Yeni Üyelik
4.
Bölüm

♠️3.|Gece Mavisi♠️

@moonlighthikayeler

 

♠️♠️♠️

Görmezden geldiğim, kaçtığım ne varsa hep bir yolunu bulup karşıma çıkıyordu. Şu an olduğu gibi. Bir daha karşılaşmam dediğim adam, düzeltiyorum adamlar biraz ilerimde duruyorlardı. Bu sanırım kaderin bir oyunuydu.

Sakin kalmaya çalışarak önüme döndüm. Bakmamak en mantıklısıydı. Ayrıca telaş yapmama gerek yoktu. Beni tanımalarına imkân yoktu. Dün gece tamamen farklı biriydim. O zaman Umay'dım ama şimdi Hera'ydım. Tanınmamak için sesimi bile değiştirerek konuşmuştum.

Oyuncu olmanın avantajlarından biriydi açıkçası. Bu yüzden rahat olabilirdim. Sakince masada bulunan su şişesindeki suyu boş kadehe doldurdum. Sudan birkaç yudum içtim.

Ahularda nerede kalmıştı? Saat verip kendileri zamanında gelmiyordu. Barlas'ı anlayışla karşılayabilirdim çünkü onun hem evi uzaktı hem de yorulmuş olduğunu hesaba katarsak geç kalması normaldi. Telefonumdan saate baktım.

19:10 Tam 10 dakika geç kalmışlardı. Bekletilmeyi sevmediğimi bilmelerine rağmen. Biraz sonra Barlas'ın geldiğini görünce rahatlıkla nefese verdim. Sonunda birileri gelebilmişti. Ama o gelemeyenlerin benden çekeceği vardı. Barlas karşıma oturdu.

"Geç kaldım kusura bakma." Önemli değil gibisinden kafamı salladım. Barlas bir an duraksadı. "Ee, Ahu ile Alp nerede?"

"Bir bilsem! Gelemediler bir türlü. Ben bir mesaj atayım en iyisi." Telefonumu elime alıp Ahu'ya mesaj attım. Birkaç dakika sonra verdiği yanıt beni bozguna uğratmıştı. Mesajına cevap verip telefonu masaya bırakıp Barlas'a baktım. Şüpheyle yüzüme bakıyordu. Bir şey olduğunu anlamıştı. "Bir sorun mu var?"

"Alp'in babası kalp krizi geçirmiş. Ahu ile Alp'te babasının yanındaymış." Elimle alnımı kaşıdım. Alp'in babasını yakından tanırdım. Kalp krizi geçirmesine üzülmüştüm. "Geçmiş olsun. Şimdi iyi ama değil mi?" Hızlıca kafamı salladım. "Evet, iyiymiş." Barlas kararsız bir şekilde yüzüme baktı. "Kalkalım istersen yanlarına falan gitmek istersin belki."

"Yok, olmaz öyle. Bu kadar geldik kalkmayalım. Ayrıca hastaneye şu an gidemem başları kalabalıktır." Kırıkça gülümsedim. Alp'in ailesi oldukça genişti. Tam 6 tane kardeşi vardı ve hepsi evli, çocuk sahibiydi. Hastaneye gitsem bile Alp'in babasını zor görürdüm. "Sen bilirsin. O zaman sipariş verelim."

"Olur." Barlas bir garsonu yanımıza çağırınca siparişlerimizi verip beklemeye başladık. Barlas ile sohbet etmeye başlamışken gözüme çarpan Cesur'a kısaca baktım. Hâlâ Pars ile bar kısmında oturmuş konuşuyorlardı. Yüz ifadesi gergin olduğunu ele veriyordu onun aksine Pars eğleniyor gibi gözüküyordu. Tartışıyorlar mıydı? Her neyse beni ilgilendirmezdi. Bütün dikkatimi Barlas'a verip dediklerini dinledim.

Biraz sonra yemeklerimiz gelince sohbetimiz koyulaşmıştı hatta sesli kahkaha atınca herkesin bizim masaya baktığını gördüğümde utanarak kafamı eğmiştim. Barlas'ın bana bakarak sırıttığını fark edince kaşlarımı çattım.

"Bakıyorum da çok eğleniyorsunuz Barlas Bey?" Beyaz şarabından bir yudum aldı, parlayan siyah incileri kısılmıştı. "Yanımda senin gibi eğlenceli bir hanımefendi varken eğlenmemek söz konusu bile olamaz." Alt dudağımı dişleyip kırmızı şarabımdan içtim. Kadehi masaya koyarken muzipçe ona baktım. "İyi ki varım o halde..."

