Yeni Üyelik
11.
Bölüm

♠️10.| Geçmiş, Geçmemiş♠️

@moonlighthikayeler

♠️♠️♠️

Yeni bir güne Cesur'un kolları arasında uyanmak kadar huzur verici bir şey olamazdı. O muhteşem kokusu burnuma geldikçe huzur doluyordum. Göğsünün sakince inip kalkması, teninin tenime değmesi bütün bunlar o kadar rahatlatıcıydı ki Cesur'un bende uyuşturucu etkisi yarattığını söyleyebilirdim.

İşte tam bu yüzden ondan uzak durmak istemiştim ama becerememiştim. Yine ve yine onun kolları arasında yeni bir güne başlamıştım...

Gece nasıl yattıysam sabah o şekilde uyanmıştım. Kafam hâlâ Cesur'un göğsünün üstündeydi tek fark beline sardığım kolumdu. Neyse ki yarasının üstünden sarılmıştım eğer yanlışlıkla zarar verseydim üzülürdüm.

Kafamı hafifçe oynatıp yüzüne bakmaya çalıştım. Onu açık yeşillerini yüzüme dikmiş bana bakıyorken gördüm. Çoktan uyanmış olmalıydı. Gülümsedim. "Günaydın." Gülümsedi. "Günaydın, gece mavisi."

Gülümsemeye devam ederek göğsünde yatıp ona alttan, alttan bakmayı sürdürdüm. Açık yeşil gözleri kısılırken elini kaldırıp yüzüme düşen saç tutamlarını geri ittirdi sonra işaret parmağının tersiyle yanağımı okşamaya başladı. Hareketi karşısında gözlerim kapandı. Beni mayıştırıcı bir etkisi vardı. "İyi uyuyamadın mı gece mavisi?"

Gözlerimi açmadan cevap verdim. "Hayır, uyudum." Hafifçe güldüğünü işittim. "O zaman şu an yatak tembelliği yapıyorsun?" Tek gözümü açarak ona baktım. "Yatak tembelliği?" Halime gülerek iç çekti. "Yataktan kalkmak istememek." Gözümü tekrar kapattım. "Eğer gerçekten öyle bir şey varsa evet bende o var." O güzel sesiyle gülüşünü duydum. "Açıkçası bu durumu annem böyle adlandırırdı. Küçükken yataktan çıkmak istemiyordum oda bana yatak tembeli derdi."

Yanağımı göğsüne sürtüp güldüm. "Bak sende bir zamanlar öyleymişsin, birbirimizi bulmuşuz ne güzel işte." Elini yanağımdan çekerek saçlarıma çıkardı, yavaşça parmakları saçlarımın arasında gezintiye çıktı. "Doğru diyorsun." Esneyip iyice ona sırnaştım. "Bana biraz aileden bahsetsene?" Saçımdaki elinin hareketi anlık dursa da devam etti. "Neyi merak ediyorsun?"

"Nasıl bir annen ile baban vardı?" İlk soru kolaydı. "İkisi de disiplinli, sorumluluk bilinci gelişmiş kişiler. Pansélinos tarikatının önemli askerlerindendirler. Bana karşı hep sevgiyle yaklaşırlar, beni severler tabii yeri gelince onlar için yalnızca bir askerim. İşleriyle özel hayatlarını hiç karıştırmazlar." Sakince anlattıklarını dinliyordum. Farklı bir soru sordum. "Kardeşin var mı?"

"Hayır, tek çocuğum." Biraz düşündüm. Şu anlık aklıma bir soru gelmediği için başka bir şey demedim. Bir süre sessizce yatmaya devam ettik. Kulağıma Cesur'un ritmik kalp atış sesleri geliyordu ve onu dinlemek hoşuma gitmişti. Elimi kaldırıp göğsünün üstüne koydum ve parmağımla hayali şekiller çizmeye başladım.

Cesur hâlâ saçlarımı okşamaya devam ediyordu. Mavilerimi ona çevirince beni izlediğini gördüm. Hep açık yeşilleri bendeydi, bir an bile bakışlarını ayırmıyordu. Sanki gözlerini çekse yok olacakmışım gibi davranıyordu.

Gözlerimiz çarpınca yutkundum. Çok güzeldi. Dalgalı, karışık karamel saçları. Beyaz, mermer gibi teni. Çıkık elmacık kemikleri. Kalın olmayacak şekilde yay gibi kaşları. Açık yeşillerini süsleyen uzun kirpikleri. Düzgün inen hafif kalkık burnu. Kadınları bile kıskandıracak dolgun kırmızı dudakları. Hepsiyle harika görünüyordu.

Cesur'un gözleri de benim üstümde dolaşırken mavi irislerim yavaşça dudaklarına kaydı. Gerçekten korkutucu derecede güzel dudakları vardı. Alt dudağımı dişlerken onu öpmenin nasıl bir his olduğunu düşündüm. Dudaklarının yumuşak, ağızda dağılan bir tadı olduğuna kalıbımı basardım. Cesur eliyle çenemi tutup dikkatimi çekmek istercesine sıktı.

