Yeni Üyelik
16.
Bölüm

(16) KUŞLAR KADAR ÖZGÜR

@moonpiece.24

 

(İlahi bakış açısı)​​​​​​​​​​​

 

Bu tabiat üzerindeki herşey birer emanetti. Yaşadığımız dünya,ev,yediğimiz yemekler, sevdiklerimiz,sahip olduklarımız,ruhumuzu içinde barındıran beden... Hepsi birer emanetti ve günü geldiğinde sahibi bize verdiği gibi hepsini geri alacaktı. Bu yüzden emaneti en güzel şekilde korumamız gerekiyordu. Alize gözleri dolu bir şekilde ablası umay'ın mezarına baktı. Karmen, umay'ın emanetiydi ve koruyamamıştı. Karmen kayıptı ve alize emanetine sahip çıkamamıştı. Bu düşüncenin ağırlığı altında ezildi ve omuzları çöktü.

 

Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Neden insanoğlu emanete sahip çıkamazdı ki? Başındaki siyah şalı düzelti ve ablasının mezarının yanına çömeldi. Mezara bakamıyordu. Bakmaya utanıyordu. Yutkundu. Titrek bir sesle "abla ben geldim" dedi. Utançla bakışlarını mezara çevirdi. "yüzsüzüm değil mi?" Alayla güldü. "Kesinlikle yüzsüzüm" o an zihninde anılar silsilesi belirdi. Ve her bir anı onun kamburlaşmasını sağladı.

 

Alize büyük bir öfkeyle topladığı bavulu bir eliyle aldı ve diğer eliyle umay'ın kolunu tutarak ilerledi. Her bir adımı sert ve nefret doluydu. Umay'ın kolunu sert tutsa da umrunda dahi değildi. Onu resmen sürükleyerek evin önüne kadar ilerledi ve bir anda onu yere doğru fırlattı. Umay dengesini koruyamadan yüz üstü yere düştü. Saçları yüzünün önüne düştü. Bir elini zemine koyup zeminden destek alarak doğruldu ve diğer eliyle siyah saçlarını düzeltti. Sağ yanağından bir göz yaşı firar etti ve çenesine doğru ilerledi.

 

Dudakları titremişti. Alize'nin bir an bu görüntüye içi acı. Ama başka çaresi yoktu. O da istemezdi ablasından vazgeçmek. Ama şartlar ve durumlar bunu gerektiriyordu. Ve her şeyden önce o ablasından vazgeçmemişti. Ablası o adama kaçarak ondan vazgeçmiş ve ihanet etmişti. Gözleri doldu ama bir kere dahi ağlamadı. Aydın kadınları yalnız ağlardı başkalarının yanında değil. Umay bu hareketiyle bile bir aydın kadını olmadığını beli etmişti.

 

Alize içindeki acıya rağmen çenesini dikleştirdi ve ona sert gözlerle baktı. İşaret parmağıyla çıkışı işaret etti. "Hemen evi terk et! Burada sadece aydın'lar yaşayabilir ve sen artık bir aydın değilsin." Umay kardeşine büyük bir hayal kırıklığıyla baktı. Kardeşi de dahil tüm ailesi ondan vazgeçmişti. Alize ifadesiz yüzüyle "hemen burayı terk et!" Umay bir anda ayağa kalktı ve öfkeyle ona baktı. "Peki buradan gideceğim" alayla güldü. "Ama gün gelecek bu yaptığınızdan pişman olacaksınız. Ama o gün ben olacak mıyım? Orası muamma" koyu siyah saçlarını omzundan aşağıya doğru savurup tüm ailesine son bakışlarını atarak arkasına döndü ve çıkışa doğru ilerledi.

 

Tüm çalışanların ve ailesinin gözlerinin onda olduğunu bilse de umursamadı. Alize ve annesini bakışlarını sırtında hissetse de arkasına bir kere bile bakmadı ve evden çıktı. Umay bundan sonra kabusu yaşayacağını bilemezdi. Alize umay'ın arkasından bakarken yutkundu. Onu bir daha görebilecek miydi? Umay bilmiyordu ama alize'nin içi yanıyordu.

