Yeni Üyelik
7.
Bölüm

🕯 6. Kan ile Yazılmış Tehdit ve Davet 🕯

@moonlighthikayeler

UYARI: BU BÖLÜMDE CİNSELLİK VARDIR!

🕯🕯🕯

Eğer bir şeytandan hem tehdit hem de davet içeren bir mektup alıyorsanız bunu sorgulayın. -Amara D.

Amara Daemonium

Uzun ve olaylı bir gecenin ardından zaman ilerlemiş, güneş bulutların arasından yükselerek gökyüzünün en tepesine tırmanmıştı. Böylece günün ilk ışıkları odamın camından izinsizce içeri girdi. Işığın vurduğu yerde bir gökkuşağı oluştu.

Gözlerimi oynaşırcasına hareket eden güneş ışınlarından çekerek karşısında bulunduğum aynaya çevirdim. Çoktan kalkmış ve hazırlanmıştım. Aynada son kez kendi yansımama baktım. Dolgun ve kalın dalgalar halinde belime kadar inen kırmızı saçlarım parlıyordu.

Yüzüm küçük ama çekici hatlara sahipti. Kaşlarım kavisliydi. Gri gözlerim soluktu ama kedi göz şeklinde olduğundan çekici duruyordu. Burnum küçük ve kalkıktı. Kırmızıya boyanmış dudaklarım ise dolgun ve baştan çıkarıcı görünüyordu. Yani her şeyim ile mükemmel görünüyordum.

Ellerimi belimin iki yanına koyup uzun, dolgun ve kıvrımlı bedenime de baktım. Üstümde beni ikinci bir deri gibi saran kırmızı, uzun kollu büstiyer ve mini etekten oluşan bir takım vardı. Aynadaki yansımama göz kırpıp odanın kapısına yürüdüm ve dışarı çıktım.

Siyah, sivri topuklu kısa botlarımın çıkardığı sesler eşliğinde koridorda Veronika'nın odasına ilerledim. Kapısına gelince durdum.

Ve iki kere tıklatıp kapıyı açtığım gibi içeri süzüldüm. Gözlerim hemen makyaj masasının önünde durmuş saçlarını yapan Veronika'yı bulmuştu. Bakışlarım bedeninde gezindi. Her zaman ki gibi üstünde kahverengi, kare yaka, önden bağlamalı korse, kabarık etekleri ve yarasa model uzun kolları olan bir elbise vardı.

Ayrıca elbisede bulunan hafif göğüs dekoltesi hoş bir detay olmuştu. Veronika saçlarını topuz yapmayı bitirince kulaklarına elmas küpelerini taktı. Sonra dönüp bana baktı. Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. "Günaydın Amara," diye fısıldadı.

"Günaydın," diyerek yanına yaklaştım. Elini tutup arkamızda kalan yatağın kenarına oturması için çekiştirdim. Yaptığıma itiraz etmeden oturdu. Bende yanına oturup ona baktım. "Seninle konuşmak için geldim," dedim. Kafasını biliyorum dercesine salladı.

"Seni dinliyorum." Ellerim mini eteğimin uçlarındaki ince şeritler halinde sarkan zincir detaylarıyla oynamaya başladı. "Düşündüm de bence hamile olduğunu Uraza'ya söylememeliyiz. Yani en azından bebeğin ondan olduğunu söylemesek iyi olur. Çünkü onun bu hamilelik işine sıcak bakacağını sanmıyorum. Sana ve bebeğe zarar verebilir."

Dün geceden beri bunu düşünüyordum. Veronika ne yapmak istediğini söyledikten birkaç dakika sonra yanlarından ayrılmış odama gitmiş, üstümü değiştirip şehvet salonuna inmiştim. Ama aklım hep Veronika'da kalmıştı. Düşünüp, düşünüp durmuştum. En sonunda da az önce dediklerime karar vermiştim. Umarım Veronika'da benimle aynı fikirde olurdu.

