Yeni Üyelik
7.
Bölüm

♠️6.| Cevaplar♠️

@moonlighthikayeler

 

 

♠️♠️♠️

Cesur Dumanlı'dan

Hera... gece mavisi yanımda pekte rahat olmayan kayalığın üstünde benimle birlikte yatıyordu. O çoktan uyumuşken ben onu izliyordum. Çok güzeldi, o kadar güzeldi ki bakmaya doyamıyordum. Gözlerim teninde gezindi. Mermer gibi bir teni vardı ama o kadar yumuşaktı ki göğsüme yasladığı sırtının sonsuza kadar orada kalmasını istedim.

Ve teninin tenime dokunmasıyla oluşan o karıncalanma hissi çok tatlıydı. Burnumu boyun girintisine koydum, kokusunu içime çektim. Kendi tenine ait olan kokusu manolya çiçeği gibiydi. Tekrar kokusunu içime çektim. Sikeyim, harika kokuyordu.

Beline sarılı olan kolumla onu kendime iyice yapıştırdım. Bedenlerimiz birbirine kalıp gibi uymuştu. Mırıldanıp kıpırdanınca uyanacağını sandım ama uyanmadı. Yalnızca yattığı yerde benden tarafa döndü, kafasını göğsüme koydu ve uyumaya devam etti. Onun daha rahat etmesi için yatış konumumu biraz düzelttim.

Onu izlemeye devam ederken hafifçe sırıttım. Çok değişik bir kadındı. Daha dün bana resti çekip gitmişken şimdi yanıma kıvrılmış, koynuma yatmış ve teni tenime yaslıyken uyuyordu. İşaret parmağımı pürüzsüz yanağında gezdirdim. Onu ilk gördüğüm andan beri unutamamıştım.

Tabii o zaman onun Hera olduğunu bilmiyordum lakin bu önemli değildi ben zaten onun gözlerine kilitli kalmıştım, dış görünüşüne değil. Kulübe gelmeye başladığı gün onu fark etmiştim, ilk başta umursamasam da sonradan gözlerim hep onu arar olmuştu. O gece mavisi gözleri insanların üstünde dolanırken benim gözlerim hep onun üstündeydi.

En başta sadece ondan etkilendiğim için bu kadar ona çekildiğimi sanmıştım lakin sonra onunda bizim gibi olduğunu fark ettim. Bir gün ruh aurorasını merak ederek bakınca normal insanlardan ayrı olarak iki renk olduğunu fark ettim.

Kırmızı ve altın rengi. En uyumlu renk sarmalı. Kırmızı, bütün oyunbazlarda olan onların türüne ait özel renkti. Diğer renk Hera'ya özeldi. Her neyse işte böylece Hera'nın da bizden olduğunu fark etmiştim. Ve neden ona çekildiğimi anlamıştım.

İkimizin de gücüne sahip kişiler güçlerinin birbirini tamamlayıcı özelliğinden dolayı aralarında hep bi' çekim hissetmişlerdir. Bu çekim normal arkadaşlık veya sevgi gibi bir duygu olsa da Hera ile benim aramda daha fazlası olduğunu hissediyordum.

Aramızdaki bağ yalnızca yeteneklerimizin birbirini tamamlamasından oluşamazdı. Bu kadar basit değildi. Yine de bu konuda Hera'ya hiçbir şey söylememeye karar verdim. Aklı karışabilirdi. Hissettiğimiz çekimin güçlerimizden kaynaklandığını sanabilirdi.

Zaten şu an hiçbir şey bilmiyordu, temel şeyleri öğrenince bile kafası karışacaktı. Bu zamana kadar onda normal olmayan şeyler olduğunu fark etse bile ne olduğunu ve onun gibi olanların varlıklarını öğrenmesi biraz aklına zarar verebilirdi. Çünkü o bizim gibi ne olduğunu bilerek doğup, yetiştirilmemişti.

Bunu bilmem için müneccim olmama gerek yoktu. Verdiği tepkilerden hiçbir şey bilmediği zaten anlaşılıyordu. Her şeyden habersiz normal bir hayat yaşamıştı lakin artık bu değişecekti. Bunu kendi istemişti. Benden cevapları alırken bunun bedeline katlanmak zorundaydı.

Öğrenip tanıyacağı yeni dünya, yeni tehlikeler demekti. Gölgelerin arkasında saklananlar onu illa fark edecekti. Ve o zaman geldiğinde onu korumak için yanında olacaktım. Ne olursa olsun, onun kendini bulmasını sağlarken bütün kötülüklerden koruyacaktım. Kimsenin ona zarar vermesine izin vermeyecektim. Bunun için ne yapmam gerekiyorsa yapacaktım. Onu geç bulmuşken erken kaybetmeye niyetim yoktu.

