Yeni Üyelik
3.
Bölüm

🕯2.Asmedous🕯

@moonlighthikayeler

UYARI: BU BÖLÜMDE; CİNSELLİK VARDIR!

NOT: MEDYADAKİ ASMEDOUS.

🕯🕯🕯

Bir gün bi' şeytan kral yeryüzüne çıkar. Kocaman kırmızı kanatları, kırmızı boynuzları ve kırmızı gözleri ile yeryüzünde dolaşır. Kokusunu yeryüzünün her yerine yayar. Bu kokuyu soluyan insanlık daha önce hissetmediği bir duygu ile dolup taşar.

Bu duygu onları içten içe yakar. Bundan kurtulmak için birbirlerinin bedenlerinden faydalanırlar. Ama sonra o duygunun daha da çoğaldığını sadece bedenlerin de değil hayatlarının her anında hissetmeye başlarlar. Ve böylece şehvet doğar...

Şehvet insanlığın içinde yeşermeye başlayan ilk günahtır. En tatlısı, en sevilenidir ve bütün bunların mimarı şehvet şeytanı; 1. Asmedous ‘dur. -Amara D.

Günün ilk ışıkları odayı doldururken yatağımda uzanıyor haldeydim. Birkaç dakika önce uyanmış öylece duruyordum. Şatoda sessizlik hakimdi ama bunun sadece birkaç dakika süreceğini biliyordum. Öyle de oldu. İblis kulaklarım ilk önce kapıların açılıp kapanma sesini işitti. Sonra buna koridorda gezinen ayak sesleri ile konuşma ve gülüşme sesleri eklendi.

 

Böylece şato sakinlerinin uyandığını anladım. İç çekip yattığım yerden kalktım. Bir büyü fısıldadığımda üstümdeki gecelik gidip yerini kırmızı deriden mini bir elbise ve yine deri, uzun, ince topuklu çizmeler almıştı. Makyaj masama ilerleyip aynadaki yansımama baktım. Bir büyü daha fısıldadığımda hem makyajım hem de saçlarım yapılmıştı.

 

Gülümseyerek dalgalı kırmızı saçlarımı elimle düzelttim. Hazır olduğuma karar verince kapıya ilerledim. Odadan çıkıp ağır adımlarla koridorda yürümeye başladım. Merdivenlerin başına geldiğimde merdivenleri çıkan Sabrina'yı gördüm. Kendisi açgözlülük iblisiydi.

 

Ve pek anlaşabildiğimizi söyleyemezdim. Göz göze gelince ikimizde samimi olmadığını bildiğimiz gülümsemelerle birbirimize baktık. "Günaydın, Amara." Dediğinde merdivenlerden inmeye başladım. Ona, "Günaydın," diye karşılık verirken aynı zamanda süzdüm.

 

Siyah dalgalı saçları salık bi' şekilde beline kadar uzanıyordu. Üstünde turuncu renk, yaka kısmı boğazına kadar kapalı, uzun dökümlü etekleri ve tülden balon kolları olan gotik tarzda bir elbise vardı. Gri gözlerim bedeninden yüzüne tırmandı. Makyaj yapmamıştı ve bu onu soluk göstermişti.

 

"Her zaman ki gibi görünüyorsun ama sanki bugün daha bi' soluksun," diyerek yanından geçtim. Onu ardımda bırakıp merdivenleri inmeye devam ettim. Arkamdan sinirle iç çektiğini duydum. "Desene bugünde onayından geçemedim." Sakin ama alaylı ses tonu beni güldürdü. Omzumun üstünden ona baktım. "Onayımdan geçmen gerektiğini düşünüyorsan ona göre davranırsın."

 

Siyah, tilki gözleri kısıldı. "Senin istediğin gibi davranmaya ihtiyacım yok." Gülümsedim. "Güzel o halde sorun da yok." Pembe dolgun alt dudağını ısırdı. "Sürtüğün tekisin," diye fısıldayıp merdivenleri hızla çıktı. Artık onu göremiyor olsam da koridorda ilerleyen ayak seslerini işitebiliyordum. Sesli bir şekilde kahkaha attım.

 

"Bunun beni incitmesini beklemiyorsun değil mi?" Diye bağırdım. Koridorun ötesinden sesi duyuldu. "Cehenneme git Amara!" Tekrar bir kahkaha attım. "Biliyor musun bugün tam olarak bunu yapacaktım." Bir kapının sertçe kapandığını duyduğumda odasına girdiğini anladım. Omuz silkip merdivenlerden inmeye devam ettim.

 

2. kata gelince gözlerim Arzel'ın odasının kapısına kaysa da istifimi bozmadan yine merdivenlerden inmeye devam ettim. Şato yüzyıllar öncesine ait olduğundan maalesef asansör denen fani icadından yoktu. Nihayet 1. kata indiğimde yemek odasına girdim. Sabrina hariç herkes buradaydı. Kapının biraz ilerisinde durarak onları süzdüm.

 

Uraza, üstündeki siyah takım elbisesi ile baş köşede oturmuş tam bir beyefendi gibi gazetesini okurken kahvesini içiyordu. Kendisi kibir iblisiydi. Ve hiç anlaşamazdık. Sürekli kavga ederdik. Yine de hakkını vermeliydim ki karizmatik biriydi. Boyu omuzlarında olan düz beyaz saçları ve sarı gözleri ilk dikkat çeken özellikleriydi.