Yüzüne odaklanınca gözlerinin dalgınlaşmış olduğunu fark ettim. Düşünüyormuş gibi görünüyordu. Bir dakika sonra konuşmaya başladı. "Aslında ben söylemeyi düşünüyordum. Kararı ne olursa olsun ondan bunu saklamak istemiyorum. Zaten saklanacak bir şey de değil. İlla ki onun bebeği olduğunu anlar."

"Yani istememesini ve ona zarar verme olasılığını göze mi alacaksın?" Sorum ile olumlu anlamda kafasını salladı. "Bebeğe tek başıma bakabilirim. Ondan baba olmasını isteyen yok. Ve bebeğime zarar vermesine asla izin vermem." Kararlı çıkan sesi ile iç çektim. Veronika çoktan kararını vermişti. Bu dakikadan sonra onu kararından döndürmekle uğraşmak boşa kürek çekmek olurdu. Sakince ayağa kalkarak hâlâ oturan Veronika'ya baktım.

"Karar senin. Ama şunu bil; ne olursa olsun gelip benden yardım isteyebilirsin." Ben kendimden olanı korurdum. Tabii bazı istisnalar vardı. Mesela Uraza onun için kılımı bile kıpırdatmazdım. "Teşekkür ederim, Amara."

Veronika'ya son kez gülümseyip odasından ayrıldım. Hızlı adımlarla aşağı birinci kata indim. Yemek odasına girdiğimde hizmetlilerin masayı yeni, yeni kurduğunu gördüm. Başlarında Carlos vardı. Hizmetlilere emir verip ne yapmaları gerektiğini söylüyordu. Beni görünce hemen yanıma geldi. "Günaydın efendim, kahvaltı 10 dakikaya hazır olur."

"Boş ver şimdi kahvaltıyı. Senden bir şey isteyeceğim."

"Tabii efendim ne isterseniz."

"Şu arka tarafa bir kış bahçesi yaptır. Orası çok boş görünüyor. Hem orman manzarasına bir yenilik eklenmiş olur." İstediğime ilk önce şaşırsa da hemen olumlu anlamda kafasını salladı.

"Elbette, efendim. Hemen ilgileniyorum," diyerek yanımdan ayrıldı. Bende yemek odasından çıkıp ortak salona girdim. Gri gözlerim ilk önce kendi koltuğunda uyuyan Orlan'ı gördü. Sonra onun yan koltuğunda Sabrina'yı bacak, bacak üstüne atmış kitap okurken gördüm. Kitabın kapağındaki yazılar gözüme çarptı.

İlahi Komedya -Dante Alighieri

Gözlerimi devirdim. Yine aynı kitabı okuyordu. Herhalde bu 100. Okuyuşu falan olabilirdi. "Sıkılmadın mı o kitaptan?" Cevap vermesini beklerken ilerleyip kendi koltuğuma oturdum. Kafasını kaldırıp bana baktı. Bu sırada kitabın kapağını sertçe kapamış dizlerinin üstüne koymuştu. "Böyle destansı bir kült eserden neden sıkılayım?"

"Çünkü zaten defalarca kez okudun. Hem her okuduğunda içinde yazanlar da değişmiyor. Bir süre sonra sıkıcı gelir." Omuz silkti. Bu hareketi benden öğrenmişti. "Her okuduğumda içinde yazanlar değişmiyor olabilir ama her okuduğumda başka bir anlam çıkarıyorum."

Kollarımı göğsümde bağlayıp tek kaşımı kaldırdım. "Mesela?" Ne demek istediğimi anlayınca ağzından ezbere bir parça şiir döküldü.

"Bunların ölmek umutları kalmadı,

öyle aşağılık ki karanlık yaşamları

kıskanırlar başka her yazgıyı."

