Yeni Üyelik
6.
Bölüm

♠️5.| Yarış♠️

@moonlighthikayeler

 

♠️♠️♠️

Cesur'un şartını kabul etmiştim, istemesem de. Çünkü beni buna mecbur bırakmıştı. Ya cevapları almak için onunla yarışa katılmayı kabul edecektim ya da bu kadar uğraşmışken eve elim boş, zihnim hâlâ soru işaretleriyle dolu şekilde dönecektim.

Yavaşça elimi Cesur'un kolundan çektim. Söylediklerime bir şey dememesi beni tedirgin etmişti. Her an bu isteğinden vazgeçebilirdi. Onu biraz da olsa zorlamıştım, sabrı kalmamış olabilirdi.

Ama sonra birden gülümseyince rahat bir nefes verdim. Bir terslik çıkarmayacak gibi görünüyordu. "Beni daha da uğraştırırsın diye tahmin etmiştim." Omuz silktim.

Onu bilmem ama ben sabırlı bir insan değildim. Kendime bile anca bu kadar dayanabiliyordum. "İkimizde sonunda ne olacağını biliyorduk, uzatmanın alemi yok." Yelkenleri suya indirmemden hiç hoşlanmamıştım lakin buna mecburdum. "Bunu anlamana sevindim." Elini uzattı.

"Şimdi benimle gel, yarış 10 dakika içinde başlayacak başlangıç noktasına gitmemiz gerekiyor." Uzattığı eline duraksayarak baktım. Bunun hâlâ doğru bir fikir olmadığını düşünüyordum. Yine de bana uzatılan eli tuttum. Cesur elimi kaçmamı engellemek istermişçesine sıkıca tutmuştu. Teninin tenime değmesi hafif bir karıncalanma yaratmıştı. Beni motoruna ilerletmeye başladı.

Motorun önüne gelince ellerimiz ayrıldı. Cesur motora binip bana baktı. "Bin hadi." Bir an duraksadım. Ardından omzundan destek alarak arkasına bindim. "Kollarını belime sar, dengeni kaybedip düşmeni istemem." Dediğini yaptım. "Bence bunun için endişelenme, yarış esnasında düşmekten daha beter şeylerde yaşayabiliriz. Mesela, uçurumdan aşağı uçarız ve bedenlerimiz parçalanır."

Seslice güldü. Gerçekten bu söylediklerim onu eğlendiriyor muydu? "Bu kadar çok gerilip kötü senaryolar yazmana gerek yok. Ölmeyeceğiz, söz veriyorum." Sözler, ne boş vaatlerdi. "Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Ben konuşurken o motoru çalıştırmıştı. Kükremeyi andıran bir ses çıkartan motor öne doğru atıldı.

Ağzımdan küçük bir çığlık çıkarken Cesur'un beline daha sıkı sarıldım. "Çünkü bu zamana kadar ne bir yarış kaybettim ne de kaza yaptım." Ne yani bunun beni rahatlatması mı gerekiyordu?

Motor çokta hızlı olmayacak şekilde yol almaya başladı. Neredeyse iki dakika sonra ilk başta gördüğüm çeşit, çeşit motorların bulunduğu alana gelmiştik. Yarışın daha başlamasına vakit olduğunu bildiğim için motordan indim. Yarış boyunca zaten rahat olmayan bir yolculuk geçirecektim, daha fazlasına lüzum yoktu. Cesur'da inince etrafta bulunan bütün gözler buraya çevrilmişti. Başımdaki şapkayı düzeltip kafamı Cesur'a çevirdim.

"Buralarda ünlüsün anlaşılan?" Umursamazca kafasını salladı. İnsanların hâlâ buraya baktığını hissedebiliyordum ama bu sefer odaklarında Cesur değil ben vardım. Sanırım herkes Cesur'un yanında yüzünü gizleyen kadını merak ediyordu. Kollarımı birbirine bağlayıp ofladım. Cesur oflamamı duyunca çevrede gezdirdiği gözlerini bana çevirdi. "Ne oldu?"

"Herkes buraya bakıyor." Kaşları çatıldı. "Rahatsız mı oluyorsun?"

"Normalde olmam ama böyle bir yerde görünmem pek iyi olmaz ondan evet." Bir şey demeden kolunu omzuma koyup beni kendine çekti. Kafam göğsüne yaslanmıştı. Şaşkınca kafamı kaldırıp alttan, alttan ona baktım. "Ne yapıyorsun?" Yüzüme doğru eğildi. "Senin kimin olduğunu gösteriyorum. Ve merak etme birazdan hiçbir kimse sana bakmaya cesaret edemez."