 

Alize'nin gözlerinden yaşlar çeşme misali akmaya başladı. Ağzından kesik kesik hıçkırık çıkıyordu. "Haklıydın, lanet olsun ki haklıydın!" Ne kadar yaşlarını silerse silsin yenisi akmaya devam ediyordu. "Çok pişmanım" ağır bir nefes aldı. Herşeyin bir çaresi vardı. Onu ilk yanlışında evden atmak yerinde arkasında durmalılardı. Ama artık herşey için çok geçti. Alize dalmışken onun omzuna konan bir el yüzeye çıkardı. İrkilerek omzundan arkasına baktı. Arkasında bir adam vardı.

 

Adamın üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Görünüşü zengin birini andırıyordu. Kahverengi saçları düzgünce taranmıştı. Koyu kahve gözleri yoğun bir öfkeyle bakıyordu. Alize'nin kaşları havalandı. "Buyrun?" Adam kaşlarını çatarak ona baktı ve elini uzattı. "Mehraba ben yalçın Uraz" alize gözlerini kısarak ona baktı ardından ayağa kalkıp onun elini sıktı. "Alize Aydın bir sorun mu var?" Yalçın kafasını olumlu anlamda salladı ve elindeki raporu ona uzattı. "Bir karışıklık olmuş. O mezarda uyuyan kişi Umay Öztürk değil ulay özgür. Benim ablam" alize'nin gözleri şok ile büyüdü ve yutkundu.

 

Kaşları çatıldı. "ne saçmalıyorsunuz beyefendi?" Yalçın iç çekti. "Raporda da yazıyor. Orada yatan kişi Umay değil ulay. Bir kaza oldu ve kazada ikimizin ablaları çarpışmış. Uzun zamandır ablam ulay'ı arıyorum" bakışları mezara kaydı. "Çok üzgünüm ama o Umay değil ulay" alize titrek elleriyle raporu aldı ve okudu. Her satırda acı kalbine batıyordu. Her satırda göz pınarları sızlıyordu. Titreyen eliyle raporu ona uzattı. "şimdi ne olacak?" Yalçın omuz silkti. "ablamı bizim memlekete gömüceğim" alize başını olumlu anlamda salladı. "peki ya benim ablam?"

 

O an içine umut doğdu. Eğer umay'ın mezarı yoksa yaşama ihtimali vardı. Umut bir kelebeğin çiçeğin etrafında dolaşıp onu sarması gibi alize'yi de sarmıştı. birden yavaşça başı döndü ve midesi bulanmaya başladı. "Alize hanım?" Yalçın'ın sesi kulaklarında yankılansa da ona hiçbir tepkide bulunamadı. Bir anda bilincini yitirdi ve bayıldı. Son hatırladığı ise yakıcı bir erkek parfümü ve onu taşıyan biriydi.

 

                                 ⏳ 

 

(Karmen'den)

 

Odaya kısa bir bakış attıp çekmeceleri karıştırmaya başladım. Artık başımın ağrıdığını hissediyordum. Şakaklarımı ovalayıp derin bir nefes aldım. Beş odayı bittirdikten sonra çıkacaktım. Ama sonuçta karşımdaki zaman kıran'dı ve ona güven olmazdı. Çekmecede gördüğüm kağıdı elime aldım ve incelemeye başladım. Kağıtta Ayasofya ile ilgili bilgiler yazıyordu. Onları hızlıca gözden geçirsem de bu bilgilerin işime yaramayacağına emindim.

 

Odaklan Karmen!

 

Yazılara odaklandığımda bazı harflerin koyu yazıldığını farkettim. Onları dikkatli bir şekilde birleştirdiğimde oluşan cümle ile kaşlarım çatıldı.

 

İstikbal göklerdedir...

 

Bu Mustafa Kemal Atatürk'ün sözüydü. Bakışlarımı duvardaki resimlere çevirdim. Enistein, sheskpare, frida kahlo, mimar Sinan,yavuz sultan selim, Galileo, Nicola Tesla ve birsürü tanınmış kişi. Gözlerim onca kişi arasında tek bir kişiyi aradı. Mavi gözlü o adamı. Atatürk'ü. Onun resmini bulduğum anda resmin önüne geldim ve resmi sökmeye çalıştım. Resmi çıkardığımda duvarda delik olduğunu farkettim. Delikte küçük bir kağıt vardı. Resmi masanın üzerine bırakıp delikteki kağıdı aldım ve okumaya başladım.

