@monsoleil
|
Merhabalar! Bu zamana kadar ki en uzun bölümümüzle geldim. :) Her hafta elimden geldiğince bölüm atmaya çalışıyorum. Bunun için bile bir yorum ve oyu hak ettiğimi düşünüyorum. 💖 Okuyan herkes oy verse, bir de yorumlarını benimle paylaşsa emin olun bu benim için teşvik edici bir şey olur. 🙏🏻 Şimdiden iyi okumalar.💖
Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlar, hayatta daima korkusuzdur. Çünkü geride bırakacak hiçbir şeyin yoktur. Bu mesleği seçmemdeki en büyük sebeplerden biri buydu. Vatan uğruna ölmeyi, şehit olmayı kim istemezdi? Hele arkanda ağlayacak birileri yoksa bu kaçınılmazdı. Neredeyse 5 yıllık iş hayatımda çok kez ölümle yüz yüze gelmiştim. Çok arkadaşımı şehit vermiştim. İnsan bir yerden sonra alışıyordu. Ama her ne olursa olsun içimdeki bu ateş asla sönmüyordu. İçeriye kurşun girdiği andan itibaren zihnimde elli tane senaryo oynadı. Ya yüzbaşına denk geldiyse? Ya yaralandıysa? Sadece bir kurşun atmışlardı. Ama nişancının dışarıda olup olmadığını bilmediğim için sürünerek yüzbaşının olduğu tarafa ilerledim. Aynı saniye de onun sesini duymuştum. ''Birce, yaralı mısın?'' değildim, çok şükür sesinden anladığıma göre o da değildi. ''Değilim, siz?'' bacağımda elini hissettim. Güven vermek için sıktığını biliyordum. ''Değilim. Nişancı tek kurşun attı, muhtemelen dışarıda değil ama yine de tedbirli olmamız gerekiyor. Sen önden salona doğru ilerle, ben peşinden geliyorum.'' itiraz etmek için ağzımı açtım. ''Bu bir emirdir asker. Ricada bulunmadım.'' dizlerimin üstünde salona doğru ilerlemeye devam ettim. Hole geldiğimde ayağa kalkıp içeriye baktım. Yüzbaşı elinde silahıyla dışarı bakıyordu. Dışarıdan telaşla gelen mahalle sakinlerinin seslerini duyuyordum. Yüzbaşı hole geldiğinde cebinden telefonu çıkartıp birini aradı. ''Benim evin oraya birini gönder. Silahlı saldırıya uğradık. Kurşuna, güvenlik kameralarına bakılacak.'' derin bir nefes aldım. Bakışları bana döndü. ''Sen nereden anladın?'' Elimdeki telefonu ona doğru çevirdiğimde mesajı gördü, okudu. Mesaj da yazan şey sonradan dikkatimi çekmişti. ''Benden başka biriyle bu kadar yakınlaşmanın bedeli biraz ağır olmalıydı uğur böceği.'' ''Senin o mesajı yazan ellerini çatır çutur sikmek gerekiyor. Göt lalesi.'' bakışlarım yüzbaşının yüzünde geziyordu. ''Dışarı çıkmamız gerekiyor yüzbaşım. Sanırım mahalleli şikayette bulundu, polis sirenleri çalıyor.'' bakışları gözlerimi buldu. ''İyisin değil mi? Ağrın varsa direkt hastaneye de geçebiliriz.'' Böyle bir durumda beni düşünüyor olması, içimdeki heyecanın tekrar yeşermesine sebep olmuştu. ''İyiyim. Sorun değil, ağrıyla başa çıkabilirim.'' tam kapıya doğru yönelmişken kolumdan tutup beni kendine çevirdi. ''Hiçbir şeyle tek başına başa çıkmak zorunda değilsin Birce. Artık değil, bunu unutma olur mu?'' gözlerinde kendi yansımamı gördüm. Onu belki de kendime ilk defa bu kadar yakın hissettim. ''Olur.'' kolumu bıraktığında önüme geçip ilerlemeye devam etti. Merdivenleri hızlı bir şekilde indiğimizde mahallelinin sokakta olduğunu gördüm. Tam apartmandan çıktığımız zaman bir polis memurunun bize doğru geldiğini gördük. ''Ne oluyor burada?'' adamın sesi sertti. Yüzbaşı cebinden cüzdanını çıkarıp kimliğini gösterdiğinde: ''Kusura bakmayın yüzbaşım. İyi misiniz? Çevreden silah sesi duymuşlar, yukarıda da pencere kırık.'' Yüzbaşı derin bir nefes aldı. ''Terör saldırısı. Halka yansıtıp endişelendirmeye gerek yok. Siz herkesi dağıtın. Olay yeri inceleme gelecek.'' polis memuru başını sallayıp çevredekileri dağıtmaya başlamıştı. ''Biz karargaha geçelim. Timdekileri arıyorum, sabahki operasyon gerekirse geceye çekilecek.'' dediğinde arabaya bindi. Ben de onu takip etmiştim. Arabada olduğumuz sürece Aybars'ı aramış, timdeki herkesin 10 dakika içinde karargaha gelmesini söylemişti. Biz karargaha girdiğimizde ise beni durdurdu. ''Telefonunu Tolgaya ver. Gelen numaranın konumunu bulsun.'' Tolga siber suçlarla ilgileniyordu. Namını buraya ilk geldiğimizde albaydan duymuştum. Demesine göre erişemediği hesap, bulamadığı şey yoktu. Kapısının önüne doğru ilerlediğimde kapıyı tıklayıp içeri girdim. Beni görünce ayağa kalktı. ''Hoş geldiniz komutanım.'' Yüzümde bir değişiklik göremeyince eliyle başını kaşıdı. ''Pek hoş gelmediniz anlaşılan.'' Telefonumu masanın üstüne koydum. ''WhatsApp'tan gelen son mesajdaki numaranın konumunu bulman ne kadar sürer?'' bakışları telefona kaydı. ''Normal şartlarda 2 dakika ama şartlar normal değilse 5 dakika.'' başımı sallayıp kapıya doğru ilerledim. ''Şartlar çok anormal.10 dakika sonra konum yüzbaşının odasında olsun.'' deyip kapıyı kapattım. Albaya haber verilmeyecekti. Şu anlık gerek yoktu. Yüzbaşının kapısını çalıp içeri girdiğimde timdeki herkesin geldiğini gördüm. ''10 dakikaya konum masanızda.'' Herkes gözlerimin içine bakıyordu. Ne olduğunu merak ediyorlardı. Yüzbaşı konuşmaya başladı. ''Birceyle bir saldırıya uğradık.'' bana gelen mesajdan, salona atılan tek kurşundan, izlendiğimizden bahsetti. ''Bu dağ faresini sıkıştırmak için çok bekledik.'' konuşan Selindi. ''Tolga konumu belirlesin. Çıkıyoruz. Hazırlanın.'' Herkes odasına doğru yol aldı. Selin ve Şimal'in arkamdan geldiğini hissettim. ''Komutanım, iyisiniz değil mi?'' Konuşan Şimal'di. ''Şunu kapana kıstırırsak çok daha iyi olacağım.'' Etrafa yaydığım negatif enerji ve sinirin farkındaydım. Hızlıca giyinip odadan çıktıktan sonra yüzbaşının odasının önündeydik. Saniyeler sonra yüzbaşı da içeriden çıktı. O sırada karşıdan koşa koşa gelen Tolga dikkatimi çekmişti. Bakışları bana döndü, telefonu uzattı. ''Komutanım açmanız gerekiyor. Mesajı gönderen kişi arıyor.'' dedikten hemen sonra alıp telefonu hoparlöre verdim. ''Uğur böceği.'' derin bir nefes aldım, bakışlarım yüzbaşına kaydı. Bana güven vermek istercesine gözlerini kapattı. ''Saklandığın delikten çıkmaya mı karar verdin dağ faresi?'' telefonun ucunda bir hışırtı oldu. Sonra bir gülme sesi geldi. ''Ya öyle diyelim. Yaptığın bazı hareketler hoşuma gitmedi, kendimi hatırlatayım dedim.'' Yüzbaşı eliyle dışarı çıkmamız için işarette bulundu. Hem telefonda konuşuyor hem araca doğru ilerliyordum. Timdeki herkes önümdeydi. Yanımda duran sadece yüzbaşıydı. ''Sen istiyorsun ki seni tak diye kafandan vurayım.'' bu sefer kahkaha attı. ''Ölüm senin elinden bana cennet gibi gelir, biliyor olman lazım Birce.'' tam cevap vermek için ağzımı açacaktım ki tekrar konuşmaya başladı. ''Yüzbaşını öldüreyim mi istiyorsun? Aranızda ne var?'' dediğinde bu sefer ben histerik bir şekilde güldüm. ''Lan sen götündeki donu dik tut önce dangalak. Sen kim yüzbaşını öldürmek kim?'' Yüzbaşının yandan gelen gülümsemesini duydum. Araçlara binmiştik. ''Yüzbaşını belki şu an öldüremem. Ama masum bir sivilin hayatını kaybetmesi seni bence daha çok üzer. WhatsApp'a bak.'' ''Ne diy-'' Telefon suratıma kapandı. Timdeki herkes konuşmaları duymuştu. Saniyeler sonra telefona gelen bildirim sesiyle WhatsApp'a girdim. Bir video atmıştı. Ortada duran masaya telefonu koyduğumda bütün tim telefonun başına toplandı. Videoyu oynatmaya başladım. Depo gibi bir