Yeni Üyelik
10.
Bölüm

(10) GELECEKTEN GELDİM

@moonpiece.24

 

 

(Karmen'den)

 

Çocukluğumdan beri dört duvar arasında olmaktan kaçınmıştım. Çoğunlukla hep dışarıda gezerdim çünkü duvarlar üstüme üstüme geliyormuş gibi hissederdim. Hatta sırf bu yüzden çoğunlukla bahçede takılıyordum. Annem sırf bu yüzden bahçıvan olarak çalışırdı çünkü annem de benim gibi binalara tahammül edemezdi. Sırf bu yüzden çoğu kişi annem ve bana 'yabani' derlerdi. Dediğim gibi çoğunlukla bahçede kalıyorduk. Yaz ayları annemle bahçede uyurduk mesela. İkimiz de sığamazdık dört duvara... Hata sırf bu yüzden küçüken okula gitmezdim. Annem eve özel öğretmen çağırırdı ve parkta ders işlerdik. İşte bu yüzden bu aptal hapiste olmak benim için işkenceydi. Duvarlar sanki üzerime üzerime geliyordu ya da ben abartıyordum. Sadece iki gündür arkadaşlarım ile bu hapisteydim ve ben bu haldeydim. Peki yıllarca hapis yatanlar nasıl katlanabiliyordu bu işkenceye?

 

Asık bir suratla bizimkilere baktım. Saye, gizem'in dizine kafasını koymuş ve uyumuştu. Gizem de başını Kayra'nın omzuna yerleştirmişti. Kayra duvara yaslanmıştı. Aker ise Kayra'nın sol omzuna kafasını koymuş ve elini tutmuş uyuyordu. İstemsizce bu görüntüye kıkırdadım. İki gündür buradaydık ve ne yapacağımızı bilmiyorduk. Hapse girme nedenimiz ise yine casusluktu. Çıldırmamak için kendimi zor tutuyordum. Kendi atalarımız tarafından sürekli casus ilan ediliyorduk. Asıl amacımız onları kurtarmakken.

 

Acaba casus olarak anılmak ile mi lanetlendik Karmen?

 

Gözlerimi kapadım ve kaçış yolu düşündüm. Ama herhangi bir sonuca ulaşamadım. İki gündür sürekli kaçıyordum ve bir yere kadar başarıyordum ama yeni çeri askerleri bir şekilde beni buluyorlardı. Adamların tek derdi resmen biz olmuştuk. Sürekli kaçtığımdan dolayı asker sayısını artırmışlardı. Yarın mahkememiz olacaktı ve kadı hangi kararı verirse onu yaşayacaktık. İki gün önce o gizemli adamdan sonra satılacak o kızları kurtarmak istemiştik hatta kurtarmıştık. Tabi sonrasında yeni çeri askerlerini görmemiz, kurtardığımız kızların onlar gibi olmadığımızı söylemesi ve üzerimizden çıkan telefon,kulaklık,saat gibi aletlere el konulması ve bize casus deyip zindana tıkmaları hiçbirimizin beklemediği bir şeydi.

 

Yeni çeriler bizi alırken o gizemli adamı görmüştüm. Bana 'seni kurtaracağım' der gibi bakıyordu. Bakışlarında güven vardı. Ama iki gündür gizemli bey abiden hala bir atak görememiştim. Tanımadığım o aptal adama inanmak tamamen hataydı! Zaman kıran kitabında hala herhangi bir yazı belirmemişti. Daima bize ip ucu verip bizi kurtaran kitap bu sefer bize yardım etmiyordu. Kısacası çaresiz bir durumdaydık. Ellerimle yüzümü ovaladığımda çıkan zincir sesi ile kahkaha attım. Kaçmaya çalıştığımdan dolayı bileklerimi duvara zincirlemişlerdi. Bunları hak etmiyordum. Zindana girmeyi hak etmemiştim. Duyduğum adım sesleri ile bakışlarımı zindanın kapısına doğru çevirdim. Bir süre sadece adım sesleri duyuldu. Ardından iki beden zindanın kapısının önünde belirdi. Biri gardiyandı diğeri ise kaskatı kesilme sebebim.