Yemeklerimizi yemeği bitirince, tatlılarımızı sipariş ettik. En sevdiğim frambuazlı pasta masaya gelince gözlerimden kalp fışkırdı. Tatlılarımızı da sohbet eşliğinde yedikten sonra artık gitme vaktimiz gelmişti. Yarın erkenden ikimizin de çekimi vardı.

Eve gidip dinlenmeliydik. Birlikte restorandan çıkınca masada telefonumu unuttuğumu fark ettim. Durduğumu gören Barlas' da durdu. "Bir sorun mu var?"

"Telefonumu masada unutmuşum. Sen git ben onu alıp giderim."

"İstersen bekleyebilirim?" Olumsuz anlamda kafamı oynattım. "Gerek yok, sen evine git. Beni almaya Ali gelecek zaten." Yanıma gelip elini belime koydu, yanaklarımı öptü. "Yarın sabah görüşürüz o halde." Gülümseyip sağ yanağını öptüm. "Görüşürüz," deyip yanından ayrıldım. Geri restoranda girip yemek yediğimiz masaya gittim. Mavilerim masada gezindi ama telefonumu göremedim.

Yanıma almadığımdan emindim masada da yoksa neredeydi bu telefon? Sıkıntıyla iç geçirip etrafıma bakındım. Belki garsonlardan biri almış olabilirdi. Yanımdan geçen bir garsonu durdurdum. "Affedersin, bu masada telefonumu unutmuştum da şimdi bulamıyorum. Acaba sizden biri mi aldı?"

"Hiç bilmiyorum efendim ama bi' bar kısmındaki arkadaşın yanına gidin o sizinle ilgilenir. Eğer telefonunuzu bizden biri aldıysa oradadır." Hafifçe gülümsedim. "Peki teşekkürler." Bar kısmına ilerlerken Cesur ile Pars'a bakmamaya özen gösterdim. Onlarda saatlerce gitmemiş, yapışıp kalmıştılar. Bar kısmına gelince taburelerden birine oturup barmene doğru eğildim.

Elindeki havluyla bardakları kuruluyordu. Boğazımı temizleyince kafasını kaldırıp bana bakmıştı. Şirince gülümsedim. "İyi geceler. Ben az önce masada telefonumu unuttum da garsonlardan biri size yönlendirdi acaba telefonum sizde olabilir mi?" Bardakları kurulamayı bıraktı. "Siyah kılıflı olan mı?" Hızlıca kafamı salladım. Barmen onaylamam ile tezgâhın altındaki çekmeceyi açtı.

Elinin arasında telefonumu görünce gülümsedim. Uzatınca aldım. "Çok teşekkür ederim." Bir an telefonumu tamamen kaybettiğimi sanmıştım. Telefon aslında önemli değildi asıl önemli olan içindekilerdi. Bütün telefon numaraları ve aldığım notlar gitseydi üzülürdüm. Barmen işine kaldığı yerden devam edince tabureden kalktım. Artık gitme vaktiydi.

Mavilerimi telefondan çekip kafamı kaldırınca bir çift açık yeşil göz ile karşılaştım. Cesur oturduğu yerden dikkatle bana bakıyordu. O an kitlendim kaldım. Beni tanıyacak düşüncesi donmama neden olmuştu. Bana öyle bir bakıyordu ki o an tanıdığına emin olmuştum ama imkânı yoktu. O kadar kılık değiştirmiştim. Gözlerimi kırpıştırıp kafamı başka bir yere çevirdim ve bacaklarıma yürüme emri verdim.

İşler sarpa sarmadan gitsem iyi olurdu. Telefonumu çantaya koyarken restorandan çıktım. Etrafıma bakınca Ali'nin hâlâ gelmediğini gördüm. Kaldırımın olduğu tarafa ilerleyip orada beklemeye başladım. Kollarımı birbirine doladım. Her ne kadar yazın ortasında da olsak geceleri soğuk oluyordu.

Hafiften üşümüştüm ve şansa bak ki üstümde bir croptan başka bir şey yoktu. Olduğum yerde hafifçe ileri geri sallanmaya başlamışken omuzlarıma bırakılan ceket ile irkildim. Kimin bunu yaptığını anlamak için kafamı kaldırıp baktığımda Cesur'u gördüm. Açık yeşilleri direkt olarak üstümdeydi.

"Üşümüş görünüyordun." Hızla kendimi toparladım. Rol yapma zamanıydı. "Teşekkürler ama hiç gerek yoktu." Deri ceketi geri vermek için hamle yapacağım sırada net sesi buna engel oldu. "Lütfen, kalsın." Mahcupça baktım.

"Peki madem. Teşekkür ederim." Önüme döndüm. Gözlerim yolu izlerken onun bana baktığını biliyordum. "Birisini mi bekliyorsun?" Ona bakmadan cevap verdim. "Evet, şoförümü."