"Affedersin? Ben kiminmişim ki!" Sırıttı. "Benim." Ah, bu adam gerçekten küstahtı. Kızgınca yüzüne baksam da bir şey demeden kafamı göğsüne geri yasladım. Koruyucu bir bariyer görevi görmesini kullanabilirdim. Sonra Cesur birden diğer elini belime atıp beni motora yan şekilde oturtturunca tepki bile veremedim. Her şey bir anda olmuştu.

Önümde kalacak şekilde durunca kafamı tutup tekrar göğsüne yaslamıştı. "Böyle durursan kimse görmez." Cevap vermeyip gözlerimi kapadım. Şu an çok huzurlu hissediyordum. Çılgınca çalan müzik ve insan sesleri geri planda kalmıştı. Duyduğum tek ses Cesur'un ritmik kalp atım sesiydi. Cesur'un elinin kapüşonun şapkasından içeri girdiğini hissettim sonra eli saçlarımda gezinmeye başlamıştı. Onunla bu şekilde yakın olmak çok doğal gelmişti.

Sanki bedenlerimiz birbirini biz tanışmadan önce bile tanıyordu da dokunuşları yanlış gelmiyordu. Hem çok tuhaftı hem de çok olağan. "Yarışa son 5 dakika! Herkes yerini alsın." Duyduğum anons ile kafamı Cesur'un göğsünden kaldırdım. Etrafa hızlı bir bakış atınca kadınlı erkekli karışık kişilerin motorlara bindiğini gördüm.

Ama beni asıl şok eden şey kadınların erkeklerin önünde kalacak şekilde kucağında oturması ve bir kemer ile kendilerini bellerinden bağlamalarıydı. Nasıl yani arkalarına oturulması gerekmiyor muydu?

Mavilerim yavaşça Cesur'a kayınca onun zaten beni izlediğini gördüm. "Bu da ne? Bana böyle bir şey olacağını söylememiştin." Elini uzatıp yüzüme gelen saçları kenara çekti. "Söyleseydim öyle hiç kabul etmezdin."

"Elbette etmezdim çünkü bu daha da tehlikeli. Bu şekilde nasıl motor kullanmayı düşünüyorsun?"

"Birlikte hareket ederek." Yanaklarımı şişirip çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. "Bak sen uzun zamandır bunu yapıyor olabilirsin ama ben daha önce hiç yapmadım. Birbirimize uyum sağlayabilir miyiz bilmiyorum." Ellerimi tutup beni motordan indirdi. "Bunu dans etmek gibi düşün, dansı erkek yönlendirir bunda da aynısı söz konusu. Sen kendini bana bırak yeter, o kadar zor bir şey olmadığını göreceksin."

Başka şansım varmış gibi. "İyi ama baştan uyarmadığımı sakın söyleme." Güldü. "Bu kadar evham yapmana gerek olmadığını anlayacaksın."

"Bu evham değil tedbirli olmak." Bir şey demeden motora bindi. Biraz geri kayınca ön tarafta bana yer açtı ama çoğunlukla onun kucağında olacak gibiydim. Suratına bulunduğum durumdan hoşnut olmayan bir bakışla bakarak ellerimi omzuna koydum ve kucağına ata biner gibi bindim.

Bacaklarımı mecburiyetten beline dolamıştım. Topuklu ayakkabılar ile biraz sıkıntı yaratsa da birkaç düzeltmeden sonra rahat bir konum almıştım. Ardından Cesur'a baktım.

"Kemer nerede?" Gözleriyle pantolonuna takılı olan kemeri işaret etti. Benim almamı bekler halini görünce gözlerimi devirerek kemeri çözmeye başladım. Şu an içinde bulunduğu durumu bir tek saçma ve sapıkça bulan ben miydim? Yüce yaratıcı aşkına bu ne biçim bir yarıştı!

Kemeri pantolondan çıkarıp belimize sardım. Toka kısmının Cesur'un beline gelecek şekilde ayarlayıp sertçe kemeri sıktım. Aslında bunu Cesur'a bir tepki olarak yapsam da benimde canım yanmıştı.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bedenim resmen Cesur'un bedeniyle bütünleşmişti. Kemeri sıkıca bağladığımdan emin olunca kollarımı Cesur'un boynuna doladım. Ben bütün bunları yaparken o dikkatle beni izlemişti. Açık yeşillerinde onda alışık olduğum parıltılar haricinde bir şeyler daha dolanıyordu.

"Utinam videres quam mirabile, nunc per meos oculos aspicis." (Keşke şu anda benim gözümden ne kadar harika gözüktüğünü görebilsen.) Ağzından çıkan kelimeleri anlayamadığım için kaşlarımı çattım. Hangi dildi bu?