 

Beni daha önce kurtaran, yüzünde maske olan, sadece ela gözleri gözüken o adam. Yutkundum. Onu burada görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Gardiyan zindanın kapısını açtığında ağır adımlarla içeriye girdi. Birden önümde diz çöktü ve boyunu benle eşitledi. "Zamanım çok kısa bu yüzden dediklerimi iyi dinle" uyarısına sadece başımı salladım. Bu uslu halim hoşuna gitmiş olmalı ki bakışları yumuşadı. Ardından boğazını temizleyip anlatmaya başladı. "Yarın mahkememiz olacak. Mahkemede arkadaşlarım sizi alacak ve ormana götürecek ve orada bir kulübeye bırakacaklar. Sizi kurtaracağım"

 

Bir kaşım sorgularcasına havaya kalktı. "Senin bundaki çıkarın ne olacak?" Keyifli bir sesle "kulübeye geldiğimde sorduğum her soruya cevap vermek zorundasınız. Eğer bu soru cevap faslını kabul edersen ben de sizi kurtarırım" aslında anlaşma gayet iyiydi. Alt tarafı soru cevap yapacaktık. Karşılığında ise özgürlüğümüz vardı. Kelepçeli elimi sıkması için öne doğru uzattım. "Kabul" gözleri bileğimdeki kelepçelere kayınca bakışları sertleşti. Ardından her ne düşündüyse kafasını iki yana salladı ve ayağa kalktı. Gideceğini anlayınca bir an panikledim. "Adın ne?" Onun hakkında ne öğrensem kardı. Kafasını bana doğru çevirmeden sorumu cevapladı. "Tugay, tugay agah" yutkundum. Karnıma doğru bir sıcaklık yayıldı. Tugay agah... İsmi güzeldi.

 

İçimden bir ses tugay'la tekrardan karşılaşacağımı söylüyordu. Bizi kurtarma konusunda tugay'a güvenmeli miydim bilmiyorum ama yarın için aklımda güzel bir plan olduğunu biliyordum. Öyle bir şey yapacaktım ki kadı, yeni çeriler ve bize iftira atan o kadınlar benim adımı ezbere bileceklerdi.

 

                                 ⏳ 

 

 

Kayra ve Aker yavaş yavaş uyanmaya başlamıştı. Benim dışımda hepsi gayet güzel bir uyku geçirmişti. Kayra yüksek bir sesle oflarken hepimiz ona doğru döndük. Kayra yüksek sesle "aranızdan kim cenabet lan! Doğruyu söyleyin!" Kaşlarım çatılırken "ne alaka Kara çocuk?!" Diye homurdandım. Kayra bana bıkkın bir bakış atarak. "Kar, benim canım kardeşim sence de bizim bu şansızlığımız normal mi? Gittiğimiz her zamanda casus damgası yiyip mapus damlarına düşüyoruz bence bizde bir sorun var" dediğinde Aker kayra'nın kafasına vurarak "burada bir cenabet varsa o da sensin! Ama senin banyoda paklanmaz tazikli suyla yıkanman lazım" bu dediğine hepimiz yüksek sesle kahkaha attık. Kayra yüzünü buruşturarak "ben mi cenabetim? Benim dedem imam dedemin dedesi hacı yani öyle bir imanlı ailede büyüdüm. İmkanı yok. Peki ya sen? Babam içkici deden papaz" diyerek kahkaha attığında bu sefer aker'in yüzü düşmüştü.

 

Bu sırada saye'nin uykulu sesi bizi böldü. "Kara çocuk papaz Azman imam mıymış? Ama şuan kardeş gibiler nasıl oluyor o?" Saye'ye bakarak "aynen saye biz de fıkranın içindeyiz ben de Nasrettin hoca" diye homurdandım. Gizem oflayarak "hepiniz çocuk gibisiniz" dedi ve haklıydı.

 

Yetişkin kılığındaki bu çocuklarla ne yapacağımı bilmiyorum.

 

 

                                  ⏳

 

 

Gergin bir nefes aldım. Bugün mahkeme günüydü. Askerler bizi almış ve at arabasına bindirerek bizi kasaba meydanına getirmişlerdi. Bizimkilerin aksine benim bileklerimi halat ile bağlamışlardı. Kasaba meydanında ilerlerken arkamdaki askerin kılıcını sırtımda hissediyordum. Attığımız her adımda halk bize domates ve marul atıyorlardı. Tabi onların gözünde birer casustuk. Hepimizin ama özelikle benim üzerim baştan aşağıya domates olmuştu. Bu durum bende kusma isteği uyandırıyordu. Adamlar zorla bizi bir binaya soktu ve bir odaya getirdiler. Bu oda bizim zamanımızdaki mahkeme salonlarına hiç benzemiyordu. Bir yer vardı orası bizi oturtukları zeminden biraz daha yüksekti ve kadı olduğunu düşündüğüm adam orada oturuyordu.