(Cehennem III -46-)

"Kitapta bu kısım aslında ne kötülük ne de iyilik yapmayan, tanrıya şirk koşmayan ama aynı zamanda yanında da olmayan ruhlar için yazılmış. Kitap onların hiçbir yere ait olmadıklarını söylüyor. Ama benim çıkardığım anlam çok başka sanki burada gölge iblislerinden bahsediyor gibi geldi.

Sonuçta onlar günahtan yaratıldı. Bu yüzden yaşamlarına karanlık diyebiliriz. Ayrıca insanların bedenlerini çalıyorlar. Bunun insanları kıskandıkları ve onların hayatlarını çalmak için olduğunu biliyoruz. Bu da 'kıskanırlar başka her yazgıyı' kısmına çok uyuyor."

Hayretle yüzüne baktım. Farklı ve karmaşık bir bakış açısıydı. "Değişik," diye mırıldandım. Başka da bir şey demedim. Sabrina ile kitaplar konusunda tartışacak değildim. O daha çok şiir ve destan tarzı kitaplar seviyordu. Ben ise kurgusal romanları severdim.

Farklı iki tür kitap sever olarak tartışmamız anlamsız olurdu. Sonuçta zevkler ve renkler tartışılmazdı. Ayrıca dediklerinde bir yerde haklıydı. Ne kadar o kelimeler farklı anlamda yazılmış olsa da çoğu kişi kelimeleri kendi anladığı gibi yorumlardı. Bu evrenseldi.

Sabrina cevabım ile tekrar kitabına dönmüştü. Orlan hâlâ uyuyordu. Diğerleri daha gelmemişti. Uraza'nın bu saate kadar geri dönmüş olması gerekirken ortalıkta yoktu. Umarım gelince sorun çıkarmazdı.

Bezgince soluyup kafamı koltuğa yasladım. Aslına bakarsanız sıkıcı bir hayatımız vardı. Her gün aynı şeyleri yapıyorduk. Sabah kalkıp hazırlanıyor, kahvaltıya iniyorduk. Sonra şatonun birkaç işleri için iblisleri görevlendiriyordum. Diğerleri o işlerle uğraşıyordu.

Ben ise dışarıda işim varsa onu halledip geliyordum. Ardından eğer önceki ayinden sonra gücümü tamamen topladıysam yeni bir ayin yapmak üzere odama gidiyordum. Ayin yaparak saatler geçiriyordum. Öylece akşam oluyordu. Yine aşağı inip akşam yemeği yiyorduk, yemekten sonra gölge iblisi avına çıkıyorduk.

Avlanma bittikten sonra geri gelip şehvet salonuna ya da bara gidiyorduk. Gece 4'e doğru odalarımıza çekiliyor, sabah 7'de kalkıp yaptıklarımızı tekrar ediyorduk.

Hayatımızdaki tek eğlenceli kısım sanırım şehvet salonu ve bardı. Onun dışında diğerleri sıkıcıydı. Gölge iblislerini bile yakalamak bir süreden sonra sinir bozucu olmaya başlamıştı. Ama yapabileceğimiz bir şey yoktu. Görevimiz buydu ve yerine getirmek zorundaydık.

"Herkese günaydın!" Veronika tüm enerjisi ile salona girmişti. Sabrina'nın yanındaki kahverengi koltuğa oturup arkadaşının yanağından öptü. Bakışları kısaca uyuyan Orlan'a kaydı. Yüzünde bir gülümseme oluştu. "Birileri için hâlâ güneş doğmamış belli."

Orlan, Veronika'nın sesini duyunca bir anda gözlerini araladı. "Güneşin doğması sikimde bile değil. İstediğim zaman uyurum." Zaten kendisi sırf zevkinden uyuyordu. İhtiyacı olduğundan değildi. Veronika şirince gülümsedi.