 

 

 

 

 

 

♤●♡●♧

Hera Kızılkan'dan

Uyku usulca beni terk ederken gözlerim yavaşça açıldı. Kafam şişip inen bir yüzeyin üstündeydi. Gözlerimi tamamen açınca mağaranın tepesindeki yarıktan içeri dolan güneş ışınlarını gördüm, sabah olmuştu. Kafamı yattığım yerden kaldırınca Cesur'un göğsünün üstünde yattığımı anladım.

Bir elim göğsünün üstünde dururken onun bir kolu belime sarılmış beni kendine yaslamıştı. Üstümüzdeki pike biraz aşağı sıyrılmıştı, onu üstümüze geri örtüp kafamı tekrar Cesur'un göğsüne yasladım. İçinde bulunduğum durumu yadırgamamıştım. Aksine sanki böyle olmamız gerekiyormuş gibiydi. Bir yapbozun iki parçası... Kafamı göğsünden kaldırmadan gözlerimle yüzüne baktım. Uyurken huzurlu görünüyordu.

Yüzü gevşemiş, dudakları hafif aralıktı. Elimi havaya kaldırıp işaret parmağımın tersiyle yanağını okşadım. Bunu hatta bütün yaptıklarımı neden yaptığımı bilmiyordum. İçimden geliyor, yapıyordum. Fakat bunun doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu anlayamamıştım. Bir adamdan özellikle Cesur gibi tehlikeli olduğunu sezdiğim bir adamdan bu kısa sürede hoşlanmak ürkütücüydü.

Sahip olduğu albenisi ve korkutucu güzelliği benim için tehlikeliydi. Ona kapılıp gitmek istemiyordum çünkü ilerde ne olacağı belli değildi. Belki de bana zarar vermek, beni kullanmak için karşıma çıkmıştı? Sonuçta kimseye söylemediğim özelliğimi biliyordu bunu onun için kullanmamı bile bedel adı altında istemişti. Sonra kendinin de normal olmadığını söyledikleriyle iddia etmişti.

Dün yarıştan önce yanıma gelen Efsun ile atletli adamda normal değildi, bunu anlamıştım. Hatta en normal gözüken Ediz'de bile bir şey vardı, hissediyordum. Belki bunların üstünde dün çok fazla duramamıştım odak noktam Cesur olmuştu ama şimdi düşünmek için bol bol zamanım vardı. Ve fark ettiğim ayrıntıyla kaşlarım çatıldı.

Ben Cesur'un beni manipüle etmesine izin vermiştim. Şu ana kadar o ne isterse olmuştu ama ben tek isteğim cevaplara bir türlü ulaşamamıştım.

Kafam karışmıştı, neyi düşüneceğime odaklanamıyordum. Cesur hakkında ürettiğim teoriler doğru olabilirdi de olmaya bilirdi de kesin bir sonuç yoktu. Ama her cevapsız soruda olan bana oluyordu.

Elimi Cesur'un yüzünden çekip göğsünden kalktım. Belimdeki kolunu yavaşça çekip sert kayalık zeminden ayrıldım. Sırtım ve belim ağrıyordu.

Gömleğimi bıraktığım köşeden alıp üstüme geçirdim ardından kurumuş kapüşonu giydim. Saçlarıma bağlı olan tokayı çıkartıp yeniden at kuyruğu yaparak bağladım. Ve sessizce mağaradan çıktım.

Saat kaçtı bilmiyordum ama güneş en tepeye ulaştığına göre öğle saatlerine yakın olmalıydı. Mavilerimi dağın tepesinde gezdirdim dün gece hiç yağmur yağmamış gibi yerler kuruydu. Ayrıca hava düne göre gayet sıcaktı yalnızca hafif bir meltem esiyordu. Sakin adımlarla dağın uç kısmına ilerledim. Yükseklik korkum vardı ama bu manzara görülmeye değerdi.

Aşağı bakmamaya çalışarak karşıya baktım. Thanatos dağının ilerisinde kalan Dilitirio (Zehir) ormanı buradan görülüyordu. Gökyüzüne uzanan ağaçlarıyla adı gibi zehirli ve tehlikeli bitkilerle hayvanların olduğu bir ormandı.

Kimse oraya girmeye kolay kolay cesaret edemezdi. Girenler ise genellikle avcılar oluyordu onlarda ormanda pek iyi zaman geçiremiyordu. Söylenenlere göre ormanda yırtıcı bir pars varmış. Parsla karşılaşanların hiçbiri sağ çıkamıyormuş. Kollarımı birbirine bağlayıp mavilerimi ormandan çektim.

Kendimi aşağı bakmaya zorladım. Uçurum olan dağ yamacının altından dere geçiriyordu. Biz yol kısmından geldiğimiz için dereyi göremezdik dere dağın arka tarafında bulunan diğer uçurumda yani burada kalıyordu. Diğer uçurum kısmı yola bakıyordu. Başım dönmeye başlayınca aşağı bakmayı kestim. Yukarı gökyüzüne baktım. Bugün hava bulutsuz ve güneşliydi.