 

Gözlerimi ondan alıp Arzel ile yan yana oturup gülüşen Daron'a çevirdim. Kendisi Arzel'ın en yakın arkadaşı olan kıskançlık iblisiydi. Kendine has bir çekiciliği vardı. Ama daha çok etrafa karanlık bir aura saçıyordu. Ve her zaman ki gibi siyah saçları dağınık, koyu yeşil gözleri sinsice bakıyordu.

 

Onda dikkat çeken özellik ise sağ göğsünden boynuna doğru uzanan yılan dövmesiydi. Üstüne ise her zaman ki giydiği bol tuniklerden ve kumaş pantolonlarından giymişti. Elleri de yüzüklerle doluydu. Gözlerimin bir sonra ki durağı kıtlıktan çıkmış gibi yemek yiyen Veronika oldu. Oburluk iblisi olduğunu kolayca anlayabilirdiniz. Çünkü sürekli bir şeyleri yerdi.

 

Bugün kahverengi saçlarını topuz yapmıştı. Böylece kulağından hiç çıkarmadığı elmas küpeleri ön plandaydı. Üstündeyse Vintage tarzında kahverengi, uzun etekleri ve kolları olan bir elbise giymişti. Veronika aramızdaki en sakin, en uyumlu kişiydi. Pek yakın olmasak da aramız fena değildi.

 

Son olarak Orlan'a baktım. Kahverengi dalgalı saçları birbirine girmiş gibiydi. Birkaç tutamı alnından gözlerine düşüyordu. Üstünde hep olduğu gibi sarı bi' pijama takımı vardı. Dışarı çıkarken bile en fazla eşofman takımı giyerdi. Onu normal kıyafetler ile görmek neredeyse imkansızdı. Kendisi Tembellik iblisiydi ve bunu bize göstermekten geri durmazdı.

 

Hepsini süzmeyi bitirdiğimde yüzüme bir gülümseme takındım. "Buongiorno (Günaydın) iblisler," diyerek masaya ilerledim. Uşağımız Carlos gizlendiği köşeden ortaya çıktı. Benim için oturacağım sandalyeyi geri çekip hemen masadaki fincana kahve koydu ve geri yerine çekildi. Şatoda bir sürü koruma, birkaç hizmetli ve bir aşçımız vardı.

 

Ve bütün çalışan kişilerden Carlos sorumluydu. O bizim en büyük yardımcımızdı. Sakince Uraza'nın karşındaki diğer baş köşeye oturdum. Gözlerini önündeki gazeteden kaldırıp bana baktı. Sarı gözleri kısılırken gülümsedim. "Sana kaç kere daha bizim yanımızda İtalyanca değil Latince konuş demem gerekiyor?"

 

Dedikleri ile gözlerimi devirdim. "Gerekmiyor çünkü senin dediklerinin benim için hiçbir önemi yok." İnce kaşları çatıldı. Elindeki gazetesini katlayıp kenara koydu. "Yine başlıyoruz," diyen Orlan'nın fısıltısını duysam da gözlerimi Uraza'dan çekmedim.

 

"Amara, son günlerde canımı fazlasıyla sıkmaya başladın. Bunun özel bir nedeni var mı?" Evet, senden de otoritenden de hoşlanmıyorum. Özellikle bana karşı o otoriteni kullanmaya çalışmandan! Bir şey demeden sadece gülümsedim. Ona asıl cevap vermediğimde sinirleniyordu. Ve ben o zaman keyifleniyordum. Sarı gözleri bir süre yüzümde dolandı. Eliyle çenesini kaşıdı.

 

"Bu her neyse kahvaltıdan sonra konuşacağız." Dilimi şaklattım. "Konuşamayız. Cehenneme gitmem gerekiyor." Herkesin gözü şimdi bendeydi. Ah, durun biraz zaten baştan beri öyleydi. "Neden?" Diye soran Daron'a baktım. Koyu yeşil gözleri yüzümde sabit durmaya çalışsa da arada derin göğüs dekolteme iniyordu. Sinsi iblis! Sağ elimin işaret parmağındaki elmas kesim kırmızı zirkon taşı yüzüğüyle oynadım.

 

"Asmedous beni görmek istiyormuş." Masada kısa bir an sessizlik hâkim oldu. "Nedense burnuma pis kokular geliyor." Orlan'nın dedikleri ile Daron güldü. "O kendi kokundur. Kaç gündür yıkanmıyorsun."

 

"Üşeniyorum," diye sızlandı. "Tatlım o zaman büyünü kullan," dedi hem cevap veren hem de yemek yemeğe devam eden Veronika. Yandan ona bir bakış attım. Kruvasanları çifter, çifter yiyişini görünce gözlerim irileşti. "Veronika ama hep aynı şeyi yapıyorsun!" Şaşkınca duraksadı.

 

"Neyi?" Önündeki kruvasan dolu tabağı kendime çektim. Zaten 3 tane kalmıştı. "Hani paylaşacaktık? Önünden almasam bunları da yiyecektin!" Dudakları büzüldü. "Affedersin kendimi kaptırmışım."

 

"Kaptırmadığın gün mü var," diye mırıldandım. Ardından bir kruvasanı önümdeki tabağa koyup diğer tabağı Veronika'ya ittim. "Al ye." Hemen gülümseyerek öpücük attı. Kıkırdadım. Ardından sakince kahvaltımı yapmaya başladım. Uraza'nın boğaz temizleme sesini duyduğumda ona baktım. Anlaşılan huzurlu bir kahvaltı ettirmeyecekti. Sarı gözleri bendeydi.