"Ne düşünüyorsun?" Gözlerimi dudaklarından çekmeden cevap verdim. "Seni öpmenin nasıl bir his olduğunu." Çenemdeki eli sıklaştı. Hafifçe çenemi kaldırıp ona bakmamı sağladı. Gözlerim dudaklarından kopup açık yeşillerini buldu. Baş parmağını yavaşça alt dudağımda gezdirip üst dudağıma çıktı. "Beni öpmek mi istiyorsun?" Sesi kısık ama net çıkmıştı. Cevap vermedim, veremedim.

Ona cevap vermeyeceğimi anlayınca eliyle çeneme baskı uygulayıp dudaklarımın öne çıkmasına neden oldu. "Cevap ver!" Sert sesi beni titretti. Kesik bir nefes alarak gözlerine bakmayı sürdürdüm. Çenemdeki eli yavaşça boynuma sarılırken heyecandan nefeslerim düzensizleşmişti.

Parmakları boynuma sarıldı ve tehditkârca sıktı. "Konuşmayacak mısın?" Yavaşça eğilip alnına alnıma yasladı. Gözlerinin dudaklarıma kaydığını fark ettim. Ağırca yutkundu. "Bana cevap ver, ver ki sana istediğini verebileyim." Ferah nefesi dudaklarıma çarpıyordu.

Boynumdaki tutuşu sertleşince dudaklarım aralandı. "Hadi, o güzel ağzından istediğim cevabı ver." Siktir! Bir anda böyle konuşmaya başlaması beni şaşkına uğratmışken nasıl cevap verebilirdim ki? Sözleri gibi bakışları da sertleşmişti. Açık yeşilleri gittikçe koyulaşıyordu. "Cesur..." Fısıltım ikimizin dudakları arasında can buldu.

"Söyle, güzelim?" Göz kapaklarım titreyerek kapandı. Konuşamıyordum, dilim dolanmıştı sanki. Cesur alnını daha sert alnıma bastırdı. "Gözlerini kapama, gece mavilerini benden saklama." Çok kötü bir durumdaydım. Ne bir tepki verebiliyordum ne de cevap. Kasılıp kalmıştım. Cesur acı çekiyormuş gibi inledi. "Bunu bana yapmayı kes artık! Görmüyor musun senin için deliriyorum ama sen iki kelimeyi bir araya getirmeye korkuyorsun."

Gözlerim aniden açılırken acıyla yüzüm buruştu. Boynumdaki elinin bileğini tutup uzaklaştırdım, alnımı da alnından çektim. Yatakta doğrulup ondan uzaklaşırken acıyla tebessüm ettim. Gözümden bir yaş yanağıma aktı. "Haklısın, ben korkağın tekiyim. Ama en çokta korkunç biriyim." Yataktan hızla kalkıp banyoya girdim, kapıyı kilitleyip yere çöktüm. Yanaklarımdan yaşlar akmaya başlarken kafamı kapıya yaslayıp elimle ağzımı örttüm.

Gözlerim yaşlarla dolunca görüşüm bulanıklaştı. Elimi ısırıp sesimi çıkarmamaya çalıştım. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu. Gözlerim kararmaya başlayınca dizlerimin üstünde kalkıp çekmeceleri karıştırmaya başladım. Turuncu küçük şişeyi bulunca hızla açıp iki hapı avucuma dökülmesini sağladım onları ağzıma atarken yerden kalktım, suyu açıp avuçlarıma su dolmasını sağladım ve hapları kolayca yutmak için içtim.

Tekrar yere çökünce titreyen ellerimi yumruk attım. Lanet olsun, lanet olsun! Ne yapıyordum ben? Neden kendime bunu yapıyordum? Kendime acı çektirmek hoşuma mı gidiyordu? Neden Cesur'a bir cevap verememiştim? Neden hâlâ geçmişe takılı kalıyorum?!

Acıyla inleyip bulanan midemle iki büklüm oldum. Gözlerimden yaşlar hâlâ akmaya devam ediyordu. Omuzlarım şiddetle titremeye başlamıştı. Artık sessiz kalmayı bile beceremiyordum. Hırıltılı nefeslerim banyonun içinde dönüp dolaşıyordu. Kendimi sıkıp sakinleşmeye çalıştım. Bu bana zarar vermekten başka bir işe yaramamıştı.

Alnımı yanımda kalan duş kabinine yaslayıp gözlerimi kapadım, bayılacak gibi hissediyordum. Ama gözümün önüne gelen sahneyle korkarak gözlerimi açtım. Sarsılarak ağlamaya başladım.