"Geç kaldı galiba?" Dudağımı dişledim. Keşke sussa ve hiç konuşmasa. "Biraz evet ama gelir." Tepki vermemeye çalışıyordum ama içime düşen endişe tohumları filizlenmeye başlamıştı. Beni tanıdığı için mi böyle bir şey yapmıştı yoksa sadece üşüşen bir kadına yardım mı etmek istemişti? Sıkıntıyla soludum.

Bilinmezlik can sıkıcıydı. Hem Ali nerede kalmıştı? Çoktan gelmesi gerekiyordu masadan kalkmadan yarım saat önce gelmesi için mesaj atmıştım. Telefonuma bildirim sesi gelince çantadan çıkardım. Ali mesaj atmıştı.

Ali Ateş: Hera Hanım, sizi almaya gelirken araba arıza yaptı. Çekiciyi çağırmak zorunda kaldım. Size de anca haber verebildim, kusura bakmayın lütfen.

Hera Kızılkan: Tamam, sorun değil. Taksiyle dönerim.

Alayla gülerek telefonu çantaya geri koydum. Her şey üst üste gelmek zorundaydı sanki! "Sorun var gibi görünüyor?" Cesur'un sesiyle irkildim. Bir an onu unutmuştum. "Araba arıza yapmış gelemiyor." Mavilerimi restorandın güvenlikçisine çevirdim. "Bakar mısınız bana bir taksi çağırabilir misiniz?"

Kafasıyla onaylayıp güvenlik kulübesine giderken Cesur'un sesi onu durdurdu. "Levent, taksiye gerek yok. Sen benim motoru getir," dedi ardından bana baktı. Bu sırada güvenlikçi dediğini yapmak için gitmişti. "Ben seni bırakırım."

Kaşlarım çatıldı. "Sebep?" Burnuma hiç iyi kokular gelmiyordu. Beni tanıması imkânsız olmaktan çıkmıştı artık ama tanımış gibi de değildi. Oyun mu oynuyordu?

"Bu saatte seni tek başına eve göndermek istemiyorum." Küstah! Sana ne bundan acaba? "Ceket için sağ ol ama bu artık fazlaya kaçıyor. Tanımadığım bir adamın beni eve bırakmasına izin verecek değilim." Ellerini pantolonun cebine soktu. "Tanımadığını kim söyledi?" Ha? Siktir!

"Pardon? Tanışıyor muyduk ki?" Sırıttı. Açık yeşilleri yine parıltılarla dolmuştu. Hiçbir açık vermeden yüzüne bakmayı sürdürdüm. "Gerçekten işinde iyisin." Cevap ve tepki vermeden yüzüne bakmaya devam edince gözleri kısıldı. "Oyunculuk senin için yalnızca bir iş değil, değil mi? Rollerine kendini adıyorsun."

Gülümsedim. Rol yaptığıma atıfta bulunmasına bakılırsa benim kim olduğumu anlamıştı. Ama nasıl? Aptala yatıp oyunuma devam ettim. "Değil elbette. Oyunculuk benim en büyük tutkum. Ve elbette oynadığım rollerin hakkını vererek oynarım."

İşini seven birisi gibi, sanki imasını anlamamış gibi, konuşmuştum.

"Yok öyle değil. Sen sadece oynamıyorsun, sen kişilik değiştiriyorsun ve bunu bilinçli yapıyorsun. Böylece büründüğün kişinin kendisi oluyorsun o anda gerçek kendin siliniyor." Ağırca yutkunup gözlerimi kaçırdım. Bunu nasıl bilebilirdi? Bende ne görmüştü de böyle bir çıkarım yapma gereği duymuştu? Çünkü dediklerinde haklıydı. Ama kendimden başkası bu sıra dışı özelliğimi bilmezdi.

Açıkçası herkesin deli olduğumu düşünmemesi için asla kimseye bir şey dememiştim. Çünkü oynadığım karakterlere bürünürken onlar oluyorken Hera'dan yani gerçek benliğimden sıyrılıyordum. O an hangi kişiysem oydum ne Hera ne de bir başkası olduğumu hatırlamıyordum. Yalnızca zihnimden kendi kendime komut verince benliğim geri geliyordu.

Bütün bunlar bir yana kendim olarak yani Hera olarak rol yapınca ise her şeyin farkında oluyordum. Bunu ilk fark ettiğimde çoklu kişilik bozukluğu yaşadığımı düşünmüştüm çünkü bazı anılarım kesik, kesikti bazı anılar ise tamamen siliniyordu. Sonradan her ne olduysa bu son bulmuştu. Kişiliğe bürünüp sonradan kendim olunca hiçbir şeyi unutmamaya başlamıştım.