 

Bizi odanın ortasına oturtmuşlardı. Sağ ve sol tarafta ise bizi izleyen insanlar vardı. Derin bir nefes aldım. Eğer bizi savunmayı başarırsam buradan çıkabilirdik. Kadı birkaç şey söyleyip konuştuktan sonra tanıklar getirildi. Kurtardığımız kadınlardan biri geldi ve bizim aleyhimize konuşma yaptı. Aynı şekilde bizi tutuklayan yeni çeriler de bizim aleyhimize konuştu. Bir an tüm dünyanın bize karşı olduğunu düşündüm. Birkaç dakika sonra kadı'nın sesi salondaki herkesin fısıltısını kesmiş ve benim nefesimi tutmama sebep oldu. "Konuşma hakkınız var" bu cümle ile ayağa kalktım.

 

Çenemi ve omzumu dikleştirerek güçlü bir duruş sergiledim. Öyle bir savunma yapmalıydım ki, öyle bir yalan söylemeliyim ki bizi rahat bıraksınlar. Konuşmak için dudaklarımı araladım.

 

"Bize iftira atan yeni çerilerden ve o hatunlardan şikayetçiyim kadı efendi. Çünkü bizim hakımızda söylenen sözler birer iftiradır. Ve söyledikleri şeylerin herhangi bir kanıtı yoktur. Biz arkadaşlarım ile ormanda balık tutmaya giderken at arabasıyla karşılaştık ve o hatunları gördük. Hatunların satılacağını anlamıştık çünkü hepsinin bilekleri bağlanmıştı. Ben ve arkadaşlarım onları kurtarmaya çalıştık ve kurtardık. Sonrasında ise yeni çeriler geldi ve sırf kıyafetimizden ve konuşma tarzımızdan dolayı casus ilan edildik. Biz onlara yardım ettik ama karşılığı nankörlük oldu. Bize hem iftira atıldığı için, hem ihanete uğradığımız için, hem de ırkçılık ile karşılaştığımız için kendim ve arkadaşlarım adına şikayetçiyim kadı efendi"

 

Konuşmam bittiğinde fısıltılar artı. Kadı birkaç dakika fısıltıların ve konuşmaların son bulmasını bekledi. Konuşmalar kesildiğinde ise çatık kaşları ile bana döndü. "Üzerinizden çıkan silahlar hakkında ne tür bir savunman var?" Yok artık! onlar telefonları silah mı zanetmişlerdi? Şimdi bul bakalım buna uygun bir yalan Karmen! Derin bir nefes aldım. Arkamdaki Aker ve kayra'yı işaret ederek "arkadaşlarım bizim kasabamızda birer mucittir. Bozulan eşyaları hep tamir etmişlerdir aynı zamanda kulanılmayan eşyalardan icattlar yapmışlardır. Sizin bulduğunuz aletler birer silah değildir aksine arkadaşlarımın üzerinde çalıştığı icatlardır ve o icatlar hiçbir işe yaramamakta ve kullanılmamaktadır. Yani hiçbir tehlike arz etmemektedir."

 

Kadı'nın bakışları Aker ve kayra'ya döndü. "Cidden icat mı yapıyorsunuz?" Kayra bana kısa bir bakış attım ardından "evet kadı efendi. Ben ve kardeşim böyle işlerle uğraşırız" deyip oturdu. Kadı'nın gözlerinden kararsız bir ifade geçti. Bize inanıp inanmamakta kararsızdı. "Arkadaşlarımın üzerinde uğraştıkları icatları geri almayı ve bize iftira atanların yargılanmasını talep ediyorum" diyip oturdum. Birkaç dakika sonra ben daha ne olduğunu anlamadan askerlerden beş tanesi kadı da dahil herkese kılıç doğrultmuştu. Askerlerden biri ise bizim yanımıza gelip hızla bileğindeki halatı çözdü. "Bizi tugay gönderdi bizi takip edin"

 

Bizimkiler aynı anda "tugay kim?" Diye sorduğunda onlara cevap vermeden adamı takip ettim. Diğerleri de bu sırada beni takip ediyorlardı. Bir odanın önüne geldiğimizde asker bir an bile düşünmeden içeri girdi ve girdiği gibi hızla çıkıp telefonlarımızı, ve kulaklıklarımızı avcumuza koydu. O koşmaya başlayınca biz de onu takip ettik. Binanın arka tarafında gizli bir kapı vardı ve biz de o kapıdan çıkarak binadan çıktık. Bizi bir bahçeye götürdü. Bahçede üç tane at vardı. "İkili ikili binin" deyince hepimiz yutkunduk. Şöyle bir sorunumuz vardı o da at binmeyi bilmiyor oluşumuzdu. Adam bakışlarımızdan anlamış olmalı ki homurdandı. Ardından yürümeye başlayınca biz de onu takip ettik.

