Yeni Üyelik
10.
Bölüm

♠️9.|Karmaşık Duygu Sarmalı♠️

@moonlighthikayeler

♠️♠️♠️

Birine olan duygularınızı en iyi ondan uzaklaşınca anlardınız. Araya giren zaman ve karmaşık duygular sizin içinde bulunduğunuz durumu düşünme zamanı verirdi. Sizde bu süre zarfında düşünür dururdunuz ve en sonunda uzak kaldığınız kişi karşınıza dikilince duygu patlaması yaşardınız. Bütün o özlem ve hasretlik duyguları size istemediğiniz eylemleri bile yaptırabilirdi.

Duygular o kadar güçlü olurdu ki beyin bu durumda işlevsiz kalır kontrolü kalp ele alırdı. Kısacası kendinize hâkim olamayarak birtakım eylemler gerçekleştirildiniz, benim düşünmeden Cesur'un boynuna atlamam gibi.

O an ona olan duygularım birden gün yüzüne çıkmıştı. En baskını özlemdi oysa ki onu görmeyeli sadece iki gün oluyordu. Bende bu tarz duygular uyandırması korkutucuydu. Cesur'un beni etkilediğini şu an daha iyi anlamıştım.

Salak gibi önceden görmediğim, görmezden geldiğim durumlar yüzüme tokat misali çarpmıştı. En çokta ona haksızlık ettiğimi biliyordum. O sırf benimle tanışabilmek için o kadar uğraşmışken ben ondan istediklerimi aldıktan sonra hayatıma devam etmiştim. İkimiz içinde doğrusunun bu olduğunu düşünmüştüm ama şimdi bu düşünce tarzım değişmişti.

Benim için doğru olan şey ya onun için yanlışsa? Ben kimdim ki ikimiz için karar verme cüreti göstermiştim? Nasıl bu kadar bencil olabilmiştim? Kendime yapılmasından nefret ettiğim şeyleri acısını çıkarır gibi neden ona yapmıştım? Korkmuştum evet ondan yapmıştım oda tamam ama bunların arkasına saklanamazdım.

Her zaman geçmişin korkusuyla yaşayıp acısını başkalarından çıkaramazdım. İçinde bulunduğum hayattan dolayı ukalaydım doğru ama böyle davranmamı hak etmeyen kişilere de bunu yapmak benim yanlışımdı, kabul ediyorum. Kendi kişiliğimi, özelliklerimi değiştiremezdim.

Yaratılışım böyleydi her zaman kişiliğimin izleri karşı tarafa yansırdı ama kendimi düzeltmeye çalışmayacağım anlamına da gelmezdi. Çabalamam gerekiyordu, zor da olsa bir şekilde olacaktı.

Düşüncelerimden çıkıp gerçekliğe dönerken kollarım hâlâ Cesur'un boynuna dolanmış duruyordu. Kafam boynuna yakındı ve teninin üstünden yükselen hayali koku dumanları burnuma doğru çekiliyordu. Kokusunu daha iyi duyumsayabilmek için burnumu boynuna yasladım.

Kokusunu adlandırılacak kelime yoktu. Yalnızca kendine özgü değişik bir koku olduğu kesindi ve huzur vericiydi. Hangi ara kapandığını anlamadığım gözlerimi yavaşça açıp kafamı boynundan çektim. Cesur bu süre zarfınca tepki vermeden ona sarılmama izin vermişti lakin şaşırdığını en başta ona sarılırken kasılan bedeninden anlamıştım.

Kendimi garip bir durumun içine soktuğumun farkındaydım ama kimin umurumdaydı ki? Cesur'un ters bir tepki vermeyeceğini biliyordum ki verse bile sesimi çıkarmazdım çünkü bunu hak ettiğimi biliyordum. İlk başta onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıp şimdi ona ahtapot gibi sarılmam çok dengesizce bir davranıştı.

Belki de böyle olmamın nedeni duygularımın sürekli iniş çıkışlı olmasıydı? Ya da sadece dengesiz manyağın tekiydim? Kollarımı usulca Cesur'dan çekip biraz uzaklaştım. Mavilerim direkt açık yeşilleriyle buluştu. Bana her zaman ki o parıltılı bakışıyla bakıyordu ama başka bir şey daha vardı o yeşil gözlerde. Ve bu beni bozguna uğratmıştı. Neydi o bakışın anlamı?

Hayal kırıklığı? Hoşnutsuzluk? Üzüntü? Öfke? Acı? Hangi duyguydu? Ve neden bu duygu içindeydi? Ne diyeceğimi bilemediğimden susuyordum. Cesur'da konuşmuyordu yalnızca yüzüme bakıyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerken göğüs kafesim yükselmişti. "Buraya susup beni izlemek için mi geldin?"