Büründüğüm kişinin hatıralarını hatırlıyordum. Hatta zamanla farklı bir kişiliğe bürünsem de bilincimi kaybetmemeye, sanki o büründüğüm kişinin iç sesiymişim gibi zihninin içinde onunla konuşmaya yaptığı şeyleri onun gözünden görmeye başlamıştım.

İlk başta korksam da bunu bir sır olarak saklamıştım. Kimsenin neden bu kadar iyi bir oyuncu olduğumun sırrını öğrenmesini istemezdim. Sonum akıl hastanesi olabilirdi. Her şey bir yana bu akıl dışı özelliğimi Cesur'un nasıl bilebildiğini anlamıyordum. Gerçekte o kimdi ve benden ne istiyordu? Yine kendimi bilinmezlikle dolu bir kavanoza hapsedilmiş gibi hissediyordum. Kavanozun kapağı o kadar sıkı kapanmıştı ki içerdeki yetersiz hava beni boğmaya başlamıştı. Ne yapacağımı bilemiyordum.

Ölümü kabullenmek mi yoksa kurtulmak için çabalamak mı? Hangisi daha zordu? "Sustun. Neler geçiyor o aklından?" Cesur'un sesiyle ona baktım. Hangi ara geldiğini görmediğim motora yaslanmış bana bakıyordu. "Sen söyle. Nasıl olsa benim hakkımda bilmemen gereken şeyleri biliyormuşsun eminim bunu da bilirsin."

Alnına dökülen uzun dalgaları saçları esen rüzgarla savruldu. Açık yeşil gözlerinin önüne gelen saç tutamını oradan çekmek istesem de yapmadım. "Akıl okumak benim işim değil. Ben daha çok ruhları okuyorum."

"Dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır." Nedense bana öyle gelmiyordu. Çenemi dikleştirdim. "Benim kim olduğumu biliyor musun?" Dudakları yukarı kıvrıldı. Ben cevabımı almıştım. "Nasıl anladın?" Her şeyi doğru yaptığımı sanmıştım ne büyük yanılgı. "Gece mavisi gözlerinden." Motora yaslanmayı kesip karşımda kalacak şekilde durdu. Aramızda birkaç adımlık boşluk vardı.

"İstediğin kadar makyajla yüzünü, perukla saçlarını gizle. Hatta sesini değiştir ama şunu bil ki o gece mavisi gözleri gizlemediğin sürece seni hep ele verir." Gözlerim? Lanet! Farklı bir kılığa bürünsem de lens takmayı sevmediğim için gözlerimi gizlemezdim. Bunun beni bir gün ele vereceği aklıma gelmezdi. Netice de tek mavi gözlü kadın ben değildim. "Ne yani beni yalnızca gözlerime bakarak mı tanıdın?"

Çenemi tuttu, baş parmağı zarifçe çenemi okşadı. Bütün bunları yaparken gözlerini gözlerimden çekmemişti. "Az öncede dediğim gibi ben ruhları okurum. Ve gözler ruhun aynasıdır. Gözlerine bakarak ruhunu gördüm ve o gece ki kız olduğunu anladım. Ama itiraf etmeliyim hiç böyle bir şey beklemiyordum. Seninle bu gece yeniden karşılaşmasak gerçekte kim olduğundan haberim bile olmazdı. Seni hâlâ o kulübe sürekli gelen Umay olarak bilirdim."

Çenemdeki eli yanağıma kaydı, elinin tersiyle yanağımı okşadı. "Sen gerçekten de bir Oyunbazsın." Garip konuşması bir yana dokunuşu beni sakinleştiriyordu oysa o gece böyle bir şey hissetmemiştim. "Ne demek istediğini anlamıyorum. Ayrıca beni tanımanı geçtim. Az önce hakkımda söylediğin şeyleri nereden bilebilirsin?"

Hiçbir şey anlamıyordum. Benim hakkımda bildikleri, az önce söylediği deli saçması lafları hepsi zihnimi zorluyordu. "Benimle gelirsen zihnindeki bütün soru işaretlerini gidereceğim." Beklentiyle bana bakarken yanağımı okşamaya devam ediyordu. Dayanamayarak bileğini tutup yanağımdan uzaklaştırdım.

"Seni tanımıyorum. Güvenmiyorum da. Yani seninle gelmem için hiçbir sebep yok." Vereceği cevaplar dışında ama bunlar bile onunla gitmeme yetecek kadar beni etkilemiyordu. "Unuttun sanırım senin bana en başından bir bedel borcun vardı. Her ne kadar ikaz etsem de beni atlatmaya çalışmanı bu seferlik görmezden geliyorum." Ah, ona başkasının telefon numarasını vermemden bahsediyordu.