Tamda temmuz ayına yakışan bir havaydı. "Hera... Hera!" Cesur'un defalarca adımı bağırdığını duyunca uçurumdan uzaklaşıp mağaranın olduğu tarafa ilerledim. Cesur mağara girişinin önünde üstü çıplak bir şekilde etrafına bakınıyordu. "Buradayım," dedim sakince.

Sesimi duyunca kafasını benim olduğum yere çevirdi. Yüzündeki telaşlı ifade silinip yerini rahatlamaya bıraktı. O benim için mi endişelenmişti? "Gittin sandım," dedi yanıma doğru gelirken. "Unuttun mu daha istediğim cevapları alamadım. Onları almadan benden kurtuluşun yok." Gülümsemeye çalıştım ama başaramadım. Cesur'a güvendim derken erken davranmış olabilirdim en iyisi mesafeyi korumaktı. Diğer türlüsü ikimizi de yakardı. Umarım ondan uzak durmayı başarabildim.

Karşımda kalacak şekilde durunca gözlerine baktım. "Üstünü giyin de bir an önce gidelim buradan." Geri çekilip ondan biraz uzaklaştım. Mesafe Hera, mesafe! "Bugün çekimin falan mı var?" Ah, böyle davranmamı buna mı yormuştu? "Hayır, yok. Dün sezon finalinin son sahnesini çektik. 3 ay tatile girdim."

Dün Mehir psikologdan çıkınca Uraz ile kafede buluşmuştu. İlk başta normal başlayan sohbetleri Uraz'ın saklamaya devam ettiği sırrı ile tartışmaya dönüşmüştü. Uraz sırrını söylemeyi ret edince Mehir'de dayanamayarak Uraz'dan ayrıldığını söyleyerek kafeyi terk etmişti. Sahne burada bitip sezon finaline giriyordu.

"Tek bir sezonda bitmeyecek miydi?" Cesur'un bu bilgiyi bilmesine şaşırdım. Diziyi mi izliyordu? "İlk başta öyle karar alınmıştı ama sonradan değiştirdiler. İlk on bölüm birinci sezon diğer on bölüm ikinci sezon. İkinci sezonda kasım ayında çekilmeye başlanacak."

"O zamana kadar ne yapmayı düşünüyorsun?" Bunu neden merak ettiğini anlayamamıştım. "Aslında iki gün sonra reklam çekimim var onu hallettikten sonra Oneiro (Hayal) ülkesine gidip tatil yapmayı düşünüyorum. Su kaplıcaları bir harika!"

"Güzel plan," dedi ve arkasını dönerek mağaraya ilerledi. "Üstümü giyip geliyorum." Onu beklemeye başladım. Bir dakika sonra motoruyla birlikte mağaradan çıktı. Arkasını işaret etti. "Bin." Dediğini yaparak arkasına yerleştim. "Sana cevap borcum olduğunu biliyorum ve onu ödemem gerekiyor. Bu yüzden nereye gitmek istersin?"

"İlk önce temizlenmem gerekiyor ama eve gidemem. Yanımda çalışan kişilerin beni bu halde görmesini istemiyorum." Her türlü sıkıntı yaşayan ben olacaktım. "Bana gidelim o halde, olur mu?"

"Olur," diye mırıldandım. Başka şansım yoktu. Cesur motoru çalıştırırken kapüşonumun şapkasını taktım. Gizlenmeye devamdı. Dağ yolundan geri dönüşümüz çıkışımız kadar aksiyonlu değildi. Cesur motoru çokta hızlı olmayacak şekilde dağ yolunda sürdü. Dağ yolundan ana yola geçince ise biraz daha hızlandı.

Neredeyse 1 saat sonra ise tek katlı müstakil bir evin önünde durduk. Dikkatle motordan indim. Cesur'da inince bahçe kapısını anahtarıyla açıp geçmem için yol verdi o motoruyla arkamdan geliyordu. Motoru bahçenin taşlık kısmının köşesine bırakarak evin kapısına ilerledi ben ise onu takip ediyordum. Birlikte eve girince evin stüdyo tarzı olduğunu fark ettim.

Mutfak ile salon birleşikti. Onun haricinde odada iki kapı daha bulunuyordu. Asma kat olduğu belli olan kısım yatak odası olmalıydı. Ayağımdaki topukluları çıkarınca rahatladım. Üstlerinde uzun süre durmak çok korkunçtu. Kapüşonu da çıkardım. Sıcak olmuştu. "Banyo yapmak ister misin?"