Sesim biraz masum bi' ima ve bolca soru işareti doluydu. Yaslandığı motorundaki duruşunu bozmadan kollarını göğsünden topladı. Gül kurusu dudakları hafifçe yukarı seğirmişti. "Bir bakıma sayılır. Ama hayır buraya onun için gelmedim." Kaşlarım merakla çatılırken dikkatle Cesur'a baktım. "Ne için geldin o halde?"

Yaslandığı motorundan ayrıldı, kollarını çözdü. Üstüme doğru gelince olduğum yerden kıpırdamadan kafamı kaldırıp ona baktım. "Arabasından indiğin adam kimdi?" Ha, ne? Soruma farklı bir konunun sorusuyla cevap verince şaşırdım.

Dudaklarım aralanıp kapandı. "Anlamadım?" Ellerini deri pantolonun ceplerine sokarak yüzüme eğildi. "Çok da anlaşılmayacak bir soru sormadım. Tek sorduğum kimin arabasından indin, buna cevap vereceksin." Kafamı farklı bir yere çevirip dudağımı dişledim. Benden neden hesap soruyordu? Gözlerimi tekrar ona çevirince beklenti dolu bakışlarıyla karşılaştım. Tek kaşı yavaşça kalktı. "Cevabını bekliyorum gece mavisi."

"Bu seni neden ilgilendiriyor ki?" Onu zorlamaya karar vermiştim. Eğer bana bunun cevabını verirse bende ona istediğini verirdim. Hafifçe gülümseyip yüzüne baktım. Cesur'da biraz alay barındıran gülümsemesiyle karşılık verdi. "Çünkü merak ediyorum." Gözlerim kısıldı, kaçak bir cevap vermişti. "Neden merak ediyorsun?" Omuzlarını silkti. "Merak ettiğim için."

"Peki neden merak ettiğin için merak ediyorsun?" Hafifçe bocalayarak yüzüme baktı. "Çünkü merak ettiğim için merak ediyorum." Gülmemek için kendimi zor tuttum. "Bütün bu merakları neden merak ediyorsun?" Ciddi misin der gibi baksa da oyunumuza devam etti. "Bütün merakları merak ettiğim için merak ediyorum." Sonunda dayanamayarak kahkaha attım. Alt dudağımı gülmemek için dişlerken Cesur'unda güldüğünü gördüm. "Amma boş yaptık ha!"

"Senin sayende, sordun bir merak da merak... merak ediyoruz işte ne uzatıyorsun, güzelim?" Son dediği kelime anlık yüzümün kızarmasına neden oldu. "Neden merak ettiğini söyleseydin uzamazdı."

"E söyledim ya merak ediyorum." Gözlerimi kısarak sırıttım. "Öyle olsun bakalım." Boğazımı temizleyip yüzüne baktım. "Azer Koralev, bugünkü reklam çekimindeki partnerimdi." Yüzü düşünceli bir ifadeye büründü. "Neden seni o bıraktı, senin şoförün yok muydu?"

"Çünkü reklam çekiminin ardından yemeğe gittik. Sonra beni eve bırakmayı teklif etti." Kafasını ağırca salladı. "Anlaşılan kabul etmişsin." Çenesinin kasıldığını görünce huzursuzca yerimde kıpırdandım. "Yani rica edince kıramadım. Alt tarafı eve bıraktı sonuçta." Alayla dudakları yukarı kıvrılırken yan tarafına baktı. Ağzının içinden bir şeyler gevelese de duyamadım. Merakla ona baktım.

"Sen neden gelmiştin?" Bakışları bana dönerken yüzü sabit bir hal aldı. "Sana babanın oyunbaz olup olmadığını araştıracağımı söylemiştim hatırlıyor musun?" Başımı sallayarak onayladım. "Güzel, çünkü araştırmayı bitirdim ve baban o-" Yan tarafımızdan gelen yoğun ışık ve korna sesiyle Cesur'un konuşması kesildi. Kafamı ışığa doğru çevirince Ahu ile Alp'in arabasını gördüm. Işık yüzünden arabanın içindekileri göremiyordum ama onlar olduğunu anlamıştım.

Cesur'a tedirgin bir bakış atıp duran arabaya ilerledim. Geçerken yerdeki çantamı da almıştım. Arabanın kapıları açılınca aşağı Ahu ile Alp indi. Gülümseyerek ikisine baktım. "Vay, vay siz buranın yolunu bilir miydiniz?" Ahu kollarını açarak bana ilerledi. "Canım arkadaşımın evinin yolunu ben bilmeyeceğim de kim bilecek!" Yanıma gelince sıkıca belime sarıldı. Gülerek karşılık verip geride duran Alp'e baktım.