"Sana bedel borcu olan Umaydı ve o ne yazık ki öldü. Bu yüzden bedel falan yok!" Umarım bu dediğimi ciddiye alırdı da kendimi deli gibi göstermeye değerdi. "Zaten bana bedel borcu olan yarattığın kişilik değil, ruhun. Ve şunu bilmelisin ki bir bedendeki kişilikler değişse bile ruh asla değişmez."

Böyle bir cevap beklemiyordum. Ve neye şaşıracağımı bilememiştim. Hâlâ şu bedelden kurtulamama mı yoksa Cesur'un da deli gibi konuşmasına mı? "İstemiyorum. Ne o bedeli ödemek ne de seninle gelmek istemiyorum!" İçinde bulunduğum durum beni yavaşça hırçınlaştırıyordu. Kolumu tuttu. "Bırak beni!"

Sokağın ortasında bağırınca etrafıma bakındım. Neyse ki kimsecikler yoktu. Cesur'a öfkeli bir bakış atıp kolumu elinden kurtarmaya çalıştım ama çok sıkı tutuyordu. En sonunda pes ederek suratına baktım. "Bela mısın sen? Hemen kolumu bırak yoksa fena olacak." Söylediklerimi duymazlıktan gelince kolumu tutan elini ısırdım. Anlık refleksle elini kolumdan çekince sırıttım.

"Ben Hera Kızılkan'ım bana zorla bir şey asla yaptıramazsın." Saçımı savurup Cesur'a sırtımı döndüm ve kaldırımda ilerlemeye başladım. İllaki bir taksi geçerdi.

Tek yapmam gereken caddeye gitmekti. Cesur'un arkamdan gelmediğine emin olunca rahatladım. Belli ki oda sonunda sıkılıp pes etmişti. Boş bir taksi bulunca ona binip eve gittim. Eve varmam saat biri bulmuştu. Ali ve Zeliş çoktan yatmış olmalıydı. Kapıyı yavaşça açıp kapadım. Sessiz adımlarla merdivenleri çıktım. Odanın kapısını açıp içeri girdim.

Işığı yakmadan çantamı komodinin üstüne koydum. Sonra Cesur'a geri vermeyi unuttuğum deri ceketini çıkartıp onu da çantanın yanına koydum. Ardından üstümdeki kıyafetlerimi çıkarıp iç çamaşırlarımla yatağa girdim. Günün bütün yorgunluğunu uyuyarak atmam gerekiyordu. İnce pikeye sarılıp gözlerimi kapadım. Uyku ile uyanıklık arasında gidip geldiğim bir zaman diliminde yatakta bir hareketlenme oldu.

Sonra yüzümde ve saçımda hafif dokunuşlar hissettim ama daha ne olduğunu kavrayamamışken bedenim yorgunluğa yenilip kendini tamamen kapattı. Uykuya dalmadan önce hayal meyal duyduğum tek şey iyi uykular, gece mavisi gözlü kadın olmuştu.

 

 

 

♤●♡●♧

Yeni bir güne gözlerimi açarken burnuma gelen kokuyla kaşlarım çatıldı. Havada ferah ve değişik bir koku vardı. Dirseklerimi yatağa yaslayıp hafifçe doğruldum. Mavilerim odada gezindi. Benden başka kimse yoktu ama bana ait olmadığına emin olduğum bir koku dolaşıyordu odamda. Başımı tekrar yastığa yaslayınca koku artmıştı. Zeliş farklı bir yumuşatıcı mı kullanmaya başlamıştı?

Kokunun neyden geldiğini tam anlayamasam da daha önemli işlerim olduğu aklıma geldi. Yataktan kalktım ve banyoya gittim. Güzelce duş alıp üstümü giyindim. Gözüm komodin üstündeki çantama ve Cesur'un ceketine kaydı.

Oraya ilerleyip ceketi elime aldım. Burnuma yine o koku gelince ceketi burnuma yaklaştırıp kokladım. Koku ceketten geliyordu. İyi ama bütün odayı saracak kadar güçlü nasıl olabiliyordu? Tekrar koklayınca gözlerim kapandı. Gerçekten rahatlatıcı bir kokuydu. İrkilerek ceketi komodin üstüne bıraktım.

Ne yapıyordum ben? Sapık gibi tanımadığım bir adamın ceketini neden kokluyordum? Elimle alnımı ovuşturdum. Dün gece yaşananlar gözümün önüne gelince dudağımı dişledim. Sırrımı biliyordu. Deli gibi konuşmuştu. Adlandıramadığım şeyler vardı ve ben alacağım cevaplardan korkuyordum. Cesurla bu yüzden gitmek istememiştim.