"Evet, lütfen." Eliyle beyaz kapıyı işaret etti. "Banyo orası sen geç ben sana giyebileceğin bir şeyler getireceğim." Kafamı salladım. Yavaş adımlarla banyoya girdim. Aynanın karşısına gelince berbat görüntümle karşılaştım. Yüzüm buruşurken suyu açıp yüzümü yıkadım. Yan tarafta olan kâğıt havluyla yüzümü sildim.

Kapı tıklatılınca açtım, Cesur elindeki kıyafetlerle kapının önündeydi. Uzattığı kıyafetleri aldım. "Çekmecede temiz havlular var onları kullanabilirsin."

"Tamam, sağ ol." Kapının önünden ayrılınca kapıyı kapadım. Elimdeki kıyafetleri çamaşır sepetinin üstüne koydum. Ardından üstümdeki kirli kıyafetleri çıkartıp duş kabinine girdim. Su tepemden aşağı akmaya başlayınca gözlerimi kapadım. Tamamen ıslanınca Cesur'un olduğunu düşündüğüm şampuan ve duş jelini kullanarak güzelce temizlendim.

Ardından çekmeceden bulduğum beyaz havlu ile kurulandım. Kıyafetlere yönelince baksır olduğunu da gördüm. Fazla düşünmeden giydim sonra da gri eşofman altını ve siyah tişörtü giydim. Sütyensiz rahat edemeyecek olsam da yapacak bir şey yoktu. Gri eşofman altının iplerini sıkıca sıktım, paçalarını katladım. Siyah tişörtü de önden büküp bağladım çünkü çok uzundu. Aynadaki görüntüme bakınca yadırgadım. Bir erkeğin kıyafetlerini giymeyeli uzun zaman oluyordu.

Bunu boş verip havlu ile saçlarımdaki suyu da aldım, elimle tarayıp çeki düzen verdim. Banyodaki işim bitince salona geri döndüm. Cesur ortalıkta gözükmüyordu. Sakince salonda bulunan uzun deri koltuğa oturdum. Mavilerim etrafta gezinirken Cesur asma katın demir merdivenlerinden aşağı iniyordu.

Üstünü değiştirmişti ve saçı ıslaktı. Sanırım bir banyo daha vardı. Yanıma gelince önümde dikildi. "Karnın aç mı?" Dün en son setten çıkmadan önce bir şeyler yemiştim ondan sonra ise yemek düşünecek halim kalmamıştı. "Biraz," dedim. İştahım yok gibiydi zaten hiçbir zaman fazla yemek yiyen biri olmamıştım benim için yalnızca frambuazlı pastanın yeri ayrıydı. Onu acıkmasam bile yerdim. "Kremalı, fesleğen soslu makarna sever misin?"

"Severim."

"Harika." Gülümsedi ve mutfağa doğru ilerledi. Peşinden gittim. O ocağın üstüne su dolu tencereyi koymakla meşgulken ben mutfağın bar tezgâhının yanında bulunan tabureye oturdum. Cesur kısa bir an bana baksa da işe odaklandı. Dudaklarımı dişleyip Cesur'a baktım. Acaba şimdi sorsam sorularımı cevaplar mıydı yoksa geçiştir miydi? Cevap vermek zorundaydı.

Onun için yarışa katılmıştım, kucağımda uyumasına izin vermiştim benden ne istediyse yapmıştım sıra ondaydı. Eğer beni geçirip duracaksa ne diye en başta bazı şeylerden bahsedip şimdi hiçbiri konuşulmamış gibi davranıyordu? Nedenini bilmiyordum ama Cesur'da birtakım değişikler vardı. En önemlisi de bana olan davranışlarıydı. Beden dilinden ve gözlerinin bakışından bunu anlamıştım.

"Cesur, artık geçiştirmesen de bana istediğim cevapları versen?" Ocakla ilgilenmeyi kesip bana baktı. "Geçiştirmiyorum Hera, yalnızca doğru zamanı bekliyordum."

"Bence doğru zaman tam da şu an." Tek kaşım kalktı. "Evet, seni dinliyorum?" Gergin bir bekleyiş, umut dolu gözler, cevaplanması gereken sorular... Cesur pes etmiş gibi karşıma geçip oturdu.

"Hera ilk başta tuhaf davranıp konuşmam sırf ilgini çekmek istediğimdendi. Sana bazı üstü kapalı laflar ettiğimin farkındayım. Bunun senin merakını cezbettiğini de biliyorum. Ve şimdi de cevapları istiyorsun ama bunun sonucunda neyle karşı karşıya kalacağını bilmiyorsun. Sonradan pişman olmaman için seni uyarmama izin ver. Birazdan sana anlatacaklarım hayatını kökünden değiştirebilir, kendini bir çıkmaza sokabilirsin. Bunca yıldır hiçbir şey bilmeden yaşadığın için kabullenemeyebilirsin. Ve kendini tehlikeli bir ortamda bulabilirsin. Çünkü içinde bulunduğum dünya masum değil. Ve sen bu dünyadan uzakta büyümüşsün. Belki bunun bir nedeni vardı ve bu yüzden hiçbir şeyden haberin yoktu bunu bilemiyorum. Bu yüzden ikileme düşmemi mahzur gör."