yerdelerdi. Ortada sandalyeye bağlanmış bir adam duruyordu. Saniyeler sonra kameranın kadrajına Erkin girdi. ''Hey millet selam! Bütün tim beni izliyorsunuz şu an değil mi?'' yüzünde maskesi yine duruyordu. Elindeki silahla sandalyedeki adamı gösterdi. ''Bu beceriksizin kim olduğunu da merak ediyorsunuz muhtemelen.'' Silahın kabzasıyla sert olmayacak şekilde adamın başına vurdu. Adamın ağzı kapalı olduğu için sesi boğuk çıkmıştı. ''Senin yüzbaşını vuramayan keskin nişancı. Aynen, kesin keskin nişancı. Daha yakın mesafeden birini bile vuramıyor aptal.'' dediğinde bu sefer yüzüne sert bir yumruk geçirdi. ''Orospu çocuğu.'' Alperen'in sesini duydum. Video devam etti. ''Muhtemelen şu an olduğum yere doğru yola çıktınız.'' saatine baktı. ''Imm. Yaklaşık 15 dakika içerisinde burada olmazsanız, adam ölür.'' Pat video kapandı. bakışlarım direkt yüzbaşını buldu. ''Oğuzhan bas.'' Şoför koltuğunda olan Oğuzhan'dı. Arabanın savrularak ileri doğru gittiğini hissettim. ''İçeride bizi neyin beklediğini bilmiyoruz. Önce Birceyle ikimiz içeri giriyoruz. Muhtemelen Erkin içerde bizi bekleyecek. Siz dışarıya konumlanıyorsunuz. İçeriye kalabalık bir grup girmediği sürece girmenize gerek yok. Aksi bir takdirde telsizden sizi içeriye çağırırım.'' timdeki herkes aynı anda ''Emredersiniz komutanım.'' demişti. Herkes fabrikada bir yerlere konumlandıktan sonra 15 dakikanın bitmesine son 37 saniye yüzbaşıyla sırt sırta içeri girdik. ''Dağ faresi!'' diye bağırdığımda sesim fabrikanın boş duvarlarında yankı yapmıştı. ''Ne olursa olsun, yan yanayız Birce.'' bakışlarım saniyelik arkamdaki yüzbaşını buldu. ''Her zaman.'' Bunun birbirimize verdiğimiz ilk söz olduğunun farkındaydım. O da bana saniyelik bir bakış attıktan sonra ileriden gelen sesle bakışlarımız oraya döndü. Bir sandalyenin devrilme sesi gelmişti. Az ileriye baktığımda sandalyede yan bir şekilde yere düşen nişancıyı ve yanındaki Erkin'i gördüm. Yüzbaşıyla yan yana ona doğru ilerlemeye başladığımızda aramızda 5 metre kala durduk. Eş zamanlı olarak silahı keskin nişancının kafasına yasladı. ''Siz hep böyle ikiz gibi her yere beraber mi geleceksiniz?'' yüzbaşının yüzünde bir sırıtış oluştu. ''Ne oldu rahatsız mı oldun?'' bu adam bazen komik olabiliyordu. Aslında başlı başına içinde bulunduğumuz durum komikti. Karşımızda bu bölgenin en azılı terör örgütünün lideri duruyor, biz karşısında durup gülüyorduk. Ben de elimde olmadan bu manzaraya gülmüştüm. Ben güldükten sonra bakışları bana kaydı. Yüzbaşının farkında olmadan bir adım önüme geçip, beni arkasına aldığını gördüm. Aksine bende arkasından çıkıp Erkin'e bir adım daha yaklaşmıştım. ''Yanıma gel, Birce.'' kaşlarım havalandı. ''Anlamadım?'' beni ayağına çağırıyordu. Elindeki silahı nişancının kafasına daha çok bastırdı. ''Ölmesini istemiyorsan gel.'' şantajcı orospu çocuğu. Adım atmadım. İçimde 16 yaşındaki Birce gitme diye yalvarıyordu, ama aklı başında asker Birce gitmem gerektiğini bunun bir görev olduğunu bana hatırlatıyordu. Tam bir adım atmışken yüzbaşı eliyle beni durdurdu. ''O hiçbir yere gelmiyor. Sen paşa paşa elindeki sivili bırakıp, buraya geleceksin.'' Erkin'in gözlerinden adamı tam şu anda öldüreceğini anlamıştım. Adama döndüğü sırada hızlı adımlarla ona yaklaşıp ayağına dönerek tekme attım. Bunu beklemiyordu. Eline yediği darbe sonucu şiddetli bir şekilde bağırdı. Yüzbaşının yanımdan geçip ona doğru ilerlediğini gördüm. Hemen köşede duran nişancıya doğru ilerlediğimde önceliğimin onu buradan çıkarmak olduğunun farkındaydım. Arkamda bir arbede dönüyordu. Yüzbaşı Erkinle kavga ediyordu. Hemen nişancının ellerini çözdüm. ''Aybars komutanım içeri gelin, sivili alın.'' saniyeler sonra telsizden ses geldi. ''Tamamdır.'' Aybars birkaç dakika sonra içeri geldi ve nişancıyı dışarı çıkardı. O sırada bakışları arkamdaki Erkinle yüzbaşına kaydı. ''Desteğe ihtiyaç var mı?'' Başımı salladım. ''Pek gerek yok gibi duruyor.'' Aybars çarpık bir gülümsemeyle nişancıyı tekmeleyerek dışarı çıkardı. Bakışlarım yüzbaşına döndüğünde kaşının kanadığını, Erkin'in ise yerde yattığını gördüm. Yüzbaşının arkasında bir karartı gördüğümde bakışlarımı oraya çevirdim. Karartı yüzbaşıya yaklaştı. Bir kadın bedeniydi. O sırada bunun Ekin olduğunu anladım. Yüzünde maskesi vardı. Elindeki bıçakla son hız yüzbaşına doğru koşarken, ondan hızlı davranıp yüzbaşının önüne atladım. Beni görünce gözleri kısıldı. ''Bu kardeşimin uğruna ölüp bittiği kadın sensin demek ki.'' ''Abinin uğruna öldüğü kadın değil de, senin ölmeden önce gördüğün son kadın benim.'' Yükselebildiğim kadar yükseğe zıplayıp yüzüne yumruk atmıştım. O sırada arkamda yüzbaşının da Erkin'in haşatını çıkardığını görmüştüm. Ekin yumruğumla sarsılıp yere düştüğünde bakışlarımı yüzbaşına çevirdim. Amacımız onlarla kavga etmek değil, onları buradan teslim almaktı. Tam ona bir şey diyeceğim sırada arkamdan bir tekme yedim. ''Düşmanına arkanı dönmemen gerektiğini öğretmediler mi sana asker.'' olduğum yerde düz döndükten sonra beni ayağımdan tuttu. O sırada bir tekme savurdum. Tekmemin şiddetiyle geriye doğru savrulduğunda bende hemen ayağa kalktım. O sırada dışarıdan patır patır sesler geliyordu. Birilerinin geldiğini anlamıştım. Bakışlarım yüzbaşına kaydığında kendinden emin duruşuyla Erkin'in karşısındaydı. Onun yanındaki yerimi aldım. Belimizden silahları çıkartıp karşımızda duran ikizlere uzattık. ''Yolun sonuna geldiniz.'' ses yüzbaşından çıkmıştı. Ekin'in gülen suratına bir tane tekme indirmemek için kendimi çok zor tuttum. ''Belki de yeni başlıyoruzdur, hı komutan?'' dedikten saniyeler sonra silah sesleri arttı. İçeriye bizim timle birlikte, birkaç kişi daha girdi. Çatışmanın ortasındaydık. Yüzbaşıyla sırt sırtaydık. Birinin Erkanla Ekin'i kaçırmak için geldiğinin farkındaydık. Gelen adamlardan ikisini indirmiştim. Ama içeriye o kadar hızlı bir şekilde minibüs girip, onları aldı ki hepimiz minibüsün üstüne mermi yağdırsak da durmamıştı. Yüzbaşının ''Orospu çocukları, yeter lan.'' diye bağırmasıyla bütün fabrika inlemişti. ''Bunları kendi ininde sıkıştırmaktan başka çare kalmadı.'' ses Şimal'den gelmişti. ''Bu kadar kişiyi, bu kadar kişi indiremediniz mi?'' yüzbaşı resmen kükremişti. İkidir elimizden kaçıyordu. ''Geçin karargaha. Gözüm görmesin hiçbirinizi.'' haklıydı. Yüzbaşı önden ilerlediğinde timle baş başa kalmıştık. ''Bunlar neden elimizden kaçıyor.'' Selin'in sorusu bakışlarımızın ona dönmesine sebep oldu. ''Hepimiz buna benzer görevlerden geçtik. Birbirinize adaptasyon sürecinden mi geçiyorsunuz?'' Aybars sormuştu. ''Hayır komutanım. Aksine hepimizin iyi anlaştığını düşünüyorum.'' Bu sefer ben konuştum. ''O zaman bu orospu çocukları neden bizimle değil Alperen?'' derin bir nefes aldı. ''Çünkü çok hızlılar. Ve birbirlerinin ölmesinden korkmuyorlar.'' sinirime hakim olamadım. ''Biz hepimiz ölmek için burada değil miyiz asker?'' Diye bağırdım. Aybars hariç herkes ''Evet komutanım.'' diye bağırmıştı. ''O zaman şanlı bir Türk askeri gibi davranıp, bu dağ farelerini şu delikten çıkaralım.'' yüzbaşının arkasından ilerlemeye başladım. Araçta