"Hangi rüzgâr sizi buraya getirdi, dökülün bakalım?" Alp siyah gözleriyle Ahu'yu işaret etti. "Onu arkadaşına sorman gerekiyor? Benimde bir bilgim yok." Ahu geri çekilirken kıpır, kıpır yerinde duramıyordu. "Hera sana ve Alp'e öyle güzel haberim var ki duyunca sevinçten havalara uçacaksınız."

"Bak şimdi meraklandım. Neymiş bu haber?" Koluma girdi. Yüzünde gülümseme eksik olmuyordu. "Ayak üstü anlatmayım içeri girelim, hadi!" Alp boğazını temizleyip karısına baktı. "Hayatım biraz sakin, görmüyor musun Hera'nın bir arkadaşı var. İlk önce bir onunla tanışsaydık." Alp, siyah gözlerini karısından bana çevirdi.

"Hera, kardeşim arkadaşınla bizi tanıştırmayacak mısın?" Alp şu an abim rolünü üstlenmişe benziyordu, tipik Alp her yanımda erkek gördüğünde korumacı abi olurdu. Ahu'nun kolundan çıkarken onunda Cesur'a merakla bakmaya başladığını gördüm.

Evet, ben şimdi Cesur'u kim olarak tanıtacaktım? Cesur'a bakınca olduğu yerde sessizce bana baktığını fark ettim. Benim ne cevap vereceğimi mi bekliyordu? Dudağımı dişlerken Ahu ile Alp'e baktım. Kârı koca bana bakıyordu. "Adı Cesur o benim..." Duraksayarak Cesur'a baktım. Tek kaşını kaldırmış meydan okurcasına bakıyor ve sırıtıyordu.

Gözleri, ee şimdi ne söylemeyi düşünüyorsun der gibi bakıyordu. Aynı şekilde karşılık vererek Ahu'lara baktım. "Cesur benim sevgilim." Siktir! Ne yaptım ben? Ahh, bana öyle meydan okurcasına bakarsa böyle olur!

Ahu'nun ağzı aralamışken Alp tepki vermeden Cesur'u süzmeye başlamıştı. Cesur ise dediğimle şaşırmış hatta şoka girmiş bile olabilirdi çünkü parlayan gözlerini bana dikmiş öylece donup kalmış bir pozisyonda bakıyordu. İşte adamı böyle şoka sokarlar. "Oha, ben buraya seni şok etmeye gelmiştim sen beni ettin." Ahu hayretle suratıma bakıyordu.

Boğazımı temizlerken gülümsedim. "Öyle oldu galiba her neyse." Cesur'a dönüp baktım. "Sevgilim yanıma gelir misin? Seni arkadaşlarımla tanıştırayım." Elimi ona uzatıp tutması için işaret ettim.

Neyse ki beni bozmadan elimi tutup yanımda yerini aldı. Ama hâlâ bocalamış bakışları üstümdeydi. "Cesur, bu Ahu benim çocukluk arkadaşım. Alp ise onun kocası aynı zamanda benim üniversiteden arkadaşım." Alp, Cesur'a elini uzattı. "Memnun oldum Cesur." Cesurda aynı şekilde karşılık verdi.

Ahu'da elini uzatınca aynı sözler ve hareketler tekrar edildi. Ahu kumral kıvırcık saçlarını arkaya doğru atarken bana bakıp göz kırptı. "Turnayı gözünden vurmuşsun yine." Gözlerimi belerterek şuursuzca konuşan arkadaşıma uyarı dolu bi' bakış attım. "E, böyle ayakta kaldınız. Eve geçelim hem senin şu süper haberin neymiş bir anlat bakalım." Ahu'nun küçük ve şirin yüzü neşeyle aydınlandı. "Harika olur, hadi gel hayatım."

Ahu, Alp'in koluna girerek onu demir kapıdan içeri soktu. Alp'in ona bir şeyler dediğini duysam da anlayamadım. Hâlâ elini tutmaya devam ettiğim Cesur'a dönünce sorgulayan bakışlarıyla karşılaştım. "Özür dilerim, senide bir yalana alet ettim." Kafamı yere eğdim.

Çocukça davranmıştım. Çenemde hissettiğim baskı ile kafam yukarı kaldırırdı. Cesur yavaşça çenemi okşarken açık yeşil irisleri suratımda turladı. "Özür dilenecek bir şey yapmadın aksine hoşuma gitti." Baş parmağını alt dudağımın üstüne getirerek okşadı. "Bu dudakların arasından benimle ilgili çıkan her güzel söz... Hoc me vis osculari." (Onları öpme isteğimi kabartıyor.)

QSon dediklerini anlamamıştım. Yine o yabancı dili kullanmıştı. Ne demişti acaba? Sorsam da söylemez ki söylemek isteseydi kendi dilimizi kullanırdı. Yutkunarak gözlerinin içine baktım. Parıltılarının arasına yine o koyuluk oluşmuştu. Elini dudağımdan ve çenemden çekti.

