onunla görüştüm.'' Bu Sinem için bardağı taşıran son damlaydı. Ayağa kalkıp odanın içinde volta atmaya başladı. ''Ne demek görüştüm Birce? Ben şu an ne duyduğumun bile farkında değilim. Sen gelmişsin, çocukluğumun katiliyle savaşıyorum diyorsun. Ya sana bir şey olsaydı?'' Endişesini anlayabiliyordum. ''Sinem canım, ben bir askerim. Ve bunun için yetiştirildim. Mevzu görevse, karşımdakinin kim olduğunun bir önemi yok. Yine öyle oldu. Görüştük ve bütün tim oradaydı.'' olduğu yerde durdu. Bakışları bana döndü. ''Adı neymiş?'' yıllarca bunu öğrenmeye çalışmıştık. ''Erkin. Bir de ikizi var, Ekin. O da bizim yurttaymış ama ben hatırlayamadım.'' başını sallayıp histerik bir şekilde güldü. ''Şu an biri bizimle dalga geçiyor gibi hissediyorum.'' birden bir şey hatırlamış gibi bakışları bana kitlendi. ''Benim şirketimin onunla bir bağlantısı mı var?'' asıl olaya geliyorduk. ''Otur bir, öyle anlatayım.'' karşıma geçti. Derin bir nefes alıp anlatmaya başladım. Erkin'in beni aradığından, onun fotoğrafını attığından, Umut albayın yaptığı çıkarımlardan hepsinden bahsettim. ''Seni böyle bir olayın içine çektiğim için çok üzgünüm. '' kendimi o kadar mahcup hissediyordum ki bunu ne kadar dil dökersem dökeyim anlatamayacakmışım gibi geliyordu. Karşı koltuktan gelip, bana sarıldı. ''Öyle işin içine sıçayım ben. Ülkemi bölmeye çalışan birileri altında tabi ki çalışmayacaktım. Hatta keşke bu kadar süre bile çalışmasaydım. Ayrıca sen benim kız kardeşimsin farkındasın değil mi? Senin başın beladaysa, ben olduğum yerde rahat içinde yaşayamam. İkimiz beraber olduktan sonra altından kalkamayacağımız zorluk yok.'' Onun gibi birine sahip olmak hayatımın en paha biçilmez olaylarından biriydi. Sarılmasına karşılık verdikten bir süre sonra kendimi çektim. ''Yeter bu kadar duygusallık. Yarın albay sana her şeyi daha detaylı anlatacaktır. Ben arkadaş kontenjanından ve yarın öğreneceğin sana torpil geçtim. Şimdi markete gidip bir şeyler alıyoruz ve aylardır ertelediğimiz o kız gecesini yapıyoruz.'' ikimizde ayaklandığında hızlı bir şekilde Sinem'in eşyalarını yerleştirdik. Telefonuma baktığımda Onat'tan bir mesaj olduğunu gördüm. Onat Aktan Kara: Sefa eve geçmiş. Merak etmişsinizdir diye düşündüm. Durumu iyi, bir sıkıntı yok. Birce Sağlam: Teşekkür ederim haber verdiğin için. O sırada kapının önüne çıkıp ayakkabılarımızı giymeye başlamıştık bile. Telefonum tekrar titrediğinde tekrardan ekrana bakma ihtiyacı hissettim. Onat Aktan Kara: Muhtemelen şu an dışarı çıkıyorsunuz. Bir şeye ihtiyacınız varsa ben alabilirdim. Birce Sağlam: Bazen benim eğitimli bir asker olduğumu unutuyorsunuz yüzbaşım. Telefonu cebime koyup, Sinem'i de koluma takıp asansöre bindik. Hemen 50 metre ilerimizde bir market vardı. Saat çok geç olmadığı için muhtemelen açıktı. ''Onatla aynı apartmana neden taşındın?'' evime suikast düzenlendi desem, şuracıkta kalp krizi geçirirdi. ''Öyle gerekti diyelim.'' kurcalamadı. Çünkü biliyordu ki bazı şeyler meslek sırrı olarak kalmalıydı. Markete girdiğimizde hızlı bir şekilde abur cubur vs. aldık. Kasada her zaman olduğu gibi sen ben çatışması yaşasak da galip gelen ben olmuştum. Eve doğru ilerlerken Sinem çevredeki evleri inceliyordu. Bana gösterdiği eve bakarken evin hemen yanında bir karartı gördüm. Göz yanılması sandım ama karartı kendini belli etti. Karşımızda Erkin'in ikizi Ekin duruyordu. Bölüm hakkındaki düşünceleriniz buraya yazabilirsiniz. 💖 Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz. Instagram: monsoleil777 Twitter:monsoleil777 Tiktok:monsloeil777
|
0% |