"Tamam canım, bir şey demedim. Sen uyumaya devam et." Orlan bir şey demeden gözlerini kapattı. Uykusuna devam etti. Biz 2-3 saat bile zor uyurken onun aralıksız 20 saat uyuduğu oluyordu. Eminim görevleri olmasa daha fazla uyurdu. İç çekip oturduğum yerde doğruldum.

Ayağa kalkıp salonun tavandan yere kadar uzanan büyükçe pencerelerinden birinin önüne gittim. Burası şatonun ön tarafını görüyordu. Aşağı doğru baktığımda bir bahçıvanın bahçedeki dikenli kırmızı ve siyah gülleri budarken gördüm. Oradan bakışlarım bahçede bulunan elma ağaçlarına kaydı. Onları Veronika dikmişti. Tam bir kırmızı elma delisiydi.

Aniden arkamda birinin varlığını fark ettim. Bir el belime sarılıp sırtımı göğsüne yasladı. Boynumda sıcak dudakların baskısını hissettim. Sonra arkamdaki kişinin sesini duydum. "Günaydın, güzel iblisim." Dudaklarımda hafif bir tebessüm oluşurken camda kendimin ve Arzel'ın yansımasını gördüm.

Birlikte güzel görünüyorduk. Kafamı geriye omzuna yaslayıp yüzümü yüzüne çevirdim. "Günaydın," diyerek dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. İşte bizim aramızdaki sorunlar Arzel hep bana yaklaşınca son bulurdu. Uzun süre benden ayrı kalamıyordu. Bende her seferinde ona kucak açıyordum. Biliyorum, sorunlu bir ilişkimiz vardı.

Hatta buna ilişki bile denemezdi. Ben onun bedeninden faydalanıyordum. Ona ise sadece yanımda kalması bile yetiyordu. Bu da aslında onun takıntılı ve bağımlı bir kişilik olduğunu gösteriyordu. Çünkü bağımlı kişiler, bir kişiyi çok fazla sahiplenir ve o kişiyi memnun etmek için büyük çaba harcardı. O kişiye tutunma davranışları sergilerdi.

Ve ayrılma korkusu yaşarlardı. Buna takıntıyı da ekleyin daha fena oluyordu. Arzel'da bu vardı. Bir türlü benden ayrılamıyordu. Kavgada etsek, onun canını da yaksam benden vazgeçmiyordu. Bu aşktan da öte takıntılı bir sevgiydi. Bir de iblis olmamız her şeyi daha da vahşileştiriyordu. Aşkımız bile uçarıydı.

Kulağımın arkasına bir öpücük konunca dikkatim dağıldı. Arzel'nın sıcak nefesleri kulağım ile boynuma çarpıyordu. "Üzgünüm," diye mırıldandı. Ellerimi belime sardığı kolunun üstüne koyup hafifçe sıktım. Bu sorun değil, demekti. Bir süre birlikte pencereden dışarıyı izledik.

Yani en azından ben öyle yaptım. Arzel yansımamızı izlemeyi tercih etmiş gibi görünüyordu. Birkaç dakika sonra ise Carlos'un sesi duyuldu. Kahvaltının hazır olduğunu söylemişti. Salonda bulunan herkes çıkıp gitti. Yalnızca biz salonda kaldık. Nihayet...

Sırtımı Arzel'ın göğsünden çekip ona doğru döndüm. Kollarımı beline sarıp parmak uçlarında havaya kalktım. Dudaklarımı dudaklarına sertçe bastırdım. Konuşmamıza gerek yoktu. Çünkü bizim yerimize hislerimiz konuşuyordu. Anında öpüşüme karşılık verdi. Birden sırtım pencerenin soğuk cam yüzeyine yaslandı.

Arzel'ın bir eli çenemi kavrayıp beni kendine çekti. Diğer eli yılan gibi belime dolanıp bedenimi bedenine bastırdı. İkimizde inledik. Şehvet etrafımızda pervane gibi dolanmaya başladı. Dudaklarına daha sert davrandım. Alt dudağını kavradığım gibi sertçe emdim. Dillerimiz birbirine dolandı. Tadı damağımda enfes bir tat bıraktı.

