@monsoleil
|
Merhabalar. Bir hafta aradan sonra tekrardan birlikteyiz. Bölüm günlerimizi Perşembe olarak değiştirmeye karar verdim, artık her Perşembe birlikteyiz.💖 Sizden ufak bir ricam olacak. Yorum yapıp, eleştirmeniz benim için çok önemli. Ve on üç bölüm boyunca hikayede olan yorum sayısı yok denecek kadar az. Her hafta bölüm atıyorum, bunun karşılığında yorumlarınızı ve eleştirilerinizi görmek beni çok mutlu eder. Lütfen benden bunları esirgemeyin. 💖İyi okumalar!
İlk defa birine bir şeyler hissettiğimde ya da hissettim zannettiğimde yaşım 23'dü. Hayatımın aşkını bulduğunu zannediyor, yüzümde gülücükler saçarak etrafta dolaşıyordum. İçimde dolaşan bu garip duyguya kendimce aşk adını vermiştim. Emre, 25 yaşındaydı. Onunla ilk görev yerimde tanışmıştık. O havacıydı. Bana olan ilgisi başlarda hoşuma gidiyordu ama bir yerden sonra toksitleşmeye başladığımız için bu ilişkinin yürümeyeceğini anlamıştım. İnsan belli bir yaştan sonra kendisine yük değil, destek olacak birini arıyordu. Tek ilişkim o zaman olmuş ve birkaç ay sürüp bitmişti. Onatla tanıştığımdan beri, ona hissettiğim duyguları anlamaya başladığımdan beri birine karşı böyle şeyler hissetmediğime emindim. Onunla aramızdaki çekim bile başkaydı. Bir insanı ilk gördüğünde bile senin için nasıl bir yere sahip olacağını anlardın. Ya da ben anlamıştım. Alperen'in sesiyle bakışlarımız ona döndüğünde alkolün de verdiği etkiyle birden saçmalamaya başladı. "Hayır şu an hayal görüyorum. Onat yüzbaşım, Birce komutanımı kucaklayacak değil ya amınakoduğumun salağı? Gördüğün hayale bak." gözlerini kapattı, beş saniye sonra tekrar açtı. Biz hala aynı pozisyondaydık. Önce bize baktı, sonra dua edercesine kafasını yukarı kaldırdı. "Allah'ım bana bunu beden yapıyorsun?" "İçeri geç Alperen." Onat'ın sesiyle irkildi ve gördüklerinin gerçek olduğunu anladı. "Ben bir şey görmedim komutanım. Emredersiniz." asker selamı verip, marş adımlarıyla içeri doğru ilerledi. "Aptal." Onat'ın bakışları tekrar beni buldu. Dakikalardır beni taşıyordu ama hiç yorulmuşa benziyordu. Alnıma usulca bir öpücük kondurduktan sonra beni yere indirdi. "Biraz daha içeri geçmezsek, kafalarında bin bir türlü senaryo üretecekler." kafamı salladıktan sonra bir şey demeden içeri ilerledim. Terasa yaklaştıkça içeriden gelen sesler yoğunlaşıyordu. "Yani sen diyorsun ki içeride cinler var ve sana hayal gördürdüler." terasa adım attığım an herkesin bakışları bana kaydı. "Birce, sen içeride bir şey gördün mü?" Sinem'in sorusuyla bakışlarım Alperen'e döndü. Muhtemelen buraya geldiğinde beti benzi attığı için böyle bir yalan söylemişti. ''Yoo. Ne göreceğim. Ne içirdiniz siz bu çocuğa halis de görmeye başlamış.'' Alperen bana ters ters bakınca ona sinir bozucu şekilde gülümsedim. ''Neyse komutanım. Çok içmişim ben herhalde. Haklısınız.'' ben de çok fenaydım ama yiğitliğe bok sürdürmemek adına çaktırmıyordum. ''Bu güzel gecenin sonuna geldik. Yarın sabah içtiması sizi bekler. Yatın güzelce dinlenin.'' Onat'ın geldiğini şu an fark etmiştim. Bakışlarımı ona döndürmek istemedim. Sanki bana baksa ne kadar utandığımı görecek gibi hissediyordum. Herkes ayaklanıp hazırlanmaya başladı. Şimal'in yerinden kıpırdamadığı dikkatimi çekmişti ama çok üstüne gitmek istemedim. ''Her şey çok güzeldi Aybars, eline sağlık.'' Aybars'a da alkol yaramıyordu anlaşılan. Çünkü bayağı içmişti ama hiçbir etki yoktu. ''Her zaman beklerim.'' diğerleriyle de vedalaştıktan sonra aşağıya indik. Oya, ben, Sinem ve Onat yine tam kadro geldiğimiz gibi gidiyorduk. Kızlar arka koltuğa geçince bana yine öne oturmak kalmıştı. Onat arabayı çalıştırdıktan sonra bakışları bana kaydı. ''Nasıl hissediyorsun?'' bir tık daha ayılmış gibiydim. Benim sarhoşluğumun en büyük sebebi Onat'ın dokunuşları da olabilirdi. ''İyiyim, kendime geldim.'' dikiz aynasından arkaya baktığımda kızların çoktan uyuduğunu görmüştüm. ''Aslında az içtin, neden böyle oldun?'' benimle dalga mı geçiyordu? Bakışlarım ona döndüğünde yüzündeki yarım gülümsemeyi gördüm. ''Bilmiyorum.'' ona istediğini tabi ki vermeyecektim. ''Ben biliyorum sanki.'' tek kaşımı kaldırıp ona dümdüz bakmaya devam ettim. ''Neymiş o?'' yüzünde o kadar güzel bir gülümseme belirdi ki sarhoşluğumun bana oynadığı bir oyun diye düşündüm. Çünkü bir insan bu kadar güzel gülemezdi, haksızlıktı. ''İkimizin ateşi sarhoş etti seni.'' madem kartları açık oynuyorduk. Sorun yoktu, oyununa ayak uydururdum. Bütün vücudumu ona döndürdüm. ''Tek beni mi sarhoş etti yüzbaşı?'' bakışları o kadar bana hızlı döndü ki, arabayı durdurdu. Etkilendiğini anlamamak için salak olmak gerekiyordu. Vücudumu ona döndürünce otomatik olarak ona da yaklaşmıştım. O da bunu fırsat bilip üstüme doğru eğildi. ''Sen yandıysan ben kül oldum diyelim.'' dudağıma doğru eğilmişti ki arkada ki kızların varlığını hatırlayıp kendimi geri çektim. O da anlamış olacak ki öksürüp arabayı çalıştırdı. Şu an ikimizde sağlıklı düşünemiyorduk. İçimizdeki haz duygusu her şeyden daha ön plandaydı. Bir an önce eve gitmem gerekiyordu. Bana asırlar gibi gelen yolculuğun sonunda eve gelmiştik. Bakışlarımız aynı anda birbirimizi bulunca ilk o konuşmaya başladı. ''Seninle birlikte en güzel gecelerimizden birinin başlangıcını yaşadık bu gece.'' kalbim yine ağzımda attı, midemde kelebek değil kelebek ordusu uçuştu. ''Sen hayatımda olduğun sürece kötü gecemin olacağını sanmıyorum Birce.'' gözlerim parlıyordu. İçimde ilk defa hissettiğim bu duygu beni alaşağı ediyordu. ''Bundan benim de şüphem yok.'' her iki söylediğinden de şüphem yoktu. Başını usulca salladı akabinde yine aynı sakinlikle alnıma ufak bir öpücük kondurdu. Bu koltuktan hiç kalkmak istemiyordum ama artık kalkmak zorunda olduğumun farkındaydım. Bakışlarım arkama döndü. ''Oya, Sinem. Hadi geldik, kalkın.'' ikisinden de asla ses çıkmıyordu. Onat'ın sesiyle tekrardan ona döndüm. ''Böyle uyanacaklarına inanıyor musun?'' inanmıyordum ama başka çarem yoktu. ''Bana bırak.'' dediğinde ne yapacağını soracaktım ki gür sesiyle irkildim. ''Asker kalk!'' aslında çok bağırmamıştı ama sesi öyle gür çıkmıştı ki Sinem ve Oya'nın kalkıp; ''Emret komutanım.'' ''Komutanım ben uyumuyordum.'' demesini tabi ki beklemiyordum. O kadar yüksek bir sesle kahkaha attım ki, Oya ve Sinem o zaman durumu farkına varmışlardı. ''Ulan Onat, bana bana ablana mı? Bu nasıl uyandırma şekli ya?'' Sinem de ters bakışlarını Onat'tan çekmiyordu. ''Yani enişte diyecek gibi olduk ama engel oldun şu an.'' Onat'ın bakışları ise onların aksine benim gülen suratımdaydı. Yüzünde küçük bir tebessümle bana bakıyordu. Ben de son kez ona bakıp arabadan indim. Diğerleri de ayıldığına göre artık eve gidebilirdik. Bu fiziki ve manevi açıdan yorucu gün artık son bulmalıydı.