"Ne diyorsun, anlamıyorum?" Alt dudağını dişlerinin arasına aldı. "Ego amare facere plura alia quae in hoc engine apud te..." (Seninle bu motorun üstünde daha farklı şeyler yapmayı o kadar çok isterdim ki...) Bak ya adama anlamıyoruz diyoruz o hâlâ konuşuyor. "Cesur, anlamıyorum diyorum niye hâlâ zorluyorsun?" Haylazca sırıttı. "Bana ilk defa ismimle hitap ettin farkında mısın?" Konuyu değiştiriyordu, görmezden geldim. "Ee, ne olmuş yani?"

Kollarını gövdemin iki tarafına uzatarak ellerini motorun gidonuna koydu. Bunun için hafifçe öne eğilmesi gerektiği için doğal olarak onunla birlikte bende eğilmiştim. Kollarımı ve bacaklarımı sıkıca bedenine sardım. "Hoşuma gitti. Adımı ağzından duymak güzelmiş." Kıkırdadım. "Ne o Cesur Bey yoksa bana aşık mı oldunuz?" Motoru çalıştırdı.

Yarışa saniyeler kalmıştı. Cesur gözlerimin içine baktı. Motorun olduğu yerde durmasını sağlayan demir parçasını kaldırmak için ayağını uzattı. "Forsitan..." (Belki de...) Verdiği cevapla birlikte demir parçasını ayağıyla havaya kaldırdı ve bir korna sesiyle motor aniden öne doğru atıldı. O saniye kollarımı sıkıca boynuna sarıp çenemi omzuna koydum, yanaklarımız birbirine değiyordu.

Ama böyle yolu rahatça görecekti. Daha dağın yukarılarına çıkmak için uzun ama düz bir yolda olduğumuz için rahattım. Ama işler daha da tehlikeli bir hal almaya başlayınca ne yapacağımı bilemiyordum. Şu an yalnızca Cesur'a sarılmakla yetiniyordum. Verdiği cevabı bile düşünemiyordum.

Sahi o ne demişti öyle? Yine o dili kullanmıştı ve ben hiçbir şey anlamamıştım. "İyi misin?" Cesur'un sesiyle ona odaklandım. Şu an aklımı karıştıran şeylerle uğraşamazdım. Çünkü son sürat giden bir motorun üstündeydim ve can güvenliğim yoktu. "Şu anlık evet."

"Güzel," dedi ve üstünde olduğumuz motor daha da hızlandı. Çığlık atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerimi hangi ara kapatmıştım bilmiyordum ama açınca yoğun rüzgârdan dolayı sulanmaya başlamıştılar. Bir kaskımız bile yoktu! Gözlerimi kırpıştırıp yola bakmaya çalıştım. Dağ yolunu motorların farları ve ay ışığından başka bir şey aydınlatmıyordu bu yüzden görüşüm kısıtlıydı.

Arkamızdaki birkaç tane motoru gördüm. Hepsi birbirini geçmeye çalışıyordu. Dağın sarmal yoluna geldiğimizi fark edince kalbim küt küt atmaya başladı. Motor ilk viraja girince kendimi Cesur'a bıraktım. Motor hafif yan yatınca birlikte bizde yatmıştık. Sonra tekrar eski halimize gelmiştik. "Bak, düşündüğün kadar korkutucu değilmiş değil mi?" Cesur sesini duyurabilmek için bağırdı.

"Bu daha birinciydi. Hemen karar veremem," dedim bende bağırarak. Güldüğünü duydum. Sonra bir virajı daha gerimizde bıraktık. Ondan sonra bir tane daha, daha ve daha artık geçtiğimiz virajları saymayı bırakmıştım. Dağın dar yollarında tepeye doğru yol alıyorduk.

Kafamı biraz sağ çevirince bariyeri olmayan uç kısmına yakın olduğumuzu gördüm, aşağısı uçurumdu. Biz hangi ara bu kadar yükseğe çıkmıştık! Hızla gözlerimi yumdum. "Çok yüksek!" Cesur'a hitaben konuştum. "Ya lütfen iç taraflardan sür, aşağı düşeceğiz neredeyse!"

"Korkma, her şey kontrolüm altında."

"Ama çok yüksek!" Cesur bizden biraz ilerde olan motoru sollayıp en ön sıraya geçti. "Yükseklik korkun mu var?" Bir viraja girince çığlık attım. Yere çok yakın eğilmiştik. "Evet, olamaz mı!" Bir şey demedi, motoru sürmeye odaklandı. Gözlerimi açtım, kapalı olması da bir şeyi değiştirmiyordu. Yola bakınca arkamızdaki motorların birbirini geçme çabasını gördüm. Yeşil bir motor, kırmızı bir motorun hemen yanında onu zorluyordu.