Daha fazlası için belinde olan kollarımı sıkılaştırarak onu kendime çekebildiğim kadar çektim. Bir bacağım yukarı kalkarak beline dolandı. Böylece onu tamda hissetmem gereken yerde hissettim. Ağzının içine doğru inledim.

Şehvet, arzu ve tutku üçü bir arada el ele tutuşmuş çevremizde dolanmaya başlamıştı. Hislerimiz yoğunlaştıkça onlarda coşuyordu. Bedenim şehvet ile dolup taşıyordu. Bir kolum Arzel'ın belinden çözüldü. Elim pantolonunun fermuarını buldu. Fermuarı açtım. İç çamaşırı giymediğini fark edince aralıktan aletini kavradığım gibi dışarı çıkardım.

Elim ile yavaşça baştan aşağı okşadım. Boğazından kükremeye benzeyen bir inleme sesi çıkınca gülümsedim. Şu an benden yayılıp ona ulaşan şehvet duygusu ile deliye dönmüş olmalıydı. Dudaklarımı dudaklarından nefes nefese ayırdım. Bakışlarımız buluştu.

İkimizin de gözlerindeki ifade aynıydı. Birbirimize açtık. Arzel çenemdeki elini aşağı indirip eteğimin altına sızdı. İç çamaşırımı kenarından tuttuğu gibi yırttı. Aletini avucumun içinde ileriye ittirdi. Ne demek istediğini anladığım için aletini artık çıplak kalan vajinamın girişine hizaladım. Arzel'ın bir eli beline dolanmış bacağımı sıkıca tuttu. Diğer eli belimin yanını sıkıca kavradı ve kendini sertçe içime ittirdi.

Aleti vajina duvarlarımı yara, yara tamamen içeri girdi. Bedenim onun ile pencerenin arasında sıkışmıştı. Kafamı sertçe pencereye yaslayıp alttan, alttan Arzel'a baktım. Buz mavisi gözleri buğulanmış hafifçe griye dönmüştü.

Kaşları çatıktı ve çenesi gerilmişti. Hareket etmeye başlayınca alt dudağımı dişledim. Vuruşları hızlı ve sertti. Arkamdaki pencere titriyordu. Ayrıca bahçedekilere görsel bir şölen sunuyorduk. Umurumda değildi. Bu şato bundan daha beterlerine ev sahipliği yapmıştı.

Ellerimi omuzlarına koyarak tek bacağımın üstündeki duruşumu destekledim. Bu sırada Arzel'ın darbeleri şiddetlendi. Öyle ki odanın dört bir yanına yayılan birleşme seslerimiz şato sakinleri tarafından net bir şekilde duyuluyor olmalıydı.

Neyse ki onlar bunu sorun edecek kişiler değildi. Bir süre Arzel içimdeki vahşi darbelerine devam etti. Artık zevkten gözüm kararmaya başlamıştı. Ama yine de nefes nefese inleyip daha fazlası için yalvarıyordum. Birbirimizde kaybolmuştuk.

Arzel son kez kendini içime ittirdiğinde ikimizde o an infilak ettik. Vuruşları yavaşlayarak durdu. Birkaç saniye içimde öylece kaldıktan sonra geri çekildi. Kendimize çeki düzen verip salondan çıktık. Birbirimize bir şey söylememiştik. İkimizde sessizdik.

Yan yana yemek odasına girip yerlerimize oturduk. Diğerlerinin bakışlarını üstümde hissetsem de önemsemeden tabağıma konmuş kruvasandan bir ısırık aldım. Sonra üstünde dumanı tüten espresso dolu fincandan bir yudum içtim. Gri gözlerim masada oturan beş ibliste gezindi.