🫧
Sabah uyandığımda başımda ağrı olur sanıyordum ama Onat'ın ısrarları sonucu bol bol sıvı içmiştim ve şu an sıfır ağrısız bir güne başlamıştım. Çok uyumamıştım ama kendimi dinç hissediyordum. Sinem'den daha önce evden çıkıyordum. Onun mesaisi birkaç saat sonra başlıyordu. Hızlı bir şekilde kamuflajlarımı ve botlarımı giyip karargahın yoluna koyuldum. Yolda yürüdükçe dün Onatla yaşadığım şeyler aklıma geliyordu. İçimde bir yerde utanç filizleniyor sonra ise bu utancın yerini istek alıyordu. Ona karşı olan bu çekimi inkar edemezdim. Ama aramızdaki şey her ne ise bunu netleştirmek istiyordum. Kaçak oynamak bir yandan hoşuma gitse de bir yandan net olmamak sinirimi bozuyordu. Düşünceler içerisinde karargaha geldiğimi anlamıştım. Kapıdaki askerle selamlaşıp içeri girdiğimde Aybarsla karşılaştık. ''Günaydın komutanım.'' sivil hayatta ne kadar yakınsak içeride bir o kadar rütbeye uymak zorundaydık. ''Günaydın Birce. Toplantı odasına geçiyoruz, yeni gelişmeler var.'' başımla onu onaylayıp peşinden ilerledim. Operasyonun akıbeti ne olacaktı açıkçası merak ediyordum. Oturup Ekin'in bize ulaşmasını mı bekleyecektik? Toplantı odasına girdiğimde yüzbaşı hariç herkes oradaydı. Çoğu geceden kalmaydı. ''Günaydın. Ayılamadınız herhalde?'' Alperen'in bakışları beni bulduğunda dün geceye dair pek bir şey hatırlamadığını anladım. ''Alper ne yaptın? Gece eve gidince de gördün mü senin cinleri?'' yüzünde o kadar pis bir sırıtış belirdi ki az önce söylediğim şey de haksız olduğumu anladım. Hatırlıyordu. ''Görmedim komutanım. Görmemi de çok istiyor gibi sordunuz.'' tek kaşımı kaldırdım. ''İstediğini görebilirsin.'' önüme döndüğümde bu sefer Oğuzhanla göz göze geldim. Kendimi çift taraflı sorguya alınmış gibi hissediyordum. ''Bu cinleri görmüyoruz ama hissetmemek ne mümkün komutanım.'' o da kendince imada bulunuyordu. Başından beri hissettiğini biliyordum. ''Aman dikkat edin de çarpmasın o cinler sizi.'' kapının açılmasıyla bakışlarımız oraya döndü. Onat gelmişti. Hepimiz aynı anda ayaklandığımızda ''Günaydın, oturun.'' yüzüne baktığımda yeni tıraş olduğunu anlayabiliyordum. Muhtemelen her sabah tıraş oluyordu. Çünkü yüzünde henüz bir kıl tanesi bile görmemiştim. Koltuğun bir ucunda o, bir ucunda ben oturuyorduk. Ama gözlerimiz birbirini bulduğunda sanki aradaki mesafe azaldı ve biz birbirimize sarıldık. Onunla göz göze gelmek bile böyle hissettiriyordu. Sadece ikimizin görebileceği bir tebessüm belirdi yüzünde. Ondan hemen sonra bakışlarını diğerlerine çevirdi. ''Şu çocuk çetesiyle ilgili yeni bilgiler var elimizde. Erkin tek başına yürütmüyor bu işi. Zaten yıllardır bu işi yapan bir çete var, onlara çocuk götürüyor. Karşılığında çocukları 3-4 sene sonra yanına alıyor.'' yanına alacaksa neden veriyordu ki? Sanki aklımdan geçeni duymuş gibi soruyu cevapladı. ''Çocukları askeri bir eğitime tabi tutuyorlar.'' şerefsizler kendilerince bir ordu oluşturmaya çalışıyordu. ''Peki neden kız çocukları komutanım?'' Selin'in sorusuyla başımı salladım. Neden bu çocukların içinde hiç erkek yoktu? ''Bunun özel bir sebebi var mı bilmiyorum. Ama araştırıyoruz. Çocuklardan birkaçına ulaşmaya çalışacağız. Yaşları büyüyüp sonradan ellerinden kaçanlar olduğu iddia ediliyor.'' Aybars'ın sözleriyle bakışlarım ona döndü. Ona baktığımda fark ettiğim başka biri daha vardı. Şimal, bakışlarını asla ondan tarafa döndürmüyordu. Dün gece ne olmuştu? ''Boris konuşacağını söyledi komutanım. Onu serbest bırakmayacağımızı ve Erkinden bir ses çıkmayınca böyle bir karar verdi muhtemelen.'' Onat ayaklandı. ''Çok iyi haber. Şu an birkaç saat işim var, dışarıda olacağım. Öğlen getir, sorguya alalım.'' nereye gidecekti? Ve daha doğrusu o her gittiğinde ben böyle merak edecek miydim? Kendime engel olamıyordum. Odadaki herkes çıktı. En son ben de çıkacaktım ki sesiyle duraksadım. ''Birce sen kal.'' diğerleri önümde olduğu için duymamıştı bile. Adımlarım olduğum yerde duraksadı. Yönümü ona çevirdim. ''Oya'nın işlerini halletmek için çıkacağım. Şırnak'a gitmemiz gerekiyor. Onu tek başına yollamak istemiyorum.'' Yani bu demek oluyor ki Dilekle karşı karşıya geleceklerdi. Bir şey demeye hakkım yoktu ama içimi huzursuz eden o duyguya engel olamıyordum. Yine de ona belli etmedim. ''Yardım edilecek bir şey var mı?'' başını salladı. ''Yok, düşünmen yeter. En geç öğleden sonra burada olurum.'' Başımı usulca salladığımda diyecek bir şey bulamamıştım. Sonra aklıma beni iki gün habersiz bırakıp gittiği geldi. Ondan sonra çok tepki göstermiş olmalıyım ki bunu haber verme gereksiniminde bulunmuştu. ''Teşekkür ederim haber verdiğin için.'' gözleri gözlerimi buldu. İkimiz arasında bir köprü kuruldu, ben o köprüden sağ salim çıktım sandım ama yine düştüğüm yer gözleri oldu. ''Seni hayatımla ilgili şeylerden haberdar etmek beni mutlu ediyor.'' bu ara çok sık itiraf da bulunuyordu. Ve o kadar ansızın yapıyordu ki bunu ne diyeceğimi bilmiyordum bile. ''Senin de böyle şeyleri bana söylemen mutlu ediyor. Ama böyle ulu orta yerlerde söylersen kalpten gidebilirim.'' gülüşü bütün yüzüne yayıldı. Üniformanın içinde ciddi olan karakteri, benimle konuşunca bambaşka bir hale bürünüyordu. ''Çıkayım ben. Oya beni bekliyor görüşürüz.'' yanağıma kondurduğu hafif öpücükle bütün günün stresi gitmişti. O odadan çıkmıştı ama kokusu sanki bütün odayı sarmıştı. Derin bir nefes alıp son kez odadaki kokusunu içime çekip kendi odama ilerledim. Koridordayken dışarıdaki bir grup dikkatimi çekti. Yeni gelen teğmenlerdi. Yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu. Bundan neredeyse 6 sene önce karargahın kapısından içeri girdiğim günü hatırladım. Bir yanım yapacağımdan çok emindi diğer yanım ise bu kadar güvenin bana zarar verebileceğinden korkuyordu. Ama çok şükür ilk yanım ağır basmıştı ki şu an buradaydım. Bakışlarımı onlardan çekip odama doğru ilerledim. Bugün aklımın çoğunluğu Onat gelene kadar onda olacaktı. Telefonu alıp ona bir şeyler yazmak istedim. Odaya girdikten sonra derin bir nefes alıp telefonumu elime aldım. WhatsApp'a girip onun adına basınca en son iki dakika önce aktif olduğunu gördüm. Birce Sağlam: Oya'nın yanına geçtin mi? Ev çok yakın olduğu için muhtemelen hemen varmıştı. Mesaj atar atmaz görüldü olması yüzümü güldürdü. Onat Aktan Kara: Geldim bebeğim. Şimdi çıkacağız. Koltuğa oturduğumda bir süre ne yazacağımı düşündüm. Onu rahatsız ediyor muydum? Birce Sağlam: Müsait olduğun zaman yazabilirsin. İstersen. İçimdeki