"Hadi şimdi arkadaşlarının yanına git." Birkaç saniye ne diyeceğimi bilemedim az önceki davranışı aklımı bulandırmıştı. "Sen? Yani sen nereye gideceksin?" Omuz silkti. "Eve giderim herhalde." Tutmaya devam ettiğim elini sıktım. "Gitme. Benimle içeri gel. Tabii rahatsız olmayacaksan?" Tebessüm etti. "Senin olduğun ortamdan rahatsız olmam."

"O zaman gel." Kısa bir an yüzüme baktı. "Gelmesem daha iyi olur." Kaşlarım çatıldı. Benim göremediğim bir sorun mu vardı? "Neden? Yanlış bir şey mi yaptım?" Yüzüme gelen saçları geriye itti. Resmen bana dokunmadan duramıyordu, hoş bende bana hep dokunsun istiyordum. "Yanlış bir şey yapmadın. Sadece içeride konuşacaklarınız özel şeyler ve buna karışmayı istemem."

"Nasıl yani sen ne diyeceklerini biliyor musun?" Sırıttı. "Tahmin ediyorum diyelim. Hadi onları daha fazla bekletme git." Elini tutan elimi zorsa olsa ayırdım ama gitmeden ona bakmayı sürdürdüm. Daha yeni gelmişti ama! "Üzüntünün rengini görebiliyorum, üzülme..."

Kulağıma doğru eğildi. "Eğer uslu bir kız olursan onlar gittikten sonra odana gelirim." Etkileyici bir ses tonuyla konuşmuştu. Kafamı salladım. Hangi ara onun dediklerini koşulsuz şartsız yerine getiriyordum?

Neyse önemli olan sonuçtu ve sonucunda en az onun kadar bende kârlı çıkıyordum. "O halde ben gidiyorum?" Elimle arkamda kalan evimi işaret etmiştim. "Evet, git yoksa bu sefer ben seni bırakmayarak motorun arkasına atıp kaçıracağım." Hiç fena fikir değil, bana uyar. Lanet! Ben hangi ara bu kadar arsız olmuştum?

Resmen kendi kişiliğimi bir kenara atıp Asi gibi davranmaya başlamıştım. İkimizin kişiliği birbirine karışıyor gibiydi. Bu neye işaret ediyordu? Güçlerimin kontrolünü mü kaybediyordum? Ya da zaten olması gereken Asi ile kendi kişiliğimin birleşmesi miydi?

Güçlerimi kullanmayı tek başıma öğrendiğim için hâlâ adlandıramadığım çok şey vardı. Oysa bende Cesur gibi zamanında eğitim almış olsaydım böyle olmazdım. En azından kendime olan durumu anlayabilirdim. Kafamı iki yana sallayarak kendime geldim. Cesur'a baktım. "Gidiyorum ben... gece gel sen tamam mı?"

"Tamam." Arkamı dönüp demir kapıdan bahçeye girdim. Onun beni izlediğini biliyordum. Evin kapısının önüne gelince zile bastım ve arkamı dönerek ona baktım. Motoruna binmiş gitmeye hazırlanıyordu. El salladım. Kapı açılınca önüme döndüm, içeri girdim. "Nerede kaldın be Hera! Çatlayacaktım artık."

"Geldim işte Ahu, ne yani sevgilime de mi veda etmeyim?"

Ahu muzipçe sırıttı. "O vardı değil mi?! Şu an konu o değil ama sonra bunu detaylıca konuşacağız." Kolumdan tutup beni pekte kullanmadığım salona sürükledi. Alp tekli koltukta oturmuş elindeki telefona bakıyordu. Bizim geldiğimizi duyunca kafasını kaldırdı.

Siyah gözleri üstümüzde dolandı. "Sevgilin gitti mi?" Ahu beni koltuğa oturturken Alp'e baktım. "Evet, gitti." Daha fazla sorgulamadı, nerede duracağını biliyordu. "Boş verin şimdi sevgiliyi falan. Asıl bomba bende."

Alp elindeki telefonu cebine koydu. "Seni dinliyoruz hayatım, gecenin 11'inde bizi buralara sürükledin umarım önemli bir konudur." Ahu kıkırdadı. Neşesi bu gece tavan yapmıştı. "Tamam, tamam söylüyorum..." Bir bana bir Alp'e baktı. Sonra bağırarak, "Ben hamileyim," dedi. Ağzım şaşkınlıkla açıldı. Bir an ne dediğini kavrayamasam da sonradan anladım. Alp ise oturduğu yerde donmuş bi' şekilde Ahu'ya baktı. "Ne? Hamile misin gerçekten?"