Neden? Neden hâlâ gözümün önündeydi! Benim suçum değildi ki onun suçuydu! Ben niye kendimi suçlayarak kendimi bitirmeye devam ediyordum? Şu lanet olasıca olayı neden zihnimden silemiyordum!? Kapının ilk önce açılmaya zorlaması ardından sertçe yumruklanmasıyla irkildim. "Hera, kapıyı aç. Özür dilerim, bak öyle demek istemedim... aç kapıyı konuşalım."

Ellerimle yüzümü örterek hıçkırıklara boğuldum. Kendisinin yüzünden böyle olduğumu sanıyordu! Titreyerek nefes verdim. "Hera! Aç şu kapıyı... açmazsan kıracağım." Alnımı sertçe duş kabinine vurdum. Belki böyle unuturdum. "Hera diyorum!" Tekrar vurdum, sıcak bir sıvı aktı. "Hera! Kırıyorum kapıyı!" Neden hâlâ unutamamıştım? Daha sert mi vursaydım acaba?

Bir gürültü duyuldu, banyonun kapısı duvara çarpıp durdu. Gözlerimi yerden kaldırınca Cesur'u gördüm. Olduğu yerde donmuş bana bakıyordu. Gözlerim açılıp kapandı. Tekrar açmaya çalışınca beceremedim. Bilincimi kaybettim, yere yığıldım.

♤●♡●♧

Karanlık önümde uzayıp gidiyordu. Her yer karanlıktı, hiçbir şey göremiyordum. Sonra onun, Cesur'un sesini duydum. "Hera? Gece mavisi, uyan." Yanağım hafifçe okşandı. "Gece mavisi, uyan hadi." Yerimde kıpırdamaya, gözlerimi açmaya çalıştım. Başıma ağrı girmesiyle yüzüm buruştu. Alnımda bir yük hissediyordum. "Uyanıyor galiba."

Farklı bir ses duymak beni irkiltti. Ama sonra onun Zeliş olduğunu anladım. Göz kapaklarım birbirine yapışmış gibiydi, birkaç denemede anca açabildim. "Yüce yaratıcıya şükürler olsun, uyandın kızım."

Keşke uyanmasaydım. Zeliş elini omzuma koydu. "Kendini nasıl hissediyorsun, kızım?" Yüzümü buruşturdum. Boğazım yanıyordu, birkaç kere öksürdüm. "Ne oldu bana?" Anılar silik silikti. "Yani kızım en başta bende ne olduğunu anlamadım. Odandan bağırışlar gelince çıkıp bakayım dedim. Seni banyoda yerde yatar, Cesur Bey oğlumu da senin başında gördüm. İlk başta onun sana zarar verdiğini sandım ama sonra ne olduğunu anlayınca hemen senin doktoru çağırdım. Geldi, muayene etti. Sakinleştirici iğnesi yapıp serum taktı sonra gitti. Bir de şey Psiko krizi geçirmişsin, öyle dedi."

Dudaklarımı yalayıp kafamı salladım. Ne diyecektim ki? Durum orta da. "Şey Heracığım belki haddime değil ama neden kriz geçirdin sen kızım? Cesur bey oğlum sana kötü söz etmiş ondan olduğunu düşünüyor ve kendini suçluyor ama ben senin bu kadar küçük bir olay yüzünden kriz geçireceğini düşünmüyorum. Ne oldu kızım da sen bu hale geldin?" Yutkunup Cesur'a baktım. Kafasını eğmiş öylece yatağın kenarında oturuyordu. Onu öyle görmek kalbimi acıttı.

Hiçbir şey yapmayarak bile ona zarar veriyordum. Neden baştan çizdiğim sınırı aşmıştım ki! Şimdi her şey daha zor olacaktı. "Cesur'un yüzünden bu halde değilim. Ama nedenini de söyleyemem, üzgünüm." Zeliş'e kafamı iki yana salladım. İç çekip elini omzumdan çekti.

"Anladım kızım. Ben sana en iyisi yiyecek bir şeyler getireyim. Yarım gündür uyuyorsun, acıkmışsındır." Olumsuz anlamda kafamı salladım, bu başımın dönmesine neden oldu. "Hayır, boşa zahmet etme. Aç hissetmiyorum."

"Ama öyle olmaz ki kızım."

"Olur, olur. Acıkınca söz yerim." Dudaklarını birbirine bastırıp emin olamamış gibi baktı. "Peki, ben sizi yalnız bırakayım." Zeliş odadan çıkınca gözlerim Cesur'a döndü. "Özür dilerim, seni de korkuttum." Kafasını kaldırıp gözlerime bakınca içim burkuldu. "Benim yüzümden bu halde olduğunun farkındayım, değil desen bile." Acıyla yüzümü buruşurken elimi uzayıp elini tuttum. "Cesur gerçekten seninle bir alakası yok. Bu benimle ilgili."