bu utanç geçmiyordu. Nedense bazen onu rahatsız ediyormuş gibi hissediyordum. Yaklaşık iki dakika sonra telefona gelen mesajla bakışlarım telefona kaydı. Onat Aktan Kara: Senin bana rahatsızlık vermen mümkün mü Birce? Arabayı Oya kullanacak. İstediğin kadar mesajlaşabiliriz :) İçimdeki bu heyecana anlam veremiyordum. Onunla konuşmak, onunla mesajlaşmak, onunla ilgili her şey bana çok iyi geliyordu. Birce Sağlam: Mesajlaşırsam işimi nasıl yapabilirim yüzbaşım :) Onu sinir etmek hoşuma gidiyordu. Mesajı okurken yüzünde gülümseme olduğuna emindim. Saniyeler sonra bir mesaj beklerken, fotoğraf atması kaşlarımın hayretle kalkmasına sebep oldu. Fotoğrafı açtığımda sanki dakikalar önce onu görmemişim gibi kalbim yine son hız atmaya başladı. Dün gece ikimizin fotoğrafını çekmişlerdi. Kim çekmişti bilmiyordum ama fotoğrafta ikimizi görmek beni düşündüğümden daha çok heyecanlandırdı. Herkes masada otururken o benim kulağıma eğilmiş bir şey söylüyor, ben ise yüzümde bir gülümsemeyle onu izliyordum. Dışarıdan gören bizi sevgili zannederdi. Neydik ki biz? Fotoğrafı atarken altına yazdığı açıklama dikkatimi çekti. Onat Aktan Kara: Sen hep böyle bana güzel gülecek misin? Bugün işimin yoğun olmamasından dolayı şanslıydım. Yoksa Onat'ın beni bu sözlerinden dolayı yarım akıllı bırakmasından ötürü, hiçbir şey yapamazdım. Birce Sağlam: ''Sen de beni hep böyle şaşırtacak mısın? Sen çok güzel konuşuyorsun, kendimi çok odun hissediyorum.'' Derin bir nefes aldım. Mesajı yolladım ve sanki ilk kez biriyle flörtleşiyormuş da prizin başında mesaj bekliyormuş gibi beklemeye başlamıştım. Saniyeler sonra cevap verdi. Onat Aktan Kara: Ben ikimizin yerine de konuşurum. Ama sen şaşırmaya alışsan iyi edersin. Birce Sağlam: Birbirimizi şaşırtacağımız günleri sabırsızlıkla bekliyorum o zaman. Bu tarz meydan okuyan cümleler kurduğum zaman içimdeki ateşin fokurdadığını hissediyordum. Dudağımı gergin bir şekilde ısırıp mesaj beklemeye başlamıştım bile. Telefona düşen bildirim sesiyle bakışlarım oraya kaydı. Onat Aktan Kara: Şu mesajı atarken neler düşündüysen, benim de sabırsızlıkla beklediğime emin olabilirsin Birce. Sanki şu an buradaymış ve beni görüyormuş gibi telefonu elimden fırlattım. Utanç dalgası vücuduma o kadar hızlı yayılmıştı ki muhtemelen bütün yüzüm şu an kıpkırmızıydı. Bu anlamlandıramadığım duygular sonum olacak gibi hissediyordum. Aradan geçen birkaç saatte aklımı Onatla meşgul etmemek uğruna işe vermiştim ki kapının çalınmasıyla irkildim. ''Gel.'' yeni geldiğini düşündüğüm teğmenlerden biri içeri girdi. ''Komutanım, Onat yüzbaşım hepinizi sorgu odasına çağırıyor.'' Gelmişti demek ki. Son mesajına cevap vermemiştim, o da üstüne bir şey yazmamıştı. Acaba Dilekle karşılaşmış mıydı? Karşılaştıysa ne konuşmuşlardı? Aklımda bu düşüncelerle odanın önüne gelmiştim bile. İçeri girdiğimde Onat'ın camın diğer tarafında, timdekilerin de benim olduğu tarafta olduğunu gördüm. ''Başladınız mı?'' Oğuzhan'ın sesiyle bakışlarım saniyelik ona döndü. ''Onat komutanım birebir kendi girmek istedi komutanım. Şimdi girdi.'' başımı salladıktan sonra bakışlarımı Onat'a çevirdim. Acaba bu sefer ne değişmişti de Boris konuşmaya karar vermişti. Cam temperli bir cam olduğu için oldukça kalın ve ses geçirmiyordu. Ona rağmen bilgisayardan gelen Onat'ın gür sesini sanki yanımdaymış gibi hissettim. ''Şimdi seninle sıfırdan başlıyoruz.'' Boris'in tam karşısına sandalyeye oturdu. İkisinin de yüzünü görebiliyorduk. Boris'in en baştaki özgüvenli halinden çok bir şey kalmışa benzemiyordu. ''Burada sana saatlerce bir şey anlatacağımı bekleme komutan.'' Onat gözlerini bir saniye bile ondan ayırmadı. ''Ben ne kadar istersem, sen o kadar konuşacaksın. Bunu hala anlamadın mı?'' Boris'in sağ gözü seğirdi. Stres altındaydı. Bir haftaya yakın bir süredir burada tutuluyordu ve muhtemelen Erkin'in onun için gelemeyeceğinin artık farkına varmıştı. ''Ne soracaksan sor.'' Onat önündeki dosyada duran fotoğrafı ona ittiğinde bakışları fotoğrafa kaydı. ''Bu adamı tanıyor musun?'' Başını hayır dercesine iki yana salladı. Tabi ki tanısa da tanımadım diyecekti. Onat olduğu yerde eğildi ve ve uzun kollarıyla onu boynundan tutup fotoğrafa doğru eğdi. ''Sana bir daha sormayacağım. Fransa için önemli değilsin, kimse geri iadeni istemiyor. Bu odadan çıktığın an hiç yaşamamışsın varsayabilirim biliyorsun değil mi? Mevzu ülkemse gözümü kırpmam.'' Onat'ın söylediği sözler onu germiş olacak ki derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. ''Erkin'in sürekli alışveriş yaptığı bir çetenin başındaki adam.'' Onat'ın gözünün seğirdiğine şahit oldum. ''Ne alışverişi?'' Çocuklardan alışveriş diye bahsetmesi onu sinirlendirmişti. Haklıydı, orospu çocuğu sanki çocuklar bir malmış ve alınıp satılabilirmiş gibi bahsediyordu. ''Hakkari'de fakir ailelerin çocuklarını alıp, yurt dışında bir gruba veriyor. Eğitimli asker olup, onun için çalışmalarını istiyor.'' anlaşılan tamamen bireysel hareket ediyordu. ''Neden kız çocukları peki?'' Onat can alıcı soruyu sormuştu. Eğer düşündüğüm gibi bir şey çıkarsa altından, Erkin'i ilk gördüğüm yerde vuracaktım. Boris rahatsız bir şekilde oturuşunu dikleştirdi. ''Bakın bu adam sosyopat. Ve bu lafın gelişi değil, tespit konulmuş bir hastalığı var. Neyi neden yaptığını anlamıyorsun. Bugün seni çok seviyor, yarın uykunda seni boğabilir. Ona bunu sorduğumda yani kızlardan ziyade erkeklerin daha iyi olabileceğini söylediğimde silahı çıkarıp beni dizimden vurdu. Evet, şaka yapmıyorum. Çıkarıp vurdu.'' Onat derin bir şekilde ofladı. ''Bana ne amına koyayım onun deliliklerinden? Sen ne anlatıyorsun bana? Bana elle tutulur bir şey vermen için tamı tamına on saniyen var. Yoksa ben bu odadan çıkarım ve seni de ölü sayarım.'' gözleri kocaman oldu. ''Ben, benim-'' Onat ise oldukça soğukkanlıydı. ''Süren başladı. Son 8.'' Boris derin bir nefes aldı. Balık oltaya düşmüştü. Onat çıkmak için ayağa kalktığında daha da panikledi. ''Tamam, tamam dur. Bir davet olacak.'' ''Sazan avı.'' Aybars'ın dediğine gülmüştük. Onat sandalyeye tekrardan oturdu. ''Ne daveti?'' Boris etrafına bakındı. Gözü bir şeyler aradı. Bulamayınca Onat'a sordu. ''Bugün ayın kaçı?'' Onat'ın kaşları çatıldı. Muhtemelen neden bunu sorduğunu anlamaya çalışıyordu. ''7 Eylül.'' Başını hızlı hızlı salladı. ''2 gün sonra Ankara'da bir davet olacak.'' Onat derin bir nefes aldı. Sinirlenmişti. ''Bana her şeyi tek tek sordurma. Ne için davet