 

"Her zaman ki gibi konuyu bulandırmış olsanız da şu cehenneme gitme işinin nedenini öğrenmemiz gerekiyor." Ağzımdaki kruvasanı yutup kahvemden bir yudum aldım. Sonra kumaş peçete ile ağzımı nazikçe sildim. "Nedenini öğrenmek istiyorsan gidip geri dönmemi beklemen gerekiyor. Çünkü henüz neden gittiğimi bende bilmiyorum." Sorgulayıcı bakışları birkaç saniye yüzümde gezindi. "İyi," diye mırıldandı.

 

Sonra konu kapandı. Kahvaltı Daron ile Arzel'ın gülüşmeleri arada Daron'nın Orlan'a laf atması ve Veronika'nın masadaki her şeyi yemesi ile geçti. Bu süre zarfınca Uraza ve ben sessizliğimizi korumuştuk. Sabrina ise kahvaltıya bile inmemişti. Bunun bana sinirlenmesinden kaynaklı olduğunu düşünüyordum. Bazen çocukça hareket edebiliyordu.

 

İç çekip bir el hareketi ile Carlos'u yanıma çağırdım. Anında dibimde bitmişti. Bir insana göre oldukça çevikti. Belki de bu daha 30lu yaşlarının başlarında olduğu için olabilirdi. "Buyurun efendim, arzunuz nedir?"

 

"Sabrina'nın odasına kahvaltı gönder, lütfen."

 

"Tabii efendim, başka arzunuz?"

 

"Yok, gidebilirsin," diyerek gülümsedim. Kafasını eğerek selam verdi ve yemek odasından çıktı. "Yine sana sinirlendi de gelmedi değil mi?" Veronika'nın üzgün çıkan sesiyle ona baktım. Yemek yemeği bırakmıştı. Buna en iyi arkadaşının adını duyması sebep olmuş olmalıydı.

 

Oysa az önce onun burada olup olmadığının farkında değilmiş gibi yemeklerle meşguldü. "Aslında pek de sinirlendirecek bir şey yapmamıştım," diyerek dudak büktüm. "Kesin yapmamışsındır." Arzel'ın kinaye dolu sesiyle gülümsedim. Başından beri onu görmezden gelmiştim. Buna fazla dayanamayıp benimle konuşmak için bir fırsatını bulacağını tahmin etmiştim. Haklı da çıktım.

 

"Sadece solgun görünüyorsun dedim. Galiba alındı." Omuz silkip kahvemden içtim. "Onun nasıl göründüğü seni ilgilendirmez. Ayrıca böyle yaparak onu üzüyorsun." Arzel'a tek başımı kaldırıp baktım. "Pardon? Ne zamandan beri Sabrina'nın avukatlığını yapar oldun?"

 

"Şu andan itibaren." Sesli bir şekilde güldüm. "İyi, şu andan itibaren de artık onun odasında vakit geçirirsin. Tabii o rahibe kılıklı seni odasına alırsa." Orlan ve Veronika nefesleri kesilmiş gibi duraksamıştı. Uraza gazetesini okumaya devam ediyordu ama kulağının bizde olduğunu biliyordum.

 

Daron ise heyecanlanmış bir şekilde bi' bana bi' Arzel'a bakıyordu. Aramızdaki kaostan beslenen bir tek oydu. Kıskançlık iblisi olduğundan bu tarz şeylerden hoşlanıyordu. Arzel ise dediklerim ile bocalamıştı. Öfkeyle solumaya başladı. Bir şey söylemek ister gibi ağzı açılıp kapandı.

 

Sonra birden elleriyle masaya sertçe vurup her şeyi titretti. Ve oturduğu yerden kalktı. Sandalyesi sesli bir şekilde yere devrildi. Umursamadan odanın çıkışına sert adımlar eşliğinde ilerledi. Gözden kaybolduğunda Orlan ve Veronika tuttukları nefesleri bıraktı. "Bir an masayı başımıza yıkacak sandım."

 

Veronika'nın sesi korku doluydu. Arzel'dan daha doğrusu öfkesinden korkuyordu. Eh bir yerde haklıydı. Arzel'ın gazabı ile hiç kimse karşılaşmak istemezdi. Sonucu pek iyi bitmiyordu. "Amara'ya zarar vermezdi belki ama dolaylı yoldan olsa da bizim ağzımıza sıçardı. Zaten nedense onların kavgalarında zararlı çıkan hep biz oluyoruz." Orlan'nın dediği ile ona sert, sert baktım. "E o zaman biz kavga ederken yanımızda bulunma, Orlan."

 

"Sizin ne zaman kavga edeceğiniz belli olmuyor ki birden yükseliyorsunuz. Mesela ben şu ana kadar sizin aranızın iyi olduğunu düşünüyordum." Omuz silktim. Uf bayılıyorum bu harekete sanki benim için icat edilmişti. "Şunu unutma Orlan; benim bu şatodaki herkesle her an tartışma olasılığım var."

 

"Bu geçimsiz biri olduğundan kaynaklanıyor." Uraza fırsatını bulduğu gibi lafı yapıştırmıştı. Gülümseyerek ona öpücük attım. "Ah lütfen bu benim sizinle anlaşma şeklim." Cevap vermeden gazetesini okumaya devam etti. Acaba o gazetede ne var? Okuya, okuya bitiremedi. Üstümde farklı bir göz hissettiğimde kafam sağıma döndü.