Üstüne doğru sürmesi şaşırmama neden oldu. Ne halt ediyordu bu? Kırmızı motor zorlanmalara dayanamayarak dengesini kaybetti ve kaza yaptı. "Siktir!" Ağzımdan çıkanlara hâkim olamamıştım. Motor uçurumdan aşağı yuvarlanırken üstünde olan çift neyse ki kendilerini yolun kenarına atabilmişlerdi, umarım fazla hasarları yoktur. "Ne oldu?" Cesur'un arkası dönük olduğu için kazayı görememişti. "Yeşil motor, kırmızı motorun kaza yapmasına neden oldu."

"Siktiğimin piçi. Yine yaptı." Cesur'un ağızından küfür duymak beni bozguna uğrattı. "Hera senden o yeşil motora dikkat etmeni istiyorum. Yakınımıza gelirse haber ver." Sesini bana duyurmak için bağırsa da ses tonu sakindi. "Olur," dedim. Ve gözümü o yeşil motora diktim. Sağlam pabuç olmadığını anlamıştım.

Altımızdaki motor süratle yolların tozunu attırırken yavaş yavaş arkamızdaki motorlar azalıyor, mesafeyi açıyorduk. Cesur'a hakkını vermem gerekiyordu çünkü gerçekten çok iyi kullanıyordu. "Daha ne kadar yükseğe çıkmamız gerekiyor?"

"En yükseğe çıkana kadar." Lanet! Bir yarış bu kadar uzun ve zorlu olmak zorunda mıydı? Tekrar yana doğru eğilince gevşeyen kollarımı ve bacaklarımı Cesur'un bedenine sıkıca doladım. Resmen tek beden haline gelmiştik. Şiddetli rüzgâr yüzünden kapüşonum biraz açılmıştı ve isyankâr saçlarım yüzüme savrulmuştu.

O yeşil motoru göz hapsinden çıkarmadan diğer üç motora baktım. Birbirlerini geçmek için ölüm kalım savaşı veriyorlardı resmen. İki motor üçüncü motoru ortalarına alarak zorlamaya başladılar.

Kesin bir kaza daha olacaktı. Sonra yeşilli olan onların arkasından gelerek üçünün birden kaza yapmasına sebep olmuştu. Birine ilk kazada olduğu gibi çarpmıştı. Dengesini sağlayamayan motor diğer motorun üstüne doğru düşünce oda diğerine çarpmıştı.

En uçta olan motorlu üstündeki çift ile birlikte uçurumdan düşerken diğer iki motor yola savrulmuştu. Ağzım aralanmıştı ama çığlık atmadım bu sefer. Çünkü bu kaza sesimin bir yerlere kaçmasını neden olmuştu.

Geriye biz ve o yeşil motor kalınca ona baktım. Motoru süren adamın gözlerimin içine bakarak sırıttığını görünce kasıldım. Sesimi bulabildiğimi umarak konuştum. "Cesur, geriye yeşil motor ile biz kaldık. Hemen arkamızda." Cesur bir şey demeden bu sözlerimle daha da hızlandı. Arada yan aynalardan arkasına baktığını hissetmiştim. Yeşil motor gittikçe yaklaşıyordu. Yanımıza doğru yaklaştı, çaprazlama duruyorduk.

"Cesur, kucağındaki güzel gözlü kadın da kim?" Yeşil motoru süren adamın bağırarak bize laf atmasına anlam veremedim, yarışa odaklanmasını gerekmiyor muydu? "Gerçekten güzel bir parçaya benziyor bu yüzden mi yüzünü gizletiyorsun? Küçük Estimada'nı kimseyle paylaşmak istemiyor musun yoksa? Bak bu kötü oldu onunla işin bittikten sonra alırım diye düşünüyordum." Şimdi anlamıştım.

Cesur'un aklını karıştırmaya çalışıyordu. "Bırak Estimada mı sen benden bir çöp dahi alamazsın!" Cesur anlık olarak kafasını adama doğru çevirince gerildim. Onu kışkırtmasına izin vermemeliydi. Cesur'un kulağına fısıldadım. "Onun dediklerini siktir et. Yarışı kazanmaya odaklan çünkü eğer bu herife yenilirsek ya da onun yüzünden ölürsek hiç mutlu olmam bilesin!"

Cesur güldü ve dediğimi yaparak adamla muhatap olmayı keserek onun önüne geçti. Yeşil motorlu Cesur'u geçmeye çalışsa da Cesur onun bütün yollarını kapatıyordu. Bir sağa bir sola savrulmak güzel olmasa da bizi geçemediği için mutluydum. "Gece mavisi birazdan yapacağım şeyden korkma tamam, bana sıkıca sarıl yeter."

Kesin korkmam gereken bir şeydi. Yine de kafamı salladım ve ona tutunabildiğim kadar sıkı tutundum. Yeşil motor hâlâ tam arkamızda bizi geçmek için üstümüze doğru hızla sürerken bize çarpmak için yöneldiğini gördüm.