olacak?'' ''Bu hazinenin yerini bildiğini iddia eden bir arkeolog var. Erkin onunla görüşecek. Onun için de en dikkat çekmeyen yer bu müzayede olur diye karar verildi.'' pekala, bu bilgi bizim için çok iyi olmuştu. ''Nerede olacağını biliyor musun?'' Boris başını salladı. ''Bana bir davetiye yollandı. Orada adres yazıyor.'' Onat başını salladı. Yerinden kalktı ve çıkışa doğru yürüdü. Boris'in sözleriyle adımları duraksamıştı. ''Bana ne olacak? Ölecek miyim?'' Onat'ın yüzünde bir sırıtış gördüm. Ama o sırıtış, Boris'e döndüğü gibi silindi. ''Sana bir sır vereyim mi Boris? Hiçbir Türk askeri, karşısında silahsız ve savunmasız olan birini öldürecek kadar vicdansız değildir.'' Borisle olan konuşmanın ardından albayla iletişime geçmiştik. Davet 9 Eylül'deydi. Şu an 7 Eylüldeydik. Ve yarın yola çıkacaktık. Bunun için bir plan yapılacaktı. Bütün tim Ankaraya gidiyorduk. ''Erkin ben ve Birce dışında diğer kimsenin yüzünü bilmiyor. Bu bizim için bir artı. İkimiz arka planda olacağız, geri kalanlar göz önünde olacak. Kiminiz garson kılığında, kiminiz garson. Gece sonunda o Erkin'i almadan oradan gitmiyoruz.'' hepimiz bu anı bekliyormuşçasına haykırdık. ''Emredersiniz komutanım.'' ''Yarın özel uçakla Ankaraya gidiyoruz. Davetten önce mekana gidip, yerleştirmemiz gereken şeyleri yerleştireceğiz. Tabi ki bunları sivilken yapacağız. Oradaki kimse asker olduğumuzu bilmeyecek. Hiç kimse.'' Herkes çıt çıkarmadan Onat'ı dinliyordu. Bu Erkin'i yakalamak için elimize geçen en büyük kozlardan biriydi. Onat son sözlerini de söyledikten sonra odadan çıktı. "Bu ne güzel gündür Yarabbim! Sonunda gözüne sıçtığımın adamını paket edeceğiz.'' İçimden bir ses Oğuzhan'a katılmıyor, aksine bunun bu kadar kolay olmadığını söylüyordu. "Şimdi ne yapacağız komutanım?" Selin'in Aybars'a yönelttiği soruyla hepimizin bakışları Aybars'a kaydı. "Herkes bireysel idmanına devam ediyor. Gevşemek yok. Hadi salona." Spor yapmak beni zinde tutuyor, bütün düşüncelerimin o süre zarfında yok olmasını sağlıyordu. Herkes kendi alanına ilerlediğinde günlük standart idmanımı yapmaya başlamıştım. Eskisi kadar kendime yüklenmiyordum. Bazen öyle anlarım oluyordu ki kendimi sakatlayacak evreye geliyordum. Yaşım büyüdükçe hayata sinirim azalmış, hırsı kendimden çıkarmamayı öğrenmiştim. Saatler geçti. Salonda sadece benim kaldığımı fark ettiğimde, hızlı bir duş alıp karargahın çıkışına doğru ilerledim. Sinem çoktan eve gitmişti. Evde onun olduğunu bilmek bile eve gitmem için bir sebepti. Hızlıca eve doğru yürüdüğümde telefonuma ne zamandır bakmadığımı fark ettim. Onattan gelen bir mesaj vardı. Mesajın fotoğraf olduğunu gördüğümde hemen üstüne tıkladım. Salonda kaşlarım çatık bir şekilde kum torbasına bakıyordum. Terlediğim için saçlarım dağılmış, alnıma yapışmıştı. Fotoğrafın altına yazdığı mesajla içim yine sıcacık oldu. Onat Aktan Kara: Saçlarının dağılması, kendinden emin duruşun. Sen bu dünyaya hem benim için hem de Türk askeri olmak için gelmiş olabilir misin? Elimde telefonla apartmana girmiştim bile. Yüzümde yine güller açtığını biliyordum. Asansörün önüne gelip, gelmesi için tuşa bastığımda Onat'a yazmaya başladım. Birce Sağlam: Eğer içimde sana karşı durduramadığım bu histen bahsediyorsan, evet bu dünyaya senin için gelmiş olabilirim. Asansöre bindiğimde aynada kendi yansımamla göz göze geldim. Kendimi hiçbir zaman çirkin bulmazdım. Aksine güzel olduğumun her zaman farkındaydım. Asansörün sesiyle geldiğimi anlamıştım. Eve doğru ilerlediğimde kapının önünden gelen yemek kokusu yüzümü gülümsetti. Sinem varlığını her şekilde belli ediyordu. Onun varlığı bir sıcak ev, içinde sakin bir hayatla eş değerdi benim için. Kapıyı açtığım zaman aklım bir yandan Onat'a yazdığım mesajdaydı. "Aman aman kim gelmiş. Evimin direği gelmiş." yüzünde geniş bir gülümsemeyle karşımda dikiliyordu. Onu kendime çekip sarılmamı beklemiyordu. "Vaov. Bir şey mi oldu? Ne sarılması bu?" geri çekilip yüzüne baktım. "Sana sarılmam için bir şey olmasına gerek var mı ya?" gülümsedi. "Ben de seni. Hadi geç içeri, yemek hazır." hızlıca lavaboya gidip ellerimi yıkadım. Üstümü de değiştirdikten sonra masaya oturmuştum. Telefonu elime aldığımda Onat'ın mesajının üstüne tıkladım. Onat Aktan Kara: Hadi kaç bakalım artık benden kaçabilirsen :) Hayır, bir mesajın içimi kıpır kıpır etmemesi gerekiyordu. Yüzümde durduk yere gülücükler açmaması gerekiyordu. Masaya gelen Sinem'in bunu fark etmemesi tabi imkansızdı. "Anlat." tabi böyle pat diye konuya girerdi. "Ne anlatayım?" ben de onu sinir ederdim. Çatalı ortada duran peynire batırıp bana döndü. "Seni güldüren, ağızını kulaklarına vardıran şey nedir? Bekliyorum." kollarımı önümde bağlayıp bakışlarımı ona sabitledim. "Ben Onat'a karşı bir şeyler hissediyorum." tek kaşını kaldırdı. Ahiret sorularına başlıyorduk. "Bu zaten belliydi. Sen farkında değil miydin sanki?" tabi ki farkındaydım. Sadece birilerine bir şeyleri itiraf edemiyordum. "Farkındaydım. Sadece aramızda birtakım yakınlaşmalar oldu. Emin oldum diyelim." bakışları tabağından kalkıp zınk diye beni buldu. "Nasıl yakınlaşmalar?" Benden çok böyle muhabbetler duymaya alışık olmadığı için şaşırıyordu. Hayatta filtresiz her şeyimi anlatacağım tek insan o olduğu için sorun yoktu. "Düşündüğün gibi bir şey değil." yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. "Sadece öpüştük. Ama öpüşürken kucağındaydım." gülüşü daha da büyüdü. ''Peki. Sadece bu kadar olduğuna emin miyiz peki?'' ters ters baktım. ''Devamı olsa anlatacağımı biliyorsun.'' omuz silkti. ''Biliyorum. Ne zaman oldu peki bu?'' önümdeki zeytinle oynamaya devam ediyordum. "Aybarslara gittiğimiz gece." şaşırmıştı. "Ne ara ya? Ben nasıl fark etmem bunu hiç." göz devirdim. "Önünü bile görmüyordun Sinem. Beni ne nasıl fark edecektin?" bu sefer bana ters ters bakan oydu. "Ne hissettin?" evet, en başından beri beklediğim soru buydu. "Biliyorsun Emreyle de öpüştüm. Hatta tek onunla öpüşmüştüm bu zamana kadar. Ama onunla bunu yaparken sanki zorundaymış gibi hissediyordum. Daha çok onu üzmek istemediğim içindi. Ama Onat da öyle olmadı Sinem. Yani nasıl anlatılır bilmiyorum. O yanımda dursa bile içimin alev alev olduğunu hissediyorum. Teni tenime değmese bile varlığıyla böyle hissettiriyor." gözlerindeki ifade yumuşadı. Yüzünde güzel bir tebessümle bana bakıyordu. "Buna cinsel çekim veyahut ten uyumu diyorlar bebeğim. Emre de böyle hissetmedin çünkü onu hiçbir zaman tam anlamıyla