Yeni Üyelik
6.
Bölüm

🕯5.Öfke 🕯

@moonlighthikayeler

NOT: MEDYADAKİ ARZEL

 

🕯🕯🕯

 

Öfke; doğru kullanıldığında bir silah, yanlış kullanıldığında ise elinizde patlayan bir bombadır. -Amara D.

Sanırım bu zamana kadar şehvet duygusundan sonra en çok hissettiğim duygu öfkeydi. Sürekli bir şeylere öfkelenirdim. Belki bu Arzel ile çok fazla takılmamdan kaynaklı olabilirdi. Ama neyse ki benim öfkem onunki gibi yıkıcı değildi. Çünkü o öfkesini kontrol edemez her şeye zarar verirdi. Başta kendine...

Bence öfkeyi yönetebilmek önemliydi. Böyle güçlü bir duyguyu boşuna heba etmek yerine onu doğru şekillerde kullanabilirdik. Mesela ben öfkemi bir silaha dönüştürür, namlusunu karşımdaki kişiye çevirir ve onun zarar görmesini sağlardım. Doğrusu da buydu. Diğer türlü öfke sahibini yiyip bitirirdi.

Beni düşüncelerimden çıkaran şey barın o gürültülü ve boğucu havasından çıkmak oldu. Veronika hâlâ koluma girmiş haldeydi. Adamlar yani gölge iblisleri ise arkamızdan geliyordu.

Onları ıssız bir ara sokağa soktum. Kimsecikler yoktu ve sadece ay ışığından gelen yarım yamalak bir ışık vardı. Sokağın ortalarına vardığımızda olduğum yerde durup Veronika'nın kolundan çıktım.

Adamlara döndüm. Durmama şaşırmış, onlarda durmuştu. Gülümsedim. Veronika'ya yandan bir bakış atınca ilk öldürdüğümüz gölge iblislerine yaptığımız gibi onları da aramıza aldık. Bu saniyeler içinde gerçekleştiği için adamlar bir şey bile anlayamadı.

Tam karşılarında durdum. Hepsi şüpheci bir tavırla bana ve artık arkalarında kalan Veronika'ya bakıyordu.

"Neler oluyor?" Soruyu soran baştan beri konuşan sarışın adamdı. Elimi ceketimin cebine sokup cehennem taşını kavradım. "Sizinle bir oyun oynayacağız," dedim. Sarışın adam kafası karışmış gibi yüzüme baktı.

Diğerleri sessizdi. Anlaşılan bir tek liderleri olan sarışının konuşmasına izin vardı. "Ne oyunu?" Tedirgin olmuştu. Yanındakilere bir bakış attı. "Cehenneme geri dönme oyunu," der demez hızla elimin arasındaki taşı adamın alnına bastırdım.

Çığlık sesi sokakta yankılanırken diğer iblisler kaçmaya çalıştı ama Veronika birisinin alnına kendi cehennem taşını bastırıp bir diğerinin ise sıkıca boynundan tutmuştu. Bende sarışın adamın alnından taşı çektiğim gibi diğerinin alnına bastırmış kalan bir tanesini ise büyü ile olduğu yerde donmasını sağlamıştım.

Bunları saliseler içinde yaptığımız için bize karşı çıkamamışlardı. Zaten isteseler de çıkamazlardı. Gölge iblislerinin bir gücü yoktu. Sadece insanların zaaflarını kullanır, onları zayıflatır ve bedenlerini çalarlardı. Yani bizim karşımızda hiç şansları yoktu. Donmasını sağladığım iblisinde alnına taşı bastırıp geri çektim.

Ve artık bedenlerden çıkmış olan üç gölge iblisinin ikisine aynı anda pençelerimi geçirdim. Onları öldürünce kaçmaya çalışan diğer gölge iblisinin de boğazına pençelerimi geçirdim. Üçünü de cehenneme geri göndermenin rahatıyla Veronika'ya baktım. Onunda iblisleri öldürmüş olduğunu görünce gülümsedim.

Sonra yerde baygın yatan bedenlerin önünde eğilip sırayla onları uyandırdım, büyüledim ve evlerine gönderdim. İşim bitince ayağa kalktım. Veronika'da yanıma geldi. "Huh! Ucu ucuna hallettik. Bir an elimizden kaçıracağız sanmıştım." Tek kaşımı kaldırıp ona baktım.

"Sence gerçekten benim olduğum yerden kaçabilme ihtimalleri var mıydı?" Kıkırdadı. "Doğru yok," diye mırıldandı. Bir şey demeden sırtımı arkamdaki taş duvara yaslayıp cebimdeki haritayı çıkardım.

Haritayı büyülemiştim. Böylece bölgedeki gölge iblisleri öldüğünde sayıları kadar işaretlediğim noktalar kaybolacaktı. Siena bölgesinde bulunan noktalar kaybolmuştu. İç çekip diğer bölgelere baktım. Orlan ve Arzel'ın bölgesindeki noktalarda kaybolmuştu.

Daron ve Sabrina'nın bölgesinde hâlâ 2 nokta duruyordu. Haritayı katlayıp cebime geri koydum. Veronika'ya baktım. "Sanırım şu dediğin tatlılardan alma zamanı geldi. Çünkü bu gecelik iblis avı sona erdi." Dudaklarında kocaman bir gülümseme oluştu.

"Meydandayken harika bir fırın görmüştüm. Geceleri de açık olduğu yazıyordu." Elimle Arnavut kaldırımlı yolu işaret ettim. "Yolu göster," dedim. Küçük bir çocuk gibi hoplayıp zıplayıp yürümeye başladı. Zaten bir çocuğa benziyordu.