 

Yamuk yapı

 

Alayla güldüm. Tek bir cevapta ne olduğunu çözmemi mi bekliyordu. sinirle kağıdı avcumun içinde büktüm. Ve hafızamı yokladım. Dünyadaki yapılar,yamuk yapı. Eyfel kulesi,galata kulesi,kız kulesi,kız taşı, pissa kulesi, bir dakika!

 

Pissa kulesi!

 

Etrafa bakınca kuleyle ilgili birşey göremedim. İdam demek istiyordum artık. "Son 5 saniye" bakışlarımı hızla gezdirdim ve radyoyu gördüm. Radyonun üzerinde şehirler vardı. Pissa kulesi italya'daydı. Radyoyu İtalya'ya ayarlayınca odadaki ışık yeşile döndü ve ben rahat bir nefes aldım. Birden odanın ortasında bir masa belirdi. Masada tangram oyunu vardı. Ve duvarda bir kapı vardı. Kapıda da kare bir boşluk vardı. Bir anda yeşil ışık tekrardan kırmızıya döndü ve o robotik sesi duydum. "5 dakika başladı!"

 

Homurdanarak tangram'ı yapmaya çalıştım ve bu benim 4 dakikamı aldı! Sonunda bittirdiğimde kare çerçeveyi kapıdaki boşluğa koydum ve ışık yeniden yeşile döndü. Kapı ardında kadar açılınca içeriye girdim.

 

Artık dördüncü odadaydım. Son 1 oda! İpucu almak adına bakışalarımı kameraya çevirdim. "En sen kokladığın koku, 5 dakikan başladı." Kameraya dilimi çıkardım ve düşünmeye başladım. Oda çok küçüktü. Odada sadece bir dolap,bir sandık,bir yeşil tahta ve tebeşir ve son olarak Duvarda element tablosu vardı. Bu oda için kimyamı zorlamam gerekiyordu. Hafızamı geriye alarak en son aldığım kokuyu düşündüm. Bayılmadan önce bana koklatılan eter.

 

Eter ise karbon ve hidrojen'den oluşurdu. Bakışlarımı sandığa çevirdim. Sadece tek bir sayı istiyordu. Beyaz tebeşiri aldım ve yeşil tahtaya atom numaralarını yazmaya başladım. Bunu yaparken element tablosuna bakıyordum.

 

Hidrojen = 1

 

Karbon = 6

 

Toplam 7.

 

Sandığa 7 sayısını girdiğimde sandık açıldı ve içindeki anahtarı aldım. Yüzümde zafer dolu bir sırıtış belirdi. Anahtarı alıp dolabı açtığımda dolabın içinde dev bir delik olduğunu gördüm. Dolabın içine girdim ve oradaki delikten çıktığımda başka bir odada olduğumu anladım. Son odaydı. Ağzımda bir şarkı mırıldanarak odaya bakmaya başladım.

 

"A,B,C,D unuttum adım ne?

Öldüm mü? Yoksa delirdim mi sen söyle?

 

X,C,D gördüğüm şeyler Zaman bu dünyada bambaşka işler

 

Herşey rüya mı sandın?

İnan iyi olucaksın?

Hortlak görmüş gibisin,ama talihlisin daha tam delirmemişsin.

Kimine verir üzüntü

Kaybetti sirk büyüsünü

Aklım yitip gidiyor çıkış kapısımı o?"

 

(Not: şarkının sözleri her sitede değişik, yanlış varsa görmezden gelin)

 

Odada çıkış yolu ararken bir anda duvarda bir geçit belirdi ve içinden bir adam çıktı. Üzerinde siyah tişört ve siyah pantolon vardı. Siyah tişört kaslarını belli ediyordu. Yüzünde ise bir maske vardı. Sorgular bir şekilde ona baktım. "sen de kimsin?" O an her türlü cevabı bekliyordum ama bir anda "zaman kıran" demesini beklemiyordum. O an affaladım. Nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum. O karşımdaydı. Aylardır bilmediğim düşmanım.