"Buna inanmamı bekleme. O dediklerimden sonra böyle oldun... anlamıyorum seni bu hale getirecek kadar neyi tetikledim?" Gözlerim dolmaya başladı. "Cesur lütfen kendini suçlama." Yüz hatları sertleşmeye başladı. "O zaman seni bu hale getireni söyle!" Gözlerimi kaçırdım. "Bunu söylemem pek iyi bir fikir olmaz."

"Bana açık ol... Bi' kendinden uzaklaştırıp bi' yakınına çekmen beni de yormaya başladı. Sen böyle yaptıkça gerçek duygularını anlayamıyorum." Haklıydı. Dengesizce davranıyordum. "O halde git." Elini elimden çekip ayağa fırladı. Bana arkasını dönerek ellerini saçlarının arasına sokarak dağıttı. "Gerçekten istediğin bu mu?" Hayır ama olması gereken bu. Hızla yanıma gelerek ellerini iki yanıma koyarak üstüme eğildi. "Söyle bana istediğin gitmem mi?" Hafifçe olumlu anlamda kafamı salladım.

Yüzü buruştu. "O zaman ne diye bana sarıldın? Neden yaramla ilgilendin? Benimle neden uyudun? Neden bana umut verdin!?" Titrek bir nefes aldım. Gözlerim yaşlarla olmuştu. "Söyle bana neden kendini bana aşık ettin!?" Dayanamayarak ağlamaya başladım. Gözlerimi sıkıca yumup sarsılarak ağlamayı sürdürdüm. Cesur alnını alnıma yasladı.

"Ağlama... neden ağlıyorsun ki şimdi?" Dişlerimi alt dudağıma geçirdim. Ellerim yatak örtüsünü sıkıyordu. "Özür dilerim, çok özür dilerim." Gözlerimi açıp ona baktım. "Özür dilerim, Cesur. Ben korkunç biriyim."

"Hayır değilsin. Kendi hakkında öyle konuşma. Sen hayatım boyunca gördüğüm en güzel şeysin." Dudaklarım titredi. "Bilmiyorsun, bilsen öyle konuşmazsın." Elinin tekini yanağıma koyup yaşları silmeye başladı. "Anlat o zaman bileyim." Bunu sana nasıl anlatabilirim ki? "Cesur, lütfen. Benden nefret etmeni istemiyorum. Beni buna zorlama." Hafifçe gülümsedi. "Senden asla nefret etmem. Anlat hadi, dinliyorum." Gözlerimi sıkıca kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Pekâlâ eğer istediği buysa...

"Hangi birini anlatıyım? Beni bu hale getiren şeyi mi? Ellerime bulaşan kanları mı? Kendimi bile kandırdığım gerçeğini mi?" Baş parmağı nazikçe elmacık kemiğimde gezindi. "Hepsini, en çok senin bu hale gelmeni neden olan şeyi." Alayla güldüm. "Benim bu hale gelmemin nedeni kendimim. Ben kendimi bu hale getirdim. Benim bu hale gelmemde lanet olasıca Asi'nin payı var! Ama en çokta onu yaratarak en büyük hatayı ben yaptım... Onu yok edemiyorum da yapamıyorum çünkü buradaysam bunu ona borçluyum ama onun yüzünden kendimi suçlayıp duruyorum. Onu ben yarattım, olduğu kişi benim bir parçam ve o parçanın bu kadar büyük bir zarar vereceğini tahmin etmemiştim."

Cesur alnıma bir öpücük kondurup biraz geri çekildi. "Anlat ne oldu?" Sertçe yutkundum. "Bundan yıllar önceydi daha 19 yaşındaydım. Asi'yi yaratmamdan daha 8-9 ay geçmişti. Kontrolünü tam sağlayamıyordum. Önceden de kişilikler yaratmıştım ama hiçbiri bu kadar isyankâr değildi hoş onlar roller için büründüğüm kişiliklerdi. Özelliklerini benden değil yazılmış metinlerden almışlardı oysa Asi'yi tamamen ben yaratmıştım. İlk kendi yarattığım kişilikti."

Nefeslendim, gerisini anlatmak için buna ihtiyacım vardı. "O zamanlar çok sevdiğim bir sevgilim vardı. Benden 9 yaş büyüktü. Tabii bende o zaman gençlik çağlarında olan körpe bir kızdım. Hep o ne derse onu yapardım, beni kontrol etmeye bayılırdı. Sürekli kendi istekleri olsun isterdi. Bir gün ona karşı çıktım, tartışmaya başladık. İşte her şey o zaman başladı..."

♤●♡●♧

Tarih: 02.11.2016

Saat: 21:00

Konum: Orman Evi

Tek gürültü şömineden gelen odunların yanış sesiydi. Üstümde olan battaniyeye sıkıca sarılıp gözlerimi yanan odunlara diktim. Biraz sonra Pusat elindeki kadehler ile yanıma gelmişti. Beyaz şarap dolu kadehi uzatınca olumsuz anlamda kafamı salladım. Kaşları çatıldı. "Al şunu Hera."