Çünkü ince ve kısa bir vücut şekli vardı. Boyu da 1.55 olmalıydı. Yanımda çocuk gibi kalmasına şaşmamalı netice de ben 1.75 boyundaydım. Onun yanında büyük kalıyordum. İç çekip kafamı iki yana salladım. Veronika'nın peşinden bahsettiği fırına giden yolda ilerlemeye başladım. Biraz sonra kendimizi yine insan kalabalığında bulduk.

Birkaç dakika sonra ise fırının önüne gelmiştik. Veronika yüzüne gelen bukleli, kahverengi saçlarını geriye iteleyip bana gülümsedi. Bu küçük yüzünün şirin görünmesine neden olmuştu. Bu iblisin silahı kesinlikle masummuş gibi görünmekti.

Çünkü biliyordum ki iş üstündeyken hiçte masum durmuyordu. Veronika sadece bir maske takıyordu. Bunu kimsenin anlamayacağını sanıyordu ama yanılıyordu. Sadece bu yaptığı bilinmezlikten geliniyordu. Benim tarafımdan... "Ben içeri giriyorum. Hemen alıp çıkarım. Bekle beni."

Cevap bile vermeme izin vermeden fırının içe doğru açılan kapısının arasından içeri süzüldü. İkimizde biliyorduk ki hemen alıp çıkmayacaktı. Öncelikle bütün her şeye irileşmiş kahverengi gözleriyle bakacak, alması gerekenler hariç şeylerden de almak isteyecekti. Bu da ona zaman harcatacaktı.

Bezgince nefesimi dışarı verip sırtımı fırının yanında bulunan duvara yasladım. Veronika'yı kendi haline bıraksam sorun olmazdı. Hem zaten insanlar arasından nasıl davranacağını biliyordu. Gri gözlerim etrafta gezindi. Saat neredeyse 2'ye gelmişti ama insanlar hâlâ sokaklarda dolanıyordu.

Şen kahkahaları, hararetli konuşma sesleri ve ışıl, ışıl aydınlatılmış dükkanlar ile canlı ve renkli bir gece yaşanıyordu. Etrafı incelemeye devam ederken üstümde tenimin karıncalanmasına sebep olan bakışlar hissettim. Gri gözlerim o bakışların sahibini bulmak için fıldır, fıldır etrafta gezindi. Sonunda sol çaprazımda bir kafenin önünde dikilen bir adam ile göz göze geldim. Kaşlarım çatıldı. Adamı baştan aşağı süzdüm.

Çaktırmadan havayı koklayınca bir iblis avcısı ile karşı karşıya olduğumu anladım. Hemen dudaklarıma baştan çıkarıcı bir gülümseme takınıp göz kırptım. Avlarım ile eğlenmeyi sevdiğimi söylemiş miydim? Çenesinin gerildiğini gördüm. İki eli giydiği deri ceketin cebinde öylece bana bakıyordu. Sonra siyah pantolonun sardığı bacakları harekete geçti.

Bana doğru geldiğini fark etsem de kıpırdamadan durdum. Nasıl olsa ikimizde toplum içinde birbirimize bir şey yapamazdık. Tam karşımda durunca yüzüne dikkatle baktım. Siyah saçları dağınık bir şekilde alnına dökülmüştü. Köşeli ve pürüzsüz bir yüzü vardı. Siyah kaşları kalın ve düzdü.

Parlak yeşil gözleri esmer teniyle uyumluydu. Burnu düz ve kalkıktı. Dudakları dolgun sayılırdı. Kesinlikle her şeyiyle yakışıklı ve karizmatik bir adamdı. Alt dudağımı dişleyip bu sefer bedenini süzdüm. Geniş omuzlu, uzun, iri yarı ve kaslıydı.

Saatlerini spor salonunda geçiriyormuş gibi görünüyordu. Gözlerimi tekrar yüzüne çıkarınca onunda beni süzdüğünü gördüm. Gülümsemem genişledi. "Size nasıl yardımcı olabilirim bayım?" Sesimi duyunca irkildi. Ah, bu benim sesimi ilk kez duyan herkese oluyordu. Çünkü sesim onlara bir melodi gibi geliyordu. Tatlı ve büyüleyiciydi. Şehvet iblisi olmanın faydaları; ister istemez her şeyin büyüleyici görünürdü.

Açıkçası bu yanımı seviyordum. Hiçbir çaba göstermeden karşımdakini etkim altına alabiliyordum. "Buradan giderek yardımcı olabilirsiniz." Sesi güçlü bir tonda ve sert çıkmıştı. Dudaklarımdaki gülümseme hızla soldu. "Neden?" Dedim ama nedenini zaten biliyordum.

Yeşil gözleri şüpheci bir tavırla kısıldı. "Çünkü burada olmamalısınız. Ait olduğunuz yere geri dönün." Hm, sondaki cümlesinde nereyi ima etmişti? Cehennemi mi yoksa şatoyu mu? Neyse canım, önemli değildi. Zaten onun dediğini yapacak halim yoktu. "Ait olduğum yer derken?"

Sıkıntıyla çevresine bakınıp biraz bana doğru yaklaşıp eğildi. Şimdi nefesi direkt olarak yüzüme vuruyordu. Gözlerim bi an dolgun pembe dudaklarına kaydı. Güzel dudakları vardı. Acaba öpsem ne tepki verirdi? Sırf tepkisini görmek için bile öpebilirdim.

"Bakın sizinle oyun oynamayacağım. Kim olduğunuzu biliyorum. Bu yüzden sorun çıkmadan gidin." Kibar ama aynı zamanda sertti. Gözlerimi devirdim.