 

Bir anda kendimden beklemediğim bir cesaretle ona doğru ilerledim ve onun karnına yumruk attım. Ama hiç etkilenmemiş gibiydi. İçimde yükselen bir öfke vardı. Sanki ağzımı açsam ağzımdan lav dökülecekti. Parmaklarımın ucunda oluşan hissi anlıyordum. Öfkeliydim. Ona karşı yoğun bir nefretim vardı. Onun olmayan yüzüne bakmak bile iğrenmeme neden oluyordu. İki elimle onun göğsüne vurarak onu ittim. "HAYATIMI MAHVETTİN!" diye bağırdım. Bağırmamdan dolayı boğazım ağrısada bu en son düşüneceğim şeydi.

 

Onu bir kez daha ittim. "BENİ MAHVETTİN! NE İSTİYORSUN?! BİZDEN,BENDEN,TÜRK'LERDEN NE İSRİYORSUN?!" diye bağırdım. Nefes nefese kalmıştım. Biz ona ne yapmıştık? Biz Türklerle derdi neydi? Türkler tarihi oluşturmuştu anlamıyordu,Türkler olmasa tarihde olmazdı. Hızlı soluklarımın arasından ona bakarken duyduğum robotik kadın ses benim kaskatı kesilmeme neden oldu.

 

"Patlama için son 5 dakika"

 

Dudaklarım şok içinde aralandı. Zaman kıran bunu fırsat bilerek konuşmaya başladı. "Yanlışlıkla elim kırmızı butona değdi. Eğer hemen çıkmazsak ikimiz de öleceğiz" bir anda sertçe beni kolumdan tutu ve duvardaki açık kapıdan koşmaya başladı. Benim kolumu tutuğu için ben de mecburen onun peşinden koşuyordum. Akli dengemi yitirmiş gibiydim. Etrafımda olan bitene anlam veremiyordum. Olanları kavramakta zorlanıyordum. son anda durdum ve onu da durdurdum.

 

Gözlerimi kısarak ona şüpheyle baktım. "neden beni kurtarasın? Sonuçta düşmanınım, benden nefret ediyorsun. Beni neden kurtarasın?"

 

"Son 4 dakika"

 

Zaman kıran bir anda beni kollarımdan kavradı ve kendine çekerek üsten bana baktı. Şaşkınlıkla onun maskedeki yeşil gözlerine bakıyordum. Robotik sesi tehditkar bir biçimde konuştu. "Bana bak aptal! Her an ölebiliriz bu yüzden şüpheyi bir kenara bırak ve beni takip et" tekrardan koşmaya başlayınca onun peşinden koşmaya başladım. Bir anda bir odaya girdi ve elinde zaman kıran kitabı ile çıktı. Gözlerimi büyüterek ona baktım. Ama o şaşkın bakışlarımı umursamadan kolumdan tutu ve koşmaya başladı. Çok garip bir şekilde onda tanıdıklık vardı. sanki onu tanıyordum.

 

Koşarken cebindeki telsizi çıkardı ve konuştu. "Burası 3 dakika içinde patlayacak acilen karımı başka bir binaya taşıyın o ölürse siz de ölürsünüz" telsizi fırlattı ve koşmaya devam etti. Karısı mı varmış Karmen? Onla beraber koşmaya devam ederken bir anda merdiven tırmanmaya başladık. "Son 10 saniye" merdivenin sonuna geldiğimizde başımızın üzerinde bir tavan vardı ve zaman kıran onu açmak için çabalıyordu. Açar açmaz hızla çıktı ve ben de arkasından çıkıp koşmaya başladım. Kapı direkt ormana açılmıştı.

 

"Son 5 saniye" ikimiz de hızımızı artırıp koşmaya başladık. Bir anda kulağımda sağır edici bir ses oldu ve kulağım çınlamaya başladı. Sonrasında ise yüksek bir ses ve kuş olup uçan benle zaman kıran. Kaçış evi patlamıştı ve patlama ile ikimiz de farklı yerlere fırlamıştık. Sırtım bir ağaca çarptı ve ardından yüz üstü yere düştüm. Alnımdan çeneme doğru ilerleyen bir ıslaklık hissediyordum. Boynumda,sırtımda,yüzümde ıslaklık vardı. Bir dakika! O ıslaklık kandı. Safra kesem bir anda ağzıma dolunca bir elim karnımda kusmaya başladım.