"Beyaz şarabı sevmiyorum bunu biliyorsun neden getiriyorsun ki?"

"İçmeni istiyorum çünkü. Şimdi al şu kadehi." Ela gözleri itiraz istemezmiş gibi bakıyordu. "Hayır, içmeyeceğim." Tavrım netti. Bu sefer onun istediği olmayacaktı. "Senin neyin var? Son zamanlarda pek asileştin." İçimden güldüm. Ben asileşmemiştim. Direkt olarak Asi'yi yaratmıştım. "Bir şeyim yok. Ben hâlâ benim."

"Dediğimi yap o zaman." Sıkkınca ona baktım. "Pusat içmeyeceğim diyorum neden anlamıyorsun?" Çenesi kasıldı. "İçeceksin!" Eliyle çenemi acıtacak şekilde tutup ağzımı açmaya zorladı. Diğer eliyle kadehi ağzıma sokmaya çalışıyordu. Ellerimle onu engellemeye çalıştım. Kadehe elimle vurunca beyaz şarap üstüme döküldü, kadeh yere düşerek kırıldı. Ayağa kalkıp Pusat'tan uzaklaştım.

"Yaptığını beğendin mi, Hera?" Ela gözleri kırık camlardan bana döndü. Gözleri öfke doluydu. Bir şey demeden hızlıca yatak odasına gittim. Üstümdeki kazağı çıkartıp banyoda boynumu yıkadım, şarap bulaşmıştı. Odaya geri gidince Pusat'ın da burada olduğunu gördüm. Kaşları çatık yatağın kenarına oturmuş bana bakıyordu. Gözleri sadece sütyenli üstümde dolaşıyordu. Tersçe Pusat'a bakıp küçük el valizinden başka bir kazak çıkardım. "Giyme!" Sorarcasına ona baktım. "Sebep?"

"Öyle istiyorum. Sakın giyme."

"Ama üşüyorum."

"Biraz soğuktan zarar gelmez. Çok üşüyorsan da salona geç. Ama önce o yaptığın pisliği temizle." Dişlerimi birbirine bastırdım. Ellerim yumruk olmuştu. Asi'yi hissetmeye başlamıştım. Telâşlanırken ona hâkim olmaya çalıştım. Ama aynı orantıda sinirlenmem onu daha da kışkırtıyordu. "Beni duyuyor musun Hera? Git ve temizle orayı. Senin yüzünden ayağıma zarar gelmesini istemiyorum." Gözlerim anlık olarak karardı. Asi'nin hırladığını duydum.

"Tamam, temizlerim şimdi." Elimdeki kazağı geri valize koyup ona bakmadan salona geri döndüm. Komodinin üstündeki peçetelikten peçete alıp yerdeki ıslaklığı ve kırık camları bir araya toparlamaya başladım. Pusat'ın geldiğini hissedince kafamı olduğu yere çevirdim. Kapının pervazına yaslanmış elindeki kadehte bulanan şarabı içerek beni izliyordu. "Hoşuna gidiyor değil mi?" Anlamayarak yüzüme baktı. "Ney?"

Cam kırıklarını ve ıslanmış peçeteleri yerde bırakıp ayağa kalktım. "Bana istediğin gibi yön vermek. Seni sevdiğimi biliyorsun, senin için neler yapabileceğimi de ve bunları kullanmaktan bir an bile gocunmuyorsun. Sen, sana olan sevgimi bana karşı kullanıyorsun."

Eğer başka bir şansım olsaydı kimseye aşk olmaz, sevgimi bana karşı kullanmalarına izin vermezdim. Herkesten her şeyden uzak sadece kendimi düşündüğüm bir hayatım olurdu. Yüzü gerilmeye başladı. "Bunu da nereden çıkardın?" Acıyla tebessüm ettim.

"Bir yerden çıkarmadım ki gerçek bu. Sen narsist herifin tekisin. Ve beni istediğin şekle sokuyorsun çünkü ben aptalın en önde gideniyim. O kadar erkek dururken gelip sana âşık oldum." Öfkeyle elindeki kadehi yere attı sonra durduğu yerden fırlayıp yanıma geldi ve kolumu tutarak sırtımı duvara savurdu. Diğer eliyle çenemi tutup sıktı.

"Senin o dilin fazla uzamaya başladı. Ne iş? Benim bilmediğim ne haltlar karıştırıyorsun sen?" Hâkimiyetinden kurtulmaya çalışsam da başarısız oldum, bedenini bedenime yasladığı için kıpırdayamıyordum. "Bir şey falan karıştırdığım yok. Kendi kafanda kuruntu yapma." Eli çenemden ayrılıp boğamıza dolandı, acıtarak sıkınca gözümden bir yaş geldi.