Hem ona güvenmiyordum hem de mantık dışı cevaplar alacağımı fark etmiştim. Büründüğüm kişiliklerin, kendimden soyutlanmanın bütün bunların normal olmadığının bende farkındaydım ama böyle yaşamaya alışmıştım. Bu özelliğim ya da kusurum bana oyunculuk hayatımı vermişti. Bunu bir lanet gibi üstümde taşımaktansa işime gelecek şekilde kullanmayı tercih etmiştim.

Oysa şimdi birinin karşıma geçip hakkımda kimsenin bilmediği şeyleri biliyor oluşu korkutucuydu. Özellikle sırrım dışında kendi hakkında dedikleri de normal değildi. Ne demişti? Ruhları okuyabildiğini söylemişti. Bu bir ironi miydi yoksa gerçek miydi? Bilinmezlikler ve cevapsız sorular onlarla başım dertteydi.

Tabii bu sorunu giderebilirdim. Bunun tek bir yolu vardı oda Cesur'dan geçiyordu. Dün gece onunla gitmek istemesem de o zaman cevapları önemsemesem de şimdi kafamı karıştırıyordu.

O cevaplara ihtiyacım olduğunu hissedebiliyordum. Uzun zaman sonra özelliğimin nedenini öğrenmeyi istiyordum. Ama korkuyordum. Her şeyin daha kötüye gitmesinden, aklımı kaçırmaktan... Ne yapacağımı bilemiyordum. Cesur aklımı çok karıştırmıştı.

Onunla karşılaştım ilk geceyle ilgili zihnim teoriler üretip duruyordu. Hiçbir şeyin tesadüf olmadığı düşüncesi zihnimin duvarlarını kemiriyordu. O gece Cesur bilerek karşıma çıkmıştı, bundan emindim. Hatta Ediz'i bile o ayarlamış olmalıydı. Benden istediği şeyden bunu çıkarmak kolaydı lakin Pars olayından emin değildim.

Oda bu oyunun bir parçası mıydı yoksa o hesapta olmayan bir şey miydi? Parçalanmış bir bedenin başında durması, her yerinin kanla kaplı olması ve bu zamanda hançer kullanması bütün bunlar normal değildi. Birisini öldürmeyi geçtim parçalaması bu vahşetten başka bir şey değildi. Kendi kendime güldüm. Bütün bu olanları geç fark edip kavramam salaklıktan başka bir şey değildi.

Zamanında düşünmem gerekenleri neden iş geçtikten sonra düşünüyordum ki? Umursamamak, görmezden gelmek ve inkâr etmek. Üç maymunu oynamaktı.

Bunu ben kendime yapmıştım. Cesur ise bana bazı gerçekleri göstermeye çalışmıştı, şimdi anlıyordum. Ona bedel ödemem için bu kadar uğraşmıyordu, bana görmeyi ret ettiklerimi gösteriyordu. Güldüm bana oyunbaz demişti ama asıl oyunbaz oydu. Sonra kararımı verdim. Cesur'un yanına gidip bütün cevapları alacaktım. Karşılığında o istediği bedeli verebilirdim.

Çünkü artık gerçeklerden kaçmak ve korkmak yoktu. Bunca zaman bunları yapmıştım da ne olmuştu? Elime ne geçmişti ki? Komodinin üstünden çantamı ve ceketi alıp aşağı indim. Setten sonra Cesur'un yanına gidecektim. Nerede olduğunu tahmin edebiliyordum. Her şeyin başladığı yerde olmalıydı.

 

 

 

♤●♡●♧

Sete gelmiştim. Dün dağ evindeki çekimleri bitirdiğimiz için farklı bir sahne çekmek için hazırdık. Bu sahnede Mehir her zaman gittiği psikolog Buse'ye gelmişti. Onunla olan konuşmasını çekecektik. Yanımda duran Alev'e baktım. Buse karakterine hayat veren oyuncu oydu. İyi anlaşırdık ama asla çok yakın olmamıştık. Birkaç kere birlikte bir yerlere gitmiştik o kadar. Elindeki kâğıtta yazanları okuyordu.

Ezberi çok iyi değildi bu yüzden bazı sahnelerde duraksayıp duruyordu ve bu beni sinir ediyordu. Aklını oynadığı kişiye verebildiğini sanmıyordum tabii bir de bu oynadığı ikinci dizi olmasından da kaynaklı olabilirdi, acemiydi. Oysa kendini rolüne verse gayet iyi olacağını biliyordum. Biraz ezber ve özgüven ile sorunu çözülürdü. "Alev ve Hera hazırsanız başlayalım?" Haluk'a onay verdim.