"Bakın, bay iblis avcısı. Madem benim kim olduğumu biliyorsunuz o zaman benimle bu şekilde konuşmamanız gerektiğinin de farkındasınızdır." Alaycı bir tavırla gülümsedim. Konuşurken naziktim. Ama bu sadece silahlarımdan biriydi. Çünkü bazen nazik olmak bile size birçok güç sağlıyordu.

Yüzü kasıldı. Benden korkuyor gibi gözükmüyordu ama rahatsız olduğu belliydi. "Bayan iblis, lütfen sorun çıkarmayın. Sizi nazikçe uyarıyorum. Burayı terk edin. Yoksa birazdan benim gibi daha fazla iblis avcısı ile karşı karşıya kalmak zorunda kalacaksınız."

Bayan iblis? Hm, sevdim. Umursamazca yüzüne bakmayı sürdürdüm. "Bundan korkmam mı gerekiyor?"

"Ben sadece sizi uyarıyorum."

"Neden?" Sorum ile bocaladı. Ardından bakışlarını kaçırdı. "Bir nedeni yok siz sadece dediğimi yapın yeter." Sorgulayıcı bir tavırla onu süzdüm. "Pek ikna olmadım ama neyse. Ayrıca merak etmeyin arkadaşım geldiği an buradan gideceğiz." Rahatlamış gibi omuzları çöktü.

"O halde size güzel geceler, bayan iblis," diyerek gitmek üzere hareket etmişti ki ceketinin yakasından tuttuğum gibi onu kendime çektim. Dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Dilim ile alt dudağını yalayıp ağzının aralanmasını sağladım. Onu daha rahat bir şekilde öperek üst dudağına hafifçe dişlerimi geçirdim. İniltisini duyunca ağzına doğru gülümsedim.

Son kez alt dudağını emerek öpüp geri çekildim. Yakasını bırakırken gözlerim yüzüne çevrilmişti. Öpücüğüm boyunca donuk bir şekilde kalmıştı.

Şimdi hafif aralık kızarmış dudaklarla, şaşkınca irileşmiş yeşil gözleriyle bana bakıyordu. Öpücüğümün böyle bir etkisi vardı. Ayrıca tepkisi gerçekten de görülmeye değerdi. Büyüleyici bir şekilde gülümsedim. "Size de güzel geceler, bay iblis avcısı." Sesimi duyunca irkildi.

Geriye doğru sendeledi. Kafasını hafifçe sallayarak girdiği şoktan çıkmaya çalıştı. Ardından bir şey demeden kaçarcasına hızlı adımlarla yanımdan uzaklaştı. Hissettiklerin ağır geldi değil mi? Arkasından kısılmış gözlerle baktım. Bu iblis avcısında bir şeyler vardı. Normalde bu kadar ılımlı yaklaşmazlardı.

Ya da diğer avcılar konusunda bizi uyarmazlardı. Aksine bizi tuzağa çekme fırsatını yakaladıkları an kullanırlardı. Ama bu iblis avcısı farklı davranmıştı. Ben tüm bu olanları düşünürken Veronika ellerinde dört adet kocaman karton poşet ile fırından dışarı çıktı. Kahverengi iri gözleri beni bulunca hemen yanıma geldi.

"Tatlıları aldım. Onları hemen yememek için kendimi zor tutuyorum. Hadi artık gidelim." Sesi sabırsız çıkmıştı. Gri gözlerim ile elindeki poşetlere kısaca baktım. "Bana sadece birkaç tane tatlı çeşidi alacağını söylediğini sanıyordum? Burada birkaç taneden fazla var olduğu belli." Alt dudağını ısırdı.

"Şey, fırında değişik türde bir sürü daha tatlı vardı. Dayanamadım hepsinden aldım." Şaşırmadım. Kafamı sakince anlıyorum dercesine sallayıp sırtımı yasladığım duvardan ayırdım. Yürümeye başladım. Veronika hemen yanımdaydı.

"Sen fırındayken bir iblis avcısı ile konuştum." Şaşkın bakışlarının yüzüme çevrildiğini hissetsem de ben kendi bakışlarımı önümde tuttum. "Ne dedi? Umarım ileri, geri konuşup senin sinirini bozmamıştır."

Veronika benimle ters düşülmeyeceğini bilecek kadar akıllıydı. Keşke herkes onun gibi akıllı olabilseydi. "Yok öyle sinir bozucu bir konuşma olmadı. Aksine tuhaf bir konuşmaydı."

"Ne söyledi ki?"

"Diğer iblis avcılarına karşı uyardı."

"Hm, acaba konuştuğun kişi bize sempati duyan iblis avcılarından olabilir mi?" Omuz silkerek insan kalabalığının daha az olduğu bir sokağa girdim. Kimsenin olmadığı bir yer arıyordum. Böylece yer değiştirme büyüsü ile buradan gidebilirdik.

"Bir fikrim yok, olabilir. Ama uyarmasına ihtiyacım yoktu. Bunu oda biliyor olmalıydı." İblis avcıları biz günah iblislerini öğrendikleri zaman bizim ile ilgili ilk bildikleri bilgi ölümsüz olmamızdı. Bunu öğrendikleri için gölge iblislerini öldürdükleri gibi bize zarar veremeyeceklerinin farkındalardı. Ama tabii ellerine fırsat geçse bizi de alaşağı etmek isterlerdi.

Ama ne yazık ki istemekle yetineceklerdi. Bu yüzden çoğu zaman bize bulaşmazlardı. Hatta onlar gibi bizimde gölge iblislerinin peşinde olduğumuzu biliyorlardı.

Tam da bu yüzden bize sempati duyan iblis avcıları vardı. Bunu alenen göstermezlerdi. Bu yoksa onların sonu olurdu ama birkaç kez karşılaştığım iblis avcılarının tutumu onlar hakkında fikir edinmeme yetmişti. "Haklısın ama bir an önce eve dönelim. İblis avcıları ile karşılaşmaktansa odamda aldıklarımı yemeyi tercih ederim."