Elimle bileğini tutup çekmeye çalıştım. "Ne yapıyorsun, bırak!" Dudakları kulağıma yaklaştı. "Beni aldatmaya kalkışırsan sonunun kötü olacağını biliyorsun değil mi, bebeğim?" Hızlıca kafamı salladım, gözlerim dolmuştu. "Seni seviyorum neden öyle bir şey yapayım?" Parmaklarını boynumdan çekti. Dudakları yanağıma sürtünerek dudağımın kenarına kadar geldi. Şimdi hafifçe gülümsüyordu. "Beni seviyorsun, evet biliyorum. Ama sende şunu bil sevgilim sen sadece beni sevebilirsin."

Nefesini dudaklarıma üfledi. Yutkunarak ela gözlerine baktım. Sevdiğim şekline dönmüştü. Kabullenişle iç çektim. "Evet, sadece seni seviyorum. Hep de seni seveceğim." Ela gözleri parlarken dolgun pembe dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. Tek eli ensemi kavrarken diğeri belime sarılmıştı. Beni sert ve acelesi varmış gibi öpmeye başladı.

Nefeslenmek için geri çekildiğimizde iki eliyle kalçalarımdan tutup beni kucağına aldı ve geniş kanepeye yürüdü. Sırtım kanepeyle buluşunca alttan, alttan tepemde dikilen Pusat'a baktım. Üstündeki gömleği çıkarıyordu.

Parlayan mavilerimle onu izledim. Muhteşem vücudu fitti ve kas doluydu. Üstüme eğilince kollarımı boynuna doladım, dudaklarımız tekrar buluştu. Bizim tartışmalarımızın hepsi birbirimize dokunmaya başlayınca biterdi, şu an olduğu gibi...

Sabah gözlerimi yatakta tek yatarken açtım. Pusat beni yatağa taşımış olmalıydı. Çıplak bedenimi Pusat'ın gömleğini giyerek örttüm. Saçlarımı bir düzene sokmaya çalışırken odadan çıkıyordum. Mutfaktan gelen seslerle oraya gittim. Pusat'ı kahvaltı hazırlarken görünce şaşkınca olduğum yerde durdum. Geldiğimi hissetmiş gibi omzundan geriye baktı.

"Günaydın bebeğim." Aynı şekilde karşılık verip yanına ilerledim. "Sen kahvaltı mı hazırlıyorsun?" Olumlu anlamda kafasını sallarken bir krepi çeviriyordu. "Evet, sevgilim için." Yüzümde ufak bir gülümsemeyle ona baktım. Ardından mutfakta bulunan hazırlanmış masaya oturdum. Pusat'ı izlemeye başladım. Birkaç dakika sonra kahvaltımızı etmiş, sofrayı birlikte toplamıştık. Şimdi ise orman yolunda yürüyüşe çıkmıştık.

Buraya hafta sonlarını birlikte geçirmek için sürekli gelirdik. İnsana huzur veriyordu. "Senin sevdiğin uçuruma gidelim mi?" Teklifine balıklama atladım. "Evet, lütfen." Elimi sıkıca tutup beni uçurum yoluna ilerletti. Birkaç dakika sonra uçuruma gelince elini bıraktım ve uçurumun ucuna gittim. Aşağısı ful ağaç kaynıyordu karşısında ise dağlar vardı.

"Çok güzel." Pusat arkamdan yaklaşıp kollarını belime sardı ve ona yaslanmamı sağladı. "Senin kadar değil." Kıkırdayarak manzarayı izlemeye devam ettim. "Bebeğim?"

"Efendim?" Pusat belime doladığı kollarını geri çekip beni kendine döndürdü. Beklentiyle ona bakarken cebinden çıkardığı kırmızı kadife küçük kutuyu gördüm. "Hera, benimle evlenir misin?" Kutuyu açtı, içinde mavi elmastan yapılma yüzük vardı. Şaşkınlıkla ağzım aralanıp kapandı. Ne diyeceğimi bilemez halde bir iki dakika öylece durunca Pusat'ın yavaşça kaşları çatıldı. "Neden evet demiyorsun?" Hesap sorarcasına konuşunca bütün heyecanım kaçtı. Bu sorusu bile öylesine sorulmuş zaten Pusat çoktan kararını vermiş, bana söz düşer miydi!

"Sadece şaşırdım. Beklemiyordum. Daha bunun için erken değil mi? Yeni üniversiteye başladım, okul bitince evleniriz diye düşünüyordum." Aslına bakarsanız Pusat'la evlenmeyi hiç düşünmemiştim. Bunun için bana bir kapı açmamıştı ki. Bu yüzden onun bu teklifi etmesine çok şaşırmıştım ya. "Okulun bitmesine daha çok var. Neden erteleyelim? Hem okuduğun da bölüm olsa. Oyuncu olacağım diye tutturdun ama evlenince bunun için vaktin bile olmayacak. Boşa okumuş olacaksın."