Derin bir nefes aldım. Dedikleri beni etkilememişti. Bazı cevapları alacağım diye başıma bir şey gelecek değildi ya? Yine de ilk başta ki Cesur ile şimdi ki Cesur çelişiyordu. "Madem benim için tehlikeli o zaman neden gelip benim bazı şeyleri fark etmemi sağladın? Hatta hatırlatırım sen beni bedel adı altında kullanmak istemiştin. Şimdi ne değişti?"

"Hepsi oyundu. Seni kullanmak istemem yalnızca bir oyundu. Bedel falan yok, senden öyle bir şey isteyip hayatını tehlikeye atmana göz yumamam zaten. Bunları sırf senin hayatına girebilmek için her şeyi ben ayarladım, Pars'ı bile. Tek hesap edemediğim nokta; senin kendinin ne olduğunu bilmediğindi. Biliyorsun sanmıştım. Senin oyunbaz olduğunu öğrendikten sonra o yüzden lotós’a sürekli geliyorsun sanıyordum. Çünkü lotós’a nadiren insan gelirdi genellikle hep Pansélinos (Dolunay) oyunbazları olurdu. Senin de bizim gibi olduğunu öğrenince sevinmiştim. Bundan sonra tek yapmam gereken karşına çıkmaktı. Ama sonra dikkatini yeterince nasıl çekebileceğimi düşünmeye başlayınca böyle bir oyun aklıma geldi.”

Lanet! Tahmin etmiştim bir şeyler olduğunu ama sırf hayatıma girmek istediği için olduğunu bilememiştim. Anlatmaya devam etti. "Tabii ben sana oyun oynarken sende oynuyormuşsun. Karşılaştığımız gecenin ertesi sabahı seni aradığımda açmayınca anladım. Hatta seni bir daha göremeyeceğim diye korkmuştum. Bu yüzden Pars'ın mekanına asiménio nýchi'ye gittim. Ondan seni bulmasını istemek için ama sonra bir mucize oldu orada senin o gece mavilerini gördüm. İlk başta benzerlik sansam da sonradan bakıştığımız saniye o olduğunu anladım." Ağırca yutkunup ifadesiz suratıma baktı. "Bir şey demeyecek misin?"

"Hayır, çünkü şu ana kadar tahmin ettiğim şeyleri anlattın, şaşırmadım bile."

"Doğru ya tahmin etmek yeteneğinin bir parçası asla yanılmazsın." Gülümsedim, öylesine bir gülümsemeydi. "Şimdi ilk başta neden öyle dengesizce ve tutarsız davrandığını anladığımıza göre artık asıl konuya gelelim." Bakışlarım donuklaştı. "Benim özelliğimi nasıl biliyorsun ve şu oyunbaz dediğiniz şey ne?"

"Baştan başlamak gerekirse olduğun şeyin genel adına oyunbaz deniyor. Oyunbazlar; İskandinav mitolojisinin tanrılarından olan oyunbaz tanrısı Loki'nin soyundan gelir. İnanışa göre orta çağ döneminde Loki insanları kötü amaçla lanetlemiş ama laneti geri tepince şu anda olan oyunbazlar yaratılmış. Öyle olunca da Loki onlara oyunbaz adını vermiş ve güçlerini kullanmayı öğretmeye başlamış. Hatta savaşlarında oyunbazları askeri olarak kullanmış. Ama uzun bir zaman geçtikten sonra oyunbazlar Loki'nin yanında yer almamaya başlamış.

Çünkü oyunbazlara yaptırdıkları kötü sonuçlara neden oluyormuş, bunu istemeyen oyunbazlar Loki'ye isyan edip kendi aralarında toplanmış. İlk başta bu yetenekleri ile ne yapacaklarını bilememişler. Bu her ne kadar bir lanette olsa onlara verilmiş yeteneklerin boşuna olmadığını biliyorlardı. Bu yüzden o zamanlarda oyunbazlara önderlik eden kişinin aklına bir fikir gelmiş. Yeteneklerini iyi şeyler için kullanmaya, yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmeye, başka türlerin tehditlerini ortadan kaldırmaya başlamışlar. Zamanla gelişip düzenli bir sistem oluşturmuşlar ve en sonunda modern hale gelmişler."