 

                                  ⏳

 

Adamı takip ettiğimizde bir kulübenin önünde durmuştuk. Tugay'ın bahsettiği kulübede. Adam bizi yanlız bırakıp gitmişti. Eve girdiğimizde bir sürü kıyafet ile karşılaştık. Ben üzerime kırmızı, saye sarı,gizem yeşil bir elbise giymiştik. Kayra ve Aker ise siyah renk erkek kıyafetlerinden giymişlerdi. Birkaç saat kulübede kalmış ve oradaki yiyecekler ile karnımızı doyurmuştuk. Ben ise şuan kulübenin hemen yanındaki ağacın altında oturmuş zaman kıran kitabından ip ucu bekliyordum. Aynı zamanda tugay'ı da bekliyordum.

 

Bizi çıkarları için kurtarmıştı. Anlaşma yapmıştık ve ben de anlaşmanın bana düşen kısmını yaparak ona soracağı soruların cevaplarını verecektim. Bu esnada yüzümü esir alan mavi ışık ile bakışlarımı kitabın sayfasına doğru eğdim. Sol taraftaki sayfada bir resim belirdi. Resimde padişah vardı ve arkasından ona kılıcını doğrultmuş bir zaman kıran askeri. Hemen yan sayfada ise yazılar belirdi.

 

Padişah halkını görmek için sokağa indi.

 

Bütün halk onu izledi.

 

Zaman kıran askeri yayı çekti.

 

Padişahın üstü kan bilendi

 

Osmanlı'nın başında yoktu padişah.

 

Taht kavgası çıkacak müntehak.

 

Zaman kızı vakte dallarak

 

Padişahı kurtarmalı muhakak

 

Üst dudağımı dişlerimin arasına yerleştirdim. Bu cümleler yeni bir görev demekti ve anladığım kadarı ile padişah suikasta uğrayacaktı ve bizim de onu kurtarmamız gerekecekti. "Anlaşmanın sana düşen kısmını yapma zamanın geldi" diyen sesi duyduğumda bakışlarımı kitaptan kaldırdım ve ela hareler ile kahvelerim buluştu. İfadesiz bir yüz ile ona bakıyordum. "istediğin soruyu sor hepsini dürüst bir şekilde cevaplayacağım" başını omzuna doğru eğdi. "Dürüst bir şekilde cevapla" diyince hafifçe yutkundum. Kim bilir bana nasıl bir soru soracaktı? Kendimi sorularına hazırlayıp ona döndüm. Ne olursa olsun sorularını cevaplamalıydım. Ona bunu borçluydum.

 

"Hazırım sor" birkaç saniye yüzüme baktı ardından beni bozguna uğratarak kılıcını çıkardı ve boynuma yasladı. Titrek bir nefes aldım. Yalan yoktu korkmuştum. Nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Kalbimin ritmi çoktan yörüngesinden ayrılmıştı. Beni bilerek mi kadı'nın eline vermemişti? Belki de diğerlerinin beni öldürmesini istememişti. Kendisi beni öldürmek istemişti. Eğer kendisi beni öldürmek istediyse neden beni yaşatmıştı? Soğuk kılıcını hafifçe boynumda gezdirince ürperdim. Korku tüm damarlarımda geziyordu. Benden ne istiyordu? Boğuk sesiyle "siz buraya ait değilsiniz" deyince gözlerim ardına kadar açıldı. Yoksa o da mı bizim casus olduğumuzu düşünüyordu?

 

Peki o zaman bizi ne diye kurtarmıştı? Kafam çorba olmuştu resmen! "Kimsin sen?" Bu soruyu gözlerini kısarak sormuştu. Kalbim son hızda atarken içimdeki sorguya inat dudaklarım kıvrıldı. "Ben Karmen ışık" bunu demem ile kılıcı biraz daha boynuma bastırdı. Bu cevap belli ki onu tatmin etmemişti. "Bu zamana kadar hiçbir ülke hiç bir millet sizin kıyafetlerinizi giymedi, sizin gibi konuşmadı" çenesi ile kitabı işaret etti. "yazı şekliniz bile farklı. Casus değilsiniz çünkü herhangi bir imparatorluğun vatandaşı değilsiniz" maskesine rağmen kaşlarının çatıldığını hissediyordum. "Kimsin sen?" Bunu kısık sesle söyledi.

 

Gerçeklerden daha fazla kaçamazsın karmen.

 

İç sesim bağıra bağıra söyle dedi. Anlat her şeyi anlat. Ama anlatırken ya inanmazsa? Aklımdaki tüm soruları geriye attım ve çenemle omzumu dikleştirdim. "Bu dediğime inanmayacaksın hatta delirdiğimi düşüneceksin ama..." Derin bir nefes aldım. "Biz gelecekten geldik" bakışlarında beli belirsiz bir Afalama belirdi. "NE!"

 

 

 

Loading...
0%