hemen onun yanına oturdum. Yüzüne baktığımda kaşının açıldığını gördüm. ''Kaşınıza dikiş atılması gerekiyor.'' bakışları bir ok gibi yüzüme saplandı. ''Sen atabilir misin?'' eş zamanlı olarak elini dudağıma götürdü. Elinin değmesiyle dudağım sızlamıştı. ''Dudağın kanadı. Sana ne yapmak lazım?'' bakışlarım gözlerini buldu. Gözlerindeki ifadeden dolayı içimin titrediğini hissettim. İçeriye timdekiler girmeye başlayınca elini dudağımdan çekti. Ama bakışları hala bendeydi. Ben bakışlarımı ondan çektim. Herkesin içeriye girdiğini aracın çalıştığında anlamıştım. Algılarım o kadar ondaydı ki şu an görevin başarısız olması bile arka planda kalmıştı. Kendime kızdım. Duruşumu dikleştirdiğimde Alperen'in sesini duydum. ''Yüzbaşım, kaşınız açılmış. Birce komutanımın da dudağı şiş. Reviri aradım hemşire sizi bekliyor.'' ''Revirden sonra toplantı odasına geleceğim. Ve bugünü gerekirse sabaha kadar konuşacağız.'' dedikten sonra timdeki kimseden ses soluk çıkmamıştı. Herkes yaptığı hatanın farkındaydı. Bir süre sonra araç yavaşlayınca karargaha geldiğimizi anlamıştım. Timdeki herkes araçtan inince yüzbaşıyla ben arkada kalmıştım. ''Siz içeri geçin. Revire uğrayıp geliyoruz.'' dedikten sonra revire doğru ilerlemeye başlamıştık. ''Ivır zıvır işlerden hiç hoşlanmıyorum.'' sesi isyan dolu çıkmıştı. ''Bende.'' dediğimde bakışları bana kaydı. ''Canın acıyor mu?'' omuz silktim. ''Bundan çok daha kötülerini gördüğümüze eminim yüzbaşım.'' Dediğimde adımları durdu. Neden durduğunu anlamadığım için bende birkaç adım ilerisinde durup ona bakmıştım. ''Bundan çok daha kötülerini gördüğünde, ben yoktum ama Birce.'' kalbime yine bir şey oldu. İçerisi yine yangın yerine döndü. Ama tabi ki yüzüme bir şey yansıtmadım. ''Bazen insanın elinde olmuyor bir şeyler yüzbaşım. Sizin elinizde olsa, bu halde olmazdım muhtemelen.'' Bakışları parladı. ''Bilmen güzel.'' dedikten sonra ilerlemeye devam etti. Revirin kapısının önüne geldiğimizde içeri girdi. Hemen revirin başında oturan, telefonuyla oynayan hemşirenin bakışları bize döndü. Bize demek yanlış olurdu, direkt yüzbaşına dönmüştü. Onu ilk defa görüyordum. Sapsarı saçları vardı. Gözleri de maviydi. Yüzbaşıyla bakışları kesiştiğinde içimde bir şeylerin yıkıldığını hissettim. İçim o kadar öfkeyle dolmuştu ki bunun ne olduğunu çözemedim. ''Buyurun komutanım.'' yüzbaşına bakarken kızın resmen gözleri parlamıştı. Yüzbaşı kaşını göstererek. ''Çok da buyurmuş sayılmayız. Bana dikiş atılacak.'' bakışları bana kayınca yumuşadı. ''Birce'ye de pansuman yapılacak. Tek misin?'' dediğinde kız hevesle başını salladı. ''Tekim yüzbaşım. Siz geçin sedyeye, geliyorum.'' dedikten sonra sedyeye doğru ilerlemeye başladı. ''Otur sen.'' Deyip bana sedyeyi gösterdiğinde saygıdan oturmak istemedim. ''Olmaz yüzbaşım, siz oturun.'' Derin bir nefes aldı. ''Birce, inat etme. Otur musun lütfen?'' sen bana hep böyle güzel konuşursun da ben yapmaz mıyım diyemedim ama oturdum. Yaklaşık bir dakika sonra hemşire kız içeriden malzemelerle geldi. Gözü kesinlikle beni görmüyordu. ''Yüzbaşım, oturun şöyle dikişinizi atayım.'' Yüzbaşı kıza o kadar sert bakmıştı ki kızın yanaklarının anında kızardığına şahit oldum. ''Sedyede oturan Birceyse, önce onunkini yapacaksın demektir. Öncelik kadınlarındır ya hani..'' yaka kartına baktı. ''Aslı hemşire.'' deyip cümlesini tamamladığında kızın bakışları bana döndü. Muhtemelen bana sinir olmuştu ama yapacak bir şey yoktu. ''Haklısınız yüzbaşım. Ben pansumanı yapayım.'' yüzüme bile bakmadan elindekileri hazırlayıp şak diye dudağıma bastırdı. Canım acıdığı için inlememe engel olamadım. ''Biraz yavaş olur musun?'' yüzüne samimiyetsiz bir gülüş yerleştirdi. ''Tabi komutanım.'' ama gözleri bana olan anlık sinir ve nefretini ele veriyordu. Daha hafif dokunuşlarla pansumana devam etti. Yaklaşık beş dakika sonra bitmişti. Ben kalktıktan sonra yüzbaşı oturdu. Çıkmak için ağzımı açacaktım ki yüzbaşı benden önce davrandı. ''Burada kal Birce.'' ısrar etmedim. Burada kalmam kıza rahatsızlık vereceği için, inadına kaldım. Hemşire bana olanın aksine gayet yumuşak bir dokunuşla yüzbaşına pansuman yapmaya başladı. ama yüzbaşının gözleri benden ayrılmıyordu. ''Göz renginiz ne kadar güzel yüzbaşı.'' dediğinde yüzbaşının bakışları saniyelik ''ne diyon?'' dercesine ona değip tekrar bana dönmüştü. Hemşire cevap vermemesine bozulmayarak kendince yavşama tekniklerine devam etti. ''Evli misiniz yüzbaşım?'' acaba bundan sana neydi? Evli değilse ne yapacaktın mesela? Nüfusuna mı alacaktın? Yüzbaşı bu sefer bakışlarını ona çevirmeden direkt bana bakarak konuşmaya devam etti. ''Şu anlık hayır.'' kızarmıştım. Neden bilmiyorum ama gözlerimin içine o kadar net bakıyordu ki. Utanmasam benimle mi evleneceksiniz komutanım diye soracaktım yani. Tabi hemşire saçma sapan kendi üstüne alınmış olacak ki yine konuşmaya devam etti. ''Tahminen ne zaman düşünürsünüz yüzbaşım?'' deyip cilveli cilveli güldükten sonra yüzbaşı ters bir bakış atıp sedyeden indi. ''Seninle hiçbir zaman.'' hemşirenin yüzü öyle bir renk değiştirmişti ki zevkten dört köşe olmuştum. Yüzbaşı arkasını dönüp revirden çıkarken hemşireye yapay bir gülümsemeyle ''Kolay gelsin.'' deyip yüzbaşının arkasından ilerlemeye devam ettim. Revirden çıkar çıkmaz yüzbaşı adımlarını yavaşlatıp benimle aynı hizaya getirmişti. ''Bu revire gelen hemşirelerin yemeklerine afrodizyak koyuyorlar galiba.'' dediğinde gülümsememi tutamadım. O kadar hızlı bana dönmüştü ki rahatsız olduğunu sanıp elimle gülüşümü gizlemiştim. Adımları durdu ve bana döndü. ''Neden gizliyorsun gülüşünü?'' ben de ona döndüğümde başını eğmiş sorgular bir biçimde bana baktığını gördüm. ''Saygısızlık etmek istemem komutanım.'' dediğimde bakışlarının parladığını gördüm. ''Senin gülüşünü hiçbir zaman saygısızlık olarak algılamam Birce.'' dedikten sonra toplantı odasına doğru ilerlemeye başladı. Arkasında yine kalakalmıştım. Bazen öyle şeyler söylüyordu ki dumura uğruyordum. Ne demek istediğini, bana bunu neden yaptığını anlamıyordum. Kendimi toparlayıp bende toplantı odasına doğru ilerlemeye başlamıştım. İçeri girdiğimde albay da dahil herkesin masanın etrafında oturduğunu gördüm. Selam verdikten sonra benim için ayrılan yere oturmuştum. Albay'ın bakışları benimle yüzbaşı arasında gidip geldi. ''İyi misin Birce?'' dediğinde başımı sallayıp ''Sağ olun komutanım, iyiyim.'' Bu sefer bakışları yüzbaşını buldu. ''Sen iyi misin Onat?'' yüzbaşı bariton sesiyle cevap verdi. Sesinde herhangi bir duygu kırıntısı yoktu. ''Sağ olun komutanım.'' bu sefer bakışları timdeki diğerlerini bulmuştu. ''Çocuklar, biz sizi boşuna mı Türkiye'nin dört bir yanından topladık?'' Hiç kimseden ses çıkmadı. Herkes başını önüne eğmişti. Çünkü herkes hatasının farkındaydı. ''Yarından itibaren sıkı bir antrenmana giriyorsunuz. Bu operasyonun neden başarısız olduğuyla ilgilenmiyorum. Diğer operasyon başarısız olursa timi dağıtırım.'' Ciddiydi. Ve yapabileceğini gözlerinden görüyorduk. ''Az sonra arkeolog gelecek. Hazinenin ne olduğunu tespit ettiler.'' kimseden yine çıt çıkmıyordu. Herkes muhtemelen kendini mahcup hissediyordu. Birkaç dakika sonra kapı çaldı ve kapının arkasından Melih'in vücudunu gördüm. ''Komutanım, girebilir miyim?'' ''Geç evladım.'' albayın içeri çağırmasıyla masada tek boş yer olan karşıma oturdu. Bakışları yüzümü buldu, muhtemelen dudağımdaki yarayı görünce yüzü ekşidi. ''Birce komutanım iyi misiniz?'' tek benim yüzümdeki mi dikkatini çekmişti? ''İyiyim.'' bakışlarımı değdirmemeye özen gösteriyordum. Bakışları sonrasında yüzbaşını buldu. Gözleri ikimiz arasında mekik dokuduktan sonra ortaya ''Geçmiş olsun.'' dileğini iletti. Ne yüzbaşı ne de ben ona cevap verdik. ''Ne buldun, anlat bakalım.'' albayın sesiyle Melih olduğu yerde dikleşti. Önündeki evrakları çıkardı ve konuşmaya başladı. ''Komutanım anlatılan hikayelerle gerçek hikaye ortak bir amaçta buluşuyor. Hazine. Ama bu sıradan bir hazine değil.'' önündeki evrakları karıştırıp, konuşmaya devam etti. ''Eski Türk devletlerinden kalma bir yazıt olduğu söyleniyor. Bu yazıtta rivayete göre dünyanın en büyük hazinesinin yeri yazıyor. 