Sabrina ile Veronika her zaman ki gibi yan yana oturmuş bir şeylerden söz ederek gülüşüyorlardı. Orlan yarı açık gözlerle önündeki Fransız tostunu yiyordu. Daron sadece kahvesini içmekle yetinmiş, dikkatini önündeki resim defterine vermişti. Yüzüklerle dolu bir eli kâğıdın üstünde hızlıca hareket ediyordu.

Resim yapmayı seviyordu. Genellikle soyut çalışıyordu ama nü sanatı ile de uğraşırdı. Hatta çok önceden benim çıplak resmimi bile çizmişti. Odamda makyaj masasının ayna kısmının köşesinde yaslı halde duruyordu. Son olarak gözlerim Arzel'a kaydı. Bir yandan kahvaltısını yaparken bir yandan bana bakıyordu.

Hafifçe gülümsedim. Ardından önüme döndüm. Dirseğimi masaya yaslayıp elimi de çenemin altına koydum. "Uraza hâlâ gelmedi," diye mırıldandım. Bütün bakışların üstümde toplandığını hissettim.

"Cehennemde trafik vardır." Orlan'a ciddi misin der gibi bakınca suçluymuş gibi ellerini havaya kaldırdı. "Tamam kabul bu berbattı," diyerek kendi yaptığı şakanın kötü olduğunu kabullendi. İç çekip kafamı iki yana salladım.

Etrafımda akıllı bir iblis bile yoktu. "Lucifer ile senin arkandan kuyunu kazma planları yapıyordur." Arzel'ın dediği ile güldüm. "Lucifer'ın biraz aklı varsa Uraza'ya uyup beni karşısına almaz. Eh beni karşısına almak demek Asmedous'u karşısına almak demektir."

"Lucifer'ın bunu sorun edeceğini sanmam. Ne de olsa cehennemin efendisi."

"Evet öyle ama bu değişebilir. Asmedous efendilik için oylama yapmaya karar verirse dengeler değişir."

"Öyle bir planı mı var?" Soruyu soran Sabrina'ya baktım. "Hayır ama bu fikri aklına sokmak zor olmasa gerek."

"Saçmalama, Amara. Bu cehennemi alt üst etmek olur."

"Endişelenme, Sabrina. Uraza yanlış bir hamle yapmadığı sürece hem ona hem de Lucifer'ın efendiliğine bir şey olmaz. Benim ki sadece bir B planı."

"Peki A planın ne?" Daron'a cevap vermedim. Haylazca gülümsemekle yetindim. Ardından konuyu değiştirmek adına başka bir şeyden söz ettim. "Ah, bu arada aklımdayken söyleyim; arka tarafa bir kış bahçesi yaptırıyorum."

"Neden?" Sorusu ile Sabrina'ya baktım. Yüzünde meraklı bir ifade vardı. "Farklılık olsun diye düşündüm. Hem hep şatonun içinde tıkılıp kalıyoruz gibi geliyor. Biraz mekân değişikliği iyi gelir."

"Aslında güzel olabilir. Ben fikri sevdim," diyen Veronika ile arkama yaslandım. "Carlos'a söyledim bile çalışmalara başlamıştır." Aniden aklıma gelen fikir ile Daron'a baktım. Hâlâ deftere bir şeyler karalıyordu.

"Daron, kış bahçesinin mimarlığını sen yapabilir misin?" Kafasını defterinden kaldırıp bana baktı. Yüzünde şaşkın bir ifade oluşmuştu. "Ben mi? Ben mimarlıktan ne anlarım?"

"Fazla bir şey yapmayacaksın merak etme. Sadece kış bahçesinin tasarımı yapıp işleyişi denetleyeceksin. Çizim senin için çocuk oyuncağı zaten." Kararsız kalmış gibi baksa da sonradan kafasını aşağı yukarı yavaşça salladı.