Ağzımı açıp Cesur'u uyaracaktım ki birden motorun arkası havalandı, ağırlığımız öne doğru giderken motor ön tekerleğinin üstünden arka tarafa doğru döndü. Düşmemek için bir elimi motorun tutabildiğim herhangi bir kısmına koydum diğer kolum zaten Cesur'un boynuna dolanmıştı. "Siktir! Ne yapıyorsun Cesur!"

Ben kendi canımın derdine düşerken bize çarpmak için yönelmiş olan motor hızını alamayıp dağın kayalıklarına çarpmıştı. Cesur motoru eski haline getirirken sarsılmıştık.

Hızını kesmeden yol almaya devam etti, gerimizde hiç kimse kalmamıştı. Cesur'un ne yaptığını anlayabiliyordum ama çok tehlikeli bir yola başvurmuştu. Sonucunda ise yeşil motorlunun bize çarpmasını engelleyip onun kaza geçirmesi neden olmuştu. "Sen manyaksın biliyorsun değil mi?" İlke göre motoru daha yavaş sürmeye başladı, zirveye yaklaşmıştık.

"Kabul et eğlenceliydi." Ya, çok. "Kendi adına konuş." Son bir virajı daha dönünce Cesur yavaşlayıp durdu. Bitişe gelmiştik, biz kazanmıştık!

Yarışın bitmesiyle derin bir nefes verdim. Fazla belli etmemeye çalışmıştım ama yarış boyunca aşırı gergindim. Sonunun belirsiz olması beni tedirgin etmişti. Daha yavaş yavaş kendime gelirken belimize takılı olan kemeri çıkartıp Cesur'un üstünden kalktım. Ayaklarım yere basarken titrediler bende kendimi yere bıraktım. Oturup ayaklarımı uzattım.

Bacaklarım kendimi kasmaktan ağrıyordu. Hâlâ motorun üstünde oturan Cesur'a baktım. "Ee, şimdi ne olacak? Tek sen kaldın, zirveye ulaştık yani kazandık. Ama burada yalnızca ikimiz varken aşağıdakiler kimin kazandığını nasıl anlayacak?" Motorun üstünden indi. "Şimdi anlarsın," dedi. Ceketinin cebinden çakmak çıkarınca merakla ona baktım. Sonra motorun yan kısmına eğilip altından ince uzun silindir bir kutu çıkardı.

Buradan ne olduğunu anlayamasam da Cesur yanıma gelince meşale olduğunu fark ettim. "Bütün yarışçıların kendi rengi vardır. Hangisinin kazandığını anlamak için yarışçıya ait rengin meşalesi yakılır."

Çakmakla meşaleyi yaktı, mor renkliydi. Meşaleyi havaya kaldırdı ardından dağın tepesinden aşağı fırlattı. Mor duman her tarafa dağılmıştı. Cesur yanıma gelip oturdu. Şimdi ikimizde karşımızdaki manzaraya bakıyorduk. Ay ışığının altında sessizlik içindeydik.

Aşağıda çalan müzik buraya ulaşamıyordu. Yalnızca Cesur meşaleyi bıraktığında öten bir borunun sesini duymuştum sanırım bu yarışın bittiği anlamına geliyordu.

Cesur yarışı kazanmış olsa bile bir tepki vermemişti, sanırım alışık olduğundan. Kimsenin buraya gelemeyeceğini bildiğim için kapüşonun şapkasını aşağı indirdim. Elimle saçlarımı düzelttim. Mavilerim dağın tepesinde gezindi. İlerde mağara gibi bir yer vardı onun haricinde her yer toprak ve taş zemindi. Kollarımı birbirine bağlayıp Cesur'a baktım. Karşısındaki manzaraya bakıyordu. Boğazımı temizledim.

"Ben payıma düşüneni yaptım. İstediğin gibi seninle yarıştım. Şimdi sıra sende... cevapları istiyorum."

"Sözüm söz merak etme. Sana istediğin cevapları vereceğim." Kafasını manzaradan çekti, bana baktı. "Ama şu an değil. Şimdi senden tek istediğim biraz izin."

"Ne için?" Oturduğu yerde hareketlenip yatar pozisyona geçti sonra kafasını kucağıma koydu. "Bunun için." Karamel rengi saçları çıplak baldırlarımı huylandırmıştı. Yine de bir şey demeden yatmasına izin verdim. Çünkü açık yeşil gözlerinde gördüğüm yorgun ifade beni gafil avlamıştı. Anlaşılan cevaplara ulaşmak için biraz daha beklemek zorundaydım.