2019 yılında İngiltere'nin The Observer gazetesinin baş muhabiri Edson William röportaj için Hakkari'ye gelip yerlilerle sohbet ediyor. Yerliler bize anlattıkları klasik hikayeyi onlara da anlatıyor. Bu röportaj sonrası burası İngiltere'de birkaç arkeoloğun dikkatini çekiyor. Asıl olaylar şimdi başlıyor.'' önündeki evraklardan birinin resmini çıkarıp, masanın ortasına koydu. Masadaki adamın gözleri kapkaraydı. Mecazi değil, gerçekten karaydı. Yüzündeki ifade ise o kadar ifadesizdi ki belki de hayatımda ilk defa bu kadar ifadesiz birini görmüştüm. ''Bilin bakalım kim bu arkeologlarla birlikte, herhangi bir izin almadan kazı yapıyor. Aradığımız adam Vural Koç.'' bu o adamdı. Erkin ve Ekin'i evlatlık edinen adamdı. ''İçeri alınıyor tabi ama yatmıyor. Adam da nasıl bir çevre varsa, koruma altına alınan bir yeri kazıyor ona rağmen cezasını çekmiyor. '' ''Çok yorum yapmadan anlatsan mı?'' yüzbaşının terslemesini hiç kimse beklemediği için albay dahil herkes ona bakakalmıştı. O ise hiçbir şey dememiş gibi bakışlarını Melih'in üstünde tutmaya devam ediyordu. Melih de ona bu sefer aynı bakışlarla karşılık veriyordu. Albayın öksürüğüyle odak albaya dönmüştü. ''Anlatmaya devam et.'' Melih bakışlarını albaya çevirdikten sonra tekrardan önündeki evraklara dönmüştü. ''Yani sonuç olarak kazdıkları yerde ne yazıt buldular ne hazine. Bizim bu yazıtın yerini bulmamız için gerekirse bütün Hakkari'yi dört bucak kazmamız gerekiyor. '' bakışları tekrardan yüzbaşını buldu. ''Bunun için komutanım, bir ekibe ve en önemlisi devletin iznine ihtiyacım var. Devlet izin konusunda bayağı sıkıntı çıkarıyor. Özellikle hiç kazılmamış alanlara çok dokunmamız taraftarı değiller. Siz izin alana kadar kazılmış yerleri kazıp, kalıntıları bulabiliriz.'' albayın sıkıntıyla nefesini verdiğini duydum. ''Ekip işini hallederim. İzin için de gerekli mercileri devreye sokarım. Ama bu süreç ne kadar sürecek Melih sen bana onu söyle?'' dediğinde Melih'in albaya düşünceli bir şekilde baktığını gördüm. ''Komutanım, bu iş çetrefilli bir iş. Koca bir araziyi kazmaktan bahsediyoruz. O yüzden ben size net bir tarih veremem. Ama ekibim iyi olursa, elimden geldiğince hızlı bir şekilde sonuca ulaşmaya çalışırım.'' dediğinde albay başını salladı. ''Ben izin için gerekli işlemleri başlatacağım. Sen kendi ekibini oluştur. Bu süreci hızlandıracak, bize faydalı insanlar olsun.'' dedikten sonra Melih oturduğu yerden kalktı. ''Tamamdır komutanım. En geç yarın ekibin listesini size ulaştırırım.'' dedikten sonra odadakilere selam verip dışarı çıktı. ''Bu çocuğa ne kadar güveniyoruz albayım?'' yüzbaşının sorusu yine ortaya bomba misali düştü. Albayın bakışlarının ona döndüğünü gördüm. ''Devlet için çalışan birini sorgulamaya ne zaman başladın Aktan?'' dediğinde ona ikinci ismiyle seslendiğini anlamıştım. Genelde hepimiz komutanım dediğimiz için, ismiyle seslenen birini duyunca da garip geliyordu. ''Kimseyi sorgulamak haddime değil komutanım. Bu kadar operasyonun içinde tutmamıza gerek var mı?'' dediğinde bu konuda ona hak veriyordum. ''Haddime değil belki ama bende bu konuda yüzbaşıma katılıyorum komutanım.'' Aybars'ın bunu demesi beni şaşırtmıştı. ''Sonuçta burada birbirimizden başka güvenebileceğimiz kimse yokken, dışarıdan birini içimize almak doğru mu bilmiyorum. Görevini yapsın tabi. Ama sadece görevini yapsın, bir şeylerden haberdar olmasın.'' Albayın yüzünde gülümseme oluştu. ''Keşke operasyonda da şöyle birlik olabilseydiniz de şu orospu çocuğu elimizde olsaydı. Dediklerinizi düşüneceğim. Kendisine karargahın içinde bir oda temin edelim. Oradan yürütsün çalışmalarını.'' ''Emredersiniz komutanım.'' Albay yarın antrenmanlara başlanacağını tekrar hatırlattıktan sonra odadan çıktı. Timle baş başa kalmıştık. ''Size ilk ve son kez konuşacağım.'' Yüzbaşının bu sözleriyle hepimiz olduğumuz yerde dikleşmiştik. ''Biz hepimiz kendi isteğimizle buradayız. Bu meslek ne para için ne rütbe için yapılacak bir meslek. Çoğunuzun ilk özel görevi. O yüzden bocalamanızı anlıyorum. Ama anladığım bunu kabulleneceğim anlamına gelmiyor. Siz hepiniz işinde başarılı insanlarsınız ki şu an buradasınız. Size güvenmesem burada başkaları otururdu. Benim güvenimi boşuna çıkarmayın.'' bu sözler muhtemelen herkesi etkilemişti. Time göz gezdirdiğimde herkesin duruşunun dikleştiğini fark ettim. Sanki hep bir ağızdan anlaşmış gibi ''Emredersiniz komutanım.'' diyerek odayı inletmiştik. Birkaç saniye sonra kapı çaldı. Gelen Tugay'dı. ''Komutanım girebilir miyim?'' Yüzbaşı başını sallayınca Tugay elinde bilgisayarla içeri girdi. ''Erkin'in evinin konumunu tespit ettim.'' Yüzbaşının kaşlarının havalandığını gördüm. ''Hadi be!'' Ses Alperen'den çıkmıştı. ''Dağ faresi kapana sıkıştı.'' bu sesin sahibi de Selin'di. ''Nasıl tespit ettin?'' yüzbaşı herkese karşı şüpheci yaklaşıyordu. Bunu anlayabiliyordum. Maalesef askeriyeye sızan terör yanlıları da çok oluyordu. Ben de buna daha önce şahit olmuştum. ''Komutanım, kendim yazılımını oluşturduğum bir GPS programım var. Bunu ilk defa geçen sene olan bir operasyonda denemiştim, başarılı oldu. Bu sene burada da kullanmak istedim. Programa şüphelinin resmini atıyorsun. Program en son nerede göründüğünü bana söylüyor.'' ''Ulan Tugay, akıllı çocuksun he.'' Oğuzhan'ın uzun zaman sonra sesini duydum. Bakışlarım ona döndü. Acaba ne yapmıştı? Sorunları hallolmuş muydu? Bana içten bir tebessüm sunduğunda ben de ona aynı tebessümle karşılık verip, önüme döndüm. Tugay da Oğuzhan'ın bu söylediğine güldükten sonra bakışları yüzbaşını buldu. ''Evin konumu Google Earth'de bile görünmüyor. Artık şerefsizler nasıl bir yazılımcıyla çalışıyorsa, illegal bütün işleri denemişler. Evin olduğu yer boş bir arazi olarak görünüyor.'' ''Ya boş bir araziyse?'' Tugay'a güvenmek istiyordu. ''Özel birkaç asker gönderip baktırabilirsiniz komutanım, benim kendime güvenim tam. Bu yazılım boş olsa, önünüze bu kadar kolay çıkarmazdım.'' ''Biz gidebiliriz komutanım.'' tabi ki ses ayrılmaz ikiliden çıkmıştı. Yüzbaşının bakışları Oğuzhan'a ve Alperen'e