Ne dedi o? Ufaktan sinirlenmeye başladım. "Pusat, sen ne saçmalıyorsun? Neden vaktim olmayacakmış?" Sesim sert çıkmıştı.

"Benimle ve çocuklarımızla ilgilenmekten vaktin olmayacak. Ayrıca senin ne okumaya ne de çalışmaya ihtiyacın var. Ben varım burada." Gözlerim dolmaya başlamıştı. Ellerimi cebime sokup yumruk yaptım. "Pusat şu an saçmalıyorsun. Daha teklifini kabul etmemişken çocuk diyorsun ya! Ben daha kendim yeni çocukluktan çıktım iyi misin sen?" Yüzü gerilmeye başladı, sinirleniyordu ama umurumda değildi çünkü en az bende onun kadar sinirliydim.

"Hemen şimdi sana çocuk yapalım demiyorum. Ayrıca teklifimi kabul etmeyip de ne yapacaksın?" Dilimi dişledim. Asi'nin ortaya çıkmak istediğini hissediyordum. Onu kontrol etmek gittikçe zorlaşıyordu.

Yüzüm buruştu. Lütfen, şimdi olmaz. "Hera bana cevap ver. Beni sevmiyor musun? Yoksa başka biri mi var?" Zihnimin ikiye ayrıldığını hissediyordum. Bir tarafı benim diğer tarafı Asi'nindi. "Hera, cevap versene!" Gözlerim kapanıp açıldı. "Kapa çeneni!" Bağırmam beni bile şaşırttı. Siktir! Nefeslerim sıklaştı. Bütün her şey üst üste geliyordu. "Hera neyin var ne oluyor?" Gözümün önüne bir perde inip kalkıyordu. Resmen Asi ile savaşıyordum.

Seni ben yarattım, neden sözümü dinlemiyorsun! İçeride kal işte.

Pusat kolumu tutup beni sarstı. "Cevap vermemek için numara mı yapıyorsun sen!" Ofladım. Yetti artık. Kolumu sertçe Pusat'ın elinden kurtardım. "Yeter be bırak!" Davranışlarıma Asi'ninkiler karışmaya başlamıştı. Nasıl kontrol edeceğim ben bunu? "Hera öfkelenmeye başlıyorum artık. Soruma cevap ver sonra gidelim buradan, sıkıldım."

"Yok cevap falan. Sıkıldıysan da çok istiyorsan gidebilirsin." Siktir, Asi siktir! "Başka biri var değil mi? Ondan teklifimi kabul etmiyorsun. Oysa dün gece kollarının arasında ben vardım, benim adımı inliyordun! Şimdi ne değişti?" Bağırarak üstüme yürüyünce geri çekildim. "Pusat sakin ol. Yok öyle bir şey. Seni seviyorum tamam mı! Bir başkasını değil artık şu kuruntuyu kafandan at!" Şu an bu olanlara inanamıyordum.

"Neden teklifime cevap vermiyorsun o halde?" Ona ben değil Asi cevap vermek istememişti. "Çünkü beni kızdırdın. Tutkum olan oyunculuğu küçümsedin. Beni aldın ve istediğin gibi bir yere koydun. İlerde ne yapacağıma bile sen karar veriyorsun resmen."

"Senin için en doğrusu neyse onu yapmaya çalışıyorum." Hâlâ kendini savunmaya devam ediyordu. "Bırak da buna ben kendim karar vereyim. Hayat benim hayatım, kararlarımı kendim verebilirim!" Söylediklerimden hoşlanmamıştı. "Anladım ben seni. Sen başına buyruk olup kendi isteğin şeyleri yapacaksın. Beni görmezden geleceksin." Hâlâ yanlış anlıyordu.

"Bak Pusat sana şöyle açıklayım. Ben sana işin konusunda karışıyor muyum? Şunu, bunu yapacaksın diyor muyum? Bir şeyi yapmadan önce benden izin alıyor musun? Ben cevap vereyim; hayır! Sen hiçbir zaman bana hesap vermiyorsun, istediğini yapabiliyorsun ama sıra bana gelince hep senin engeline takılıyorum neden? Senin hayatın varda benim yok mu?!"

Öylece yüzüme baktı. Dediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. "Eve gidelim. Anlaşılan sen bugün kendinde değilsin." Hayretle Pusat'a baktım. Şaka gibiydi. "Sen gidebilirsin, ben biraz daha kalacağım."

"Hayır olmaz benimle geliyorsun." Sinirle dişlerimi birbirine bastırdım. "Bence bir süre ayrı kalalım. Şu anda birbirimizi üzmekten başka bir halt etmiyoruz." Uçurumun kenarına yaklaşıp manzarayı izlemeye başladım. Pusat'ın arkamda bir taraflarda olduğunu hissediyordum.