 

Daron'nın koyu yeşilleri ile karşılaşınca tek kaşım kalktı. İlgimi çekmenin fırsatı ile oturduğu yerden bana doğru eğildi. "Arzel ile durumlar pek iyi değil ha?"

 

"Seni ilgilendirmez." Yalandan üzülüyormuş gibi yaptı. "Kalbimi kırdın acımasız kadın." Bir şey demeden dik, dik yüzüne baktım. Sırıttı. "Eğer teselli ararsan benim kollarıma gelebilirsin." Güldüm. "Sen git arkadaşını teselli et. Onun daha çok ihtiyacı var." Ağzından bir ıslık sesi çıktı. "Bu iyiydi." Anlamlı bir şekilde sırıttım.

 

"Yine de bence ikinizi de teselli edebilirim." Göz kırptı. "Önceden olduğu gibi," diye fısıldadı. Gülerek kafamı iki yana salladım. "Hayır, sağ ol," dedim. "Bir saniye Daron az önce Amara'ya üçlü teklif etti ama o kabul etmiyor mu?!" Orlan'nın şok olmuş gibi siyah gözleri irileşti. "İblisler aşkına başımıza ateş topları yağacak."

 

Sesi dehşet dolu gibi çıksa da alay ettiğini anlayabiliyordum. "Ateş toplarını bilmem ama o sesini kesmezsen yumruk yağmuru yüzüne doğru yağacak." Orlan, Daron'nın dedikleri ile ağzına fermuar çekiyormuş gibi yaptı. Gözlerimi devirip oturduğum yerden kalktım. "Sayenizde her zaman ki gibi harika bir kahvaltı oldu. Ama şimdi benim gitmem gerekiyor."

 

Bir şey demediler zaten demelerini beklemiyordum. Yemek odasından çıkıp aşağı zemin kata indim. Birkaç hizmetli etrafta telaşla koşuşturuyordu. Akşama kadar şehvet salonunu ve barı temizleyip hazırlamaları gerekiyordu. Bu yüzden telaşlı olmalıydılar. Bir tanesi beni fark edince irileşen gözlerle bakakaldı. Yeni hizmetli olmalıydı.

 

Ve anlaşılan bir iblis ile karşılaşmayı beklemiyordu. Evdeki çalışanlar bizim iblis olduğumuzu biliyordu. Onlara gizlilik yemini ettirmiştik. Böylece bizim ne olduğumuzu kimseye söyleyemezlerdi.

 

Zaten pek insanlar içinde olmazlardı. Şatonun yan tarafında kalan 2 katlı evde yaşarlardı. Arada seçili kişiler alışveriş yapmaya giderdi. Hâlâ bana bakan hizmetliye umursamaz bir bakış atıp ana kapıya yürüdüm. Carlos birden ortaya çıkıp benim için kapıyı açtı. Bu adamın normal bir insan olduğunu bilmesem vampir derdim.

 

Çünkü aniden ortaya çıkmaları ile meşhurdu. Şatonun dışına çıktığımda önümdeki beş merdivenlik alandan indim. Orman tarafına ilerlemeye başladım. Şato tepede kaldığı için arkamız ormanlık alanla doluydu. Önümüz ise İtalya'nın güzelliklerini sunuyordu.

 

Ormanın içine girdiğimde adımlarımın beni yönlendirmesine izin verdim. Sonunda ormanın derinliklerindeki tapınağı gördüm. Kapının üstündeki taş duvara kazınmış İtalyanca kelimeleri okudum.

 

Cancello dell'inferno (Cehennem Kapısı) Biz yedi büyük günah iblisi bu tapınaktan yeryüzüne çıkmıştık. İlk ayak bastığımız topraklar bu ormana aitti. Bu yüzden de buraya yakın bir yerde yaşıyorduk. Böylece cehenneme de yakın oluyorduk. Dudaklarımda bir gülümseme oluştu.

 

Tapınağın taş kapısının önünde durdum. Sol avuç içimi sağ işaret tırnağım ile kesip kanımın akmasına neden oldum. Sonra avuç içimi taş kapının üstüne bastırdım. Dudaklarımdan birkaç kelime çıktı. "Accipe quod abs te est, et porta inferni aperi. (Cehennem kapısı senden olanı kabul et ve açıl.)"

 

Taş kapı titreyerek yana doğru kaymaya başlayınca elimi çektim. Kapı tamamen açılınca içeri girdim. Arkamdan kapı sürtünme sesi çıkartarak kapandı. Yürümeye başlarken duvarlara asılı olan meşaleler aniden yandı.

 

Sırtımı dikleştirip dar koridorda ilerlemeye devam ettim. Biraz sonra başka bir taş kapının önüne gelince durdum. Dudaklarımdan tekrar birkaç kelime döküldü. "Infernum admitte in eo quod est tibi. (Cehennem sana ait olanı içeri al.)"

 

Kapı aniden yok olup yerine ateşlerden bir girdap oluştu. Beni kendine çekiyordu. Bu çekimi karşılıksız bırakmadım. Ateşten girdaba girdim. Aniden yakıcı bir sıcaklık dört bir yanımı esir aldı. Acı hissetmiyordum ama yandığımı biliyordum. İlk önce üstümdeki kıyafetler yandı.

 

Ardından insan bedenim alev aldı. Etim yanıp kül olurken kendimi girdabın diğer tarafında bulmuştum. Girdap beni sertçe itince gri toprakların üstüne düştüm. Dişlerimin arasından tısladım.