Veronika'nın tek derdi yemekti. Yoksa iblis avcıları ile karşılaşmayı dert etmezdi. Onu kolundan tutup ıssız bir köşeye çekiştirdim. Ardından yer değiştirme büyüsünü fısıldadım. Anında kendimizi şatonun arka kapısının önünde bulmuştuk.

Gözlerim hemen Orlan ve Arzel'ı merdivenlerde otururken gördü. Görevimiz bittiği zaman hep burada toplanır, herkesin geri dönmesini beklerdik. Veronika ile yavaşça yanlarına ilerledik. Veronika ellerinde paketleri havaya kaldırdı. "Size Siena'dan tatlılar getirdik."

Arzel'ın dudaklarında tembel bir gülümseme oluşurken Orlan homurdandı. "Evet kesinlikle kendine değil bize getirmişsindir." Veronika yüzünü asıp Orlan'nın yanına oturdu. Karton poşetin birinden bi' kâğıt torba çıkarıp ona uzattı. "Umarım bu sana az önce ki laflarını bir güzel yedirir. Hatta midende bunları yiyecek yerin bile kalmayabilir." Orlan elindeki kâğıt pakete baktı.

"Bu gerçekten bana mı?"

"Evet, içinde senin sevdiğin tarçınlı çöreklerden ve elmalı turta var." Veronika'nın hayatı yemekten ibaret olduğu için bizimde sevdiğimiz yiyecekleri ezbere bilirdi. Orlan paketi açıp içine bir göz attı. Gördükleri ile gözleri parladı. "Torbada gerçekten de dediklerin var."

"E herhalde! Sana neden yalan söyleyim?!" Orlan omuz silkti. Ardından paketten tarçınlı çörek çıkarıp yemeğe başladı. Veronika ise bu sırada Arzel'a paket vermekle uğraşıyordu. "Sana da ay çöreği aldım." Arzel paketi eline aldı.

"Sağ ol, Veronika," dedi. Ama Orlan gibi pakete bakmayı es geçip kucağına koymakla yetindi. Morali bozuk gibiydi. Ve bu benim yüzümden olmalıydı. "Amara, al bu da senin." Veronika'nın elindeki torbayı alıp içine baktım. Çikolatalı mini kruvasanlar ve zencefilli çörek vardı. Bir tane mini kruvasanı ağzıma attım. Taze hamuru ısırdığımda içindeki akışkan çikolata ağzımın içinde yayıldı.

Tadı enfesti. Bir iblis olsanız bile fani yiyeceklerini sevmeniz mümkündü. Zaten onları yememizdeki amaç sadece zevkten ibaretti. Yoksa insan bedeninde olsak da olduğumuz şeyden dolayı yemek yemeğe de uyumaya da ihtiyacımız yoktu. Bunları sadece istersek yapardık.

Ve hepimiz -Veronika kadar olmasa da- yemek yemeği severdik. Ben özellikle yemek yemeğinin de zevk verdiğini ve ondan beslenebileceğimi fark ettiğim zamandan beri daha da sever olmuştum. Hatta çoğu zaman Veronika'nın yemek yerken aldığı zevkle beslenirdim. Tabii onun bundan haberi yoktu. Olsa da sorun değildi. Ayrıca çoğu şey zevk almaya dayalıydı.

Bu yüzden benim beslenmem için çaba sarf etmeme gerek yoktu. Zaten zevk ve şehvet beni kolayca buluyordu. Bu yüzden yeryüzünde doğan ilk günah şehvetti. Çünkü her şeyin içinde vardı. "Oo iblisler, bizsiz tatlı partisi mi veriyorsunuz?" Daron'ın alaycı çıkan sesini duymam ile kafamı sağıma çevirdim. Sabrina ile yan, yana durmuş bize bakıyorlardı. Paketten bir kruvasan daha alıp ağzıma attım.

"Gölge iblislerini hallettiniz mi?" Diye sordum. Sabrina olumlu anlamda kafasını sallayarak gidip Veronika'nın yanına oturdu. Veronika hemen ona da bir paket verdi. Ardından Daron'ın göğsüne doğru başka bir paket fırlattı. Daron gelişmiş refleksleri ile hemen paketi tuttu.

Veronika bu gece bir ilke imza atmıştı. Yiyeceklerini asla paylaşmayan iblis şimdi paylaşır olmuştu. Fark ettiğim şey ile o an ağzımdaki kruvasanı zorla yuttum. Gri gözlerim şokla Veronika'ya döndü. "Ne yaptın?!" Diye bağırdım. İrkilerek yüzüme baktı. "Bir şey yapmadım. Neyden bahsediyorsun?"

Elimdeki torbayı kucağına doğru attım. İçimde büyüyen öfkeyle, "Sen bizimle yiyeceklerini normal şartlarda paylaşmazsın. Bir şey yaptın ve suçlu hissettiğin için bize jest yapıyorsun," dedim. Öfkeyle dişlerimi birbirine bastırdım.

Ben bunu neden en başta düşünemedim? "Hemen şimdi ne yaptığını söylüyorsun!" Tedirgince oturduğu yerde kıpırdandı. Kahverengi gözleri buğulanmaya başladı. Ağlamayacaktı değil mi? Biz ağlamazdık. Böyle bir zayıflık gösteremezdik.

Suçlu da hissetmezdik. O tarz hislerimizi hissetsek bile görmezden gelirdik. Ama Veronika hislerine pek fazla hâkim olabilen biri değildi. Bu yüzden onu suçlamıyordum elbette, bazen ben bile o tarz hislerimi kontrol etmekte zorlanıyordum ama bunu asla dışarı yansıtmazdım. Onunda böyle yapması gerekiyordu.