Alev'de aynı şekilde karşılık verince o içinde bulunduğumuz odadaki sandalyeye oturup ellerini masanın üstüne koydu. Bende karşılıklı duran sandalyelerin sağındakine oturdum. Ellerim dizime koyduğum çantanın üstündeydi. Sırtımı dikleştirdim. Haluk, "Kayıt," deyince Mehir kişiliğine büründüm...

Buse Hanım karşımda oturuyordu. Buraya gelmemden yalnızca birkaç dakika geçse de konuşmaya başlamamıştık. O her zaman ilk benim konuşmamı beklerdi. Parmaklarım dizlerimin üstündeki çantanın sapıyla oynadı. Yüz ifadem sıkıntılıydı. Kafamı kaldırıp Buse Hanım'a baktım. İki senedir psikoloğumdu. Bana bipolar tanısı koyan kişi de oydu. 20 yıllık hayatımın son iki yılı zihnimin parçalanmasıyla kötüye gitmişti.

Özellikle rahatsızlığımı geç fark etmem benim için hiç iyi olmamıştı. 18 yılımı bir şekilde yaşamıştım, her şeyden habersiz ama mutlu bir şekilde oysa hastalığım ortaya çıktığı zaman yanımda annemden başkası kalmamıştı. Babam zaten yoktu, ben çok küçükken trafik kazası geçirip ölmüştü. Geriye bana ondan kalan tek şey hastalıklı genleri olmuştu. Oda bipolarmış annem öyle demişti bir gün. O zamanlarda babamın yanında olmuş hep şimdi de benim yanımdaydı ama yorulduğunu biliyordum.

Bu yüzden ona yük olmamaya çalışıyordum. Tedavimi eksiksiz yerine getiriyordum. Buse Hanım bu konuda bana çok yardımcı oluyordu. Dudaklarımı yaladım. Söze girmem gerekiyordu, zaman geçiyordu. "Bugün pek konuşkan değilim kusura bakmayın." Yüzünde hafif bir sükûnet vardı, gülümsedi. "Sorun değil Mehirciğim. Aklının dolu olduğunu görebiliyorum." Ellerini birbirine kenetledi. "Bugün kendini nasıl hissediyorsun?"

"Bilmem, normal herhalde." Cevabımı beğenmedi. Yüzünden anlayabiliyordum. "İlaçlarını alıyorsun değil mi?" Çenemi dikleştirdim. Bir şey mi ima ediyordu? "Elbette." Rahatlayarak gülümsedi. "Harika çünkü tedavin gayet iyi gidiyor. İlk zamanlara göre baya yol ilerledin." Alay ve sitemle sırıttım.

"Güzel, hayatımda en azından bir şey iyiye gidiyor." Dediğimle kahverengi gözleri kısıldı. "İstersen bugün iyiye gitmediğini düşündüğün meselelerden bahsedelim olur mu?" Omuz silktim.

Buse Hanım zaten hayatımın tamamına hakimdi. Annem ve Uraz ile konuşamadıklarımı ona anlatırdım. Gözlerimi tekrar ellerime indirip mırıldandım. "Mesele Uraz. Son zamanlarda tuhaf davranıyor. Benden bir şey sakladığından şüpheleniyorum."

"Ne gibi?" Kafamı kaldırıp karşıya camın olduğu yere baktım, gözlerim dalgındı. "Bilmiyorum lakin gizli gizli telefon görüşmeleri yapıyor. Daha iki gün önce beraber dağ evine gitmiştik. Oraya biri geldi, bana adres sormak için geldiğini söyledi ama yalan söylediğini biliyorum. Bahçeden içeri tartışma sesleri gelmişti. Ona bunu deyince bana çıkıştı, önceden bana bir ters kelime bile kullanmamıştı." Sustum. Gözlerimi sıkıca yumup açtım. Gözlerim yaşlarla dolmuştu.

Buse Hanım'a baktım, sakince oturmuş beni dinliyordu. "Onun için endişeleniyorum. Benden saklamak zorunda olduğu konu için onu suçlamıyorum. Benim tek derdim onu bu kadar sıkıntılı ve öfkeli şekilde görmek. Bu sırrı her ne ise onu zorluyor. Ve bunu benimle paylaşmayıp kendi içine atması zoruma gidiyor.

Bu zamana kadar birbirimizden hiçbir şey saklamamıştık, şimdi böyle olması normal değil." Ağırca yutkundum, gözümden yanağıma bir yaş aktı. "Benden uzaklaşıyor ve bu canımı yakıyor."