Ahu kafasını salladı, gözleri dolmuştu. "Evet, hayatım. Baba oluyorsun." Alp ilk şaşkınlığı üstünden atarak yerinden ayağa fırladı ve hafifçe bağırarak karısına sarıldı, Ahu'yu kendi etrafında ayaklarını yerden keserek döndürdü. "Hamilesin... çocuğumuz olacak... baba oluyorum." Alp kendi kendine konuşurken Ahu'ya sarılmaya devam ediyordu. Onu dudaklarından öpüp geri çekildi. "Beni şu an dünyanın en mutlu adamı yaptın, hayatım." Gülümseyerek ikisine baktım.

Çok güzel görünüyorlardı. Dış görünüşleri bile uyumluydu. Ahu'nun kumral kıvırcık kabarık saçları, boncuğu benzeyen ela gözleri, küçük fındık burnu, orta büyüklükte kırmızı dudakları vardı. Onun aksine Alp daha esmerdi. Siyah saçları, zeytin gözleri, biraz eğri burnu ve ince dudakları vardı. Yüz hatları köşeliydi bu da ona farklı bir hava katıyordu. Açıkçası ikisi de birbirleri için yaratılmış görünüyordu. Zıt kutupların birbirini çekme uyumu.

O ikisi kendi aralarında sevinmeyi bitirince ayağa kalkarak Ahu'ya sarıldım. "Tebrik ederim. Çok sevindim Ahu." Teyze oluyordum resmen! Ahu'dan ayrılıp Alp'e sarıldım. "Tebrikler, baba adayı." Gülerek sarılışıma karşılık verdi. Sarılmayı bitirince gülümseyerek ikisine baktım. "Oturun hadi. Anlat Ahu, yeğenim kaç aylık?"

"Daha 1 aylık. Bu sabah doktora gittiğimde öğrendim bende sonra size haber vermek için bu saate kadar bekledim." Mutluluğu yüzüne yansıyordu. "Tekrar tebrik ederim o kadar sevindim ki şaka gibi geliyor." Alp göğsünü eliyle tuttu. "Sen bir de onu bana sor kalbim duracak gibi. Hâlâ inanmıyorum, baba oluyorum." Ahu ile birbirimize bakarak kahkaha attık. Alp ise şaşkınca bize bakıyordu. Bir süre daha böyle sohbet ettik.

Sonra Ahu ayağa kalkınca ona odaklandım. "Biz gidelim artık. Geç oldu senide bu saatte rahatsız ettik." Kaşlarım yalancı bir kızgınlıkla çatıldı. "Saçmalama Ahu, istediğin zaman istediğin her an gelebilirsin. Ayrıca böyle güzel bir haberi benimle paylaştığın için teşekkürler." Kıkırdadı. "Hayatımda en özel yere sahip olan kişiler sizsiniz. Sizinle paylaşmayıp da ne yapacaktım." Ahu bana tekrar sarıldı ardından Alp ile birlikte veda edip gittiler.

Yüzümdeki gülümsemeyle odama çıktım. Ahu'nun hamile olması beni çok mutlu etmişti. Uzun zamandır çocuk sahibi olmak istiyordu ve şimdi sahip olacaktı. Odaya girip banyoya ilerledim. Hızlıca bir duş aldım ve geceliğimi üstüme giyerek yatağa girdim. Cesur gece gelebilirim demişti. Gerçekten gelecek miydi?

Telefondan saate baktım. 01:30 Geç olduğu için gelmeyecek miydi yoksa? Kafamı yastığa yaslayarak tavana bakmaya başladım. Belki gelir diye onu bekleyecektim. Kaç zaman geçmişti bakmamıştım ama camdan gelen sesle aniden yataktan fırlamıştım. Tekrar ses gelince cama ilerledim.

Açıp kafamı dışarı uzatınca aşağıda Cesur'u gördüm. Yüzümde bir gülümseme oluştu. "Gelmişsin."

"Geleceğim demiştim." Sırıtarak camın hemen dibindeki ağaca tutunarak çıkmaya başladı. Ağaca neden çıkıyordu? "Ne yapıyorsun?" Sesim kısık çıkmıştı. Zeliş'i ya da Ali'yi uyandırmak istemezdim. Camın hemen dibindeki dala kadar çıkınca durdu. "Yanına geliyorum." Gülerek içeri geçmesi için geri çekildim. "Seni kapıdan da içeri sokabilirdim. Tarzan gibi ağaçlara tırmanman gerekmezdi."

Ağacın kalın dalının üstüne basarak diğer ayağını camdan içeri uzattı kolunu tutup ona yardımcı oldum. Düşüp bir yerini kırarsa kötü olurdu. "Böyle daha eğlenceli." Kaşlarım muzipçe havalandı. "Senin adrenalini sevdiğini anlamıştım zaten." Tamamen odaya girince camdan biraz uzaklaştık. "Yarışı diyorsun o daha hiçbir şey, güzelim."