döndü. ''Siz hiçbir yere gitmiyorsunuz. Yarın antrenman var. Sizi biraz akademi günlerine döndüreceğim.'' sonrasında yüzüne öyle bir gülümseme ekledi ki bunun tercümesi, ebenizi ağlatacağım demek oluyordu. Alperen ve Oğuzhan birbirine baktıktan sonra bir şey demeden önlerine döndü. ''Akşam iki tane askeri görevlendireceğim. Eğer arazide bir şey çıkmazsa sende sabah eşyalarını toplayabilirsin Tugay.'' Tugay bu dediğine bozulmamıştı, aksine yüzünde bir gülümseme vardı. ''Emredersiniz komutanım.'' dediğinde istemsiz gülmüştüm. ''Evinize gidin. Sabah 06:00'da herkes içtimada olacak.'' herkes aynı anda yerinden kalkmıştı. Kapıdan ilk yüzbaşı çıkınca timdekiler duraksayıp birbirine baktı. ''26-27 yaşında akademi günlerine dönmek de varmış.'' Ses Aybarstan çıkmıştı. ''Hak ettik komutanım.'' dediğimde yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. ''Çekelim bakalım cezamızı.'' dedikten sonra herkes dışarıya çıkmıştı. Birbirimizle vedalaştıktan sonra evlerimize doğru dağılmıştık. Yarın bizi uzun bir gün bekliyordu. Hayatta en sevmediğim şeylerden biri alarm sesiydi. Bazen psikolojik olarak o sesi duymamak için bile kendi kendime alarmdan önce kalktığım oluyordu. Uykuya çok düşkün bir insan değildim ama bir insanın uykudan zangır zangır bir sesle uyandırılmasına oldukça karşıydım. Elimi uzatıp komidinin üstündeki telefonu susturdum. Yeni almamış olsam muhtemelen duvara fırlatırdım. O denli bir sinirle uyanıyordum sabahları. Saatin 05.30 olduğunu görünce hemen yataktan kalkıp kendimi duşa attım. Hakkari'nin boğucu bir havası vardı. Duyduğum kadarıyla yaz aylarında çok sıcak, kış aylarında ise bir o kadar soğuk oluyordu. Şu an Nisan ayında olduğumuz için henüz çok sıcak havalarla karşılaşmamıştık. Aksine bazı geceler o kadar soğuk oluyordu ki, içim çekiliyormuş gibi hissediyordum. Hızlı bir duş aldıktan sonra kamuflajlarımı giyip saçımı sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Botlarımı da giydikten sonra apartmandan çıkmıştım. Gün henüz doğmamıştı. Bazen bir öğretmen, doktor olsam nasıl olurdum diye düşünüyordum. Ama kendimi kamuflaj dışında başka bir şeyin içinde göremediğim için bu düşüncelerden uzaklaşıyordum. Düşünceler içerisinde karargaha geldiğimi fark ettim. Saat 05.55 geçiyordu. Tim kapıdan çıktığında hepsine günaydın dileyip ben de aralarına sızdım. ''Başlayalım bakalım.'' Oğuzhan ellerini ovuşturdu. Sanki bir dövüşe hazırlanıyordu. ''Ne yalan söyleyeyim, heyecanlandım.'' Şimal'in sesinden bile heyecanlı olduğu anlaşılıyordu. ''Tamam bu kahpeleri öldürmesi falan çok zevkli tamam ama böyle dağa taşa tırmanmanın zevki de ayrı be bacım.'' Bunu Şimal'e bakara söylemişti. O sırada Aybars'ın sesini duydum. ''Cıvıtma Alperen.'' kötü bir niyeti yoktu Alperen'in. Bunu Aybars da biliyordu ama aramızda görev başındayken bir resmiyet olmak zorundaydı. Saniyeler sonra karargahın kapısında onu gördüm. Yeni traş olmuştu. Normalde askerler gün aşırı sakal traş olurdu ama o bu sefer saçlarını da kestirmişti. Üç numaraydı. Bu adam her haliyle nefes kesiciydi. Aybars'ın 'Dikkat!'' diye bağırmasıyla hepimiz hazır ola geçtik. ''Rahat.'' Seni görünce rahat olmak mümkün müydü be yüzbaşım, diyemedim. Hemen rahat pozisyonuna geçtim. Bakışlarını üstümde hissedince, yerde olan bakışlarımı ben de ona çevirmiştim. Çok sert bakıyordu ama bu benim yanılsamam mıydı bilmiyorum ama bana bakarken bakışları yumuşuyor gibi hissediyorum. Yanımda duran Selin'e bakınca bakışları tekrar sertleşti. Bu teorimi doğrulamış oldum. ''Tugay haklıymış. Özel bir mülke ev yaptırmış orospu çocukları. Bunlar devletin arazilerine o kadar konmaya alışmış ki, fark edilmiyor bile. Bir süre izlenecekler. Duruma göre harekete geçeceğiz. Şimdi gelelim asıl konuya.'' Yüzünde bir gülümseme oluştu. ''Bugün paintball'a gidiyoruz.'' Ne? ''Ha?'' Oğuzhan duygularıma tercüman olmuştu. ''Anlamadım, paintball derken komutanım?'' sorduğum soruyla bakışları bana döndü. ''Size bu yaştan sonra askeri eğitim vereceğimi mi düşündünüz?'' ''Siz dün antrenman deyince, böyle bir şey tahmin etmedik komutanım.'' Şimal haklıydı. ''Stres yönetiminin insanı daha çok strese sokarak düzeleceğini düşünen biri değilim. Eğlenmek hakkınız. O sırada koordine bir şekilde hareket edeceksiniz. Bu da sonuçta sizin için bir antrenman.'' eğlenceli olacaktı. ''Onlar da yeni kurulmuş bir tim ama duyduğuma göre sizden daha koordine bir şekilde ilerliyorlar. Bir Türk askerinin birbirine atış yapabileceği tek yer ne de olsa paintball'dur. Gösterin bakalım marifetlerinizi.'' yüzündeki gülümseme büyümüştü. Timdeki diğer askerler de şaşkındı ama onların da yüzlerinde gülümseme vardı. Hep birlikte bizi bekleyen araca doğru ilerlemeye başladık. ''Komutanlar da yani siz de takımda olacak mısınız komutanım?'' diye sorduğumda diğerlerinin önden ilerlediğini, onunla baş başa yürüdüğümüzü bile fark etmemiştim. ''Olmamı ister miydin?'' Pat diye bodozlama yine soru sormuştu. Bu adamın harbiden hiç ayarı yoktu. ''Benim isteğimin bir önemi var mı ki?'' bende sorusuna soruyla cevap vermiştim. ''Bilmem. Bunu öğrenmek istersen eğer akşam benimle bir yemek yiyebilirsin.'' Adımlarım durdu. Pat diye durdum hatta. Bakışlarım da ona dönmüştü. ''Benimle yemek yemek mi istiyorsunuz?'' yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. ''Sorum gayet net Birce.'' Yüzümün alev aldığını hissettim. ''Evde yemeğim hazırdı aslında.'' aynen kızım. Annen de evde seni bekliyor hatta. Saçmalamanın tillahını yapmıştım şu an. ''Senin elinden yapılan yemeği yemek beni mutlu eder, sen de istersen?'' istemez miydim? Uçardım bile. Ama tabi ki bunu yine belli etmedim. ''Tamamdır, yiyelim.'' dedikten hemen sonra resmen koşar adımlarla araca doğru ilerlemiştim. Resmen yüzbaşıyla flörtleşiyordum. Oğuzhan'ın sesiyle bakışlarım ona döndü. ''Yüzbaşı sizi sinirlendirecek bir şey mi söyledi komutanım? Kıpkırmızı olmuşsunuz.'' yüzünde o sinir bozucu gülümsemesiyle bana imada bulunuyordu. ''Yok Oğuzhan. Bende senin yüzünü kırmızıya boyamak için sabırsızlanıyorum.'' yüzbaşı ön koltuğa oturduğunda araç hareket etti. ''Ama aynı takımdayız biz komutanım. Oğuzhanıma bir şey yapmayın.'' dedikten sonra Alperen koca adamı kollarının arasına alıp sarmaladı. ''Sizin bu ilişkiniz beni mahvediyor.'' Oğuzhan da Alperen'e sokularak Şimal'e baktı. ''Niye mahvoluyorsun bacı. Senin sarılacak kimsen yok diye mi?'' dediğinde Şimal'in ortaya attığı cevapla hepimizin bakışları ona döndü. ''Olmadığını nerden biliyorsun ki?'' o sırada bakışlarım istemsiz Aybars'ı bulduğunda yüzünde çok ufak bir tebessüm yakaladım. Aralarında bir şeyler dönüyordu ama sorgulamak hadime olmadığı için üstüne düşmedim. ''Oooo.'' Alperenle Oğuzhan'ın ağzından nidalar yükselmişti. ''Zevzekliği kesin.'' Aybars'ın sert uyarısıyla Şimal'in bakışları ona döndü. O da bıyık altından gülünce, emin oldum. Bakışlarımı yola doğru çevirdim. Burada dağlar çok yüksekti. O kadar görkemli görünüyordu ki bakışlarımı onlardan alamamıştım. Anlık izlenme hissine kapılınca yüzbaşının dikiz aynasından bana baktığını gördüm. Hazırlıksız olduğum anlarda