Dudaklarımı birbirine bastırıp acıyla gülümsedim. Zihnim Uraz ile tanıştığım güne gitmişti. Onunla bir sahilde tanışmıştım. Sahilde tek başıma kayalıklardan birinin üstünde otururken bir şey demeden gelip yanıma oturmuştu. İlk birkaç dakika sessizce denizi izlemiştik. Sonra cebinden çıkardığı mendili uzatmıştı.

Şaşkınca ona bakınca gülümseyip, Ağlıyorsun, demişti. Refleksle elimi gözümün altına koyunca gerçekten de ağladığımı fark etmiştim. Hafifçe gülümseyip ondan mendili aldığım zaman başlamıştı bizim hikâyemiz. Ondan sonrada her nasıl olduysa birbirimizin hayatına girmiş bugüne kadar gelmiştik.

"Belki de Uraz'a biraz zaman vermelisin. Söylemekte zorlandığı bir konu olabilir." Buse Hanım'ın sesiyle geçmişten sıyrılıp bu zamana geldim. Dalgınca kafamı salladım. "Belki de..."

"Tamamdır, kestik!" Ses beni kendime getirdi. Oturduğum yerden gülümsedim, Alev'e baktım. Bu sefer hiç duraksamadan oynamıştı, gelişiyordu. "Çok iyiydin tatlım." Göz kırpıp oturduğum yerden kalktım. Şimdi Uraz ile Mehir'in sahnesini çekmek için başka bir mekâna geçecektik. Mehir psikologdan çıktıktan sonra Uraz ile bir kafede buluşacaktı. Hatta Barlas diğer set ekibiyle birlikte kafedeydi. Buradaki her şey toparlanınca diğer mekâna geçmiştik.

Akşama kadar çekimleri bitirince artık sabahtan beri yapmayı dört gözle beklediğim şeyi yapmak için sete çağırdığım taksiye ilerliyordum. Ali'ye gelmemesini söylemiştim çünkü onunla oraya gidemezdim. Taksiye binince çantamı ve Cesur'un ceketini dizlerimin üstüne koydum. Taksi şoförüne gideceğim yerin biraz gerisinin adresini verip sırtımı geriye yasladım.

Sakin bir yolculuk sonrası taksiden inince çevreme tedirgin bir bakış attım. Kapüşonumun şapkasını kafama geçirip başım eğik yürümeye başladım. Kimsenin beni tanıma riskine giremezdim. Sokaklar arasında hızla yürüyüp lotós kulübünün önüne gelince durdum. Kendimi telkin edip sırtımı dikleştirdim. Bunu yapabilirdim. İçeri girecek, Cesur'u bulacak ve konuşacaktım. Sonrası doğaçlama ilerlerdi.

Ellerimin arasındaki ceketi sıkıp yavaş adımlarla kulübe girdim. Kendimi sakinleştirmeye çalışsam bile gergindim. Ellerim terlemiş, nefesim sıklaşmıştı. Umarım kötü bir karar olmazdı şayet başıma gelecekleri ben bile tahmin edemezdim.

İçeri taraflara ilerleyince fazla kişinin olmadığını gördüm. Saat daha 8 olduğu için gayet normaldi. Asıl gece 10'den sonra başlıyordu. Umarım Cesur buradadır değilse bile gelene kadar beklerdim. Mavi irislerim kulübün her tarafında gezinse de Cesur'u görememiştim. Gerginlikle barmene ilerledim. Belki o Cesur'un nerede olduğunu bilirdi. Tabureye oturdum. Daha ben bir şey demeden her yeri dövme ile kaplı barmen karşıma dikilmişti. "Ne istersin?" Cesur'u.

"Buraya birini bulmak için geldim ama gördüğüm kadarıyla yok. Acaba sen Cesur diye birini tanıyor musun?" Şüpheyle yüzüme bakınca şirince gülümsedim. Sorumu biraz değiştirdim. "Ediz'ide olabilir. İkisinden birisini tanıyor musun ya da burada gördün mü?"

"Ne yapacaksın onları?" Verdiği yanıta bakılırsa onları tanıyordu. "Bunun seni ilgilendirdiğini sanmıyorum. Bana yalnızca nerede olduklarını söylesen yeter." Tek kaşını havaya kaldırıp ellerini bar tezgahına yasladı ve öne doğru eğildi. "Nerede oldukları da seni ilgilendirmez o zaman." Misilleme mi? Hafifçe sırıttım. "Bence Cesur bana öyle davrandığını görseydi senin için iyi olmazdı."

Bakışlarım tehlikeli bir hal aldı. "Sonuçta Estimada'sına böyle davranılması onu mutlu etmezdi." Barmenin yeşil gözleri irileşirken ben sırıttım. "Hâlâ Cesur'un nerede olduğunu söylememekte ısrarcı mısın?"

 

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%