Göz kırpıp yanımdan geçerek odada dolanmaya başladı. Açık yeşilleri ilgiyle dolaşıyordu. "Ya demek öyle. Eğlence anlayışınız içinde daha neler var Cesur Bey?" Konsolun üstündeki ödül plaketlerini incelerken omzundan geriye bana baktı. "Belki bir gün deneyimleyerek görürsün?"

Bu bir teklif miydi? Alt dudağımı dişleyip gülümsedim ve yanına ilerledim. Bazen çok baştan çıkarıcı konuşuyordu. "Olabilir," dedim teklifini kabul edercesine. Eline aldığı plaketi inceledi. "Buz dansı birincisi... buz pateni mi yapıyorsun?" Usulca kafamı salladım. Ama biraz onun arkasında kaldığım için bu hareketimi göremedi.

"Evet, eğlencesine bir yarışmaya katılmıştım. Oradan verdiler." Plaketi yerine koyarak bedenini benden tarafa çevirdi. "Benim aksime senin eğlence anlayışın daha sportif."

"Öyle gözüküyor." Gülümseyerek ellerimi önümde bağladım. "Ne zamandır buz üstündesin?" Düşünceyle kaşlarım çatıldı. "Sanırım 6 yaşından beri. Annem buz paten dansının hep zarif bir dans türü olduğunu söylerdi. Beni de o başlatmıştı. Oradan öyle bu günlere kadar geldim." Bakışlarım donuklaştı. Annem aklıma geldi sonra onunla olan anılarım. "Çok iyi olmalısın birincilik kazandığına göre?"

Sersemce kafamı salladım. "Galiba." Ne kadar bedenim burada olsa da zihnim başka alemlerdeydi. Annemle ilgili anılar gözümün önünden geçiyordu. "Seninle kaymak isterim." Ha? Şaşkınca bulunduğum ortama döndüm. Ne demişti o? Şaşkınca sordum.

"Kaymayı biliyor musun?" Omuz silkti. "Hayır ama sen bana öğretebilirsin." Dudaklarım yukarı kıvrıldı. İsteği hoşuma gitmişti. "Eğer uslu bir öğrenci olursan neden olmasın?"

"Görüp görebileceğin en uslu öğrenci olurum." Açık yeşilleri eğlendiğini gösteren parıltılarla doluydu. "O halde tamam. Artık resmi olarak öğrencimsin. İlk dersimizde... bu hafta sonu!" Heyecanla Cesur'a baktım. Onunla bir aktivite yapmak eğlenceli olacaktı. "Hemen kabul edeceğini düşünmemiştim. Beni şaşırtıyorsun, gece mavisi." Bu sefer ben omuz silktim. "Hep sen mi beni şaşırtacaksın biraz da ben şaşırtayım."

"Hay, hay hanımefendi." İçim adlandıramadığım şekilde kıpır kıpır olmuştu. "Bu arada Cesur sen Ahu'nun özel bir konuda konuşacağını nasıl anladın? Bu sadece tahminle olacak iş değil." Kalçasını dikkat ederek konsola yasladı, elleri iki yanından konsola tutunmuştu. "Öncelikle her insanın kendine ait bir renk aurası vardır, bunu unutma. Arkadaşın Ahu'da ise iki tane gözüküyordu.

Bir tanesi karnından yükseliyordu, oradan hamile olduğunu anladım. Sana da onu haber vermeye geldiğini tahmin ettim öyle." Vay canına! Cesur'a aura renklerinin nasıl gözüktüğünü merak etmiştim. Çok otantik olsa gerek.

"Anladım," diye mırıldandım. Bağlı olan ellerimi çözüp bir elimi diğer kolumun üstüne koyarak çıplak tenimi ovuşturdum. Kısa bi' an garip bir sessizlik oldu. Cesur'un gözleri üstümdeyken benim kafam yere eğilmişti. Parkenin üstünde ki lekeler dikkatimi çekince kaşlarım çatıldı.

Diz çöküp işaret parmağımı lekeye sürdüm. Islak sıvı parmağıma bulaşmıştı. Burnumla koklayınca kan olduğunu anladım. Nereden gelmişti bu kan? Yerden kalkarken kendi üstüme baktım. Benden gelmemişti. "Ne oldu?" Cesur yaslandığı konsoldan dikleşirken tedirgin bakışları üstümdeydi. "Yerde kan var ama nereden geldiğini bilmiyorum."

"Bir yerini mi kestin?" Olumsuz anlamda kafamı salladım. "Hayır, kesmedim." Gözlerimi Cesur'a diktim. "Senden olabilir mi? Bir yaran falan var mı?" Aklına bir şey gelmiş gibi eli karnına kaydı. Benimde gözlerim oraya doğru kayınca tişörtün etek kısmının koyulaştığını gördüm. Gözlerim irice açıldı. "Cesur, kanıyorsun!" Hızlıca dibinde bitip tişörtünü kaldırdım.