Avuç içlerimi yere koyarak üst gövdemi biraz geri gerdim. Dik oturmak sırtımı ağrıtmıştı. Cesur kafası gökyüzüne çevrili bir şekilde kucağımda uyumaya başlarken ben Ay'ı izledim. Neden bilmiyordum ama Cesur'u yeni tanımama rağmen kendimi onun yanında huzurlu hissediyordum ve buna şimdi güvende eklenmişti.

Oysa daha dün ona güvenmediğim için sırtımı dönüp gitmiştim. Bu da her şeyin bir günde hatta saatler, dakikalar ve saniyeler içinde değişebileceğini göstermişti.

 

 

 

 

 

♤●♡●♧

Yüzümde hissettiğim ıslaklıktan dolayı huzursuzca kıpırdandım, bacaklarımın üstünde bir ağırlık vardı. Tekrar yüzüme ıslaklık gelince gözlerimi açtım. İlk karşılaştığım karanlık gökyüzü olurken uzandığım zeminde doğruldum. Cesur hâlâ kucağımda uyuyordu.

Ah, sanırım bende uyuyakalmıştım ve yağmurun başlaması beni uyandırmıştı. Ağrıyan sırtım ve boynum ile yüzümü buruşturdum. Tamda yatacak yerde uyumuştum.

Yağmur hafifçe çiseliyordu ama toplanan bulutlara bakılırsa hızlanacak gibiydi. Aniden şimşek çakmasıyla irkildim. Kesinlikle bir fırtına geliyordu. Kucağımda hiçbir şeyden habersiz yatan Cesur'a eğildim. "Cesur, kalk gitmeliyiz." Uyanmayınca ellerimi yanaklarına koyup hafifçe vurdum.

"Cesur, kalk diyorum. Uyansana!" Yavaşça açık yeşilleri ortaya çıkarken gülümsedim. "Günaydın uyuyan yakışıklı. Bir an seni öperek uyandırmak zorunda kalacağımdan korkuttum."

Kucağımdan doğrulurken eliyle gözünün tekini ovaladı. Ardından bana baktı. Yağmur damlaları aramızdan geçip gidiyordu. "Neden? Beni öpmek korkutucu bir şey mi senin için?" Net ve ciddi tonlaması şaşırmama neden oldu. Anlaşılan birisi uyku sersemiyken huysuz oluyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp yüzüne baktım. Onu öpmek korkutucu muydu? Bunu sormuştu bana. Mavi gözlerim yavaşça dudaklarına kaydı.

Bir erkeğe göre dolgun ve etli dudakları vardı. Rengi ise bazen gül kurusu bazen de kırmızı oluyordu. Şu anda kırmızıydı. Kesinlikle dudakları korkutucu... derecede mükemmeldi. Gözlerimi zorlanarak dudaklarından çektim. Ne yapıyordum ben? Cesur'dan hoşlanmış mıydım?

Hem de bu kadar az sürede! Dengemi bozmuştu. Onun yanında doğru davranamıyordum. Aramızdaki çekimde yanlış şeyler vardı. Bu kadar kısa sürede normal değildi. En azından benim için. "Cevap vermedin?"

"Çünkü bu anca seni öptükten sonra cevap verilebilecek bir soruydu." Ağırca yutkundu, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Burunlarımız birbirine değiyor, nefesi nefesime karışmaya başlamıştı. "Öp o halde." Kesik bir nefes aldım.

Gözlerim tekrar dudaklarına kaydı. Onunda gözleri benim dudaklarıma kaymıştı. Yağmur hâlâ tepemizden aşağı çiselemeye devam ediyordu. Yavaşça ikimizde ıslanıyorduk.

Usulca Cesur'un dudaklarına yaklaştım. Dudaklarımızın buluşmasına milimler kalmıştı. Gürültüyle bir şimşek çakınca etraf mavi bir ışıkla aydınlandı. İrkilerek geri çekildim. Şimşeğin sesi beni kendime getirmişti. Oturduğum yerden telaşla kalktım.

"Gitsek iyi olur, fırtına çıkacak gibi görünüyor." Birkaç saniye yüzüme baktı sonra ayağa kalktı. Bu sırada yağmur birden hızlanmaya başlamıştı. Şimşekler üst üste çakarken kafamı gökyüzüne kaldırdım. Sanki öfkesini kusuyordu. "Gidebileceğimizi sanmıyorum. Yollar çoktan çamurlaşıp kayganlaşmıştır. Motorla gitmek tehlikeli olur."

"E, ne yapacağız? Burada sabaha kadar donarız. Yağmuru görmüyor musun gittikçe hızlanıyor." Çevresine bakındı. "Şu mağaraya girelim, gel." Cesur motoru durduğu yerden hareket ettirip mağaraya ilerlemeye başladı. Anlaşılan motoruna çok değer veriyordu. Oflayıp arkasından mağaraya ilerledim. Yağmur neredeyse her yerimi ıslatmıştı.