 

Gözlerim yanlış görmüyorsa kan kusmuştum. Dudaklarımdan kan sızıyordu. Ama hayır pes edemezdim. Ayağa kalkmak istiyordum ama imkansız gibiydi. Tüm duyularımı sanki kaybetmiştim. İnleyerek doğrulmaya çalışmıştım ki hissettiğim yoğun acıyla ağzımdan yüksek bir çığlık kaçtı ve ormanda yankılandı. Gözlerim doldu ve acıyla dişlerimi sıktım.

 

Kalk Karmen, pes etmek için zaman değil. Önce görev sonra ağla!

 

Kalkmak için tüm çabamı veriyordum ama ağzımdan çıkan çığlıklara engel olamıyordum. Son anda ayağa kalkmaya başladım ve aksayarak adım atmaya çalıştım. İlk adımımda karnıma derin bir sancı girince gözlerim doldu ve bir yaş firar etti. Hayır ağlamak için doğu zaman değildi. Burnumu çekerek bir adım daha attım. Bacaklarım daha çok beni taşıyamayarak yere düşmemi sağladı. Ayağa kalkamıyordum. Sanki tüm bedenime camlar ve dikenler batıyordu. Üzerimdeki kıyafetler kirlenmiş ve kana bulanmıştı.

 

Bakışlarım gökyüzünde asılı kaldı. O an bir kuş geçip gitmişti. Bir gün o kuş gibi olsam olmaz mıydı? Onun gibi özgür olsam,gökyüzünde dolaşsam. Bu benim için çok büyük bir istekmiydi. Göz kapaklarım kapanmak için tüm gücüyle direnirken ben de uyanık kalmak için direniyordum. Çünkü biliyordum. Bu uykudan sonrası ölümdü. Hayır ölemezdim. Benim hikayem burada sona eremezdi. Tekrardan ayağa kalkmak için tüm çabamı verdim ve zaman kıran'a doğru sarsak adımlarla ilerledim.

 

Piç şerefsiz!

 

Oruspu çocuğu!

 

Seni doğuran kadının aklını fikrini sikeyim!

 

Oruspu çocuğu!

 

Onun yanına diz çöktüm. Maskesinin yarısı Kırılmıştı. O an şaşırdım çünkü onu genç bekliyordum. Oysa oldukça yaşlıydı. Beyaz saçları ve kırışıklıkları onu karizmatik gösteriyordu. Onu kafamda çizdim. Artık hiçbir maske onu koruyamazdı. Önce zaman kıran kitabını aldım. Kitabı elime alır almaz mavi bir ışık yaydı ve bir anda açık kahve saçlarım havalandı. Kitabı aldıktan sonra onun cebinden telefonu aldım ve 112'yi aradım. O da ben de oldukça yaralıydık. Adresi bilmesem de etrafı elimden geldiği kadar tarif ettim. Sesim yorgun,bitkin,tükenmiş,titrek ve oldukça kesikti.

 

Ambulans ile konuşmam bitter bitmez telefonu bıraktım ve son anıma kadar dayanmaya çalıştım. Bir anda biraz ilerimizde lüks bir araba durdu ve içinden tugay çıktı. Endişeli ve korkmuştu. Üstü başı darmadağındı. Sanki savaştan çıkmıştı. Hızla bana doğru koşunca artık daha fazla dayanmadım ve göz kapaklarım kapandı. Yanağıma atılan tokatları da bana seslenmelerini de hissetsem de hiçbir tepki vermedim. Bir kol sırtımdan bir kol da bacaklarımın altından tutu. Birinin beni kaldırdığını hissetmiştim. Son söylediğim cümle ise "kuşlar kadar özgür olur muyum?" Olmuştu.

 

Elimden geldiğince zamanı korumuştum. Arkadaşlar edinmiş ve aşık olmuştum. Özgür olamasam bile belki de benim masalım burada sona ermişti.

 

Loading...
0%