Sol kasığının üst tarafı sargı beziyle bantlamıştı ve sargı bezi kanla kaplıydı. "Cesur, ne oldu burana?" Sakince yüzüme baktı. Hiç yarası olan biri gibi gözükmüyordu. "Sakin ol, önemli bir şey değil." Acıyla yüzüm buruştu. Kesin ağaçtan çıkarken yarasını zorlamıştı. "Müdahale etmemiz gerekiyor. Banyoda ilk yardım seti vardı, hemen alıp geliyorum." Koşarak banyoya girdim, hızla çekmeceleri karıştırmaya başladım. İlk yardım setini bulunca doğruca Cesur'un yanına gittim.

"Yatağa geç." Kafamla yatağı işaret etmiştim. "Sence de bunun için erken değil mi?" Hınzırca güldü ve göz kırptı. Dudaklarım şaşkınlıktan aralanırken kızgınlıkla yüzüm gerildi. "Şöyle kritik bir durumda bile nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun anlamıyorum." Dilini alt dudağında gezdirdi. "Yapı meselesi." Gözlerimi devirerek elimle yatağı işaret ettim. "Kan kaybediyorsun, hemen yatağa geç ve tişörtünü çıkar."

Neyse ki bu sefer bir şey demeden dediğimi yaparak yatağa oturdu, tişörtünü çıkardı. "Uzan, Cesur uzan." Ayakkabılarını çıkartıp uzanınca ilk yardım setini açıp yanındaki boşluğa oturdum. İlk önce ellerime eldivenleri geçirdim. Cesur bunu yaparken gülüyordu. "Neden gülüyorsun?"

"Hiç öylesine." Kaşlarım çatılsa da bir şey demedim. Kanlanmış sargı bezine hoş olmayan bi' bakış attım. "Neredeyse çeyrek ünite kan kaybetmişsin hâlâ bir şey olmamış gibi gülüyorsun." Kanlı sargı bezini dikkatlice çıkartınca uzunlamasına olan kesiği gördüm. Dikilmemişti öylesine sarılmıştı.

Kanlanmış sargı bezini yandaki komodinin üstüne bırakıp ilk yardım setinden oksijenli su çözeltisi ve pamuk alıp yarasındaki kanı temizlemeye başladım. "Bu nasıl oldu?"

"Geçen gece Parémvasi'ler ve dönüştürülenler ile küçük çaplı çarpışma oldu. O sırada dönüştürülen birinin pençesi kesti." Elim hareketini anlık kesse de işime devam ettim. Dönüştürülen dediği şey virüs yüzünden mutasyona uğrayan insanlar olmalıydı. "Dönüştürülenleri bu şekilde kullanabiliyorlar yani?"

"Evet, onlara itibar ediyorlar." Kanı temizleyince başka bir pamuğa tentürdiyot döküp yarasının üstüne yavaşça yedirmeye başladım. En ufak acı belirtisi bile vermiyordu. "Parémvasi'ler gibi dönüştürülenlerde bir virüs yayıyor mu?" Tentürdiyodu hemen bırakıp yarasına spanç uygulamaya başladım. Tekrar kanamaya başlamıştı. Elimle yarasına baskı uygularken yanaklarımı şişirdim.

Neden tekrar kanıyor ki! Cesur sanki kan kaybeden o değilmiş gibi konuşmaya başladı. "Evet, Parémvasi'lerde ki virüs onlara da geçiyor." Tedirgince Cesur'a baktım. "Panzehri var demiştin ondan oldun değil mi?" Tamamen kanlanan spançı yaradan çekip başka bir tane koydum. Neden kanaması durmuyordu? "Hayır. Çünkü gerek yok. Onların virüsü biz oyunbazlara etki etmiyor." Oda ne demekti? "Nasıl?"

"Baştan da söylediğim gibi biz lanetlenmiş insanlarız ve lanetmiş birine ne virüs ne de büyü işe yarar. Lanet laneti geçemez." Şimdi ne demek istediğini anlamıştım. Kanlı spançı yaradan çekince kanamasının durduğunu fark ettim. "Oh be! Bir an durmayacak sandım."

Oksijenli su çözeltisiyle tekrar kanı temizleyip elimdeki eldivenleri değiştirdim. Ardından dikiş takımını çıkardım. "Beni dikecek misin?" Dikişi hazırlarken kafamı salladım. "Dikiş dikmesini biliyor musun?

Sesi saf merak doluydu. "Eh, babam kalp cerrahı bırak da bizde bir şeyler bilelim." Yüzünün bir an gerildiğini görsem de sonradan gülümseyince üstünde durmadım. "Yine de buna gerek yok."