Yüzüme yapışan saçları çekerken bir yıldırımın aşağıya düştüğünü gördüm. Yağmur damlaları ise öfkeli olduklarını belli eder şekilde hızlandı. Tenime çarpan damlalar canımı yakmaya başlamıştı. Yaratıcı bizi korusun! Bu gece gökyüzünün ne sorunu vardı?

"Hera! Orada durmayı kesip içeri gel." Cesur'un sesiyle bakışlarımı kara bulutlar toplanmış gökyüzünden ayırıp mağaraya girdim. Mağaranın tepesindeki küçük açıklıktan yağmur ile birlikte ay ışığı içeri sızıyordu böylece ortama ışık kaynağı oluyordu. Cesur'u gördüm üstündeki ceketi ve tişörtü çıkarmış yere seriyordu.

Motoru ise mağaranın bir köşesinde duruyordu. Temkinli bi' şekilde mağarada ilerlemeye başladım. Öyle büyük bir mağara değildi. Neredeyse 3 metre yüksekliğinde 50 metrekarelik bir alandı. Girintili çıkıntılı taş duvarları dışardaki kayalıklara göre daha değişik yapıdaydı.

Yer ise neredeyse pürüzsüz taş zemindi. Bak bu ilginçti. Sanırım dağın kendine has özellikleri vardı. Eğilip yere elimi sürdüm. Taşın dokusu tamamen pürüzsüz olmasa da rahatsız edici bir çıkıntılığı yoktu.

"Granit." Kafamı kaldırıp konuşan Cesur'a döndüm. Bir kaya parçasının üstüne oturmuş bana bakıyordu. Soru dolu gözlerle tek kaşımı kaldırdım. "Anlamadım?" Yeri işaret etti. "O normal taş değil granit taşı." Dediğini şimdi anlamıştım. Elimi zeminden çekip doğruldum. Cesur'un açık yeşilleri bir saniye üstümden ayrılmıyordu. "Sırılsıklam olmuşsun. Üstünü çıkar." Ne yapacağımı söylemesi beni kızdırsa da haklı olduğu için kapüşonu çıkardım.

İçine giydiğim saten gömleğim neyse ki fazla ıslanmamıştı. Kapüşon suyu tutmuş olmalıydı. Kapüşonu başka bir kayalığın üstüne koyup boşluğa oturdum. Islanan saçlarımı geriye atlayıp bileğimde her zaman bulundurduğum lastik tokayla bağladım. Sonra ellerimle yüzümü sıvazlayıp ıslaklığı aldım.

Kollarımı birbirine dolayıp mağaranın ağızından gözüken boşluğa baktım. Yağmur sağanak şeklinde yağıyor, durmadan şimşek çakıyordu. "Anlaşılan sabaha kadar burada mahsur kalacağız."

"Öyle gözüküyor... Umarım benimle bir mağarada olmak sana korkutucu gelmiyordur?" Hakarete uğramış gibi Cesur'a döndüm. Hemen yan tarafımda kalan kayalığın üstünde oturuyordu. Aramızda anca 10 cm vardı. "Gerçekten bunu yapacak mısın?"

"Neyi?"

"İmalı laflar etmeyi." Omuz silkti. "Öyle mi yapıyormuşum? Hiç farkında değilim." Gözlerimi devirdim. "Gelmiyor," dedim ilk sorusuna cevap vererek. Belki geç bir cevaptı ama olsun. Dediğimi anlayınca hafifçe sırıttı. Önüme döndüm. Kollarımı birbirine daha sıkı sardım, üşümüştüm. "Üşüyor musun?"

"Biraz." Yerinden kalktığını hissettim. "Neler yapabiliriz bir bakayım." Motoruna ilerleyip oturma kısmını yukarı kaldırdı ardından pike gibi bir şey çıkardı. "Nasıl ya? Yanında pike mi taşıyorsun sen?" Güldü. "Bazı geceleri motorun üstünde uzanıp gökyüzünü izlerim o zamanlar kullanmak için yanımda taşıyorum."

Motorun yanından benim yanıma geldi. "Üstündeki gömleği çıkar, fazla ıslanmamış ama nemli olduğu için üşümene daha çok neden olur."

Nedendir bilmiyorum ama dediklerini sorgulamadan yapmaya başlamıştım. Saten gömleğimin düğmelerini teker teker açarken Cesur'un bakışlarının üstümde olduğunu hissediyordum. Ama önemli değildi, bu tür şeylerden utanmıyordum. Gömleği çıkarınca kırmızı sütyenimle kalmıştım. Cesur pikeyi omuzlarıma koydu.