"Tamam o zaman yaparım," deyince gülümsedim. "Kahvaltıdan sonra Carlos ile görüşürsün." Dediğim ile kafasını sallayıp tekrar defterine bir şeyler çizmeye döndü. Espressomdan bir yudum alıp bu sefer Arzel ve Orlan'a ithafen konuşmuştum.

"Arzel ve Orlan sizde Roma'daki tedarikçiye gidip içki stoğunu yenileyin. Elimizdekiler tükenmek üzere." Orlan hayal kırıklığı ile yakındı. "Neden ikimiz? Arzel tek gitse olmuyor mu?"

"Olmuyor."

"Of! Zaten o kadar hizmetli ve koruma dururken niye bu işleri bize yaptırıyorsun onu da anlamıyorum." Dik, dik yüzüne baktım. "Geçen gün ki olaydan sonra artık hizmetlileri ekmek almaya bile göndermem. Ayrıca tek yapman gereken yer değiştirme büyüsü kullanarak tedarikçinin yanına gitmek, içkileri almak ve yine yer değiştirme büyüsü ile geri gelmek. Beş dakikanızı bile almıyor."

Somurtarak Fransız tostundan büyük bir parça ısırdı. "İyi," diye ağzının içinden mırıldandı. Orlan'ı kendi haline bırakarak önüme döndüm. "Sabrina sende Vatikan'a gidip bir etrafı kontrol et. İblis avcıları ile ilgili yeni haberler var mıymış bir öğren gel."

Elindeki kahve dolu fincanı masaya yavaşça koyarken kafasını salladı. "Olur giderim," dedi. O sırada Veronika oturduğu yerde dikleşip kafasını benden tarafa çevirdi. "Ben ne yapabilirim?" Diye sorunca gülümsedim. Aralarında görevleri seven tek kişi Veronika'ydı. Sürekli bir şeyler ile meşgul olmaya bayılırdı.

"Sende Roma'ya gidip birkaç çiçek tohumu alıp gel. Ön bahçeye yeni çiçekler diktirmek istiyorum. Sadece dikenli güller ve elma ağaçları var. Bu yüzden de bahçe gözüme çok boş geldi." Hevesle kafasını salladı. "Alıp geldikten sonra onları bahçıvan ile dikebilir miyim?"

"Tabii ki dikebilirsin." Sevinçle ellerini çırptı. Orlan ona yüzünü buruşturarak baktı. "Bu iblis resmen üretim hatası." Veronika ona dil çıkardı. "Benim işim eğlenceli diye kıskanma." Orlan cevap vermedi sadece gözlerini devirdi. Onlara aldırmayıp konuşmaya başladım.

"Size son bir şey daha söylemem gerekiyor. Şatonun eşyalarını da değiştiriyorum. Tabii bunu büyü ile yapacağım." Dediklerim ile hepsi tekrar bana baktı. "Bu şato ile ilgili yenilikler niye?" Arzel'a gülümseyerek baktım. "Sadece değişiklik istiyorum. 22 yıldır hep aynı şeylere sahibiz sıkıcı gelmeye başladı."

"Bana fark etmez. İstediğini yap yeter ki odamdan uzak dur."

"Merak etme Orlan yatak odalarınıza karışmayacağım," dedim. Ardından ayağa kalktım. Kahvaltı bitmişti. "O halde hepiniz işinizin başına bakalım." Dediğimi yaparak hepsi yemek odasından ayrıldı. Bende büyü fısıldamaya başladım.

Birkaç saniye sonra yemek odası tamamen değişti. Odadan çıkarak koridorda ilerlemeye ve büyü fısıldamaya devam ettim. Bunu bütün şatoyu dolaşarak yaptım. En sonunda şatonun her yeri yeni renkler ve eşyalar ile çevrilmişti. Tabii ki gotik tarzından ödün vermemiştim. Sadece biraz daha modern hâlâ gelmişti. Müşteriler özellikle yeni bara ve şehvet salonuna bayılacaktı. İşimi bitirmenin rahatlığı ile ortak salondaki yeni kırmızı koltuğa oturdum. Diğerleri işlerini halletmek için dışarı çıkmıştı.