izlenmek beni hep çok utandırırdı. Bakışlarımı ondan kaçırınca heyecanlanmıştım. Birkaç dakika sonra aracın durma sesi geldi. Araçtan indiğimizde kocaman bir arazide olduğumuzu gördüm. Ormanlık bir alandı ve parkurlar döşenmişti. Birden içinde bulunduğumuz durum çok komik geldi. ''Sizce de çok komik değil mi komutanım?'' Selin'in sesiyle bakışlarım ona döndü. Yüzünde sıkılmış bir ifade vardı. Ama onu tanıdığım kadarıyla bu onun genel tavrıydı. ''Biraz.'' yanımdan geçen yüzbaşının ileriye doğru gittiğini görünce bakışlarım ilerlediği yöne kaydı. Bahsettiği tim oradaydı. Komutanları olduğunu düşündüğüm kişi gülerek yüzbaşına doğru geldi ve sarıldılar. Arkadaş olduklarını söylemişti ama anladığım kadarıyla yakın arkadaşlardı. Çünkü yüzbaşı sıradan bir arkadaşına sarılacak adama benzemiyordu. ''Özlemişim Onat'ım.'' dediğinde yüzbaşının başını salladığını gördüm. ''Bende devrem.'' bakışları arkasına döndü. ''Gel tim.'' Emriyle hepimiz onların olduğu yöne doğru ilerlemeye başladık. ''Pençe timi.' Deyip bizi gösterdiğinde ''Atakan yüzbaşı.'' dediğinde hepimiz hazır ola geçtik. Yüzbaşı bize rahat dedikten sonra arkadaki timini gördüm. Onlar da bizim gibi 7 kişiden oluşuyorlardı. Aralarında tek bir kadın vardı diğer 6 kişi erkekti. Atakan yüzbaşı da timi tanıttıktan sonra bize döndü. ''Amacımız koordine olmak arkadaşlar. Amacın dışına çıkmayalım. Onat yüzbaşınızla ben kenarda duracağız. Adil olması için iki hakem olması gerektiğini düşündük.'' dedikten sonra Onat yüzbaşına bakıp gülümsedi. O sıra bir şey fark ettim. Belki bir kuruntuydu bilmiyorum ama karşı timdeki kızın gözlerinde Onat yüzbaşına karşı bir hayranlık vardı. Adama hayran hayran bakıyordu. Ona baktığımı fark edince göz göze geldik. Nedense bakışları bana dönünce sertleşti. Anında kafasını komutanların olduğu tarafa çevirdi. ''Herkesin birbirini bilmesi için isimleri yazan yaka kartları hazırladık. Paintball'u biliyorsunuzdur diye düşünüyorum. Tek vuruş, sınırsız boya. En son hangi timden biri hayatta kalırsa, o kişi kazanır.'' dedikten sonra silahların olduğu yere doğru ilerlemeye başladık. Herkese imitasyon silahlar dağıtıldı. Gerçeğine sahip olunca bunlar çok hafif gelmişti. ''Bu oyuncaklar ne ya?'' Selin memnuniyetsiz bir şekilde silahlara bakıyordu. İlk defa ona katılıyordum. ''Ne bekliyordun Selocan, dağa mı çıkıyoruz şu an?'' dediğinde Selin Oğuzhan'a ters ters bakmakla yetindi. ''Herkes timiyle bir toplantı gerçekleştirebilir. 2 dakikaya başlıyoruz.'' dedikten sonra Onat ve Atakan yüzbaşı kendi aralarında sohbet etmeye başlamışlardı bile. Hepimiz bir araya toplandık. Aybars'ın konuşmasıyla bakışlarımız ona döndü. ''Bunun gerçek bir durum olmadığını biliyoruz. Ama karşımızdakiler de bizim kadar profesyonel. '' Hepimiz ona başımızı sallayarak ona onay verdik. ''Parkurlar belli. Çok avam şeyler yok. 2'li 2'li gruplara ayrılalım. Şimal sen benimle gel, Alperen Oğuzhan sizi ayırmak olmaz, Selin sen de Birceyle berabersin. Size güveniyorum.'' Onat yüzbaşının sesiyle bakışlarımız ona döndü. ''Hazır mısınız?'' hazırdık. Hem de hiç olmadığımız kadar. Hepimiz bir ağızdan ''Evet komutanım.'' diye bağırınca yüzbaşının gözleri parladı. ''Başlayalım o zaman. Süre sınırımız yok. Gerekirse sabaha kadar buradayız. Hadi bakalım, gazanız mübarek olsun.'' dedikten sonra herkes bir tarafa dağılmaya başladı. Selinle göz göze geldiğimizde aynı anda ormanın içindeki sol tarafa doğru koşmaya başladık. İmitasyon silahlardan sesler gelmeye başlamıştı. Tabi ki gerçek silah kadar ses çıkarmıyordu ama en azından birinin vurulup vurulmadığını anlayabiliyordun. Bu kadar kısa sürede birilerinin vurulacağını düşünmüyordum. O yüzden muhtemelen silahlar boşuna sıkılıyordu. İleride bir kıpırtı hissettiğimde Selin'i elimle durdurdum. Adımları anında durdu. Bakışları başımla işaret ettiğim yere dönmüştü. İki tane adamın orada durduğunu görüyordum. Onlar da çevreyi kontrol ediyorlardı. Ama maalesef benim radarıma takılmıştı. Selinle aynı anda yere yattığımızda yine bizi fark etmemişlerdi. Onlara doğru sürünmeye başladığımızda sesimizi duymuşlardı ama artık çok geçti. Selin yaka kartından adının Ali olduğunu gördüğüm adamı ben ise adının Tuna olduğunu gördüğüm adamı vurmuştum. İkisi de şaşkınlıkla bize doğru bakınca kendimi tutamadım. ''Kural 1: Düşmana asla arkanı dönme.'' Selin'in yanımda güldüğünü işitmiştim. O sırada telsizden Atakan yüzbaşının sesi duyuldu. ''Ali ve Ömür. Oyun dışı.'' Tuna denen adamın bakışlarımı üstümde hissettim. O sırada diğer adam serzenişte bulunuyordu. ''Bu kadar çabuk olmak zorunda mıydı? Şu an elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi hissediyorum.'' deyip oyunun ilk başladığı alana doğru ilerlemeye başladı. Tuna denen adam hala bana bakıyordu. ''Bazen insanın kaderine razı gelmesi gerekiyor, kader bu ne getirir bilemeyiz değil mi üsteğmenim?'' dediğinde o bakışlarındaki imayı ve rahatsızlığı hissetmiştim. Selin'e başımla işaret yaptığımda ileriye doğru yürümeye devam etmiştik. O sırada telsize gelen anonstan Alperen'in oyun dışı olduğu bilgisini duymuştum. ''Hayret ekürisi vurulmadı.'' bu dediğime Selin gülmüştü. Tam ilerlerken Selin'in beni durdurmasıyla önümden geçen boyayı görmüştüm. İleriye baktığımda iki tane askerin bize ateş açtığını gördüm. En yakındaki ağacın arkasına sığınmıştık. ''Teröriste vurur gibi vuruyor Allahsızlar.'' Selin'in bu dediğinden sonra ona bakarak güldüm. ''O zaman ne diyoruz Selocan ya herro ya merro.'' deyip ağacın arkasından çıkıp karşı tarafa ateş etmeye başladım. Benden böyle bir hamle beklemedikleri için, onlardan önce davranıp onları vurmuştum. ''Kaldı geriye 2.'' ''Komutanım siz herkesi vurmaya yemin etmiş olabilir misiniz?'' yaka kartında Furkan yazan çocuğa döndü bakışlarım. ''Görev buysa, yerine getirmek gerekir Furkan.'' dedikten sonra yüzbaşının anonsuyla onlar da merkeze doğru ilerlemeye başladı. ''Geriye 2 kişi kaldı komutanım. '' Selin bunu dedikten saniyeler sonra vuruldu. Önce üstündeki beyaz boyaya baktı, sonra şok olmuş bir şekilde bana. ''Hani beraber kazanacaktık?'' bu dediğine gülmeden edemeyip hedef olmamak için kendimi yere attım. ''Size güvenim tam üsteğmenim. Öldürün onları. Çıkışta sizi bekliyor olacağım.'' deyip merkeze doğru ilerlemeye başladı. Muhtemelen yakınımda biri vardı. Çünkü Selin boyanın dağılma oranından anladığım kadarıyla yakından vurulmuştu. O sırada Aybars ve Şimal'in de vurulduğu anonsunu duydum. Geriye timden bir tek ben ve Oğuzhan kalmıştı. Onlardan da 2 kişi kalmıştı. Yattığım yerde, 2 metre ileride kadın komutanı gördüm. Bakışları keskin, etrafı inceliyordu. Tam o sırada ayağa kalkıp onu vuracakken, arkasından ekip arkadaşı geldi. Şu an muhtemelen Oğuzhanla bizi arıyorlardı. Oğuzhan'ın nerede olduğunu bilmiyordum. Ama hedefler buradayken çok uzakta olamazdı. Tam o sırada iki el ateş sesi duydum. Oğuzhan karşı taraftaki adamı, kadın da Oğuzhan'ı vurmuştu. Yani karşı taraftaki kadın ve ben kalmıştık. Benim artım şu an kadını görüyordum. Fazla ses çıkarmadan ona yaklaşmaya başladım. Yerde sürünüyordum. O esnada bakışları