"Amara, Veronika bir şey yapmadım diyor neden bundan da bir şey çıkartmak zorundasın?" Sabrina'ya öfkeli bir bakış fırlattım. "Çünkü onu tanıyorum. Durduk yere böyle bir şey yapmaz. Benden, sizden bir şey gizliyor."

"Veronika böyle biri değil. O bizden bir şey gizlemez." Sabrina yakın arkadaşını savunuyordu. Her zaman ki gibi... Veronika kafasını eğip ellerini dizlerinin üstünde birleştirdi. "Sabrina sus lütfen," diye fısıldadı. O an Sabrina yutkunarak ona döndü. "Neden? Sende söylesene bir şey yapmadım desene!"

Veronika'nın titrek bir nefes verdiğini duydum. "Amara haklı. Sizden bir şey saklıyorum. Ama zaten bu gece söyleyecektim. Öncesinde hepimizin iyi olduğunu bilmem gerekiyordu. Tatlılar bu yüzdendi. Hepimizi mutlu edeceklerini düşündüm. Çünkü beni hep ederler."

Düşünce şeklinden dolayı gülümsesem mi? Yoksa bir şey sakladığını itiraf ettiği için kızsam mı? Bilemedim. Ellerimi göğsümün üstünde bağladım. Dik, dik Veronika'nın yüzüne baktım. "Pekâlâ, söyle bakalım, bizden gizlediğin şey ne?"

"Ben hamileyim." Şokla gözlerim irileşti. Kulaklarımda bir uğultu başladı. "Güzel şaka. Şimdi gerçeği söyle." Daron gülerek omzunu şatonun taş duvarına yasladı. Diğerleri bir şey dememişti. Veronika ellerini karnının üstüne koydu. "Şaka yapmıyorum. Ben gerçekten hamileyim."

Arzel, "Siktir," diye mırıldanırken Daron'ın gülümsemesi yüzünden silindi. Orlan donuk bir ifadeyle Veronika'nın karnına bakıyordu. Sabrina ise ne diyeceğini bilememiş gibi ağzını açıp kapatıyordu. Sonunda kendine gelmiş gibi konuştu. "İyi de eğer hamileysen senden farklı bir kişinin daha varlığını hissederdik. Ama ben şu an kalp atış sesi bile duymuyorum."

Veronika, Sabrina'nın dedikleri ile ona baktı. "Sizden saklamak için büyü yaptım. O yüzden hissetmediniz." Ellerini karnında gezdirdi. Sonra bir anda aramızda bir varlık daha hissettik. Ve zayıf bir kalp atış sesi...

Sabrina şokla bana bakıp, "Bu mümkün mü? Nasıl hamile kalabilmiş olabilir ki? Biz regl bile olmayız!" Diye sordu. "Öncelikle regl olmamamız yumurtalarımızın çalışmadığı anlamına gelmiyor. Aynı şey erkeklerin spermi için de geçerli. Çünkü şu anda bir insan bedeni içinde olan iblisler olduğumuz için bedenlerimizin çalışma şekli insanlarınkinden çok farklı.

Bizim insan bedenimiz ile iblis ruhumuz ve benliğimiz birlikte çalışıyor bu da işleyişi biraz karışık olan bir sistemi meydana getiriyor. Mesela normalde bir iblis hamile kalamaz ama insan kalabilir. Ne kadar iblis yanımız insan bedeni işleyiş şeklini farklılaştırsa da özünde insan bedeni içinde olduğumuzdan o da kendi işleyiş şekline göre davranıyor.

Ama aslında normal şartlarda iblis yanımızın insan bedeni tarafımızı bastırması gerekiyordu. Yani yumurtanın döllenmesine engel olmalıydı." Duraksayıp biraz düşündüm.

"Galiba neden engel olmadığını anlıyorum. Veronika 22 yıldır insan bedeni içinde yaşamaya alıştı. Bunca zaman boyunca cehenneme fazla gitmedi. Herhalde 5 kere falan gitmiştir. Bir de iblis yanını görev harici kullanmıyor. Bu da insan yanının daha ağır basıp yumurtanın döllenmesine neden olduğunu gösteriyor."

Hepsi kafası karışmış gibi yüzüme bakıyordu. İç çektim. "Bakın bende tam olarak nasıl olduğunu anlayamıyorum. Karışık olduğunu biliyorum. Ne yazık ki insan-iblis bedeni anatomisi ayrıntılı bir şekilde hiçbir zaman incelenmedi. Size sadece araştırdıklarımı ve gözlemleyerek öğrendiklerimi söylüyorum." Tekrar duraksadım.

Sonra sözlerime devam ettim. "En iyisi uzatmadan söylemek. Veronika insan bedeni içinde olduğundan ve insanlar doğarak çoğaldığı için evet, hamile kalması mümkün..." diyerek gözlerimi erkek iblislerde gezdirdim.

"Tabi bir erkek iblis ile ilişkiye girdiyse," diye cümlemi tamamladım. Arzel oturduğu yerden fırlayıp karşıma dikildi. "Amara ben ona elimi bile sürmedim," diye hızlıca konuştu. "Bende," diyen Daron ile gözlerim kuşkuyla Orlan'a kaydı. Ona baktığımı hissedince bana baktı.

"Dalga mı geçiyorsun? Ben görev harici oturduğum yerden hareket bile etmem, hep uyurum. Bir kadını hangi ara hamile bırakabilirim ki?!" Kahretsin ki doğru söylüyordu. Ne yazık ki kendisi sikini bile doğrultamayacak kadar tembeldi. Enerjisini sadece görevlere ve yemek yemeğe harcardı. Onun dışında hep uyurdu. Şu an bile yanımızda uyanık olması bir mucizeydi. Öfkeyle ellerim iki yanımda yumruk oldu. Yüzümün yandığını sinirden kırmızıya döndüğünü hissettim.