sevmedin. Sevmekten ziyade herhangi bir cinsel çekim de hissetmedin. Onatla aranızdakiler henüz çok yeni olmasına rağmen ona çekiliyorsan, en büyük sebebi aranızdaki cinsel çekimdir. Tabi bunu keşfetmek için daha büyük adımlar atmak gerekebilir ama en ufacık bir şey de alev alev oluyorsan bence tek sebebi budur." sanırım haklıydı. Bu o konularda bana göre daha çok şey bilirdi. Çok anlam yüklemez, yaşar ve hayatına devam ederdi. Ama ben biraz daha bir şeylerin benim için özel kişilerle yaşanması taraftarıydım. Bunu yaptığı için onu yadırgamazdım ya da böyle olduğum için o beni yargılamazdı. Bu yüzden o benim kız kardeşimdi. "Yaşayıp göreceğiz. Bir şeyleri akışına bırakmak istiyorum artık." başını sallayarak beni onayladı. "Bu arada ben yarın Ankara'ya gidiyorum. Görev için." görev kelimesi geçtiği zaman gözlerindeki endişeyi her ne kadar gizlemek istese de görüyordum. Elinde olmadan benim için endişeleniyordu. Onu anlayabiliyordum. "Nasıl bir görev?" görevle alakalı bilgi veremeyeceğim için geçiştirmeyi tercih ettim. Ne kadar az şey bilmesi onun için her zaman iyiydi. "Önemli bir şey yok ya. Geleceğim birkaç güne. Sen tek başına kalabilecek misin? İstersen yine Oya'nın yanında kalabilirsin. Sorun olacağını sanmıyorum." bakışları hemen önümüzdeki pencereye kaydı. "Dışarıda askerler nöbet tutuyor. Güvenlik had safhada. Benim için sorun olacağını sanmıyorum." evet albayın kesin emriyle bizim apartmanın önünde sivil bir şekilde askerler nöbet tutuyordu. "Göreve gitmem seni üzüyor mu Sinem?" gözlerinde gördüğüm hüzün, içimde bir huzursuzluğa yol açmıştı. Bazen onu böyle bir hayata sürüklediğim için kendimi kötü hissediyordum. Masada duran elime uzanıp elimi tuttu. "Olur mu öyle şey? Senin mesleğin bu Birce'm. Ve senin için her şeyden, herkesten önce geldiğinin farkındayım. Böyle olmasa asker olabilir miydin? Senin adına endişeleniyorum sadece bu." elinin üstüne elimi koyduğumda sıkıca tuttum. "Benim ne kadar kıyıcı biri olduğumu bilirsin. Endişelenme." tok kahkahası odada yayıldı. Onu güldürmek içimdeki huzursuzluğu azalttı. "Bilmez miyim? Git ve onlara günlerini göster." aramızda gülüştükten sonra mutfağı toplayıp odaya geçtik. Günlerdir izleyemediğimiz filmi izlemiş, uzun zaman sonra beraber vakit geçirmiştik. Gitmeden önce ikimiz içinde motivasyon olmuştu. Şafak sökerken yola çıkacağımız için Sinem'in ısrarlarıyla uyumaya zorlanmıştım. Bünyem uykusuzluğa alışık olduğu için uykuyu çok sorun etmiyordum. O gece belki de uzun zaman sonra son huzurlu uykularımdan birini uyuyacağımdan habersiz, kendimi uykunun kollarına teslim ettim. Sabah uyanır uyanmaz karargaha gelmiştim. Ortada bir karmaşa mevcuttu. Son kontroller yapılıyordu. Onat her şeyden emin olmak için yeni gelen teğmenlerin tabiri caizse canını okuyordu. "Eğer teçhizatta bir eksik çıksın, gözünün yaşına bakmam biliyorsun değil mi?" hemen karşısında neredeyse benden 10cm uzun bir kadın duruyordu. Yeni gelen teğmenlerden biriydi. Yaşına göre oldukça büyük duruyor ama bakışları da bir o kadar kendinden emin bakıyordu. "Evet komutanım." Onat başını salladıktan sonra arkasını döndüğünde beni gördü. Beni gördüğü an yüzündeki o soğuk ifade siliniyor, daha yumuşak bir ifade ekleniyordu. Ya da bana öyle geliyordu. "Günaydın." sesi sabahları kulağıma daha güzel geliyordu. "Günaydın komutanım." askeriyenin sınırları içerisinde olduğumuz sürece rütbeyi korumaya devam edecektim. Böyle olmak zorundaydı. "Hazır mısın?" bu öylesine sorulmuş bir soru değildi. Bunu hissedebiliyordum. Bizi zor birkaç gün beklediğinin başından beri farkındaydım. "Evet, her zaman." bakışları derinleşti. İlk zamanlarda bana baktığı gibi bakıyordu. Hayranmış gibi. "Ona ne şüphe." ikimiz de birbirimize bakıyorduk ki Alperen'in sesiyle bakışlarım Onattan ayrılıp ona döndü. "Çok affedersiniz bölüyorum komutanım ama albay kalkış için bizi bekliyor." Onat'ın bakışları yavaş yavaş Alperen'e döndü. Bakışlarındaki soğukluğu hissettim. "Bu iki oldu." ne dediğini anlamamıştım. Alperen'de anlamamış olacak ki yüzünden belli oluyordu. "Ne iki oldu komutanım?" benim yanımdan geçip Alperen'in önünde durduğunda ikisinin boylarının birbirine yakın olduğunu fark ettim. Onat biraz daha iri olduğu için, daha uzun duruyordu. "Bu bizi ikinci bölüşün." beynimde şimşek çaktı. O geceden bahsediyordu. Bakışlarım ışık hızıyla ona kaydığında Alperen'in ne dediğine bile odaklanamadım. "Çok özür dilerim komutanım. Ben şey, albayım şey yapınca. Ben de şey yaptım. Şey yapayım ben, gideyim." asker selamı verip gitti. Çocuk şey yapmaktan bir şey diyememişti. "Bunu söylemene gerek var mıydı?" sinir olmuştum. Daha biz aramızdaki şeyleri netleştirmeden başkalarının aklına şüphe düşürmeye gerek yoktu. "Gerek duymasam söylemezdim." tek kaşımı kaldırıp ona baktım. "Bunu sonra konuşacağız. Şimdi müsaadenizle albayı bekletmeyelim komutanım." dediğimde hay hay dercesine başını salladı. Önümde ilerlemeye başladığında onu takip ettim. Dışarı çıktığımızda bütün tim ve albay bizi bekliyordu. Hemen timdekilerin yanına geçtim. Albay Onat'ı görünce konuşmaya başladı. ''Normalde helikopterle gidecektiniz. Ama bunun çok dikkat çekeceği kanısına vardık. Tam davet öncesi Hakkari'den askeri helikopter çıkması dikkatlerini çekecektir." Bizim için fark etmezdi. Nereye, nasıl gideceğimiz çok mühim değildi. "Yaklaşık 2 saat sonra uçağınız var. Hepiniz hazırsanız sivil kıyafetlerinizi giyin, havaalanına doğru hareket edin." Hep bir ağızdan "Emredersiniz." dedikten sonra hepimiz giyinmek için içeri geçmiştik. Hızlı bir şekilde üzerime kargo pantolon ve crop sweat geçirmiştim. Beni gören genelde yaşımdan çok daha küçük durduğumu söylüyordu. Genelde spor giyindiğim için bu da bir etkendi. Hazırlandıktan sonra dışarı çıktım ve köşede Onat'ın yeni gelen teğmenlerden biriyle konuştuğunu gördüm. Altına bir pantolon, üstüne ise bir tişört giymişti. Tişörtün kol kısmından kasları oldukça belli oluyordu. Konuştuğu teğmen geçen gördüğüm kızdı. İkidir karşıma çıktığı ve her karşıma çıktığında Onatla konuştuğu için merak etmiştim. Onat'ın bakışları bana döner dönmez kıza son bir şey söyleyip yanıma doğru ilerledi. Kızın bakışları önce bana doğru ilerleyen Onat'a sonra ise bana çevrildi. Gözlerindeki ifadeyi anlayamadım. Onat'ın önümde durmasıyla kızla göz temasım kesildi. "Hazır mısın?" bakışlarımı ona çevirdiğimde beni süzüyordu. Ben ise gözlerimi ondan ayırmadım. "Hazırım komutanım." kafasını salladıktan