Pikeye sarılınca rahatlamıştım. Yünlü dokusu hoşuma gitmişti. Ben ısınmaya çalışırken Cesur mağaranın içinde nereden bulduğunu anlamadığım dal ve yaprak parçalarını bir araya toplayıp etrafına çember şeklini alacak biçimde taşlar koydu. Sonra cebinden bir çakmak çıkarıp dalları tutuşturdu. “Bu ateş bizi biraz da olsa ısıtır,” dedi.

Ateşin başından ayrılıp az önceki kayalığa oturmak için harekete geçmişti ki konuşmamla olduğu yerde durdu. "İstersen yanıma gel. Pike büyük ikimizi de sıcak tutar." Geniş ve büyük kayalığın üstünde yana kayıp ona yer açtım. Bir şey demeden oturunca pikenin bir ucunu onun omzundan geçirdim.

Sonra iki ucu tutup birleştirdim. Çıplak omuzlarımız birbirine değiyordu. İçimi bir huzur kaplarken başımı Cesur'un omzuna yasladım. Bir şey demeyeceğini biliyordum.

"Sana da önceden birbirimizi tanıyormuş gibi bir his geliyor mu?" Kafasını kafamın üstüne yasladı. "Bazen, evet." Bir kolu yavaşça belime dolanarak beni kendine çekti. Birbirine dokunan tenlerimiz sıcaklığını birbiriyle paylaşıyor. Teni tenimi karıncalandırıyordu. "Peki ya sende de birbirimize dokunca bir karıncalanma oluşuyor mu?"

"Evet," dedim. Pikeyi tek elimle tutup diğer elimi pikenin altından Cesur'un kaslı gövdesinde gezdirmeye başladım. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum yalnızca yapmak istemiştim. Bedeni ince ve uzundu. Gövdesi kaslı olmasına rağmen onu son derece zarif gösteriyordu. Kol kasları da kaba olmayacak ama şişkin bir şekildeydi. Parmaklarım kaslarının üstünde dolanırken kasıldığını hissetmiştim bu yüzden elimi geri çektim.

Kafamı omzundan kaldırarak mavilerimle gözlerinin içine baktım. "Böyle hissetmemize neden olan şey ne sence?" Bakışlarını benden alarak boşluğa sabitledi. "Bilmiyorum. Bu hissettiklerimiz bana da yabancı." Sonra bir süre ikimizde sustuk, sessizliğimizi paylaştık. Bu sırada yağmur ve şimşekler hâlâ devam ediyordu.

Anlaşılan Vasileia şehri gökyüzünü kızdıracak bir şey yapmıştı ve gökyüzü de intikamını böyle alıyordu. "Gece mavisi sen Thanatos dağının ve mağaranın hikayesini biliyor musun?"

"Hayır, hikayesi mi varmış?"

"Evet, anlatmamı ister misin?"

"Olur." Boğazını temizledi ve anlatmaya başladı. "Zamanında Thanatos dağı daha adını almadan önce böyle değilmiş. Yeşilliklerle ve çiçeklerle kaplı, hayvanların olduğu güzel bir dağmış. İnsanlar dağın zirvesine çıkıp harika manzarayı izlemeye gelirmiş. Bir gün kaçan iki sevgili bu dağa çıkmış, mağarada bir hafta boyunca gizlenmişler. Ama sonra kızın babası onları burada bulmuş. Kızın babası kızı alıp gitmek isteyince sevgilisi olan çocuk, sevdiğini vermemek için direnince kızın babası onu vurmuş. Genç çocuk oracıkta can verirken sevgilisi olan kız acı feryatlar içinde ağlamaya başlamış o kadar şiddetli ağlamaya başlamış ki gözyaşlarından küçük bir gölet oluşmuş.

Dağın o güzel çiçeklerine ve yeşilliklerine kan ile gözyaşı karışınca bütün her şey solmaya, dağ birden titremeye parçalanmaya başlamış. Bütün canlı olan ne varsa hepsi yok olmuş. Yer yarılıp bütün bunlara sebep olan kızın babasını içine çekmiş. Geriye kalan genç kız ise sevdiği çocuğun başında bir süre ağlamış ardından dağın uçurum olan tarafına gidip kendini aşağı atmış. O gün iki sevgili bir daha ayrılmamak üzere birleşmiş ama bütün bu olanlara dayanamayan dağ değişmiş, bu halini almış. Ölümü getiren dağ olmuş."

Cesur anlatmayı bitince kırıkça gülümsedim. Kafamı yine Cesur'un omzuna yaslamıştım ve uykum geldiği için gözlerim açılıp kapanıyordu. "Nasıl buldun?"

"Güzel ama yarım kalmaya zorlanmış bir aşk hikâyesiydi." Kafamın tepesini öptüğünü hissettim. "Belki biz hikâyenin sonunu getiririz?" Cevap veremedim uykuya yenildim.

 

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%