bana kaydı, göz göze geldik. Tam silahı doğrultup vuracağı sırada, yana doğru yuvarlandım. Atışları boşa gitmişti. Benim nerede olduğumu üstümdeki kamuflajdan dolayı idrak edemediği için, dikkati dağılmıştı. Bu dikkat dağınıklığından faydalanıp onu vurmamla bakışları önce üstündeki boyaya sonra bana kaydı. ''Kural 2: Her ne olursa olsun, odağın düşmanda olsun.'' dememle yüzünün bozulduğunu çok net görmüştüm. Ama ondan o iyi enerjiyi alamadığım için bile isteye böyle bir cümle kurmuştum. Tam bana cevap vereceği sırada telsizde Onat yüzbaşının sesini duydum. ''Kazanan Birce. Tebrikler Pençe.'' bizimkilerin alkış sesini duyuyordum. ''Tebrik ederim.'' Komutanın sesini duyunca ona döndüm. Yakasındaki karttan ismini öğrenince: ''Teşekkür ederim, Elif.'' Deyip merkeze doğru ilerlemeye başladım. Bizimkileri görmemle, beni alkış tufanına tutmaları bir oldu. Yüzümde gülümsemeyle yanlarına ilerledim. ''Tim'in gururu ya. Canım komutanım!'' Şimal o kadar sevecen bir şekilde bana sarılmıştı ona karşılık vermeden duramadım. Sonra bütün herkesin bizi izlediğini fark edince ondan uzaklaştım. Bakışlarım yüzbaşına döndü. Ondan takdir görmek istedim. Neden bilmiyorum ama bunca yıllık hayatımda ilk defa biri beni takdir etsin istedim. Bakışları bana döndüğünde bakışlarının parladığını hissettim. Heyecanlandım. ''Tebrik ederim Birce.'' yüzümde bir gülümsemeyle ona karşılık verdiğimde bakışları gülümsememe kaydı. ''Sağ olun komutanım.'' Dediğimde bakışlarım Atakan yüzbaşına döndü. ''İyi iş çıkardın, tebrikler asker.'' dediğinde ona ciddi bir şekilde cevap vermiştim. Onat yüzbaşını görünce, yüzümün gülmesi elimde olan bir şey değildi. ''Sağ olun komutanım.'' Onat yüzbaşı diğer time döndü. ''Siz de iyi iş çıkardınız. Tebrikler çocuklar.'' dediğinde hepsi bir ağızdan '' Sağ ol.'' Diye bağırdı. ''Amacımız askeri bir eğitim değildi. Askeri eğitim böyle olmaz, siz de biliyorsunuz. Sadece size takım olma duygusunun ne olduğunu tekrardan hatırlatmak istedik. Görüyoruz ki başardık.'' Bakışları hepimizin üstünde dolaştı. Yüzünde bir gülümseme vardı. Atakan yüzbaşına dönüp vedalaşmaya başladığında gideceğimizi anlamıştım. O sırada Aybars diğer takımdakileri tebrik edip, vedalaşıyordu. Sırayla hepimiz tebrik edip vedalaştık. Elif'in bana olan anlamsız bakışlarını anlamlandıramıyordum. Ama içimde garip bir huzursuzluk da mevcuttu. Bütün tim arkasını dönüp araca ilerlerken Elif'in sesini duydum. Ama en arkada ben olduğum için muhtemelen sadece ben ve arkamdaki yüzbaşı duymuştu. ''Onat, bakar mısın?'' demesiyle yüzbaşının adımlarını durdurup, derin bir nefes alıp ona dönmesi bir oldu. ''Onat derken?'' tanışıyorlardı. Yoksa ulu orta yerde, henüz bugün tanıştığı yüzbaşına adıyla seslenecek kadar yürek yemiş olamazdı. ''Onat yüzbaşım, konuşabilir miyiz?'' yüzbaşının bakışları bana döndü. ''Siz geçin, ben geliyorum.'' dediğinde cevap dahi vermeden araca ilerledim. Herkes araca binmişti. Alperen kafasını araçtan çıkarıp, yüzbaşıyla Elif'in konuştuğu tarafa çevirdi. ''Yüzbaşım av peşinde.'' beynimin sinir bölgesinin anlık yer değiştirdiğini hissettim. Bu söylediğine o kadar sinirlenmiştim ki, kendimi tutamadım. ''Zevzek zevzek konuşma, geç içeri.'' bu söylediğim sözle bütün timin bakışları üzerime döndü. Gereksiz çıkışmıştım, farkındaydım. ''Birce komutanım, tersinizden mi uyandınız?'' Oğuzhan yine kendince imada bulunuyordu. Bakışlarım o kadar sert ona dönmüştü ki, elini ağzına atıp fermuarı kapatıyormuş gibi yaptı. Yüzbaşının bize doğru geldiğini görünce bakışlarımı başka tarafa çevirdim. ''İlerle.'' ön koltuğa oturduğunda yanındaki yavere verdiği komutla araç ilerlemeye başlamıştı. ''İyi iş çıkardınız çocuklar. Bizim eğitim için vaktimiz yok. Dediğim gibi size eğitim verecek halim de yok. Şu an Erkin'in evi izleniyor. Kendisi günlerdir evden çıkmıyor. Askerler tarafından izleniyor. En ufak bir harekette, harekete geçeceğiz. Sabahları antrenmanları aksatmıyorsunuz.'' bakışları bana döndü. ''Bu oyunda galip geleni, antrenman için başınıza görevlendirecektim. O şanslı kişi sensin.'' şaşırmıştım. ''Aybars komutanım varken, benim olmam doğru olur mu?'' yüzbaşının bakışları Aybars'a ve saniyelik Şimal'e kaydı. ''Aybars komutanın dikkati başka yerlerde olmasaydı, başınızda olabilirdi.'' sanırım yakalanmışlardı. Aybarstan bir ses çıkmadığında bu düşündüğüm şeyde haklı olduğumu anladım. ''Siz nasıl uygun görürseniz.'' deyip önüme döndüm. İçimde ona karşı olan siniri durduramıyor, ona bakmak istemiyordum. Bakışları bir süre bende durduktan sonra, başka tarafa çevrildi. Onu hissetsem de dönüp bakmadım. Araç uzun bir yolu ilerledikten sonra karargahta durmuştu. Herkes inip yüzbaşının önünde sıraya girdikten sonra konuşmaya başladı. ''Yarın aynı saatte buradasınız. Bu sefer başınızda Birce olacak. Antrenmanı nasıl yaptırman gerektiğini söylememe gerek yok herhalde?'' dediğinde içimdeki ona olan sinir beşe katlandı. Tabi bunu ona belli etmedim. ''Yok komutanım.'' gözlerimin içine bakıyordu. ''Tamam, dağılabilirsiniz. Birce sen kal.'' ben niye kalıyordum? Diğerleri karargaha dağıldıktan sonra yüzbaşının sesiyle bakışlarım ona döndü. ''Akşam yemek konusunda fikrin hala aynı mı?'' dudaklarımın arasından histerik bir gülüş kaçtı. Sinirlendiğim zaman dilim bir yılan dili gibi sivriliyordu. Kendimi asla tutamıyordum. ''Elif komutanı gördükten sonra sizin fikriniz değişti sanırım.'' yüzünde büyük bir gülümseme peydahlandı. ''Elif komutanla yemek yemem seni rahatsız mı ederdi?'' o kadar sert bir bakış attım ki, muhtemelen karşımdaki kişi bana böyle baksa ben ne bok yedim diye sorgulardım. ''Hem onunla hem benimle yemeğe çıkacak kadar geniş bir mezhebe sahipseniz, yolunuz açık olsun.'' deyip arkamı döndüğümde kolumdan tutmasıyla dibine girmem bir oldu Beni kendine o kadar çok çekmişti ki, neye uğradığımı şaşırdım. Kendimi geri çekmek için güç uyguladığımda, onun uyguladığı güç daha baskın geldi. Bu sefer onun bakışları sert bakıyordu. ''Başkasıyla yemek yiyecek olsam, bu karargaha sizinle gelmezdim. Onunla oradan yemeğe geçerdim.'' sinir uçlarımla oynuyordu. ''Çok istiyorsanız gitseydiniz. Sizi tutan mı oldu?'' gözleri parladı. Yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. ''Sen varsın.'' bakışlarımız birbirinden ayrılmıyordu. Bir sözüyle içimi kıpır kıpır edip, diğer bir sözüyle bütün sinir sistemimi alt üst ediyordu. Madem o bu şekilde anlaşmaktan hoşlanıyordu. Sorun değildi. ''Akşam 8 de evde olursunuz.'' arkamı dönüp çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan güldüğünü duymuştum. Benim de yüzümde bir gülümseme oluştu istemsiz. Evimde misafir ağırlamayı severdim. Gittiğim yerlerde çok yerleşik hayatta olmasam da mutlaka görev arkadaşlarımı kahveye çağırırdım. Bu arada evde yemek falan hazır değildi. Yalan söylemiştim. Koşar adımlarla eve gidip, hemen hızlıca bir duşa girdim. Duştayken kafamda hazırlayacağım menüyü belirlemiştim bile. Saate baktığımda henüz 18.00 olduğunu gördüm. İki saatte rahatça yetiştirirdim. Hayatım boyunca bütün işlerim hemen yap evden çık modunda olduğu için, hızlı