hemen sonra arkadan gelen bizimkileri gördüm. Onat da onlara döndüğünde artık gitme vaktinin geldiğini anlamıştım. "İki araba gidelim. Aybars sen erkekleri al, kızlar benimle." kimse itiraz etmemişti. Benim canıma minnetti. Erkeklerin hepsi Aybars'ın arabasına ilerlediğinde biz de hep birlikte Onat'ın arabasına doğru ilerledik. Kızlar arka koltuğa oturduğunda tam yanlarına oturacakken kapı Şimal tarafından kapatıldı. Bakışlarımı kısarak ona baktığımda ön koltuğu gösterip bana öpücük attı. Evet, öpücük attı. Sabır dileyerek derin bir nefes alıp Onat'ın yanına oturdum. Arabayı benim oturmamla beraber çalıştırmıştı. Yaklaşık bir beş dakikalık suskunluğu bozan Şimal oldu. "Komutanım Range Rover buralar için çok lüks kaçmıyor mu?" arabalara ilgili olduğunu hatırladım. Aybars'ın arabasına bindiğimizde de arabanın modeli hakkında yorum yapmıştı. Onat'ın bakışları dikiz aynasından Şimal'e kaydı. "Gittiğim yerlerde dikkat çekmeyi severim." bu söylediğiyle kaşlarım havalandı. Bakışlarım ona dönmedi ama onun tepkimi ölçmek için saniyelik bana baktığını biliyordum. En son bakışlarına kayıtsız kalamadım ve ona döndüm. "Bunlar iddialı sözler yüzbaşım." yüzünde yarım bir tebessümle önüne döndü. "İddialı değilim, potansiyelimin farkındayım diyelim." evet, bu çok sinir bozucuydu. Bu tiple, bu vücutla gittiği ortamda dikkat çekmeme ihtimali yoktu. "Siz de Ankara'da yaşıyordunuz değil mi komutanım?" Selin arabaya bindiğinden beri ilk kez konuşuyordu. "Evet. Ailem oradaydı ama artık şu an tamamen buradayız." Selin sadece kafasını salladığında Onat konuşmayı devam ettirdi. "Sen neresinde oturuyordun Ankara'nın?" bakışlarım dikiz aynasından Selin'e kaydığında yolu izlediğini gördüm. "Altındağ." Onat'ın bakışları dikiz aynasından o kadar hızlı Selin'i buldu ki bir şeylerin ters gittiğini anladım. "Altındağ zor bir lokasyondur. Zor olmadı mı?" Selin'in yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. "Yanan bir evin içinde olduğunuzda her yer yanıyor gibi gelir komutanım. Hangi semt, hangi şehir olduğunun bir önemi yok." söylediği sözlerin içime bir ok gibi saplandığını hissediyordum. Aradan geçen dakikalar sonrasında havaalanına gelmiştik. Yol o kadar uzun gelmişti ki hiç bitmeyecek sanmıştım. Onat arabayı orada bizi bekleyen bir askere teslim ettikten sonra hep birlikte içeri ilerledik. Onat kimliğini gösterdikten sonra x-ray cihazından geçmemize gerek kalmamıştı. Diğerleri de hemen arkamızdan geldikten sonra uçağa biniş yaptık. Ne tesadüf ki Onatla ben yan yana oturuyorduk, diğerleri ise belli başlı yerlere dağılmışlardı. Cam kenarına geçtiğim zaman 3'lü koltukta sadece Onatla benim oturacağımızı anlamıştım. Onun hemen yanındaki koltuk boştu. Uçağın kalkmasına dakikalar kaldığı için dolmayacağını da anlamıştım. Hosteslerin uyarısıyla ikimiz de kemerimizi bağladık. Bir yanım onunla uzun uzun konuşmak istiyordu, diğer yanım ise görev öncesi kafa karışıklığına neden olmak istemiyordu. "Bana bir söz verebilir misin Birce?" birden bakışlarım ona döndü. Ben konuşmaktan kaçtıkça o bana koşarak geliyordu. "Neyle alakalı?" bakışlarının sertleştiğini gördüm. "Kendini tehlikeye atmayacaksın." buna söz veremezdim. "Ben bir askerim. Buna nasıl söz vermemi bekliyorsun?" bakışlarını asla benden çekmiyordu. "Sen benim ne demek istediğimi biliyorsun. Olası bir durumda plan dışına çıkmanı istemiyorum." derin bir nefes aldım. Bakışları bu sefer anlık dudaklarıma kaydı. "Emredersiniz komutanım." kendini geri çekip koltuğa yaslandı. "Benimle baş başayken rütbede olmana gerek yok." histerik bir şekilde güldüm. "Nedenmiş?" bakışları gülüşüme takıldı. "Gergin misin?" hayır, beni bu kadar kısa sürede bu kadar iyi analiz etmemesi gerekiyordu. Bazen bu adamın asker olduğunu unutup saçma sapan yorumlar yapıyordum. Aptal Birce, tabi ki analiz edecekti. Görev açıklandığından beri içimde anlamlandıramadığım bir gerginlik vardı. İstemsiz bunu ona da yansıtmıştım. "Hayır dersem yalan söylemiş olurum. " elleri elime uzandı. Elimin üstünü okşamaya başlayınca sanki bütün kaygılarım kenara çekilmişti. "Niye gerildiğini bilmiyorum ama ellerim hep ellerinde." içimdeki endişenin onun tarafından sıkıldığını ve yok edildiğini hissettim. Hayatımda bu kadardır varken, hayatıma bu kadar etki etmesi normal miydi? Kimsenin ne düşüneceğini düşünmedim. Eğildim ve yanağından öptüm. "İyi ki varsın. " geri çekildikten sonra gözlerine baktım. Şefkat dolu bakışları üzerimdeydi. "Sen de iyi ki varsın biricik, hep ol." yüzümde bir tebessüm belirdi. Omzuna başımı koydum. Benim için saniyeler süren ama aslında 1 saate yakın bir sürede uçağın indiğini gelen takırtı seslerinden anlamıştım. Onat'ın omzunda uyuyakalmıştım ve beni uyandırmamıştı. Kafamı kaldırdığımda göz göze geldik. Uyku sersemliğiyle alık alık baktığımı farkındaydım. "Geldik." başımı usulca salladım. Arkaya baktığımda timdekilerin inmek için hazır olduğunu görmüştüm. Olduğum yerde toparlandığımda kemerimi de çıkardıktan sonra ayaklanan Onat'ın peşinden gittim. Koridordan çıktığımızda bizi direkt uçak pistinin orada bir araba bekliyordu. Normalde böyle bir şey pek mümkün değildi ama mesleğimizden ötürü böyle zamanlarda ayrıcalık sağlanabiliyordu. Herkes araca yerleşti. Araç limuzin tarzı bir araç olduğu için hepimiz sığmıştık. "Davetin yapılacağı yere gidiyoruz. Yalnız tekrar hatırlatıyorum kesinlikle kimsenin bizden haberi olmayacak, kimsenin." Selin aklımda olan soruyu yansıttı. "Komutanım oranın müdürünün de haberi olmayacaksa, oraya gittiğimizde biz kimiz diyeceğiz?" haklıydı. Onat'ın bakışları hepimizin üzerinde geziniyordu. "Organizasyon şirketiyle anlaşıldı. Şirketin başındaki emekli asker. Ona operasyondan bahsedildi. Bizden sonra gelecekler ve bizim onlardan biri olduğumuzu söyleyecekler." şans bizimleydi. Bu gecenin güzel geçmemesi ve Erkin'i avlamamak için bir sebep yoktu. "Anlaşıldı komutanım." bakışlarım pencereye kaydı. Ankara'ya akademiden mezun olduktan sonra gelmemiştim. Görevlendirmem çıkmış ve gitmiştim. Garip bir şehirdi. Alıştığın zaman sanki dünyanın en güzel şehri gibi geliyor, aksi durumda da ısınamazsan bir o kadar soğuk geliyordu. "Gözünü sevdiğimin Ankarası. Gençliğimiz gençti burda." Oğuzhan'a katıldığım nadir anlardandı. "Kimine cennet, kiminin ise içinden bile geçmek istemediği bir şehir." Onat'ın sözleriyle bakışlarım ona döndü. Onun için zordu. Bütün gençliği burada geçmiş, hayatında en değer verdiği insanı burada