Vay canına! Olayın mitolojik bir gerçek olacağını ön görememiştim. Cesur'a devam etmesini ister gibi baktım. Her şeyi öğrenmek istiyordum. "Devam et, lütfen." Kafasını sallayarak anlatmaya devam etti. "Oyunbazların nasıl bir tür olduğuna gelirsek de genellikle çok zeki, kurnaz ve tehlikeli olurlar. Ve her oyunbazın kendine özel bir yeteneği, bu yeteneklerin kendine ait rengi var. Renkler ruh aurorasına bakılırsa gözükür. Senin de bir oyunbaz olduğunu bu şekilde anlamıştım."

Anlattıkları heyecan vericiydi. Böyle bir türün gerçekliği hayal gibi gözükse de kanıtlarıyla ortadaydı ve bana inanmaktan başka seçenek kalmıyordu. "Benim oyunbaz yeteneğim ne peki?"

Büyük bir merak içindeydim. Yıllarca birlikte yaşadığım özelliğimin bir yetenek olduğunu hatta benim gibi başkalarında var olduğunu öğrenmiştim. "Bekle, daha anlatacaklarım bitmedi. Her şeyi anlattıktan sonra açıklayacağım." Usulca kafamı salladım, elimden başka bir şey gelmiyordu. Cesur ayağa kalkarak uzun çubuk makarnaları kaynayan suya attı. Sonra konuşmaya devam etti. "Toplam beş oyunbaz yeteneği vardır.

1-Anagnóstis myaloú. (Akıl okuyan) Rengi: Beyaz

2-Anagnóstis psychís. (Ruh okuyan) Rengi: Mor

3-Anagnóstis sómatos. (Beden okuyan) Rengi: Altın sarısı

4-Mellontikós anagnóstis. (Gelecek okuyan) Rengi: Mavi

5-Chrónos anagnóstis. (Zaman okuyan) Rengi: Turuncu

Bu oyunbazların hepsi de kendi yeteneklerini yansıtırlar böylece daha çocukken onların ruh aurorasına bile bakılmadan belli olur. Çocukluk döneminde çocuklar yeteneklerine göre ayrılır. Her yetenekli kendi özelliklerini kullanmayı öğrenebilmek ve diğer temel dersler için bir eğitim alır. Gençlik çağına girince ise eğitimini bir sınav ile tamamlar ve 18. Yüzyılda kurulmuş Pansélinos tarikatının onu bir oyunbaz çetesine atamasını ya da masa başı bir işe sokmasını bekler. Çetenin amacı her oyunbaz yeteneğine sahip olan kişileri bir araya toplayıp onlara verilen görevi yerine getirilmesini sağlamaktır." Soluklandı.

Can kulağıyla Cesur'u dinliyordum. Anlattıkları korkutucu gelmekten çok heyecanlıydı. Biliyorum yerimde başkası olsaydı bunu kabullenemezdi ama benim kabullenmem için tonlarca neden vardı. Asıl benim bunu kabul etmemem bir delilik olurdu.

"Özetle biz oyunbazlar Pansélinos tarikatında küçüklükten beri eğitim görüp eğitimimiz bitince ise görevlere atanan bir çeşit askeriz. Doğrusu biz kendimize oyunbazlar çetesi demeyi tercih ediyoruz." Pekâlâ, dediklerinin neredeyse tamamını anlamış sayılırdım. "Şey aileleriniz yok muydu? Sizin küçük yaşta eğitim görmemize bir şey demiyorlar mıydı?"

Evet, buna takılmıştım. "Ailelerimiz vardı elbette ama bu eğitim zorunlu olduğundan karşı çıkmazlardı zaten zamanında onlarda eğitim almıştı. Şimdi bazıları üst rütbe asker bazıları da normal hayatı tercih edip tarikattan ayrılır, oyunbazların yaşadığı site evlerine gider. Artık asker olmasalar da oyunbazlar hep birlikte yaşamayı tercih ederler, bazı durumlar hariç tabii." Anladığımı belirtircesine kafamı salladım. "Peki Pansélinos tarikatı dediğin şey ne için oyunbaz yetiştiriyor?"

Her ne kadar önceden yardım etmek istedikleri için yeteneklerini kullanmış oldukları söylese de bunun için bu kadar kapsamlı bir sistem oluşturup asker yetiştirmeye gerek olduğunu düşünmüyordum. Bu yüzden bunun altında daha farklı bir gerçek olmalıydı. Kararsız bi' şekilde yüzüme baktı. Söylemek istemiyor muydu?

"İşte tehlikeli kısmı da bu. Bizden ayrı olarak kendi topluluğunu oluşturan oyunbazlar da var. Ve onlar bizim düşmanımız. Tarikat bu yüzden oyunbaz asker yetiştiriyor, gölgeleri yok etmek için yaşayan ölüleri ortadan kaldırıyoruz. Ya da gölgeler ile iş birliği yapanları. Bütün bunlar hariç başka herhangi tehdit içinde." Gölgeler? Yaşayan ölüler? Bütün bunlar ne anlama geliyordu? "Gölgeler ve yaşayan ölüler dediğin şeyler tam olarak ne?"