olmaya alışıktım. Üstümü giyindikten sonra mutfağa geçip yemeği hazırlamaya başladım. Yaklaşık 1 saat sonunda 3 çeşit yemek yaptıktan sonra, yanına da bir tatlı yapma isteği dolmuştu içime. Bazen içimdeki ev hanımına dur diyemiyordum. Ve yüzbaşı geleceği için ekstra özen gösteriyordum. Az daha uğraşırsam masaya alevli tabaklarla hizmet edecektim. Saate baktığımda 19.30 olduğunu gördüm. Odaya gidip hemen üstümü değiştirdim. Omzu düşük bir kazak ve altına mom jean giymiştim. Tam makyajımı bitirip küpemi de taktıktan sonra zil çaldı. İçimdeki heyecan tekrar kendini göstermişti. Sanki lisedeydim ve ilk defa arkadaşımla yemek yiyecekmişim gibi hissediyordum. Kapıya doğru ilerlediğimde portmantodaki aynadan kendime bakmıştım. Okey, her şey güzeldi. Güzeldim. Kapıyı açtığımda yüzbaşı tabiri caizse değil ciddi anlamda bütün heybetiyle karşımda duruyordu. Onu sivilken ikinci görüşümdü. Birincisinde evine gitmiştim ama orada üstünde tişört vardı. Ama şimdi karşımda beyaz bir gömlekle duruyordu. Ve Allah kahretsin çok yakışıklıydı. ''İçeri almayacak mısın?'' adama öküzün trene baktığı gibi baktığım için, dalıp gitmiştim. Hemen kapının yan tarafına çekildim. ''Hoş geldiniz.'' dediğimde içeri doğru ilerlemeye başladı. Evi inceliyordu. Evimiz tarz olarak benziyordu ama onun eşyası daha çoktu. Kardeşi gelip gittiği için sanırım fazla eşyası vardı. ''Evin güzelmiş.'' dediğinde önümde olduğu için arkasını dönüp söylemişti. ''Teşekkür ederim.'' dediğinde içeri doğru ilerledik. Salona iki kişilik masa kurmuştum. ''İsterseniz direkt geçin oturun. Ben yemekleri getireyim.'' dediğinde bakışları tekrardan bana döndü. ''Askeriye dışında benimle sizli bizli konuşmana gerek yok Birce. Ve ayrıca her şeyi beraber yapabiliriz. Ben neden seni burada bekleyeyim?'' deyip ilerlemeye başladı ki mutfağın yerini bilmediği aklına gelmiş olacak bana döndü. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım. ''Hadi düş önüme. Ben mutfağın yerini mi biliyorum?'' dediğinde önünden ilerlemeye başladım. Şu an içinde bulunduğumuz durum çok garip geliyordu. Mutfağa girdiğimizde yemeklerin bulunduğu tencerelerden birini ona verdim, birini kendim aldım. ''Başka bir şey var mı?'' dediğinde başımı salladım. ''Diğer her şey masada.'' dediğimde önümde ilerlemeye başladı. Masaya geldiğimizde önce onun tabağına doğru uzanacaktım ki tabağı önümden çekti. ''Bana hizmet etmene gerek yok Birce. Ben kendim yemeğimi koyabilirim.'' Elimdeki kepçeyi alıp, kendisine çorba koydu. Sonra önümdeki tabağa uzanıp, bana da çorba koydu. ''Misafir olan sizsiniz.'' dediğimde bakışları uyarırcasına bana döndü. ''Misafir olan sensin.'' diye düzelttiğimde yüzünde bir gülümseme belirdi. ''Pek misafir olacağımı sanmıyorum.'' dediğinde kaşığı tam ağzına götürüp çorbayı içti. Tepkisini çok merak ediyordum. Bekledim. ''Eline sağlık. Çok güzel olmuş.'' dediğinde ona çaktırmadan derin bir nefes aldım. ''Afiyet olsun.'' Sessiz bir şekilde yemek yerken diğer yemeğe geçtiğimizde bu sefer servisleri ben yapmıştım ve ses çıkarmamıştı. ''Bu kadar kısa bir sürede, bunca şeyi nasıl hazırladın?'' dediğinde omuz silkip gülümsedim. ''Bizim her şeyimiz acele biliyorsun. Alışığım bu sisteme. Evimde birilerini ağırlamayı da çok severim.'' Bakışı gülümsememe takıldı. Yemekleri yedikten sonra koltuğa geçmiştik. ''Umarım profiterol seviyorsundur.'' tek kaşımı sorgulayıp, ona sorgulayıcı bir bakış attığımda yüzünde bir gülümseme daha belirdi. ''Birce, bu kadar uğraşmana gerek yoktu. Sen ne yaparsan yerim ben.'' dediğinde gülümseyerek mutfaktan tatlıları getirdim. Yemeye başladığımızda kaşları şaşkınlıkla havalandı. Bakışları bana döndü. ''Hayatımda yediğim en iyi profiterol sanırım.'' dediğinde yüzümdeki gülümseme büyüdü. ''Sevindim.'' Bakışları bir süre gülümsemem de takıldıktan sonra tatlıyı yemeye devam etti. ''Kardeşin ne zaman geliyor?'' ''Muhtemelen 1 hafta içinde gelecek.'' dediğinde bakışlarımız birleşti. O an utandığımı hissettim. Neden böyle oluyor bilmiyordum, gözlerine uzun süre bakamıyordum. ''Neden yüzüme bakmıyorsun Birce?'' dediğinde bakışlarımı ona değdirdim. ''Yüzüne bakmamı mı isterdin?'' dediğimde yüzünde yarım bir gülüş oldu. ''Soruya soruyla cevap diyorsun?'' dediğinde gözlerimi bu sefer gözlerinden kaçırmadım. ''Biraz da senin taktikle ilerleyeyim dedim.'' bakışları ciddileşti. ''Eğer özel olmazsa, hayatına dair şeyler sorabilir miyim? Bu seni rahatsız eder mi?'' bir şeyleri yapmadan bana sorması çok hoşuma gidiyordu. Ben sınırları delik deşik edilmiş bir çocukluk geçirmiştim. Belli bir yaştan sonra tabi ki buna müsaade etmemiştim. Ama hala o zamanların izlerini içimde taşıyordum. ''İstediğini sorabilirsin, senden rahatsız olmam.'' bunun nedenini bilmiyordum. İçimdeki onu tanımışlık hissi buna müsaade etmiyordu. Bana zarar vermeyeceğinden emindim, ondan rahatsız olmazdım. Gözlerinde yine hayran bir ifade belirdi. ''Hayatında ciddi biri oldu mu?'' zaman bir çark gibi döndü. Anlatmaya başladım. ''Ciddi biri diyemeyiz. Ama illa ki biri oldu.'' dediğimde başını salladı. ''Senin?'' İçimdeki merak duygusuna yine engel olamadım. ''Olmadı.'' İnanmadım. ''Neden olmasın ki?' dediğimde bakışları yüzümde derinleşti. ''Ben önceliğini hep görevi olarak görmüş bir askerdim.'' ''Görev ayrı, sosyal hayat ayrı yüzbaşı.'' dediğimde yüzümde sinir bozucu bir gülümseme vardı. Konuşmasına fırsat vermeden yine kendimi tutamadım. ''Hem baksanıza talibiniz çok maşallah. Elif komutan bugün bakışlarını sizden alamadı hiç.'' karşı koltuktan kalktı ve yanıma oturdu. Bana doğru döndüğünde bende ona doğru döndüm. ''Birce seninle bir konuda anlaşalım.'' dediğinde ona bakmaya devam ediyordum. Aramızda fazla mesafe yoktu. Uzansa beni öpebilecek mesafedeydi. ''Ben bir kişiye ufak bir hoşlantı bile duysam, etrafımdaki herkese karşı gözüm görmez olur. Tabi beni beğenenler oldu, oluyor da. Ama şu son birkaç haftadır ilgimi biri çekiyor.'' eliyle önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Ona bakmaya devam ediyordum. O bana yaklaşıyordu. ''Ve ben gizli saklı bir şeyler yaşamayı seven bir adam değilim. Neysem oyumdur.'' bakışlarımız birleşti. ''Sana karşı içimde durduramadığım bir çekim var. Sebebini bilmiyorum. Başından beri böyleydi. 32 yaşındayım, kendimi 18 yaşında bir çocuk gibi hissediyorum. Ama hissettiğim kadarıyla bu tek taraflı değil. Ama dersen yok-'' Belki de yapmayacağım bir şeyi yaptım. Elimi dudağına getirip, onu susturdum. ''Eğer aksi bir durum olsaydı, benim evimde bana bu kadar yakın olamazdın yüzbaşı.'' dediğinde gözlerinin parladığını gördüm. Ama bu beğeni ya da başka bir şey değildi. Gözlerinde bu defa başka bir şey vardı. Arzu. İkimizde birbirimize bu duyguyla bakıyorduk. Elimi aramızdan çektiğimde, bana yaklaşmaya başladı. Onu durdurmak istemedim, bende istedim. Tam o sırada olmasını istemediğim bir şey oldu. Zil çaldı.
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazabilirsiniz.💖 Yeni bölümlerden ve alıntılardan haberdar olmak için sosyal medya hesaplarımı takip edebilirsiniz. Instagram: monsoleil777 Twitter:monsoleil777 |
0% |