"Hera beni uğraştırmadan hemen yanıma geliyorsun." Ne bir cevap ne de tepki verdim. Her zaman onun dediği oluyordu zaten bu seferlik böyle olsun. Pusat yanıma gelerek iki kolumdan tutup kendine çevirdi. "Bana bak Hera senin nazınla falan uğraşamam ben. Git bu nazları annen ile babana yap. Benim yanımdayken bana layık şekilde davranacaksın." Kollarımı tutan elleriyle beni sarstı. "Anladın mı beni? Ben ne dersem o olacak."

Tepki vermeden yüzüne baktım. Bu tavrım onu daha da sinirlendiriyordu. Ela gözleri öfkeyle kızarmıştı. Siyah saçları rüzgârdan dağılmıştı. "Cevap ver Hera!" İnadına vermedim. Kalbimin kırıldığını göremiyor muydu? "Beni seviyor musun?"

"Ne?"

"Beni seviyor musun diyorum?" Şaşkınca yüzüme baktı. Neden şaşırıyordu? "Cevap veremiyorsun. Pusat bence sen benim sana olan duygularımı değil kendi duygularını sorgula." Hafifçe gülümsedim. "Çünkü anladım ki ben bu ilişkisi için boşa kürek çekiyormuşum. Tek kişiyle bir ilişki olmaz, aile hiç olmaz."

Ellerini kollarımdan çekti. Temkinli bakışları yüzümdeydi. "Bu ne demek şimdi?" Sesinde ufakta olsa korkuyu hissetmek bana iyi geldi. En azından beni kaybetmekten korkuyor ama hayat ya bu, en çok korktuklarımız başımıza gelir.

"Bu, bitti demek. Olmuyor artık. Seni ne kadar sevsem sen bir o kadar benim sevgimi sömürüyorsun. Böyle daha fazla yapamam, seni ne kadar seviyor olsam da." Gözlerinden birden fazla duygu geçti. "Hayır, yapamazsın. Benden ayrılamazsın. Bunu bana yapma Hera." Elimi tutmaya çalışınca geri çekildim. Gözümden bir yaş aktı. "Sevmek bazen fedakârlık gerektirir Pusat, sende en büyük eksik o... Sen bu ilişki için ne yaptın ki? Hep çabalayan benimden." Pusat kafasını iki yana salladı.

"Hayır, Hera lütfen. Seni seviyorum, bana inanmayabilirsin ama gerçekten seviyorum. Seni sevmesem neden evlenme teklifi edeyim ki?" Diğer gözümden yaş aktı. "Sen sadece hayatındakileri kaybetmek istemiyorsun. Eğer beni gerçekten sevseydin, ne hissettiğimi anlardın. Ama şu an tek hissettiğin duygu kaybetme duygusu çünkü buna alışık değilsin!"

Sözler dudaklarımın arasından acımasızca çıkmıştı. Pusat birden kolumu yakalayıp beni kendine geçti. Bedeni bedenime yaslanırken kollarını belime dolayıp hareket alanımı kısıtladı. "Doğru diyorsun ben kaybetmeye alışık değilim ve seni de kaybetmeyeceğim." Kendimi ondan uzaklaştırmaya çalışsam da çok sıkı tutuyordu.

"Ne yapacaksın ha? Beni bir yere mi kilitleyeceksin ne yapacaksın!" Hastalıklı bir şekilde sırıttı. "Hayır, sonsuza kadar seninle ayrılmayacağımız bir yere gideceğiz." Siktir, bizi öldürecekti! “Saçmalama, Pusat. Şu an sağlıklı düşünemiyorsun. Lütfen kes şunu, beni korkutuyorsun.”

“Korkacak hiçbir şey yok sevgilim. Söz canın yanmayacak. Birlikte sonsuzlukta mutlu olacağız.” Bu dedikleri suyu taşıran son damla olmuştu. Birden kendimi kaybettim. Ne olduğunu anlamadan gözlerim kapandı açtığımda Pusat'ın kolları arasında değildim. Oda burada değildi. Kontrolü Asi'nin aldığını anlamıştım ama o anlar hafızamda silikti.

Hatırlamaya çalışsam da olmuyordu. Etrafıma bakındım. Pusat hiçbir yerde yoktu. Tedirgince adını bağırdım. "Pusat neredesin?" Nereye kaybolmuştu? Asi'nin ben olmadığımı anlamıştı da korkup kaçmış mıydı? Uçurumun farklı bir tarafındaydım bunu fark edince kaşlarım çatıldı.

Sonra uçurumun kenarından uzaklaşıp orman yoluna geri döndüm. Etrafıma bakınıp onu arasam da bulamadım. Orman evine geri dönüp evde aradım onu ama yoktu. Korkuyla koltuğa oturdum.

Asi ona ne yapmıştı?

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%