Gelince etrafı gördüklerinden ne tepki vereceklerini merak ediyordum. Kendi kendime gülerken giriş kapısının sertçe açılıp kapandığını duyduğumda oturduğum yerden kalktım. Ortak salondan çıkarak merdivenlere ilerledim. Elimi mermer korkuluğun üstüne koyup öylece merdivenlerin başında durdum.

Birkaç saniye sonra merdivenleri hırs ile çıkan Uraza'yı görünce dudaklarımda alaycı bir gülümseme oluştu. "Oo sonunda gelebildin. Gözlerim yolda kalmıştı." Cevap vermedi. Yalnızca sinirli olduğunu belli eden yüz ifadesi ile yanımdan geçerken yüzüme doğru bir parşömen kâğıdı uzattı. Kaşlarım çatılırken kâğıdı aldım.

Uraza ise yürümeye devam ederek yukarı çıkarak beni merdivenin başında tek bıraktı. Saf bir merakla ikiye katlanmış parşömen kağıdını açtım. Siyah kan ile yazılı birkaç cümle vardı. Ve cehennemin efendisinden; Lucifer'dan gelmişti.

Sevgili şehvet iblisi Luxuria;

Superbia (Kibir) bana aranızda olup bitenleri anlattı. Her ne kadar ona yaptığını desteklemesem de bir efendi olarak liderliğinin küçümsendiğinde yapılması gereken neyse onu yaptığını düşündüğümden seni anlayabiliyorum. Yine de bir daha ki sefere benim iblisime zarar vermeden önce bir düşün. Bu sefer sonuçları senin için ağır olabilir. Tüm bunlar dışında seni müsait bir zamanda sarayıma bekliyorum. Bence iki lider olarak konuşma zamanımız geldi. O zamana dek bütün kötülükler ve günahlar seninle olsun.

-Cehennemin efendisi; Lucifer.

Koca bir siktir! Hatta iki kere siktir!

Cehennemin efendisinden hem bir tehdit hem de bir davet almıştım. İkisini bağdaştırmak çok zordu. Ama işte kanıt ellerimin arasında duruyordu. Uraza'nın neden sinirli olduğu halde bana bir şey demediği anlaşılmıştı.

Lucifer onun ile ne konuştuysa bana karşı gelmemesi hakkında olmalıydı. Ya da ikisi birden bir şey planlıyordu. Ve bu sessizlik ondan kaynaklıydı.

Yine de bu Lucifer'dan bir davet aldığım gerçeğini değiştirmiyordu. Kibir şeytanı diğer şeytan kralları bile sarayına davet etmezdi. Konuşulacak bir şey varsa ortak bir yerde buluşurlardı. Sarayına bu zamana kadar sadece kendi katına ait olan sayılı iblis ve Uraza girmiştir.

Oysa şimdi beni, bir şehvet iblisini sarayına davet ediyordu. Şaka gibi! Asmedous bunu duysa sinirden köpürürdü! Bir anda tüm sevincim kursağımda kaldı. Lucifer gitmeden önce Asmedous ile konuşmam gerekiyordu. Ondan habersiz bir iş yapamazdım. Özellikle geçen gün dedikleri ile kafamı iyice karıştırmıştı.

Sanki ondan gizli bir şeyler yapmışım gibi davranmıştı ama sonra bu davranışı bir anda değişmişti. Şimdi haber vermeden gitsem yine aynı düşüncelere kapılabilirdi. Bu yüzden Lucifer'ın sarayına gitmeden önce onunla konuşacaktım.

Yaratıcım ile aramı hiç kimse için bozamazdım. Eh, sonuçta bütün her şeyin sonunda kraliçelik unvanı vardı. Bunu riske atamazdım. Asla olmazdı.

🕯🕯🕯

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%