kaybetmişti. Bütün güzel anılar bir günde silinip gitmişti. Aradan geçen dakikalar sonra davetin yapılacağı yere gelmiştik. Arabadan indiğimizde bizi böyle şatafatlı bir yerin karşılayacağını tahmin etmiyordum. Resmen kasrı andıran bir yapıya sahipti. Adeta karşımızda küçük bir saray duruyordu. Ankara'da böyle bir yapının olduğunu bile bilmiyordum. "Vay be." şu an herkes yapıyı inceliyordu. "Şimal konuşma işi sende. Biraz ilgili ve bu konularda bilgili biri gerekiyor." Şimal şaşkın bir şekilde önce bana sonra Onat'a baktı. "Komutanım ben bu konuda bilgili değilim ki." Onat ters bakışlarını Şimal'e çevirdi. "O zaman bilgilenmek için 5 dakikan var. İçeri girene kadar süre." muhtemelen Şimal'i seçme sebebi biraz daha sıcakkanlı olması ve sohbeti devam ettirebilecek potansiyelde olmasıydı. Bunun ekstra giyim kuşam olarak bize göre daha şık görünüyordu. Şimal telefonu açıp araştırmaya koyulmuştu bile. İçeri doğru adımladığımızda bir o kadar da büyük bahçe olduğunu görmüştüm. Ki bahçede yapılan temizliğe göre muhtemelen davet burada olacaktı. Kapıdaki görevlilerden birinin bizi görünce yüzü gülümsedi. Kimi muhatap alacağını anlamamış olacak ki hepimizin üstünde bakışlarını gezdirdi. Şimal ise bu anı fırsat bilerek bir adım öne çıkarak adamın dikkatini çekti. Adamın yüzündeki gülümseme Şimal'i görünce büyüdü. "Merhabalar. Fırat bey siz misiniz?" hayretle Şimal'e bakmamak için kendimi zor tuttum. Adamın adını nereden öğrenmişti. Daha dakikalar önce burada konuşacağını öğrenmişti. Zekası hayran olunacak boyuttaydı. Adam Şimal'in uzattığı eline uzandı. El sıkıştılar. "Evet Fırat ben. Sizin adınızı öğrenebilir miyim?" Şimal elini çektikten sonra cevap verdi. "Leyla ben de memnun oldum." Ne olursa olsun kimlik ifşalanmayacaktı. "Ekibimle beraber geldik. Malum yarın ki davet oldukça önemli ve sizi mahcup etmek istemiyoruz." Fırat Bey anlayışla başını salladı. "Öyle evet. Yarın yurt dışından gelecek misafirlerimiz de olacak. O yüzden her şeyin dört dörtlük olması gerekiyor. Siz içeri geçin isterseniz, teftişte bulunun. En son bana görev dağılımını iletirsiniz." bu işler demek ki böyle ilerliyordu. Şimal başını salladıktan sonra bize döndü. "İçeri geçelim arkadaşlar." hep birlikte onun peşinden ilerlemiştik. Fırat Bey yanımızdan gitmişti ama muhtemelen güvenlik kameralarından izleniyorduk. Şimal elinde bir defter tutuyordu. Muhtemelen Onat bu görevi verdikten sonra arabadan almıştı. "Formaliteden deftere bir şeyler yazıyormuş gibi yapmam gerekiyor. Gün sonunda da adama kimin temizlikte kimin organizasyonda olduğunu bildirmem gerekiyor komutanım." Onat etrafı süzmeye başlamıştı bile. "Oğuzhan ve Alperen siz temizliktesiniz. Şimal sen ortada organizasyon sorumlusu olarak gezeceksin. Selin ile Aybars siz karşılamada olacaksınız. Biz en başında konuştuğumuz gibi Birceyle arka plandayız. " Onatla ben plana dahi olmayacaktık. Yüzümüz Erkin tarafından bilindiği için operasyonu araçtan yürütecektik. Biz buradan çıkmadan önce ise kamera kayıtları Alperen tarafından silinecekti. Şimal herkese takma bir isim bulup bunları kağıda not aldı. Onat bizi gruplara ayırdıktan sonra salonu gezmeye başladık. Benim yanımda Alperen vardı. "Komutanım burası oldukça büyük bir yer. Böyle büyük bir yerde neden müzakere yapılır ki?" Ona garip gelmesi normaldi. Böyle şeylere ilgisi olmayanlara garip gelebilirdi. "Bu tarz zengin insanlar ilgi çekmeyi çok sever. Ne üzerine olduğunun önemi yok, ilgi onlarda olsun yeter." Alperen başını salladı. Bir yandan etrafı kolaçan etmeye devam ediyordu. Mekanın büyük olması bizim için bir artıydı. Yaklaşık 10 dakika dolaştıktan sonra hepimiz dış kapının önünde buluştuk. Bu 10 dakika mekan analizi için yeterdi bile. Bizi kapının önünde gören Fırat Bey'de yanımıza geldi. "Planlama yaptınız mı Leyla Hanım?" Şimal o güzel gülümsemesiyle gülümsedi ve elindeki kağıdı uzattı. "Evet Fırat Bey. Herkesin görev yeri ve ismi burada yazıyor. Buyurun." adam kağıdı aldı ve başını salladı. "Tamamdır o zaman. Yarın sabah organizasyonu kurmak için başkaları gelecekmiş sanırım, akşam da sizinle görüşmek üzere." hepimize bakıp gülümsediğinde bizde ona aynı şekilde karşılık verdik. Hep birlikte araca ilerlediğimizde istikametin buradaki askeriye olduğunu biliyorduk. "Mekanla ilgili genel bir analize sahip olduk diye düşünüyorum. Akşam da mekanın mimari planları elimize ulaşacak. Oradan son bir değerlendirme yapar, konuşuruz." bakışları Alperen'e döndü. "Kamera kayıtları tamam değil mi?" Alperen başını sallayıp onayladı. "Tamamdır komutanım." "Güzel." Askeriye davetin yapılacağı yere çok uzak değildi. Buralara az çok hakimdim. Harp okulu başka caddede olsa da, Ankara çok büyük bir şehir olmadığı için zamanla her yerine aşina oluyordun. Sadece bu binanın yeni yapıldığını düşünüyordum. Çünkü bu sokaklardan geçerken illa ki böyle bir yapıyı fark ederdim. Herkes kendi arasında bir muhabbet döndürüyordu. Onat sessizdi. Muhtemelen kendi kafasında yarının senaryosunu defalarca okuyordu. Aracın durmasıyla geldiğimizi anlamıştım. Herkes sırayla indiğinde en son ben inmiştim. Karargahın girişine doğru ilerlediğimizde kapıda duran askerin bizden haberi vardı ki bizi selamladıktan sonra içeri geçtik. Biz içeri girerken içeriden biri çıkıyordu. Uzun boylu, sarışın ve masmavi gözlere sahip bir yüzbaşıydı. Onat'ı görünce yüzünde bir gülümseme belirdi. Onat önde olduğu için onun yüz ifadesini göremiyordum. "Yüzbaşım, hoş geldin." Onatla kucaklaştılar. Yani bu samimiyet düşündüğümden de fazlaydı. Çünkü Onat'ın biriyle kucaklaşması samimi değillerse imkan dahilinde değildi. Yüzbaşı bize döndü. "Hoş geldin asker." ne kadar sivil kıyafetle olsak da şu an görevdeydik. "Sağ ol." hepimizin aynı anda selam vermesi onu gülümsetti. "Geçin hadi içeri." Onat arkasına baktı. Beni gördü ve sanki burada olduğumdan emin olduktan sonra önüne dönüp yürümeye başladı. Bu hareketi beni gülümsetmişti. "Şu yiğitlere bak ya. Maşallah hepsine." Oğuzhan'ın söylediğiyle bakışlarım bahçeye kaydı. Bu dönem teğmenlerin yerleştirme dönemi olduğu için bizim karargaha olduğu gibi buraya da yeni teğmenler gelmişti. Şu an bahçede eğitimdelerdi. "Bizde böyleydik bir zamanlar. Bir yanımızda deli cesareti, bir yanımızda toyluğun verdiği o korku." Aybars haklıydı. Her Türk askeri içinde cesaret barındırırdı. Ama yine de ilk görev yerinde içinde tarif edemediği bir heyecan ve korku olurdu. Ne kadar duygularımızı belli etmemek