"Eğer sizden biri değilse geriye tek bir kişi kalıyor," dedim. Arzel, "Uraza," diye aklımdaki ismi seslice söyledi. "Yok artık ama! O kibir abidesi kendine bir kadını layık görmüşte bir de onu hamile mi bırakmış?!" Daron'ın dedikleri ile öfkem iyice tavan yaptı. Dişlerimin arasından hırladım. Veronika'ya döndüm. "Fetüs kaç haftalık?"

"5 haftalık."

"İyi geç kalmamışız," diye mırıldandım. "Neye?"

"Fetüsü öldürmeye tabii ki," diyerek sinirle konuştum. "Nasıl? Bebeği öldürecek miyiz?"

"Doğurmak mı istiyorsun?" Kararsız bakışları karnına kaydı. "Bilmiyorum ama ölmesini istediğimi sanmıyorum." Derin bir nefes alıp Veronika'nın yanına oturdum. Pekâlâ, mantıklı davranmam gerekiyordu.

"Bak Veronika eğer onu doğurmak istiyorsan bilmen gerekenler var. İlk olarak hamileliğin boyunca cehenneme gidemezsin. Çünkü insan bedenin yanıp iblis formuna büründüğün an fetusta ölür. İkinci olarak onun bizim gibi mi yoksa normal bir gölge iblisi mi olacağını bilemeyiz. O cehenneme ait olabilir. Ve onu oraya götürmek zorunda kalabilirsin. Bunların kesinliği yok elbette."

Dilimi dudaklarımda gezdirip konuşmaya devam ettim. "Üçüncü olarak ve en önemlisi bence bu. Biz ya da sen bir bebeğe bakabilecek donanıma sahip değiliz. Onca işimizin arasında bebek ile nasıl ilgilenmeyi düşünüyorsun? Hadi ilgilenmeyi de geçtim. Ona nasıl davranacağımızı bile bilmiyoruz. Benim tek bildiğim şey bebeklerin hassas ve sürekli sorun çıkarttıkları ya bebeğe bakmaktan sıkılırsan o zaman ne olacak?"

"Kendi bebeğimden sıkılacağımı sanmıyorum." Ah, aptal! Sen bir iblissin. Bir şeye sonsuza kadar bağlı kalamazsın.

"Peki öyle diyorsan... o zaman sonuncuya geliyorum. Sana tüm bu söylediklerimi kabul ederek bebeği doğurursun ve bizde sonuca göre hareket ederiz. Hatta eğer bizim gibi değilse bile şeytan krallar ile konuşup belki ona bir beden vermelerine ikna edebiliriz ama hiçbirinin bu hamilelik olayına sıcak bakacağını sanmıyorum. Sende biliyorsun ki cehennemde doğurmak diye bir şey yok."

"Evet ama şeytanların ve iblislerin isterseler çocukları oluyor."

"Doğru çocukları olabilir. Ama onlar erkek ve kadın iblislerin ya da şeytanların özlerinden ve kanlarından yaratılıyor. Bir anda ortaya çıkıyorlar, insan bebeği gibi bir rahimden değil! Bunu zaten biliyorsun Veronika!" Sitemli çıkan sesim ile gözlerini kaçırdı.

"Biliyorum sadece bi an aklımdan çıkmış." Elimle at kuyruğu yaptığım saçımı çözdüm. Elimi saçlarımın aralarında gezdirip dağıttım. Tüm bu onlardan dolayı daralmıştım. "Ee, ne yapmak istiyorsun?" Diye sordum.

Yutkunarak gözlerini yüzüme dikti. Sivri çenesini dikleştirdi. "Doğurmak istiyorum. Ne de olsa oda bir iblis olacak. Benden, bizden bir parça." Gözlerim karnına kaydı. Küçük varlığı hissettim. Onca derdimiz yokmuş gibi bize yeni bir dert daha eklenmişti. Eh, madem öyle. Aramıza hoş geldin, küçük iblis.

|✡||✡||✡|

ARZEL DAEMONİUM

Öfke, her insanın içinde olan kolayca ortaya çıkabilen bir duygudur. Ve daha ne olduğunu bile anlamadan sizi ele geçirir, benliğinizi kemirmeye başlardı. Bunu gizlice yapar, içten içe sizi yakardı. Öfke böyle bir duyguydu. En zayıf anınızı kovlardı.

Ve size aynı anda farklı duygular da hissettirirdi. Bunun başında intikam, üzüntü, hayal kırıklığı gibi duygular gelirdi.

Ve öfke tüm bu duygularınız ile oyuncak gibi oynardı. Ben o öfkenizin meşhur sahibi, yaratılan ikinci günah iblisi, iblislerin en korkutucu olanı, gazabın yegâne sahibi; öfke iblisi Arzel Daemonium...

Gece biz iblisler için ilginç ilerlemişti. Özellikle Veronika'nın küçük sürprizi hepimizi telaşlandırmış ve şaşkına çevirmişti. Tek bir kişi hariç; Amara'yı. O yine her şeye rağmen sakin kalarak Veronika ile konuşmuş sonunda bir karara varmışlardı.

Açıkçası pek önemsemiyordum ama Veronika'nın doğurmayı kabul etmesinin tam olarak bir aptallık olduğunu düşünüyordum. Zaten o kibirli herif ile neden yatmıştı onu da anlamamıştım. Veronika ne bekliyor bilmiyorum ama Uraza'nın karnındakini kabul edeceğini sanmıyordum. Hatta öldürmeye bile çalışabilirdi.