"Diğer oyunbaz topluluğun adı Skiá oyunbazları. Skiá ise gölge demek ondan biz onlara gölgeler diyoruz. Yaşayan ölüler ise ölü beden de canlanan Parémvasi'ler. Bir çeşit parazitler. Normalde onların bu dünyada olmaması gerekiyor ama Skiá oyunbaz topluluğu onları bu dünyaya yayma amacında." Soru işaretleri kafamda çoğaldı. "Parémvasi'ler nereden geliyor peki?" Kendimi anlattığı şeye o kadar kaptırmıştım ki diğer bütün gerçekleri unutmuştum.

"Uzaydan, Ymnos denen bir gezegenden. Skiá topluluğu 1800'lu yılların sonralarında uzay keşifleri yapmış ve Parémvasi'leri fark etmişler, dünyaya getirerek neler yapabileceklerine bakmışlar. Sonradan bu Parémvasi'lerin ölü bedenlerde yaşayabildiklerini keşfetmişler tek sıkıntı dokundukları belirli canlı organizmalara virüs bulaştırıyorlar. Skiá topluluğu bunu bir avantaja çevirerek Pansélinos tarikatının ve insanlığın üstüne salmış. Asıl amaçları Pansélinos oyunbazlarını yıkmak ve bunun için uzun zamandır her yolu deniyorlar. İnsanlık bile onların umurunda değil. Tek istedikleri Pansélinos oyunbazlarının çöküşü."

"Ama neden?" Cesur duraksadı ardından gülümseyerek yüzüme baktı. Komik bir şey mi vardı? "Bakıyorum çok meraklıyız?" Kızgınlıkla kaşlarım çatıldı. Şu durumda meraklı olmam kadar doğal bir şey yoktu. "Cesur! Neden düşmanlar bana onu söyle." Güldü ve anlatmaya başladı.

"Düşmanlıklarından çok önce ne tarikat ne de topluluk vardı. Tek adları oyunbazlardı. Hep birlikte yaşıyor, yeteneklerini kullanmayı öğreniyorlardı. Elbette o zamanda başka tehditler olduğu için gönüllü oyunbaz askerler yetişiyordu. Ama sonra her ne olduysa oyunbazlar ikiye ayrıldı. Bir tarafı Pansélinos tarikatı diğer tarafı Skiá topluluğu oldu. Birisi aydınlığı seçerken diğeri karanlığı seçti. Bunların olmasının tam nedeni bu zamana kadar bulunamamış, kimse neden ikiye ayrıldıklarını bilmiyor. Sadece bir rivayete göre bir oyunbaz kendi hırslarına yenik düşmüş. Yeteneklerini başkaları için değil kendi için kullanmaya başlamış. Ve kendi yanına başka oyunbazları da çekerek isyan etmiş. Elbette bunun doğruluğu yok."

Vay canına! Buradan harika bir hikâye çıkardı. " Pekâlâ... Şu parémvasi'lere geri dönelim. Dediklerinden anladığım kadarıyla uzun zamandır bu dünyadalar. O halde virüsün çoktan dünyanın tamamını kaplaması gerekmez miydi?" Kafam çok karışmıştı. Hangi konuya odaklanacağımı bilemiyordum.

"Aslına bakarsan virüs öldürücü değil daha çok DNA'yı bozuyor. Çok eskiden daha tıp bu kadar gelişmeden önce büyük insan toplulukları bu virüs yüzünden değişime uğramış. İnsanlıktan çıkıp garip bir canlıya dönüşmüş. O zamanlar bu virüsün panzehri olmadığı için dönüşenlerden kurtulmak için onları yakmışlar. Ama günümüzde virüsün aşısı var. Dönüşenleri ilk 48 saat içinde aşılarsak kurtuluyorlar ama daha fazla zaman geçerse elimizden hiçbir şey gelmez."

Söyledikleri aklımın sınırlarını zorlarken aynı zamanda heyecanlanmama neden oluyordu. Tanımaya başladığım bu yeni dünya tehlikelerle dolu gibi gözükse de beni içine çekiyordu. "Tamam, anlattığın her şeyi anladım. Şimdi bana türümü söyle." Heyecan yapmıştım. Cesur'da bunu fark etti. "Sen bir Anagnóstis sómatos yani beden okuyansın. Farklı kişiliklere bürünmen, kılığını ve sesini değiştirmen sonra insanlara bakarak rol yapıp yapmadıklarını anlaman, insanlar üzerinden tahminlerde bulunup doğru çıkması, onların beden dillerini okuman bütün bunlar senin yeteneğinin özelliği. Tabii bunlar şu anda yapabildiklerin bir de hâlâ ortaya çıkmayan yönlerin var. Açıkçası bizim gibi eğitim almadan kendi kendine bu kadar ilerlemen büyük başarı."