"Sebep? Yaran açık ve derin bir yara dikilmesi gerekiyor." Neden zıtlık yaptığını anlamamıştım. "Bir vampir kadar olmasa da bizimde yaralarımız hızlı iyileşir sen şimdi diksen bile bir iki güne kalmaz o yara iyileşmiş olur." Dikişle ilgilenmeyi bırakarak yüzüne baktım. "Şimdi kanıyor ve yara kapanmış değil. Kendiliğinden kapanana kadar kan kaybetmek mi istiyorsun? Belki insanlar gibi bir anatomiye sahip değilsin ama sonuç olarak ölümsüz de değilsin."

Tek kaşım sorarcasına kalktı. "Kapanmasını bekleyene kadar kan kaybetmek mi yoksa dikiş atılmış şekilde kendiliğinden kapanmasını beklemek mi?" Yenilgiyle yüz hatları gevşedi. "Peki madem dik beni, doktor hanım." Alaylı söylenişine aldırmadan uyuşturucu iğneyi yapıp yarasını özenle dikmeye başladım. "Bu arada az önce vampir dedin. Vampirlerde gerçekten var mı?" Evet, buna takılmıştım.

"Evet varlar ama sandığın şekilde değil. Bir insan topluluğu var. Kan içerek yaşıyorlar. Ne normal insan gibi yemek yiyorlar ne de yamyamlar gibi insan eti yalnızca kanla besleniyorlar. Hatta kendileri köpek dişlerini sivrileştiriyorlar, böylece ete kolayca batıyor ve kanı direkt damardan içiyorlar. Vampir işte bu topluluktan türemiş bir isim yalnızca. Yoksa fantastik hiçbir özelliği yok." Hayal kırıklığına uğramıştım. Bize anlatılan vampir hikâyeleri hiç böyle değildi.

"Ama sen az önce bir vampir kadar olmasa da bizimde yaralarımız hızlı iyileşir demiştin. Fantastik bir yanı yoksa nasıl yaraları hemen iyileşiyor? Yoksa orada dalga mı geçtin?" Sırıttığını hissettim. "Evet, dalga geçmiştim. Onların kendilerini iyileştirme özelliği yok. Normal insanlardan tek farkları kan içmek. Onun dışında onlarında insanlar gibi normal bir hayatı var, aramızda yaşıyorlar."

"Doğaüstü olsun olmasın her şeyin mantıklı bir açıklaması varmış resmen." Hayretle son dikişi atıp yarayı sargı beziyle örttüm. Sonra her şeyi topladım. İlk yardım setini ve komodinin üstüne koyduğum kanlı spançlar ile sargı bezini alarak komodine bulaşmış kanı temiz bi' bezle sildim ve ayağa kalktım.

Banyoya gittim, ilk yardım setini yerine koyarken diğerlerini çöpe atıp ellerimdeki eldivenleri çıkardım ve ellerimi yıkadım. İçeri geri gittiğimde Cesur hâlâ bıraktığım pozisyonda yatıyordu. "Sen burada dur hemen geliyorum," diyerek odadan çıktım. Geri odaya döndüğümde elimdeki bardakla Cesur'un yanına oturdum. "Al, iç." Kafasını uzayıp bardağın içine baktı. "Bu ne?"

"Vişne suyu. Kan yapar, iç." Yattığı yerden doğrulup sırtını yatak başlığına yasladı. Ardından elimdeki bardağı aldı, içmeye başladı. Açık yeşilleri benim yüzümdeydi. "Yaptıkların için teşekkür ederim." Kafamı yatak başlığa yasladım. "Sorun değil ama bir daha yaralanmamaya özen göster."

"Neden o zamanda pansuman yapıp beni dikmez misin?" Bunu dedikten sonra vişne suyunu içmeye devam etti. "Cesur asıl resme odaklan. Mesele seni dikmek değil seni bu halde görmek. Bir daha böyle bir şeyle karşılaşmak istemiyorum. Soğukkanlı olabilirim ama bu seni o halde görmek istediğim anlamına gelmez." Elindeki boşalmış bardağı komodinin üstüne bırakarak yatakta uzandı.

Sonra kolumdan tutarak beni kendi yanına çekti. Kafam çıplak göğsüne yaslanırken bir kolunu belime sardı. Yerimde kıpırdanıp rahat bir pozisyon alınca Cesur üstümüze ince örtüyü çekti. Sonra kulağıma fısıldadı. "Bunu dert etme, gece mavisi. Yarın sabah bambaşka bir gün olacakken şu anın tadını çıkaralım." Gözlerim huzurla kapandı. Uzun zamandır ihtiyacım olan tek şey buymuş meğerse…

Garip, Cesur ile bu şekilde olmayı onunla ilk tanıştığım zaman hayal bile edemezdim ama şimdi birlikte benim yatağımda uzanmış yatıyorduk. Kader gerçekten de sürprizlerle doluydu değil mi?

♠️♠️♠️

Bölüm Hakkında Düşünceleriniz Ve Önerileriniz?

Loading...
0%