 

“Nazik hoş geldin deme şeklin için teşekkürler," diye mırıldandım. Girdaptaki ateşler cevap verircesine oynaştı ardından kendi içine çekilir gibi yok oldu.

 

Ayağa kalkıp kendime baktım. İnsan bedenim kül olmuş yerine asıl bedenim almıştı. Aslında insanlar bizim beden şeklimize benzer yaratılmışlardı. Bu yüzden de şu an ki bedenim ile insan bedenim arasında benzerlikler bulunuyordu. Onlara sadece bazı eklemeler olmuştu. Sindirim, boşaltım ve üreme sistemi gibi eklemelerden bahsediyordum.

 

Mesela insan bedeninde bulunan anüs bizde yoktu. Sadece çiftleşmemiz için vajinalarımız ve penislerimiz vardı. Bu da tamamen zevkimiz içindi. Onun dışında bizim bedenlerimiz onların ki gibi kırılgan değildi.

 

Ve onlardan farklı olarak kafamızın iki yanında boynuzlar ve şu an dışarı çıkmak için sabırsızlanan kanatlarımız vardı. Kırmızıya döndüğünü bildiğim gözlerimle sağ elimi kaldırıp daha da beyazlaşan tenime baktım. Elim şeklini korusa da tırnaklarım uzamış pençe şeklini almıştı. Elimi aşağı indirip bedenime baktım.

 

Beyaz tenim çıplaktı. Bir büyü fısıldayınca üstümde sadece göğüslerimi ve kalçalarımı örten kumaş parçaları belirmişti. Aslında çıplak olmam burada önemli değildi. Ama ben giyinmeyi severdim. Özellikle dikkat çekici bir şekilde ve bu giydiklerim fazlasıyla dikkat çekiciydi.

 

Çıplak ayaklarımın altındaki gri toprak zemin titremeye başlayınca dikkatim dağıldı. Kırmızı gözlerim ileride yan, yana dizilmiş yanardağlara kaydı. Patlıyorlardı. Lavlar hızla dağlardan aşağı iniyordu. Birkaç saniye sonra çığlık sesleri duyuldu.

 

Lavlar aşağı inmiş meydan gibi olan alanda toplanmış ölüleri yakıyordu. Bu bir ceza biçimiydi. Cehenneme ilk kez gelen ölüler önce burada küçük günahlarının bedellerini ödemek için birçok cezaya tâbi tutuluyordu sonra asıl büyük günahlarının cezasını çekmek üzere katlara ayrılıyorlardı.

 

Cehennemde toplam 7 kat bulunuyordu. Her katını farklı bir şeytan kral yönetiyordu. Benim gitmem gereken 2. kattı. Çünkü 2. katı şehvet şeytanı kral Asmedous yönetiyordu. Benim yaratıcım...

 

Olduğum yerde dikilmeyi kesip kanatlarımı ortaya çıkardım. İçgüdüsel bir şeydi. Çıkmasını istemem yetiyordu. Kırmızı kanatlarımı olduğu yerde bir kere çırpıp gerdim. Sonra aniden havaya fırlayıp kanatlarımı durmadan çırpmaya başladım.

 

Cehennemin kırmızı ve sarı tonlarına hâkim gökyüzünde uçmaya başladım. Birkaç dakika öylesine uçtum. Uzun zamandır kanatlarımı kullanmamıştım. Ama isteseydim yeryüzünde de kullanabilirdim. Tam iblis bedenime bürünemesem de bazı yanlarını açığa çıkartabiliyordum. Mesela en kolayı iblis pençelerimi ve kırmızı gözlerimi açığa çıkarmaktı.

 

Çünkü fazla güç gerektirmiyorlardı. Oysa kanatları açığa çıkarmak daha fazla güç gerektiriyordu. Aslında güç ile ilgili bir sorunum yoktu lakin acil durumlar dışında yeryüzünde kanatlarımı ortaya çıkarmamayı tercih ediyordum. Çünkü herhangi bir yere tüyümün düşmesini göze alamazdım. Kanatlarımız bizim için önemliydi.

 

Onların zarar görmemesi gerekiyordu. Bir tüyü bile çok değerliydi. Eğer tüylerimizden biri fanilerin eline geçerse ve onu doğru şekilde kullanırsalar bizim sonumuz olabilirdi. Silkelenerek düşüncelerime son verdim. Cehenneme gelme amacımı hatırladığım da gökyüzünde öylece uçmaya son vererek 2. Kata gitmek için yönümü değiştirip aşağı doğru uçmaya başladım.

 

Cehennemde katlar yukarı doğru değil aşağı doğru inerdi. Katlara rahat bir şekilde ulaşmamız ise yerin ikiye ayrılmış yerinden, adına cehennem yarığı dediğimiz geniş bir yarık sayesinde olurdu. Yarığın geniş boşluğundan aşağı doğru uçup katlara ulaşabiliyorduk.

 

Kısa sürede 2. Katın kapısına geldiğimde uçmayı kesip ayaklarımı toprak zemine koydum. Kanatlarımı geri çektim. Sonradan çıkarılmak üzere sırtımın içine girdiler. Bu sırada kapıda dikilen iki zebani beni görünce hazır ola geçti. Aynı zamanda çift kanatlı kapı geriye doğru açılmıştı.