Amara'nın buna engel olmak için kendini ortaya atacağını biliyordum. Çünkü Veronika'yı koruma altına almış gibi görünüyordu. Onu ve bebeği korumak için her şeyi yapacağını biliyordum. Amara ne kadar soğuk ve gaddar olsa da kendinden olanları korurdu. Onlarla kanlı bıçaklı olsa bile...

Keşke hamile olan Amara olsaydı. Benim çocuğumu içinde taşıyor olabilirdi. Böylece sonsuza kadar birlikte olabilirdik. Tabii şu saatten sonra bunun mümkün olacağını sanmıyordum. Veronika'dan sonra Amara da Sabrina da daha dikkatli davranırlardı. Ama düşüncesi bile çok heyecanlıydı.

Amara'nın içine kendi tohumlarımı ekip onun tamamen bana ait olduğunu bilmek... Bu tüm benliğimi ateşler içinde yakıyormuş gibi hissettirdi. Sikeyim! Onu deliler gibi istiyordum. Sadece bana ait olsun, gözü benden başkasını görmesin, yatakta dudaklarının arasından sadece benim adım çıksın, bir tek benim yanımda mutlu olsun, başkalarına dokunmasın istiyordum.

Amara'yı her şekilde, her şeyi ile istiyordum. Yeter ki benim olsun. Böyle söyleyince ona takıntılı olduğumu düşünebilirsiniz. Çünkü zaten öyleyim! Lanet olsun ki öfke dışında tek hissettiğim duygu ona olan takıntılı sevgimdi.

Bu sevgi ikimize zarar verse de bir türlü vazgeçemiyordum. Amara'yı sistemimden dışarı atmak mümkün değildi. Oraya öyle bir yerleşmişti ki sanki kendi krallığını kurmuştu. Beni de krallığının soytarısı yapmıştı. Amara, Amara, Amara. Zihnimde hep onun adı yankılanıyordu.

Özellikle şatoda bir yerlerde olduğunu bilerek yatağımda uzanırken ondan uzak kalmak işkence gibi geliyordu. Bana tavırlı olduğunun farkındaydım. Bu sabah yemek masasında hissettiğim öfke yüzünden onunla tartışmıştım. Şimdi beni yokluğu ile cezalandırıyordu. Benim zeki ve acımasız güzel iblisim.

Beni nasıl alaşağı edeceğini biliyordu. Daha fazla Amara'yı düşünerek kafayı yememek adına uzandığım yataktan kalktım. İçkileri koyduğum komodine ilerledim.

Kendime sek viski koyup odanın büyükçe penceresinin önüne sırf manzarayı izlemek için koyduğum iki mavi koltuktan birine oturdum. Sırtımı geriye yaslayıp bacaklarım iki yana yayık bir şekilde açtım. Boştaki elimi koltuğun kolçağına koyup ritim tuttururken viskimin hepsini tek bir yudumda içtim.

Bardağı yere doğru fırlatıp kırdım. Sertçe yutkunarak kafamı geriye yasladım. Öfkeyle bir iç çektim. Bu yaptığımı sorgulamayın. Öfkenin ta kendisi olunca sakin kalmak benim gibi bir iblise göre değildi.

Davranışlarımda öfkeyi yansıtırdı. Dişlerimi birbirine bastırıp gıcırdattım. İçimdeki öfke asla dinmiyordu. Bu mümkün de değildi. Çünkü öfke bendim. Öfkeden yaratılmış ve onunla lanetlenmiştim. Sinirle koltuğun kolçağında tutturduğum ritmin hızını arttırdım.

Odada o ritim sesi ile benim öfkeli soluklarım dışında hiçbir şey yoktu. İkisi odada cirit atıyor dönüp dolaşıp bana ulaşıyorlardı. Kafamı yasladığım yerden kaldırıp pencerenin ardındaki karanlık orman manzarasına baktım.

Ay ışığı ağaçların üstüne düşmüş, gölgeler oluşturmuştu. Odam katın sağ köşesinde kaldığından sağ tarafımda orman manzarası -şu an olduğum yer- önümde odada bulunan başka bir pencerenin ardında ise Roma ve Vatikan'ın manzarası vardı.

Şato her şeyi ile güzeldi ama yüksek bir tepeye kurulu olduğundan biraz ulaşımı zordu. Bizim için değil tabii ki insanlar için zordu. Buraya gelmek için ana yoldan çıkıp taşlı patika gibi olan geniş araba yolundan sarmal şekilde yukarı tepeye ulaşmaları gerekiyordu.

Yolun bir kenarı çalılıklar ve kayalıklar ile doluyken diğer tarafı yükseldikçe uçuruma dönüşüyordu. Yani biraz da tehlikeliydi. Tabii insanlar bunu umursamıyordu.

Tek istedikleri kafa dağıtmak için onları yargılamayacak, kendi gibi olanların arasında olup eğlenebilecekleri bir yerdi. Şatonun birinci katı da tam onların istediği gibiydi. Şehvet salonu ve bar odası onlar için bulunmaz Hint kumaşıydı. Birden ayağa kalktım.

Kendime yeni bir bardak viski koyup geri kalktığım yere oturdum. Yine tek dikişte bitirdim. İkinci bardakta paramparça olmuş birinci bardağın yanında yerini aldı. Buz mavisi gözlerim bir süre paramparça olmuş bardaklarda takılı kaldı.

Ardından gülmeye başladım. Parmağımın tekini bardaklara doğru salladım. "Lan, benimde sizden farkım yok. Bende paramparçayım." Gülmem histerik bir hal aldı.

"Ben böyle işi sikeyim! Resmen kendimi bardaklarla bir tutuyorum." Kafamı geriye yaslayıp gülmemi zar zor durdurdum. Acınacak haldeydim. Koca, öfke iblisi! Ayak bastığı her zemini titreten öfke iblisinin düştüğü hale bak! Kapının tıklatılmadan direkt açıldığını duydum.