üzerine eğitilsek de, özümüz de hepimiz insandık. İçeri girdiğimizde koridorda bizi görenler selam veriyordu. Henüz adını öğrenmediğimiz yüzbaşı Onatla ilerlemeye devam ediyordu. Koridorun sonundan sağa saptığında bizi ful camda oluşan bir oda bekliyordu. "Vay anasını." Alperen bunu sessizce söylemişti ama ben duymuştum. Yandan bir şekilde ona baktığımda duyduğumu anlamış ve kafasını önüne eğmişti. "Ben Yüzbaşı Caner Demir. Evinize, yuvanıza tekrardan hoş geldiniz Pençe. Toplantı odasına geçin." hep birlikte toplantı odasına girdik. Onat ve Caner yüzbaşı başa oturduğunda bizde rastgele sandalyelere oturmuştuk. "Şükür tekrardan kavuşturana yüzbaşım." Caner yüzbaşının söylediğiyle Onat gülümsedi. "Görev içinde karşılaşmakta varmış." Caner yüzbaşı başını sallayarak karşılık verdi. Saniyeler sonra yüzü ciddileşti. "Bizden istediğiniz şeyi getiriyorlar şimdi. Kat planları 5 dakika sonra burada olur." Caner yüzbaşının bakışları hepimizin üstünde tek tek dolaştı. "Hepsi maşallah turp gibi. Sana da böyle tim oluşturmak yakışırdı Onat." Onat tam cevap verecekken kapı çaldı ve içeri bir asker girdi. Selam verdikten sonra Caner yüzbaşının önüne bir dosya bıraktı. "Bütün planlar burada komutanım." Caner yüzbaşı başıyla onayladıktan sonra asker odadan çıktı. "Oldukça büyük bir yer. Destek istemediğine emin misin yüzbaşım?" Onat'ın bakışları Caner yüzbaşına kaydı. "Hayır. Olası bir durumda haberleşiriz zaten." Caner yüzbaşının önünden planları aldı. Masanın üstünde duran kalemlikten bir kalem aldıktan sonra planı anlatmaya başladı. "Konuştuğumuz gibi ben ve Birce arabadan size dahil olacağız. Onun dışında gördüğümüz gibi giriş oldukça büyük. Selin ve Aybars siz karşılamada olacaktınız. Aslında işin kritik kısmı size düşüyor. Muhtemelen Erkin ön kapıdan girmeyecek. Arkada bir kapı daha bulunuyor ama o sokağa aracın girmesi pek mümkün değil. O yüzden girişe yakın bir yerde aracı park edip arka kapıya yönelecekler. Biz Birceyle arka kapıya yakın bir yerde aracı konumlandıracağız. Ama sizin gözünüz de dışarıda olacak. İçeri girdikleri an Oğuzhanla Alpere haber vereceksiniz. Oğuzhan ve Alperen arka kapı temizlik odasının yanında. İçeri girer girmez çökmeyeceğiz. Görüşmesi gereken kişiyle görüşmesini bekleyip ikisini aynı anda paket edeceğiz. O yüzden o içeri girdiği andan itibaren hep onun peşinde olacaksınız. Anlaşılmayan bir şey var mı?" kimseden ses çıkmadığına göre, yoktu diye düşünüyordum. "Güzel. Şimdi istediğinizi yapabilirsiniz. Özlemişsinizdir Ankara'yı. " bizi bilerek serbest bıraktığının farkındaydım. Çoğumuzun gençliği burada geçmişti. Hepimizin illa ki Ankara'ya dair güzel anıları vardı. Herkes toplandıktan sonra Şimal'in sesiyle bakışlarım ona döndü. "Ben arkadaşlarımla görüşeceğim. Bir planı olmayan bize dahil olabilir." Bir plana dahil olmak istiyor muydum bilmiyordum. Bakışlarım Onat'a kaydığında Şimal'e ne diyeceğimi merak ediyormuşçasına bana bakıyordu. O an onun bizim için bir plan yaptığını çoktan anlamıştım. "Ben gelmek isterim." Tabi ki ses Aybarstan çıkmıştı ve şaşırmamıştım. Aralarında olan biteni en kısa zamanda Şimalden öğrenme niyetindeydim. Şimal bana baktığında bakışlarım Selin'e döndü ve onu işaret ettim. Canı sıkkın gibiydi. Muhtemelen buraya gelmek onu iyi etkilememişti. "Benim de bir planım var ama Selin sizinle gelmek ister belki." masada duran bakışları kalktı ve bizi buldu. "Teşekkür ederim davet için. Ben askeriyede duracağım." ısrarlarımızın bir sonuç vermeyeceğinin farkındaydık. "Eğer gelmek istersen beni arayabilirsin." Şimal'in sıcak gülümsemesine bir o kadar ruhsuz bir gülümsemeyle karşılık verdi. Aramayacağını biliyorduk. Odadaki herkes çıkınca Onatla baş başa kaldık. Tek kaşımı kaldırıp sorgularcasına ona baktım. "Bir planın var galiba?" yüzündeki o can alıcı gülümsemeyle bana bakıyordu. "Seni büyüdüğüm yere götürmek istiyorum." Yüzümdeki gülümsemeye engel olamamıştım. Kendimi ona adımlarken buldum. Hemen önünde durduğumda boyunun uzunluğundan dolayı kafamı kaldırıp ona baktım. Bu durumda olmak çok hoşuma gidiyordu. Ben uzun bir kadındım ama onun yanında kendimi minicik hissediyordum. "Nereye gittiğimizin bir önemi yok. Sen yanımda olduktan sonra." gözlerindeki bakış yine aydınlandı. Bu söylediğim onu mutlu etti. Yanağımı okşadı. "Şu an seni öpemem. Ama öpmek için çok şeyimi feda edebilirdim." kızardığımı hissedebiliyordum. Bakışlarımı ondan kaçırıp onun himayesi altından kaçtım. Ellerimi bir kere birbirlerine vurduktan sonra çıkan alkış sesiyle bakışlarım tekrar ona döndü. "Rota sizde yüzbaşım, buyurun." deyip kapıyı işaret ettim. Gülerek kapıya doğru ilerledi, ben de peşinden onu takip ettim. Askeriyeden çıktıktan sonra kapının önünde bizi bir araç bekliyordu. Şoför koltuğuna oturduğunda ben de hemen yanına oturdum. "Bu da benim de de düşüp bayılayım." gülümsedi. Arabayı çalıştırdı. "Hayır benim değil. Bugünlük kiraladım." Araba Ankara'nın sokaklarında ilerliyordu. Bir yanım burayı özlemişti diğer yanım ise hiç buraya ait hissetmiyordu. Tabeladan gördüğüm kadarıyla Pursaklar'a doğru giriyorduk. "Pursaklar bebesi he?" bu söylediğimle öyle bir kahkaha atmıştı ki bakışlarım ışık hızıyla ona döndü. Onu ilk defa bu kadar şiddetli gülerken görüyordum. Bu manzarayı hafızama kazımak istedim. Bakışları bana döndü. "Sence bende bebe olacak tip var mı?" bu sefer ben gülmüştüm. Bakışları gülüşüme kaydığında derin bir iç çekip önüne dönmüştü. İleri kavşaktan sağa döndüğümüzde bir sokağa girdik. Araba durduğunda geldiğimizi anlamıştım. İkimiz de aynı anda arabadan indiğimizde, benim tarafıma geldi ve elini bana uzattı. Bakışlarım önce eline, sonra gözlerine kaydı. Elini tuttuğumda yüzünde bir memnuniyet ifadesi oluştu. Mahalle arasında ilerlemeye başladığımızda geçmişte onun buralarda koşturduğu, ilk heyecanlarını buralarda yaşadığı belki de ilk defa birine burada bir şey hissettiği gerçeğiyle yüzleştim. Şu an büyüdüğü, Onat olmasında büyük etken olan yerlerden birindeydim. Tam bana dönmüş bir şey diyecekken arkamdan bir kadın sesi geldi. "Oiy! Kim gelmiş?! Benim kara cihanım gelmiş. Aktanım!" Onat'ın bakışları arkama kayınca yüzündeki gülümseme büyüdü. Sonra bakışları bana döndü. "Aktan'ın dünyasına hoş geldin Birce."
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi buraya yazabilirsiniz. 💖 Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz. Instagram: monsoleil777 Twitter:monsoleil777 Tiktok:monsloeil777
|
0% |