 

"İblis Luxuria yuvanıza hoş geldiniz." Burada kimse bana Amara diye seslenmezdi. Çünkü asıl adım Luxuria'ydı. Amara'yı yeryüzünde kullanmak için kendim seçmiştim. "Hoş bulduk beyler," diyerek benim için açılan kapıdan geçtim. İblis kulaklarım anında çığlık seslerini işitti. Ölüler günahlarının bedellerini ödüyordu.

 

Zamanında şehvete bulanmış, bedenlerin arasında kaybolmuş olsalar da şimdi bunların cezasını çekiyorlardı. Eh, kimse onlara yaptıklarının bir bedeli olmayacağını söylememişti. Kendi kendime güldüm. Ardından yürümeye başladım. Asmedous'un kaldığı yer bir saraydı.

 

Ve kapıdan uzakta yukarlarda bir yerde kalıyordu. Bunun nedeni Asmedous'un ölülere yukardan bakıp günahlarının bedellerini ödemelerini izlemeyi sevmesiydi. Birkaç dakika sonra kırmızı renklerle bezenmiş, görkemli saraya varmıştım. Burada da kapıda dikilen zebaniler vardı. Beni görünce sarayın kapısını açıp hazır ola geçtiler. Bir şey demeden saraya girdim.

 

Etrafta kimsecikler yoktu. Buna şaşırdım çünkü saray çoğu zaman iblislerle dolu olurdu. Asmedous davet vermeye bayılırdı. İblislerin ve şeytanların gelip sarayında hoş vakitler geçirmesinden hoşlanırdı. Ama anlaşılan bugün bir istisnaydı. Sarayın büyük girişinde durmayı keserek kırmızı mermer zeminde ilerleyip taht odasına doğru gittim.

 

Asmedous gününün çoğunu orada geçirirdi. Tahtında oturup iblislere oradan üstten bakışlar atmayı severdi. Taht odasına girdiğimde onu görkemli, kırmızı renk tahtında oturmuş elindeki kadehten şarap içerken buldum.

 

Tek başınaydı ve düşünceli görünüyordu. Kırmızı gözlerim bedeninde dolandı. Genç bedeni her zaman ki gibi bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibi kusursuzdu. Pürüzsüz ve yakışıklı yüzü dikkat çekiciydi. İri, kaslı bedeni tahta yayılmış haldeydi.

 

Üstünde sadece kalçalarını örten siyah renk bi' kumaş parçası vardı. Boynu ve kolları altın takılar ile süslenmişti. Yüzüme bir gülümseme kondurup karşısında kalacak şekilde durdum. Bir dizimi kırıp reverans yaptım. "Efendim," diyerek selamladım. Kırmızı gözleri üstümde dolandı. Sonra oturduğu tahtta doğruldu. Ellerini iki yana açtı.

 

"Luxuria, evine hoş geldin!" Coşkulu sesini duyunca garipsedim. Alaycı bir tavrı hep olsa da şu an ki normal değildi. Yine de bir şey yokmuş gibi gülümsedim. "Hoş buldum efendim. Beni çağırma nedeniniz neydi?"

 

"Ah, hemen konuya girelim istiyorsun ama önce benimle bir şeyler iç." Parmağını şıklattı. Birden önümde havada süzülen bir kadeh belirdi. Elimle kadehi tuttum. İçi kırmızı şarap doluydu.

 

Asmedous gülümseyerek yüzüme baktı. Kendi elindeki kadehi havaya kaldırdı. "Şerefe," diyerek şarabı içmem için işaret etti. Kadehi kaldırıp dudaklarıma yasladım. Bir yudum alınca yüzüm buruştu. Cehennem şarabı ile fani şarabı çok farklıydı.

 

Bizim şarabımız ateşten ve kan üzümlerinden olurdu. Ve uzun zamandır fani şarabı içtiğim için cehennem şarabı farklı gelmişti. "Faniler arasında uzun zaman geçirmenin sonuçları." İrkilerek Asmedous'a baktım. Şarabı garipsediğimi anlamıştı. Zoraki bir şekilde gülümsedim.

 

"Uzun zamandır içmediğim için-" Elini kaldırıp sözümü kesti. "Açıklama yapmana gerek yok." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Tamam... "Gel, şöyle otur da konuşalım." Oturmamı istediği yer ayaklarının dibiydi. Tahta çıkan 3 merdivenlik alanı geçip mermer zemine yan şekilde oturdum. Elimdeki kadehi sıkıca tutup dizimin üstüne koydum. Kafamı kaldırıp Asmedous'a baktım. Bana sırıtarak tepeden bir bakış attı. Ardından kadehinden bir yudum alıp sırtını tahta yasladı. "Yeryüzünde işler nasıl gidiyor?"

 

"Olması gerektiği gibi efendim." Ağırca başını salladı. Kırmızı gözleri düşünceli bir halde yüzüme bakıyordu. "Emin misin?" Sorusu ile gerildim. Tereddüt ederek kafamı salladım. "Elbette efendim." Elindeki kadehi tahtın kolçağına koydu. Sonra bana doğru eğilip sağ eliyle çenemi tutarak kafamı iyice kaldırıp ona yaklaşmama neden oldu.

 

Parmakları çenemi sıktı. Canımı yakmaya başlamıştı ama ifadesiz bir şekilde yüzüne baktım. "Bana yalan söylemeye cüret etmezsin değil mi?" Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Asla efendim." Çenemdeki eli sıkılaştı.