Yerimden doğrulup arkama doğru baktım. Gelenin Daron olduğunu gördüm. Zaten benim odama ondan başkası gelmezdi. Amara bile bir kere bile gelmemişti. Hep ben ona gitmiştim.

"Dostum iyi misin?"

"Evet, gelsene bir şeyler içelim." Dediğimi yaparak karşımdaki koltuğa oturdu. Koyu yeşil gözleri yerdeki kırık camlara takıldı. Ardından bana baktı. O an gözlerinde gördüğüm o şeyden nefret ettim. Piç kurusu bu halde olmamdan zevk alıyordu. Siktir etsene, Daron zaten kötü olan her şeyden zevk alıyordu.

İnsanların birbirine kıskançlık duymasından, bizim kendi aramızda kavga etmemizden kısacası her şeyden zevk duyuyordu. Amara ile aramın bozuk olduğunu fark edince de zevk almıştı. Herif mutlu olmamızdan nefret ediyordu.

Kendi mutlu olamıyor diye bizimde olmamızı istemiyordu ama bunun için uğraşmasına hiç gerek yoktu. Biz zaten kendi kendimize mutsuz ediyorduk.

"Amara'yı gördün mü?" Sorum ile kafasını iki yana salladı. "Veronika olayından sonra bir anda ortadan kayboldu. Muhtemelen şehvet salonundadır." Öfkeyle güldüm. "Tabii ki oradadır. Kraliçe hazretlerinin beslenmesi gerekiyor," diyerek ayağa kalktım. Kendime ve Daron'a birer bardak viski koydum.

Şişeyi de yanıma aldım. Otur, kalk yapmaktan sıkılmıştım. Bir bardağı Daron'a uzatıp yerime oturdum. Elimdeki şişeyi ayak ucuma bırakıp sırtımı koltuğa yasladım. Daron yavaşça bardağından bir yudum alırken sinsi gözleri üstümde geziniyordu.

"Amara bu sefer seni kendinden ciddi anlamda uzaklaştırmışa benziyor. Normalde 3-4 saat sonra aranız düzelirdi." Buz mavi gözlerim alev almış gibi öfkeli bir halde Daron'ın yüzünü hedef aldı. "Sana ne lan! Her şeye burnunu sokma."

Üçüncü bardağımı da kafama diktim. Bu sefer onu da kırmak yerine şişeyi elime alıp bardağı tekrar doldurdum. "Sakin ol dostum. Sadece fikrimi söyledim." Elimdeki bardağı kafama dikip yine tek yudumda hepsini bitirdim. "Söyleme. Öfkeden kuduruyorum zaten senin de canını yakmayım."

Dudaklarında ne anlama geldiğini anlamadığım bir gülümseme oluştu. "Bu gidişle öfkeden daha çok kudurursun. Çünkü Amara asla senin olmayacak." Dedikleri ile ona karşı olan küçücük sabrımı da tüketti.

Damarlarımda ateş misali gezinen öfkenin uğultusunu duymaya başladım. Elimdeki bardağı yere fırlattım. Sonra oturduğum yerden hırlayarak kalkıp Daron'ın yüzüne yumruğumu indirdim.

Diğer elimle yakasını kavrayıp onu oturduğu yerden kaldırdığım gibi bedenini odanın ortasına fırlattım. Sertçe yere düşerken küfür etti. Hızla ayağa kalktı. Üstüme gelip oda bana bir yumruk savurdu. Eğilip yumruğundan kaçındım. Bu sırada karnına bir yumruk indirdim. İki büklüm olarak geri çekildi.

"İstediğin kadar vur. Ama gerçek asla değişmeyecek," dedi. İçimdeki öfke giderek bir canavara dönüştü. Dudaklarımın arasından çığlık ile kükreme benzeri bir ses çıktı. Daron'ın üstüne atladım. Birlikte yere düştük. Onu altıma alıp yüzünü yumruklamaya başladım.

"Kes sesini piç kurusu!" Diye bağırıp yumruklamaya devam ettim. "Kes sesini!" Kahkaha atmaya başladı.

"Arzel sende biliyorsun işte neden kabul edemiyorsun?!" Dişlerimi birbirine bastırdım. Tam bir yumruk daha atacaktım ki beni üstünden itip geri düşmeme neden oldu. Bu sefer o üstüme çıkıp beni yumruklamaya başladı. Herhangi bir acı hissedemiyordum.

Yalnızca öfke vardı. "Senden de Amara'ya olan bu takıntından da bıktım artık! Ne olursa olsun hep siz varsınız! Amara ve Arzel onlar dışında hiçbir şey önemli değil, değil mi?!"

"Siktir git Daron, kıskançlık krizini de götüne sok!" Onu sertçe geri itip ayağa kalktım. Daron'da ayağa kalkmış sinirli bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Benden daha sinirli olamazdı. "Arzel kabullen artık! Amara için değerli olsan bile hiçbir zaman gerçekten sana ait olamayacak. Çünkü o zaten birisine ait!"

Dedikleri tokat etkisi yarattı. Bakışlarım donuklaştı. Daron'a olan öfkem bile geri planda kalmıştı. Kulağımda yankılanan tek şey son cümlesiydi. Çünkü o zaten birisine ait! Evet, Asmedous'a...

Amara yaratıcısına aitti. En başından beri hem de. Bu gerçeği uzun zamandır görmezden geliyordum ama Daron o gerçekleri bana hatırlatmıştı. Ve bu gerçek bir kere daha öfke ile kavrulmama neden olmuştu.

🕯🕯🕯

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%