Anagnóstis sómatos... beden okuyan. Ben buydum. Bunca yıllık özelliğimin adı buydu. Artık kendi hakkımdaki her şey yerli yerine oturmuştu. Cevapsız sorular cevaplanmıştı. Lakin daha büyük soru işaretleri ve sorunlar yakın gibi duruyordu. Cesur'un gözlerine baktım. "Bana bunları anlattığın için sağ ol. Sayende aydınlanma yaşadım." Güldü. "Önemli değil... Aslında beklediğim şekilde bir tepki vermedin. Daha çok kafan karışır gerçeği ret edersin diye düşünmüştüm."

Muzipçe sırıttım. "Ben bugüne kadar her şeyi farkında olarak yaptım. Eğer gerçeği ret etme gibi bir durumum olsaydı şu an bu konuşmayı yapmıyor olurduk çünkü ben akıl hastanesinde olurdum."

"O zaman iyi ki buradasın. Burada olduğun için mutluyum," dedi ve orta boy bir kâse çıkartıp içine krema ile fesleğen koydu. Makarna olmaya durmuştu. Biz konuşurken zaman hızla geçmişti. Ellerimi birbirine ovuşturdum. Cesur bilmem gerekenleri söylemişti ama hâlâ kafamda soru işaretleri vardı. "Şey Cesur bu oyunbaz yeteneği aileden mi geliyor?" Makarnayı ocaktan alıp süzerken omzundan geriye bana baktı. "Evet." Aileden demekti. O zaman...

"Benim ailemde oyunbaz var mı bilmiyorum. Kimse bana bu konuda bir şey demedi. Hatta seninle tanışmasam ne olduğumu bilmeden yaşamaya devam edecektim. Ama annemde ölmeden önce benim gibi bir oyuncuydu ve işinde çok iyiydi. Sence annem bir oyunbaz olabilir mi? Ondan bana geçmiştir?" Makarnayı süzmeyi bitince tamamen bana döndü.

"Bu öyle bir şey değil. Sadece annen değil babanda bir oyunbaz olmalı ki sende oyunbaz olabilesin. Çünkü en başta dediğim gibi bizler her ne kadar sahip olduklarımıza yetenek desek de bu bir lanet. Ve yalnızca lanetli olanları etkiler. Eğer sen iki lanetliden doğduysan onlar gibi olursun ama eğer bir lanetli bir normal insandan doğsaydın normal olurdun." O halde ebeveynlerim birer oyunbazdı. Yüzüm garip bir hal aldı.

"O zaman annem oyunbazsa babamda bir oyunbaz? Ama öyle olsaydı bunu bana bu zamana kadar söylemez miydi?" Cesur durduğu yerden ayrılıp yanıma geldi önümde diz çökerken dizlerimin üstüne koyduğum ellerimi tuttu. Bakışları anlayış doluydu.

"Seni korumak istemiş olabilir. Bu yüzden her şeyden habersiz yaşamış olmalısın. Bunu yapmakta da haklı aslında içinde bulunduğumuz durum senin için ekstra tehlikeli olurdu." Dalga geçiyor olmalıydı! Acıyla tebessüm ettim. "Babamın beni korumak için hiçbir şey yaptığını sanmam. Kızını önemseyen ya da korumak isteyen çekip gitmezdi."

Çenemi dikleştirip başka yere baktım. Ama bir gözüm Cesur’daydı. Ne diyeceğini bilemez halde baktı ardından ağzı aralandı. "Hera ben üzgünüm bilmiyordum." Bende üzülmüştüm ama artık değil. "Üzülme, üzülecek kadar önemli bir mesele değil."

Cesur tuttuğu ellerimi sıktı. "İstersen babanın oyunbaz olup olmadığını öğrenebilirim? Eğer öyleyse bunu senden neden sakladığı için onunla konuşursun. Hem böylece o zihnine yerleşen soru işareti kalkar." Aklımdan geçeni biliyordu. Babamın bir yandan oyunbaz olmama ihtimali vardı ve beni asıl endişelendiren buydu.

"O nasıl olacak ki babam burada bile değil." Cesur gülümsedi. Suratında kendinden emin bir ifade oluşmuştu. "Sen yalnızca babanın adını bana ver yeter gerisini ben hallederim."

Öyle olsun... "Peki tamam," dedim ve babamın adını ona söyledim. Umarım düşündüğüm gibi olmazdı. Babam bir oyunbaz olurdu ve yalnızca bütün bunları beni korumak için bana anlatmamış olurdu aksi takdirde büyük bir hayal kırıklığı yaşardım. En önemlisi annem hem beni hem de babamı aldatmış olurdu.

Çünkü onun kızı olduğumdan emindim, birbirimize çok benziyorduk. Ve beni bir yalanla büyütmüşse şayet onu affetmezdim.

 

 

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%