 

"Luxuria, bana sadıksın değil mi?" Hemen cevap verdim. "Evet efendim." Bir süre gözlerimin içine baktı. Sonra çenemdeki eli gevşedi. Baş parmağı ile alt dudağımı okşadı. "Güzel, seninle aramızın bozulmasını hiç istemem." Kaşlarım çatıldı. "Efendim sorun ne?"

 

"Benim kusursuz şehvet iblisim, sanırım birileri benimle oyun oynamaya çalıştı. Ve bunu seninle yapmaya cüret etti."

 

"Nasıl? Anlayamıyorum. Ne olduğunu baştan anlatabilir misiniz?" Kafam karışmıştı. Olay neydi bilmiyorum ama belliydi ki Asmedous'u fena halde sinirlendirmişti.

 

Çenemdeki eli geri çekildi. Ama bu sefer elinin tersi ile yanağımı okşadı. "Boş ver. Ben neler döndüğünü anladım." Bilmece gibi konuşuyordu. Hiçbir şey anlamamıştım. "Efendim sorun her ne ise çözmek için yardımcı olabilirim."

 

"Kendim hallederim. Sen yeryüzündeki görevin ile ilgilen."

 

"Ama efendim konu beni-" Sert çıkan sesiyle sözümü kesti. "Luxuria ben hallederim dedim." Bundan başka da bir şey demedi. Kaşlarım çatıldı. Beni sadece birkaç soru sormak için mi çağırmıştı? Alt dudağımı dişledim.

 

"Efendim beni buraya çağırma nedeniniz-" Sözümü tekrar kelimeleri ile kesti. "Sadece neler döndüğünü ve bunda senin rolünün ne olduğunu öğrenmek istemiştim. Öğrendim de ve bundan sonrası benim sorunum sen dert etme." Konuyu üstelemek istesem de kızacağını bildiğimden susmayı tercih ettim. Ama yine de konu aklıma takılmıştı. Neler dönüyordu? Bana anlatmak istemediği şey neydi?

 

"Peki," diye mırıldandım. Elimdeki kadehin içindeki şarabın tamamını içip kadehi mermer zemine bıraktım. Oturduğum yerden kalktım. "Başka bir isteğiniz yoksa yeryüzüne dönmeliyim."

 

"Aslında var," diyerek kolumu tuttu. Sivri tırnakları kolumda gezinmeye başlayınca ne istediğini anlamıştım. Beni kolumdan kendine doğru çekti. "Kucağıma otur iblisim," deyince itaat ederek ata iner gibi kucağına oturdum. Kolumdaki eli yavaşça omzuma oradan boynuma çıktı.

 

Parmakları boğazımı kavradı. Hafifçe sıkarak beni yüzüne doğru yaklaştırdı. Kırmızı gözlerim kusursuz yüzünde gezindi. Biçimli kırmızı kaşları hafifçe çatılmıştı. Kırmızı kirpikleriyle çevrelenmiş kırmızı gözleri beni delip geçmek ister gibi bakıyordu. Son derece düzgün ve kalkık bir burnu vardı. Ama yüzünde en sevdiğim yerleri dolgun kırmızı dudakları ve çıkık elmacık kemikleriydi.

 

Gerçekten de şehvet klanının kralı olmanın hakkını veriyordu. Çünkü tamamen kırmızılara bürünmüş olan şeytanlar ve iblisler -Tek iblis bendim- sadece şehvet kraliyet ailesinden olanlara özeldir. -Ben aslında kraliyet ailesinden değildim ama Asmedous'un kendisi tarafından yaratıldığım için ve şehvet iblisi olduğum için onun renklerine bürünmüştüm.-

 

Onlar dışında şeytanlar ve iblisler farklı saç, göz ve ten renklerine sahiplerdi. Asmedous ile gözlerimiz birkaç saniye birbirine baktıktan sonra dudaklarımız aniden birleşti. Kuvvetli bir şehvet dalgası ikimizi de esir aldı. Ellerimi kaldırıp kırmızı boynuzlarını tuttum. Parmaklarımla boynuzlarını okşamaya başladım. Sesli bir şekilde inleyince gülümsedim.

 

Asmedous boynuzlarına dokunulmasından tahrik olurdu. Dudaklarımı son kez öperek geri çekildi. Sonra dudakları arasından bir büyü fısıldadı. Hem onun hem de benim üstümdeki kumaş parçaları yok oldu. İkimizde çırılçıplaktık. Beyaz tenlerimiz birbirlerine yaslıydı. Boynumdaki eli aşağı inip göğüslerime doğru ilerledi.

 

Büyük eli sol göğsümü kavrayıp sertçe sıktı. Göğüs ucumu ağzına alarak emdi. İnleyerek kucağında kıpırdandım. O an bacaklarımın arasında sertleşmiş aletinin varlığını hissettim. Aleti fazlasıyla büyüktü. Hatta hem cehennemde hem de yeryüzünde en büyük alete sahip olan kişi olabilirdi. Kendimi aletine sürttüm. O an hissettiğim yoğun haz ile inledim. Ellerimi boynuzlarından çekip bir elimi omuzuna koydum. Diğer elim aletini kavramıştı. Bir kere onu baştan aşağı sıvazladım.

 

Bu dudakları arasından hırlamaya benzer bir ses çıkmasına sebep olmuştu. Sonra oturduğum yerde yükselip kendimi aletinin üstüne hizaladım. Ve sertçe onu içime aldım. İri aleti vajina duvarlarımı zorlayarak içeri girdi. Doluluk hissi ile çığlık atmamak için alt dudağımı dişledim. Asmedous inleyerek kollarını belime doladı.

 

Bir anda yerlerimizi değiştirdi. Ben tahta yayılmış bir şekilde yarı oturur yarı uzanır haldeyken o ayakta üstüme eğilmiş haldeydi. Bacaklarımı kaldırıp omuzlarına, ellerini ise belime koydu. Ardından içimde sertçe hareket etmeye başladı. Hemen ellerimi tahtın kolçaklarına koyarak kendimi dengeledim.

 

Her darbesi ile tahtta aşağı doğru kaysam da beni sıkıca tuttuğu için sorun yoktu. Darbeleri vahşileşirken tek yaptığım inleyip onun iri bedeninin bacaklarımın arasında hızla gidip gelmesini izlemekti. Belimdeki ellerini çekip bacaklarımı tuttu ve onları omuzlarından indirip beline dolamamı sağladı.

 

Böylece daha yakın olmuştuk. Elleri tekrar belimi tutmaya devam etti. Sonra üstüme eğilip kafasını boynuma yasladı. Dudakları boynuma sert bir öpücük kondurdu. Diliyle şah damarımın olduğu yeri yaladı. Ardından sivri iblis dişleri etimi delip geçti.

 

Kanımı emmeye başlayınca tutkudan gözüm karardı. Çok yoğundu. Şehvetten yaratılmış iki bedenin birleşmesi korkunç derecede mükemmel hissettiriyordu. Bir elimi tahtın kolçağından çekerek sırtına koydum. Sivri tırnaklarım sırtına battı. Bu ona zevk vermiş gibi inledi.

 

Asmedous yavaşça dişlerini etimden çekti. Kafasını biraz kaldırıp gözlerime baktı. "Tadın beni sarhoş eden tek şey," diye fısıldayıp dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Kanlı dudaklarını dilimle yaladım. Kendi kanımın tadını aldım. Sesli bir şekilde inledim.

 

Sertçe alt dudağını ısırıp bende onun kanının tadına baktım. Zevkle titredim. Beline dolanmış bacaklarımı sıkılaştırarak onu iyice kendime çektim. Terli bedenlerimiz birbirine yapışmış gibiydi. Asmedous içimde hız kesmeden hızlı ve sertçe gidip gelmeye devam etti. Ta ki ikimizde istediğimize ulaşana kadar...

 

İşimiz bittiğinde Asmedous geri çekildi. Hemen kendimi toparlayıp tahtta normal bir şekilde oturur hale geldim. Asmedous tam karşımda tüm görkemiyle dururken kısılmış gözlerle bana bakıyordu. "Tahtıma yakışan tek iblissin," dedi. Haylazca sırıttım. "Öyle de kalmayı düşünüyorum," diyerek ayağa kalktım.

 

Eliyle çenesini sıvazladı. "Bazen seni kraliçem yapmayı düşünüyorum ama sonra yaratılma amacını hatırlıyorum ve eğer kraliçem olursan yeryüzünde senin görevini yapması için başka bir şehvet iblisi yaratmam gerekir. Senin bundan pek hoşlanacağını sanmam. Tek ve özel olmayı seviyorsun." Dedikleri ile duraksadım. Ciddi miydi yoksa dalga mı geçiyordu? Anlamamıştım.

 

"Bu konuda ciddi misiniz bilmiyorum ama son dediklerinizde haklısınız. Benden bir tane daha olmasını istemem." En azından yeryüzünde görevim olduğu sürece... "Son derece ciddiyim. Belki bir gün kraliçem olmanın bir yolunu buluruz." Dedikleri ile heyecanlanırken dışarıya yansıtmamaya özen gösterdim. Bir iblis ilk kez kraliçe olabilirdi. Ve o kraliçe ben olabilirdim. Bunun düşüncesi bile zevkten dört köşe olmama yetmişti.

 

Çünkü biz günah iblisleri yeryüzünde görevimiz bittiği zaman sıradan bir iblise dönüşür cehennemde yaşamaya devam ederdik. Açıkçası bunu istemiyordum. Hep şehvet iblisi olarak kalmak istiyordum. Ve bu kraliçe olursam mümkün olabilirdi. O zaman yeryüzünde görev için yeniden yaratılan şehvet iblisi umurumda bile olmazdı çünkü ben artık bir kraliçe olmuş olacaktım. Muzipçe parlayan gözlerle Asmedous'a baktım.

 

"Yeryüzündeki görevim bittiğinde tamamen cehenneme ait olduğumda seve, seve sizin kraliçeniz olurum. Ama şu an hem cehennemde hem de yeryüzünde tek şehvet iblisi olarak kalmak istiyorum."

 

"Gayet makul bir teklif," dedi. Gülümseyerek yanağına bir öpücük kondurdum. "O halde sonra görüşürüz efendim," diye mırıldandım. Ve bir şey demesini beklemeden hızlı adımlarla taht odasından çıktım. Bir büyü fısıldayıp çıplak bedenimde bir elbise belirmesini sağladım. Ardından saraydan ayrılıp geldiğim yoldan geri döndüm.

 

Kısa sürede cehennemin kapısına varmış kendimi tapınağın içinde bulmuştum. Sonra ise tapınaktan çıkıp şatoya ilerlemeye başlamıştım. İçim cehennemden beri kıpır kıpırdı. Kraliçe olabilirdim! Bu düşünce zihnimi uzun süre meşgul edecekti. Belli olmuştu.

 

 

🕯🕯🕯

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%